![]() |
#1 |
![]() MESUD BİR DOĞUM 21 Eylül 1842 (Hicri: 15 Şaban 1258) Çarşamba günü sabaha karşı Çırağan Sarayı'nda doğan İkinci Abdülhamid,Sultan Abdülmecid'in ikinci oğludur (1). Annesi, Tir-i- Müjgân Kadın-Efendi'dir. Sultan Hamid'm kızlarından Ayşe Osmanoğlu'nun hâtıratında : «Tir-i-Müjgan Kadın Efendi, sarayın eski kalfaları arasında inceliği, nezaketi ve güzelliğiyle meşhurdu. Kendisini bilenler, yeşil ela gözlü, açık kumral ve gayet uzun saçlı, nahif endamlı, eli ayağı çok güzel bir kadın olduğunu söylerler. Zavallı büyük anamız genç yaşında verem olarak eski Beylerbeyi Sarayı'nda hava tebdilindeyken ölmüştü. Nahif vücudu ile üç evlâd sahibi olması ve arada da bâzı kayıpların bulunması onu bu'hastalığa mağlûb etmişti. O zamanki tedavi şartlarının bugünkü gibi olmadığı da ma'lûmdur. Hava tebdili için Beylerbeyi Sarayı gibi deniz kıyısındaki bir yerin seçilmesi de buna delildir,» (2) diyerek andığı Tir-i- Müjgân Kadın-Efendi 1853 yılında verem hastalığından ölmüş ve Yenicâmi'deki türbesine defnedilmiştir. Annesi vefat ettiğinde İkinci Abdülhamid henüz onbir yaşındadır. Bu tarihten sonra ona Sultan Mecid'in diğer haremi olan ve çocuğu bulunmayan Perestû Kadın Efendi analık etmiş ve bu Kadın-Efendi üvey oğlu tahta çıktığında «Valide Sultan» olmuştur (3). (1) Abdülmecid, Sultan İkinci Mahmud'un büyük oğludur. 25 Nisan 1823 Cuma günü Bezm-i âlem Vâlide-Sultan'dan doğmuştur, l Temmuz 1839'da tahta çıkan Abdülmecid'in saltanatı yirmi bir sene, altı ay devam etmiştir. Meşhur TANZİMAT FERMANI onun saltanatında yayınlanmıştır. 25 Haziran 1861 Salı günü otuz dokuz yaşının içinde veremden ölen Abdülmecid, Sultanselim Camii avlusundaki türbesine defnedilmiştir. Vasiyyeti 'üzerine türbesi, hürmeten Yavuz Sultan Selim Hân türbesinden alçak inşâ edilmiştir. (2) Ayşe Osmanoğlu hatıratında devamla der ki: «Babam, annesinden bahsettiği zaman: «Zavallı anneciğim pek genç yaşında gitti. Hayali daima gözümün önündedir. Onu hiç unutamadım. Beni çok severdi. Hasta olduğu müddetçe karşısına oturtup yüzüme bakmakla iktifa ederdi, öpmeye kıyamazdı. Allah rahmet eylesin», derdi. Büyükannem Tir-i Müjgân Kadın-Efendi, iki şehzade, bir sultan anası olmuştur, ilk evlâdı Naime-Sultan olup 1843 Mart'ında iki buçuk yaşındayken çiçek hastalığından ölmüştür. İkinci evlâdı babamdır. Üçüncüsü de, Şehzade Mehmed Âbid Efendi olup 1848 Mayıs'ında aşağı yukarı bir aylık iken ölmüştür. Babam, kızkardeşimiz Naime-Sultan'la biraderimiz Mehmed Âbid Ef endi'ye bu kardeşlerinin isimlerim vermiştir.» (Bkz: Ayşe Osmanoğlu. Babam Sultan Abdülhamid (Hâtıralarım). İstanbul, 1984. (3) «Annesi öldüğü zaman küçük bir çocuk olan babamı büyüten ve ona analık eden Perestû Kadın-Efendi, pek nazik tavr u harekete malik olmakla beraber, vakar ve halâvetiyle de Vâlide-Sultan'lığa hakkıyla lâyık olduğu görülürdü. Bu muhterem kadının nurânî çehresi, nezaketi, inceliği, zarafeti herkesin kalbine hürmet ve muhabbet ilka' eder, bütün saray halkı tarafından son derece sevilirdi. Gayet ahenkli bir sesle, fakat yavaş ve az