AK Gençliğin Buluşma Noktası
Bütün Peygamberler Bütün peygamberlerimiz ile ilgili konularımızı bu bölümde paylaşıyoruz.


Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-23-2008, 03:09   #21
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
FİRAVUN’UN ÇARPIK MANTIĞI


Hz. Musa, Tur Dağı’nda Rabbinden vahiyle birlikte büyük bir ilim almış ve Allah onu iki konuda özellikle eğitmiştir: Kader ve tevekkül. Hz. Musa tüm yaşantısının bir kader üzerine olduğunu ve oraya bir kader üzerine geldiğini artık bilmektedir; bir de Firavun’dan korkmaması ve Allah’a tevekkül etmesi gerektiğini kesin olarak anlamıştır. Çünkü Allah onunla birliktedir, onu görmektedir ve onun yardımcısıdır. Bu şuurla hareket eden Hz. Musa ve Hz. Harun, Kuran’daki ifadeyle “suçlu-günahkar bir kavim” olan Firavun ve çevresine gitmişlerdir:

Sonra bunların ardından Firavun’a ve onun önde gelen çevresine Musa’yı ve Harun’u ayetlerimizle gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler. Onlar suçlu-günahkar bir kavimdi. (Yunus Suresi, 75)

Kuran’da Hz. Musa ile Firavun arasında geçen konuşmalar aktarılmaktadır. Bu konuşmalarda Firavun’un soru ve cevaplarına baktığımızda, çok çarpık ve çelişkili düşünceleri olduğu göze çarpar. Firavun’un ifadelerinden, onun Hz. Musa’nın sözlerini dinlemek yerine onu yenmek ve yalanlamak için uğraştığı görülür. Firavun bunu yaparken bazen etrafındakilerden yardım almaya çalışır, bazen de etrafındakileri kendi çarpık mantığına ikna etmek için çaba harcar. Hz. Musa’nın Firavun’la olan bir diyaloğu şu şekildedir:

(Firavun onlara) Dedi ki: “Sizin Rabbiniz kim ey Musa?”

Dedi ki: “Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir.”

(Firavun) Dedi ki: “İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir öyleyse?”

Dedi ki: “Bunun bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.”

“Ki (Rabbim), yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşedi ve gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık.”

“Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz, bunda sağduyu sahipleri için elbette ayetler vardır.

Sizi ondan yarattık, ona geri vereceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız. (Taha Suresi, 49-55)

Hz. Musa, Firavun ve çevresine bu apaçık tebliği yapınca onların tavrı bunu akıl ve vicdanla değerlendirmek yerine atalarının diniyle değerlendirmek oldu. Onların batıl dinine göre Firavun ilahtı ve bu batıl dinin mensupları Allah’ın varlığını kabul etmiyorlardı:

Musa, onlara apaçık olan ayetlerimizle geldiği zaman: “Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik” dediler. (Kasas Suresi, 36)

Bu ayetten de anlaşıldığı gibi Firavun kavmi, Hz. Musa’nın Allah’ın varlığını ve birliğini anlatmasındaki amacın, kendi atalarının dinini değiştirerek gücü eline almak olduğunu düşündüler. Çünkü Firavun ve çevresinin kendi dinlerinden kaynaklanan birtakım imtiyazları vardı. Eğer bu din değişirse Firavun bütün gücünü kaybedecekti. Hz. Musa’ya ve onun getirdiği dine de bu açıdan bakıyorlar, nasıl Firavun ve etrafındakiler halkı eziyorlarsa bu kez sistemin değişip tam tersi olacağını zannediyorlardı. Firavun ve kavminin Hz. Musa ve Hz. Harun’a verdikleri aşağıdaki cevap, bu yüzeysel bakış açılarının açık bir ifadesidir:

Onlar: “Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz” dediler. (Yunus Suresi, 78)

Oysa Firavun ve çevresinin “ yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? “ şeklindeki söz konusu suçlamaları, tamamen samimiyetsiz bir iftiraydı. Hz. Musa Mısır’a hakim olmayı değil, sadece Firavun’un, İsrailoğullarını kendisi ile göndermesini istiyordu. Hz. Musa’nın talebi, köle olarak kullanılan ve sürekli zulüm altında bulunan İsrailoğulları’nın serbest bırakılması ve onların Mısır’dan gitmelerine izin verilmesiydi:

Musa dedi ki: “Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim.”

“Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları’nı benimle gönder.” (Araf Suresi, 104-105)

Ancak bu talebe hiç bir şekilde yanaşmayan Firavun, Hz. Musa’ya karşı çeşitli yöntemler denedi. Bunların biri, duygusallığı tahrik etmekti. Hz. Musa’nın kendi sarayında büyüdüğünü hatırlatan Firavun, bununla hem Hz. Musa’yı kendince minnet altında bırakmaya hem de çevredeki kişilerin gözünde onu bir nankör gibi göstermeye çalıştı. Dahası, Hz. Musa’nın daha önceden yanlışlıkla öldürdüğü adam konusunu da gündeme getirerek onu zor duruma düşürmeye çabaladı. Hz. Musa’nın tüm bunlara verdiği cevap ise, kadere tam teslim ve razı olmuş örnek mümin cevabıydı:

(Gittiler ve Firavun Dedi ki: “Biz seni içimizde daha çocukken yetiştirip büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?”

“Ve sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin.”

(Musa) Dedi ki: “Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım.”

“Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım; sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi ve beni gönderilen (elçilerden) kıldı.” (Şuara Suresi, 18-21)

Konuşmasının devamında Hz. Musa, kendisinin saraya gelmesinin ve orada büyütülmesinin ona Firavun tarafından yapılan bir lütuf olmadığını aksine buna zulüm nedeniyle mecbur kaldığını anlatıyordu:

“Bana karşı lütuf-dediğin nimet de, İsrailoğulları’nı köle kılmandan dolayıdır.” (Şuara Suresi, 22)

Hz. Musa, ilk başta Firavun ve çevresinden korktuğunu söylemesine rağmen, Allah’ın onu uyarması ve onunla beraber olduğunu hatırlatması sayesinde korkusuzca ve tüm açıklığıyla Firavun’a tebliğini yaptı. Firavun Hz. Musa’ya ilk olarak Rabbini sordu:

Firavun dedi ki: “Alemlerin Rabbi nedir?”

Dedi ki: “Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. Eğer ‘kesin bilgiyle inanıyorsanız’ (böyledir).”

Çevresindekilere dedi ki: “İşitiyor musunuz?”

(Musa Dedi ki: “O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir.” (Şuara Suresi, 23-26)

Burada Hz. Musa, Firavun’un sorusuna cevap verirken atalarının dininin geçersiz olduğunu da anlatıyordu. Çünkü onların ataları da sapıklık içindeydiler. Allah geçmişteki atalarının da Rabbiydi. Nitekim Firavun bu gerçeğe cevap veremeyince, Hz. Musa’yı iftira ve tehditle yıldırmaya çalıştı:

(Firavun) Dedi ki: “Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir.”

“Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir” dedi (Musa).

(Firavun) dedi ki: “Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.” (Şuara Suresi, 27-29)

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi Hz. Musa, güçlü delil ve sözlerle Firavun’u zor durumda bırakınca Firavun ona delilik iftirasında bulunmuştur. Burada Firavun’un asıl amacı, çevresine bunu söyleyerek Hz. Musa’nın etkisini kırmaktır. Hz. Musa’nın etkileyici ve doğru sözleri Firavun’u kızdırmıştır. Ve bunun üzerine Firavun zorba karakterini bir kez daha açığa vurmuş, eğer buna devam eder ve kendisini ilah olarak kabul etmezse, Hz. Musa’yı hapse atmakla tehdit etmiştir.

Bunun üzerine kendisinde elçiliğinin alameti olan belgelerin, delillerin olduğunu söyleyen Hz. Musa, Allah’ın kendisine verdiği iki mucizeyi Firavun’a göstermiştir:

(Musa) Dedi ki: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?”

(Firavun) Dedi ki: “Eğer doğru sözlü isen, onu getir.”

Bunun üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi.

Elini de çekip çıkardı, bir de (ne görsün) o, bakanlar için ‘parlayıp aydınlanıvermiş’. (Şuara Suresi, 30-33)

Hz. Musa vasıtasıyla Allah’ın iki büyük mucizesini gören Firavun ve çevresi duydukları sözlere ve gördükleri mucizelere rağmen bunların ancak bir büyü vasıtasıyla yapıldığını düşündüler. Bu fikri birbirlerine telkin ederek bu mucizelerden etkilenmelerine engel olmaya çalıştılar:

(Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: “Bu” dedi, “Doğrusu bilgin bir büyücüdür.”

“Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?” (Şuara Suresi, 34-35)

Burada ortaya konulan mantık inkarcıların genel bir mantığıdır. Kuran’daki bir çok kıssada bu tarz kişiler ve tepkiler anlatılıp bu çarpık mantık gözler önüne serilir. Ataların dinine körü körüne bağlanmaya, delillerini gördüğü halde gerçeği reddetmeye dayanan bu düşünce, sadece Firavun ve çevresindekilerin gösterdikleri bir tavır değildir. İnkarcılar tarih boyunca hep bu şekilde kendilerine çıkış yolu aramışlardır. Kuran’da kendini büyük görenlerin bu bakış açısı belirtilmiştir:

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler.... (Araf Suresi, 146)

Firavun ve çevresi de ortada dosdoğru yol varken bunu benimsemek yerine inkarcılığı seçiyor ve azgınlık yolunu benimsiyorlardı. Kendilerine gösterilen mucizelere rağmen Hz. Musa ile mücadeleye girişmeye karar verdiler. Bunun için de “büyücü” olmakla suçladıkları Hz. Musa’ya kendilerince rakipler bulmaya kalktılar:

Dediler ki: “Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla”;

“Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.” (Araf Suresi, 111-112)

Firavun, Hz. Musa’nın gösterdiği mucizelerin büyücü hilesi olduğunu iddia ediyordu. Bu mucizeleri kendi büyücüleri vasıtasıyla ortadan kaldırabileceğini zannediyordu. Böylece Hz. Musa’yı yenecek ve daha itibarlı bir konuma gelecekti. Çok rahatlıkla Hz. Musa’yı ve kardeşi Hz. Harun’u öldürebilirdi. Fakat Firavun, çevresindekilerin verdiği tavsiyeye uydu. Bu ona daha cazip geldi. Daha büyük ve kalıcı bir galibiyet elde edeceğini düşündü. Aslında Allah onları büyük bir yenilgiye ve helaka doğru yaklaştırıyordu. Hem de kendilerinden en emin oldukları yerden.

Galip geleceklerinden o kadar emindiler ki buluşma yerinin ve zamanının da Hz. Musa tarafından seçilmesine izin verdiler:

Dedi ki: “Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?”

“Madem böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir ‘buluşma zamanı ve yeri’ tesbit et, bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun” dedi.

(Musa) Dedi ki: “Buluşma zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun).” (Taha Suresi, 57-59)

Hz. Musa ayette geçen “buluşma zamanı” için bayram gününde insanların biraraya toplanacağı bir zaman seçmişti. Çünkü bu buluşmaya bütün insanların şahit olmasını istiyordu. Bu son derece akılcı bir seçimdi; böylece insanlar Hz. Musa’nın tebliğine ve Firavun’la büyücülerinin uğradığı yenilgiye şahit olabileceklerdi. Bu buluşma zamanını Firavun da kabul etti:

Böylelikle Firavun arkasını dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) bir araya getirdi, sonra geldi.

Musa onlara dedi ki: “Size yazıklar olsun, Allah’a karşı yalan düzüp uydurmayın, sonra bir azab ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir.”

Bunun üzerine, kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli konuşmalara geçtiler.

Dediler ki: “Bunlar her halde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler.”

“Bundan ötürü, tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur.” (Taha Suresi, 60-64)


dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 03:09   #22
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
KURAN’DA MISIR HÜKÜMDARLARININ ÜNVANLARI


Eski Mısır tarihi boyunca bu ülkede yaşamış olan tek peygamber Hz. Musa değildir. Hz. Yusuf da Hz. Musa'dan çok daha önce Mısır’da yaşamıştır.

Kuran'daki Hz. Musa ile Hz. Yusuf kıssalarını okurken göze çarpan bir ayrıntı vardır. Hz. Yusuf zamanında yaşayan Mısır hükümdarını tanımlamak için Kuran’da "melik"kelimesi geçer:

Hükümdar (melik) dedi ki: "Onu (Yusuf’u) bana getirin, onu kendime bağlı kılayım." Onunla konuştuğunda da (şöyle) dedi: "Sen bugün bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin, güvenilir (bir danışman-yönetici)sin." (Yusuf Suresi, 54)

Buna karşılık, Hz. Musa zamanında yaşayan hükümdar için Kuran'da "Firavun" kelimesi kullanılmaktadır:

Andolsun, biz Musa'ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullar’ına sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: "Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum" demişti. (İsra Suresi, 101)

Mısır’ın bu iki yöneticisinin farklı isimlendirilmesinin nedenini tarihi kayıtlar bize açıklamaktadır. Firavun kelimesi aslında eski Mısır’daki kraliyet sarayına verilen isimdi. Eski krallık döneminde hükümdarlar bu ismi kullanmıyorlardı. Firavun kelimesinin ülkenin başındaki kişinin ismi haline gelmesi, Mısır tarihinin "Yeni Krallık Dönemi"nde olmuştur. Bu dönem 18. hanedan ile başlamış (M.Ö. 1539-1292) ve 20’inci hanedanlığa gelindiğinde (M.Ö. 945-730) "firavun" kelimesi saygı amacıyla kullanılan bir söz halini almıştır.

İşte Kuran'daki mucizevi üslup burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır: Hz. Yusuf'un hayatı Eski Krallık dönemine denk gelmektedir ve bu nedenle Mısır hükümdarı için "firavun" değil "melik" kelimesi kullanılmıştır. Mz. Musa'nın hayatı ise Yeni Krallık dönemine geldiği için Mısır hükümdarı Kuran'da "firavun" olarak tanımlanmıştır.

Elbette böyle bir ayrım yapabilmek için, Mısır tarihini bilmek gerekir. Oysa başta da belirttiğimiz gibi Eski Mısır'ın tarihi, Mısır alfabesinin okunamaması nedeniyle, 4. yüzyılda tamamen unutulmuş ve ancak 19. yüzyılda yeniden çözülmüştür. Dolayısıyla Kuran'ın vahyedildiği dönemde hiç kimsenin Eski Mısır tarihi hakkında detaylı bir bilgisi yoktur. Bu husus, Kuran'ın Allah sözü olduğunu ispat eden sayısız delilden biridir.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 03:09   #23
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
Hz. MUSA’NIN BÜYÜCÜLERLE MÜCADELESİ


Hz. Musa’ya karşı hünerlerini ortaya koymaları için Mısır’ın dört bir yanından toplanan bütün sihirbazlar, Firavun’a geldiler. Firavun kendisinin mutlaka üstün geleceğini düşünüyordu. Böyle bir mücadelenin ardından o ve çevresindekiler kendi hükümdarlıklarını koruyacaklardı. Büyücüler ise bu mücadeleyi kazanırlarsa Firavun’dan nasıl bir armağana ulaşacaklarını merak ediyorlardı:

“Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.”

Sihirbazlar Firavun’a gelip dediler ki: “Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?”

“Evet” dedi. “(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız.” (Araf Suresi, 112-114)

Firavun, kendince saltanatını pekiştirecekti, büyücüler de Firavun’a yakın olacak ve menfaat elde edeceklerdi. Bir tarafta Mısır’ın tüm bilgin büyücüleri, diğer tarafta ise daha önceden tanıdıkları ve köle bir kavmin mensupları olan Hz. Musa ve Hz. Harun vardı. Kimin önce başlayacağına Hz. Musa’nın karar vermesini kabul ettiler:

“Ey Musa” dediler. Ya sen (asanı) at veya önce biz atalım.”

Dedi ki: “Hayır, siz atın.” Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden dolayı, onların ipleri ve asaları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü. (Taha Suresi, 65-66)

Sihirbazlar sihirlerini atınca ipler ve asalar kendilerine koşuyormuş gibi gözüktü. Ayette haber verildiği gibi, herkes göz aldanmasıyla ipleri ve asaları koşar gibi görmüştü.

Dikkat edilirse ayette “koşuyormuş gibi göründü” denmektedir. Yani gerçek bir koşma olayı yoktur, sadece bakan insanlara öyle gözükmüştür. Başka bir ayette de yapılan sihrin yine yalnızca göz aldanması olduğu ve bu şekilde insanların etkilendiği şöyle anlatılır:

(Musa “Siz atın” dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (Araf Suresi, 116)

Firavun’un büyücüleri, sergiledikleri ilüzyon numaralarıyla halk üzerinde büyük bir itibar kazanmış durumdaydılar. Bunu ise Firavun’un saltanatını güçlendirmek için kullanıyorlardı. Her türlü büyüyü “Firavun’un gücü adına” yapıyorlar ve böylece Firavun sistemini ayakta tutuyorlardı. Firavun ise bu büyücülere maddi çıkar sağlıyordu. Kısacası ortada karşılıklı oluşturulmuş bir menfaat ilişkisi vardı.

İşte büyücüler de Hz. Musa ile mücadeleye girerken, Firavun’un metafizik bir gücü olmadığını bildikleri halde, sırf çıkar elde etmek ve onun yanında iyi konuma gelebilmek için asalarını attılar. Bunu yaparken kazanacaklarından çok emindiler ve üstün geleceklerini söylediler:

Onlar da, iplerini ve asalarını atıverdiler ve: “Firavun’un üstünlüğü adına, hiç tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz” dediler. (Şuara Suresi, 44)

Büyücülerin yaptıkları gösteriler hileli bile olsa görenleri etkiliyordu. Kuran’da bildirildiğine göre, halk dehşete düşerken Hz. Musa da bundan etkilendi ve içi korkuyla doldu. Çünkü Hz. Musa da bu illüzyon nedeniyle ipleri ve asaları koşuyor gibi görmüştü. Allah, korkmaması için Hz. Musa’ya hatırlatmada bulundu:

Musa, bu yüzden kendi içinde bir tür korku duymaya başladı.

