![]() |
#1 |
![]() Allah’tan bir mani çıkmazsa Dışişleri Bakanı Abdullah Gül cumhurbaşkanı olacak. Peki bu durumda dışişleri ne olacak? Gül’ün yerine geçeceği söylenen Ali Babacan, Brüksel ve Washington ağırlıklı bir dış politika için biçilmiş kaftan gibi görünüyor; fakat son yıllarda izlenen bağımsız Ortadoğu politikalarının devamı ve inkişafı için Ali Babacan herhalde uygun bir bakanı adayı değil. *** “Bağımsız Ortadoğu politikaları” dedik… Şimdi, “Hangi bağımsız politikalar? Başbakan Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanı değil mi?” gibi itirazlar yükselecektir... “Gelmiş geçmiş en Amerikancı hükümet”ten söz edilecektir… AK Parti hükümetinin Amerika Birleşik Devletleri’nden habersiz ve izinsiz hiçbir şey yapmadığı ileri sürülecektir… Gerçekten de AK Parti daha kuruluş günlerinde ABD’ye açık çek vermişti. Erdoğan’ın, ‘Amerikan düşmanlığı yapmak ayıptır’ mealindeki konuşmalarını ve 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçmesi için gösterdiği olağanüstü gayreti gayet iyi hatırlıyoruz. Gül’ün “Biz (Irak’ı işgal eden) koalisyonun içindeyiz” gibi beyanatlarını da gayet iyi hatırlıyoruz. ABD ile stratejik ortaklığın altını çizen mutabakat metnini, hakeza. Fakat AK Parti hükümetinin dış politikasını sadece bunlara bakarak değerlendirmek yanıltıcı olur. “Gelmiş geçmiş en Amerikancı hükümet” olarak görülen AK Parti hükümeti, paradoksal bir şekilde, ABD’yle ‘stratejik çatışmalar’a da girmiştir. ABD Başkanı George W. Bush “Suriye üzerindeki siyasi ve iktisadi baskılar arttırılmalıdır” diye yırtınırken, Suriye hükümeti ile birbirinden önemli siyasi ve iktisadi anlaşmalar imzalamıştır mesela… ABD’nin hatırı için İran’a tavır koymaya yanaşmamış, tam tersine güvenlik ve enerji alanlarındaki işbirliğini geliştirerek İran’la safları sıklaştırmıştır… Bizim arzu ettiğimiz kadar gür bir sesle olmasa da HAMAS’a sahip çıkmış ve TİKA (Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı) vasıtasıyla ambargo mağduru Gazze’ye yardım ulaştırmıştır… Bunlar, Refahyol Hükümeti’nin D-8 hamlesinden sonraki en radikal dış politika hamleleri değil mi? Şöyle bir iddia var: “AK Parti’nin müspet gibi görünen bazı Ortadoğu politikaları aslında Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yürütülen entegrasyon faaliyetleridir.” Öyleyse ABD niye hop oturup hop kalkıyor? ABD’yi ziyaret eden siyasetçilerimiz ve bürokratlarımız niye bir kenara çekilip Suriye ile yakınlaşmanın hesabını vermeye zorlanıyor? ABD Elçiliği Sözcüsü, İran’da milyarlarca dolarlık doğalgaz yatırımı yapmaya ve İran üzerinden gelecek Türkmenistan doğalgazını Avrupa’ya taşımaya hazırlanan Türkiye’yi niye tehdit ediyor? Hayır; Müslüman komşularımızla karşılıklı bağımlılığı geliştirmeye matuf bir siyaset ABD’ye değil bu toprakların bağımsızlığına hizmet eden bir siyasettir; zira birbirine damardan bağlı olan ülkeler ABD’nin hatırı için birbirine giremez. *** Dış politikadaki mezkûr açılımların köklerini Büyük Ortadoğu Projesi’nde değil, Başbakanlık Dış Politika Danışmanı ve ‘fiili dışişleri bakan yardımcısı’ Büyükelçi Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu hocanın abidevi eseri Stratejik Derinlik’te aramak gerekir. Davutoğlu diyor ki: “Türkiye’nin Ortadoğu politikası ... ciddi bir revizyondan geçirilmek zorundadır. Bu asrın ilk çeyreğinde Ortadoğu bölgesinin en stratejik kuşaklarını kaybeden, ikinci ve üçüncü çeyrekte bölge ile genelde bir yabancılaşma süreci yaşayan, dördüncü çeyrekte ise tekrar yöneldiği bölgede inişli çıkışlı ilişkiler zinciri geliştiren Türkiye bölge ile olan ilişkilerini yeniden ve köklü bir şekilde değerlendirmek zorundadır. Özellikle AB ile yaşanan ve üyelik sürecini gittikçe imkansızlaştıran gerilimli ilişkiler ağı Ortadoğu’ya yönelik kapsamlı bir bölgesel stratejinin geliştirilmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Aynı anda hem Avrupa’dan hem de Ortadoğu’dan kopan bir Türkiye’nin bölge ve kıta ölçekli politikalarda başarılı olabilmesi mümkün değildir. .... Türkiye ... yakın komşuları ile yaşamakta olduğu güven bunalımını aşabilmek için geniş kapsamlı bir barış planı ile ekonomik ve kültürel ağırlıklı ilişkileri geliştirme paketini aynı anda devreye sokmalıdır. Komşu ülkelerle ilişkilerin sürekli gergin tutulması, hele hele PKK terörüne karşı bir dönem bazılarının teklif ettiği gibi bütün güney hattımızı kuşatan Suriye sınırının boydan boya elektronik aygıtlarla bir duvar gibi örülmesi türünden tekliflerin hiç bir rasyonel temeli yoktur. Türkiye bölgede etkin olmak istiyorsa komşuları ile arasında elektronik nitelikli Berlin duvarı oluşturmaktansa var olan duvarları da aşabilen politikalar üretmelidir. Türkiye’nin yakın komşuları ile olan ilişkilerinin sürekli gergin tutulması da, bu sınırların kâh Kuzey Irak’ta olduğu gibi iç savaşla, kâh İran’la olan ilişkilerde olduğu gibi ideolojik gerekçelerle, kâh Suriye örneğinde olduğu gibi arızî bunalımların kronikleştirilmesi suretiyle istikrarsızlaştırılması da aslında dolaylı olarak Türkiye’yi sınırlarına hapsederek kontrol altında tutmaya yöneliktir. Yapılması gereken bu korkuları aşarak Türkiye’yi kendi komşuları ile rasyonel ilişkiler kurabilen, sınır ötesi ittifaklarla da bölgesel etkinliğini artırabilen bir konuma getirmektir. Komşularımızdan kaynaklanan dış politika riskinin azaltılması için karşılıklı bağımlılık düzeyini yükseltecek adımlar atılması belli bir hareket alanı sağlayacaktır. Karşılıklı bağımlılık ilişkisi, dış politika projeksiyonu tutarlı olan ülkelerin lehine işleyen mekanizmalar üretir.” *** 2001’de basılan Stratejik Derinlik, 2002 sonunda AK Parti’yle beraber ‘iktidara’ geldi. Daha doğrusu ‘iktidar ortağı’ oldu. Bir yandan Amerikancılık-Avrupacılık yapılırken, öbür yandan Ortadoğuculuk ve hatta Afrikacılık yapıldı (Stratejik Derinlik’te Afrika açılımını öngören bir bölüm de var). Stratejik Derinlik zaman zaman öyle ağır bastı ki, ABD’nin Türk basınındaki kalemşorları “Dış politika bir Üçüncü Dünya’cıya teslim edildi” diye feryat ettiler. Davutoğlu’nun kellesi istendi. Bugün-yarın görevden alınır diye korktuk, fakat Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ona ısrarla sahip çıktı. Davutoğlu’nun –ve Türkiye’nin- en büyük ‘şans’ı, Stratejik Derinlik’e itibar eden bir dışişleri bakanının bulunuyor olmasıydı. Şimdi o dışişleri bakanı gidiyor. Yerine Ali Babacan geliyor. Belki de Egemen Bağış… Stratejik Derinlik ne olacak? Meçhul. *** Bize göre dışişleri bakanlığı için en uygun isim Ahmet Davutoğlu. Yıllar evvel Mümtaz Soysal nasıl meclis dışından dışişleri bakanı olduysa, Davutoğlu da olabilir. Gelin görün ki, Davutoğlu, bakan olmak şöyle dursun, mevcut pozisyonunu bile terk edip üniversiteye dönmekten bahsediyor. Bu, dış politikada stratejik derinliğin sonu olabilir. Davutoğlu’na “git” diyorlarsa yapılacak bir şey yok; ama “kal” dedikleri halde gitmeyi düşünüyorsa kararını mutlaka değiştirmesi gerekir. Tamam, Davutoğlu bir ilim adamı… Üniversiteyi özlüyor, yeni eserler vermek istiyor… Fakat, pratiğin mümkün olduğu yerde teoriyle iktifa etmek olacak şey mi? *** Ahmet Davutoğlu’na açık mektup: Biz Stratejik Derinlik’in kuvveden fiile çıkmasına hayati önem atfediyoruz sayın hocam; ya siz? “Ben de buna hayati önem atfediyorum” diyorsanız o mevzii terk etmezsiniz; hükümete stratejik derinliği telkin etmeyi ısrarla sürdürürsünüz; müstakbel dış işleri bakanına da bu konuda yardımcı olursunuz… İstifanızın doğuracağı muazzam boşluğu bile bile görevinizden istifa etmeniz halinde aleyhinizdeki ilk yazıyı ben yazacağım! HAKAN ALBAYRAK GERÇEK HAYAT DERGİSİ / 8sutun.com
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|