![]() |
#1 |
![]() Engin Ardıç'ın yazısı Batmaz mı? İşte yetmiş yıldır o reklam filmindeki çocuk gibi davrandınız hepiniz... Aaa, senin eline de diken batar mıydı Atam? Aaa, senin parmağın da kanar mıydı Atam? Aaa, sen de üşür müydün Atam? Sen de yorulur, sen de acıkır mıydın Atam? Sen de âşık olur, sen de rakı içer miydin Atam? Sen de sever, kızar, kavga eder, üzülür müydün Atam? Laf aramızda, şu “m”yi birleşik mi yazacağız yoksa kesme işaretiyle mi Atam? Sen de evlenir, boşanır mıydın Atam? Senin de bir kızkardeşin, üvey baban, üvey kardeşlerin olabilir miydi Atam? Çok sigara ve kahve içmekten kalp krizi geçirebilir, çok içki içmekten siroz olup ölebilir miydin Atam? Yoksa sen, bize öğretildiği gibi bir uzaylı değil, bizim gibi etten kemikten bir insan mıydın Atam? Olmamalıydın, çünkü baksana, tam 126 yaşındaymışsın!... Öyle diyorlar. Pardon, seni reklam filminde “kullanmak” da suç değil miydi Atam? Seni bize Tanrı gibi öğrettiler Atam. Ben, yedi yaşımda, bir 10 Kasım sabahı güldüğüm için ihtar cezası almıştım Atam, ilkokulda... Nedenini hiç anlayamamıştım. Koşup oynamak da yasaktı, okulun bahçesinde üzgün üzgün dolaşmakla yükümlüydük Atam. Durup durup bir ağlama tutturursak öğretmenin gözüne girecektik üstelik. Senin ölüm yıldönümlerinde sinema da kapalıydı, tiyatro da, içki satışı da yasaktı Atam. Öte yandan da asla ölmediğini, hep bizimle olduğunu söylüyorlardı Atam. Yakın zamana kadar, tıpkı Hazret-i Muhammed gibi, sahnede ya da perdede seni “canlandırmak”, oynamak da yasaktı Atam. Seni bizlere nasıl yanlış tanıttıklarının, birçok genci senden uzaklaştırdıklarının, soğuttuklarının acaba farkında mıydılar? Bunu kötülükten mi yapıyorlardı, ahmaklıktan mı Atam? Şimdi de, senin ölümünden elli yıl sonra doğanlar seni “özlemişler” Atam. Ben seni özlemedim, fakat araştırıp öğrenince, tanıyınca çok sevdim Atam. Başardıkların ve başaramadıkların, zaafların, yanlışların, çevreni çepeçevre sarıp sarmalamış birsürü namussuzun ortasında kalmış muhteşem yalnızlığınla çok sevdim Atam. Ben de o reklam filmindeki çocuğa söylediğin gibi, kimin ne diyeceğine aldırmadan doğru bildiğimi anlatmaya çalışıyorum Atam. Huyum kurusun, ara sıra aldırmak zorunda kalıyorum, beni bağışla Atam. Senin gibi bozkırda değil, bataklıkta gül yetiştirmeye çalışıyorum Atam. Ortalık da mis gibi değil, leş gibi kokuyor. Sen hainler, gericiler, yobazlarla uğraştın, ben de cahiller, aptallar, yeteneksizler, yalancılar, hokkabazlarla uğraşıyorum Atam. 10 Kasım sabahları Dolmabahçe Sarayı’na koşup koltuk altı koklar gibi “hava koklayanlar” bunları anlayamazlar Atam. Aah ah, cumhuriyeti emanet edecek başka çemiş bulamadın mı Atam? AKŞAM Yazıyı yukarıda eleştirilen zihniyetin temsilcilerinden birinin, CHP'li Kemalettin Kamu'nun şu satırlarıyla bitirmek istiyorum yukardaki durumun bir ne boyutlara ulaştığının göstergesi olarak: Ne Örümcek ne yosun Ne mucize ne füsun Kâbe arabın olsun Bize Çankaya yeter
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Daha fazlası da Yavuz Bülent Bakiler'in şu satırlarında:
Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin dine bakış tarzını öğrenebilmek için, önce, okullarda çocuklarımıza okutulan tarih kitaplarına, sosyoloji kitaplarına bakmak lâzım. İstanbul'da 1931 yılında, Devlet Matbaası'nda bastırılan Orta Zamanlar Tarihi'nde İslâmiyet ve Hz. Peygamber (s.a.s.) aleyhinde yazılanlar, en koyu münkirleri bile utandıracak seviyesizliktedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin resmî ideolojisinde İslâmiyet'in yeri yoktur. Çünkü "İslâm birtakım zevâta göre eskimiştir!", "Hz. Muhammed (s.a.s.) nihâyet bir çöl bedevîsidir", "İslâmiyet'in yerine yeni bir din koymak lâzımdır ki, o da Kemalizmdir." Nitekim Edirne milletvekili Şeref Aykut 'a göre Kemalizm dininin altı esası, altı oktan ibaretti: Yani "Kemalizm dini, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, inkılâpçılık, devletçilik, laiklik ve halkçılık prensiplerine dayanmalıydı." Kemalizmin, yeni bir din olarak yayılmasında Şeref Aykut yalnız değildi. İyi ama bu dinin peygamberi kim olmalıydı? Bu sorunun cevabını Behçet Kemal Çağlar verdi: Mustafa Kemal Atatürk! Behçet Kemal, Süleyman Çelebi'nin meşhur Mevlid'ini Atatürk'e uydurmakta ve çıktığı Anadolu il ve ilçelerinde, başına topladığı kalabalıklara Atatürk Mevlidi'ni okutmakta hiçbir sakınca görmedi: (...) Ger dilersiz bulasız oddan necât Mustafâ-yı bâ Kemâl'e essalât. Ol Zübeyde, Mustafâ'nın ânesi Ol sedeften doğdu ol dürdânesi! Gün gelip oldu Rızâ'dan hâmile Vakt erişti hafta ve eyyâm ile. Geçti böyle, nice ay nice sene Vakt erişti bin sekiz yüz seksene. Merhaba ey baş halâskâr merhaba Merhaba ey ulu serdâr merhaba! Edip Ayel, Atatürk'e: "Sen bizim yeni peygamberimizsin!" diye seslenmekte geciktiği için dövünmeye başladı. Behçet Kemal'i geride bırakacak bir atılım içinde olması gerekirdi. Bunu gerçekleştirebilmek için, Atatürk'e yeni dinî sıfatlarla secde etmesi lâzımdı. Edip Ayel, aruzun tumturaklı kalıplarıyla Türk edebiyatının en muhteşem dalkavukluk örneğini ortaya koydu: Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe. Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun. Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı'yla müsâvi Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez! Edip Ayel'in bu kükremesinden sonra bir tereddüt belirdi: Atatürk, yeni Kemalizm dininin Allah'ı mı olmalıydı; peygamberi mi? Cumhuriyet devri şairlerinin bir büyük bölümü, Atatürk'e kıyamadılar. Onun üstünde de, altında da hiçbir gücün, hiçbir varlığın bulunmasına tahammül edemediler. Bu bakımdan, Atatürk'e hem Allah, hem de peygamber diye seslenerek kendilerinden geçtiler. Behçet Kemal, Edip Ayel'den geri kalmak istemedi: Kaç yıldır Türkçe'ydi Tanrı'nın dili İnsana ne ilâh, ne de sevgili Ne de ana-baba aratıyordu Her an yaratıyor, yaratıyordu. Artık işaret verilmiş, yarış başlamıştı. İpi herkesten önce göğüslemeye çalışan atletler gibi, o devrin edipleri de "Allah", "tanrı", "ilâh", "Kâbe", "put" gibi kelimelerle Atatürk'e daha önce ulaşabilmenin cezbesine kapılmışlardı. Yüzlerce örnekten işte birkaçı: Halil Bedii Yönetken çığlıklar koparıyordu: Tanrı gibi görünüyor her yerde Topraklarda, denizlerde, göklerde Gönül tapar, kendisinden geçer de Hangi yana göz bakarsa: Atatürk. Kemalettin Kamu, kendisine milletvekilliği getiren şiirini kalabalıklara okumaya başladı: Çankaya; Burada erdi Mûsâ Burada uçtu İsa Bülbül burada varsa Hürriyet için öter. Ne örümcek, ne yosun Ne mûcize, ne füsun... Kâbe Arab'ın olsun Çankaya bize yeter... Sonra Faruk Nafiz Çamlıbel, sazını eline aldı: On milyon bel, iki kat olmuşken eğilmeden O'nda on beş milyonun boyu birden uzaldı. Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden Taptığımız ne varsa, hepsi ondan şekil aldı. 1938 yılında, Faruk Nafiz, tanrısız kalmamak için, Atatürk'ü yüreğine bir put gibi oturttu: Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil Kanlı bir göz yaşı nehrinde muazzam tabutun Ey ilâhın yüce dâvetlisi, göklerden eğil Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun! Türk edebiyatında, tarihin hiçbir devresinde görülmeyen dalkavukluk ve putperestlik örnekleri, patlayan bir lağımın dehşet saçan kokusu ve manzarasıyla etrafa yayılmaya başlamıştı: Akbaba'cı Yusuf Ziya Ortaç da sesini yükseltti: Topladı avucunda yıldırımı, şimşeği Yoktan var ediyordu tanrı gibi her şeyi. Nurettin Artam, dinin bütün nurlarından koparak kula kul oldu: Koca bir güneşin akşam olmadan Dağların ardında sönüşü gibi Millete can veren, vatan yaratan Tanrının göklere dönüşü gibi. Her zaman ırkıma büyük Baş Atam Tanrılaş gönlümde, tanrılaş Atam! Ömer Bedrettin Uşaklı da, Atatürk tapıcılığından kurtulamadı: Bir güneş gibi yalnız Sensin ülkü tanrımız Ey Türlüğün bütünü. Vasfi Mahir Kocatürk de, kocaman yakıştırmalarla Kemalizm dininin müridleri arasında zikre başladı: Peygamber, tanrısına duymadı bu hasreti Vermedi bu kudreti tanrı, peygamberine. İlhami Bekir, alnımızın akına, katran karası elleriyle küfrün yobazlığını bulaştırmaya çalıştı: İlk adam, mavi gözlerle baktı toprağa Toprağın haritasını çizdi bayrağa Allah değil, o yazdı alın yazımızı. Bu ruhsuz, bu köksüz, bu tatsız örnekleri uzatmak istemiyorum. Yalnız, Cumhuriyetin o kuruluş yıllarında, zilli-düdüklü dalkavuklar zümresinden, üç önemli ismin ayrıldığını belirtmek istiyorum: Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet! Nazım Hikmet, daha önce Marks'a ve Lenin'e kul köle olduğu için Atatürk'e secde etmedi. Hatta ona "Burjuva Mustafa Kemal" diye homurdanan şiirler yazdı. Yahya Kemal'le Necip Fazıl, İslâm'ın âmentüsüne bağlı kaldılar. Kemalizm dininin yeni öncüleri ise, imanın altı şartı olan İslâm âmentüsü karşısına, Kemalizm'in yeni âmentüsünü çıkardılar. Bazı devlet kuruluşlarında bastırıp dağıttıkları bu devrimci(!) âmentüyü şöyle yazarak ilân ettiler: "Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbâlini yoktan var eden Mustafa Kemal'e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücâhit analarına ve Türkiye için âhiret günü olmayacağına iman ederim." Halk, "halkçı" Kemalistlerin bu dehşetli dalkavukluklarından nefret ediyordu. Din ve dünya işlerini birbirinden ayırmaya çalışan Atatürk ise, kendisine takılan bu dinî sıfatlar karşısında şaşırıp kalıyordu. Yavuz Bülent Bakiler, İslâmiyat cilt 3, sayı 3, Temmuz-Eylül 2000 |
|
![]() |
![]() |
#3 |
![]() cok guzel bir paylasim
lugat kardesim +1 |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Çok güzeldi kardeşim,ellerinize sağlık.. ;) ;) +1
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() çok teşekkürler.. güzel paylaşım +1
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() O reklam bir gerçeği gözler önüne seriyor resmen.. Çocuğun çocukların Mustafa Kemal ATATÜRK ü nasıl gördüğünü gösteriyor...Evet ne yazıkki ülkemizde Atatürk bu şekilde tanıtılıyor bu çocuğun anladığı şekilde çocuklarımıza anlatılıyor...Atatürk bilinmeyen bir güce sahip birisi gibi tapılacak birisi gibi anlatılıyor.... Onun bir komutan bu ülkenin kurucusu ve onun da bir insan olduğu gerçeği unutularak...
|
|
![]() |
![]() |
#7 | |
![]() Alıntı:
|
||
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|