“Korkma” dedik. “Muhakkak sen üstün geleceksin.”

“Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz.” (Taha Suresi, 67-69)

Hz. Musa, Rabbinin bu hatırlatması üzerine hemen büyücülere dönerek onların yaptıklarının bir büyü olduğunu ve Allah’ın onu geçersiz kılacağını haber verdi:

....Musa dedi ki: “Sizlerin (ortaya) getirdiğiniz büyüdür. Doğrusu Allah onu geçersiz kılacaktır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmez.” (Yunus Suresi, 81)

Bu sözlerinin ardından Hz. Musa da asasını attı. Sonuç, büyücüler için dehşet vericiydi. Onlar bir şeyleri koşuyormuş gibi göstermeye çalışıp insanları kandırırken Hz. Musa’nın asası onların tüm büyülerini yutmuştu:

Biz de Musa’ya: “Asanı fırlatıver” diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.

Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.

Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)

Hz. Musa’nın asası, büyücülerin yaptıkları gibi bir ilüzyonla değil, gerçekten mucizevi bir şekilde hareket etmiştir. Büyücüler Hz. Musa’ya bir tuzak kurmuşlardır. Ancak tuzak kurucuların en hayırlısı olan Allah, Hz. Musa’ya onların tuzaklarını geçersiz kılan bir tuzak kurdurmuştur. Böylece büyücülerin tuzakları kendi başlarına geçmiş, Allah bir mucize yaratarak asaya doğaüstü bir özellik vermiştir.

Sonuçta herkes Firavun’un büyücülerinin galip geleceğini düşünürken çok farklı bir sonuç ortaya çıkmış ve Hz. Musa galip gelmiştir. Böylece herkes Allah’ın vaadinin hak olduğunu görmüştür. Allah Hz. Musa’yı yalnız bırakmamış ve Hz. Musa Rabbinin mucizesi sayesinde yeryüzünün o devirdeki en güçlü sistemlerinden birine karşı galip gelmiştir.



dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 03:09   #24
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
BÜYÜCÜLERİN İMAN ETMESİ


Hz. Musa ile büyücüler arasındaki karşılaşma, Firavun, büyücüler ve seyreden halk için hiç beklenmeyen bir sonuçla bitmiş oluyordu. Kazanacaklarından emin ve mağrur olan büyücüler kaybetmişlerdi. Hem de bu, bütün Mısır halkının önünde açık bir mağlubiyetti. Bunun büyücüler üzerindeki etkisi ise çok daha büyük oldu. Büyücülerin yaptığı bir göz aldanmasıydı. Bunun gerçek olmadığını büyücüler çok iyi biliyordu. Hazırladıkları düzeneklerle, hileyle insanları kandırıyorlar ve kendilerinin ve dolayısıyla Firavun sisteminin ilahi bir özelliği varmış gibi gösteriyorlardı. Fakat diğer tarafta çok farklı bir durum vardı. Bu bir illüzyon ya da göz aldanması değildi. Gerçekten Hz. Musa’nın asası onların düzeneklerini yutmuştu. Sihirbazlar bunun gerçek bir mucize olduğunu ve Allah’ın varlığının ve Hz. Musa’ya olan desteğinin bir delili olduğunu anladılar ve hemen iman ettiler:

Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.

“Alemlerin Rabbine iman ettik” dediler.

“Musa’nın ve Harun’un Rabbine...” (Araf Suresi, 120-122)

Bir anda her şey tersine dönmüştü. Galip geleceğinden son derece emin olan ve halkın önünde Hz. Musa’ya karşı mücadeleye girişen Firavun yenilmiş ve büyücüleri de Hz. Musa’ya iman etmişti. İlk başta Firavun büyücülerin iman etmelerini kabullenemedi. Çünkü sapkın inancına göre her şeyin (insanların dahi) sahibi kendisiydi ve iman etmeleri için de insanlara onun izin vermesi gerektiğini zannediyordu:

Firavun: “Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyeyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.” (Araf Suresi, 123)

Zalim tavrını ortaya koyan Firavun hemen çarpık mantığıyla haklı çıkmaya çalıştı. Ortada büyük bir mucize vardı. Büyücüler yenilmiş ve Hz. Musa’ya iman etmişlerdi. Firavun’un da ortadaki mucizeyi görüp imana gelmesi gerekirken, aksine o kendisinin de yalan olduğunu bildiği düzmece yorumlar yaptı ve senaryolar kurdu. Ona göre, büyücülerle Hz. Musa beraber hareket etmiş ve Mısır’da hakim olmak için böyle bir şey düzenlemişlerdi. Hatta büyüyü de onlar Hz. Musa’dan öğrenmişlerdi:

-...Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür... (Taha Suresi, 71)

İşte Firavun, Allah’ın apaçık olan ayetlerini, mucizesini görmesine rağmen böyle direnip karşı koyuyordu. Kuşkusuz bu, en değişmez inkarcı mantıklarından birisidir. İnkarda direnen insanlar, en açık mucizeyi görseler bile onu yalanlayacak bir ruh hali içinde olurlar. Kendi inkarlarını meşrulaştırmak için her türlü mantık dışı yola saparlar. Firavun’un gösterdiği katı inatçılık, Allah’ın varlığını, birliğini, dininin hak olduğunu kabul etmek istemeyen sayısız inkarcıda da her devirde ve her toplumda görülür.

Ancak Firavun bu inatçılığın kendisini kurtarmayacağını biliyordu. Büyücülerin yenilmesi ve sonra da iman etmesi nedeniyle halk gözündeki otoritesi sarsılmıştı. Bu durumu düzeltmesi ve bir şekilde toplumdaki baskısını sürdürmesi gerekiyordu. Bunun üzerine zora başvurdu ve iman eden büyücüleri işkenceyle öldürmekle tehdit etti. Fakat büyücüler Allah’ın ayetinin gerçek olduğunu açıkça görmüşler ve tümüyle O’na yönelip dönmüşlerdi. Kuran’da bir kaç yerde, bu esnada iman eden büyücülerin kararlı sözlerine yer verilmiştir:

...O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.”

Dediler ki: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla ‘tercih edip-seçmeyiz.” Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin.”

“Gerçekten biz Rabbimize iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir.” (Taha Suresi, 71-73)

(Onlar da “Biz de şüphesiz Rabbimize döneceğiz” dediler.

Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimizin ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. “Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür.” (Araf Suresi, 125-126)

“Hiç zararı yok” dediler. “Çünkü biz gerçekten Rabbimize dönücüleriz.”

“Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimizin bizim hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.” (Şuara Suresi, 50-51)

Ayetlerde haber verildiği gibi iman eden bu kişiler, Firavun’un tehditlerine karşı kararlılık göstermiş, ona boyun eğmemişlerdir. Çünkü artık onlar öldürülseler bile üstün ve güçlü olan, her şeyi yaratan ve her şeyin Rabbi olan Allah’a döneceklerini anlamışlardır. Eski inkarlarının ve dine karşı olan aleyhte tavırlarının ise Rableri tarafından da bağışlanacağını ummuşlardır. Çünkü Allah çokça bağışlayan ve esirgeyendir.

Bu olaydan sonra, Firavun, çevresine yaptığı baskıyı arttırdı. Halkı alabildiğince sindirmeye çalıştı. Firavun’un bu baskısı nedeniyle Hz. Musa’nın kavminin içinde sadece gençlerden oluşan bir grup dışında kimse iman etmedi. Büyücülerin gösterdikleri samimiyet ve cesaret, söz konusu mümin gençler dışında kavmin geneli tarafından gösterilmedi. Bu kavim, Allah korkusundan yoksun olduğu için, Allah’ın gücünü takdir edemeyip aciz insanlardan korktukları için iman etmediler. Bu gerçek Kuran’da şöyle haber verilir:

Sonunda Musa’ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)

Hz. Musa’ya iman edenler arasında yer alan kişilerden biri ise, bizzat Firavun’un karısıydı. Firavun ile birlikte pek çok dünyevi nimetin içinde yaşayan bu şerefli hanım, Allah’a iman ederek hem bu nimetleri terk etmeyi hem de Firavun tarafından şiddetli bir belaya uğramayı göze almıştı. Bu, kuşkusuz çok samimi ve derin bir imanın göstergesidir. Nitekim Allah Kuran’da Firavun’un karısını da örnek bir mümin kadın olarak, Hz. Meryem’le beraber saymaktadır:

Allah, iman edenlere de Firavun’un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: “Rabbim bana kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar.” (Tahrim Suresi, 11)

