AK Gençliğin Buluşma Noktası
Forum Köşe Yazarlığı Ak Parti Forum Köşe Yazarları buraya.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 06-27-2008, 14:43   #1
Kullanıcı Adı
alperen
Standart AYASOFYA
AYASOFYA
ALPEREN GÜRBÜZER
Kızılelma ülküdür. Ordunun gideceği yeri belirleyen bir ülküdür. Öyle bir “ülkü” ki, yaklaştıkça uzaklaşan, hiç sönmeyen bir yıldız gibidir. Her hedefe varıldığında Kızılelma ötelere kanatlanır usul usul.
Ayasofya bir ülküydü. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi ile ülkümüz, Roma (Saint Pierra)’ ya sıçrar, sıçramakla kalmaz gönüller feth olunur.Yani, Kızılelma Saint Pierra kilisesinin üstüne konarak insanlığı selamlamış.. Malum olduğu üzere Kanuni devrinde, Şarlken olayı meydana çıkınca Beç (Viyana) ve Almanya Kızılelmaları teşekkül etmiş. Ya Fatin ne yapmış, oda Ayasofya’ya girerek, Bizans’ın kızıl küresini, Kızılelma’ya çevirmiş. Derken O gün, bugün “Kızılelma” bizim ölesiye sevdamızdır.
O sevda, Resûlullah’ın (sav) “Ümmetimden Kayser’in (İstanbul) şehrine gaza edenler af olacaktır.” Hadisi Şerifleriyle kıvılcım aldı. Yine Peygamber (sav)’in “Kayser’in şehri fethedildi. Orada ezan okunmadıkça kıyamet kopmayacaktır.” sözleriyle sevdamız aşka dönüşüverdi. Öyle bir aşk ki; Hz. Muaviye’nin sevk ettiği ordu içerisinde Hz. Ebû Eyyüb Ensarî’nin (Halid bin Zeyd) muhasara esnasında İstanbul surlarına yakın bir yerde şahadet şerbeti içmesine vesile olacak bir sevda. Seneler sonra şehit düştüğü yerin keşfi, Akşemseddin Hazretleri’nin kerametiyle ortaya çıkar ve bu yüce Sahabe’nin mezarının bulunmasıyla birlikte Osmanlı daha da güç kazanacaktır.
Resûlullah (sav) Hadis-i Şerifinde “İstanbul muhakkak feth olunacaktır. O’nu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve O’nun askeri ne güzel askerdir.” buyurmuş. Bu hadis-i Şerife nail olabilmek için İstanbul’u fethetme teşebbüsleri olmuş habire. Nitekim nasip; zahiri kumandan “Fatih Sultan Mehmet” ve manevi kumandan “Akşemseddin” ile eli kabza tutmuş “Gazi Alp erenler”, “Müderrisler”, “Mollalar” ve nice “Şeyhlere imiş.
Fatih-Akşemseddin ikilisi, Fethi Mübin’in temel taşıdır. O yüce kumandan, biran evvel Hadis-i Şerifin sırrına ermek adına günlerce Akşemseddin’den işaret bekler. Nihayet beklenen müjde Şeyhin şu güzel sözleriyle yankıarkadasır gök kubbede:
-”Yarın sabah şu kapıdan (Top kapı) hisara yürüyüş ola. İzni Huda ile Babı Zafer feth olup, ezan sedası ile sûrun içi dola. Gün doğmadan Gaziler sabah namazını hisar içinde kılalar.” ifadeleriyle kati müjdeyi verir. Şeyh Akşemseddin; “Begüm bu kalanın fetihi sen olasın, deyü âlem-i Şehzadelikte sana tebşir ettük.” der.
Fatihte gereğini yapar ve Feth-i Mübin’i gerçekleştirerek, beyaz at üzerinde Topkapı’dan Kayser’e girerek Hadis-i Şerif’in mana ve ruhuna hürmeten Ayasofya’ya girer girmez, atından inip derhal secdeye varır. İlk Cuma namazı da üç gün sonra orada eda edilir. İmamet’e tabii ki, fethin manevi başbuğlarından Akşemseddin geçecek, hutbeyi de O okuyacaktı. Akşemseddin Hazretleri, bir gönül sultanı edası içinde Fatih namına hutbe irad eyledi böylece.
