03-20-2009, 06:51 | #1 |
28 Şubat ve Ergenekon... Darbeciler niye başaramadı? || Hasan Karakaya - VAKİT
Emekli Oramiral Özden Örnek’in tuttuğu “günlük”ler Nokta Dergisi’nde yayınlandığı günlerde, çok tartışmıştık... Acaba “doğru” mu, “düzmece” mi diye... Özden Örnek; “günlük”teki ifadeleri kâh kabul etmiş, kâh reddetmişti... Ya da, bir kısmını kabul etmiş, bir kısmını reddetmişti... Ama şimdi ortaya çıkıyor ki; “günlük”ler doğrudur!.. “Darbe plânları” doğrulanmıştır!.. Hem de, “bir başka günlük” tarafından!.. Evet; “gazetecilik” kılıfı altında “darbe taktisyeni” gibi çalışan “Mustafa Balbay’ın günlükleri” tarafından!.. Kabaca göz atıldığında görülür ki; “Özden Örnek’in günlükleri” ile “Mustafa Balbay’ın günlükleri” birebir örtüşmekte, “birbirlerini doğrulamakta”dır!.. Yani “Ayışığı” da doğrudur, “Sarıkız” da!..
Ortaya çıkan “günlük”ler gösteriyor ki; 2003 ve 2004 yıllarında darbe planları hazırlamakla suçlanan Şener Eruygur, o dönemde Cumhuriyet gazetesi ve özellikle de Mustafa Balbay’ın izlediği politikadan çok memnundur!.. 23 Mayıs 2003 günü Cumhuriyet’in manşetindeki “Genç Subaylar Tedirgin” başlığından dolayı Balbay’ı arayıp teşekkür etmektedir; “Siz görevinizi yaptınız...” Söyleyin Allah aşkına; Bir gazeteci, böyle bir ilişki içine girer mi?.. Girerse, bunun adına “gazetecilik” denilir mi?.. Balbay, “darbe orgazmı” içindeki komutanlarla “strateji” belirliyor!.. Onlarla o kadar “içli-dışlı” ki; komutanlar, soruyor kendisine; “Ne yapalım?” Balbay cevap veriyor: “28 Şubat benzeri bir durum diyorsunuz ama bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı!.. Süreye yayılınca, görünen ortada!” VATANSEVERLİK Mİ, PARASEVERLİK Mİ? Görüyorsunuz değil mi; “Gazeteci” sıfatlı Balbay, “28 Şubat darbesi”ni de yeterli bulmuyor, “daha darbeli bir darbe” istiyor!.. Peki, Şener Eruygur ve avanesi niye başaramıyor “daha sert bir darbe”yi?.. Cevabı, “Balbay’ın günlükleri”nde: “Örnek Abi’nin (Özden Örnek) durumu da biraz karışık. Kendisinden üç defa mal bildirimi istenmiş. Birincisini beğenmemiş tepedeki, ikincisini göndermiş, sonra bir defa daha göndermiş. Durum trilyon. O da bu nedenle bir ölçüde geri çekilmek durumunda olabilir... Beythovenın (üst düzey komutan) da görev sırasında bazı kadınsal ilişkiler nedeniyle durumu hoş olmamış. Bu da biliniyormuş.” (8 Eylül 2004) Demek oluyor ki; “Laiklik, çağdaşlık, Atatürkçülük” filan hep hikâye!.. Tabiî, “memleketi irtica tehlikesi(!)nden kurtarmak” da palavra!.. Şu hâle baksanıza; “Trilyon”lar konuşuluyor!.. “Kadın” ve “fuhuş”tan dem vuruluyor!.. Anlayacağınız; Herkes “cukka” ve “hokka” derdinde!.. HİÇBİR ŞEY GİZLİ KALMAZ! “Günlük”ler üzerine daha başka şeyler de yazmak mümkün... Meselâ, Cumhuriyet’in sahibi görünen İ. Selçuk’un; “Bir kez daha yenilen tarafta olmak istemiyorum!.. Bundan çok korkuyorum” dediğini, Balbay’ın da, komutanlara “taktik” verirken, “Hilmi Özkök’ü harcamazsanız olmaz” dediğini, Erdal Şenel’in; “Ahh, ahh... Bu işi 28 Şubat’ta bitirecektik” diye yakındığını yazıp, şöyle sormak mümkün; “Böyle bir Şener Eruygur ve böyle bir Hurşit Tolon niye hapse atılmaz da, ortalıkta dolaştırılır?.. Ortalıkta dolaştıkları neyse de; darbe plânlamaya devam ediyorlar!” Sadece onlar değil, “eşleri” de etrafa tehdit savuruyor!.. İşte gördünüz; dün “savcı”ya ifade veren Mukaddes Eruygur; hakkındaki haberleri doğruladı ve “O ses, bana ait” itirafında bulundu!.. Hangi ses?.. Hani, biliyorsunuz ya... Emekli Org. Şener Eruygur’un eşi Mukaddes Hanım, Albay Nusret Demircan ile görüşmesinde diyordu ya; “Şimdi bu Zekeriya Öz 13. Mahkeme’de, itirazlarımızı bunlar kapıyor. 