Firavun’un karısının bu samimi imanı, kuşkusuz Kuran’da da bildirildiği gibi tüm müslümanlara güzel bir örnektir. Bu salih mümin, dünyaya yönelik tüm hırslardan sıyrılmış, gerçek yaşamın ahiret olduğunu anlamıştır. Kısa dünya menfaatlerini –ne kadar şaşaalı görünseler de- sonsuz cennet nimetlerine tercih etmemiştir. Allah’a kendisine cennette bir barınma yeri vermesi için dua etmiştir. Elbette bu samimi dua ve gönülden ahirete yönelmiş karakter her müslümanın sahip olması gereken bir karakterdir.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 03:10   #25
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
SARAYDAKİ İNANAN KİŞİ ve TARTIŞMALAR


Yaşanan olağanüstü olaylara ve görülen mucizelere rağmen Firavun ve çevresindekiler Hz. Musa’ya direndiler. Kibir ve inatçılıkları nedeniyle inkarda direttiler ve gördüklerinin bir büyü ve Hz. Musa’nın da bir büyücü olduğunu ileri sürdüler. Dahası, Hz. Musa ve ona inananları yıldırmak için yeni planlar yapmaya, onlara karşı çeşitli baskı ve işkenceler tertip etmeye başladılar:

Andolsun, biz Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik;

Firavun’a, Haman’a ve Karun’a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür” dediler.

Böylece, o, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman, dediler ki: “Onunla birlikte iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın.” Ancak kafirlerin hileli-düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir.

Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.”

Musa dedi ki: “Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım.” (Mümin Suresi, 23-27)

Firavun’un düşüncesi Hz. Musa’nın öldürülerek ortadan kaldırılmasıydı. Firavun kendi çıkarlarının bozulmasını istemiyordu. Eğer Hz. Musa güçlenirse halka istediği gibi hükmedemeyecekti. Bu nedenle de Hz. Musa’yı fesat çıkarmakla suçlayıp onun öldürülmesini makul göstermeye çalışıyordu. Fakat bu sefer de Hz. Musa’ya destekçi olarak Firavun’un ailesinden bir kişi çıktı ve Firavun’un zorbalığına itiraz etti:

Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü’min bir adam dedi ki: “Siz, benim Rabbim Allah’tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir; ve eğer doğru sözlü ise, (o zaman da) size va’dettiklerinin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez.”

“Ey Kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize Allah’tan dayanılmaz bir azab gelecek olursa bize kim yardımcı olabilecek?” Firavun dedi ki: “Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum.”

İman eden (adam) dedi ki: “Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum.”

“Nuh kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez.”

“Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum.”

“Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah’tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz.”

“Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki; “Allah, ondan sonra kesin olarak bir elçi göndermez.” İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır.”

“Ki onlar, Allah’ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler.” (Mümin Suresi, 28-35)

Saraydaki iman eden kişinin bu uyarısı, kibir ve inatla kalbi kör olmuş olan Firavun’u fazla etkilemedi. Bu sözlerin çevresinde de etkisiz olması için kendisini ve tüm Mısır kavmini uyaran bu müslümanı alaya almaya çalıştı. Yardımcısı olan Haman’a dönerek alaycı bir şekilde kendisine yüksekçe bir kule yapmasını istedi:

Firavun (alayla) dedi ki: “Ey Haman, bana yüksek bir kule bina et; belki o yollara ulaşabilirim,”

“Göklerin yollarına. Böylelikle Musa’nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum.” İşte Firavun’a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun’un hileli-düzeni, ‘yıkım ve kayıpta’ olmaktan başka (bir şey) olmadı. (Mümin Suresi, 36-37)

Firavun, Haman’a verdiği söz konusu kule inşa etme emriyle, sadece alay ederek üste çıkmaya çalışıyordu. Hz. Musa’nın kendisine tebliğ ettiği gerçeği, yani Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayamıyordu. Firavun Allah’ın gökte olduğunu düşünüyor, oraya çıkıp bakıldığında bir şey bulunamayacağını biliyor, böylece kendince alaycı bir şekilde Hz. Musa’yı yalanlamış oluyordu.

Firavun’un ailesinde olup da gizlice iman eden mümin kişi ise, Firavun’un bu tavrına karşı onlara açıkça Allah’ın ve ahiretin varlığını anlatmaya başladı. Onları azapla uyardı. Anlattığı hakikate inanmalarını ve ona tabi olmalarını istedi:

İman eden (adam) dedi ki: “Ey Kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi doğru yola iletip-yönelteyim.”

“Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur.”

“Kim bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkasıyla ceza görmez; kim de -erkek olsun, dişi olsun- bir mü’min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler.”

“Ey kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırıyorken, siz beni ateşe çağırıyorsunuz.”

“Siz beni Allah’a (karşı) inkâr etmeye ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O’na şirk koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah’)a çağırıyorum.

“İmkanı yok; gerçekten sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin, dünyada da, ahirette de çağrıda bulunma (yetkisi, gücü, değeri ve bağışlama)sı yoktur. Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah’adır. Ölçüyü taşıranlar, onlar ateşin halkıdırlar.”

“İşte size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir.”

Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun’un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi. (Mümin Suresi, 38-45)

Firavun ve çevresi kendi içlerinden gelen bu salih müminin uyarılarına da kulak tıkadılar. Bunca delile rağmen inkarlarının ve zorbalıklarının karşılığı ise azap olacaktı.

Kuran’da Eski Mısır hakkında verilen bilgilerin bazıları yakın zamana kadar gizli kalmış tarihsel bilgileri açığa çıkarmaktadır. Bu bilgiler, Kuran’daki her kelimenin belirli bir hikmete göre kullanıldığını da bize göstermektedir.

Kuran’da Firavun’la birlikte adı geçen kişilerden birisi “Haman”dır. Haman, Kuran’ın 6 ayrı ayetinde, Firavun’un en yakın adamlarından biri olarak zikredilir.

Buna karşılık Tevrat’ta Hz. Musa’nın hayatını anlatan bölümde, Haman’ın adı hiç geçmez. Fakat Haman ismi Eski Ahit’in sonraki bölümlerinde, Hz. Musa’dan yaklaşık 1100 sene sonra yaşamış, ve Yahudiler’e zulmetmiş bir Babil kralının yardımcısı olarak geçmektedir.

İşte Kuran’ı Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Tevrat ve İncil’den bakarak yazdığını iddia eden gayrı müslim bazı kişiler, güya peygamberimizin bu kitaplarda anlatılan bazı konuları Kuran’a yanlış aktardığı gibi bir safsatayı ortaya atarlar.

Oysa bu iddianın tümüyle dayanaksız olduğu Mısır hiyeroglifinin bundan yaklaşık 200 yıl önce çözülüp, eski Mısır yazıtlarında “Haman” isminin bulunmasıyla ortaya çıktı.

O zamana kadar Eski Mısır dilinde yazılmış kitabeler ve yazılar okunamıyordu. Eski Mısır dili hiyeroglifti ve çağlar boyunca bu dil varlığını sürdürdü. Fakat M.S. 2. ve M.S. 3. yüzyılda hristiyanlığın yayılması ve kültürel etkisiyle Mısır, dinini olduğu gibi dilini de unuttu, yazılarda hiyeroglif kullanımı azaldı ve sona erdi. Hiyeroglif yazısının kullanıldığı bilinen en son tarih M.S. 394 yılına ait bir kitabedir. Bundan sonra bu dil unutuldu ve bu dilde yazılmış yazıları okuyabilen ve anlayabilen kimse kalmadı. Ta ki bundan yaklaşık iki yüzyıl öncesine dek…

Eski Mısır hiyeroglifi 1799 yılında, Rosetta Stone adı verilen ve M.Ö. 196 tarihine ait bir kitabenin bulunmasıyla çözüldü. Bu tabletin özelliği üç farklı yazıyla yazılmış olmasıydı: Hiyeroglif, demotik (hiyeroglifin el yazısı şekli) ve Yunanca. Yunanca metinin de yardımıyla tabletteki eski Mısır yazısı çözülmeye çalışıldı. Tabletin tüm çözümü, Jean-Françoise Champollion adlı bir Fransız tarafından tamamlandı. Böylece unutulan bir dil ve bu dilin anlattığı tarih aydınlanmış oldu. Bu sayede eski Mısır uygarlığı, onların dinleri ve sosyal yaşantıları hakkında bir çok şey öğrenildi.

