11-19-2007, 15:39 | #1 |
“Örtülü darbe oldu, hükümet üzerine alınmıyor”
Süreç başlıyor
Ezberi bozulanlar, kusuru biraz olsun kendilerinde arama erdemini göstermek yerine, durumu hemen dış güçlere havale ediyor! Ve bir “ihanet kumkuması” ortalığı kasıp kavuruyor. Ortalığı saran toz-duman da Türkiye düşmanlarına yarıyor… Ne oldu ki, daha üç ay önce “örtülü darbe oldu, hükümet üzerine alınmıyor” diyen kaynaklar ağız değiştirdi? Ne oldu da, konu birden “ABD’de kaim” gibi imalı ifadelerle başka yerlere kaydırılmaya başlandı? Kaynak ‘sağlam’ olunca gazeteci başka doğru yokmuş gibi yazmaya başlıyor maalesef. -------------------------------------------------------------------------------- ‘Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!’ cümlesi 18 Haziran 1999 akşamı Ali Kırca’nın ağzından duyulmuştu. O akşamı bir milat olarak anmıştı Kırca. Efsaneyi bitiren adam olmanın gizli gururu yüzüne fazlasıyla yansımıştı. Aradan geçen sekiz yıl Kırca’nın “efsaneyi” ne kadar yanlış okuduğunu değil daha nice yanlışları da ispatladı. *** Maalesef bazı acı gerçeklerimiz var. Bunlardan birisi de, yönetimi elinde tutanların ve aydınların bu milleti bir türlü anlayamaması. Ondan daha acısı da milleti anlayamıyor olma meselesinin anlaşılmamasıdır. Ne zaman cefakeş insanımız kıt imkanlarını sonuna kadar kullanarak, kendi vasıflarıyla doğrulsa, aydınlanma üzerinden yapılmış ezber bozuluyor. Ezberi bozulanlar, kusuru biraz olsun kendilerinde arama erdemini göstermek yerine, ortaya çıkan durumu dış güçlere havale ederek işin içinden sıyrılmayı yeğliyor. Ve bir “ihanet kumkuması” ortalığı kasıp kavuruyor. Ortalığı saran toz-duman ne işe yarıyor? Dış düşmanların Türkiye içinde ve Türkiye aleyhine yaptığı operasyonları ve o utanç verici rolü üstlenenleri gizlemekten başka!... *** 22 Temmuz yeni bir milat oldu. Seçim öncesi yapılan çalışmalar ve ortaya konulan inanılmaz gayretler, “Köylüyü çileden çıkaran, milleti canından bezdiren, ekonomiyi şişirerek milletin gözünü boyayan, Türkiye’yi yabancılara peşkeş çeken, satmaktan utanmayan…” ve daha nice AKP aleyhine sarf edilen propagandalarla birlikte milletin huzuruna çıkıldı. Bakın acaibe ki, millet bir kere daha AKP dedi. Neden? AKP’nin icraat ve politikalarını inanılmaz derecede güzel bulduğundan mı? Yoksa aleyhte kampanya yürütenlerin ürkütücü tutumlarından mı? Bence ikinci ihtimal daha kuvvetli. *** Buradan Serdar Akinan’ın açıp, Güler Kömürcü ve benzeri yazarların devam ettirdiği “Karanlık Savaş” konseptini arz etmiştim. Bugün aynı konseptin bir başka ucuna dikkat çekmeye çalışacağım. Bir nevi, olayların ardından koşanlarla, süreçleri takip edenlerin ya da oyunu tribünlerden seyredenlerle oyunun kurucuları arasında yer alanların farkına temas yani… Olayların ardından koşanlar, Cumhuriyet mitingleri, cumhurbaşkanının seçtirilmemesi ve ardından erken seçim takviminin işlemeye başladığı günlerde “Karanlık Savaş” konseptini dikkate alarak seçimlerden AKP’nin büyük hezimetle çıkacağını umuyordu. Bu ümit, seçim sonuçlarının ardından büyük bir şoka dönüştü. Artık ne pahasına olursa olsun Cumhurbaşkanını seçtirmeyerek bu işi bitirmekten başka çare kalmamıştı. Ne var ki, o da olmadı. Ve art arda gelen olumsuzluklar bir soruyu gündeme getirdi: “Asker ne yapıyor?” Başarısını askerin açtığı alanlarda yol almaya bağlamış ve terlemeden kazanmaya alışmış bir kesim işte bu soruyu sormaya başladı: Asker bu süreçte nasıl olur da sessiz kalır? İnsan bazen kendini tutamıyor. Kahraman ordumuzun görevi sanki bunlara emir erliği yapmak. Milletvekili ve Cumhurbaşkanı seçimi sürecine askerin müdahalesini beklemişler. Beklentileri karşılanmayınca da eleştiri sorularını yöneltmeye başlamışlar. Aslında bu soru, cumhuriyet mitingleriyle her şeyi hallettiğini zanneden hayalperest bir güruhun geçirmekte olduğu şokun etkisiyle ortaya çıkan şuuraltını ifade ediyor. *** Şimdi karanlık savaşı ilk defa kamuoyuna duyuran Serdar Akinan’dan seçim sonrası duruma yönelik ve muhtemelen yine aynı kaynaktan alınmış ikinci haberi okuyalım. Yazının tarihi 28 Eylül: “Bu arada askerin sessizliğini eleştiren bir kesim türedi. 