AK Gençliğin Buluşma Noktası
Bütün Peygamberler Bütün peygamberlerimiz ile ilgili konularımızı bu bölümde paylaşıyoruz.


Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-22-2008, 01:27   #11
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Adem (a.s)
Hz. Âdem'in Peygamberliği:


Hz. Âdem, ilk insan olduğu gibi aynı zamanda ilk peygamberdir. Hz. Adem, yeryüzüne indirildikten sonra, Cenab-ı Allah, insan nesillerinin hepsini onunla eşi Havva'dan türetmiştir.

"Ey insanlar! Sizi tek bir candan (Âdem'den) yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Havva'yı) yaratan ve ikisinden pek çok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbiniz'e ittika edin, O'na karşı gelmekten sakının." (Nisâ: 4/1)

Bir hadîs-i şerîflerinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

"Allah'u Teâlâ Âdem'i (a.s.) yeryüzünün her tarafından avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları kendilerinde bulunan toprak miktarına göre, kimi kırmızı, kimi beyaz kimi siyah, kimi bunların arasında bir renkte; (tabiat bakımından da) kimi yumuşak, kimi sert, bazıları kötü, bazıları da iyi olarak geldiler."[1]

Allah, insanı nefsinin şehvet ve şeytanın vesveselerine maruz kalacak şekilde yaratmış, ona bunlara karşı koyacak akıl, hayır ve şerri birbirinden ayırt edecek vicdan (kalb gözü) vermiştir. Cenâb-ı Allah böylece insanı bu dünyada imtihan alanına koyduğu için, hikmet ve rahmetinin gereği olmak üzere hayır, fazilet, şer ve rezalet yollarını gösterecek, hak ile batılı öğretecek, hayır ve kemâl yollarına irşad edecek peygamberler göndermiştir. Cenâb-ı Hakk peygamberler göndermekle, insanın tabiatına ve halîfeliğine uygun imtihan şartlarını tamamlamıştır. Neticede insan bu dünyada yaptıklarının hesabını öldükten sonra diriltilince verecek, imanlı olup iyilik ve sevap terazileri ağır gelenler Cennet'e girecektir. Bunları kendilerine öğretip ikaz etmek için peygamberlere ihtiyaç vardır. İlk insanlara peygamber olmaya en lâyık olan zat, Allahü Teâlâ'nın doğrudan doğruya vasıtasız konuştuğu ataları Hz. Âdem'di.

Hz. Âdem'in peygamberliği kendisine emir ve nehiy olunduğuna dalâlet eden Kur'an ayetleri ile sabittir. Çünkü onun zamanında başka bir peygamber yoktu. Bu duruma göre kendisine gelen o emir ve nehiyler, vahiy vasıtasıyla olup başka bir vasıta ile değildir. Kur'an'da geçen Hz. Âdem'in iki oğlunun Allah'a kurban takdim etmeleri, ikisinden birinin kurbanının kabul olunduğunun bildirilmesi[2] Hz. Âdem'e vahiy ile bildirilmiştir. Kur'an'da Hz. Âdem'in peygamberliğe seçildiğinin anlatılması için "Istafâ"[3] kelimesi ile "İctebâ"[4] kelimeleri kullanılıyor. Kur'an'da diğer peygamberler için de ıstıfâ' ve ictibâ' kelimelerinden müştak kelimeler kullanılıyor.[5] Öyle ise Hz. Âdem de peygamberdir. Hz. Âdem'in peygamber olduğunu açıkça bildiren hadisler de vardır. Ebu Ümame (ö. 81/700) rivayet ediyor

"Ebu Zerr (ö. 32/652) Peygamberimize:

'Ya Nebiyallah, peygamberlerden ilk peygamber kimdir?' diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s.):

"Âdem'dir." dedi. Ebu Zerr,

"Ya Rasûlullah o, Nebî oldu mu?" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.),

"Evet o mükellem bir Nebî (Allah'ın kendisiyle vasıtasız konuştuğu peygamber) idi." dedi."[6]

Diğer bir hadîste de Kıyamet gününde, diğer Nebiler gibi Hz. Âdem'in de bir peygamber olarak, Hz. Resulullah'ın sancağı altında bulunacağı haber verilmiştir.[7] Hz. Âdem'in peygamberliği hususunda bütün müslümanlar ittifak etmişlerdir.[8]

Hz. Âdem'in evlâdları onun irşâdı ile Allah'a iman etmiş, zamanlarındaki maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin eden ahkâmı ondan öğrenmişlerdir. Ebû İdris el-Havlânî'nin, Ebû Zerr'den rivayet ettiği bir hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Âdem'e on sahifelik bir kitap indirildiğini söylemiştir.[9]

