AK Gençliğin Buluşma Noktası
Yeni Şafak , Akit ve Milat "Yeni Şafak" ve "Vakit" Gazetesi köşe yazıları / Vakit'ten Hafızalardan Silinmeyen Habercilik Başarıları..



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-10-2009, 14:37   #1
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart
Yaptıkları her üi böyle zaten istisnalar hariç %90 atatürkü böyle kullanan kesim bu yüzden halkın genelinde itibarını düşürüyorlar 80 küsür senedir bu asalaklar bu işleri yapmışlar baz istasyonu daha yaptıklarının en hafifi......

 

Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 05-10-2009, 22:52   #2
Kullanıcı Adı
FarukARSLAN.
Standart
Akşam Gazetesi'nden yalan haberciliğe devam!



28 Şubat sürecinde halktan büyük ilgi gören kasetleri medya tarafından makaslanıp montajlanarak hakkında soruşturma açılmasına sebep olunan İmdat Kaya, 7 Nisan 2004 tarihinden bu yana Türkiye'de yaşıyor.



Akşam gazetesi, büyük bir yalana imza attı. 7 Nisan 2004 tarihinden beri Türkiye’de yaşayan İmdat Kaya Hocaefendi’nin Amerika’da olduğunu ve yurda dönmek için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan yardım istediğini yazdı.

Gazetemiz, Akşam gazetesinin Amerika’da olduğunu öne sürdüğü İmdat Kaya Hocaefendi’ye ulaştı. Vakit’e konuşan İmdat Kaya Hocaefendi, “Bu haberin tamamı yalan. Ben Türkiye’ye geleli 3.5 sene oldu. 7 Nisan 2004 tarihinde Türkiye’ye geldim. Hakkımdaki davaların tamamı sonuçlandı. Benim hakkımda yalan ve düzmece haber yapan Akşam gazetesi yöneticileri hakkında maddi ve manevi dava açacağım. Akşam gazetesi, benim aramadı, bu nasıl habercilik. Bu tamamen masa başı haber. Benim Amerika'da olduğumu ispat edemezlerse, kendilerini namussuz, alçak, şerefsiz, ahlaksız ve müfteri ilan edeceğim” dedi.


Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut’a, İmdat Kaya’nın 3.5 senedir Türkiye’de olduğunu ve kendisinin suçlanmasına rağmen aranmadığını hatırlattık.

Serdar Turgut, muhabirimizin, “Bu doğru habercilik mi? Suçlanan kişinin görüşünü almadan haber yapmak doğru mu?” sorusuna, “Onlara girmeyelim hakikaten. Teşekkür ederim” diyerek telefonu kapadı.

İSPATLAMA ÇAĞRISINA NASIL CEVAP VERDİ?

Akşam gazetesi muhabiri ise, haber hazırlarken İmdat Kaya ile görüşmediğini itiraf etti. Ertürk, İmdat Kaya’nın, “Benim Amerika'da olduğumu ispat edemezlerse, kendilerini namussuz ve müfteri ilan edeceğim” şeklindeki açıklamasına ise, “Telefonunu verir misiniz, ben de ulaşayım…” dedi.

Akşam gazetesi muhabirinin sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:

- İmdat Kaya’nın Amerika’da olduğunu ve Türkiye’ye gelmek istediğini manşete taşımışsınız. İmdat Kaya, 7 Nisan 2004 tarihinden bugüne Türkiye’de ve yargılandığı hiçbir dava yok. Buna rağmen nasıl haber yaptınız?

Emre Kahyaoğlu, Başbakanla görüştükten sonra kendisiyle görüştüm. Kendisi bana söyledi.

- Şimdi ben de ‘Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün arkadaşıyım, temsilcisiyim, okul arkadaşıyım’ desem, bana inanacak mısınız?

(…)

- İmdat Kaya Hocaefendi’ye ulaştınız mı?

Hayır. İmdat Kaya’ya ulaşmadım ama Emre Kahyaoğlu Bey’in dediklerine inandım. Yalan söyleyecek hali yoktu herhalde.

- Vallahi yalan söylemiş…

İmdat Kaya’ya ulaşabilecek miyiz?

- Ben kendisine ulaştım. Kendisi size maddi ve manevi tazminat davası açacağını söyledi. “Benim Amerika'da olduğumu ispat edemezlerse, kendilerini namussuz ve müfteri ilan edeceğim” dedi.