22 Temmuz sonrası asker yenildiği için sessiz kalıyormuş. Böyle saçma sapan bir uğultu var bir kesimde. Asker, ne sahada kurulan 1. ve 2. Cumhuriyetçi takımların karikatürize ilk 11’leriyle ilgileniyor... Ne de arkasında kimsenin durmadığı bir taslak anayasa metni üzerinden kopartılan “Malezya olur muyuz?” saçmalığıyla vakit harcıyor. Ama “karanlık savaş” konsepti içinde son derece kapsamlı asimetrik bir savaş düzeneğine geçiyor. Ve, ABD’de (ile?) kaim birilerinin, büyük bir yanılsama ile, “umduğu gibi” AKPARTİ burada topyekün hasım değil... Tam tersine, bu asimetrik savaş çağında, meselenin çok boyutlu bir milli dava olduğunu düşünen her unsur, görünüşte atomize duran bu kollektifin mütemmim cüzü... Ve, tersi de doğru...” *** Evet… 3 Haziran’da “Günlerdir yazmaya elim varmıyordu ama ne gördüğümü paylaşmak zorundayım. Ülkede örtülü darbe oldu, hükümet üstüne alınmıyor. Biz hâlâ 22 Temmuz’da seçimden bahsediyoruz. Buna politik miyopluk denmez. Bu, olsa olsa körlük ve sağırlıktır.” cümlelerini yazan Akinan, Eylül sonunda “Ve, ABD’de (ile?) kaim birilerinin, büyük bir yanılsama ile, “umduğu gibi” AKPARTİ burada topyekün hasım değil...” diyor. Ne oldu ki? Daha üç ay önce “örtülü darbe oldu, hükümet üzerine alınmıyor” diyen kaynaklar ağız değiştirdi? Konu birden “ABD’de kaim” gibi imalı ifadelerle başka yerlere kaydırılmaya başlandı. Hadisenin bir yönü şöyle: Kaynak ‘sağlam’ olunca gazeteci inanıyor. Sanki başka doğru yokmuş gibi yazmaya başlıyor. Halbuki, Akinan’ın “Biz hâlâ 22 Temmuz’da seçimden bahsediyoruz” iddialarını yazdığı günlerden çok daha önce, Cumhuriyet gazetesi 28 Eylül’de yazdığı noktalara mütemadiyen vurmayı en büyük ulusal dava kabul ediyordu. Şöyle bir sayayım dedim. Bir de ne göreyim. Mayıs-Ekim ayları arasında haberler hariç 82 tane köşe yazısı çıkmış “ABD ile kaim” konusunda!... *** Beni şaşırtan Mustafa Balbay oldu. Çünkü o da 22 Temmuz sonrasında şok etkisiyle iki yazı yazdı. Emeğiyle, parasıyla, alınteri ve beyin gücüyle ülkesinden aldığı ışığı dünyanın dört bir yanına taşıyan fedakar Türk insanını CIA ajanlığıyla suçladı. Ardından, “Eğer açıklama gönderirlerse yayınlarım.” notunu düştü. İşte buna çok şaşırdım. Çünkü, Balbay, bildiğim kadarıyla çocuklarına helal ekmek yedirebilmek için ömür boyu üç kuruş peşinde çırpınmış bir babanın çocuğu. Nasıl oldu da Anadolu insanlarına böyle diyebildi? Şimdi birisi çıksa ve “Balbay sadece Ankara temsilcisi değil, Türkiye’nin geleceğini tehdit eden karanlık küresel ağ ile derin Cumhuriyet’in ara kablosudur” dese ve ardından eklese: “Değilsen açıkla onu da yazayım” Böyle bir şey doğru olur mu? Herkesin bildiği bir hukuk kaidesidir. “İspat etmek iddia edene düşer” derler. İspat edemiyorsan yazamazsın. Çünkü yine meşhur bir hukuk kaidesi karşısına çıkar insanın: “Beraat-ı zimmet asıldır.” Yani bir insan, suç işlediği ispatlanıncaya kadar suçsuz kabul edilir. Bazan ima ile bazen de açık ifadelerle insanımızı en ağır ithamlar altında tutmaya çalışanlarda bir parça hak ve hukuk kaygısı olsa bunları yazabilirler mi? Maalesef yazıyor olmaları, hem de yüzlerce defa tekrar tekrar yazıyor olmaları acı bir gerçek. Ve bu insanlar, tıpkı Refahyol döneminde olduğu gibi PKK’nın askerlerimizi kaçırmak için neden referandum gününü seçtiğini yazmıyor. Tuhaf değil mi? Tıpkı “Asker ne yapıyor?” sorusunu soranlar gibi PKK da AKP iktidarından, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığından ve Cumhurbaşkanını halkın seçmesi için referanduma gidilmesinden fevkalade rahatsızlık duyuyor. İlhan Selçuk Beyin kulakları çınlasın. O olsa sorardı: “Niye ki?...”
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|