İnsanların dinden ayrılarak ihtilâf etmeleri, hak dinin izini kaybederek batıl itikatlara saplanmaları sonradan çeşitli sebeplerle meydana gelen kötü bir durumdur. Böylece beşeriyetin başlangıcının bir vahşet devri olmadığı anlaşılır. Hz. Âdem'den sonra yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağılan insanlar doğru yoldan ayrılmışlardır. Allah, onlara zaman zaman peygamberler göndermiştir. Şu ayet bu hakikati ifade eder:

"İnsanlar (ilk önce) bir ümmetti (onlar ihtilâf ettiler). Allah da müjde verici ve azabının habercileri olarak peygamberler gönderdi..." (el-Bakara, 2/213)

Yukarıda gördüğümüz gibi Yüce Allah, ilk insan Hz. Âdem'i bizzat doğrudan doğruya çeşitli safhalardan geçirerek yaratmıştır. Darwinist olan tekâmülcülerin iddia ettiği gibi, insan maddenin kendiliğinden gelişerek tek hücreli canlı olması ve bunun da gelişerek çeşitli hayvanlar ve maymunlar oluşması ve maymunların da insana dönüşmesi yoluyla meydana gelmemiştir. Uydurma ve yakıştırmadan ibaret olan bu nazariyenin doğruluğuna, deney ve gözlemlerde ve delîl olarak kabul ettikleri materyal fosillerinde, en ufak bir ipucu bile yoktur. Bunun aksini isbat edecek fosil ve deliller pek çoktur. Mendel ve Pastör kanunları gibi.

Tekâmül nazariyesi bilim ve akıl nazarında muhaldir. Şöyle ki: Madde ve enerjide "emtropi" vardır: Gözlenen bütün tabii sistemlerde düzensizliğe doğru, yani dağılıp saçılmaya doğru bir eğilim vardır. Bu gerçek, hem mikro ve hem de makro seviyelerde olmak üzere geçerlidir. Madde parçacıkları dağılıp saçılır gider. Enerji de akıllı birisi tarafından plânlı ve düzenli olarak kapalı duvarlar arasında ve borular içerisinde kontrol altına alınmazsa dağılır gider. Dışarıdan gelen güneş enerjisi de, bunu alıp kullanacak çok muazzam bir makina sistemi yoksa boşlukta dağılır. Bu bir fizik kanunudur. Aklı başında olan bir âlim bu kanuna karşı gelecek cesareti gösteremez.

Madde âtıldır (eylemsizdir) kendiliğinden bir gücü yoktur (fizikteki atâlet prensibi). Allah'tan başka hiçbir şeyin kendiliğinden hiçbir gücü, düzen ve nizâmı yoktur (ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh). Akıllı ve şuurlu birisi tarafından plânlı düzenli bir makina sistemiyle kontrol edilmeyen enerji de her şeyi dağıtır, yakar ve yıkar. Meselâ nükleer bir santralda kontrol altına alınamayan bir atom enerjisi her şeyi yakar ve yıkar, dağıtır ve boşlukta dağılır gider. Öyle ise basit bir otomobilin bir yapıcı mühendisi olmadan demir yığınları arasından güneş enerjisi veya herhangi bir enerji ile meydana gelmesi imkânsızdır. Deney ve gözlem ve akıl bunu kabul etmez. En basit bir canlının organizmasının (cesedinin) yanında, mükemmel bir otomobil veya en ileri seviyede yapılmış bir elektronik beyin, çocuk oyuncağı gibi kalır. Bir elektronik beyin bozulduğu vakit kendi kendisini tamir edemez, kendi mislini ve benzerini, maddelerini dışarıdan toplayarak yapamaz. Çünkü âtıldır ve şuuru yoktur. Bunlar akıllı birisinin yapacağı hesap ve plân işidir. Akılsız ve cansız madde kendiliğinden bir makina veya bir elektronik beyini yapamayınca, ya bunların yapıcısı olan insanı nasıl yaratabilir? İnsanın yaptığı en mükemmel bir elektronik beyin, insan tarafından tamir edilip kontrol edilmezse, kendisini tekamül ettirmek şöyle dursun madde yığınları arasında dağılıp gider.