konuşurdu.» Bkz. Ayşe Osmanoğlu. a.g.e. SESSİZ, İNZİVAYI SEVER, DÜŞÜNCELİ BİR ÇOCUK «Abdülhamid'in doğumunda da, mu'tad olan merasim tekrarlanmış, Sultan Mecid Babıâli'ye bir Hat-tı Hümâ-yûn göndermişti. Yedi gün, yedi gece beşer nöbet top atılmış, evlerin önünde kandiller yakılarak şenlikler yapılmıştı. Yeni şehzadeye Valide Sultan tarafından «pırlanta elmas ile müzeyyen maşaallah, pırlanta elmas ile müzeyyen üzeri yazılı zümrüt avize, aynı şekilde piruze avize ve horoz mahmuzu, gümüş kaplumbağa» nazar takımı olarak hediye edilmişti. Ayrıca gümüş hamam tası, yaldızlı sim sübek, yaldızlı pirinç leğen, yaldızlı beşik de bu hediyeler arasındaydı. Şehzadenin validesi ikinci kadına da, beyaz fermâyişşal, muhtelif işlemelerle süslenmiş dört entari ve bir çiçekli atlas bohça verilmişti. Şehzadenin iki kalfasına ve lalaya beşer yüz kuruş, ebe kadına bin kuruş, kalfaların her birerlerine dört kese ve Sarayda çalan Muzika-i Hümâyûna yirmi kese ihsan edilmişti. Bu doğum münasebetiyle şairler muhtelif tarihler düşürmüşlerdi. Bursa'da sürgün bulunan Akif Paşa'nın söylediği : «Çıkar bâlâyı çerha Âkifâ tarihî milâdî Gelüp Sultan Hamid etti münevver cümle afaki.» tarihi, hükümdarın hoşuna gitmiş ve affa uğrayarak İstanbul'a dönmesine müsaade edilmişti. Şair Talib de, Abdülhamid'in doğumuna : «Kıldı tevellüd müjde kim şehzademiz Abdülhamid Fer verdi geldi âleme şehzademiz Abdülhamid» tarihini düşürmüştü. Şehzade Abdülhamid Efendi, sarayın tecrübeli kalfa- ları eliyle büyütülmüştü. Kırım harbinde İstanbul'a mu- hacir gelmiş Kafkasya sakinlerinden Nihal Hanımla Dil- bercanan Hanım, Abdülhamid'in dâyeliğini yapmışlardı. Her iki dadı uzun seneler yaşamışlar ve Şehzade Abdül- hamid Efendi'nin hükümdarlık yıllarını görmüşlerdi. Abdülhamid Efendi sessiz, inzivayı sever, düşünceli bir çocuktu. Pederi Abdülmecid bu oğlunu : «İçli Çocuk» diye yâdederdi. Abdülmecid, Tir-i-Müjgân Kadın öldükten sonra, küçük oğlunun yüzünü hırkasının eteğiyle örterek Perestû Hanıma götürmüş ve «çocuğun olmadığı için sana güzel bir hediye getirdim» diyerek Hamid Efendi'nin ve daha sonra gene öksüz kalan Cemile Sultan'ın valideliğini bu Kadın-Efendi'ye vermişti. Şehzade Abdülhamid Efendi'nin kendisinden iki yaş büyük biraderi Murad Efendi (Beşinci Murad) ile beraber 1846 (H. 1262) yılında Haydarpaşa sahrasında okumaya başlama merasimleri ile sünnet merasimleri yapıldı» (4). (4) Bkz: Halûk Y. Şehsuvaroğlu. Resimli Tarih Mec- muası Ocak 1955 sayısı. ADİNİN BAYAĞISI BİR İDDİA!.. Bütün muteber kaynakların ittifakla kaydettiklerine göre İkinci Abdülhamid, Tir-i-Müjgân Kadın-Efendi'den doğmuş v.e onun ölümüyle Sultan Mecid'in diğer haremi Perestû Kadın-Efendi elinde büyümüştür. Böyleyken., ger- çek bu iken, Jorj Dorys adında birinin yazdığı «Abdülha- mid intime» isimli «hatır u hayâle gehheyen envâ-i müftereyatı ve gayet mel'unâne, garazkârâne hisleri havi» kitap- ta adinin bayağısı bir iddia vardır!. Bu iddiaya göre İkinci Abdülhamid, babası Abdülmecid'in ilk hemşiresi Esma - Sultan'ın yanında çengilik eden Ermeni asıllı