![]() |
#1 |
![]() Ahmet Taşgetiren’le 10. yılında 28 Şubat süreci
“1000 yıl devam edecek” denilen 28 Şubat’ı 10. yılında, o dönemi yazan ve yaşayan Ahmet Taşgetiren’den dinledik. 28 Şubat’ı “İslam’ı azaltma operasyonu” olarak niteleyen Taşgetiren, hem o günün şartlarına göre, hem günümüze yansıyan yönleriyle, bireysel, sosyal, ekonomik, uluslar arası münasebetler açısından 10 yıllık süreci değerlendirdi. Bundan tam 10 sene önceydi. Takvim yaprakları 28 Şubat 1997 tarihini gösteriyordu. O gün gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, 18 maddelik “İrtica ile mücadele” kararları çıktı. Tarihe o gün, “28 Şubat süreci” olarak geçti. Sürecin baş gerekçesi olarak “irticaî tehdit” gösterildi ve mürteci olarak ilan ettikleri kesime karşı “Topyekün savaş” ilan edildi. Bir sürek avı misali köşe-bucak mürteci arandı. Tanklar yürüdü, balans ayarları yapıldı. Tarihin belki de en büyük ve en ağır psikolojik savaş taktik ve teknikleri devreye konuldu. Geniş halk kitlelerini tahrike yönelik haksız icraatlar gerçekleştirildi. İnsanlara iftiralar atıldı. Karalandı. Hapishanelere konuldu. Ve bol bol fişlendi. Öyle veya böyle, o gün başlayan süreç ve uygulamalar siyaset ve toplum hayatımızda çok derin izler bıraktı. 28 Şubat sürecinin üzerinden tam 10 yıl geçti. Öncesi ve sonrasıyla bu süreç pek çok kesim tarafından farklı şekillerde kritik edildi. Özellikle gazeteci ve yazarlar tarafından enine boyuna değerlendirildi. Bu yaklaşımlar günümüzde de hız kesmişe benzemiyor. Neredeyse yaşanan her gelişme 28 Şubat’ın bazı izlerini hissettiriyor veya akla getiriyor. Gazeteci-yazar Ahmet Taşgetiren’e 10. yıldönümünde 28 Şubat sürecini sorduk. Hem yazarak hem de yaşayarak anlattığı bu dönemi, Taşgetiren o engin deneyim ve birikimiyle yorumladı. - Sizce 28 Şubat Süreci nedir? Bu sürecin fotoğrafını ortaya koyabilir misiniz? 28 Şubat Süreci dediğimiz hadise, din-toplum-devlet ilişkisindeki bir sancının yansımasıdır. Türkiye’de bu alan hep sancılı bir alan olagelmiştir. Cumhuriyet döneminin tüm zamanlarında, yani tek partili dönemden çok partili hayata geçildikten sonra, devlet, dini alanı sürekli gözaltında tutmayı tercih etmiş, oradan kendisine bir problem çıkacağını düşünmüştür. Bu sorun günümüze kadar devam ederek geldi. Bu açıdan bakılınca 28 Şubat’ın biricik ve tek başına bir hadise olmadığı ortaya çıkıyor. Daha önceki bir takım normal dışı olaylarda da, yani tek parti döneminde Serbest Fırka’nın kapatılması, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması gibi gelişmelerde de din-devlet-toplum ilişkisindeki sancının eserleri bulunuyor. 1960, 1971 ve 1980’deki ihtilal ve müdahalelerde hep aynı durum söz konusu oldu. - Peki 28 Şubat’ta ne oldu? Bu süreçte devletin bir kesimi ‘Türkiye’de İslam öngörülen dozun üzerine çıktı. Bu azaltılmalıdır’ kanaatine vardı. Hangi alanlarda öngörülenin üzerine çıkıldı? Eğitim alanında, bürokraside, ekonomide ve siyaset alanlarında. Kısaca devlet-toplum ilişkilerinin yoğunlaştığı en temel alanlarda. ‘Öyleyse azaltılmalı’ kanaatine vardılar. Buradan hareketle ben, 28 Şubat sürecini ‘İslam’ı azaltma operasyonu’ olarak tanımlıyorum. - Bu süreçte sadece iç dinamiklerin mi etkisi olmuştu? Bu süreç sadece Türkiye içinde