Hiyeroglifin çözümüyle konumuzu da ilgilendiren çok önemli bir bilgiye daha erişilmiş oldu: “Haman” ismi gerçekten de Mısır yazıtlarında geçiyordu. Viyana’daki Hof Müzesi’nde bulunan bir anıt üzerinde bu isimden söz ediliyordu. Aynı yazıtta Haman’ın Firavun’a olan yakınlığı da vurgulanıyordu. (Walter Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K.K. Hof Museum in Wien, 1906, J C Hinrichs’ sche Buchhandlung)

Tüm yazıtlara dayanılarak hazırlanan “Yeni Krallıktaki Kişiler” sözlüğünde ise, Haman’dan “Taş ocaklarında çalışanların başı” olarak bahsediliyordu. (Hermann Ranke, Die Ägyptischen Personennamen, Verzeichnis der Namen, Verlag Von J J Augustin in Glückstadt, Band I,1935, Band II, 1952)

Ortaya çıkan sonuç önemli bir gerçeği ifade ediyordu. Haman, Kuran’a karşı çıkanların iddiasının aksine, aynen Kuran’da geçtiği gibi Hz. Musa zamanında Mısır’da yaşayan bir kişiydi ve Kuran’da bahsedildiği gibi o, Firavun’a yakın ve inşaat işleriyle ilgili bir kişiydi.

Nitekim Kuran’da, Firavun’un kule yapma işini Haman’dan istemesini aktaran ayet de bu arkeolojik bulguyla tam bir mutabakat içindedir.

Firavun dedi ki: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.” (Kasas Suresi, 38)

Sonuçta, Eski Mısır yazıtlarında Haman’ın adının bulunması Kuran aleyhinde bir takım zorlama iddialar getirenlerin bir iddiasını daha boşa çıkarmakla kalmayıp, Kuran’ın gerçekten Allah katından olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Zira Kuran’da Peygamber devrinde ulaşılması ve çözülmesi mümkün olmayan bir tarihi bilgi mucizevi şekilde bizlere aktarılmıştı.


dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 03:10   #26
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
İSRAİLOĞULLARI’NIN NANKÖRLÜĞÜ


Büyücülerle olan karşılaşmasından sonra Hz. Musa uzun bir süre daha Mısır’da kaldı. Bu süre içinde Firavun’un Hz. Musa ve İsrailoğulları’na yönelik baskıları devam etti. Hz. Musa bir yandan Firavun ve onun baskılarıyla uğraşırken diğer yandan da İsrailoğulları’nı sabra davet ediyordu. İsrailoğulları’nın bir kısmı ise Hz. Musa’dan önce de sonra da baskı olduğunu ve değişen bir şey olmadığını söyleyerek, Hz. Musa’yı saygısız bir dille eleştiriyorlardı:

Musa kavmine: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir.” dedi.

Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.” (Musa “Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek” dedi. (Araf Suresi, 128-129)

İsrailoğulları’nın Hz. Musa’ya karşı gösterdikleri bu saygısız tavır, gerçekte bu kişilerin manen oldukça zayıf olduğunun bir göstergesidir. Allah kendilerini Firavun zulmünden kurtarmak üzere bir peygamber göndermiş ve onlardan sabretmelerini istemiştir. İmanları zayıf olduğu ve akletmeyen kişiler oldukları için, bu sabrı göstermemiş, nankörlük ederek Hz. Musa’ya karşı yakınmaya, söylenmeye başlamışlardır. Oysa gerçek bir mümine yaraşan tavır, her şart ve ortamda Allah’a şükretmek, Allah’ın çizdiği kaderin her anına razı ve teslim olmaktır. Bir mümin, Allah kendisine her neyi takdir ederse etsin —bu, sıkıntı, zorluk, açlık, baskı, işkence de olabilir— hep Bediüzzaman Said Nursi’nin “elhamdülillahi ala külli hal” (her halde iken Allah’a hamdolsun) sözleriyle ifade ettiği teslimiyetli ruh hali içinde olmalıdır. Maddi sıkıntıları mümin için büyük bir manevi lezzete çeviren de bu teslimiyet ve tevekküldür.

Hz. Musa kıssasında ise, Allah bizlere İsrailoğulları’nın büyük kısmının bu şuurdan yoksun olduğunu göstermektedir. İsrailoğulları’nın üstteki ayette belirtilen yakınmaları, ilerleyen sayfalarda inceleyeceğimiz gibi, daha sonraki dönemlerde Allah’a karşı nankörlük ve isyanlarla devam edecektir. Allah bunları bizlere birer ibret olması için öğretmektedir. Firavun’un inkarı nasıl büyük bir ibret ise, o dönemde yaşayan İsrailoğulları’nın zayıf imanı ve hastalıklı kalbi de yine bizler için birer ibret vesilesidir.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 03:10   #27
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
MUSİBETLER DÖNEMİ ve FİRAVUN’UN AKILSIZLIĞI


Allah, inkarda direten Firavun ve kavmine peş peşe çeşitli belalar musallat etti. Öncelikle Mısır’da büyük bir kuraklık dönemi başladı. Mısır için su son derece önemliydi. Kuraklık onların hayatlarını da tehdit ediyordu. Dolayısıyla elde edilen tüm tarım ürünlerinde büyük bir azalma ve kıtlık başgösterdi:

Andolsun, biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık. (Araf Suresi, 130)

Bu ayetten anlaşıldığına göre bu kıtlık dönemi yıllarca sürdü. Yani Hz. Musa büyücülerle yaptığı mücadeleden sonra daha yıllarca Mısır’da kalıp burada Allah’ın dinini anlattı. Bu dönem içinde Allah Hz. Musa’dan kavmine rahat ibadet edebilmeleri için evler yapmasını istedi. Bu şekilde inananlar hep birlikte olacaklardı:

Musa ve kardeşine (şöyle) vahyettik: “Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan (ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namazı dosdoğru kılın. Mü’minleri de müjdele.” (Yunus Suresi, 87)

Hz. Musa ve ona iman edenler burada ibadetlerini yerine getiriyorlar, Allah’ı anıyorlardı. Mısır kavmi ise hala cehalet ve akılsızlık içinde kendi kendilerini kışkırtmaya devam ediyorlar, başlarına gelen belaların nedeninin ise Hz. Musa ve inananlar olduğunu düşünüyorlardı:

Onlara bir iyilik geldiği zaman “Bu bizim için” dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler. (Araf Suresi, 131)

Felaketler tüm memleketi sarmıştı. Buna rağmen Firavun ve yakın çevresi kendi sapkın çok tanrılı sistemlerine, putperest inanışlarına yani “atalarının dini”ne öylesine koyu bir taassupla bağlanmışlardı ki hiçbir şekilde bundan dönmeyi göze almıyorlardı. Hz. Musa’nın getirmiş olduğu iki mucize yani elinin bembeyaz çıkması ve asasının yılana dönüşmesi bile onları batıl inançlarından döndürmemişti. Başka mucize getirse bile onu kabul etmeyeceklerini ve ona inanmayacaklarını söylüyorlardı:

Onlar: “Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz” dediler. (Araf Suresi, 132)

Bu tutumlarının karşılığında Allah, onlara dünyada da bir azap tattırmak için ayetin ifadesiyle “ayrı ayrı mucizeler” (Araf Suresi, 133) olarak felaketler yolladı. Bunlardan ilki, yukarıda da söz ettiğimiz gibi kuraklık ve dolayısıyla elde edilen ürünlerin azalmasıydı.

Mısırlılar tarım sistemlerini Nil nehrine dayandırmışlardı ve bu sayede doğal şartların değişimi onları etkilemiyordu. Mısır topraklarına yağmur yağmasa da Nil nehri Afrika’nın içlerinden gelerek en sıcak mevsimlerde bile bol su getiriyordu. Ancak Firavun ve yakın çevresinin Allah’a karşı büyüklenmesi ve Allah’ın peygamberini tanımaması sebebiyle kendilerine beklenmedik bir felaket olarak kuraklık geldi. Bu kuraklık, kendi kavmine, “Ey kavmim, Mısır’ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?” (Zuhruf Suresi, 51) diye seslenen Firavun’u da en açık biçimde yalanlıyordu.

Fakat ayette de belirtildiği gibi inkarcı kavim, “öğüt alıp düşünmeleri” gerekirken bu olanları Hz. Musa’nın ve İsrailoğulları’nın getirdiği bir uğursuzluk olarak kabul ettiler. Batıl inançları ve atalarının dini sebebiyle böyle bir düşünceye saplanmışlardı. Bu yüzden de büyük sıkıntılar çekmeye mahkum oldular. Ancak başlarına gelecekler bununla sınırlı değildi. Bu, daha başlangıçtı. Allah, üzerlerine bir seri felaket gönderdi. Bu felaketler Kuran’da şöyle bildirilmiştir:

Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular. (Araf Suresi, 133)

Onlar ise bu azaba rağmen inkara devam ettiler. Hatta bu azabın, inkarları dolayısıyla Allah’tan gelen bir bela olduğunu anladıklarında dahi inkarı sürdürdüler. Firavun ve yakın çevresi Hz. Musa’yı ve dolayısıyla Allah’ı (Allah’ı tenzih ederiz) kandırmayı denediler. Korkunç azaplar üstüste üzerlerine gelince Hz. Musa’yı çağırarak, kendilerini bundan kurtarmasını istemişlerdi:

Başlarına iğrenç bir azab çökünce, dediler ki: “Ey Musa, Rabbine sana verdiği ahid adına bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğulları’nı seninle göndereceğiz.” Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip giderdik, onlar yine andlarını bozdular. (Araf Suresi, 134-135)

Dikkat edilirse burada inkarcı kavmin kullandığı sözler, Şeytan’ın inkarına benzemektedir. Şeytan Allah’ın varlığını bilmesine rağmen O’na itaati reddetmiştir. Firavun kavmi ise, belaların “Musa’nın Rabbi” olarak tanıdıkları Allah tarafından geldiğini anlamalarına rağmen, Allah’a ve elçisine itaati reddetmiştir. Allah’ın varlığını anlayıp idrak etmişler, fakat kibirleri, inatçılıkları ve atalarının dinine körü körüne bağlılıkları nedeniyle inkarı sürdürmüşlerdir.

