|
![]() |
#1 |
![]() ![]() 17 Ağustos 1999'ta sabaha karşı, Ahmet Davutoğlu, şiddetle sallanan evinden kendini dışarı attıktan sonra, o sırada Eskişehir'de bulunan eşi ve çocukları için kaygılanmaya başladı. İstanbul Bahçelievler'deki evinin sokağında bir süre sıkıntıyla bekledi. Bulabildiği bir telefondan Eskişehir'le temas kurup, endişe edecek bir şey olmadığını öğrendiğinde ancak rahatlayabildi. Herkesin sağlığı yerindeydi ama onun içindeki sıkıntı yine de dağılmamıştı. Üzerinde çalıştığı kitabın büyük bir bölümünü içeren dosyalar bilgisayarındaki diskette kalmıştı ve şiddetli bir artçı sarsıntı daha yaşanması halinde, evdeki diğer bir sürü öteberiyle birlikte onca yıllık emeği de yıkıntılar arasına karışabilirdi. Düşünüp taşınıp kararını verdi. Komşularının aksi yöndeki telkinlerine kulak asmadan evine koştu. Bilgisayardaki disketi hızla çekip aldı ve "Stratejik Derinlik" adını verdiği çalışmasının büyük bölümünü depremden kurtardı. Artık gerçekten rahatlamıştı. Depremden güç bela kurtarılan kitap 2001'de yayımlandıktan sonra büyük bir yankı uyandırmadı. Hem içerik hem de yöntem açısından takdir edilse de, doğal olarak, sadece uluslararası ilişkiler teorileriyle ilgilenen sınırlı bir öğrenci ve akademisyen grubunun dikkatini çekti. Esas gürültü çok sonra koptu. Bugün özellikle komşu ülkelere açılımları art arda uygulamaya sokan yeni Türk dış politikasının temel ilkeleri, "Türkiye'nin Uluslararası Konumu" alt başlığını taşıyan Stratejik Derinlik'te çok önceden yazılmıştı. Kitabın artık Dışişleri Bakanı olan yazarı Davutoğlu, Türkiye'nin son günlerde dillerden düşmeyen "eksen"ini çalışmasında enine boyuna tartışıyordu. Bakan, "Ne coğrafi ne de tarihi olarak Avrupa'dan kopabilir" diyerek nitelediği Türkiye'nin, bölgedeki rolünün de bir an evvel farkına varması gerektiğini söylüyordu. Türkiye'ye merkez ülke rolü biçiyor ve bu rolü hakkınca oynaması lazım geldiğini belirtiyordu. "Tarihte edilgen değil etken olmak, tarihi okumak değil yazmak iddiasındaki her toplum, önce içinde bulunduğu sabit veriler olan zamanı ve mekânı yeniden yorumlamak zorundadır." Bu yeni yorumu içeren Stratejik Derinlik halihazırda 30. baskısını yaptı. 584 sayfalık hacimli çalışmayı altını çize çize okuyan ilk öğrenciler, muhafazakâr bir çevreden gelen, kendisini kitaplarına ve öğrencilerine adamış, mütevazı bir profesörle tanışıyorlardı. O günlerde Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanlığı görevini yürüten, Marmara Üniversitesi'nde ve Harp Akademisi'nde misafir öğretim üyesi olarak dersler veren Davutoğlu, politikaya girmeyi aklından bile geçirmiyor, kendisine son derece bağlı yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tezleriyle ilgileniyor, kafasındaki yeni kitap fikirlerini kâğıda dökmek için uğraşıyordu. Aktif politikaya ilk daveti Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) kuruluş çalışmaları sırasında aldı. Akademiden kopmak istemediği için, milletvekilliği yerine danışmanlık yapabileceğini söyledi. 