bir esirden doğmuştur!!!. Adi'nin bayağısı bu iddia, İngiliz yazarların- dan Joan Haslip tarafından yazılıp 1964'de «Bilinmeyen ta- raflarıyle Abdülhamid» ismiyle dilimize çevrilen kitapda da yer almış ve dış menşeli bu iddia, maalesef bizde de bâzı kimselerce benimsenivermiştir!. Böylesine şeni' bir iddiaya İbnülemin Mahmud Kemal İnal «hezeyan» diyor (5). İsmail Hami Danişmend'e göre ise, bu iddia «herzeden daha bayağı ve safsatadan daha aşa- ğı bir iftira» dır (6). Ziya Şakir de aynı iddiaya temasla bu- nun «en büyük alçaklık» olduğunu kaydediyor (7). Necip Fazıl Kısakürek'e göre ise «Abdülhamid hakkındaki kasd o kadar büyük, köklü ve plânlıdır ki, onu her ne pahasına ve hangi usulle olursa olsun çürütmek için el atılmadık vasıta bırakılmamıştır» ve bu arada annesi hakkındaki id- diayı ortaya atanlar «ruhları satılık, çukur, ucuz kahramanlar» dır (8). Nâzım H. Polat da aynı iddiadan bahisle bu iftirayı ileri sürenlere «siyaset pazarına nifak tohumları saçmak ve bu yolla gayelerine erişmek isteyenler» diyor (9). AyşeBkz: Osmanlı Devrinde Son Sadrâzamlar. 8'ci kitap. İstanbul, 1965. Bkz: Sadrâzam Tevfik Paşa'nın dosyasındaki res- mî ve hususi vesikalara göre: 31 Mart Vak'ası. İstanbul 1961. Bkz: İkinci Sultan Hamid Şahsiyeti ve Hususiyet- leri, İstanbul, 1943. Bkz: Yeni İstanbul Gazetesi. 2 Nisan 1965 tarihli nüshası.. (9) Bkz: Tarih ve Edebiyat Mecmuası. Haziran 1982 nüshası. Osmanoğlu ise hatıratında «saraya Rum ve Ermeni cinsin- den bir kadının girdiği ne görülmüş, ne de işitilmiştir» de- mekte ve devamla «Osmanlı sarayının son devrini usûl, âdet ve an'anesiyle bilenler, bunun imkânsız olduğunu ve ancak hayâl mabsulü bulunduğunu çok iyi takdir ederler» diyerek adinin bayağısı iddianın gerçeklere ne derece ay- kırı olduğunu sarahatle ortaya koymaktadır (10). Dünya görüşü ile Sultan İkinci Abdülhamid'e dost olmayan Ord. Prof. Enver Ziya Karal, İsmail Hakkı Uzun- çarşılı tarafından başlanıp kendisince tamamlanan «Os- manlı Tarihi» nin 8'ci cildinde: «Annesinin Ermeni oldu- ğu yolunda tarihlerde görülen kayıtların gerçek ile bir alâ- kası olmayıp iftira mahsulüdür» diyor ki, Enver Ziya Ka- ral'ın bu şehadeti mühimdir.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() GENÇLİK YILLARI Üvey-ana elinde büyümesine rağmen, gençlik devresini pek mazbut geçiren İkinci Abdülhamid'in o yıllarını inceleyen Semih Mümtaz der ki: İkinci Sultan Abdülhamid şehzadeliğinde gayet serbest ve cesurdu. Sokağa çıkmaktan, kırlarda gezinmekten âdeta zevk alırdı. Ata binerdi, hem atların en sertine biner, saatlerce gezer tozardı. Bahçelerinde kuşlar, tavuklar, hindiler besletip meşgul olur, sarayında oymacılıkla uğraşır ve muvaffak da olurdu. Yemek zamanı gayet muntazamdı. Bilhassa açıklıklarda yemek yemeyi tercih eder; bu gibi âlemlerin içkisiz eğlencelerine iltifat eylerdi. Tab'an titizdi, hergün yıkanırdı. Kendi işini kendi görürdü. Uykuşu hafifti. Vücutça zinde ve çevikti. Zekâsı kuvvetli,hele hafızası daha kuvvetliydi. Bilmediklerini sorup öğrenmekte hakikaten mahirdi ve