Hz. Musa ise uzun bir zaman kavmini uyarmış, onlara dini anlatmıştır. Allah’ın delili olan pekçok mucizeyi göstermiştir. Allah bu inkarcı kavmi belki doğru yola dönerler diye musibetlere uğratmıştır; fakat hiç biri putperest dinlerini bırakıp kendilerini yaratmış olan gerçek Rableri Allah’a dönmemişlerdir. Allah, Kuran’da Hz. Musa’nın Firavun’a her şeyi anlattığını, onun ise tüm gücü ile peygambere karşı geldiğini şöyle haber verir:

Musa (olayın)da da (düşündürücü ayetler vardır). Hani Biz onu açık bir delille Firavun’a göndermiştik;

Fakat o, ‘bütün kişisel ve askeri gücüyle’ yüz çevirdi... (Zariyat Suresi, 38-39)

Bu katı inkar karşısında Hz. Musa, Rabbine bu inkarcı kavme azap vermesi için dua etmiştir:

Musa dedi ki: “Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun’a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler.” (Allah) Dedi ki: “İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın.” (Yunus Suresi, 88-89)

Allah Hz. Musa’nın bu duasına icabet etmiştir. Kendilerine yapılan tüm uyarılara karşı hak dine yönelmeyen Firavun ve yakın çevresi “acı azapla” karşılaşıp mallarıyla birlikte yerin dibine geçmişlerdir.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 03:11   #28
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
HZ. MUSA ve KAVMİNİN MISIR’I TERK ETMESİ ve FİRAVUN’UN SUDA BOĞULMASI


Her insana veya her kavme yapılan tebliğin bir sonu vardır. Allah kitapları ve elçileri vasıtasıyla veya mümin kullarını vesile kılarak insanlara öğüt verir. İnsanlar Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmeye, Rableri, Yaratıcı’ları ve gerçek Mevlaları olan Allah’a itaat etmeye davet edilirler. Bu tebliğ yıllarca sürebilir. Ama Allah katında tebliğin de belirlenmiş bir sonu vardır. İnkarda diretenlere bu sonla beraber artık azap gelir. Dünya azabıyla başlayan bu azap, asıl olarak cehennemde sonsuza kadar devam eder.

Firavun ve çevresi de yıllarca tebliğe karşı direnmiş ve azaba müstahak olmuşlardır. Allah’a isyan edip peygamberi delilik ve yalancılıkla suçlamışlardır. İnkarları sebebiyle Allah onlar için alçaltıcı bir son hazırlamıştır.

Bu azabın başlangıcında Allah öncelikle Hz. Musa’ya İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkarmasını emretmiştir:

Musa’ya: “Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz” diye vahyettik. (Şuara Suresi, 52)

Hz. Musa ve kavmi, Allah’ın buyurduğu gibi Mısır’ı gizlice terk ettiler.

İsrailoğulları’nın Mısır’ı terk etmesi Firavun için kabul edilemezdi. O, kendini onların rabbi kabul ediyordu. Tüm İsrailoğulları’nın sahibi olarak kendini görüyordu. Dahası kölelerinin gitmesiyle tüm iş gücünü de kaybedecek ardından Mısır’daki itibarını da yitirecekti. Bu nedenle askerlerini toplayarak İsrailoğulları’nı yakalamak için peşlerine düştü:

Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.

“Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur;”

“Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler.”

‘Biz ise uyanık bir toplumuz” (dedi).

Böylelikle biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık;

Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da.

İşte böyle; bunlara İsrailoğulları’nı mirasçı kıldık.

Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular. (Şuara Suresi, 53-60)

İsrailoğulları, Firavun ve adamlarına yakalanmamak için Mısır’dan uzaklaşırken bir deniz sahiline geldiler. İşte bu sırada da Firavun ve askerleri onların görebilecekleri mesafeye ulaştılar. Firavun ve askerlerini kendilerine doğru yaklaşırken görünce, Hz. Musa’nın kavminde panik ve ümitsizlik hakim oldu. Firavun ve askerleri çok yakın bir mesafedeydi ve görünürde kaçacak hiç bir yerleri yoktu. Yakalandıklarını düşündüler:

İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa’nın adamları: “Gerçekten yakalandık” dediler. (Şuara Suresi, 61)

İşte bu anda Hz. Musa tüm inananlara örnek bir tavır gösterdi. Allah’ın kendisiyle ve inananlarla beraber olduğunu ve kendilerine mutlaka bir çıkış yolu göstereceğini ümitsizliğe düşmüş olan kavmine hatırlattı:

(Musa “Hayır” dedi. “Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.” (Şuara Suresi, 62)

Bunun ardından Hz. Musa Allah’tan aldığı “Asanla denize vur” (Şuara Suresi, 63) vahyi üzerine asasını denize vurdu. Allah denizi bir mucize olarak iki parçaya ayırdı ve aradan kuru bir yol kıldı. İsrailoğulları hemen bu yola girdiler. Firavun ve askerleri ise o kadar azgınlardı ki açılan yoldan geçip İsrailoğullarını yakalamayı düşündüler. Ortada apaçık bir mucize vardı ve Allah’ın Hz. Musa ve onunla birlikte iman edenlere olan desteği aşikardı. Ancak daha önceki mucizeler gibi bu da Firavun’un iman etmesini sağlamadı. Akılları tümüyle kapanmış olan Firavun ve askerleri İsrailoğulları’nın hemen ardından denizde açılan kuru yola girdiler. Ancak İsrailoğulları’nın bu yoldan çıkıp karaya ulaşmalarıyla birlikte, sular aniden kapanmaya başladı. Firavun ve onu kendilerine ilah ve rab edinmiş olan tüm ordusu da bu mucize ile birlikte boğulup gitti. Firavun son anda tevbe etmek istedi ama bu tevbesi kabul görmedi:

Biz, İsrailoğulları’nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): “İsrailoğulları’nın kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de müslümanlardanım” dedi.

Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın.

Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 90-91)

Firavun’un ölmeden önce son anda iman edip tevbe etmek istemesi ve bunun Allah tarafından kabul edilmeyişi, tüm insanlara ders olması gereken çok önemli bir konudur. Allah insanlara ömürleri boyunca dünyada bulunuş amaçlarını düşünmeleri, kulluk etmeleri gerektiğini anlamaları ve nasıl kulluk edeceklerini öğrenmeleri için yeterince zaman ve imkan verir. Elçiler, hak kitaplar ve müminler insanlara Allah’ın emir ve öğütlerini ulaştırırlar. Bu öğütleri dinlemek ve tevbe etmek için de yeterince zaman vardır. Ancak eğer insan tüm bu fırsatları kaçırır ve ölümle yüzyüze geldiği anda tevbe etmeye kalkarsa, bu tevbenin –Allah’ın dilemesi dışında- artık bir kıymeti olmayacaktır. Çünkü ölüm anında, insan ahiretin varlığını ve yakınlığını hissetmekte, ölüm meleklerini karşısında görerek bu mutlak gerçeğe şahit olmaktadır. Bu noktada hiç kimsenin artık inkar etmesi mümkün değildir. Kıymetli olan, daha önceden dünya hayatının içinde iken, yani imtihan ortamı sürmekte iken, insanın kendi vicdan ve samimiyeti ile iman etmesidir. Firavun imtihan ortamı boyunca sürekli küstah ve aşağılık bir karakter sergilemiş, Allah’a karşı çirkince büyüklenmiştir ve dolayısıyla ölüm anındaki korkunun etkisiyle kabul ettiği iman da ona bir fayda sağlamamıştır.