Bir eser müessirinden (yaratıcısından) üstün olamaz. Bir eserde yapıcısında bulunmayan vasıflar bulunamaz. Netice sebebinden üstün olamaz. Taş sebep olursa, parçacıkları taşın eseri (neticesi) olur. Maddede can yoktur; insanî ruh ve bunun özellikleri olan şuur ve akıl hiç yoktur: vicdan ve bunun özellikleri olan sevgi, nefret ve üzüntü de yoktur. Bir maddenin, pek çok mükemmel makina sistemi olan bir canlının vücudunu meydana getirmesi ve ona kendisinde hiç bulunmayan canı, hele akıl, irade ve vicdanın kaynağı olan ruhu vermesi ne kadar muhal ve imkânsızdır. Can enerji değildir. Can, canlının duymasını ve gayeli hareket etmesini sağlayan, vücudunu tamir etme, kendisini koruma ve neslini devam ettirme vazifesini üstlenen manevî bir cevherdir. Bir canlı sisteminin meydana gelebilmesi için mutlaka şu şartlar gereklidir:

1- Sistemin gelişigüzel değil, enerji ve besinleri dönüştürecek mükemmel mekanizması ve makina sistemi olmalıdır.

2- Otomobilin çalışması için nasıl petrol lâzımsa, bunun da kullanılabileceği bir enerji kaynağı yani besinler bulunmalıdır. Canlıların besinleri, bitki ve hayvan organizmalarıdır.

3- Bu enerjinin dönüşüm mekanizmalarını idare edip devam ettirmek ve çoğaltmak için bir kontrolcü bulunmalıdır. Çünkü Termodinamiğin ikinci kanunu olarak ifade edilen ve kâinatta geçerli kanuna göre sistemlerin düzensizliğe doğru tabii bir kaymaları vardır. Otomobilde bu kontrolcü şoför, elektronik beyinde kontrol mühendisidir. Otomobilin şoförü veya elektronik beyinin kontrolcüsü ölmüşse bunlar kendi kendilerine gayeli ve düzenli çalışamazlar. Kendilerinin benzerlerini meydana getiremezler ve kendilerini tamir edemezler. Az bir zaman sonra çürür, dağılır ve saçılıp giderler. Canlıların mekanizma ve makinalarının kontrolcü ve idarecisi candır. Canlının canı çıkmışsa, bunca muazzam zekâsına rağmen insan dahi ona canı veremez.

4- Canlı bir sistemin mutlaka akıllı ve âlim bir yaratıcısı olmalıdır. O da Allah'tır. Otomobilin yapıcısı akıllı bir insandır. Öyle ise canlıların organizmalarını, o akıllara durgunluk verecek çok muazzam makina sistemlerini, oksijen, hidrojen (yani su), fosfor, kükürt, azot, karbon, kalsiyumdan yaratan ve bunlara canı veren Allah'tır.

İnsanla hayvan arasında mahiyet farkı vardır. İnsanlarda akıl, irade ve vicdan vardır. Hayvanlarda bunlar yoktur. Bunların kaynağı da Allah'ın insana verdiği ruhtur. Bu insanî ruh hayvanda yoktur.

Buna göre tekâmül nazariyesi (Darwinizm) muhaldir (imkânsızdır).

Darwinizme inananların, insanın maddeden kendiliğinden tekâmül ederek meydana gelişini "Akılları mı emrediyor, yoksa bunlar azgın kimseler midir?" (et-Tûr, 52/32)

Vahyi inkâr eden, bilimin kaynakları arasında Allah'ın kitabını kabul etmeyen câhiliyye anlayışına göre ilk insan, yarı hayvan yarı insan ilkel mağara adamıdır. O ne konuşma, ne ateş yakma, ne dünya rızıklarından yeterince yararlanabilme ve tabii ne de okuma yazma biliyordu. Bütün bu özellikler, insanın tekâmülü ve gelişmesi sonucu çok sonraları insan tarafından keşfedildi... vs.

Allah, yaratma, peygamberlik, halifelik, meleklerin bile saygı duyduğu yaratıkların en şereflisi... yoktur bu câhiliyyenin bilim diye takdim ettiği tarih kitaplarının, sosyal bilgilerin bilimsel(!) hükümlerinde. Hz. Adem'le ilgili olarak bir müslümanın tartışmasız kesin doğru kabul ettiği Kur'an'a dayanan ilimle; müslümanlara, müslümanların çocuklarına bilim diye öğretilen câhiliyyenin bu tavrı arasında cennetle cehennem kadar fark vardır. Vahye tümüyle ters düşen bu anlayışlara ve dayatmalara tepkisiz kalması müslümanların ihmal, gaflet ve hatta ihânetiyle ilgilidir. Kâfirler, müslüman mahallesinde salyangoz satabilmekte, hatta dolma yaparak bu salyangozları müslüman çocuklarına yutturabilmektedirler. Kur'an'a dayalı ilim ile, câhiliyyenin bilim anlayışlarının arasındaki uçurum için küçük bir örnektir ilk insan konusu. Bir de bilim seviyesinde olmadığı kendilerince de kabullenildiği halde insanımızın inancını zehirlemesine göz yumulan ilk insanın menşei ile ilgili nazariye/teori var ki evlere şenlik![10]