mahviyetkârdı» (11). (10) Bkz: Ayşe Osmanoğlu. a.g.e. Uzun yıllar Mâbeyn Başkâtipliği yapan Tahsin Paşa ise hatıratında : «Abdülhamid Efendi, kendi hayat-ı hususiyesi ve maişet ve idare tarzı itibariyle öteki şehzadelere benzemezdi. Diğer şehzadeler, günlerini gaflet ve israf içinde geçirirken; Abdülhamid Efendi muntazam bir bütçe dahilinde ve muktesidâne şeraitle imrar-ı hayat der, dairesinin en ufak masraflarına kadar her muameleyi i kendi teftiş ve nezareti altında bulundurur, bilhassa israftan son derece tevakki ederdi. Binaenaleyh, vaziyet-i mâliye itibariyle diğer şehzadelerden yüksek bir mevkie mâlikti. Kendi daireleri içinde irâdlarıyle masraflarını kapatamayan öteki şehzadeler, bilhassa para hususunda sıkıntı çekerlerken; Abdülhamid Efendi, bir taraftan tasarruf ve diğer taraftan iradını arttırarak hem müreffeh bir hayat geçirir, hem de para biriktirerek kardeşlerine yardımda bulunurdu. Bilhassa Murad Efendi'ye bir çok defalar ikraz suretiyle para verdiğini bana bizzat hikâye etmişti.» demekte (12); Yılmaz Öztuna ise, «Türkiye Tarihi»nde : «İkinci Abdülhamid, ağabeyi Beşinci Murad'la beraber ihtimamlı bir tahsil gördü. Sonradan sadrâzam olan Edhem Paşa, Maarif Nâzın olan Kemal Paşa, Fransız Gardet, Fransızca bocalan; Gerdankıran Ömer Efendi, Türkçe; Ferit Efendi ile Şerif Efendi, Osmanlı tarihi; Guatelli Paşa ile Lombardı, piyano ve batı musikisi hocaları idiler.Bir iki parça şiir de yazan ikinci Abdülhamid, sonradan Bkz-. Resimli Tarih Mecmuası Temmuz 1950 nüshası.Bkz; Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları. İstanbul,1931. İttihatçıların propaganda ettikleri gibi, cahil değil, İttihatçıların hemen hepsinden daha bilgiliydi. Bu arada, pâdişâhın imlâ bilmediği dahi iddia edilmiştir ki, bu yalanın mahiyetini görmek için, İkinci Abdülhamid'in elimizdeki yüzlerce elyazısından birine bakmak kâfidir» diyerek İkinci Abdülhamid'in yetişme tarzının bir başka yönüne temas etmektedir (13). İbrahim Hakkı Konyalı da, Sultan Hamid'in gençlik yıllarına temasla: «Veremden ölen bir anadan ve yine verem olduğu söylenen bir babadan dünyaya gelmiş olmasına rağmen çok sıhhatli idi. Bunu da intizamseverliğine ve sportmenliğine borçlu olduğunu söylerler. Tâ küçük yaşlarından beri kılıç-kalkan kullanmıya, yay kurmağa, şimdi Topkapı Sarayı'nın silâh galerisinde teşhir edilen gürz, şeşper ve halter ile idman yapmaya meraklı idi. Abdülhamid gençliğinde her sabah günde beşer darbe artırarak mermeri tokatlamak suretiyle yay çekme idmanı da yapardı. Eskiden ok atmaya hazırlanan kemankeşlere üçer ay böyle mermer tokatlatılırdı. Abdülhamid, zamanın kalkan ve kılıç kullanmakta en mahir ustalarından ders almıştı. Kılıç kullanmakta fevkalâde mahirdi. Üstüste attığı on oku hiç şaşırmaksızın hedefine isabet ettirdiği meşhurdur (14). |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Üvey ana elimle büyümesine rağmen İkinci Abdülhamid'ın gençlik yılları pek mazbut geçmiştir. BİR SANAT HÂMİSİ OLARAK ADINI EBEDÎLEŞTİRMİŞTİR. Halûk Y. Şehsuvaroğlu, Sultan Hamid'le alâkalı tetki- kinde