Telefonunu verir misiniz, ben de ulaşayım…

- Kendisi size güvenmiyor ve konuşmayacağını, mahkemede hesaplaşacağını söyledi.

Anladım, anladım. Biz de kendisine ulaşmak isteriz tabii.

- Neden haberi yapmadan suçladığınız kişiye ulaşmak istemediniz?

Bu kişi (Emre Kahyaoğlu) Başbakanla görüştü, yanında gazeteciler de vardı. Dediğine inandık Kahyaoğlu’nun.

- Emre Kahyaoğlu kim? Siz tanıyor musunuz. İmdat Kaya ise bilinen ve tanınan biri…

Bu kişi ile görüşmeyi haberleştirdik.

- İmdat Kaya’yı aramanız gerekmez miydi? Bu doğru habercilik mi?

Varsa telefonu seviniriz. Ben de kulaklarımla duyayım. Bu yaptığım habercilik. İmdat Kaya ve avukatlarına ulaşmama yardımcı olursanız sevinirim.

- Habercilikte suçlanan kişiye (konuşsun ya da konuşmasın) ulaşmak gerekmez mi?

Başbakanla görüşen kişiden doğrudan demeç aldık. Araştırdık, soruşturduk. Söyledi işte.

- Gazeteciler işletilemez mi? Komik duruma düşmez mi? Örneğin Yeniyüzyıl gazetesi muhabiri Haki Okutucu’yu bir arkadaşı işletmiş ve ‘Fethullah Gülen evleniyor’ demişti. Muhabir bu bilgiyi araştırmadan haberleştirmiş ve manşet olmuştu. Yalan haberin ardından bir sürü dava açıldı, Haki Okutucu gazeteden atılmıştı… Belki İmdat Kaya ile görüşseydiniz, bu haber bile olmazdı…

Anladım. Teşekkür ediyorum.

/ Vakit
4 Ekim 2007

Konu FarukARSLAN. tarafından (08-24-2009 Saat 02:03 ) değiştirilmiştir..
FarukARSLAN. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-14-2009, 15:23   #3
Kullanıcı Adı
Necip Fazıl
Standart
Kendini asma, cevap ver!

Eşinin sık sık Brezilya'ya gittiği iddialarının ETÖ iddianamesine girmesinin ardından TV ekranlarından “Evlendikten sonra biri çıkıp karımın tek başına yurt dışına çıktığını ispat ederse intihar ederim” diyen Uğur Dündar'a; eşinin kendisi yanında olmadan defalarca yurtdışına gittiği yönündeki tarihleri sorduk... Dündar, detaylı açıklama yapmak yerine, asistanı aracılığı ile kaçamak cevaplar verdi.




Ergenekon soruşturmasına yönelik 2. iddianamede karısının Brezilya'ya gittiğine dair iddiaların yer alması üzerine sunuculuk yaptığı televizyonda savcıları eleştirip “Evlendikten sonra biri çıkıp karımın tek başına yurt dışına çıktığını ispat ederse intihar ederim” diyerek şov yapan Uğur Dündar'ın doğru söylemediği belirlendi. Uğur Dündar'ın manken eşi Yasemin Baradan (Jasmin Mroz)'ın yanında Uğur Dündar olmadan defalarca yurt dışına çıktığı belirlendi.

66 yaşında olan Uğur Dündar, kendisinden 28 yaş küçük olan 1971 doğumlu eşi Yasemin Baradan ile ilgili bazı iddiaların yer alması üzerine haber sunduğu televizyon kanalında Ergenekon iddianamesini hazırlayan savcılara ateş püskürmüş ve “Biri evlendikten sonra karımın tek başına yurt dışına çıktığını ispat ederse intihar ederim” demişti. Yasemin Baradan'ın, Uğur Dündar ile 30 Ekim 1993 tarihinde evlendikten sonra, yanında Dündar olmadan defalarca yurt dışına çıktığı belirlendi.
Vakit'in ele geçirdiği belgelere göre Yasemin Baradan, Uğur Dündar ile evlendikten sonra 031538 ve 760065 nolu pasaportlar ile birçok defa yanında Uğur Dündar olmadan yurt dışına çıktı.