İstanbul’un manevi cephesi kısaca buydu. Fetih nasip olup, Fatih Ayasofya’ya girdiğinde fethin maddi cephesi, hürriyet fermanıyla çerçevesini bulmuş ve şöyle demişti Patrik’e:
-”Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmet. Sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden itibaren artık ne hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız.”
Fatih, yani Patrik’i tayin ve himaye eden fermanıyla Bizans halkının teveccühünü kazanıyordu. Öyle ki, Lukas Nataros; “Latin şapkasındansa Türk sarığı görmek yeğdir” diyebilmiştir.
Fatih Sultan Mehmet’in açtığı bu geniş hürriyet fermanı, sonraki padişahlara da ışık vermiş. Şöyle ki; Yavuz, gözü kara bir padişah ve celallik yönü daha ağırlıklı, fakat âlimlere de son derece saygılı bir delikanlıvarı bir lider.
Yavuz, Hıristiyanların bir densizlik ve hataları yüzünden celâllenir ve hepsinin başının kesilmesini emreder. Fakat Osmanlı’da her emir anında yerine getirilmez, zira hukukî yönüne bakılıp, sonra hüküm verilirdi. Nitekim de öyle oldu. Şeyhül İslâm Zembilli Ali Efendi hele dur nedir bu acelen dercesine Padişah’a:
-”Efendimiz, dedeniz (Fatih) Hıristiyanların mal ve canlarına dokunulmayacağına dair yazılı bir ferman vermişti.” der.
Yavuz:
-”Ya öyle mi? Fermanı getirsinler de bir görelim.”
Z. Ali Efendi cevaben:
-”Bu ferman bir yangında yanmıştır.”
Yavuz celâllenerek:
-”Bu fermanı görmedikçe Hıristiyanların kafasını kesmekten vazgeçmem.”
Z. Ali Efendi gayet soğukkanlı bir tarzda:
-”Acele buyurmayınız. Ferman yandıysa da, fermanı hatırlayan iki Müslüman şahitliği kâfidir” der.
Yavuz tam ikna olamaz ve şöyle der:
-”Dedem Fatih, İstanbul’u alalı yetmiş yıl oldu. O zamanı hatırlayacak adamın hiç olmazsa doksan yaşında olması lazım gelmez mi?”
Zembilli Ali Efendi bunun üzerine doksan yaşında iki ihtiyarı huzuruna çıkarıverdi. Derken yaşlı adamın Şahadetleriyle (şahitlikleri ile) Yavuz Sultan Selim emrini geri almak zorunda kalır. Ona da o yakışırdı zaten. Osmanlı bir hukuk devleti idi çünkü. Hukukun üstüne Padişahta olsa çıkamaz. Nizamnameler, fermanlar örften sayılırdı. Onun için buradan bizim tarihimize “astığı astık, kestiği kestik’’ yaftalamasında bulunanlara duyurulur, tabii anlayana.
Fatih Sultan Mehmet bununla da yetinmemiş, Feth-i Mübinle birlikte İstanbul’u Medeniyetlerin başkenti ilan etmiş, yani bu güzel şehri Roma-Bizans-İslam üçgeninin (medeniyetlerinin) beşiği durumuna getirmiştir. İstanbul, Roma ve Bizans’tan sonra tek kalıcı damga İslâm mührüdür. Öyle bir mühür ki, bizim himayemizde yaşayan farklı kimlik ve etnik gruplar içeren gayr-i Müslimler, gerçek hürriyeti bizim iklimimizde bulmuşlardır. F. Grenard; “Osmanlı’lar hiçbir zaman milliyetler tezadı oluşturmadı” sözleriyle bu durumu teyit etmiş zaten.
Yavuz ve Zembilli Ali Efendi arasında geçen karşılıklı münazaraya benzer bir olayda Kanuni devrinde de olmuş. Kanuni Ebussuud Efendi’nin engeline maruz kalmış. Zira ulema, kanunların ve nizamnamelerin hazırlanmasında yetkili zümre idi. Avrupa’nın millet meclisinden beklediği şeyi, Osmanlı, ulema ve ümeradan bekliyordu. Ulema ve umara ehramın tepesinde “ehli hal akd” zümresini teşkil ediyordu. Osmanlı’nın yükselişindeki sırlardan biri de bilge insanları baş tacı yapmasıydı... Kanunî’nin kiliseleri camiye tahvil etmek istemesi üzerine, Ebussuud Efendi gibi bir ulema, Fatih’in Patrikhane’ye verdiği ahitnameye dayanarak reddetmiştir.
