|
07-05-2021, 10:55 | #1 |
Adli Tıp
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
09-28-2021, 15:13 | #2 |
Adli Tıp
Adli Tıp
Adli Tıp çözülmesi imkânsız gibi görünen birtakım karanlıkta kalan olayları aydınlatmak için vardır. Malumunuz Türkiye’de Adli Tıp her türden adlı vakaları aydınlatmak yönünden adından söz ettirerek derecede hak ettiği konuma gelmiş bir kurumdur. Düşünsenize ülkemizde bir zamanlar delil yetersizliğinden faili meçhul olaylara kurban gitmiş birçok insanın katline ferman okuyanların yanına kâr kalan bir süreç yaşamıştık. Neyse ki artık son derece yüksek donanımlı Adli Tıp Kurumu laboratuvarları sayesinde karanlıkta kalan pek çok hadiseler sır olmaktan çıkıp adalet er geç yerini bulabiliyor. Mesela bir insanın kahvesine az miktarda arsenik katılaraktan zehirlenip öldürüldüğü ya da arkada delil kalmasın diye cesedinin yakılıp bir yerlere atıldığını düşünün, o an sanırsın ki bu mesele asla aydınlanamaz, oysaki yanmış cesette olsa kemik örneklerinden DNA profili elde edilebileceği gibi bir takım kimyasal analizlerle zehirlenmiş olup olmadığının tespiti çok rahatlıkla yapılabiliyor da. Böylece olay bir anda açıklığa kavuşturulmuş olur. Mesela yine bir çocuk cesedi düşünün ki üzerinde yara bere halde kesi izleri mevcut, ancak ne var ki bu yara bere haldeki kesi izlerinin hangi aletle gerçekleştirildiği bilinmemekte, ama bununda mutlaka bir çözüm yolu vardır elbet. Hem böylesi durumlarda dünyanın geldiği noktada sürekli kendilerini üstün teknolojik bilgi ve donanımıyla yenileyen Adli Tıp uzmanları ne güne duruyor, artık eldeki verilerle arka planda kalan nice hadiseleri gerek otopsi yaparak gerekse kimyasal ve biyolojik yöntemlerle çözüme kavuşturup neticelendirebiliyorlar da. Nasıl mı? İşte bu alanda 1978 yılı teknolojik donanıma haiz İngiltere Adli Tıp uzmanlarının Los Angeles’te 2,5 yaşındaki ceset üzerinde kerpeten izine benzeyen lekelerin analizi ve elektron mikroskobu (SEM) incelemeleri sonucunda söz konusu aletle cinayetin işlendiği tespit edilip olay bir çırpıda aydınlanıyor olması bunun bariz delilidir zaten. Türkiye’de de malum Adli Tıp bünyesinde yeni bölümler açıldıkça savcılıklar ve mahkemelerce gönderilen ağzı usulüne uygun iple bağlanmış mühürlü torba içerisinden çıkan numuneler üzerinde en küçük bir iz ya da leke örneğinden elde edilecek bulgular ışığında pek çok davalar rahatlıkla aydınlatılabiliyor. Mesela olay yerinde toplanan herhangi bir materyal üzerinde kan, sıvı, meni, tükürük vs. gibi lekeleri inceleyen biyologlarımız, ölüm sebebini ortaya çıkarmaya yönelik canla başla bilgisini ve deneyimini ortaya koyup otopsisini yapan doktorlarımız, doku incelemesi yapan patologlarımız, cesetten inceleme için örnek alınamayacağı durumlarda diş üzerinde radyolojik inceleme, yaş belirleme ve kimliklendirme çalışması yapan adli odontolojistlerimiz, kemik incelemesi yapan antropologlarımız, toksikoloji incelemesi yapan kimyagerlerimiz ve işin mutfağında ter döken tekniker ve laborantlarımız hiç kuşkusuz ki karanlıkta kalan olayların aydınlanmasında her biri öncü elemanlarımızdır. Nitekim bir diş numunesinin Adli Tıp uzmanlarınca maktul ve şüpheli arasında mukayesesi yapıldığında elde ettikleri bulgulara dayanarak birbirinin tıpatıp aynısını olmadığı tespit edilebiliyor. Derken elde