09-18-2009, 00:06 | #1 |
Ahter-i Kebir ve Mir Arap | Mustafa Özcan | Vakit
Mustafa Özcan - Vakit
2009-09-17 Ahter-i Kebir ve Mir ArapKazakistan gezimizle alakalı olarak kaleme aldığımız ‘İlim ve irfan havzaları’ yazımıza bir derkenar düşmek ve istidrakte bulunmak ihtiyacı hasıl oldu. Biz de ‘sümmettedaruk’ kabilinden buna koyulduk. Kıymetli dostumuz ve ağabeyimiz Ali Ak Bey aradılar ve Stalin ve Mir Arap ilişkisini daha açan ve tavzih eden bir değerlendirmede bulundular. Mir Arap’la alakalı bir başka hususa değindikten sonra istidrak ve katkıya geleceğim. 1980’li yılların sonu olmalıydı. Glasnost ve Perestroika bağlamında SSCB’nin geleceği ve muhtemel çöküşü tartışılıyordu. İran’lı gazeteci ve Şah döneminde Keyhan’ın yayın yönetmeni olan Amir Tahiri de bu gelişmelerle alakalı olarak Kızıl Gökte Hilal ismiyle Türkçeye çevrilen kitabını yazmıştı. O sıralarda Sufi ve Komiser gibi aynı alana hitap eden ve meselenin başka boyutlarını analiz eden kitaplar da yayınlanıyordu. Amir Tahiri meşhur Azeri ayetullahlardan ve velayet-i fakih doktrinine muhalefet ettiği için son dönemlerini münzevi geçiren Kazim Şeriatmedari’nin teşvikiyle vaktiyle bu meseleye eğilmeye başlar ve SSCB’nin sonunun görünmesiyle birlikte çalışmalarına hız verir ve SSCB’nin çöküşü arefesinde kitabını tamamlar ve yayınlar. O dönemde SSCB’nin akıbeti gündemde olduğundan ve bu hususta da az veri ve çalışma bulunduğundan kitap revaç bulur ve hemen İngilizce’den diğer dillere çevrilir. Bu dillerden birisi de Arapça’dır. Kitab önce Şarku’l Avsat gazetesinde tefrika edilir ve Mir Arap Medresesinden bahseden bölümünde ise bir fotoğraf dikkati çeker. Mir Arap’ta Arapça ve dini ilimler öğrenen öğrencilerin önünde bir Ahter-i Kebir sözlüğü vardır. Ahter-i Kebir klasikleşmiş bir Arapça-Osmanlıca sözlüktür. Kullanışlı ve orta boydur. Orta seviyeli talebeler için kafi ve vafidir. Bu kitabı da bana 1970’li yılların sonlarında rahmetli Osmanlı beyefendisi Süleyman Fescioğlu, Adapazarı Orhan Camii yakınlarındaki halı dükkanında hediye etmişti (24/3/1978). O dönemde Zaman’ın dış haberlerinde idik ve Şarku’l Avsat gazetesinin nereden bulduysa yayınlamış olduğu talebelerin önündeki Ahter-i Kebir fotoğrafını ilginç bulduğumuzdan biz de yayınlamıştık. Fotoğraf gösteriyordu ki, Ahter-i Kebir Osmanlı Türkleriyle Altay Türkleri arasında komunizm döneminde bile bir köprü vazifesi görmektedir. • Madem Ahter-i Kebir’den bahsettik; Kazakların da bol kullandıkları bir ifade ile teberrüken müellifinden de bahsedelim. “Ahterî-i Kebîr”in müellifi, büyük lûgat âlimi Ahterî mahlaslı Muslihiddin Mustafa bin Şemseddin Karahisârî merhumdur. Kanuni Sultan Süleyman Hân devrinde yaşayan Ahterî (rh.), Afyonkarahisar’da doğdu. Kesin olmamakla beraber 1496 yılı, dünyaya geliş tarihi olarak gösterilmektedir. Babası, meşhur hattatlardan Şemseddin Ahmed Çelebi’dir. Farsça “yıldız” mânâsına gelen Ahterî, onun mahlasıdır. Ahterî (rh.) ilk tahsiline doğduğu şehir olan Afyonkarahisar’da başladı. İlmini ilerletmek ve sâhasında derinleşmek için, Kütahya’daki bir medreseye kaydoldu. Bir süre sonra “tekmîl-i nüsah” ederek icâzet aldı ve müderris oldu. Onbeş akçe maaş ile adı geçen şehirdeki Halîliye Medresesi’ne tâyin edildi. Hayatının sonuna kadar müderrisliğe devam etti. Millî Eğitim Bakanlığı’nca yayınlanan Türk Ansiklopedisi, bu lûgatten şu satırlarla söz etmektedir: “Arapça’dan Türkçe’ye alfabe sırasiyle, fakat maddeleri satırbaşına getirmeden yazılmış ve ilk defa bu şekilde 1826’da İstanbul’da basılmıştır. Ondan sonra birçok defa Türkiye’de yeniden yayınlandığı gibi, Mısır’da, Kırım’da ve Hindistan’da da basılmıştır. 1894’teki İstanbul basımında, maddeler başa getirilmiştir. Bu hâliyle, kelime köklerinin son ve ilk harflerine göre sıralanmış olan Firûzâbâdî’nin Kâmus’undan daha kolay kullanılmakta ise de, zenginlik ve doğruluk bakımından Ahmed Âsım Efendi’nin Kâmus Tercümesi ile kıyaslanamaz. [Fakat] Arapça’ya yeni başlayanlar, Ahterî lûgatini [yukarıda zikrettiğimiz] bu kolaylığından dolayı, Cevherî’ye ve Kâmus’a tercih ederler (http://www.mollacami.com/konu/me-hur-arapca-turkce-lugat-ahteri-i-kebir-11148.html.” • Gelelim Ali Ak Bey’in mevzuya düştüğü derkenarlarına. Evet, Stalin gerçekten de tıynet olarak nifak tabiatlı olsa da Ali Ak Bey, 1944 yılında Mir Arap Medresesinin yeniden faaliyete geçmesinin temel nedeninin Almanlara karşı Müslümanları Sovyetler’in arkasında kenetlemek ve tutmak olduğunu söyledi. Dolayısıyla bu fikir bir ihtiyaçtan doğuyor. Yani Stalin’in maksadı yeni dönemde Müslümanları yatıştırmak ve Sovyetler’e bağlılığını sağlamak ve perçinlemektir. Bu nedenle ‘kılıç artığı’ ulema ile müşavere eder ve bunlar arasında Orta Asya’da ilmi hanedanlıklardan biri olan Babahanovlar da vardır. Onlar da pratik olarak Müslümanlara dini eğitim verilmesi ve dini konularda bazı iyileştirmeler yapılmasını salık verirler. Stalin de bu tavsiyeleri dikkate alır. Bunda Almanların etkisi var ya da yok demek ki, Stalin savaş sonuna doğru yeni düzenlemeler yapma ihtiyacı hissetti. Bilindiği gibi, Stalin’in rakibi Hitler’in de bir İslam politikası vardır ve Hitler savaş sırasında bazı Müslüman müfrezeler kurduğu gibi Filistin Müftüsü el Hac Emin El Hüseyni ile de dostane münasebetler tesis eder ve onu yanında alıkoyar. Hitler’in Müslümanlara karşı politikası baştan beri istimale yani ayartma ve yanına çekme politikasıdır. Ne ilginçtir ki, Rusya’yı istila için sefer düzenleyen her iki Avrupalı cengaver de başarısız olmuş ve her ikisi de Müslümanlıkla birlikte anılmıştır. Bunlardan ilki Napolyon, diğeri de Hitler’dir. Ali Ak Bey bazı Mir Arap mezunu kimselerle tanıştığını, içlerinde gevşek tiplerin yanında sıkı ve dinine bağlı, alim ve gayur tipler olduğunu da ifade etmektedir. Buradan mezun meşhur simalar arasında (tahkike muhtaç olsa da) Tal’at Taceddin ve Ravil Gaynuddin de gösterilmektedir. 1944-1990 seneleri arasında Mir Arap Medresesi yaklaşık 271 mezun vermiş ve bunu senelere böldüğünüzde yaklaşık 6 öğrenci ediyor. Yani bu da gösteriyor ki, Mir Arap Medresesini göstermelik ve göz boyamak için açmışlar. Daha doğrusu protokol imamları yetiştirmeye matuftur. Lakin aralarında protokol sarığı takanlar olduğu gibi bazıları da tanıyanlarının şahadetiyle aslına uygun sarık takmıştır.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
vakit |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|