aynı mevzua temasla şunları yazıyor:Bkz: Türkiye Tarihi. Cild: 12. İstanbul, 1967. Bkz: Büyük Doğu Gazetesi 25 ve 26 Mayıs 1952 nüshaları,F. 2 «— İkinci Abdülhamid gençliğinde spor yapar, ata biner, yüzer ve silâh kullanırdı. Silâh kullanmakta pek mahirdi. Nişan alarak ismini yazdığı, madalyaları ortasından deldiği rivayet edilmektedir. Piyanoyla da meşgul olmuş, fakat sonraları bırakmıştır. Abdülhamid bir amatör olarak suluboya, yağlıboya resim de yapardı. Portreye de çalışmıştı. Kadınlarından baş-ikbalin muvaffak olmuş bir resmini yapmıştı. Bâzı resimlerde sedef parçaları kullanır, bunları manzaralar arasına serpiştirerek tezyini şekilde tertiplerdi. Abdülhamid'in en ileri olduğu sanat kolu ince marangozluktu. İlk gençlik yıllarında merak ettiği bu sanata son zamanlarına kadar devam etmiş ve hakikaten pek mahirâne yazıhaneler, sedefli masalar, raflar vesair kıymetli eşya vücude getirmişti. Abdülhamid Yıldız'da kurduğu çini fabrikasıyle Türk zevkine ve sanat tarihimize büyük bir hizmette bulunmuş, Eser-i İstanbul, Çeşm-i bülbül, Beykoz gibi İstanbul güzel sanat işçiliğini daha mütekâmil bir şekilde devam ettirmiştir. Yıldız porselenleri, ismini bir sanat hâmisi olarak da ebedîleştirmiş bulunmaktadır. Abdülhamid, şehzadeliğinde Maslak ve Kağıthane'deki arazisinde ziraat yapar, hayvan besler ve bunların ticaretiyle meşgul olurdu. Kendisi hesabını iyi biliyor, diğer biraderleri gibi sade maaşiyle iktifa etmiyor ve bilhassa israftan son derece çekmiyordu. Şehzade Abdülhamid Efendi'nin bütün dikkat ve alâkası, Osmanlı tahtı etrafında dönen ihtiras ve Jön-Türkler'in faaliyetleri üzerinde toplanıyordu. Kendisi büyük biraderi Veliahd Murad Efendi'nin Jön-Türkler'le olan münasebetlerini dikkatle takip ediyor ve bu münasebetlerle Sultan Abdülaziz'i tahttan indirmek faaliyetlerinden yakînen. haberdar bulunuyordu.» İkinci Abdülhamid tab'an titizdi, hergün yıkanırdı. Kendi işini kendi görürdü. Uykusu hafifti. Vücutça zinde ve çevikti. Zekâsı kuvvetli, hele hafızası daha kuvvetliydi. Bilmediklerini sorup öğrenmekte hakikaten mahirdi ve kârdı.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() AVRUPA SEYAHATİ Abdülhamid şehzadeliğinde, amcası Abdülaziz ve büyük biraderi Veliahd Murad Efendi (Beşinci Murad) ile 1867 yılında bir Avrupa seyahati yapmıştı. Abdülhamid'in İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya gibi memleketleri görmesi, devrin siyasileriyle, hükümdarlarıyle tanışması kendisi için çok faydalı olmuştu. Bu seyahatten dokuz sene sonra Osmanlı tahtına oturduğu vakit, Avrupa seyahatinin derslerinden, tecrübelerinden zaman zaman istifade etmişti. Fransa'yı bir eğlence, İngiltere'yi bir servet, ziraat ve sanayi memleketi olarak tanıyan genç şehzade, idaresiyle, askeri ve disiplini ile Almanya'yı beğenmişti. Sultan Hamid, amcasıyle yaptığı Avrupa seyahatinden yakınlarına zaman zaman bahsetmiş, Fransa'da, İngiltere'de gördüğü şeyleri, alâkasını çeken hâdiseleri hikâye eylemiştir. Bu hâtıraları arasında bulunan, kendisinin fazla beğendiği ve hükümdar olunca