AK Gençliğin Buluşma Noktası
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



 
Stil
Seçenekler
 
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 05-15-2009, 08:26   #1
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart Adnan KÜÇÜK "TÜRKİYE’DE ASKER SİYASET İLİŞKİSİNDE GELİNEN NOKTA"

Türkiye’de 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan hür ve serbest seçimlerle demokrasiye geçilmiş ise de, maalesef hala tam manasıyla çağdaş demokrasinin gereklerinin ülkemizde yerleştiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Burada demokrasinin gereklerinden birisini Türkiye özelinde irdelemek istiyorum: “Asker-siyaset ilişkisi”.

Günümüz Çağdaş Demokrasilerinde Demokrasinin Bir Gereği de Seçilmişlerin Üstünlüğü ve Belirleyiciliği İlkesidir.


Günümüz çağdaş demokrasilerinde demokrasinin bir gereği de seçilmişlerin üstünlüğü ve belirleyiciliği ilkesidir. Demokratik bir devlette siyasi toplumun mukadderatını ilgilendiren temel kararları alma yetkisi, bulundukları mevkilere halkın oyu ile belirlediği seçilmiş kişi ve organlara aittir. Kamu bürokrasisi, kendi inisiyatifi ile siyasi kararlar alamaz, onun görevi, sadece seçilmiş kişilerin göstermiş oldukları istikamette, onlara karşı sorumlu olarak teknik idari hizmetleri icra etmektir. Bunların halkı temsil yetkileri yoktur. Diğer yandan demokrasi, atanmış kişilerin seçilmiş kişi ve kurumlar tarafından denetlenebilmelerini ve gerekli hallerde görevden alınabilmelerini de gerekli kılar. Bu itibarla, yaygın bir bürokratik imtiyaz ve muafiyetler seçilmişlerin üstünlüğü ilkesi ile bağdaşmaz.



Bu Ülkede Bir Bürokratik Tahakküm Mü Var?



Şayet kanunlar ve hükümet politikasıyla ile alakalı temel kararlar, demokratik temsili meşruiyete sahip olmayan teknik uygulayıcılar tarafından alınıyorsa, veya bu kararların alınmasında bu teknik uygulayıcılar belirgin ve etkili oluyorsa; kamu bürokrasisi, kanuni ya da fiili olarak siyasi süreci yönlendiriyor, denetliyor ya da siyasi sürecin demokratik olarak işlemesini engelleyebiliyorsa, siyasi kararların alınmasında inisiyatif onlarda ise; seçilmiş kişiler, almış oldukları kararlar sebebiyle atanmış kişiler tarafından sanki bir nevi hesaba çekiliyor ya da en azından böyle bir izlenim ve algı ortaya çıkıyorsa, o ülkede her ne kadar seçimler düzenli aralıklarla yapılıyor ise de, orada demokrasinin varlığından söz edilemez. Bu ülkede bir bürokratik tahakküm var demektir.



“Silahlı kuvvetler sivil denetime ve demokratik anayasal düzene sıkı sıkıya bağlanmadan demokrasi yerleşemez...



Diamond’a göre: “Silahlı kuvvetler sivil denetime ve demokratik anayasal düzene sıkı sıkıya bağlanmadan demokrasi yerleşemez... Sivil otoritenin üstünlüğü, demokratik yoldan seçilmiş hükümetlerin, milli savunmanın hedeflerinin tanımlanmasının, örgütlenmesinin ve uygulanmasının denetimi dahil bütün alanlarda izlenecek politikalarda tartışılmaz otoriteye sahip olması anlamına gelir. Askerin rolü, milli savunma ve uluslararası güvenlik ile sınırlıdır ve sivillerin, -iç güvenlikle ilgili bütün sorumluluklardan arındırılmış olan- ordu (ve istihbarat örgütleri) üzerinde etkin gözetim ve denetim kurmaları (sivil savunma bakanlığı gibi) yönetim organları tarafından sağlanır”[1]



Demokrasilerde Sivil-Asker İlişkileri Nasıl Olmalı?