ettikleri verilerle şüphelinin maktulün üzerinde bıraktığı diş izlerinden şüphelinin kimliği belirlenebileceği gibi tam tersi maktulün şüphelinin üzerinde bıraktığı diş izlerinden hareketle maktulün kimliği de belirlenip bir anda görülen dava netlik kazanabiliyor. Bir başka davada mesela kimliği bilinmeyen şahsa ait bir kafatası kemiğinin çamurla maskelenerek elde edilen yüz modelinden hareketle fotoğrafına bakılarak ya da birinci ve ikinci derece akraba yakınlarına görüntüleri yüzleştirerekten de kimlik teşhisi yapılıp dava netlik kazanabiliyor. İşte bu ve buna benzer pek çok olay yeri inceleme örnekleri üzerinde yapılan çalışmaların raporlandırılıp netlik kazanması sayesinde nice karanlıkta sır olarak kalan hadiseler bir bakıyorsun sır olmaktan çıkabiliyor. Hele Türkiye’de Adli Tıp’ın uluslararası ölçekte teknolojik araç ve donanım bakımdan her geçen gün kendini yeniledikçe daha nice karanlıkta kalan bir dizi hadiselerin bir bir düğümünün çözüldüğünü müşahede etmekteyiz. Mesela şimdiye kadar kullanılan aletlerden en çokta akla hiç şüphesiz ki gaz kromatografi ile spektrofotometre (CC-MS) gelmektedir. İşte bu ve buna benzer son derece gelişmiş cihazlar sayesinde birbiriyle oldukça yakın benzerlikte analitlerin ayırımının ve miktarlarının belirleme işlemlerinin gerçekleştirilebileceğini bir Adli Tıp çalışanı olarak bizatihi yakinen gözlemlediğim gibi petrolden tutunda uyku ilacı dâhil pek çok maddenin gaz haline dönüştürülen analitin içeriğinin de belirlendiğini gözlemledim. Nitekim Kimya İhtisas Dairesi Başkanlığı bünyesinde konuşlanmış laboratuvarlara gönderilen organ parçalarından mesela bir karaciğer organ parçası üzerinde fiziksel ve kimyasal özelliklerine göre kokain maddesinin ayırımının yapılıp tespit ediliyor olması bunun gerçekleştirilebileceğinin bariz bir göstergesidir. Böylece soruşturmaya konu olan zehir hadisesinde cesed organlarının inceleme işlemlerinin tamamlanmasının akabinde ölen şahsın ölüm nedeninin kokain zehirlenmesi olup olmadığı raporlandırılabiliyor artık. Ki, bu iş sadece kokainle sınırlı değil elbet, alkol ve uyuşturucu gibi daha birçok zehirlenmeye etken olacak her türden gazın toksikolojik analizlerinin yapılıyor olması da buna dâhildir. Peki, kimyasal analizler iyi hoşta bu arada Biyoloji İhtisas laboratuvarları bu işin neresinde? Malumunuz Biyoloji ihtisas Dairesi Başkanlığı bünyesinde konuşlanmış DNA laboratuvarları da mühürlü torbayla gelen her türlü materyalin görünür ve UV ışık altında incelenmesiyle tespit edilen leke örneklerinin işin ehli uzmanlarca kodlanaraktan ependorf tüplere alınıp izole edildikten sonra PCR, denatürasyon ve ardından cihazda okuma işlemlerinin tamamlanmasıyla birlikte nice çözülemez sanılan bir dizi olayların düğümünü çözen laboratuvarlar olarak dikkat çekmektedir. Nasıl mı? Mesela leke örneklerinin meni yönünden incelemesinde Prostat Spesifik Antijen tayini lateral flow immunassay yöntemiyle pozitifliği ya da negatifliği tespit edilebildiği gibi lekelerin kan yönünden incelemesinde Kastle-Meyer/Lumonal yöntemiyle de pozitifliği ya da negatifliyi tespit edilebilmekte. Yetmedi lekenin lateral flow immunassay yöntemlerle hem hemoglobin tayini hem de tükürük amilazı tayini de yapılabilmektedir. Şayet meni şüphesi içeren lekelerden sperm aranacaksa alınacak olan