YASEMİN BARADAN'IN DÜNDAR OLMADAN YURT DIŞINA ÇIKTIĞI TARİHLER
Vakit'in ortaya çıkardığı bilgilere göre Yasemin Baradan ile Uğur Dündar'ın, evlendikten sonra ilk yurt dışı seyahatlerini 22 Aralık 1993 tarihinde beraber yaptığı görülüyor. Uğur Dündar'la evlendikten sonra Yasemin Baradan'ın yanında kocası olmadan yurt dışına yaptığı ilk seyahatin ise 31 Ağustos 1995 tarihinde gerçekleştiği görülüyor.

BARADAN'LA İLGİLİ İDDİALAR ERGENEKON'A BÖYLE YANSIMIŞTI
Bilindiği gibi 2. Ergenekon iddianamesinde İlhami Yangın isimli şahıstan Akşam Gazetesi yazarı Gülay Kömürcü'ye gönderilen, Kömürcü'den de Turhan Çömez'e aksettirilen bir elektronik postada Uğur Dündar ile eşi hakkında bazı iddialar yer almıştı. Gülay Kömürcü'ye gönderilen mailde Uğur Dündar'ın eşi Yasemin Baradan'ın sık sık Brezilya'ya gittiği ve birtakım fotoğraflar olduğu öne sürüldü.

İŞTE DÜNDAR'IN CANLI YAYINDAKİ O SÖZLERİ
Bu bilgilerin iddianamede yer alması üzerine ise Uğur Dündar canlı yayında savcıları sert bir dille eleştirmiş, “Benim eşim evlendikten sonra hiçbir zaman tek başına yurt dışına çıkmadığı gibi hayatında Brezilya'ya gitmedi. Evliliğimiz döneminde Brezilya'ya gittiğini biri çıksın ispat etsin. Ben şu dakikada görevimi bırakacağım. Hatta intihar bile ederim. Bu namus meselesi” ifadelerini kullanmıştı.

YASEMİN HANIM LATİN AMERİKA HAYRANIYMIŞ
Canlı yayında eşinin tek başına yurt dışına çıkmadığını iddia eden Uğur Dündar, eşi ve ailesiyle ilgili 13.06.2004 tarihli Hürriyet'te Ayşe Arman'a verdiği bir röportajda eşinin Latin Amerika kültürüne olan ilgi ve sevgisini dile getirmişti.

DÜNDAR CEVAP VERMEDİ, YERİNE ASİSTANI KONUŞTU
Sorularımıza cevap vermeyen Uğur Dündar, kim olduğu tarafımızca bilinmeyen ve asistanı olduğunu iddia eden Türkan Aydınlı aracılığı ile sorularımıza cevaben yolladığı metinde şu satırlara yer verdi: “Anlaşılan birileri sizi fena halde işletiyor! Ben Sayın Uğur Dündar'a 1992 yılından bu yana asistanlık yapmaktayım. Yasemin hanım'ın yurt dışına çıkışlarında -bir zorunluluk olmamakla birlikte- yanında mutlaka eşi veya annesi, ya da çok yakın bir akrabası bulunmuştur. Yakın akrabalarının soyadları tutmadığı için, güvendiğiniz kaynaklar(!) bu gerçeği görememişler! Haberinizi yanlış bilgiler üzerine oluşturduğunuzu bir kez daha belirterek uyarıyor, aile namus ve şerefine iftirada ısrar edilmesi halinde sayın Uğur Dündar'ın her türlü yasal girişimde bulunacağını bilmenizi rica ediyoruz.”

İşte Yasemin Baradan'ın yanında kocası Uğur Dündar olmadan yurt dışına çıkış yaptığı seyahatlerin tarihleri:

Çıkış: Giriş: Havaalanı:
31.8.1995 19.11.1995 Atatürk Havaalanı
09.03.1997 11.03.1997 Atatürk Havaalanı
27.03.1997 31.03.1997 Atatürk Havaalanı
27.11.1997 01.12.1997 Atatürk Havaalanı
14.01.1998 13.03.1998 Atatürk Havaalanı
21.06.1998 02.07.1998 Atatürk Havaalanı
27.08.1998 29.08.1998 Atatürk Havaalanı
30.09.1998 02.10.1998 Atatürk Havaalanı
12.04.1999 25.04.1999 Atatürk Havaalanı
03.01.2004 24.04.2005 Atatürk Havaalanı
07.03.2006 16.04.2006 Atatürk Havaalanı
26.04.2007 05.09.2007 Atatürk Havaalanı
10.01.2009 12.01.2009 Atatürk Havaalanı


VAKİT

Konu FarukARSLAN. tarafından (06-05-2009 Saat 15:56 ) değiştirilmiştir..
Necip Fazıl isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-17-2009, 01:24   #4
Kullanıcı Adı
FarukARSLAN.
Standart İşte sahteciliği ortaya çıkaran belgeler
İşte sahteciliği ortaya çıkaran belgeler

Maliye Bakanlığı koordinasyonunda Haziran 2009'da Petrol Ofisi A.Ş.'nin Hatay'da yer alan depolarında yapılan denetimlerde Ulusal Marker cihazlarını yanıltmaya yönelik menşei belirsiz bir sıvı ele geçirildi.

11 Haziran 2009'da ele geçirilen 1 litrelik cam şişe içindeki mavi renkli sıvı Başkent'i alarma geçirirken, TÜBİTAK akaryakıta yüksek miktarda bu maddenin eklenmesi durumunda ulusal marker özelliği gösterdiğini öne sürdü. Konuyla ilgili diğer ayrıntılar şöyle:

Bir emniyet yetkilisinden alınan bilgiye göre elde edilen menşei belirsiz ürün hem EPDK'ya hem de TÜBİTAK'a bildirilmiş. TÜBİTAK tarafından yapılan laboratuar analizlerinde de Petrol Ofisi A.Ş.'nin Hatay'da yer alan depolarında ele geçirilen menşei belirsiz maddenin Marker K ve Marker XP cihazları ile girişim yapıldığı tespit edildi.

POAŞ yetkilileri yalan beyan da bulunmuş

Konu ile ilgili olarak Petrol Ofisi A.Ş. yetkilileri Ulusal Marker enjeksiyon cihazı içinde bulunan maddenin cihazı süpürme sırasında kullanılan alkol ve veya akaryakıt kalıntısı olabileceğini iddia etti ancak TÜBİTAK tarafından yapılan analizlerde menşei belirsiz madde içerisinde alkol kalıntısına rastlanılmadığı diğer taraftan 2007 yılından bu yana enjeksiyon sonrası yapılan süpürme işleminde alkol kullanılmadığı belirtildi.

POAŞ Marker cihazlarını yanıltmış

TÜBİTAK tarafından yapılan analizlerde varılan sonuca göre POAŞ tesislerinde bulunan menşei belirsiz ürünün Ulusal Marker cihazlarını yanıltmaya yönelik yanıltıcı boya içerdiği ortaya çıktı.

TÜBİTAK Ulusal Markeri kendisi tartışmaya açtı

TÜBİTAK tarafından yapılan analizlerde varılan sonuca göre POAŞ tesislerinde bulunan menşei belirsiz ürün Ulusal Marker cihazlarını yanıltmaya yönelik boya içeriyor. Yine TÜBİTAK'a göre bu maddenin akaryakıta yüksek miktarda ilave edilmesi durumunda Ulusal Marker özelliği göstererek saha kontrol cihazlarını yanıltıyor.

EPDK yargı işlemlerini başlattı

Aynı emniyet yetkilisinin verdiği bilgiye göre EPDK ilgili birimlere yazı yazarak gerekli yasal işlemlerin başlatılmasını istemiş. Şimdi ise şu soru merak ediliyor: Acaba yakalanamayan ve menşei belirsiz akaryakıt ile piyasaya sürülen kaçak akaryakıtın miktarı ne?

İŞTE SAHTECİLİĞİN BELGELERİ :



-



*



-



-


-



-







/ HABERVAKTİM.COM
16 Ekim 2oo9
FarukARSLAN. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-11-2009, 19:22   #5
Kullanıcı Adı
FarukARSLAN.
Standart
O albay istifa etti
Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı'nda görevli olan ve Ergenekon sanığı emekli Org. Tolon'un evinin aranması sırasında hazır bulunan Askerî Savcı Zekeriya Duran, Vakit'in haberlerinden sonra istifa etti. Evli bir kadınla zina yaptığı halde yarbaylıktan albaylığa terfi ettirildiğine dair haberlerimizden sonra Duran, Vakit'e yaptığı açıklamada, görevinden ayrıldığını belirtti. Albay'ın istifasında; “Görevden alınıp da özlük haklarını kaybetme korkusu”nun rol oynadığı öğrenildi.

Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı'nda görevli Askerî Hakim Zekeriya Duran'ın, Ş.Ö. isimli evli bir kadınla yasak aşk yaşadıktan sonra terfi ettirildiğine dair Vakit'in haberlerinden sonra, Askerî Savcı Albay Zekeriya Duran'ın görevinden ayrıldığı belirlendi. Evli ve iki çocuk annesi bir kadınla insanî ve askerî ahlaka aykırı bir şekilde zina iddiasından sonra yarbaylıktan albaylığa terfi ettirilen Duran, Vakit gazetesinin haberleri üzerine yaptığı açıklamada, görevinden ayrıldığını ve istifa dilekçesinin kabul edildiğini belirtti.

OTOMATİK BİR ŞEKİLDE TERFİ ETTİM

Duran, yaptığı açıklamada, işlediği iddia edilen suçun öncelikle yasal delillerle kanıtlanması gerektiğini iddia ederek, yarbaylıktan albaylığa terfi etmesinin de otomatik bir şekilde gerçekleştiğini söyledi. Terfisinin YAŞ'ta alınmadığını, yarbaylık bekleme süresini doldurduğu için bir üst rütbeye yükseldiğini ifade eden Duran, “Yarbaya zina terfisi kararının” doğru olmadığını kaydetti. Albay'ın istifasında “özlük haklarını kaybetme” korkusunun rol oynadığı öğrenildi... Albay, eğer istifa etmeseydi, görevden alınabilir ve böylece özlük haklarını kaybedebilirdi...

ALBAYLIĞA TERFİM, ZİNA İLE İLGİLİ DEĞİL

Duran, açıklamasında şunları söyledi: “TSK'ya mensup subayların; rütbeleri, bekleme süreleri, nasıpları, rütbe terfii ve kademe ilerlemesi şartları, 926 Sayılı kanun hükümlerine tabidir. Muvazzaf subayların terfileri, her yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı günü yapılır. Albaylığa terfi edecek her personelin dosyası YAŞ'a gitmez. General ve amirallerin dışında sadece generalliğe ve amiralliğe terfi edecek albaylardan sicil notu ortalaması, sicil tam notunun yüzde 70 ve daha yukarısı olanların sicil dosyaları, YAŞ'a gönderilir. YAŞ bunları, 54. madde esaslarına göre değerlendirmeye tabi tutar. Dolayısıyla bir yarbayın terfisi bekleme süresini doldurmuşsa ve diğer şartları taşıyorsa, otomatik olarak yapılır. YAŞ kararına ihtiyaç duymaz. Yarbaya zina terfisi kararı, bu nedenle doğru değildir.”

KENDİ İSTEĞİMLE EMEKLİYE AYRILDIM

Albaylık rütbesine terfi ettirildikten sonra, kendi isteğiyle emekliye ayrıldığını ifade eden Duran şöyle dedi: “Albay olmayı müteakip, 25 fiili hizmet yılımı tamamladığımdan dolayı, 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanunu'nun 205. maddesi ile 926 Sayılı TSK Personel Kanunu'nun 8. maddeleri gereğince, istekle emekliye ayrılmayı talep ettim. Bu talebim, MSB tarafından onaylandı ve emekliye ayrılmış durumdayım.”

S.Ö'YÜ GENELKURMAY'A ÇAĞIRMIŞLARDI

Görüntüler üzerine Aşçı S.Ö, Yarbay Duran hakkında Cumhuriyet Savcılığı ve Genelkurmay Adli Müşavirliği'ne suç duyurusunda bulunmuştu. S.Ö.'yü cep telefonundan arayan ve kendisini “Genelkurmay'da görevli Başçavuş Ömer” diye tanıtan bir kişi “Sizinle Adli Müşavirimiz Hıfzı Çubuklu görüşecek” diye Genelkurmay'a çağırmıştı. S.Ö. Çubuklunun kendisine, “Bu işlerin üstüne gitmeyelim” dediğini iddia etmişti.

İSTİFAYI ÇUBUKLU ENGELLEMİŞTİ

Yarbay Duran'ın görüntüleri internet sitelerinde yayınlandıktan sonra istifa dilekçesini Genel Kurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu'ya sunduğu Çubuklu'nun ise “Sen kal bizim için önemlisin, bunlar unutulur ” dediği iddia edilmişti. Ancak 30 Ağustos'tan sonra internet sitelerine düşen yeni fotoğraf ve görüntüler üzerine Çubuklu'nun 30 Ağustos öncesi verilen istifa dilekçesini yeniden işleme koyduğu iddia ediliyor.


11 Kasım 2009
FarukARSLAN. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-19-2009, 01:21   #6
Kullanıcı Adı
FarukARSLAN.
Standart
Gladyo: Biraderlerin vurucu gücü
NATO'nun İtalya'daki biriminin ismi Latince'de ‘çift başlı kılıç' anlamına gelen Gladyo olarak nitelenirken, bu isim daha sonra NATO'nun cephe gerisi operasyonlarının genel ismi olarak anıldı. Suikast ve sabotaj düzenleme, kaos çıkarma, düşman ülkelerdeki Komünizm karşıtı ya da ayrılıkçı hareketleri örgütleyerek düşmanı zayıflatma gibi amaçlarla kurulan Gladyo doğrudan Amerikan istihbarat örgütü CIA tarafından finanse edilip eğitildi. İşte Gladyo'nun bilinmeyenleri:

İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler'e karşı ittifak kuran Sovyetlerin başını çektiği Doğu Bloku ve kendisini ‘Özgür Dünya' olarak nitelendiren ve başını ABD'nin çektiği Batı dünyası Yalta'da bir araya geldiğinde çok az kişi aslında bir araya gelenlerin düşmanlar olduğunu düşünüyordu. Savaş sona ermişti ancak teamüller gereği galip devletler ile mağlupların oturup anlaşması yerine, galipler, ABD, SSCB ve İngiltere, bir araya gelerek dünyanın paylaşımını görüştü. İngiltere Başbakanı Winston Churchill'in de hazır bulunduğu Yalta adasında ABD Başkanı Franklin Roosevelt ve SSCB lideri Josef Stalin dünyayı paylaşırken, birbirlerinin alanlarına müdahale etmeme üzerine de anlaştı.

DÜŞMANLAR YENİ BİR SAVAŞ İÇİN ANLAŞTI

İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden hemen sonra yapılan Yalta Konferansı'nda dünyanın paylaşılması kararı, bir anlamda yeni bir savaş anlamına geliyordu. Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği ve Avrupa'nın neredeyse yerle bir olduğu İkinci Dünya Savaşı Almanya ve müttefiklerinin yenilgisiyle sona ererken, Nazi tehdidinin ortadan kaldırılmasıyla geleceği umut edilen barış yerini bir kez daha 45 yıl sürecek bir ‘savaşa' bıraktı. Adına Soğuk Savaş denilen ve 1990 yılına kadar süren ‘gerilim siyaseti', hem Sovyetler'in himayesindeki Doğu Bloku'nu hem de ABD'nin himayesindeki adına ‘Özgür Dünya' denilen ülkeleri birbirlerine karşı savunmaya itti.

NATO'YA KARŞI VARŞOVA KURULDU

Batı Avrupa ülkeleri Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Fransa ve İngiltere'nin1948 yılında imzaladığı Brüksel Anlaşması ile olası bir Sovyet işgaline karşı ortak hareket etme kararı alırken, böyle bir ortaklığa ABD'nin de dahil edilmesinin Avrupa'yı daha da güçlendireceği görüşü benimsendi. Brüksel Anlaşması'na imza atan ülkeler Amerika'da bir araya gelerek ABD'nin katılımıyla 1949 yılında NATO'yu kurdu. NATO'nun kurulması, Sovyetler'in başını çektiği Doğu Bloku ülkelerini de harekete geçirdi ve Batı Almanya'nın NATO'ya katılmasını fırsat bilen Doğu Bloku, Polonya'nın başkenti Varşova'da bir araya gelerek 1955'te Varşov Paktı'nı (Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşması) kurdu.

NATO'NUN CEHPE GERİSİNDEKİ GÜÇLERİ

Savaş (İkinci Dünya Savaşı) sonrası ortaya çıkan ‘her an savaş olabilir' durumunun teyakkuze geçirdiği taraflar tam 45 yıl boyunca perde arkasında büyük bir mücadele yürüttü. Batı Avrupa'da Komünist ve diğer sol partilerin güçlenmesi, Sovyet tehdidi olarak algılanırken NATO bu tehdidi bertaraf etmek için kendi bünyesinde her ülkede özel birimler oluşturdu. Sovyet işgaline karşı cehpe gerisinde bir direniş başlatmak amacıyla ABD ve İngiltere tarafından kurulan adına ‘Stay-Behind' denilen kontrgerilla yapılanması NATO'ya üye ülkelerin hepsinde farklı isimler altında yeniden organize edildi.