12. ve 14. mahkemeler bizdenmiş. Ankara Barosu, İstanbul Barosu ve İzmir Barosu ‘Hazırız biz’ dediler... Teşekkür ettik herkese. Ama biri ceza profesörü, anayasa profesörü, birisi ceza profesörü...” İşte bu konuşma için; “Evet, o konuşmayı ben yaptım” dedi Mukaddes Hanım!.. Evet bütün bunları yazıp, sonra da denilebilir ki; “gerçek”lerin, er veya geç “ortaya çıkmak” gibi bir huyları vardır!.. İşte görüyorsunuz; “Hiçbir şey gizli kalmıyor!” Karaalioğlu’nun da yazdığı gibi; “12 yıldır medyanın darbeyle, darbeciyle ilişkisinin her türlüsünü anlatan sayısız belge okuduk. Nasıl yandaş, nasıl yardakçı, nasıl tetikçi olduklarına dair onlarca, yüzlerce itiraf ortaya çıktı. Kendi kendilerini ihbar ettiler, az sayıda vicdan sahibi özeleştiri yaparak gerçekleri teyid etti. Belgeler, raporlar, görüntüler birer dizi film gibi ortalığa saçıldı. Basına sızan Balbay günlüklerinde aynı işbirliğini, yandaşlığı, hatta kraldan çok kralcılığı, askerden çok askerciliği bir kez daha gördük. Bunlar mı bağımsız Türk medyası? Askerle darbe ortaklığına giren, demokrasiye, hukuka, siyasete, seçime başkaldıran; bunun için provokasyonlar düzenleyen, düzenlenmesi için askeri, yargıcı kışkırtan; Danıştay örneğinde olduğu gibi katliamlar yapan örgütün üyeleri mi gazeteci?” Dedim ya; “günlükler”de ortaya çıkan “darbe girişimleri”ni farklı boyutlardan irdelemek ve “adı geçenler” hakkında “ağza gelen her şeyi söylemek” mümkün!.. 28 ŞUBAT NİYE BAŞARILI OLAMADI? Ama ben; her şeyi bir yana bırakıp, “Balbay’ın bir ifadesi”ne değinmek istiyorum. Balbay, kendisine “Ne yapalım?” diye akıl danışan “darbeci komutan”a ne diyor; “28 Şubat benzeri bir durum diyorsunuz ama, bu kez atılacak adım sonuç alıcı olmalı!” Erdal Şenel ne diyor; “Ahh!.. Ahh!.. Bu işi 28 Şubat’ta bitirecektik!” Bu sözler de gösteriyor ki; “28 Şubat’ta başarılı olunamadı!” Doğru; “başörtüsü” yasaklandı... İmam Hatip Liseleri’nin “orta” kısımları kapatıldı!.. “Kur’an öğrenme” yaşı sınırlandırıldı!.. Bunun gibi daha nice “zorbalık” ve “yasadışı zulüm” var ki, hepsi gerçekleştirildi!.. Ama, şu da var ki; “28 Şubat hiç sevilmedi ve halkın gönlünde hiç yer bulamadı!” Dahası; “28 Şubat darbesi”nde rol alan, onlara “yardım, yataklık ve yardakçılık” yapan herkes “tasfiye” oldu!.. O günlerde “kibir”lerinden yanına yaklaşılmayan, “burunlarından kıl aldırmayan” adamların, bugün yüzüne bakan yok!.. Hepsi, silinip gitti!.. Hiç düşündünüz mü; “28 Şubat” niye başarılı olamadı, 28 Şubat darbecileri “nerede yanlış yaptılar?” Aslına bakarsanız; “Ayışığı, Sarıkız ve Yakamoz darbecileri” nerede yanlış yaptılarsa, “28 Şubatçılar” da orada yanlış yaptı!.. Her iki “darbeci güruhu” da; “millet”i itip, “medya” ile iş tutmaya çalıştı!.. Ne “milletin değerleri”ne önem verdiler, ne de “inanç”larına!.. Medyayı “kılavuz” edindiler!.. Hem onlara “servis” ettiler, hem de onların yazdıklarını “doğru” kabul ettiler!.. MEZHEP İMAMLARI İLE DİYALOG!!! Meselâ; 30 Haziran 2001 tarihli MGK’da, “irtica ile mücadele raporu”nun