leke örneklerin ilk evvela maserasyon işleminden geçirilip sonrasında ise Hematoksilen-Eosin boyama yöntemleri kullanılaraktan mikroskobik incelemesinin yapılması gerekir ki spermin var olup olmadığı belirlenebilsin. Keza olay yerinden gönderilen kılların morfolojik yönden köklü ya da köksüz olduğunun morfolojik olarak belirlemek yetmez mikroskobik incelemeyle de köklü ya da köksüz olduğunu teyit etmek gerekir ki kök ihtiva eden kıl numuneleri DNA analiz çalışmalarına alınabilsin. Böylece kıl örnekleri üzerinde bir yandan morfolojik incelemesi yapılırken diğer yandan da otozomal, gonozomal ve mitokondrial DNA analizleri tamamlanıp kimliklendirme işlemleri netlik kazanmış olacaktır. O halde sakın ola ki kıl tüy deyip iş hafife alınmasın, oysa kıl tüy ne ki denilen bir şeyden tek adet saç telinin bile olayın aydınlanmasında tek başına kayda değer delil olduğu bilinen bir gerçekliktir. Hele ki tek adet saç telinin 20 çeşit özelliği göz önünde bulundurduğumuzda o söz konusu tek bir adet kıl üzerinde titizlikle çalışmanın çok büyük önem arz ettiği kendiliğinden anlaşılmış olur. Nasıl mı? Düşünün ki delil niteliğinde laboratuvara gönderilen elde avuçta sadece biyolojik materyal olarak tek bir adet kıl numunesi var, elbette ki böyle bir durumda o tek bir kıl numunenin başına herhangi bir kazara hal gelmemesi için büyük bir hassasiyet içerisinde koruma altına alınıp incelenmesi gerekecektir. Göz kulak olunmadığında aksilik bu ya, bir bakmışsın delil kaybına uğrama riskiyle karşı karşıya kalınması an meselesi diyebiliriz. Ki, böylesi bir durumda çalışan uzman hakkında delil karartması yönünden soruşturma açılması kaçınılmaz hal alacağı gibi bundan daha da vahim durum olayın aydınlatılmasında tüm çabalar boşa gidip akamete uğrayacaktır. Hiç kuşkusuz kılın dışında bir başka hassasiyet gerektiren çalışmalardan biride sperm leke ve vajinal frotti örnekleridir. Nitekim bu söz konusu örneklerin mikroskobik incelemelerinde sperm-epitel hücrelerin karışık olduğu durumları göz önünde bulundurduğumuzda mix ayırımında da azami dikkat edilmesinin gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Hiç kuşkusuz spermin epitelden ayırma işlemleri için Differansiyel Lysis yöntem en ideal yöntem olup böylece bu sayede hem kadına ait hem de erkeğe ait tek tipte DNA profilleri tespit edilebiliyor. Mesela bazı leke örnekleri de vardır ki, tek tipte DNA profili tespit edilemeyip ancak mix (karışım) halde DNA profili tespit edilebilmekte. Hatta lekeden tespit edilen bu mix DNA profili, şüpheliyle mağdurun birlikte DNA profilini birlikte içerebileceği gibi birden fazla şüpheli farklı şahıslara ait DNA profillerini de içerebilir. Şayet tespit edilen mix DNA profilinin gen bölgesinde 4 adedin üzerinde allel tespit edilmişse böylesi bir tabloda herhangi bir şahsın varlığı yönünde değerlendirme yapmanın bilimsel bir değerlendirmenin sağlıksız olacağı Uluslararası Adli Genetik Birimlerin içtihadıyla herhangi bir şahsın varlığı yönünde mukayese yapmak doğru olmayacağı ortaya konmuştur. Madem ortada böylesi bir bilimsel anlamda uluslararası bilim kurulu içtihadı söz konusu o halde bir den fazla şahsa ait tespit edilen mix DNA profillerinin içerisinde en az üç şahsın bir arada bulunduğu mix DNA profilleri için davaya bakan hâkim ve savcılıklardan CMK 