da gerek askerî gerek siyasî bakımlardan büyük bir yakınlık ve dostluk tesis ettiği Almanya seyahati hakkındaki intibalarını burada aynen naklediyoruz : «— Cennetmekân Abdülaziz Hân'la beraber Avrupa'ya yapılan seyahat esnasında Prusya'da bir geceden ziyade kalınamaması evvelce yapılan program iktizasındandı. Birinci Giyom'un misafiri olarak imparator sarayı önünde iki alay askeri ile, sekiz on kadar top ve topçu efradı ve bir iki alay süvari askeri ile resmi geçit icra edildi: Asker geçerken zabitinden, dümenci neferine kadar hepsi başını çeviriyor, kralın gözüne bakıyor, sanki «emret, uğruna öleyim» diyordu. Öyle ciddî ve muntazam bir geçitti. Kıral da ihtiyar ve sevimli idi. Fakat ciddi duruyordu.Askerin üstündeki elbise yeni ütülenmiş, pantalonları kar gibi beyaz, potinleri pırıl pırıl parlıyor, hepsi bir siyakta. O akşam imparator sarayında envai nefis yemeklerle bir büyük ziyafet keşide olundu. Yemek esnasında cennetmekân hazretlerinin (Sultan Aziz'in) ve müteveffa imparatorun marşları çalındı. O gece Gublans şehrinde mükemmel bir şehrayin-i meserret icra kılındı. Gublans'tan geçmekte olan Ren nehrinin iki tarafındaki tabyalar türlü şekilde ışıklara garkolunmuştu. Cennetmekân hazretleriyle müteveffa imparator ve refakatindeki zevat bir vapura binerek birkaç saat nehir boyunca dolaşıldı, donanma görüldü. Nehrin iki tarafındaki binlerce Alman tarafından tarif edilmez bir şekilde misafirperverlik ve sevgi tezahürlerine şahid olundu. Ertesi gün mükemmel bir teşyi merasimiyle Gublans'tan ayrılıp Viyana'ya gelindi. Almanya'da gerek devlet gerek asker ve bilcümle ahali canibinden gösterilen mihmannevazlık, ihtiram fevkalâde idi. Gublans'dan Berlin'e azimet olunarak Berlin'de daha ziyade kalınmış olsaydı, bittabi bu dostluk tezahüratı o nisbette tezayüt edecekti. Almanya'da bir sarayda misafir edildik. Bizi biraderim Sultan Murad'la bir odaya koydular. Oda büyük, zemini mermer, iki karyola var, birer paravana ile, tefrik olunmuş, birer de gece dolabı var. Odada başka müzeyyenat yok. Herşey basit, herkes asker, hattâ hademeler bile.Çağrıldığı vakit, bir asker, iri-yarı, rap rap askerce bir ayak atarak gelir, dimdik durarak bir selâm alır, emri telâkki eder, gene askerce döner gider. Orada hizmetçi kız falan yok, her hizmeti gören hep erkek, hattâ asker, bunu gözümle gördüm, hoşuma gitti. Tahta çıkar çıkmaz, Almanya'dan evvelâ bir kilerci ve bir marangoz getirttim. Sadakatle hizmet ettiler, memnun kaldım. Zamanımda askerlik hususunda hep Almanya'da gördüklerimi tatbik ettim. Tahsil için zabit gönderdim. Almanya'dan muallimler celbettim. Bunun için evvelâ şimdiki imparatorun babasından müsaade aldım. Prens Bismark da ahbabımdı, ona ve imparatora yazdım. Sefaretimize de o yolda talimat verdim. Zabitlerimizi ordularına kabul ettiler. Bize de muallim gönderdiler. Bir dostluk tesis ettim, sebebi de orada gördüğüm askerî terbiyenin hiçbir yere kıyaslanmıyacak bir şekilde olmasıydı.» (Hususi hekimi Dr. Atıf Hüseyin Bey'in zaptettiği notlardan) ,(15). HUSUSİYYETLERİ Gençlik