ortaya çıkmış bir hadise değil. Bir başka ifadeyle mezkur süreç yerli bir kararın ürünü değil. Yerli aktörler sadece kullanıldı. Ancak asıl aktörler dışarıdaydı. Sovyetlerin dağılması, bu sürecin en önemli ve en derin damarını oluşturdu. Bu gelişmeyle NATO’nun gündemine yeni bir misyon girdi. NATO’da sadece Türkiye’de değil, bütün İslam coğrafyasında İslam’ın öngörülen dozun üzerine çıktığı tarzında bir değerlendirme yapıldı ve “Bundan böyle tehlike komünizm değil, İslam köktendinciliğidir, İslam fundementalizmidir” denildi. Radikal İslam, köktendinci İslam, entegrist İslam vs. şeklinde farklı ülkelere göre farklı tanımlaması yapıldı ve “Bunun önü alınmalıdır. Bunun için NATO bir misyon ifa etmelidir” denildi. Türkiye bir NATO ülkesiydi. Aynı zamanda hem Orta Doğu’nun, hem İslam dünyasının en önemli ülkesiydi. Böylece bu görüşün pilot uygulama alanı olarak Türkiye seçildi. İşte 28 Şubat projesi bu plan doğrultusunda uygulamaya konulmuş oldu. Bu sancılı dönemde kaleme aldığım bir yazıda şöyle demiştim: “Bürokraside İslam’ın azaltılması demek, İslamî duyarlılığı var kabul edilen insanların bu kademelerde azaltılması anlamına geliyor. Ekonomide İslam’ın azaltılması demek, ‘yeşil sermaye’ diye bir tanımlamanın getirilmesi ve kebapçılara kadar fişlenmesi anlamına geliyor. Herhangi bir Kur’an kursuna yardım yapan bir insanın, İslamî hizmet veren bir derneğe veya vakfa yardım yapan kuruluşların mimlenmesi, kara listeye alınması anlamına geliyor. Siyasette ‘İslam fazla oldu’ demenin karşılığı İslamî bir siyaset yaptığı düşünülen kadroların siyasî hareketlerin, iktidarlarının tasfiyesi anlamına geliyor. Eğitim alanında İslam’ın azaltılması demek de, imam hatip okullarının budanması ve önünün kesilmesi, misyonlarının yok edilmesi; başörtülü öğrencilere karşı yürütülen, ‘Başörtüsü siyasi bir semboldür. Neyin sembolü? İslamîleşmenin sembolü. Öyle ise eğitim hayatından bu sembolü ortadan kaldıralım’ denilerek tasfiye uygulamaları hayata geçiriliyor.” Bütün bu uygulamalar insan hayatına, toplum hayatına ciddî problemler ve sancılar halinde yansıdı. Bunları yapabilmek için yargı siyasallaştırıldı. Yargının siyasallaşması demek, bir ülkenin çok temel hukuk yapısının zorlanması anlamına geliyordu. Bu gelişmeler ise geniş toplum kesimlerinde devlete karşı büyük bir burukluğu ve küskünlüğü ortaya çıkardı. - 28 Şubat sürecinin mimarlarından birisi, bu sürecin “1000 yıllık” olduğunu söylemişti. Belki bu cümle çok iddialı ve abartılı bir iddiadan ibaretti. Ama yine de bir hedef belirlenmişti. Sizce uzun vadeli bir süreç mi öngörülmüştü? 28 Şubat için hem kısa, hem uzun vadeli hedefler belirlenmişti. Eğitim alanını örnek verebiliriz. Eğitim alanında bir operasyon yapmış iseniz, yani ‘bu alanda İslamîleşmeyi azaltalım’ diye yola çıkmış iseniz, tabiî ki uzun vadeli bir hedefi ve hesabı da devreye koyuyorsunuz demektir. Böyle de oldu. Bu operasyonun etkileri devam ediyor. Örneğin aradan 10 yıl geçmesine rağmen ‘Şimdi en duyarlı konu nedir?’ sorusuna vereceğimiz cevap ‘imam hatip’ konusudur. ‘Başörtüsü’ konusudur. Türkiye’de, şu anda parlamentoda anayasayı değiştirecek çoğunlukta bir siyasî iktidar var. Ama o iktidar imam hatip konusunu çözemiyor. İmam hatip konusuyla birlikte diğer meslek liseleri konusunu da çözemiyor. Üniversiteye girişlerinin önündeki açık adaletsizliği ortadan kaldıramıyor. Başörtülü öğrenciler şu anda Avusturya’da okuyor. Avrupa’nın diğer ülkelerinde okuyor. Avustralya’da, Malezya’da okuyabiliyor. ABD’de okuyabiliyor. Ama kendi ülkesinde okuyamıyor. Yani 28 Şubat süreciyle, uzun vadede etkili olabilecek bir adım atılmıştır. - 28 Şubat, aynı zamanda bir “tasfiye” operasyonuydu. Kimler, niçin tasfiye edildi? 28 Şubat’ın mimarları siyasî bir kadroyu tasfiye için yola çıkmıştı. Uygulamada ise bir tür “İslam’ı tasfiye” tablosu kendini gösterdi. Bu ise ülkeyi çok tehlikeli bir uçurumun önüne getirdi. Devlet toplumun İslam’la ilişkisini sağlıklı değerlendirmek zorundadır. İslam’ı Türkiye için muhtemel bir tehlike olarak görmekten vazgeçmesi lazım. İslam’ın Türkiye için pozitif bir enerji kaynağı olduğunu; bu toplumun diriliği için, sağlıklı yapısı için bir enerji kaynağı olduğunu düşünmesi lazım. İslam’ı azaltma çabasıyla bir yere varılamaz. İslam’ı azalttığınızda, toplumun ahlakî yapısında, moral yapısında ödeyeceğimiz bedeli de dikkate almanız lazım. Azalttığınızda yerine neyi ikame edeceksiniz? Yerine neyi ikame ediyorsunuz? İkame etmeye çalıştığınız şeyler küresel modernist değerler. Bu değerlerin de ürettiği neticeleri hepimiz görüyoruz. Küresel modernist değerlerin açtığı ahlakî çözülmeler, 28 Şubat sürecine özel bir durum değil. 12 Eylül 1980 askerî ihtilalinde de benzer tablolar yaşanmıştı. Bu ihtilalin hemen ardından, önceki dönemler eleştirilirken “Gençler çok politize oldular. Gençleri politikadan uzaklaştırmak lazım” denilmişti. Askerî yönetim tarafından uygulamaya konulan icraatların neticesinde eyyamcı, gününü gün eden, fırsatçı bir gençlik ortaya çıkmıştı. 28 Şubat’ın ardından geniş kapsamlı bir tasfiye operasyonu gerçekleştirilmişti. Ancak, bir süre sonra aynı akıbet 28 Şubatçıların da başına geldi. Bu tasfiye işleminin ardından gelen ilk seçimde ne oldu? Tasfiye edildiği düşünülen kadronun içinden çıkan bir kadro, önceki kadronun alabileceği miktardan belki birkaç misli milletvekiliyle parlamentoya geldi. - Yine 28 Şubat süreciyle özdeşleşen kavramlardan birisi “değişme” oldu. Gerçekten böyle bir gelişme ve değişme yaşandı mı? Kimler, neden ve nasıl değişti? Müslüman ve dindar kesim açısından baktığımızda, bu kavramı öncelikle “özeleştiri” çerçevesinde ele alabiliriz. Ama asıl önemli nokta, bu değişmenin neticesi. Bazı kesimler ‘Böyle olmuyor, değişelim’ diyor. Değişelim, ama neyi değiştirelim, neye göre değişelim? Bazıları ‘Sistem bizden neyi istiyorsa ona uygun bir din üretelim. Ona uygun bir davranış, ona uygun bir politika üretelim’ diyor. Belki bazı kesimler bu doğrultuda değişmiş olabilir. Bir başka kesim de şöyle diyor: ‘İslam’ı anlatmaya çalışıyoruz. İslam’ı kendi hayatlarımıza sunmaya çalışıyoruz. Sözlerimizde, bazı yöntemlerimizde yeterince anlaşılabilir olabilmek için bazı değişimler gerçekleştirelim.’ Ben bu ikinci tarz değişimi anlamlı buluyorum. Ancak, bir kişilik değişimi, Müslümanlığımızda bir kalite kaybı ve azalma söz konusu ise o değişimi olumlu bulmuyorum. Ferdî ve toplumsal hayatta değişmeyi sağlayan birbirinden farklı güçler ve başat motifler var. Örneğin 28 Şubat sürecinde başat motif olarak “baskı” kullanıldı. Bu motifle geniş halk kitleleri değişime ve dönüşüme zorlandı. Ancak değişim, farklı şartlar altında başka baskın motifler ile, farklı şekillerde de gerçekleşebiliyor. Bazen bu motif elde edilen iktidar, bazen zenginlik, rahatlık olabiliyor. Bunlar da insanlarda kişilik değişimine yol açabiliyor. Örneğin fakir, ama örnek bir Müslüman iken, eline para geçip, paraya yön vermeye başladığında tamamen değişebiliyor. Tıpkı zenginleştikten sonra azgınlaşan Karun örneği gibi. Değişim kavramının kulluk boyutu da önemli. Biz bütün davranışlarımızla Rabbimizin nazarı altındayız. Rabbimize hesabı verebilecek bir hayat kurmamız lazım. Değişimle insanların değil, Rabbimizin razı olmasını dikkate almamız lazım. - Dindar kesimler bu süreç zarfında bir çok cihetlerden baskıya ve haksızlıklara maruz kaldı. Hem o dönemi yaşanlar, hem de günümüz şartlarından bu süreci ele alanlar 28 Şubat’ı nasıl okumalı? 28 Şubat sürecinin bir özeleştiri yapılmasına katkı sağladığını düşünüyorum. Çünkü bu süreç dindar kesim için çok önemli bir sınav olmuştur. Baskı dönemleri bazı insanların inancını artırır, şevkini artırır, gayretini artırır. Bazı insanları ise çözebilir. Aynı tarzda, mesela elde edilen nimetler bazı insanların şükrünü artırır, bazı insanların ise azgınlığını artırır. Bu yaşadığımız dönem boyunca bu iki tablo gerçekleşmiştir. Ama, bana göre devletin de kendine yönelik bir özeleştiri yapması gerekir. Bu dönem devlet-toplum ilişkisi açısından da bir sancılı alan olma niteliği taşıyor ve Türkiye’de hep problem olma özelliğini koruyor. İdeal olan şudur: Devlet-toplum ilişkileri olabilecek en iyi barış ikliminde gerçekleşsin. Maalesef Türkiye’de bu böyle olmadı. Örneğin imam hatip kıyımıyla birlikte gerçekleşen meslek lisesi kıyımının toplumda ürettiği sancıyı ve tepkiyi düşünün. Devlete olan kırgınlığın boyutlarını düşünün. İşte bu noktayı ve halktaki kırgınlığı devletin dikkate alması lazımdır - Bu süreci, dindar kitleler açısından önemli bir imtihan olduğunu söylerken, bazı hata ve yanlışlardan dönme, dönebilme ve kendine çekidüzen verebilme şekliyle de ele alabilir miyiz? 28 Şubat sürecini, Müslümanlara ve İslamî değerlere karşı bir nevi yol kesme hadisesi olarak da değerlendirebiliriz. Ancak bu teşebbüs 14 asırlık yürüyüş esnasında ilk yol kesme teşebbüsü değildir. Üstelik bu teşebbüs o yürüyüşü engellemiş de değildir. Son da olmayacaktır. Çünkü bu yürüyüş devam edecektir. Önemli olan her birimizin bu ve benzeri sınavları verip veremeyeceğimizdir. Sınavı verebilmek düzgün ve güzelliklerle dolu birer Müslüman olmak demektir. Dünyanın böyle Müslümanlara ihtiyacı var. Zorluklar ve baskılar belki büyük zahmetleri beraberinde getiriyor. Ancak bu ağır imtihandan daha ağır bir imtihan daha var: Rahatlık ve feraha erişme. “Şükür sabırdan daha zordur” deyimini bilirsiniz. Başınıza bir şey gelir. Ona tahammül edersiniz. Ama şükür size verilen her nimetin farkında olmayı gerektirir. Biz bazen kendimizde olan nimetlerin farkında olamıyoruz. 28 Şubat öncesinde bu tarz bir yıpranma vardı. Ben o zaman “Kapris’ten Çeçenistan Görünüyor mu?” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. O zamanlarda 5 yıldızlı otellerde tatil furyası başlamıştı. Bize verilen nimetler bizi nerelere alıp götürüyor sorusunu sormamız lazım. Bir ayet-i kerimede ‘Size verilen nimetlerden sorgulanacaksınız’ buyruluyor. Ağzın, dilin, gözün, dimağın, kalbin ve daha nice nimetin bir hesabı var. Malın-mülkün, siyasî iktidarın hesabı var. - Günümüzden 10 yıl öncesine bakınca, görmemiz ve almamız gerekli dersler neler olabilir? En başta kendi Müslümanlığımızı koruma ve kollama noktasında her zaman dikkatli olmak lazım. Hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşayabilmemiz lazım. Başımıza gelen baskılar veya sunulan nimetler ne ve nasıl olursa olsun çok dikkatli ve titiz davranmamız lazım. İslam’ı ve Müslümanlığımızı sergilerken gösteriye kaçmamamız lazım. Davranışlarımızda İslam’ın özüne ters bir şekilde, bir başkasına gösteri yapma veya meydan okuma niteliği bulunmaması lazım. Bütün fiillerimizi Rabbimize arz edebileceğimiz seviyede yerine getirmemiz lazım. Baskı dönemlerinde, baskıya maruz kalmış Müslümanları hemen suçlama tavrı sergilememek lazım. ‘Şöyle yapmasaydı şöyle olurdu’ gibi yaklaşımlardan kaçınmak lazım. Bilmeliyiz ki, İslam’ın misyonu bitmez. Bu misyon kıyamete kadar devam edecektir. İslam bizimle kaim değildir. ‘Biz bırakırsak İslam ortada kalır’ diye bir düşünce son derece yanlıştır. Sınav bizim sınavımızdır. Ferdî olarak bizim o sınavı iyi bir şekilde vermeye gayret etmemiz lazım. Bunun için de Rabbimizden yardım dilememiz lazım. Zor şartlar altında yardımlaşmaya, dayanışmaya daha fazla dikkat etmemiz lazım. Mü’minlere ve Müslümanlara karşı şefkatimizi, inançsızlara karşı izzetimizi arttırmaya dikkat etmemiz lazım. “28 Şubat sürecinin üzerinden tam 10 yıl geçti. Öncesi ve sonrasıyla bu süreç pek çok kesim tarafından farklı şekillerde kritik edildi. Özellikle gazeteci ve yazarlar tarafından enine boyuna değerlendirildi ve değerlendiriliyor. Neredeyse yaşanan her gelişme 28 Şubat’ın bazı izlerini hissettiriyor veya akla getiriyor.” “Aradan 10 yıl geçmesine rağmen en duyarlı konu ‘imam hatip’ konusudur. ‘Başörtüsü’ konusudur. Türkiye’de, şu anda parlamentoda anayasayı değiştirecek çoğunlukta bir siyasî iktidar var. Ama o iktidar imam hatip konusunu çözemiyor. Başörtülü öğrenciler şu anda Avusturya’da, Malezya’da, ABD’de okuyabiliyor. Ama kendi ülkesinde okuyamıyor. 28 Şubat’la, uzun vadede etkili olabilecek bir adım atılmıştır.” “Değişelim, ama neyi değiştirelim, neye göre değişelim? Bazıları ‘Sistem bizden neyi istiyorsa ona uygun bir din üretelim. Ona uygun bir davranış, ona uygun bir politika üretelim’ diyor. Bir başka kesim de şöyle diyor: ‘İslam’ı anlatmaya çalışıyoruz. Sözlerimizde, bazı yöntemlerimizde yeterince anlaşılabilir olabilmek için bazı değişimler gerçekleştirelim.’ Ben bu ikinci tarz değişimi anlamlı buluyorum. “ “28 Şubat sürecini, Müslümanlara ve İslamî değerlere karşı bir nevi yol kesme hadisesi olarak da değerlendirebiliriz. Ancak bu teşebbüs 14 asırlık yürüyüş esnasında ilk yol kesme teşebbüsü değildir. Önemli olan her birimizin bu ve benzeri sınavları verip veremeyeceğimizdir. Sınavı verebilmek düzgün ve güzelliklerle dolu birer Müslüman olmak demektir. “ www.velisirim.com
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|