78, 79 ve devamı maddeleri gereğince alınacak mahkeme kararıyla birlikte şüpheli şahıslara ait DNA örneklerinin gönderilmesi durumunda ancak karşılaştırma yapılabileceğinin talep edilmesi uygun olacaktır. Ta ki elde edilen mix DNA profilin içerisinde yer alan en az 3 şahsa ait biyolojik örneğin bir arada bulunmasının imkân dâhilinde olan şüpheli şahısların DNA profiliyle örtüşmesi tamamlana dek bu talep devam eder de. Böylece birden fazla şahsa ait mix DNA profili tam tamına tamamlandığında mixi içeren şahıslardan tek yumurta ikizleri hariç rastgele seçilen örnekler arasında ve aynı zamanda şüpheliyle akrabalığı bulunmayan bir şahsa ait DNA profilinin gönderilen örneklerde tespit edilen DNA profili ile birebir örtüşme ihtimalinin Türkiye popülâsyonunda takriben 1/10olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda başka bir şahsın tesadüfen şüphelinin profiliyle birebir eşleşme ihtimalinin olmadığı görülecektir. Böylece mix içerisinde örtüşen şahıslar hakkında çok rahatlıkla DNA’sını içerdiği şeklinde rapor düzenlenmesi uygun olacaktır. Düşünsenize ortada 1/10’luk rakamın ardına 19 tane sıfır eklenmiş bir sayıdan söz ediyoruz, elbette ki bu sayı bize mixin içerisindeki şahısların varlığından şüphe etmeyecek derecede örtüştüğünü ortaya koyması bakımdan raporu sonuçlandırmaya yeter artar da. Hakeza nesep davalarında da aynı durum söz konusudur. Nitekim çocuklara ait otozomal DNA profilleri ile baba ve anneye ait otozomal DNA profillerinin mukayesesi yapılaraktan hem annelik hem de babalık indeksi %99,99 olaraktan hesaplanıp ortadan tüm şüpheleri kaldıracak derecede çocukların annesi/babası olabilecekleri belirlenerekten rapor düzenlenebiliyor. Hatta erkek bireylerin Y-STR DNA profillerinin babadan oğula Y kromozomu üzerinden aktarıldığı ve Y kromozomunun mutasyona uğraması dışında aynı soy ağacına dâhil erkek bireylerde (büyükbaba, baba, erkek çocukları vb.) birbirleriyle aynı olduğundan neseb davasına konu olan şahıslar arasındaki akrabalık ilişkisini Y-STR DNA analiz çalışmalarıyla da baba tarafından aynı soy ağacının fertlerinin olabileceğinin tespiti yapılaraktan pekâlâ raporlandırılabiliyor. Keza kız çocukları söz konusu olduğunda ise malum Gonozomal X-STR DNA analiz çalışmalarıyla tespit edilen X-STR DNA profillerinin her bir lokusta en az bir allelin ortak olduğu belirlenmesiyle birlikte aynı babanın kız çocukları olabileceğinin tespiti şeklinde sonuca bağlanıp raporlandırılmakta da. Belki bu arada aklımızın ucundan gerek neseb davaları gerekse olay yeri incelemelerine konu olan davalarda DNA analiz çalışmalarıyla madem neseb tayini, soy bağı, şüpheli ve mağdurların tespiti çok rahatlıkla belirlenebiliyor o halde parmak izine ne gerek var şeklinde bir düşünce geçebilir. Gerek var elbet. Her ne kadar ülkemizde DNA analiz yöntemlerinde çok gelişmişlik kaydedilmiş olsa da hele bilhassa hırsızlık olaylarının aydınlatılmasında ve sahte kimlik kullananların açığa çıkarılmasında parmak izi ve avuç içi izlerinin arşiv taramasıyla mukayesesi yapılaraktan tespitinin dün olduğu gibi bugünde temel delil niteliği konumunu korumaya devam etmesi gayet tabii bir durumdur. Bilindiği üzere parmak izi insanın en çok terli veya yağlı parmağına aminoasitlerin bırakılmasından hareketle o aminoaside özgü bir takım kimyasallardan