Bu gerçek, gençlik yılları boyunca kendince “gününü gün etmeye” çalışan ve dini sürekli yaşlılık yıllarına erteleyen insanlar için de çok önemli bir uyarıdır. Dinin hiçbir şekilde ertelenmesi olmaz. Ertelemeye kalkanlar, erteleye erteleye sonunda “son an”a varırlar ki, artık bu andaki iman ve tevbelerinin –Allah’ın diledikleri dışında- bir değeri olmayacaktır. Allah bu gerçeği bizlere şöyle bildirmektedir:

Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: “Ben şimdi gerçekten tevbe ettim” diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17-18)

Kendisine ölüm çattığında “ben şimdi tevbe ettim” diyen Firavun, bu tevbeyle ne kendisine ne de kendisiyle birlikte saptırdığı çevresine hiç bir fayda sağlayamamıştır. Allah, Firavun ve çevresinin cehennemdeki durumlarını şöyle haber verir:

Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: “Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun” (denecek). Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: “Gerçekten biz, size uymuş (teb’anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz? Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: “Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık).” (Mümin Suresi, 46-48)

Allah’ın izniyle, Hz. Musa’ya karşı direnen, ona ve yanındaki inananlara zulmetmeye çalışan Firavun ve çevresinin çekeceği bu en şiddetli azabı ahirette göreceğiz. Hepimizin duası, Firavun’un yaşayacağı bu feci azabı onunla aynı yerde değil, Allah’ın salih kullarıyla birlikte cennetten seyretmek olmalıdır.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 03:11   #29
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
KARUN’UN BÜYÜKLENMESİ ve CEZALANDIRILMASI


Hz. Musa devrinde Firavun’un ve askerlerinin dışında helak edildiği bize bildirilen bir başka kişi ise Karun’dur.

Kuran’a baktığımızda, Karun’un hem Hz. Musa’nın kavminden (yani İsrail soyundan) olduğunu hem de Mısır’da büyük bir mülke sahip olduğunu görürüz.

Aşağıdaki ayet, Karun’un Firavun ile birlikte Hz. Musa’ya karşı cephe aldığını göstermektedir:

Andolsun, biz Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; Firavun’a, Haman’a ve Karun’a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür” dediler. (Mümin Suresi, 23-24)

Firavun’la birlikte olan Karun’un aynı zamanda çok büyük bir hazinenin sorumlusu olması da dikkat çekicidir:

Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu... (Kasas Suresi, 76)

Karun’un, Firavun yanında edindiği konum ve zenginlik, onu kendi kavmine karşı azgın ve küstah yapmıştır. Hz. Musa’yı inkar ettiği gibi, İsrailoğulları’na gösteriş yaparak onları dünya hayatına özendirmeye çalışmıştır. Allah Karun’un kibirini ve İsrailoğulları içindeki imanı zayıf kimselerin ona özenişini şöyle anlatır:

Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: “Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir” dediler. (Kasas Suresi, 79)

İsrailoğulları içindeki müminler ise Karun’a hiç bir şekilde özenmedikleri gibi, gerçekte onun acınacak bir cehalet içinde olduğunu anlamış ve ona şöyle öğüt vermişlerdir:

...Hani kavmi ona (Karun’a) demişti ki: “Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez.”

“Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.” (Kasas Suresi, 76-77)

Aynı mümin kişiler, Karun’a özenen yahudilere de öğüt vermiş ve onları mümin şerefiyle düşünmeleri ve hareket etmeleri, dünyanın geçici süsüne değil Allah’ın rızasına talip olmaları için uyarmışlardır:

... Dünya hayatını istemekte olanlar: “Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir” dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: “Yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz” dediler. (Kasas Suresi, 79-80)

Karun’un sapmasının temel nedeni ise, “kendisinde bir bilgi bulunduğuna” inanması, yani kendisinin diğer insanlardan üstün olduğunu düşünerek kibirlenmesidir:

Dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz. (Kasas Suresi, 78)

Ancak Karun’un büyüklenmesi kendisine yarar değil zarar getirmiştir. Allah’a başkaldırıp nankörlük ettiği, sahip olduklarını kendinden bilerek büyük bir kibir içinde azgınlık yaptığı için kendi kendini azaba sürüklemiş, Allah’ın karşısında yapayalnız ve aciz bir kul olduğunu anlamıştır. Çünkü Karun’un kibirlenmesine ve cahillerin de ona özenmesine neden olan mal ve mülk, Allah tarafından helak edilmiştir:

Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. (Kasas Suresi, 81)

Bu helakla birlikte artık Karun, çevresindekiler ve aynı zamanda kendinden sonra gelenler için bir ibret ve düşünme konusu haline geldi. Bir gün önce ona özenenler, hırsla istedikleri şeyin aslında geçici ve değersiz olduğunun farkına vardılar. Büyüklenenlerin sonunda kurtuluşa eremeyeceklerini gördüler ve Allah’a mutlaka hesap vereceklerini anladılar:

Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: “Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz” demeye başladılar. (Kasas Suresi, 82)

Böylelikle Karun da Firavun ve Haman gibi helaka uğrayanlardan oldu:

Karun’u, Firavun’u ve Haman’ı da (yıkıma uğrattık). Andolsun, Musa onlara apaçık delillerle gelmişti, ancak yeryüzünde büyüklendiler. Oysa onlar (azabtan kurtulup) geçecek değillerdi. (Ankebut Suresi, 39)

Karun kıssası, bizlere mal ve mülk dolayısıyla kibirlenen veya kendisini diğer insanlardan daha bilgili veya akıllı görerek büyüklenen insanların Allah katında kesinlikle sevilmediklerini göstermektedir. Karun dışında Allah bize geçmiş kavimleri de örnek vermektedir. Daha önce de bir çok medeniyet geçmiş ve bunlar çok büyük güçlere ve maddi saltanata ulaşmışlardır. Fakat şu anda hiç biri yeryüzünde yoktur. Allah, dünyaya hakim olduklarını düşünen o kişilerin de canını almış, ihtişam dolu sarayları ise ancak harabe şekilde günümüze kadar kalmıştır:

(Halkı) Zulmediyorken yıkıma uğrattığımız nice ülkeler vardır ki, şimdi onların altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki kuyuları (terkedilmiş bulunmakta), yüksek sarayları (çın çın ötmektedir). (Hac Suresi, 45)

Yine Karun kıssasında öğretilen bir diğer husus, dünyanın geçici süsüne ve bu süse sahip olan insanlara imrenmemektir. Asıl imrenilecek insanlar, Allah yolunda sıkıntılara göğüs geren, mallarını ve canlarını O’nun yolunda kullanıp harcayan, malla değil iman, akıl ve takva yönünden zengin olan insanlardır. Dünyada çok büyük rahatlık ve ihtişam içinde gibi gözüken kibirli kişiler ise, gerçekte manevi azaplar içinde yaşayan ve her gün cehenneme doğru sürüklenen kimselerdir. Allah bu durumu şöyle bildirir:

Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azablandırmak ve canlarının inkâr içindeyken zorlukla çıkmasını ister. (Tevbe Suresi, 55)

Mal, yalnızca ihtişam ve zevk için istenmez. Unutulmamalıdır ki, Allah insanları mallarıyla da imtihan etmektedir. Bu mallar Allah’ın rızası için kullanıldığı ölçüde insana fayda getirir. Karun’a o kadar malın kontrolü verilmesine rağmen bunlar ona hiçbir yarar sağlamamıştır. Karun’un konumu aslında tüm nesiller için bir ibret vesilesi olmalıdır.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 03:11   #30
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti Musa (a.s)
HZ. MUSA’NIN KAVMİNİN SAPARAK BUZAĞIYA TAPMASI


Firavun ve askerlerinin suda boğulmasının ardından, Hz. Musa kavmiyle beraber güvenlik içinde yaşayacakları yere doğru yola çıktı. Ancak bu yolculuk sırasında, İsrailoğulları’nın çoğunun imani yönden çok zayıf ve sapkınlığa çok açık olduğunu gösteren alametler ortaya çıktı.

Mısır halkının dini putperest bir dindi. Bir çok putları vardı. Orada yaşadıkları süre içinde İsrailoğulları da bu dinden etkilenmişlerdi. Her ne kadar ataları Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakub’un kendilerine yol olarak bıraktıkları tevhid dinine mensup olsalar da, Allah’ı anmada zayıf oldukları için, putperest Mısırlılar’ın kültürlerinden etkilenmişler, onların bazı sapkın adet ve anlayışlarını benimsemişlerdi. İsrailoğulları’nın putperestliğe gösterdikleri bu eğilim, yolda giderlerken putperest bir kavme rastladıklarında ortaya çıktı. Bazı yahudiler bu putperest kavme akılsızca özenerek Hz. Musa’dan kendilerine de put yapmasını istediler:

İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa’ya dediler ki: “Ey Musa, onların ilahları (var; onların ki) gibi, sen de bize bir ilah yap.” O: “siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz” dedi.

Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir. (Araf Suresi, 138-139)

Hz. Musa’nın kavmi içindeki bu putperestlik düşüncesi bundan sonra da ortaya çıkacaktı. Çünkü Hz. Musa’nın kavmi içinde Allah’tan gerektiği gibi korkmayan ve kolaylıkla inkara düşmeye eğilimli insanlar vardı.