yıllarını böyle birkaç şehadetle gözler önüne serdiğimiz İkinci Abdülhamid'in hususiyyetlerinden bâzı- larını evvelâ Mâbeyn Başkâtibi Tahsin Paşa'dan dinleyelim. Diyor ki, bu zat: «Sultan Hamid orta boylu, cevval ba- kışlı, gür ve kalın sesli idi. Zekâsı şayan-ı dikkat idi. Cidden zengin denilecek bir hazine-i tecrübeye malik idi. Gö- rüştüğü kimseler üzerinde nafiz nazarlariyle ve uyanık zekâsıyle bir tesir-i mahsus bıraktığına şüphe yoktu. Sefir- lerin ve ecnebi misafirlerin bu hususta müteaddid ve riyasız şehadetleri olmuştur. Sultan Hamid, vücudca zinde ve çevik idi; betaetten (ağır davranmaktan) hiç hoşlanmazdı. Zerafete meftun idi. Temiz ve itinalı giyinmenin hayatta bir intizam ifade ettiğini söylerdi. İnsanların kıyafetlerinde ihmâl gösterme- lerinin, kendilerinde fikrî intizam bulunmayışından ileri geldiğine kani idi. Sıhhatine pek itina ettiği için çalışma saatleri, yemek ve istirahat zamanları son derece muntazam idi. Geceleri erken yatar, sabahları erken kalkar, sabah banyosunu hiç ihmâl etmezdi. Her sabah namaz kılar, dua okur, hafif ve az yemek yerdi.» (16). Bkz: Resimli Tarih Mecmuası Ocak ve Şubat 1955 nüshaları.Bkz: Tahsin Paşa a.g.e.kadar beş on kere fesini düzeltmek bahanesiyle başını havalandırırdı. Camiden dönüşünde ya ata biner, yahut ufak bir sepet arabaya atlayarak kendisi arabacılık eder, gençliğinde sportmen olduğu için bu işleri fevkalâde bir güzel- lik ve maharetle becerirdi» (18). Yılmaz Öztuna ise : «Sultan Hamid, siyasî dehâsı bir yana, fevkalâde zekâsı ve hafızası ile ünlüdür.» diyor ve ilâve ediyor: «Bu zekânın, başta vehim olmak üzere çarpık tarafları eksik değildir. Ancak umumiyetle, devrinin bütün devlet adamlarının üstüne çıkan zekâ, kurnazlık ve tecrübeye sahip olduğunda birleşilmektedir. İnsanlar üzerindeki tesiri de çok övülmüştür. Babası gibi hususî muamelelerinde çok nazik olması, herkesi ayakta karşılaması, huzurunda yer öpülmek âdetini kesin şekilde yasaklaması, çok tesirli, tatlı, kalın bir erkek sesi olması ve pek güzel konuşması, hiç kimseye, hattâ çocuklarına «sen» diye hitab etmemesi, birçok şahsı kendisine bağlamış ve otuz küsur yıllık uzun şahsî iktidarının sebeblerinden biri olmuştur. Türk hükümdarı aleyhinde Avrupa'daki propagandadan sonra Sultan Hamid'i şahsen tanıyan yabancılar, hiç ümid etmedikleri bir şahsiyetle karşı karşıya geldiklerini, hâtıralarında belirtmeyi unutmamışlardır» (19). Abdülhamid Hân'ın burnundan bahisle türlü hezeyan savuran sefihlere İbnülemin Mahmud Kemal İnal bakınız ne güzel cevap vermişti: «Burnunun büyükçe olmasını da büyük bir kusur farz ederek «Hamidî bir burun» diye eğlenen sümüklüler ve «kârizde olukdur güya sümüklü burnu» tarzında hezeyan eden sarhoş şairler bilmelidirler ki, burnun büyüklüğünde küçüklüğünde, güzellikde, çirkinlikde mahlûkun sun'u yoktur. Hazret-i Hâlık. nasıl istemişse öyle yaratmıştır. Merhumun eğlenilen burnu ise asaletini isbat eder ki, Osmanlı pâdişâhlarının burunları ekseren o şekildedir» (20). 