Heywood’a göre ise, demokrasilerde sivil-asker ilişkileri silahlı kuvvetler üzerinde objektif ya da liberal sivil demokratik denetim esasına dayanır; bunun temel ilkeleri de şunlardır:

“Bu denetim biçiminin temel özelliği, siyasi ve askeri roller ve sorumluluklar arasında kesin bir ayrım yapılmalıdır; bu, askerin tamamen siyasetin dışında kalması anlamına gelir. Bu çeşitli şekillerde sağlanır. Her şeyden önce askerler, parlamentoya ve halka karşı hesap vermek durumunda olan sivil liderlere tabidir. İkinci olarak, savunma ve askerlik dahil bütün alanlarda politika belirleme sorumluluğu sivil siyasilere aittir. Bu alanlarda dahi askerler sadece “tavsiye”lerde bulunabilir ve uygulamanın sorumluluğunu üstlenir. Askerler uygulamada oldukça büyük bir etki yapsalar da, bunda etkili olan çıkar gruplarından sadece birini oluşturur ve sivil yöneticilerin aldıkları kararları sorgulama yetkisine sahip değildir. Bu husus beraberinde üçüncü bir şartı getirir: İktidarda hangi parti ya da hükümet olursa olsun, silahlı kuvvetlerin siyasi bakımdan tam anlamıyla tarafsız olması gerekir[2].



Türk Siyasi Tarihi Hep Askeri Bürokrasinin Siyasi Hayata Müdahaleleri ile Doludur.



Şimdi ülkemizdeki mevcut asker-siyaset ilişkilerini yukarıda sözünü ettiğim esaslar çerçevesinde değerlendirmek gerekirse, maalesef pek iyimser şeyler söyleyebilmek mümkün değildir. Türk siyasi tarihi hep askeri bürokrasinin siyasi hayata müdahaleleri ile doludur. Esasen bu müdahale sadece askeri cenahtan da gelmemektedir; başta yargı olmak üzere diğer bürokrasi de siyasi hayatta etkili olmakta, siyasi alanı alabildiğine daraltmaktadır. Ben burada sadece askeri müdahale ile alakalı belirlemede bulunmak istiyorum.



Başbuğ Her İki Konuşmada Nelere Vurgu Yaptı?



14 Nisan 2009 tarihinde Genel Kurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, Harp Akademileri Komutanlığı’nda bir konuşma yaptı. Başbuğ, daha sonra 29 Nisan 2009 günü İletişim toplantısı yaparak gazetecilerin sorularını cevaplandırdı. Peki Başbuğ bu her iki konuşmada nelere vurgu yaptı kısaca değinmek istiyorum:



* Sık sık siyasi hayata müdahale ettiği, siyasi konularda beyanatlar verdiği, siyasilerin üzerine vazife olan konularda etkili olmaya çalıştığı için TSK’ni eleştirileri, “demokratlık kisvesi altında TSK’ni yıpratmak amacıyla TSK’ne karşı sistematik muhalefet yapılması” olarak değerlendirerek, bu yapılanların demokrasimizi geliştirmeyeceğini belirtmiştir.



* Her konuyu tartışabilme özgürlüğü devletlerin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içeremez;



* TSK, Atatürk’ün bize emanet ettiği ulus-devlet ve üniter-devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya da devam edecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın;



* Genelkurmay Başkanı görev ve sorumluluğunu, ilgili makamlarla yapacağı görüşme ve toplantılar vasıtasıyla yerine getirir, TSK gerekli hallerde görüşlerini kamuoyu ile paylaşır;



* Sivil-asker ilişkilerinin yürütülmesinde yetkili ve sorumlu makam Genelkurmay Başkanıdır. Genelkurmay Başkanının üç temel sorumluluğunu yerine getirmesi ve sivil-asker ilişkilerini yürütmesi, politik ve siyasal hareketler olarak değerlendirmek doğru değildir.



* TSK, Cumhuriyetin temel niteliklerinden birini oluşturan demokrasi rejimine bağlı ve saygılıdır.



* Sivil örgütler, giriş ve çıkışın özgür iradeye bağlı olduğu, gönüllülük temelinde işleyen açık örgütlerdir. Dinsel cemaatler ise kapalı ve içe dönüktür. Cemaate giriş ve çıkış çok farklı dinamiklere bağlıdır. Bu koşullar altında, dinsel cemaatlerin, hele çıkar çevresinde örgütlenmişse, sivil toplum hareketi olduğunu öne sürmek çok güçtür.



* Bazı cemaatler hedeflerine ulaşmada kendileri için en büyük engel olarak TSK’ni görmektedir. Bunun için de, her fırsattan istifade ederek, destekleyicilerinin de yardımıyla TSK aleyhine faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu yapılanlara karşı, hukuk devleti kapsamında TSK’nin tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek ise büyük yanılgıdır.



* TSK’nin Meclisi ya da bir partiyi boykot etmesi söz konusu olmaz. Ama, “PKK ile arasına mesafe koymayan DTP ile aynı çatı altında olmamızı bizden kimse beklemesin”.



