01-02-2012, 02:18 | #1 |
Ahmet Altan'dan Erdoğan'a Uludere Cevabı!
Dünkü Taraf Gazetesi manşetine kızan Başbakan Erdoğan'a Ahmet Altan köşesinden sert çıktı: Polemik yapma hesap sor..
Başbakan Erdoğan dün cuma namazı çıkışı gazetecilerin sorularını yanıtlamış ve isim vermeden Taraf gazetesinin 'DEVLET HALKINI BOMBALADI' manşetine sert çıkmıştı. Yapılan haberi de insafsızca bulan Erdoğan, 'Acımasız başlıklardır. Hiçbir devlet kalkıp da bilerek kendi halkını bombalamaz. Bilir bilmez yazan çizen bazı köşe yazarı sıfatıyla cambazlar var. İstihbarat örgütlerimizi daha iyi biliyorlarmış. Güya böcekleri var. MİT'in verdiği son anda bir bilgi yoktur. Bunlar 9-10 gün öncesine ait bir bilgidir. MİT de bu konuda yazılı bir açıklama yapacaktır' demişti. Başbakan Erdoğan'ın sert çıkışı sonrası herkes Taraf'tan manşetten bir cevap beklerken aynı zamanda gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olan Ahmet Altan köşesinden Erdoğan'a cevap verdi. İşte Ahmet Altan'ın '10 gün' başlıklı o yazısı: Başbakan Erdoğan dün Uludere'deki katliamla ilgili açıklamalar yaparken, Taraf'ın "Devlet halkını bombaladı" manşetini de "insafsız" olmakla suçladı. İnsafsızlık manşette değil. İnsafsızlık, devletin otuz beş kişiyi bombalayarak öldürmesinde. HESAP SOR POLEMİK YAPMA Erdoğan'dan beklenen, "halkını bombalayan" devletten hesap sorması, gazetecilerle polemik yapması değil. Tabii, devletin içindeki "yapılanmaları" kalıcı bir şekilde temizleyip köklü bir sistem değişikliğine gidemeyince sonunda iş insanları öldüren "devleti savunmaya" geliyor. Bu tür olaylar, "Ergenekon bitti, askerî vesayet geriledi, biz devletin kontrolünü ele geçirdik" aymazlığının sonuçları, bu sistem devam ettiği sürece bu devleti "sivillere" vermezler, sen devleti yönetiyorum sanırken devlet seni yönetir. DEMOKRATİK BİR SİSTEM KUR Devletin yöneticisi sensen bu katliamın hesabını ver, devletin yöneticisi sen değilsen, devleti halkın oylarıyla seçilenlerin yöneteceği demokratik bir sistem kur. Böyle iki arada bir derede kalırsan, ne devleti yönetebilirsin ne de yeni bir düzen kurabilirsin, "bu insanları kim öldürdü" diye şaşırır kalırsın. Kendi halkının cenazesine bile gidemezsin. Bu, Türkiye'nin genel durumu, AKP'nin kararsızlığının Türkiye'yi ağır ağır yeniden soktuğu kanlı çıkmazın büyük resmi. Bir de bu son facianın gerçekleri var. Başbakan, Baransu'nun "MİT'ten o akşam istihbarat geldi" diyen haberini pek de kibar olmayan bir dille yalanlarken "Rapor o gece değil, dokuz on gün önce geldi" dedi. GARİP BİR TUZAK KOKUSU VAR Bu açıklama, son faciadaki "tuhaflıkları" daha da arttırıyor. Garip bir "tuzak" kokusu var bütün bu olayda. On gün önce gelen raporla ilgili kapsamlı bir araştırma niye yapılmadı? Bugün Baransu'nun haberinde okuyacaksınız, gelen istihbarat raporunda "Bahoz Erdal'ın kaçakçı kılığında sınırı geçeceği" söyleniyor. PKK'lıların "kaçakçı kılında sınırı geçeceği" söylenen bölge, "kaçakçı köylerinin" bulunduğu bölge. Hemen hemen her gece o yoldan kaçakçılar gelip geçiyor. KAÇAKÇILARIN NE ZAMAN GİDİP GELDİĞİ BİLİNİYOR Bu kaçakçılar, devlete yabancı olmayan, devletin neredeyse isim isim tanıdığı, güvendiği için sınırı açtığı, sıkıştırmadığı insanlar, nereye gidip geldiklerini, ne zaman gidip geldiklerini biliyor. Şimdi, "kaçakçıların cirit attığı bölgeden kaçakçı kılığında geçeceği söylenen PKK'lılarla kaçakçıları birbirinden ayırmak için ne yapmalıyız" sorusuna cevap vermek için bir istihbarat âlimi ya da bir kurmay dehası olmaya gerek yok, yapacağın ilk iş "o bölgeye bir süre gerçek kaçakçıları sokmamak" ki karışıklık olmasın. Peki, bu istihbarat raporundan sonra kaçakçılık denetimleri artmış mı? Hayır. Kaçakçıların o bölgeye girmesi engellenmiş mi? Hayır. 10 GÜN ÖNCE GELEN İSTİHBARAT Neden, PKK'lıların kaçakçı kılığında geçeceğine dair on gün önceden gönderilmiş bir istihbarat varken gerçek kaçakçıların o bölgeye girmesine izin verilmiş? Bunun cevabı yok. Mazlumder'in bu olayla ilgili raporunda, "özellikle son bir ayda kaçakçılara daha geniş bir geçiş serbestîsi tanındığı" söyleniyor. Bu serbestî, son istihbarat raporuna rağmen niye devam etmiş? Cevabı yok. Neden, bombardıman başlamadan önce o bölgedeki birliklere, "Bu gece o bölgede kaçakçı grubu var mı" diye sorulmamış? Bunun da cevabı yok. BOMBARDIMANI DURDURUN ONLAR BİZİMKİLER Üstelik bombardıman başlayınca köy ahalisinden eski bir korucu, birliğe telefon edip"Bombardımanı durdurun, bunlar bizimkiler" demiş, cevap olarak, "Biz bir şey yapamayız Diyarbakır'ı ara" demişler. Müdahale etmemişler. Bütün bu cevapsız soruları yan yana koyduğunuzda, o zavallı köylüleri "kurban edecek" bir tuzağın hazırlanmış olması ihtimalinin çok güçlü olduğunu görüyorsunuz. Aynı Dağlıca'daki, Aktütün'deki şüpheli belirsizlikler var bu olayda. Her şey tuhaf, her şey akla aykırı. Bu katliamın birinci kurbanı devletin bombalarıyla parçalanan 35 köylü. BU KATLİAMIN İKİNCİ KURBANI HÜKÜMET İkinci kurbanı da kendini devletin "hâkim-i mutlak"ı sanan hükümet. Kendine en fazla güvendiği sırada siyasi hayatının en ağır darbelerinden birini yedi, büyük bir prestij kaybına uğradı, devleti yönetemediği, duruma hâkim olamadığı ortaya çıktı. Kürt meselesi çözümlenmediği sürece sivil bir hükümet bu devleti gerçek bir hükümet gibi yönetemez, her an bir tuzağa düşebilir. Kürt meselesini çözecek olan da "eşitliğe, hukuka, hakka" dayalı demokratik bir yapı kurmaktır. ERDOĞAN BÖYLE BİR YAPI KURMAYI BECEREMİYOR Erdoğan böyle bir yapı kurmayı beceremiyor, kendini medyanın yarattığı sanallık içinde "devletin egemeni" sandığından beri galiba kurmayı da istemiyor, bu düzen devam etsin, o da onu yönetsin istiyor. Bu mümkün değil, bunun mümkün olmadığını bombalarla parçalanan 35 köylü hepimize gösterdi, hepimiz durumu görüp anladık, bir Erdoğan anlamadı galiba. Onun da anlaması için daha kaç tuzağa düşmesi, daha kaç insanın ölmesi gerekiyor acaba?
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|