Muharref Tevrat ve İncil'de de, Hz. Âdem ile ilgili bilgiler mevcuttur.[11] Dolayısıyla ilk insanın Hz. Âdem (as) olduğunu kabul etmeyen kimse müslüman olamadığı gibi, hıristiyan ve yahudi de olamaz. Bu noktada başta Darwin nazariyesi olmak üzere değişik ideolojilere inananlar, "Dehriyyûn" hükmündedirler. Dehrîler, bütün peygamberleri ve kitapları inkâr ettikleri için kâfirdirler. Çünkü peygamberleri inkâr etmek, onları vazifelendireni de, (Mürsil'i) inkâr etmeyi beraberinde getirir. Brahmanistler de, peygamberlik müessesesini kabul etmedikleri için Hz. Âdem (as)'i inkâr ederler, bu sebeple kâfir hükmündedirler.[12]

Resûl-i Ekrem (sav)'in Veda Hutbesi'inde: "Ey İnsanlar! Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır."[13] buyurduğu hadis mecmualarında kayıtlıdır. Bu noktada, bütün insanlar eşit olduğu için kavmiyet gururuna kapılmaları mümkün değildir. Eğer kapılırlarsa kitap, sünnet ve sahabe-i kirâm'ın icmaı ile sabit olan bir gerçeği inkâr etmiş olurlar. Kur'ân-ı Kerim'de "Andolsun ki, biz Âdemoğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır. Onlara karada, denizde taşıyacak vasıtalar verdik. Onlara güzel güzel rızıklar verdik, onları yarattığımızın bir çoğundan cidden üstün kıldık" (İsra: 17/70) buyurulmaktadır. Müfessirler insanoğlunun izzet ve şeref sahibi olduğunun bu âyetle sabit olduğunu, dolayısıyla onun bu vasfını hakir görmenin haramlığı üzerinde dururlar.[14] Türkiye'de orta öğretim sıralarında "İnsanın maymundan geldiği teorisi" halen tekrarlanmaktadır. Bu başta Hz. Âdem (as) olmak üzere, bütün insanlara yapılan en büyük hakarettir. Çünkü insanlar, yeryüzünde Allah (cc)'ın halifesi hükmündedirler; emanet'i yüklenerek bu şerefe haiz olmuşlardır.[15]

Kur'an, sahih hadisler ve bunlara dayanan diğer güvenilir İslâmî kaynakların Hz. Adem hakkında verdiği bilgilerden çıkan sonuca göre Hz. Âdem topraktan yaratılmıştır. Konuyla ilgili âyetlerden, bu yaratılışın belli bir gelişme seyri takip ettiği ve süresi bilinmemekle birlikte belli bir zaman içinde tamamlandığı sonucu da çıkarılabilir. Ancak bu gelişme, hiçbir zaman ilâhî irâde ve kudretin tesiri olmaksızın doğal bir evrim şeklinde anlaşılamaz. Bütün ilgili âyetlerde Hz. Adem'in herhangi bir başka canlıdan tekâmül suretiyle değil; topraktan ve tamamıyla bağımsız bir canlı türün atası, öteki bütün canlı ve cansız varlıkların aksine, yeryüzünde halife kılınarak, yükümlü ve sorumlu tutulan ve bunun için gerekli manevî, ahlâkî, zihnî ve psikolojik kabiliyetlerle donatılmış bir varlık olarak yaratıldığı, tartışmaya yer vermeyecek şekilde açıklanmıştır. Bu sebepledir ki insanın yaratılışının bu özel yanını bütünüyle reddederek onu bayağı canlılar seviyesine indiren teorileri İslâm inançları ile bağdaştırmak mümkün değildir.[16]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tirmizî, Tefsir: 3. Bu hadisi Tirmizî sahih bir senetle rivayet etmiştir.

[2] el-Mâide: 5/27.

[3] Âli İmrân, 3/33.

[4] Tâhâ, 20/122.

[5] el-A'râf, 7/144; el-Bakara, 2/130; el-Hac, 22/75; Sâd, 38/47; en-Nahl, 16/121; Âli İmrân, 3/79; Yusuf, 12/6; el-En'âm, 6/87; eş-Şûrâ, 42/13; el-Kalem, 68/50.

[6] Ahmed b. Hanbel, V, 265.

[7] Tirmizî, II, 202.

[8] Teftâzânî, Şerhu'l-Akâid, s. 62; Devvânî, Celâl, s. 71; Aliyyü'l-Kârî, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, 101.