3 Kasım 2002 genel seçimlerinden sonra AK Parti'nin iktidara gelmesiyle, Başbakanlık Başmüşavirliği ve Büyükelçi unvanıyla danışmanlık görevi üstlense de, esas uğraşı olarak gördüğü derslerine devam etti. Yıllar ilerledikçe danışmanlık programı giderek yoğunlaştı ve 2004'ten itibaren akademik görevlerinin hepsine bir son verdi. Ankara'ya iyiden iyiye yerleşen profesör, üç Dışişleri Bakanı'nın (sırasıyla Yaşar Yakış, Abdullah Gül ve Ali Babacan) arkasında ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın tam desteğiyle, kitabında da öngördüğü politikaları hayata geçirmek için sistemli ve yoğun çalışmalarına başladı. Çalışmaları yankı buldukça, bir zamanlar sadece dar bir çevrenin tanıdığı, kendi halindeki profesörün ismi hem halkın hem de uluslararası politika aktörlerinin arasında yayılmaya başladı. Stratejik Derinlik'i 1 Mayıs 2009'dan sonra satın alanlar, artık Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun kitabını okuyorlardı. Devlet görevleri bile, Davutoğlu'nun öğrencileriyle arasına giremedi. Davutoğlu Hoca, öğrencilerinin tezlerine göz kulak olmaya, okumaları gereken kitapları, gitmeleri gereken üniversiteleri önermeye devam etti. Zaten eninde sonunda onların arasına dönmeyi umuyordu. 1 Ekim 2007'de PKK'nın Dağlıca Karakolu'na düzenlediği büyük çaplı baskından hemen önce, danışmanlık görevinden ayrılmak üzereydi. Stratejik Derinlik'in devamı niteliğindeki Tarihi Derinlik ve Kültürel Derinlik isimli iki çalışmayı hemen hemen bitirmişti. Baskın haberi planlarını değiştirdi, yakın çevresine "Şimdi bırakamam" dedi (Bu araştırma sırasında Davutoğlu'nun yakın çevresindeki birçok isimle konuştuk, ama çoğu devlet görevinde bulundukları için isim ve unvanlarıyla anılmamayı tercih ediyor.) Türkiye o sonbaharın sonuna doğru, neredeyse Irak'a savaş açacaktı. Kolları sıvayan danışman, işine daha da gayretle sarılıp krizden barış ortamına geçişe el verecek görüşmelere start verdi. Geçen Ekim ayı sonunda Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'yle imzalanan anlaşmalar ve bölgedeki kampların boşaltılıp PKK'nın silahsızlandırılması yönünde Kuzey Iraklı yöneticilerle varılan görüş birliği, bugün hükümetin terörü bitirmeyi hedefleyen Kürt açılımının somut meyvelerinden biri. Bakan Davutoğlu, yakın çalışma arkadaşlarına "bugün akademide olsam, Dağlıca'dan şimdiki duruma nasıl gelindiği üzerine bir ders vermeyi düşünürdüm" diyecekti. Kitapları çok şey anlatıyor olabilir ama sıkı ilişkilerini hiçbir dönem ihmal etmediği yakın çevresi dışında, bakan tam bir kapalı kutu. Mesafeli davrandığı medyadan, uyguladığı siyaseti anlatmanın dışında bir fayda beklemiyor. Beri yandan, Cumhuriyet tarihinin en faal bakanlarından biri olarak, durup kendini anlatmaya gerçekten de vakti yok gibi. Dışişleri'nin Ankara Balgat'taki binasındaki makamına pek yerleşmiş sayılmaz; çünkü altı ay boyunca elliyi aşkın seyahat yaptı. Sadece Ekim ayında 13 ülkeye gitti (gündemi belirleyen İran, Irak, Pakistan, İsviçre, Azerbaycan seyahatleri de bu dönemdeydi.) Çekirdek ekibinden bir yetkili "Son 70 günde en fazla 5-6 gece evimizde kalmışızdır" diyor. Başbakan danışmanlığı döneminde yaptığı ve bazıları büyük gizlilik içinde yürütülen yolculukların sayısını ise kendi çalışma arkadaşları bile hesaplayamıyor Ekibinden bir isim "Bazı gezileri o kadar gizli idi ki, bunları bilenler uçaktaki mürettebat dahil iki elin parmağını geçmiyordu" diyor. Bakan bu gezilerden istediği sonucu aldı. Hükümetin Davutoğlu rehberliğinde uyguladığı politikalar Türkiye'yi kendi bölgesinde; Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya üçgeninde, eskiye nazaran daha sözü dinlenen ve ihtiyaç duyulan bir konuma getirdi. Komşularla (hele ki Irak gibi sorunlu olanlarla) mevcut problemlerin çözülme yoluna girmesi ve sorun yaşayan komşuların da arasını bulma girişimleri (mesela İsrail ile Suriye arasındaki dolaylı görüşmelerde oynanan rol) Türkiye'nin itibarını daha da arttırdı. Bu itibar, bölgedeki birçok oyuncu açısından Davutoğlu'nun şahsında vücut buluyor. Çok değil birkaç yıl önce, Londra'da Arapça yayımlanan Hayat Gazetesi'nde şu satırları okumak, herhalde mümkün değildi: "Sayın Davutoğlu, bölgede sözü geçen ve deneyim sahibi bir bakan olarak, Lübnan'ı yalnız bırakmayın. Aylardır hükümetten yoksun olan kırılgan Lübnan, iç sorunlarının çözümü için sizin gibi bir terziye muhtaç." Hayat'tan Gassan Şerbel'in yazısı, Türkiyeli okurlarda hayret uyandıracak kadar yoğun bağlılık ve övgü cümleleriyle devam ediyordu: "Birçok kriz sizin el atmanızı bekliyor. İlgi alanınız büyük Ortadoğu'yu kapsıyor, hatta aşıyor. Valizinizde fikirler, temenniler, çözümler ve ilaçlar taşıyorsunuz. Geleceğin penceresisiniz." Şerbel gibi düşünenler bir kenara, bu yeni yaklaşım tarzı elbette herkesi memnun etmiyor. Geçen seneki Gazze saldırısının ardından, İsrail ile ilişkilerin giderek gerilmesine (Son olarak Ekim ayında Konya'da düzenlenen ve İsrail'in de katıldığı Anadolu Kartalı tatbikatı iptal edildi.) Paralel olarak, Türkiye'nin özellikle bölgedeki Arap-Müslüman ilişkilerle görülmemiş bir işbirliği içine girmesi, Türk dış politikası hakkındaki tartışmayı bir soruda kilitledi: Türkiye yüzünü Doğu'ya mı dönüyor? Renk vermese de, bu soru Davutoğlu'nu öfkelendiriyor. Sükûnetiyle tanınan ve üşenmeden her şeye cevap veren Bakan'ın yüzü bu soruyla muhatap olduğunda kararıyor ve ince bir alayla, bunu Türkiye'ye merkez ülke rolünü yakıştıramayanların, bölgede aktif bir politika gütmeyi çok görenlerin ürettiği bir yorum olarak gördüğünü söylüyor. Yine de, Davutoğlu'nun sorudan hazzetmemesi, soruyu ortadan kaldırmıyor. Batı'daki birçok düşünce kuruluşu ve basın yayın organı bu perspektif üzerinden konuşmaya ve Türkiye'nin rolünü sorgulamaya devam ediyor. Örneğin Wall Street Journal'da yakın tarihte yayımlanan "Türk Dürtüsü" başlıklı bir yazı, Türkiye'nin yeni yönelimlerinden kaygılandığını açıkça belli ediyor: "Erdoğan belki de, Türkiye'nin geleceğinin Batılı muhataplarının kuyruğunda değil, Müslüman dünyanın tepesinde olduğu düşüncesiyle kumar oynuyor. Laiklik, hoşgörü, özgürlük ve Doğu ile Batı arasında bir köprü olmak gibi geleneklerinden gurur duyan Türkler'in, bunlardan karanlık zaferler uğruna vazgeçmeyeceklerini umut edelim." Bu tek örnek değil. Batı medyasında son zamanlarda Türkiye, Erdoğan ve Davutoğlu üzerine, içinde "hayal kırıklığı, öfke, savrulma" gibi kelimelerin çokça geçtiği daha sert yazılar da yazıldı. Öyle görünüyor ki bu yazılar yazılmaya devam edecek. Hükümetin bölgedeki temasları arttıkça kaşlar daha da kalkacak. Davutoğlu'nun Ekim sonundaki Erbil ve Musul ziyaretinde (bu düzeyde ilk resmi temastı) bir dizi işbirliği antlaşmasına imza koyması Türkiye'nin bölgedeki aktivitelerini takip edenlere, bakanın kendi ifadesiyle "komşularla sıfır problem" politikasının ne demek olduğu ve nerelere kadar gidebileceği yönünde bir fikir verebilir. Ama mesela Başbakan Erdoğan'ın on gün önceki Tahran ziyareti sırasında İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'a "dostum" diye hitap edip, nükleer konusunda İran'ın üzerine çok gelindiği yolunda yaptığı açıklama kafaları fazladan karıştırabiliyor. Türkiye, tarih yazarken Doğu ve Batı'daki öncelikleri arasında ölçüyü kaçırıyor olabilir mi? Bu soru elbette başka türlü de sorulabilir; bölgede aktif bir politika izlemek isteyen bir devlet için böyle bir ölçüye gerek var mıdır? Bu soruya yanıt aramak için, Davutoğlu'nun kitaplarına gömülmüş bir akademisyen olarak, eşi, çocukları ve çevresinde öğrencileriyle beraber yaşadığı günlere geri dönelim. Bakan, o sıralar yazdığı Stratejik Derinlik'te sadece Türkiye'nin potansiyel gücü ve imkânlarına yönelik bir değerlendirmede bulundurmuyordu, edilgen dış politika geleneğine ve bunu savunan siyasi elitlere de cepheden saldırıyordu: "Bu kimliksiz seçkinler, kritik dönemlerde ön plana çıkıp belirleyici olmaktan çok, fark edilmemeye ve inisiyatif kullanmamaya şartlanmışlardır. Ülkelerini dünya gündeminde etkin bir konumda tutmak yeni mesuliyetler getireceği için edilgen olmayı daha emin ve risksiz bir siyaset olarak görürler. Gündemler belirlendikten sonra müzakere masasının bir ucuna ilişmeye çalışırlar." Bu satırlar, kitabın genel mutedil havasının çok dışında; Davutoğlu'nda pek rastlanmayan agresif bir ton içeriyor: "Olaylarda merkez konumuna doğru kaydıklarında mesuliyetten kaçma yollarını ararken, devre dışı kaldıklarını hissettiklerinde merkeze bir nebze olsun yaklaşabilmek için bütün değer ve önceliklerinden taviz vermeye hazır, kaypak bir psikolojiye bürünürler." Akademik cümlelerin arasında karışıp giden bu sert eleştiri, Davutoğlu'nu ve politikasını anlamaya başlamak için bir kılavuz olabilir. Israrla kullandığı bazı sözcüklerin üzerinde durmak da ayrıca işe yarayabilir. "Özgüven" bunlardan biri. Bakan, koltuğunda geriye yaslanmış, kendinden emin ve temposu asla düşmeyen bir tonda derdini anlatmak için ihtiyaç duyduğu kavramları, tarihleri ve verileri arayıp bulmada hiç sıkıntı duymadan sıralarken, akla gelen sözcük "özgüven" oluyor zaten. Bu sözcüğün onun terminolojisinde ayrı bir karşılığı var. Türkiye aydınının, kültür, coğrafya ve tarihinin gereğini hakkınca yapabilmesi için bagajında bulundurması gereken temel unsur özgüven. Bir de bilgi... Ülkesi gibi kendini de merkeze konumlandırabilen ve doğal olarak, çevresi hakkında her şeyi bilen, anlayan aydın tipi. İstanbul Vefa'da bir sokağın iki tarafındaki iki büyük binaya konuşlanmış Bilim ve Sanat Vakfı'nın kafeteryasında gündelik sohbetlere kulak misafiri olursanız, Farabi'den Hegel'e, Morgenthau'dan, evet, Ahmet Davutoğlu'na birçok ismi harmanlayan diyaloglar işitirsiniz. Muhafazakâr çevrelerin rağbet ettiği vakıfta siyaset, tarih, ekonomi, edebiyat gibi pek çok alanda uzman isimler tarafından kurslar veriliyor, konferanslar düzenleniyor, okuma grupları oluşturuluyor. Davutoğlu'nun da 1980'lerin ortasında kuruluşunda bulunduğu vakıf, bugün onun vurguladığı aydın prototipini yetiştirmeye yönelik bir mekân işlevini görüyor. Hatta bugün Davutoğlu'na yakın çalışan pek çok isim de o günlerde vakfa gidip gelen, merak ve çalışkanlıklarıyla Hoca'nın ilgisini çeken isimler... O isimleri tavsiyeleriyle hep yönlendirdi. Üzerlerindeki etkisi o kadar fazla ki, görüştüğümüz istisnasız her yakını, bakanı (hatta eşini ve aile yaşantısını da) kendilerine rol modeli olarak gördüğünü söylüyor. Davutoğlu'nun iki temel tavsiyesi vardı: Onlara her konuya farklı açılardan bakmayı öğrenmelerini ve her zaman uzun vadeli planlar yapmalarını, mesela 10 yıl sonra nerede olacaklarını şimdiden saptamalarını telkin ediyordu. Farklı açıdan bakmak meselesi, öğrencilerini, dünya görüşlerine uymasa da konunun uzmanı üniversitelere yönlendirmesiyle özetlenebilir (örneğin iktisadı oradaki sol ekolden öğrenmeleri için öğrencilerini Manchester Üniversitesi'ne gitmeye teşvik ediyordu) Eski öğrencilerinden Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Muzaffer Şenel, "Bize Makyavel'in Prens'i ile beraber onun Osmanlı İmparatorluğu'ndaki çağdaşı Kınalızade Ali Çelebi'nin Ahlâk-ı Alai'sini de okuturdu ki, aynı resme farklı taraflardan bakabilelim" diyor. Uzun dönemli strateji öğüdünü kendisi için de hayata geçirmişe benziyor. Yakınları bunu başarmasında en önemli etkenin babası olduğunun altını çiziyor: "Bugün Ahmet Davutoğlu Ahmet Davutoğlu'ysa nedeni Mehmet Davutoğlu'dur." Annesini henüz üç yaşındayken kaybeden Davutoğlu, altı kız kardeşiyle beraber, öz annesi gibi sevdiği üvey annesi tarafından büyütüldü. Konya Taşkent'ten ailece İstanbul'a taşındıklarında, Sultanhamam'da kendi memleketlilerinin yoğun olduğu Kurtiş Han'da tekstil üzerine ticaret yapan babası, ailede bir ilki gerçekleştirerek tek oğlunu İstanbul Erkek Lisesi'ne yazdırdı. 2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'ye gelen Alman öğretmenlerin o yıllarda da ders vermeye devam ettiği lisede, Davutoğlu ve bir grup arkadaşı, kendilerine, ileriki yıllarda da işlerine yarayacağını tahmin ettikleri bir okuma listesi yaptı. Batı'dan ve Doğu'dan filozof ve bilim adamlarının sindirmesi meşakkatli eserlerinden oluşan bu listeyi bir öğretmenlerine gösterdiklerinde, "Çocuklar, siz iyisi mi, gidin dışarıda biraz top oynayın" cevabını aldılar. Davutoğlu bu öneriye kulak verdi (iyi futbol oynuyor, mevkisi forvet, bakanlığa atanana kadar da Pazar günleri, Çengelköy'deki bir halı sahada öğrencileriyle top oynamaya devam etti; çalışma arkadaşları, Brezilya gezisinde kumsalda röveşatayla attığı bir golün uzun uzun alkışlandığını hatırlıyor) ama farklı metinler üzerinde çalışmayı da ihmal etmedi. Kutsal kitaplardan Hint destanlarına, Batılı filozoflardan İslam hukukuna kadar çok geniş bir alanda kendini yetiştirdi. Almanca ve İngilizce'sinin (İngilizce eğitim veren Boğaziçi Üniversitesi'nde Ekonomi ve Siyaset Bilimi bölümlerinde lisans, Kamu yönetimi'nde yüksek lisans, Uluslararası İlişkiler'de de doktorasını tamamladı) yanına Milli Eğitim Bakanlığı'nın bursuyla gittiği Ürdün'de öğrendiği Arapça'yı da ekledi. Doktora tezi üzerinde çalışırken Kahire Amerikan Üniversitesi kütüphanesinde İslami metinlere daldı. Alternative Paradigms ismini taşıyan ve İslam ile Batı düşüncelerinin siyasi teori üzerindeki etkisini inceleyen tezi, University Press of America tarafından basıldı (konu hakkında ön hazırlığı olmayanlar açısından okunması zor bir metin ve henüz Türkçe'ye çevrilmedi.) Eski öğrencilerinden Şenel, Davutoğlu'nun "Mikrodan ziyade makro perspektiften bakıp evrensel gerçekliği anlamaya çalışan bir tarzı" olduğunu söylüyor. Onu tanıyan herkes, çalışkanlığı ve sert disiplini üzerinde birleşiyor. Örneğin yakın bir aile dostu, Davutoğlu'nun üç gün yerinden kalkmadan kitabının üzerinde çalıştığını aktardı. Bir dönem asistanlığını da yapmış eski öğrencilerinden, İstanbul Ticaret Üniversitesi öğretim üyesi Mesut Özcan, Ahmet Davutoğlu'nun "sekiz saatlik uykuyu lüks saydığını" anlatıyor: "'Bizim bu kadar uyumaya hakkımız yok' der. Bir konuyu bütün detaylarıyla çalışmak için elinden geleni yapar, kendini de buna göre organize eder." Özcan, etraflı çalışma biçimine örnek olarak bugün ABD'nin Ortadoğu Temsilcisi görevinde bulunan George Mitchell başkanlığında 2001'de hazırlanan Şarm El Şeyh Gerçekleri Tespit Komisyonu Raporu'nun (Mitchell Raporu diye de biliniyor) hazırlanışını gösteriyor. "Filistin-İsrail ihtilafıyla ilgili kapsamlı raporu hazırlayacak heyette eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de bulunuyordu. Demirel bir gün Ahmet Davutoğlu'nu aradı ve kendisine bu raporda yardımcı olmasını istedi, Hoca da bizden kendisinin başında olduğu bir ekip kurdu ve aylar süren çalışmayla rapor yazıldı. Demirel bu çalışmayı komisyona sundu. Mitchell Raporu'nun önemli kısmında hocanın raporundan faydalanılmıştır." Mitchell Raporu tarafsızlığı ve kapsamlı çözüm önerileriyle uluslararası kamuoyunda takdir topladı ve bir dönem Filistin-İsrail barışının yol haritası olarak da kullanıldı. Mitchell Raporu'ndan da önce, henüz doktorasını yaparken Ortadoğu'ya yaptığı seyahatler Davutoğlu'nun bugünkü politikaları yürüttüğü coğrafyayı tanımasını sağlamıştı. Davutoğlu ailesine çok yakın (adının açıklanmasını istemeyen) biri, doktora öğrencisi Ahmet Davutoğlu'nun Ürdün'de bulunduğu zamanlarının aile için biraz sıkıntılı olduğunu anlatıyor: "Eşi Sare Hanım'la birbirlerinden uzun süre uzak kaldılar, sık sık mektuplaşırlardı." Davutoğlu çifti, bir başka yurtdışı macerasında ayrı kalmamayı tercih etti. 1990'ların başında Malezya'daki Uluslararası İslam Üniversitesi Ahmet Davutoğlu'na öğretim üyeliği teklif edince, Kuala Lumpur'a beraberce gittiler ve Çin Mahallesi'ndeki bir evde yaşadılar. O günler aile saadetini en dolu dolu idrak ettikleri zamanlardı. Ahmet Davutoğlu kitap çalışmalarıyla ilgilenirken, jinekolog eşi de kendi mesleğini icra ediyordu. Malayca da öğrenen çift, omuzlarında çocuklarıyla Kuala Lumpur sokaklarında dolaşmaktan çok hoşlanıyordu. Bir kalem adamı olarak Davutoğlu'nun ikna ediciliğini okurları teslim ediyor. Ama o esas sürprizi, hitabetteki becerisiyle yaptı. Öğrencilerine saatler boyu verdiği derslerle geliştirdiği yeteneği devlet adamlığı kariyerinde epey işine yaradı. Katıldığı konferanslarda esprilerle süslediği konuşmaları dinleyici sıralarında heyecan yaratabiliyor. Esprili kişiliği zaman zaman eşine yaptığı telefon şakalarıyla da su yüzüne çıkıyor. Dışişleri Bakanlığı'ndaki çalışma dairelerinin hazırladığı metinler Bakan'ı kesmiyor ve konuşmalarını genellikle kendi donanımını kullanarak yapıyor. Ekibindeki kıdemli isimlerden biri, işin sırrının Bakan'ın bilgi düzeyinde ve istisnasız herkese güven aşılamasında olduğunu düşünüyor: "Bakan'ın on dakika içinde gardını düşüremeyeceği hiç kimse yoktur, en azından ben görmedim. Üstelik bu konuda epey deneyim de yaşadık. Danışmanlık döneminde üst perdeden konuşan Batılı diplomatlarla çok karşılaşıyorduk. Örneğin 1 Mart (2003) tezkeresinin reddinden sonra, ABD'deki bir Yahudi kuruluşunun başındaki bir zat randevu alıp geldi, Bakan'a Türkiye'nin politikaları hakkında on dakika verip veriştirdi, sonra da daha fazla kalamayacağını, başka randevuları olduğunu, ertesi gün de oruç tutacağı için erken ayrılacağını söyledi. Ahmet Bey, bunun üzerine onun tutacağını iddia ettiği orucun zamanı ve geleneği üzerine, bütün bir Yahudi kültürü ve tarihini harmanlayan uzun bir konuşma yaptı. Adam afalladı. Tüm randevularını iptal etti, üç saat kaldı ve bir daha geldiğinde kendisine bir gün ayırmamız için ricada bulundu. Giderken 'Sizin hakkınızda başka şeyler söylüyorlardı' diyordu." Davutoğlu, tarihin ayırıcı değil birleştirici olması gerektiğini bulunduğu her ortamda söylüyor veya jestleriyle gösteriyor. Gaziantep ile Halep şehirleri arasındaki mesafenin, sınırlar yüzünden, olması gerektiğinden çok daha uzun göründüğünü daha önce defalarca söylemişti; Suriye'yle vizelerin karşılıklı kaldırılması bu yüzden onun için ayrı bir sevinç kaynağı haline geldi. Musul'daki temaslarında Vali Ethil El Nuceyfi'nin vilayetlerini ilk defa yabancı bakanlar tarafından ziyaret edildiğini söylemesi üzerine, tarihi ortaklıkları referans göstererek "bizi yabancıdan saymayın" diyordu. Vali'nin kendisine bir at hediye etmesi üzerine, "atalarım buraya atla gelmişti, ben de atla dönerim" diye esprili bir cevap da verdi. Ekibinden bir yetkilinin aktardığı aynı minvaldeki bir başka olayda ise biraz kızgındı. "Geçen ay Bosna'da yürüttüğümüz temaslarda, bizim lehimize görüşleri bulunan Batılı bir diplomat, son dönemdeki kapsamlı faaliyetlerimizi kastederek 'siz de buraya biraz paraşütle geldiniz' şeklinde espri yaptı. Bu laf Bakan'a aktarılınca, "Hayır, biz buraya atla gelmiştik" diyerek cevap verdi." Tarihi hassasiyetlere fazla angaje olmak sakınca içerebilir. Bakanı yakından tanıyan yazar Etyen Mahçupyan, Ermenistan'la karşılıklı atılan imzalar sonrasında Azerbaycan'la yaşanan bayrak krizinde Davutoğlu'nun tavrının umut kırıcı olduğunu yazdı. "Azerbaycan'la olan 'bayrak krizinin' ardından bu ülkeye yaptığı seyahat sırasında 'benim hemşerim bu topraklarda şehit olmuş.. gerekiyorsa 72 milyon Anadolu halkı bugün Azerbaycan'da ölmeye hazırdır' demiş. Eğer topraklar şehitle ölçülseydi bugün Anadolu kimlere kalırdı konusuna girmeyelim, Anadolu halkının kaba bir hamasete kurban verilme arzusuna da değinmeyelim, ama bir entelektüelin avucumuzdan kayıp gitmesine üzülmemek elde değil. Yoksa geriye sadece bir 'eski rejim siyasetçisi' mi kalacak?" Beri yandan, bu hafta İslam Konferansı Örgütü toplantısı için