07-29-2010, 05:45 | #1 |
Akif Beki - O Maziye Bu Müstakbel!
Akif Beki
O maziye bu müstakbel! 12 Eylül’ün birinci elden mağduru ol; darbecilerin yargılanmasına ‘Hayır’ de! Yüksek yargıdaki kast sisteminden yakınıp dur; yapısının değiştirilmemesi için ‘ret’ cephesi oluştur! Telekulaklardan, özel hayat ihlallerinden, mahremiyetin kalmamasından her fırsatta şikâyet et; kişisel verilerin korunmasına karşı çık! Hukuktaki sivil-asker ikiliğine itiraz et; sivillere askerî mahkeme yolunu kapatan, askere de sivil yargı yolunu açan düzenlemeyi isteme! Asker üzerinde sivil denetim kurulmasını savun; YAŞ tasarruflarına karşı hak arama imkânı getirilmesini reddet! Memurlara toplu sözleşme hakkı talep et; bu dahil, daha fazla sendikal hak verilmesini elinin tersiyle it! Seyahat hürriyetinin kısıtlanmasıdır, yurtdışı yasağıdır, canından bez; bu işlemleri hâkim kararına bağlayan reforma ‘Olmaz’ de! Üstelik, hepsi Anayasal güvenceye kavuşturulsun; sen kalk, Anayasa değişikliklerine bayrak aç!... Darbe rejiminin kalıntılarıyla hesaplaşmaktan kaç! Buyurun size, 1980’den 2010’a kadar 30 yıllık demokrasi mücadelemizin geldiği nokta. CHP, MHP ve BDP yönetimleri, 12 Eylül’ün 30. yıldönümünde, aynı safta buluşuyor darbecilerle. Aklı dumura uğratan bir ters köşe... Bakalım, ‘Hayır’cı partilere gönül veren seçmen, o maziyi bu müstakbele feda edecek mi? *** Onların cevabını referandum sandığından alacağız. Ben ise kendi cevabımı, Ankara’da, Karşıyaka Mezarlığı’nda buldum. Cuma günü, yıllarını gurbette ‘mecburi bekâr’ olarak geçirmiş bir büyüğün beklenen vedasıydı. Gitmeden önce, burada yalnız yaşamanın sırlarını öğretecekti, bana. Tekrar ziyaretine gelmemi sağlamak için, ‘gelecek sefer’ diye söz vermişti. Son görüşmemiz oldu ama. Ben geciktim randevuya, o da vakitlice çekip gitti. Omuzlarda taşınırken, baktım arkasından. Mehmet Akif’in o manzum hikâyesini mırıldandım, gayr-i ihtiyari. Halkalı Ziraat Mektebi’nde geçen ‘Hasta’ vakası... “O kadar -çok çalışmanın- bu sefalet mi sonu? Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu, Çalışıp ömrümü çılgınca heba etmezdim, Ben bu müstakbele mazimi feda etmezdim!” Mehmet Akif’in resimleri, mahzun birer gölge gibidir. Zaten, öyle yazmış birinin arkasına... Külliyatını okuyanlara da kısaca not düşmüş; “Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!” Hissettiklerini söyleyemeyenler mi ölüdür, yoksa yüreğine ölü toprağı serpildiği için artık hissedemeyenler mi? Bence, konuşamadığı hallerden mustarip olanlar, şükretsin hâlâ yaşadıklarına. Çünkü, konuşmamaktan ıstırap duymayanlardır, gerçek ölüler. Bu dünyadan uğurlanırken bile, hecesiz sesler verir bazıları. Kimileri anlar, kimilerine anlatamazlar kendilerini bir türlü... *** Oy, sessiz yüreklerin dilidir. 12 Eylül’de, hep birlikte konuşma fırsatı geliyor önümüze. Kaçımız diri kalmış geride, belli olacak. Kaçımız şöyle diyecek, sandık başında; ‘Bilseydim, o maziyi bu müstakbele feda etmezdim.’ Radikal 11.07.2010
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|