[9] Abdurrahman Hubneke'l-Meydânî, el-Akidetü'l-İslamiyye ve Usûsuhâ, II, 260.

[10] Ahmet Kalkan, Kur’an-ı Kerim Kavram Tefsiri.

[11] Tekvin, bab: l, cümle: 27, bab: 2, cümle: 21-23, bab: 9, cümle: 1-617.

[12] Gazzalî, Faysalu't Tefrika Beynel İslâm ve'z Zındıka, Mısr,1319, sh.27 vd.

[13] Ali b. Muhammed Kari el-Hirevi, Şerhu'ş Şifa, İst.1309, c.II, sh. 515.

[14] Ebu'l Bereket en-Nesefi, Medarikü'l Tenzil, c. II, sh. 322.

[15] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnkılap Yayınları: 33-34.

[16] İslâm Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 1, s. 359
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 01:27   #12
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Adem (a.s)
Hz. Adem ve Oğullarından Alınan Misak:


Allahû Teâla (cc), Hz. Âdem ve onun nesli olan bütün insanlardan "misak" almıştır. Bu bir anlamda, Allah (cc) ile insanlar arasında tahakkuk eden mukaveledir. Kur'ân-ı Kerim'de:

"Hani Rabbin Âdemoğullarından (insanlardan) onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine şâhid tutmuş: `Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' demişti. Onlar da: `Evet, (Rabbimizsin) şâhid olduk!' demişti. (İşte bu şahidlendirme) kıyamet günü: `Bizim bundan haberimiz yoktu' dememeniz içindir." (A'râf: 7/172) buyurulmaktadır. İşte, Allah (cc) ile insanlar arasında tahakkuk eden bu mukavele sonucu insanlara hürriyet, mülkiyet, akıl ve diğer nimetler bahşedilmiştir.[1] İslâm hukukundaki umumi kaidelerden birisi de: "İnsan için asıl olan hürriyettir"[2] şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü "misak" hürriyetin teminatıdır. Eğer İslâm'a karşı savaşırsa, Allah (cc) ile olan mukavelesini bozduğu için kölelik ortaya çıkar.[3] Her insanm doğuştan zimmetinin (mukavelesinin) bulunması, lehlerindeki ve aleyhlerindeki haklara sahip olmada eşitliği gerektirir. Resûl-i Ekrem (sav)'in "Hiçbir çocuk yoktur ki, İslâm fıtratı üzerine doğmuş olmasın. Sonra onu annesi ve babası, ya yahudileştirir, ya hıristiyanlaştırır, ya mecûsileştirir, ya müşrik yapar. Nihayet o çocuk bunu dili ile açıklar; ya şükredenlerden ya küfredenlerden olur."[4] buyurduğu sabittir.[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Molla Hüsrev, Mir'at el Usul fi Şerhi Mirkat el Vüsul, İst.1307, c. I, sh. 591.

[2] İbn-i Hümam, Fethu'l Kadir, Beyrut: 1316, c. IV, sh. 417; Aynca İmam-ı Kasani, el-Bedai, c. VI. sh. 196.

[3] Sava Paşa, İslâm Hukuku Nazariyatı Hakkında bir Etüd, Ank.1956, c. II, sh. 339.

[4] Zebidî, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ank.1976 (4. bs c. IV, sh. 529, Had. No: 644; ayrıca Sahih-i Müslim, K.Kader, c. IX, sh.6854, Had. No.2658.

[5] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnkılap Yayınları: 32-33.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 01:28   #13
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Adem (a.s)
Hz. Adem'in Kur'an'da Anlatılan Kıssasından Bazı Ders ve İbretler:


Hz. Adem topraktan yaratılmıştır. İnsanın topraktan yaratılması, bir yönüyle Allah'ın yüce kudretine delil olurken, bir yönden de insana bir hatırlatmadır: "İşte senin aslın, hakir/âdi bir çamurdur. Büyüklenmeye hakkın yoktur." O yüce kudret olmasaydı, çamur nasıl insan haline gelebilirdi? O çamura üflenen ilâhî ruh onu canlandırıyor, hareketli ve şuurlu hale getiriyor. Bu, insanın iki boyutlu olduğunu da gösterir: Topraktan meydana gelen maddî ve beşerî boyutu, ilâhî ruhtan üflenen ve Allah'ın isimleri öğretmesinden oluşan manevî, ruhî ve ilmî yönü, halifelik boyutu. İnsan, kendine verilen yetenekler sayesinde mayasındaki çamurluğu, yani değersizliği, düşük bir seviyeyi de seçebilir; kendisine üflenen ilâhî ruh yönüne meylederek yüceliği, üstünlüğü, ilâhî ahlâkı da seçebilir.