* (Ergenekon) İddianamede 1993 yılında Bingöl’de meydana gelen olayla ilgili bir gizli tanığın ifadesi var. Gizli tanık kimdir, ne kadar güvenilir. Bütün yan dosyaları incelemedik. Ama sadece, özellikle bazı konuların gizli tanık ve itirafçılara dayanmış olması da insanı bir noktada düşünme noktasına sürüklüyor.



* Bedelli askerlik şu an için gündemimizde yok. Fazla yükümlü olduğu zaman uygulanabilir. Türkiye terörle mücadele ediyor. Bu sabah 9 tane vatan evladını kaybettik. Terörle mücadele devam ettiği zaman kimse bedelli askerliğe evet diyemez.



* Türkiye artık her sabah kalktığı zaman, acaba kimin ses bandıyla karşılaşacağız dediği bir ortama geldi. Ses bantları legal, kanuni yollarla mı olmuş? Hayır. O ses bantları gerçekten doğru mu? Hayır, bir kısmı belki doğru, bir kısmı belki ilave edilmiş. Bununla nereye gideceğiz. Bu da bizi çok rahatsız ediyor.



Başbuğ, tartışma hürriyetinin sınırlarını tayinden, ulus-devlet korunmasına, dini cemaatlerin ne kadar zararlı unsurlar olduklarından, DTP ile aynı çatı altında TBMM içinde bulunmamaya, gizli tanıklıktan bedelli askerliğe kadar siyasetin önceliği olan siyasi içerikli konulara girdi. Şimdi bütün bunlar ne anlama gelmektedir. Burada yer darlığı sebebiyle olumlu olarak değerlendirilebilecek bazı konulara yer vermedim. Benim buradaki amacım, söz konusu tutumun demokratik devlet zemininde bir değerlendirmeye tabi tutulmasıdır.



TSK’nın Bünyesinde Darbecileri Kesinkes Barındırmayacağını Vurguluyor.



Başbuğ, bu konuşmalarında, esasen açıklama ve konuşma yetkisi Başbakan, Dışişleri Bakanı ya da diğer Bakanların konuşmaları gerektiği alanlarda vurgulu bir şekilde görüş beyan etmiştir. Başbuğ burada esasen gerek bölgesel, gerekse küresel dengelerin bir neticesi olarak artık Türkiye’de Darbe yapılmasının mümkün olmadığını, artık bu saatten sonra Dünya sisteminin darbeye imkân ve izin vermeyeceğini bildiği için, TSK’nın bünyesinde darbecileri kesinkes barındırmayacağını vurguluyor.



Peki Başbuğ’un bu konuşmalarla yapmak istediği şey nedir: cevap: “Son on yılda iktidar alanı daralan, iktidar araçları yıpranan ve meşruiyeti sarsılan “askerî vesayet” rejimini yeniden kurmaya çalışıyor; iktidar için yeni araçlar deniyor. 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan modeli müdahalelerin başarısızlıklarını anlayan, fakat iktidar talebinden de bir türlü vazgeçmeyen askerler şimdi, siyasi ve toplumsal alanları denetleyici ve düzenleyici başka yolları arıyor. Doğrudan olmayan ama daha incelikli ve profesyonelce bir strateji izliyor”.



Bu durumun normal karşılanması tek başına bir ülkedeki rejimin “askeri vesayet rejimi” olduğunun açık bir delilidir. Askeri bürokrasinin bu konularda ısrarlı ve vurgulu bir şekilde görüş bildirmesi, siyasi karar alma mekanizmasının kural koyucu ve denetleyicisi olduğunu ve bu konuda ısrarlı bir tutum içinde bulunduğunu göstermektedir. Bunun, yukarıda izahı yapılan esaslar çerçevesinde hiç bir şekilde, hiç bir gerekçeyle demokrasiyle bağdaştırılabilirliği bulunmamaktadır. Esasen siyasi konularda görüş beyan eden, dahası siyasilere haddini bildirmeye kalkışan askerlerin görevden alınması Batı demokrasilerinin “olmazsa olmazları” arasında yer alırken, bizde durum tam tersi yöndedir.

TSK’nın Kendisini Bir Öz-Eleştiriden Geçirmesi Şarttır



Türkiye'nin tam anlamıyla demokratik ve hukukun üstünlüğüne saygılı bir ülke haline dönüşebilmesi için, TSK’nın kendisini bir öz-eleştiriden geçirmesi şarttır; bu, “Demokratik bir ülkede silâhlı kuvvetler sivil siyasetin ne kadar yakınında bulunabilir?” sorusu eşliğinde bir öz-eleştiridir. Aksi takdirde Türkiye’nin demokratikleşmesi gecikmeye devam edecektir. Umarım bu süreç çok fazla uzun sürmez.

 

Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi