08-05-2008, 19:32 | #1 |
Ahirzaman hengamında İstikbale hazırlık
YARINA NE HAZIRLADIK?
Malûm bu dünya bir imtihan dershanesi. Bu dershanede Cenâb-ı Hak bizleri peygamberleriyle, suhuf ve kitaplarıyla, kâinattaki azamet tecellîleriyle ve ilâhî sanat hârikalarıyla gece gündüz irşad ediyor. Bu irşadın maksadı, insanoğlunun tekrar cennete dönmesi. Bunun için de vuslat yolunda her şeyden önce nefis ve iblis engelini bertaraf etmek zarurî. Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’de bize verdiği mesajların özü bu. Dolayısıyla Kur’ânî ve nebevî mesajlara gönül vermemiz, daha doğrusu onları tatbikata geçirmemiz şart. Ancak o zaman âhirzaman hengâmı, istikbâli kazanma harmanı hâline gelir. Çünkü bu fânîden sonraki gerçek istikbâl dünya harmanında elde edilir. Rabbimiz buna işaretle buyurur ki: “Ey îman edenler! ALLAH’tan ittikâ edin (ihlâs, takvâ ve hürmet ile O’na bağlanın, isyan etmekten de sakının) ve herkes yarına ne hazırladığına baksın.” (el-Haşr, 18) MAZİ OLMAYACAK TEK YARIN VAR Herkes bilir ki bu dünyadaki bütün yarınlar izâfî yarınlardır. Her yarın vakti gelince sadece dünden ibaret olmaktadır. Fakat öyle bir günümüz olacak ki o günümüzün dünyaya ait bir yarını olmayacak. O gün, gerçek ve tek yarın olacaktır, bu da âhiret yarınıdır. İşte gerçek istikbâlimiz o yarında belli olacaktır. O yarında hayat kasetimiz bize tamamen seyrettirilecektir. Cenâb-ı Hak buyurur: “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (el-İsrâ, 14) Dolayısıyla ömrümüzün bütün meselesi, bu yarını kazanabilmek için ebedî istikbâle en güzel şekilde hazırlanmak olmalıdır. Çünkü kıyâmet gününe hazırlıksız varanlar için o gün çok dehşetli ve şiddetli geçecektir. Cenâb-ı Hakk’ın bildirdiği veçhile o gün zaten çok şiddetli bir gün olacaktır. Ancak bu şiddet ve dehşet, oraya hazırlıksız ve gâfilâne gidenlere korkunç bir musîbet olacaktır. Bu imtihan âleminde en ufak bir rahatsızlıktan korkuyoruz, en ufak bir depremden, ârızî ve semâvî âfetlerden yüreğimiz hopluyor, binbir endişe içine düşüyoruz. Çünkü canımız çok tatlı. Fakat bilmeli ki korkulardan, endişelerden ve kederlerden kurtuluşun tek yolu var. O şiddetli güne tam hazırlanmak. Çünkü ne dünyada ne kabirde ne de kıyâmette kaçacak hiçbir yer yok. Bunun için Cenâb-ı Hak, bizlere yegâne barınak ve sığınak olarak yüce zâtını göstermekte ve buyurmaktadır ki: “Allâh’a kaçın/koşun...” (ez-Zâriyât, 50) Bu Allâh’a kaçış/koşuşta ömür denen zamanı değerlendirmek çok mühim. Çünkü her şeyi geri almak, bedelini ödemek mümkün, fakat elden kayıp giden zamanı geriye almak mümkün değil.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
08-05-2008, 19:32 | #2 |
Ahirzaman hengamında İstikbale hazırlık
HAYAT IRMAĞI KIYÂMETE AKIYOR
Hızlı akan hayat ırmağı, bir daha geriden başlamıyor. Akış dâima ileri. Tersine akıntı yok. Bu itibarla Rabbimiz her âyette bizden bir derinlik ve tefekkür istiyor. Bizde bulunması gereken sıfatları kıyâmet terazisine göre talep ediyor ve takdir ettiği kullar hakkında şöyle buyuruyor: “O kullar şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler.” (el-İnsan, 7) KIYÂMETİN DEHŞETLİ MANZARASI Kıyâmet hakkındaki âyetler, muhtelif. Kimi âyetler sevindirici, kimi âyetler korkutucu. Meselâ kıyametteki dehşetli manzaranın tasvîr edildiği bir âyet-i kerîme şöyle: “Düşün o günü ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi, bir kitabın sayfalarını dürer gibi gökyüzünü düreriz.” (el-Enbiyâ) Dürülen gökyüzü, sonsuz bir okyanus. Ne kadar yıldız var sayısı belli değil. Adede vurulsa rakamlar tükenir. Denizde, çöllerde ne kadar kum tanesi varsa o kadar yıldızlar var, galaksiler var. İşte o gün hepsi tomar gibi dürülecek. Şimdiden Cenâb-ı Hak bizlere bildiriyor ki, insanlar yaşanacak bu büyük gerçeği düşünerek istikbâle hazırlanırken gaflet ve gevşeklik göstermesinler. Kulluk ve ibadetlerinde dâima canlı ve gayretli olsunlar. Yoksa o gün geldikten sonra hiçbir şey yapmak mümkün değil. O gün hiçbir pişmanlığın telâfîsi yok. O gün kâinatın tamamında deprem günü. Öyle ki âyetlerde: “Onu (kıyâmeti) gördüğünüz gün her emzikli kadın, emzirdiği çocuğu unutur. Her hâmile kadın da çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir hâlde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allâh’ın azâbı çok dehşetlidir.” (el-Hac, 2) “Peki inkâr ederseniz çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o kıyâmet gününden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?” (el-Müzzemmil, 17) buyuruluyor. Biz bugün hiçbir çocuğun korkudan ihtiyarladığını görmüyoruz. Fakat o günde çocuklar, yüzleri aksakallı, buruşmuş hâle gelecek buyuruyor Rabbimiz. Fakat; ALLAH DOSTLARINA KORKU YOKTUR |
|
08-05-2008, 19:33 | #3 |
Ahirzaman hengamında İstikbale hazırlık
Yürekleri hoplatan, âlemleri darmadağın eden kıyâmet günündeki korkuyu tatmamak, o dehşetten korunmak mümkündür.
Peki, bu nasıl olacak? Hiç şüphesiz ki Allâh’a dostluk sırrına nâil olarak. Çünkü Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede: “İyi bilin ki, Allâh’ın dostlarına asla korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyurmaktadır. Allâh’a dostluk mertebesine mazhar olmak için de “Allâh’a kaçın/koşun...” (ez-Zâriyât, 50) Kur’ân’daki ilâhî mesajlara gönül vermek, sünnet-i seniyye üzere yaşamak şart. Bu şartın temel harcı da muhabbet, muhabbet, muhabbet… Zira muhabbetimiz ne kadarsa Hakk’a bağlılık ve itâatimiz de o derecede kuvvet ve hayat bulur. Yani muhabbet olmazsa olmaz. Çünkü en zor ibadetleri de, fedakârlıkları da, çileleri de kolaylaştıran iksir, muhabbettir. Hele coşkun bir muhabbet, insanı baştan başa fazîlet ve bereket âbidesi hâline getirir. İşte bunun ölümsüz bir tecellîsi: CANDAN KOPARIP VERMEK |
|
08-05-2008, 19:33 | #4 |
Ahirzaman hengamında İstikbale hazırlık
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, bir gece hurma bahçesini sulamıştı. Mukabilinde biraz arpa aldı. Fâtıma vâlidemiz o arpanın bir miktarını öğütüp yemek yaptı. Tam iftar saatinde kapıya bir yoksul geldi ve:
“– lillâh!” dedi; “Ne olur ALLAH için bana yiyecek bir şey verin!” O iki mübârek insan, kendileri aç olduğu hâlde pişirdikleri yemeği olduğu gibi o yoksula ikram ettiler. Onu doyurdular. İkinci gün Fâtıma annemiz o arpadan bir miktar daha öğütüp pişirdi. Yine tam iftar saatiydi ki bu defa kapıya bir yetim geldi. O da: “–ALLAH için bir lokma!” dedi. Yine kendilerine hiçbir şey bırakmadan verdiler. Fâtıma vâlidemiz, üçüncü gün arpadan son kalan kısmı da öğüttü ve pişirdi. Yine tam iftar saatiydi. Bu sefer aç bir esir geldi. Rivâyete göre bu esir, Müslüman da değildi. Bir Hıristiyandı. O da: “–ALLAH için verin!” dedi. Yine kendilerine hiçbir şey bırakmadan verdiler ve suyla iftar ettiler. Üç gün peş peşe kendileri aç kalsa da muhtacı doyurmayı tercih ettiler. İşte Allâh’a ve Hazret-i Peygamber’e muhabbet frekansı. İhlâs ve takvâ tezahürü. Îsârın zirvesi. Bu hâli Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle tebcîl ve takdir buyurmaktadır: “Onlar kendi canlarının çekmesine rağmen, ye-meği yoksula, yetime ve esire verirler.” (el-İnsan, Bu âyet; Cenâb-ı Hakk’a « /lillâh» sırrı içinde nasıl bir kulluk şuuruna sahip olmamız gerektiğinin ölçüsünü bildiriyor. Allâh’a olan muhabbeti bildiriyor. Bir de Fâtıma ve Ali Efendimiz’in şefkat ve merhamet iklimindeki eşsiz fazilet ve kıymetini bildiriyor. Bu bildirme, aynı zamanda Cenâb-ı Hakk’ın bizlerden görmek istediği hususiyetlerin ifadesidir. |
|
11-08-2008, 17:01 | #5 |
Kur'an ve Sünnet'ten kesin bir delile dayanmamakla birlikte müslümanlar arasında ölüme küçük Kıyâmet (kıyâmet-i suğra) denilmesi gelenekleşmiştir. Bazı bilginlere göre bu tanımlama, ölümün âhiret hayatına bir geçiş olmasına dayanılarak yapılmıştır. Kimi bilginler ise bu tanımlamanın Kur'an'a dayandığını öne sürmektedir. Bu bilginlere göre "Allah'a kavuş(up huzura çık)mayı yalan sayanlar, gerçekten ziyana uğradı(lar). Nihayet kendilerine ansızın Saat gelince, onlar (günah) yüklerini sırtlarına yüklenerek (gelirler ve): "Orada (hayatta iken), işlediğimiz büyük kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize! " derler..." (el-En'am, 6/31) ayetinde "Kıyâmet" anlamındaki "Saat" aynı zamanda ölümü de dile getirmektedir. Bu geleneğe göre gerçek kıyâmet, Kıyâmet-i Kübra (Büyük Kıyâmet) olarak anılır.
Küçük kıyâmet (ölüm) ile başlayan ve büyük kıyâmet'e kadar süren dönem Kabir Hayatı ya da Berzah olarak adlandırılır. Kabir Hayatı içinde Münker ve Nekir adlı meleklerin sorgusu ve ölünün mü'min ya da kâfir oluşuna göre mutluluk ya da azab vardır. Kabir Hayatı'na ilişkin bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s) kabri ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çukurlarından bir çukur olarak nitelemiştir (Tirmizî, Kıyâmet, 26). Bir başka hadiste de Münker ve Nekir'in sorgusundan sonra ölünün nimetlendirildiği yada azaba uğratıldığı anlatılır. Buna göre Mü'minin mezarı yetmiş arşın genişletilir, aydınlatılır ve ona "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi Mahşer gününe kadar uyumana devam et" denilir. Münafık kişinin mezarına da "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" emri verilir. Yer, cendere gibi adamı, kemikleri hurdahaş oluncaya kadar sıkıştırır ve ölü yeniden dirilene kadar böyle işkence görür (Tirmizi, Cenaiz; 70). |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|