Demek ki Kızılelma, Feth-i Mübin gerçekleşmeden önce Ayasofya idi. Fetih vuku bulunca kızıl elmamız Saint Pierre’nin kubbesine inmiş adeta. Çünkü Kızılelma, gökteki yıldızlar gibidir, yakınlaştıkça uzaklaşır ülkü heyecanı tükenmesin diye. Fakat bu sefer Kızılelma ötelerde değil, ilk defa Kızılelma tarihi seyri şaşırtırcasına hızla yakınlaşmıştır. Nasıl mı?
Düşünebiliyor musunuz? İstanbul bizim coğrafyamız sınırları içinde olduğu halde, O’nun gözbebeği ve kalbi olan “Ayasofya” yanı başımızda müzedir hala. Kızılelma Saınt Pierra’nın üzerinden tekrar Ayasofya’nın kubbesine oturmuş bir kez daha. Öyle ki burnumuzun dibinde Ayasofya, kendi kendine mahkûm etmişiz. Bunun anlamı gayet açık Kızılelma artık ne Viyana da, ne İtalya’da, ne de ötelerde, gözümüzün önünde artık, yanı başımızda yani coğrafyamızda.
Demek ki Çarmıha gerilen Hz. İsa (as) değilmiş, gerilen tarih sadece. Geriye kalan içi boş, minarelerinde ezan okunmayan, adeta ruhu alınmış taş yığını sanki. Her şeyden öte susturulmuş koca bir tarih anıtı. İşte Ayasofya bu, gözümüz önünde cereyan eden bir trajik âbide bu. Şimdilerde müze diyorlar, neyin müzesiyse. Ya da kendi kendisinin müzesi mi?
İçinde müzeye ait, müzelik eşyalar varmışçasına adını gönüllerden silmeye çalışıyorlar. Yoksa taş duvarlara mı müze dememizi bekliyorlar? Onlar bekleye dursunlar Ayasofya başlı başına tarihi bir hafızamız, o hafızanın zihinlerden silinmesi öyle kolay olmasa gerek.
Önce 1927 yılı, 1057 sayılı kanunla, Tuğra kanunu maddelerinden hareketle, Osman oğulları’na ait ne var ne yok, nice sanat eserlerini ve kitabelerini yok etmekle işe koyulmuşlar. Daha sonraları da Ayasofya Camii1934 yılında devrin Maarif Vekili Abidin Özmen’in teklifiyle, İsmet İnönü hükümeti tarafından müze haline getirilmiştir. Daha da ileri gidilerek etrafında dört başı mamur minarelerini yıkmayı bile düşünmüşler. Fakat İbrahim Hakkı Konyalının raporu uyarınca yıkımdan vazgeçilmiştir. Bakın raporda:
“Ayasofya’yı büyük mimarımız Sinan payandalarla takviye etti. Sultan II. Selim, hantal görünüşlü Ayasofya’nın kubbesinin kaymaması için poyraz tarafına iki kalın minare daha yaptırdı. Kıble tarafındaki minarelerde, destek vazifesi görürler. Eğer bu minareler yıkılırsa ana kubbe hemen çöker...” ibareleri neyse ki yıkımı önlemeye yetmiştir. Ne yazık ki, bazı vakıf binalarının yanı sıra, Fatih’in yaptırıp ta oğlu II. Beyazıt’ın genişlettiği medresenin yıktırılması önlenememiştir.
Resûllullah (sav)’in Kayser dediği İstanbul, öteden beri, iç ve dış mihrakların ilgi odağı olmuştur. Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet’ten son Halife Abdülmecit’e ve Cumhuriyet devrine kadar cami ödevi yapmış, fakat 1934’de müze haline getirilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki tüm entrikaların kaynağında, tekrar cami olması endişesi var. Aslına dönmekten imtina edenlerin uykusunu kaçıran olay bu olsa gerektir, yani “Kızılelma tekrar ötelere sıçrar mı?” düşüncesidir.
Dedik ya, Ayasofya mahzun, aynı zamanda gönüllerde mahzun. Kendi kendisinin müzesi durumunda olan Ayasofya’ya bir görev daha verilmek istenmiş. Bu yeni vazife, dans gösterilerine sahne olması için mekânlık ve konukluk ifa etmek. 1995 yılında işbaşında bulunan hükümet, bunu çekinmeden yapmışta. Onlar önceden, bu denli tepki ile karşı karşıya kalacaklarını tahmin etmedikleri için, böyle bir karar alma cüretini gösterebilmişlerdir. Sonunda kamuoyunun sağduyusu galib gelmiş ve hevesleri kursaklarında kalmıştır.
Onlar müze, müze dedikçe Ayasofya her geçen gün aslına dönmenin eşiğinde. Sağduyu çağırdıkça O aslına rücu edecektir elbet...
Önce Kudüs, Şam, Bağdat, Mekke derken daha sonra da İstanbul esir alınmak isteniyor sanki. Bu sıraladığımız merkezler aynı zamanda medeniyetlere ışık saçmış başkentlerdir.
Papa VI. Paul ve etrafındaki zevatla birlikte İstanbul’a gelip Ayasofya’da diz çöküp dua edebilmiş ve hiçbir resmi muamele görmemiş, kendi insanımız, kendi öz yurdunda öksüz muamelesi görerek, namaz kılınmasından mahrum edilmek istenmiştir. Acaba hem Ayasofya, hem de gönüller mi öksüz? Fatih’in Akşemseddin’in arkasında durduğu, eda ettiği namaz gönüllerde hala “Kızılelma”dır. Bütün müminler Fatih’in o ihtişamlı günlerini andırır vaziyette namaz kılabilmenin heyecanını hissediyor, aslına döneceği günleri bekliyor. Papa VI. Paul’a tanınan hak, insanımızdan esirgenmemeli. Ayasofya tarihi kimliğine kavuşacağı günleri bekliyor oysaki.
Ayasofya ayağa kalktığında gönüllerdeki heyecan da durulacak,“Kızılelma”mız bir rüya değil, hakikat olacaktır elbet. Daha başka ne diyelim, bize İnşAllah demek düşer şimdilik!

 

alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 07-16-2008, 14:59   #2
Kullanıcı Adı
kralfk
Standart AYASOFYA
kardeşim güzel palaşımlarda bulunuyorsun beğenini artırıyorum ve yeni çalışmalarını bekliyorum
kralfk isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 07-19-2008, 09:09   #3
Kullanıcı Adı
alperen
Standart AYASOFYA
teşekkür ederim,sağolun varolun.
alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-30-2009, 10:31   #4
Kullanıcı Adı
alperen
Standart
Fetih yıldönümünüz kutlu olsun.
alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-21-2009, 20:38   #5
Kullanıcı Adı
hakanturkucu
Standart
AYA SOFYA FETHİN SEMBOLÜDÜR.HİÇ OLMAZ İSE CUMA GÜNLERİ HAFTADA BİR GÜN TURİZME KAPATILARAK İBADETE AÇILMALIDIR SEMBOLİK OLARAK ŞUNA EMİNİMKİ ORADAN TÜM TÜRKİYEYE YETECEK DÖVİZ GETİRİSİ BİLE MANEVİ HAZ ETMEYECEKTİR.FETHEDENLERİN RUHLARI İNCİLİYORDUR BUNA DA EMİNİM
hakanturkucu isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-21-2009, 20:42   #6
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart
Zaten onu bildiklerinden kapattılarya....
Amaçları o hazzı Türkiyeden kopartmak ve türkiyenin manevi gücünü eksiltmek....
İnşallah sadece cuma değil ama bir cuma günü İstanbulu tekrar fethedeceğiz....
Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-21-2009, 21:24   #7
Kullanıcı Adı
FERM@N
Standart
Emeğine sağlık kardeşim güzel bir yazı ...
Ayasofya içimizde bir ukde ; bu ukdenin paramparça olduğunu da göreceğiz inşAllah ...
FERM@N isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 07-20-2009, 17:53   #8
Kullanıcı Adı
alperen
Standart
yüreğinize sağlık. Allah razı olsun cümlenizden.
alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-09-2009, 12:00   #9
Kullanıcı Adı
hakanturkucu
Standart
hakanturkucu isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-10-2009, 10:45   #10
Kullanıcı Adı
alperen
Standart
teşekkür ederim.
alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi