|
![]() |
#1 |
![]() Anadolu’yu Müslümanlaştıranmutasavvıf AHMED YESEVİ
Anadolu’yu Müslümanlaştıran mutasavvıf AHMED YESEVÎ Hoca Ahmed Yesevîler bu milletin gönlüne iman tohumunu ekince, bu necip millet İslâm’la tanışmış, kımız içerken zemzem içmeye, Orhun âbideleriyle yol bulurken, bundan böyle Hz. Kur’an’la yol bulmaya başlamışlardır. Her devirde ve asırda ümmetin kurtuluşu için varolan Allah dostlarının kalpleri, İlâhî cemâlin nurlarının madenidir. Yüzlerinde parıldayan nur ve letâfet, kalplerindeki nûrun yansımasıdır. Bu zatlar, yaşadıkları dönemde fitne karanlıkları içinde bocalayan Ümmeti Muhammed’e ışık olmuşlar, çeşitli yanlış inançların etkisinde kalıp Halikından gâfil olanlara, birer hidâyet rehberi olma görevini üstlenmişlerdir. Bu hidâyet yıldızlarından biri de Hoca Ahmet Yesevî hazretleridir. Türk dünyasının mânevî hayâtında asırlardır tasarrufu devam eden Hoca Ahmet Yesevî, büyük bir Türk mutasavvıfıdır. Anadolu’nun Müslüman Türklere yurt olması; Onun mânevî işâretiyle hazırlanmış, yine onun himmeti ve yetiştirdiği talebelerinin gayretiyle, Anadolu ebediyyen Türk yurdu olmuştur. Türk milleti, İslâm’la tanışmadan evvel birçok dini kabul etmişti. Asya’da yaşayan çeşitli toplumların ortak inanç sistemi olan Şamanizm’den tutunda, Budizm, Mûsevîlik ve Hıristiyanlığa kadar pek çok din inancı, Türkler arasında yaygınlık kazanmıştı. İşte Ahmet Yesevî ile beraber İslâm dini Türkler arasında yayılmış, gelişmiş ve asırlardır devam edegelen sûre içerisinde, İslâm dini Türk’lerin inanç birliğini oluşturan bir din haline gelmiştir. Şimdi bile dünyanın herhangi bir yerinde Türk denildiğinde, akla Müslüman gelmektedir. Hoca Ahmet Yesevîler, bu milletin gönlüne iman tohumunu ekince, bu necip millet İslâm’la tanışmış, kımız içerken zemzem içmeye, Orhun abideleriyle yol bulurken, bundan böyle Hz. Kur’an’la yol bulmaya başlamışlardır. Ve Allâh-ü Teâlâ bu necip millete, İslam dinine hizmet etmek, İ’lâ-i kelimetullâhı üç kıtaya yaymak gibi büyük bir şeref nasip etmiştir. Türk milleti olarak Hoca Ahmet Yesevî’ye çok şey borçluyuz. Dilimizin gelişip zenginleşmesinden tutunda, millî kültürümüzün inançlarımıza sımsıkı bağlı oluşuna kadar pek çok konuda Ona borçluyuz. Bakın şair Yahya Kemal Beyatlı ne diyor: “Ahmet Yesevî kim? Bir araştırın göreceksiniz, bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız.” Peki, bizler Ahmet Yesevî’yi ne kadar tanıyor, ne kadar biliyoruz. Hayatından, fikirlerinden gittiği yoldan ne kadar haberimiz var? Yıldızı bir anda parlayıp kısa zamanda sönen nice şarkıcıların, türkücülerin, sanatçı geçinen pek çok lüzumsuz kimselerin hayatlarını, hobilerini, fobilerini en ince ayrıntısına, detayına kadar biliyorken, hatta onlara olan sevgimizden muhabbetimizden fan kulüpleri kurarken, bizlere ebedî saadet yurdu olan cennetin yolunu gösteren Hoca Ahmed Yesevî’leri tanımamak, bilmemek bizler için büyük bir ayıp ve büyük bir vefâsızlık değil midir? Bir vefâ borcu olarak, Anadolu’nun Müslümanlaşmasında büyük rol oynayan bu büyük Türk mutasavvıfının hayatından, bir nebzede olsa bahsetmeye gayret edelim. Türkistan’da yetişen en büyük velîlerden biri olan Hoca Ahmet Yesevî, Nakşî silsilesinin altın halkalarından Yusuf-u Hemedânî hazretlerinin halifelerindendir. Küçük yaşlarından itibaren ilme başlayan Ahmed Yesevî, ilk eğitimini ünlü bir âlim olan babasından aldı. Babasını küçük yaşta kaybedince Yesi şehrine gitti. İşte burada, Peygamber Efendimizin mânevî işaretiyle Ahmed Yesevî’yi yetiştirme vazifesini üstlenen Aslan Baba, onu himâyesine aldı. O sıralar henüz yedi yaşlarında olan Ahmet Yesevî’ye hem hocalık, hem de mânevî babalık yaptı. Daha küçük yaşlarından itibaren böylesine efsânevî bir veli olan Aslan Babanın elinde mânevî eğitim almaya başlayan Ahmet Yesevî hazretleri, bu ilk mânevî üstâdının vefatına kadar yanında kaldı. Arslan Baba vefat edince, onun ölmeden önce yaptığı vasiyet ve işâretiyle, o zaman Türkistan’ın en önemli İslâm merkezi olan Buharâ‘ya gidip, dönemin ünlü mutasavvıflarından şeyh Yusuf-u Hemedânî hazretlerine intisab etti. Onun irşad ve mânevî terbiyesi altına girdi. Yusuf-u Hemedânî hazretlerinin hizmetinde bulunup, sohbetlerinde yetişen ve velâyet mertebelerini aşarak kemâle eren Hoca Ahmet Yesevî hazretleri, onun en önemli dört halifesinden biri oldu. Şeyh-i Yusuf Hemedânî’nin vefâtından sonra, Buhâra’da bir müddet ders verdi. Fakat aldığı mânevî bir işâret üzerine, talebelerini Yusuf-u Hemedânî hazretlerinin en büyük halîfesi olan irşad makamındaki, Abdülhâlık Gücdüvânî hazretlerine bıraktı. Ve Onunda onayı ile tekrar Yesi şehrine döndü. Bundan böyle Yesi’de hizmet ve irşad faaliyetlerine devam edip ömrünün sonuna kadar orada kaldı. Böylece Yesi, Hoca Ahmed Yesevî’nin ilim, hikmet ve feyiz dağıttığı bir tasavvuf merkezi haline geldi. Türkistan’ın hemen hemen her yerinden gelen talebelerle, tedris ve irşad halkasını iyice genişleten Hoca Ahmet Yesevî hazretlerinin büyüklüğü ve şöhreti, kısa zamanda her tarafa yayıldı ve zamanın en büyük velilerinden biri oldu. On binlerce talebe yetiştirip onları sadece Maveraünnehir bölgesine değil, uzakdoğudan tutunda Anadolu ve Avrupa içlerine kadar gönderdi. O’nun yaşadığı devirde Orta Asya’daki Türk topluluklarının hepsi İslâm Dinine girmiş değillerdi. İslâm’a girenler de, kendileri için yeni olan bu dinin esaslarını henüz tam olarak özümseyememişlerdi. İşte Hoca Ahmet Yesevî hazretleri tam bu sırada ortaya çıktı ve onların mânevî hayatlarında adeta bir ihtilâl yaptı. Küçük yaşından itibaren hayatı ilimle geçmiş, gerek zâhirî, gerekse batınî her yönden donanımlı olan bu büyük mâneviyât adamı, Orta Asya Türk’lerini derinden etkileyerek, onların Müslüman oluşunda önemli bir rol oynadı. Hoca Ahmet Yesevî, Farsça ve Arapça’yı çok iyi bilmesine rağmen o yöre halkının diliyle konuştu. Niçin?! Efendimizin: “İnsanlara akıllarına ve anlayış seviyelerine göre konuşun” tavsiyesine göre hareket ederek, o bölgede yaşayan geniş halk kitlelerinin anlayacağı sâde bir Türkçe ile onlara hitâp etti. Zaten bu metod; yani insanlara anlayacakları şekilde islâmı anlatmak tebliğ usûlünün de gereğidir. Ahmed Yesevî hazretleri, “Hikmet” adı verilen şiir ve deyişleriyle, Kur’ân ve Sünnet ışığında gönüllere hitâbeden bir tarzda çağrılar, tembihler ve îkazlar yaptı. Bu hikmetli sözlerinde, şeriat erkânını ve tarikat âdaplarını anlatan Ahmed Yesevi hazretleri, bu deyişlerine “Hikmet” adını vermesi de rastgele değildir. Zira Nahl Süresi’nin 125’inci ayetinde “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel nasihatle dâvet et” buyurulmaktadır. İşte bu âyeti kerimedeki ifâdeye binâen “Hikmet” adı verilen bu dörtlükler, daha sonra “Divân-ı Hikmet” ismiyle kitap haline getirilmiştir. Nitekim, Ahmet Yesevî hazretleri bir hikmetinde; Benim hikmetlerim hadis hazînesidir Kişi pay görmese, bil habistir Benim hikmetlerim Sübhân’ın fermanı Okuyup bilsen hepsi Kur’an’ın anlamı, demektedir. Hoca Ahmed Yesevî’nin hayatında en çok dikkatimizi çeken hususlardan biri de şudur ki; altmış üç yaşına girdikten sonra tekkesinin bir tarafına üç arşın derinliğinde bir çilehâne yaptırmış ve oraya çekilip ibâdet ve riyâzet ile meşgûl olmuştur. Bu gün hâlâ kullanılan bir yeraltı yolu ile, cemaate ve cuma namazlarına, yıllarca güneş ve ay yüzü görmeden devam etmiş, vefatına kadar da oradan dışarıya, yani toprağın üzerine hiç çıkmamıştır. H oca Ahmed Yesevî hazretleri bu şekilde uzlete çekilmesinin sebebini “Hikmet”lerinin birçoğunda şöyle açıklıyor: “Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm altmış üç yaşında vefat etmiş, mübarek beden-i şerifleri toprağın altına inmiştir. Bu yüzden toprağın üzerinde Peygamber Efendimiz’den daha fazla gezmekten hayâ ederim”. Böylesine bir konuda bile, Efendimiz’e uymak hususunda bu kadar hassasiyet gösteren Ahmed Yesevî hazretlerinin, Sünnet-i Nebeviyye’ye ne derece bağlı olduğunu anlatmaya gerek yok sanırım. Efendimize uymak, sünnetini yaşamak adına böylesine bir anlayışa sahip olan Ahmet Yesevî hazretlerine, bizler bu gün ne kadar sahip çıkıyoruz ve bu büyüklere ne kadar tabi oluyoruz?! Hoca Ahmed Yesevî dün olduğu gibi bugün de, dünyadaki bütün Müslüman Türkleri mânevî kanatları altında toplayan mânevî yol göstericimiz olmaya devam etmektedir. Yeter ki, mânevî atamız durumundaki Hoca Ahmed Yesevîler’i tanıyalım, Allah dostlarını bilelim, sevgi ve muhabbet üzere onların dosdoğru yolundan ayrılmayalım. Fî Emânillâh! NOT; KASRI ARİFAN DERGİSİ ŞUBAT 2008 SAYISINDAN ALINTI.MUSTAFA ÖZŞİMŞEKLER
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|