Çamur, durağanlığı, hantallığı, bir yerde çöküp kalmayı; ruh ise hareketi, canlılığı, çabayı ve gayreti işaret eder. İnsan mayasındaki çamur alçaklığa, ruhu ise yüceliğe meyillidir. İnsanı ancak ilâhî ruhtan gelen bilinç, olgun harekete yöneltebilir.[1] İnsanlar arasındaki mesafe, çamur ile ilâhî ruh arasındaki mesafe kadar olabilir.

Meleklerin Hz. Adem'e secdesi, insana verilen değerin göstergesidir. Başta melekler olmak üzere yeryüzünde hemen her şey insanın hizmetine verilmiştir. Her şey, insanın önünde âdeta melekler gibi secde etmektedir. Bu hizmetten ise yalnızca İblis kaçınmaktadır. O, bu evrensel değerleri ve nizamı inkâr ederek bu âhengin dışında kalmıştır. Avrupa'da ortaya çıkan Hümanizm, insana verilen bu ulvî değerin yanında hiçbir anlam ifade etmez.

Hz. Adem'in Kur'an'da anlatılan kıssası, bütünüyle yaratılışın ve insanlığın hikâyesidir. İnsan hayatının nasıl başladığını, nasıl devam etmesi gerektiğini ve nereye varacağını haber veriyor. Âdem kıssası, insanın yüksek mertebesini, kendisine melekler dahil bütün yerdeki varlıkların hizmet ettiği yeryüzü halifeliğini ve bunun sorumluğunu hatırlatıyor. Yeryüzünde halife kılınan insan, ancak emanet yükünü hakkıyla taşırsa bu görevini hakkıyla yerine getirebilir. Adem kıssası, insanı Allah'ın emrine uymaya, yasaklarından kaçmaya alıştırıyor, İblis'in düşmanlığını hatırlatıyor.

Eşyanın isimlerini insan kendiliğinden bilip öğrenmiş değildir. Meleklerin ve insanın Allah'ın öğrettikleri ve öğrenme kabiliyeti verdiklerinin dışında kendiliklerinden bir ilimleri yoktur.[2] İnsana, Allah ilim öğrenme yeteneği vermemiş, onu vahiyle desteklememiş, ona eşyanın isimlerini öğretmemiş olsaydı, insan dünyada hiçbir ilerleme gösteremez, yeryüzünün efendisi, halifesi de olamazdı. Öğretilen isimler sayesinde bilgiye, bilince, adlandırmaya, bilmeye, idrâk ve ifade etmeye kavuşmuş bulunuyoruz. Bunlarsız hayat olur mu?

İlimlerin kaynağı olan Kur'an'ı öğreten O olduğu gibi Beyanı, açıklama yeteneğini de Allah öğretmiştir. "Rahmân, Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı/açıklamayı öğretti." (Rahmân: 55/1-4)

Meleklerin Allah'ın öğrettiğinden başkasını bilmemeleri, gaybın Allah'a ait bir sır olduğunu ortaya koyar. Rabbimiz, bizim bilmemizin faydalı olmadığı gaybı kendine saklamıştır. Bu anlamda gaybı bildiği zannedilenler, falcılar, kâhinler, medyumlar, cinciler, üçkâğıtçı sihirbazlar yalancıdır.

Hz. Adem'in cennete konulmasının hikmetini en iyi Rabbimiz bilir. Onun cennet hayatının, Allah'ın nimetlerinin büyüklüğünü görme, O'nun koyduğu sınırları tanıyıp onlara uyma, insana kötülük yapabileceklere karşı dikkatli olma amacı taşıdığı söylenebilir. Bu cennet, insanlar için bir örnektir ya da dünyayı nasıl cennet gibi yapabileceklerinin metodunu göstermedir. Kişi kendi hayatını dilerse cennet gibi ve ölümden sonrasını da cennet yapar; dilerse hayatı kendisi ve çevresi için cehenneme çevirir. Allah'ın bir emrine isyan insanın Cennetten uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Yapılan isyana, hatayı kabul edip tevbe edilmez ve Allah'ın emrine karşı bir mantık yürütülmeye, hataya te'vil bulup kılıf uydurmaya kalkılırsa Allah'ın lânetine uğranılan şeytanlaşma söz konusu olacaktır. Hz. Adem'in cennet hayatı bu esprileri hatırlatıyor.