İstanbul'a gelmesi beklenen Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'i (Beşir, Türkiye'nin imzacısı olmadığı Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından Darfur'da 'etnik temizlik' yapmakla suçlanıyor ve hakkında tutuklama emri var) ağırlamak bir kenara, Darfur'da yaptıklarını kınamaması Davutoğlu'nun standartlarının sorgulanmasına neden oluyor. Bir tarafta İsrail'i Gazze konusunda, köprüleri atma pahasına eleştirirken, Darfur'da suskun kalmak, Davutoğlu'nun çok önem verdiği adalet duygusuyla da pek bağdaşmıyor. Alman filozof Martin Heidegger'in, "ne yapmayı düşünüyorsunuz" sorusu karşısında "hem düşünmek, hem yapmak, bu benim için çok fazla" dediği aktarılır. Davutoğlu her iki fiilden de hissesini fazlasıyla alan bir devlet adamı. Mahçupyan'ın tarif ettiği üzere sıradanlaşma tehlikesine kapılabilecek zor bir konumda olsa da, bakanlık kariyerindeki çalışkan performansı konuşulmaya devam edecek. Peki devamı gelecek mi? Davutoğlu'nun kariyerinin son noktası burası mı, çok sevdiği akademisyenliğe bir gün yeniden dönecek mi? Mesut Özcan, Bakan'ın hayatında hiç kimseden hiçbir şey istemediğini söylediğini hatırlıyor. "Birisinden kendisi için bir şey talep edecek biri değildir. Hiç olmadı." Denklem böyleyse, cevabı bulmak kolay. Ankara, hiçbir şey istemeyenlerin uzun süre yaşayabileceği bir yer değil. Ama belki bu da değişir. (Semin Gümüşel ve Nevra Yaraç'ın katkılarıyla.)
![]() Konu Terennüm tarafından (07-05-2010 Saat 11:36 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Bakanımızın başarı sırrını şimdi daha iyi anlıyorum....
Kendisi benim şahsi kanaatim Cumhuriyet Tarihinde en iyi Dış işleri bakanıdır.... Kendisini çok geliştirmiş her açıdan inşaALLAH bizlerde kendimizi o denli yetiştirebiliriz. Yazıyı paylaştığın için çok teşekkür ederim Adem abi. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() forumdaki kardeşlerimizn okumasını isterim..sayın davutoğlunu yakından tanımak isteyenler için bir solukta okunacak bir yazı..bir deryayı bu kadar kısa bir yazıyla tanımamız imkansız ama ipuçlarını almış oluyuyoruz...
Konu Terennüm tarafından (07-05-2010 Saat 11:44 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Allah c.c. Razı olsun... Türkiye için yaptıkları bir yana ! Yaptıkları Dünya için bile o kadar önemlidir ki Değerini anlatmakla acizane belirtemem...
Allah c.c. Daim Eylesin İnş... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Güzel bir yazı olmuş teşekkürler üstadım.Vekil olmadan Bakan olabilecek biri olduğunu anlamış olduk.
Bakan seçildiği gün ana ve yavru muhalefet tarafından yapılan eleştirilere güzel bir cevap aslında. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() milletin özünde çıkmış biri eleştirmeleri normal çünkü tekerlerine çomak sokucak kadar bilgili ve cesur...
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
![]() Yazı için teşekkürler Adem abi.Hakikaten kabineden
olmadığı halde dışişleri gibi çok önemli bir bakanlığı haketmiş bir isim. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
![]() davutoğlu en beğendiğim siyasetçiler arasındadır. ilk göreve geldiğinde de demiştim bu adamda iş var diye
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|