faydalanılaraktan da şahsın kimliği çok kolay belirlenebiliyor. Nitekim bu iş için proteinlerin tanınmasında yararlanılan bu söz konusu kimyasal ayıraçlardan ninhidrin parmak izindeki serbest amino asitlerle reaksiyona tabi tutulduğunda o bölgede kırmızı-mavi renk dönüşmesi diyebileceğimiz Ruheman moru renkte organik maddenin açığa çıkmasıyla da eldiven, cam, plastik vs. gibi materyaller üzerinde ki parmak izinin varlığı tespit edilebiliyor. Keza pudra temelli yöntemlerle de gönderilen materyaller üzerinde de kriminal incelemeyle parmak izi ortaya çıkarılmakta. Hani öldürülenlerin kanı yerde kalmaz deriz ya hep, gerçekten de Adli Tıp uygulamalarının hız kazandığı günümüzde iyide nereye kadar kan davaları gizlenir dedirten şekliyle daha da bir anlam kazanıp görülen davaların sır olmaktan çıkıp delilleriyle birlikte raporlandığı görülmekte. Düşünsenize daha 2002 yıl öncesinde kan numuneleri üzerinde grup faktör yöntemiyle suçluları bulma çalışmaları yürütülürken hele bilhassa 2002 yıl sonrası bir bakmışsın genetik alanında baş döndürücü gelişmelerin ivme kazanmasıyla birlikte artık Adlı Tıp laboratuvarlarında kullanılan elektroforez analiz yöntemi en güçlü ve en gözde analitik teknik olarak damgasını vurmuş durumda. Dahası bu teknik sayesinde izolasyona tabi tutulan herhangi bir organizmaya ait DNA molekülünün belirlenen bölümü PCR işlemiyle kopyalanıp çoğaltılaraktan yük taşıyan çözünmüş sıvı parçacıkların elektriksel alanın etkisiyle göç ettirilmesinin akabinde yürütülen moleküllere özgü boyalarla o bölgeler işaretlenip pik şeklinde görünür hale gelebiliyor. Böylece DNA sentezinde yol gösterici olarak kullanılan primerlerin öncülüğünde baz eşleşmesi kapiller elektroforez genetik analizör okuma cihazlarında karşılık bulan rakamsal allel değerler 3500xl GeneMapper IDX programıyla tiplendirilip kişilere ait DNA profillerin çıktısı alınıp raporlandırılmış olmakta. Bu arada yeri gelmişken söylemekte fayda var, Adli Tıp denince eskiden hep otopsi yapan Morg İhtisas Dairesi akla gelmekteydi, neyse ki gelinen nokta itibariyle medyada yayınlanan bir dizi belgesel veya filmlerin izlenmesiyle birlikte bu düşünce git gide hükmünü yitirip artık ilk akla gelen Biyoloji İhtisas Daireleri gelmekte. Zira Adli Tıp Kurumu bünyesinde Biyoloji İhtisas Daireleri öyle bir konuma geldi ki cinayet, tecavüz, neseb davalarının bir bir çözümlendiği Amerika’da FBI elemanlarını aratmayacak şekilde biyologlarında damgasını vurduğu bir birim olarak adından söz ettirmektedir. Her ne kadar kimliklendirme çalışmalarında yoğun emek sarf eden biyologların ülkemizde yeterince ne iş yaptıkları kavranmasa da altına imza attıkları raporların sayısı çoğaldıkça ne denli önemli işlere imza atan uzman elemanlar olduğunun kavranacağına inancım tamdır. Dahası böylesi elemanların çalışmalarını yerinde tetkik edildiğinde Adli Tıp bünyesinde çalışan biyologların pek çok işi bir arada yürüttükleri görülecektir. Bir başka ifadeyle olay yerinden gönderilen suç aletleri, giysi, eşya vs. biyolojik materyaller üzerinde sperm, kan veya diğer biyolojik lekeler aramak, lekeden orijin tayini yapmak gibi bir dizi analiz çalışmalarını büyük bir titizlikle yürüten görünmeyen gizli kahramanlar diyebileceğimiz asıl elemanlar biyologlardır. Ayrıca olay yerinden gelen mühürlü