10-26-2009, 21:51 | #1 |
Ahmet KEKEÇ "Islak mıydı, kuru muydu? "
Dursun Çiçek Albay’ın, “AK Parti ve Gülen’i Bitirme Planı”ndaki imzası “ıslak” çıkmış. Islak ve kurunun teknik karşılığını bilmiyorum. Anladığımı yazayım: İmza Dursun Çiçek’e aitmiş. Belge de “sahte” değil, dibine kadar “gerçek”miş. Şimdi ben, “Madem bir kâğıt parçasıdır, neden bu kadar büyütüyorsunuz?” dediğim için, posta kutuma zarif küfür mesajları bırakan psikolojik savaş artıklarından ve bazı Ergenekon çocuklarından özür bekliyorum. Bekliyorum ama... Özür dilemezler... Daha bilenmiş ve kararlı devam ederler eylemlerine. Çünkü, düşünceye küfürle karşılık veren büyüklerinden öyle öğrenmişler. Necati Doğru ağabeyleri, “Hangi elin kaleminden, ne amaçla çıktığı, ne amaçla Ergenekon sanığı avukatın yazıhanesine konulduğu, yazıhaneye konulduktan sonra da 80 yıllık süzme sızdırma devlet gazeteciliğinin yeni ve taze bir türüne ‘al yayınla’ diye gönderilen belgenin aslında 24 saat içinde netleşmesi gerekirdi” diyecek, biz serinkanlı bir değerlendirme bekleyeceğiz. Hikmet Bila ağabeyleri, “Komik bir manzara... Bir o kadar da içler acısı... Biri havaya bir fotokopi attı, bütün Türkiye, rüzgârda uçuşan kâğıt parçasının peşinde koşuyor” diyecek, biz suhulet ve anlayış bekleyeceğiz. Bekir Coşkun ve “bidon kafa”giller olmadık hakaretler yağdıracak, darbeyi tedvire memur edilenleri değil, darbeye muhatap olanları sarakaya alacak, biz bu efkârın (!) müsademesinden “hayır” bekleyeceğiz. Bu arkadaşların da özür borcu var... Derhal özür dileyecekler... Hemen... Diyecekler ki, “Türkiye’deki cari darbe geleneği ve psikolojik savaş gerçekliğini gözetmeden, belgenin birileri tarafından uydurulmuş olduğunu yazdık... Özür dileriz. Bu ülkede darbeler olmuştur, bu türden belgeler hazırlanmıştır, bundan sonra da hazırlanacaktır...” Böyle diyecekler. Biz de düşüneceğiz: Özürlerini kabul etsek mi, etmesek mi? İşin bir de, “bürokratik dayanışma” boyutu var elbette. Bunu anlıyoruz... Genelkurmay Başkanı, belge için, “kâğıt parçasıdır” demişti. Bir bölük siyasetçi balıklama atlamıştı iddianın üzerine. Bürokratik karar mekanizmalarını işgal edenler, belgede imzası bulunan şahsı değil, belgeyi yayınlayan Taraf gazetesini hedef tahtasına oturtmuştu. Soruşturmalar, davalar açmıştı, filan... Bütün bunlar olmuştu Kimse de sormamıştı... Genelkurmay Başkanlığı’nın görevlendirdiği askeri savcılar aradılar, taradılar, soruşturdular, incelediler, sonunda Dursun Çiçek imzalı “halka karşı psikolojik savaş belgesi”nin “tırt” olduğu hükmüne vardılar. Bu nasıl oldu? Belgede imzası bulunan şahıs soruşturmadan yırttı ama malum belgeyi yayınlayan (ve büyük bir gazetecilik başarısına imza atan) Taraf gazetesi birdenbire “sanık” mevkiine terfi ediverdi. Bu nasıl oldu? Daha da önemli soru şu: Dursun Çiçek, belgenin kimden ve nereden sadır olduğu soruşturulurken, kırk yıldır kullandığı imzasını terkedip, mahkemeye “kolpa” bir imza numunesi gönderdi. Bunu niçin yaptı? Bu soruları sorun ki, size “gazeteci” diyebilelim. Konuyla alakasız (belki de alakalı) bir ek: Sen postal yalayacaksın, “Ergenekon” sanıklarına kefil olacaksın, köşeni ticari işlerine alet edeceksin rezil olmayacaksın, refikin “özür dileme” yürekliliği gösterdiği için rezil olacak ve bu ülkede gazetecilik yapamayacak, öyle mi? Hadi git yat...
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|