Kaybedilen cenneti yeniden bulmanın yolu, İslâm'ın tanımını yaptığı takva elbisesini kuşanıp müttakîlerden olmaktır. Bu ahlak, yeryüzünü de insan için cennet haline getirecektir. Müttakîlerden kurulu bir toplum, saadet/mutluluk toplumudur. Takva sahibi mü'minler, her devirde asr-ı saadeti yaşayan, saadeti asra taşıyan kutlu insanlardır. Müttakîler için hazırlanmış olan ebedîlik cenneti, geçici olan dünya cennetinde kazanılır. Dünyayı kendisi ve çevresi için cennet gibi yapanlar, Ahiret cennetine adaydırlar. Ebedîlik cenneti, ancak bir bedel karşılığı kazanılır. Bu bedeli mü'minler nefisleriyle, İblisle ve Allah'ın düşmanlarıyla, her şartta ve her imkânda mücadele ederek, hiç kimsenin kınamasına aldırmadan Allah'ın emrini yerine getirerek öderler. Hz. Adem'in cennet hayatı, bu gerçeklerin işaretlerini vermektedir.

Hz. Âdem, cennette olmasına rağmen yasak ağaca yaklaşmama emri ile denendi. İnsan orada bile başıboş, kuralsız ve sorumsuz değildi. İnsan yeryüzünde, İblis'in serbestçe faaliyet yapabildiği, nefislerin hoşuna gidecek sayısız çekici zevklerin olduğu, saptırıcıların kol gezdiği bir ortamda başı boş olabilir mi? Kuralsız ya da şeriatsiz kalabilir mi? Sorumluluk, hayatın anlamıdır ve devamını sağlayan en önemli ilkedir. Sorumsuzluk kişi için yokluktur. İnsanın yokluktan kurtulup var olmasını isteyen Yaratıcı, onu yaptıklarından ve emaneti taşıma görevinden sorumlu tutmuştur. Bu, ona değer vermedir, bir başka deyişle adam yerine koymadır.

Yasak ağaç -Allah daha iyi bilir- yeryüzündeki yasakları/haramları sembolize etmektedir. Rabbimiz bununla insanları kendi haram sınırları konusunda duyarlı olmaya davet ediyor. Yasak ağaçtan yemek, Hz. Adem'in şekavetine/bedbahtlığına sebep oldu.[3] İnsan tıpkı atası Adem gibi, ister bilerek, ister unutarak Rabbinin yasak ağaçlarından yerse, O'nun sınırlarını çiğnerse ya da hükmüne uymazsa; şekavete düşer, mutsuz olur, hüsrâna uğrar, çok şey kaybeder.

Günümüzde ne yazık ki İblisin yandaşları yeryüzünün her tarafını, işledikleri şerler, sebep oldukları fesatlar, yapageldikleri günahlar yüzünden yasak ağaçlarla doldurdular. Onlar, sürekli yasak ağaç üretmekte ve onu reklâmlayarak pazarlamaktadırlar. Şimdilerde asıl mesele, yasak olmayan ağaçları bulup onların meyvesinden yemek ya da cennetin helâl ağaçlarını yeryüzünde yetiştirmek ve diğer insanlara sunmaktır.

İnsan, diğer varlıklardan üstün kılınmasına rağmen[4], hem unutkan ve zayıftır, hem de yaratılışında olan çamur ve ilâhî ruha meyillidir.[5] Hz. Adem, cennette olmasına ve Rabbinin uyarılarına rağmen yasağa uymayı unuttu.[6] İnsan, unutarak veya aldanarak hata yapabilir. Mü'min insana düşen, hatasını İblis gibi savunmak değil; Âdem ve eşi gibi hatasını anlayıp Allah'tan bağışlanma dilemektir. Çünkü Allah, şirkin dışında bütün günahları affeder.[7]

Hz. Âdem ve Hz. Havva, hatalarını anladıktan sonra şu duayı yapmışlardı:

"(Âdem ile eşi) dediler ki: 'Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz." (A'râf: 7/23)

Yaptıkları bu dua, tevbe edilmeyen küçük günahların bile karşılık göreceğinin, cezaya sebep olacağının delilidir. Öyleyse bütün günahlara tevbe etmeli, sürekli Allah'a istiğfârda (bağışlanma dileğinde) bulunmalı. Peygamberimiz bile her gün sayısız çoğunlukta istiğfâr ederdi.[8]

İblis, Ademoğluna duyduğu haset yüzünden iğvâsını, her zaman ve her şartta sürdürecektir. İblis de, onun askerleri ve yardımcıları da tatil yapmayacaklar.[9] İblis ve yandaşları en çok müslümanlarla uğraşırlar. Onları Allah'tan, O'na ibadetten, O'nun yolunda harcama yapmaktan alıkorlar. Onlar, müslümanların bütün hayırlı işlerine engel olmaya çalışırlar.