Hz. Musa ve kavmi Tur Dağı’na doğru yöneldiler. Çünkü Kuran’da bildirildiğine göre orada Allah Hz. Musa ile “sözleşmişti”. Bu sözleşme kırk günlük bir süre için yapılmıştı, Hz. Musa dağda kırk gün kalacaktı. Hz. Musa acele ederek kavmini geride bıraktı ve tek başına önden gitmeye karar verdi. Yerine kardeşi Hz. Harun’u bıraktı. O da Allah’ın elçisiydi. Hz. Musa gittiğinde kavmini o yönetecekti. Hz. Musa kavminden ayrılmadan önce Hz. Harun’a bazı tavsiyelerde bulundu:

Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” dedi. (Araf Suresi, 142)

Hz. Musa kavminden ayrılıp tayin edilen sürede Tur Dağı’na ulaştı. Allah, orada onunla bir kez daha konuştu. Kuran’da bu olay şöyle anlatılır:

Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi O’nunla konuşunca: “Rabbim, bana göster, Seni göreyim” dedi. (Allah “Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin.” Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: “Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim” dedi.

(Allah “Ey Musa” dedi. “Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol.”

Biz ona Levhalar’da her şeyden bir öğüt ve her şeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve “Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu pek yakında göstereceğim” (dedik). (Araf Suresi, 143-144-145)

Bu sırada İsrailoğulları içindeki münafıklar Hz. Musa’nın kavminden ayrılmasını bir fırsat bildiler. Hz. Harun’un emirlerini de dinlemeyen kavim kendilerine Mısır dinindeki gibi bir put yaptılar; bu put bir buzağı heykeliydi:

(Tura gitmesinin) Ardından Musa’nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler... (Araf Suresi, 148)

Bu esnada Allah Hz. Musa’ya kavminin durumunu ve neden onlardan önce geldiğini sordu:

“Seni kavminden ‘çarçabuk ayrılmaya iten’ nedir ey Musa?”

Dedi ki: “Onlar arkamda izim üzerindedirler, hoşnut kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim.” (Taha Suresi, 83-84)

Hz. Musa kavminin içine düştüğü durumu bilmiyordu. Allah ona, kavminin sapışını, kavmi saptıran Samiri isimli münafığın konumunu ve kendilerine buzağıdan bir put yaptığını söyledi:

Dedi ki: “Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.” (Taha Suresi, 85)

Bunun ardından Hz. Musa aşağıdaki ayetlerde bildirildiği gibi, Rabbinin verdiği levhaları alarak kavmine geri döndü:

Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: “Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?”

Dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı.”

Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, “İşte, sizin ve ilahınız, Musa’nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu” dediler. (Taha Suresi, 86-88)

Bu kıssada bir münafığın, kalbinde hastalık olan insanları nasıl saptırabileceği çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Münafıklar daima fitne ve karışıklık için uygun ortamları kollarlar. Burada da zaten sapmaya eğilimli olan bir kavim için en uygun ortam, Hz. Musa’nın içlerinde bulunmadığı zamandır. İşte Samiri de böyle bir ortamda ortaya çıkmıştır. Daha önce de bu insanlar puta tapmaya eğilimlidir. Hz. Musa’dan kendileri için böyle bir put yapmasını isteyen kavmin bu zaafını da Samiri bilmektedir. Tam onların isteği olan ve sapmalarını sağlayacak bir yöntem bulmuştur. Bunu kullanarak onların seveceği buzağı heykelini yapmıştır. Bu yaptığının doğru olduğunu göstermek için heykelin güya Hz. Musa’nın da ilahı olduğunu ve Hz. Musa’nın onu unuttuğunu iddia etmiştir.

Hz. Musa, denizin kenarında Firavun ve askerleri geldiğinde tek başına Allah’a olan imanını ayakta tutup kavmine nasıl hidayette yol göstermişse, burada da Samiri tek başına aynı kavme sapkınlıkta yol göstermişti. Burada, imanlı bir kişinin bir topluma ne kadar hayırlı etkisi olabileceği görülürken, aynı zamanda münafık bir kişinin de ne kadar zarar verebileceği anlaşılmaktadır.

Aslında Hz. Harun kavmini uyarmış, yanlış yola saptıklarını, fitneye düşürüldüklerini onlara anlatmıştı. Fakat buna rağmen onun sözlerine itaat etmediler. Kuran’da bu gerçek şöyle anlatılır:

Andolsun, Harun bundan önce onlara: “Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin” demişti. Demişlerdi ki: “Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız.” (Taha Suresi, 90-91)

Burada kavmin Hz. Musa’ya olan itaatinin onu lider olarak kabul etmelerinden kaynaklandığını anlıyoruz. Eğer imandan kaynaklanan keskin bir itaatleri olsaydı, Hz. Harun’a Allah’ın elçisi olduğu için hemen itaat etmeleri gerekirdi. Fakat onu kendi liderleri olarak görmeyip Hz. Harun’un sözünü dinlemediler. Hatta yaptıkları hataya müdahalesi üzerine onu öldürmeye bile kalkışmışlardı:

(Musa da gelince “Ey Harun” demişti. “Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (Onlara müdahale etmekten) alıkoyan neydi?”

“Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?”

Dedi ki: “Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin: “İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin” demenden endişe edip korktum.” (Taha Suresi, 92-93)

...(ki Harun ona “Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)” dedi.

(Musa yalvarıp) Dedi ki: “Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.” (Araf Suresi, 150-151)

Hz. Harun’un verdiği cevap üzerine Hz. Musa onu bıraktı. Asıl fitneyi çıkaran ve insanların yoldan çıkmasına sebep olan Samiri’ye döndü. Yaptıklarının sebebini ona sordu. Samiri, kendisinin bunları boşuna yapmadığını ve kimsenin fark etmediği şeyleri fark ettiğini söyleyerek kendisini yüceltmeye çalıştı. Hatta elçinin izinden de bir şeyler aldığını ve nefsinin de bunu yaparken kendisine yol gösterdiğini söyledi:

(Musa) Dedi ki: “Ya senin amacın nedir ey Samiri?”

Dedi ki: “Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi.”

Dedi ki: “Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza: “Bana dokunulmasın”) deyip yerinmendir.” Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azab dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız.” (Taha Suresi, 95-97)

Dikkat edilirse Samiri’nin fitne çıkarmasının ardındaki en büyük neden, kendisinin diğer herkesten çok daha akıllı ve ileri görüşlü olduğuna inanmasıdır. Bu kibir, “ben onların görmediklerini gördüm” şeklindeki cümlesinden açıkça anlaşılmaktadır. Bu büyüklük ve gurur hissi, Samiri’nin kolayca nefsinin ve şeytanın emrine girmesine ve “farklı bir şeyler yaparak lider olmak” psikolojisi içinde inkara sapıp fitne çıkarmasına neden olmuştur.

Oysa bir müslüman asla diğer müslümanlara göre kendisinin en akıllı ve en üstün olduğu zannıyla hareket etmez. Her zaman için kendisinde bir hata payı olabileceğini düşünür, hata yapmaktan Allah’a sığınır. Eğer gerçekten kimsenin fark etmediği ve görmediği bir hususu görmüşse bile, bunun Allah’ın bir lütfu ve imtihanı olduğunu bilir ve ona göre davranır. “Allah bana bunu görmeyi nasip etti, ilim ancak O’ndandır” der.

Kaldı ki Samiri’nin gördüğü şey sapıklık ve fitneden başka bir şey değildir.

Tüm bu olayların ardından Hz. Musa, Samiri’nin başlattığı fitneye karşı iki tane önemli tedbir almıştır. Birincisi, fitnenin kaynağı olan ve insanların sapmasına sebep olan Samiri’yi kavminin içinden kovmaktır. Böylece Samiri, bir daha münafıklık yapamayacak ve fitne çıkaramayacaktır.

İkincisi ise onun oluşturduğu putu tamamen yok etmektir. Kavmin put olarak benimsediği buzağı heykeli tamamen yakılacak ve külleri de bir daha bulunmamak üzere denize serpilecektir.

Görüldüğü gibi Hz. Musa’nın dine karşı büyük bir hamiyet hissi ve tutku derecesinde mutlak bir bağlılığı vardır. Hz Musa insanları Allah’ı inkara yönelten etkenlere karşı çok keskin ve isabetli tedbirler almış, inkarın kökünü kazıyabilmek için çok kararlı davranmıştır. Bu, tüm peygamberlerin ve onların yolunu izleyen hidayet önderlerinin ortak vasfıdır.

Hz. Musa, fitne sebeplerini yok ettikten sonra da tüm kavmine ders vererek onları tevbeye ve Allah’a itaate davet etmiştir:

Hani Musa, kavmine: “Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilah)ınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün: bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır” demişti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 54)

Hz. Musa’nın bu kararlı müdahaleleri ve sözleri kavminde etkili olmuştur. İsrailoğulları, Hz. Musa’nın uyarılarına icabet ederek Rablerine tevbe etmişlerdir. Ancak bu, İsrailoğulları’nın tamamiyle düzeldiği anlamına gelmiyordu.

Çünkü İsrailoğulları, ilerleyen sayfalarda göreceğimiz gibi, bundan sonra da her fırsatta Hz. Musa’ya karşı gelip ona manen eziyet etmeye çalıştılar.


dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.




çarşamba çilingir webmaster blog çarşamba pasta

çarşamba koltuk yıkama çarşamba webtasarım