bez torbanın özellikleri belirtilecek tarzda tutanakla açılmasından tutunda, bu delil torbasından çıkan biyolojik materyallerin tek tek incelenip üzerlerinde lekelerin alınması, aynı zamanda bu alınan leke örneklerinin DNA izolasyon çalışmalarına başlanıp PCR (izolasyondan elde edilen DNA’nın bazı bölgeleri polimeraz zincir tepkimeleri adı verilen teknik bir işlemle binlerce kez çoğaltılması) ve denatürasyon işlemini takiben çoğaltılmış DNA ürünün genetik analizör cihazına yüklenerek kişiye has ya da olay yeri örneklerine ait DNA profilleri belirlenip, akabinde raporlandırma gibi bir dizi işlemlerin her safhasında ter dökmektedirler. Her şeye rağmen bunca işi bir arada yapan bu ekibin mutlaka bir gün hak ettiği bir konuma geleceklerdir elbet. İşte elektroforez metoduyla çalışan lazerli analizör cihazların Adli Tıp Biyoloji İhtisas Laboratuvarlarında kullanıma girmesi suçluların aydınlığa çıkarılması bakımdan devrim niteliğinde bir gelişme olsa gerektir. Eskiden bir damla kanın kolloid (kolloidal çözelti ve asıltı) üzerine konulan bir solüsyonla eritilme işleminin ardından düz bir kaba konulmak suretiyle kana ait protein moleküllerinin güç kaynağı yardımıyla ya anoda (artı elektrod) ya da katoda (eksi elektrod) hareket ettirilip taşıdıkları yüke göre birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılan protein bölgelerinin yerleri belirlenerek iş kotarılmaya çalışılırdı.. Bir başka ifadeyle agaroz jel elekroforez gibi yöntemlerle belirlenen bu bölgelerin jel kasetinden çıkarılıp boyama işleminden geçirilerek şerit veya bant halinde görünümleri sağlanıp protein miktarı direk dansitometre ile yüzde olarak örneğin toplam protein miktarı mutlak değer olarak verilirdi. Derken belirlenen bu değerler şüphelilerden alınan kan değerleriyle karşılaştırılıp kimliklendirme çalışmaları ortaya konurdu. Artık gelinen nokta itibariyle bu tür klasik ve manüel yöntemlere gerek kalmaksızın bu yöntemlerin yerini DNA izolasyonu manyetik partikül tekniği kullanılarak otomatik DNA izolasyon robotları almıştır. İşte bu son derece ileri teknikler sayesinde bir yandan DNA analiz çalışmaları gerçekleştirilirken, diğer yandan da benimde 2002 yıl sonrasında yaklaşık 15 yıl süreyle Adli Tıpta çalıştığım o dönemde STR DNA İncelemesi Power Plex Fusion 6C/Power Plex Fusion 6C direct ve Powerplex CS7 kitleriyle DNA profillerin tespit işlemleri gerçekleştirilmektedir. Nitekim içinde bulunduğum o dönemde ki çalışılan polimorfik STR DNA bölgelerine baktığımızda izole edilen DNA’dan Identifiler kiti kullanılarak PCR cihazıyla çoğaltılarak elde edilen Otozomal D8S1179, D21S11, D7S820, CSF1PO, D3S1358, THO1, D13S317, D16S539, D2S1338, D19S433, VWA, TPOX, D18S51, D5S818, FGA ve cinsiyeti gösteren Amelogenle birlikte değim yerindeyse dört başı mamur diyebileceğimiz bir eserle karşı karşıya kalınır ki onca yoğun çaba içerisinde günün yorgunluğunu çalışan uzmanların üzerinden atmasına yeter artarda. Ki, bu şahika eser tespit edilen DNA profillerinden başkası değildir elbet. Velhasıl-ı kelam, Adli Tıp karanlıkta kalan pek çok olayların aydınlatılmasında adaletin tecellisinde eli ayağı diyebileceğimiz gözde bir kurumdur. Vesselam. SELİM GÜRBÜZER https://www.enpolitik.com/yazar/seli...66-kose-yazisi |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|