Allah, Adem'i ve eşini affetti. Çünkü onlar günahlarını itiraf ettiler, hatalarının bağışlanmasını istediler. Yaptıkları yanlışı savunmadılar, Allah'ın emrini beğenmezlik etmediler, O'na karşı kibirlenmediler. İblis ise af dilemediği gibi hatasını da kabullenmedi, Allah'ın emrine karşı istikbar etti. Allah'ın İslâmla gönderdiği hükümlere/ölçülere teslim olduğu ve onları kabul ettiği halde hata edenler, sonra da günahlarına tevbe edenler, tıp Hz. Adem gibi affedilirler. İmanda, ilâhî yasaklarda, Allah'ın hükümleri konusunda pazarlık yapanlar, sonra kendi görüşlerini daha doğru ve üstün görenler, İblisin arkadaşıdırlar.

Hataya düşmenin, günah işlemenin sebebi, başkasının teşviki olsa bile, insanın bizzat kendisi esas suçludur; esas sebep, insanın kendi arzusu, kendi hevâ ve hevesidir. Kimse kimsenin günahından sorumlu olmadığı gibi, kimse bir başkasının yerine kulluk da yapamaz. Herkesin yaptığı kendisine aittir.

Kadın, insanın asırlar boyu çektiği çilenin sebebi değil; onun yaratılışta kardeşi, insan olmada eşi veya annesidir. Üstünlük cinsiyette veya rütbelerde aranmamalıdır.

Çıplaklık şeytandandır. O, Hz. Adem'i ve eşini cennette kandırarak onları elbiselerinden soydu, ayıp yerlerini ortaya döküp onları utandırdı. Bu olay, aynı zamandan hem günah işlemenin insanı sıkıntıya sokacağına, hem de şeytanın insanı elbiselerinden soyarak ona daha rahat hâkim olabileceğine işaret etmektedir. Bu nedenle Kur'an insanları bu konuda uyarmaktadır:

"Ey Âdemoğulları, şeytan, anne-babanızın ayıp yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın." (A'râf: 7/27)

Bilinmeli ki, avret yerlerini örtmek ve namusu korumak ölçüsü, insana verilmiş önemli nimetlerden ve yüceliklerden biridir. Değerini anlayanlar için böyledir ama, hayvanlar örtünme gereği duymazlar. Hz. Ömer'in rivayetine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Kim (uygun) bir elbise bulursa onunla (gereği gibi) örtünsün. (Giyerken), elbise köprücük kemiğine gelince; 'Beni giydiren, kendisiyle avret yerimi örten ve hayatıma (o elbise ile) güzellik kazan Rabbime hamdolsun' desin."[10]

İblis, çıplaklığı insanları avlamak için bir tuzak olarak kullanıyor; ağına düşürdüğü kurbanlarının da takvâ elbisesinden sıyrılıp ayıplarının ortaya dökülmesine çalışıyor. Onları Rablerinin huzurunda, insanların içerisinde rezil ediyor. Mü'min, takva elbisesi ile ruhunu, hayatını ve edebini koruma altına alır. İman ve takva ile Allah'ın istediği gibi bedenini örtüp, haysiyetini, iffetini, şerefini ve fıtrattaki yüceliğini korur.[11] İblis ve yandaşları İslâm'ın getirdiği tesettür/örtünme ölçüleriyle savaşırlar. Çünkü örtüsüzlük, insanları, toplumları ve nesilleri bozmaya götüren önemli yollardan biridir. Günümüzdeki İblis askerlerinin de belirttiği doğru olabilir; "tesettür siyasal ve dinsel bir simgedir." Tamam da, açıklık ve çıplaklık da şeytanî bir simge ve haram tanımazlığın, ahlâksızlığın alâmetidir.[12]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ali Şeriati, İnsan, s. 15-16.

[2] bkz. Bakara: 2/30-33.

[3] bkz. Tâhâ: 20/117.

[4] İsrâ: 17/70.

[5] Nisâ: 4/28.

[6] Tâhâ: 20/115.

[7] Nisâ: 4/116; Mâide: 5/40; Zümer: 39/53 vd.

[8] bkz. İbn Mâce, Edeb 57, hadis no: 3815-3817.

[9] bkz. Yâsin: 36/60; A'râf: 7/16-17; İsrâ: 17/64 vd.

[10] Tirmizî, İbn Mâce ve Ahmed bin Hanbel, naklen: İbn Kesir, 2/12.

[11] A'râf: 7/26.

[12] Hz. Adem, Hüseyin K. Ece, s. 243 ve devamı
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.




çarşamba çilingir webmaster blog çarşamba pasta

çarşamba koltuk yıkama çarşamba webtasarım