18) . Bkz: Canlı Tarihler. Cild: 4. İstanbul, 1946. (19) Bkz: Yılmaz Öztuna. a.g.e. Devam edelim... Reşat Ekrem Koçu diyor ki: «Gayet sade ve temiz gi- yinirdi, kendisine has bir zarafeti vardı, esvaplarında daima tercih ettiği renkler koyu kurşunî, neftî ve devetüyü olmuştur. Okumaktan zevk alırdı, bilhassa Türkiye tarihini çok iyi bilirdi. Yıldız Sarayı'nda çok zengin bir kütüphane kurmuştu ki, bugün bu kütüphane, Üniversite Kütüphanesinin paha biçilmez bir parçasıdır, bilhassa Türkçe yazmalar bakımından bir hazînedir. Ecdadı içinde en çok Yavuz'u severdi. Bu sevgisini İstanbul'u ziyaretinde Almanya İmparatoru Vilhelm'e açmış, o da memleketine dönünce Sultan Selim Divanı'm, Alman matbaacılığının enfes işlerinden biri olarak bastırmış ve Sultan Hamid'e hediye etmişti» (21). Meşhur Babıâli Baskınında Kâmil Paşa Kabinesinin Dahiliye Nazırı olan, bilâhare Mütâreke yıllarında yine aynı Nezâretde bulunan Ahmed Reşid (Rey): «Sultan Hamid kısa boylu, nahif, omuzlarının genişliği mutedil, fakat biraz öne doğru mail, âzası yekdiğeriyle mütenasib bir vücuda malikti. Teni esmer, çehresi uzunca, kaş kemikleri çıkık, yanakları çökük, renkçe de koyu maviye bakar siyahtı. Burnu vechine (yüzüne) nisbetle büyük ve uzuncaydi. Başının tepesinde saç kalmamıştı, yan ve arka cihetindeki saçlarıyla sakalının telleri kalın ve sert görünürdü.Güzel olmamasına rağmen yüzü sevimli, hele etvan ve mişvarı (tavr-ı hareketi) tevazu' içinde büyüklük gösteren nâdir bir hususiyyeti hâizdi» (22) derken; Ziya Şakir de : «Her işde intizamı son derece seven, bunu kendi nefsinde ve işlerinde tatbik eden Hünkâr, bilhassa kılık ve kıyafet meselesine de pek ehemmiyet verirdi. Kendisi, gayet sade fakat bir anda göze çarpacak derecede zarif giyinirdi. Zekâsına ve son derece intikal kabiliyetine emin olduğu için —• bilhassa ecnebilerle — her türlü bahislere ve en nazik mevzulara girişmekten çekinmezdi. Huzuruna kabul ettiği ecnebilerin «Kızıl Sultan»ı yakından görmeye geldiklerini bilirdi!..» (23) demektedir. Bkz: İbnülemîn Mahmud Kemal inal. a.g.e. Bkz: Osman Gazi'den Atatürk'e. İstanbul, neşir tarihi yok. Vak'anüvis Abdurrahman Şeref Bey ise; «Şehriyâr-ı müşarünileyhin (adı geçen Pâdişahm/Abdülhamid Hân'ın) sima ve bünyesinde Hânedân-ı Osmaniyyeye mahsus olan alâmât (işaretler) iyice fark ve müşahede olunurdu. Nitekim, Centile Bellini tarafından tersim olunan (çizilen) Fâtih'in tasvirinde Hâkan-ı sabıkın (Sultan Hamid'in) hutut-ı vechiyyesi nümayandır (yüz hatları görülmektedir'). Kendisi zekî ve hassas, dakikaşinas (zor şeyleri tartıp anlayan), muamele-i mûtâdesi nazik, halâvet-i mahsusa-i sadaya malik (gayet tatlı bir sese sahib), efendiliğinin, hilâfet ve saltanatın izzet ü vakarını maattakdir (takdir ile) tamamiyle yerine getirir, bendegânı taltif ve kendisiyle görüşen ecanibi (ecnebileri) tatlı ve cazibe-i nezaketi ile teshir etmenin (büyülemenin) yolunu bilir, tehdidini hakkıyle ikaa (yerine getirmeğe) kaadir ve lede'1-hâce (icabettiği zaman) Bkz: Canlı Tarihler. Cild: 3. İstanbul, 1945.Bkz: Ziya Şakir. a.g.e. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|