görüşüldüğünü yazan Hürriyet, manşetten diyordu ki; “Tarikat ve mezheplerin önde gelenleriyle kurulan diyaloglar sonucunda bu grupların devlet ve hukuk sisteminin içerisine çekilmesi ve devletin yanında yer almaları konusunda önemli mesafeler alındı.” Cümleyi; lütfen bir defa daha ve “dikkatlice” okuyun... Deniliyor ki; “Tarikat ve MEZHEPLERİN ÖNDE GELENLERİ İLE kurulan diyaloglar...” Hayır, hemen gülmeyin!.. Maalesef; “irtica ile mücadele” böyle yapıldı bu ülkede! “Hiçbiri hayatta olmayan mezhep önde gelenleri” ile “diyalog”(!)lar kuruldu, onlarla “görüşüldü”(!) ve onlar sistemin içine çekildi!!!.. O zamanlar, hiç kimse sormadı; Ne İmam-ı Azam Ebu Hanife, ne İmam Muhammed bin İdris eş-Şafii, ne İmam Malik bin Enes ve ne de İmam Ahmed Bin Hanbel... “Mezheb”lerin önderleri bu dünyadan göçeli çok oldu!.. Hem de; asırlar önce!.. İyi de; Bugün, bazılarının “mezar”ları bile bilinmeyen bu “mezhep önderleri” ile, kim “nerede” ve “nasıl” diyalog kurmuştur? Dahası; O raporu hazırlayan “irtica uzmanı” beyler; acaba hangi tekniği kullanarak “birlikte çalışma” yürütmüştür “ölü mezhep önderleri” ile? “Ölü mezhep önderleri” acaba nasıl çekildi “devletin safı”na?.. Acaba, hangi “brifing tekniği” uygulandı?.. Bir büyük salona “mevcutlu” olarak getirilip, “topyekûn bilgilendirme” mi yapıldı, yoksa “ikna odaları”na mı sokuldular?!? Nasıl?.. Nasıl?.. Nasıl?!?.. Bunlar hiç sorulmadı kendilerine! İşte bu “zırcahil”ler ve onların sergilediği “cahillikler” dolayısıyladır ki; bu millet, “28 Şubat darbesi”ne, evet boyun eğmiştir!.. Ama hiç sevmemiştir!.. Kimbilir, onların birer “vatansever” değil, “Ergenekoncu” olduklarını, ta o günlerde hissetmiştir!.. Ne dersiniz, hissetmiş midir?.. ========================================= Cumhuriyet Padişahları! Hani, hep deriz ya; “Osmanlı döneminde 1 padişah vardı, Cumhuriyet’le birlikte ise elini sallasan Padişah’a değer” bir manzara çıktı ortaya!.. Herkes padişah, herkes kral!.. “Cumhuriyet’in simgesi Cumhuriyet gazetesi” de başlı başına bir kraliyet!.. Gelin, görün ki; “Cumhuriyet’i yöneten imparatorlar”, gazete bünyesindeki “kral”lardan ve “prens”lerden rahatsızdır. Bu rahatsızlık, “Balbay’ın günlüğü”ne bile yansımış... Gazetedeki “hisse dağılımı”nın yayın politikasını olumsuz etkileyeceği kaygısı, her oturumda gündeme gelmiş!.. Balbay, ısrarla İlhan Selçuk’un ‘Altın Üçgen’ modelini anlatmış ve demiş ki; “Ortaklık yapısı değişse de bağımsızlığımızı koruruz.” Peki, nedir Cumhuriyet’in bu altın üçgeni? 31 Aralık 2007 tarihi itibariyle Cumhuriyet’in pay tutarı 6 milyon 600 bin lira olarak tanımlanmış ve 110 paya bölünmüş. Bunun yüzde 38.64’ü Cumhuriyet Vakfı’na, yüzde 6.82’si İnan Kıraç’a, yüzde 13.96’sı Hıdır Oktay’a, yüzde 8.18’i Gürbüz Çapan’a, yüzde 9,09’u Medya Yatırım’a, yüzde 18.18’i Park Yatırım Holding’e (Turgay Ciner), yüzde 0.88’i Yeni Gün Haber Ajansı’na, yüzde 0.91’i Ahmet Oruçoğlu’na, yüzde 3.35’i diğer ortaklara ait. Lütfen dikkat; ‘A’ grubu hisse sadece Cumhuriyet Vakfı’na aittir. O da yüzde 10 civarındadır. Bu farklılaştırma sayesinde İlhan Selçuk ve arkadaşları “Cumhuriyet’teki saltanatları”nı sürdürmektedir!.. Demek oluyor ki; “Cumhuriyet rejimine sahip çıkıyoruz” diyenlerin de birer “Altın Üçgen”leri vardır!..
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|