SUİKAST, KAOS ÇIKARMA, CEHPE GERİSİNİ ÖRGÜTLEME

Örgütün İtalya'daki biriminin ismi Latince'de ‘çift başlı kılıç' anlamına gelen Gladyo olarak nitelenirken, bu isim daha sonra NATO'nun cephe gerisi operasyonlarının genel ismi olarak anıldı. Suikast ve sabotaj düzenleme, kaos çıkarma, düşman ülkelerdeki Komünizm karşıtı ya da ayrılıkçı hareketleri örgütleyerek düşmanı zayıflatma gibi amaçlarla kurulan Gladyo doğrudan Amerikan istihbarat örgütü CIA tarafından finanse edilip eğitildi.

GRAMSCİLERİN MUSSOLİNİ'DEN İNTİKAMI

Tüm NATO ülkelerinde başta içerideki düşmana yakınlık gösterebilecek unsurları (Komünist partiler ve sol dernekler)kontrol eden ve NATO bünyesinde CIA tarafından yönetilen bu örgütlerin en çok konuşulanı İtalya'daki Gladyo örgütü. İkinci Dünya Savaşı öncesind Duçe lakaplı Benito Mussolini, İtalya'da aralarında Antonio Gramsci'nin de bulunduğu Komünist Parti yöneticileri ve üyelerini sert bir şekilde bastırırken, Komünistler bu sefer savaş sırasında kaçan Mussolini'yi idam ederek intikamlarını almıştı. Sol-sağ ayrışmasının en keskin olarak görüldüğüülkelerden biri olan İtalya'da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yıkılan Fazişm'den sonra güçlenen Komünist partiler, ABD tarafından SSCB'nin İtalya'daki uzantıları olarak değerlendirildi. İtalya'da kurulan Gladyo, bu sebeple sadece olası Sovyet işgaline karşı cephe gerisindeki faaliyetlerinin dışında, içerideki ‘düşmanın' güçlenmesini önlemek için iç politikada büyük bir rol oynadı.

‘28 ŞUBAT STRATEJİSİ' OLUŞTURULDU

İlk defa 1953 yılında İtalyan Savunma Bakanlığı bünyesinde oluşturulan NATO'ya bağlı Gladyo, 1970'lı yıllarda Komünistlerin yükselen desteğiyle İtalyan siyasetine yön vermek amacıyla Türkiye'deki 28 Şubat ve 2007 Temmuz seçimleri öncesi üretilen “Gerilim Stratejisi” planı benzeri planlar devreye sokuldu. 1920'li yıllarda Mussolini'nin 1937 yılında ölene kadar hapiste tuttuğu Komünist Parti lideri Antonio Gramsci'nin “Hegemonya” kavramıyla ortaya koyduğu toplum mühendisliği çalışmaları ekonomiden, siyasete, sivil toplum örgütlerine kadar tüm kurumlar üzerinde Gladyo eliyle gerçekleştirildi.

BAŞBAKAN, GLADYO'NUN VARLIĞINI KABUL ETTİ

İtalya'da 1970'li yıllarda meydana gelen bombalama olayları, Başbakan Aldo Moro'nun Kızıl Tugaylar isimli sol bir örgüt tarafından kaçırılıp öldürülmesi olayı (1978), Bologna tren istasyonundaki bombalama olayı (1980) hep Gladyo ile irtibatlandırıldı. İtalya'da siyaset-mafya ve faili meçhul cinayetleri araştıran Yargıç Felice Casson'un Roma'daki askeri istihbarat arşivinde elde ettiği belgelerde varlığı resmileştirilen Gladyo, 24 Ekim 1990 yılında dönemin Başbakanı Giulio Adreotti tarafından da kabul edildi. 7 defa İtalyan Başbakanlığı yaparak bu alandaki rekoru Süleyman Demirel ile paylaşan Andreotti, parlamentoda yaptığı açıklamada İtalya'nın NATO'nun cehpe gerisindeki ‘Stay Behind' ordusuna sahip tek ülke olmadığını itiraf etti. Andreotti aynı zamanda İtalya'da hükümet olan herkesin Gladyo'nun varlığı konusunda bilgilendirildiğini de söyledi.

OLAĞANÜSTÜ HAL İLAN ETMEK İÇİN BOMBALI SALDIRI DÜZENLEDİLER

Andreotti'nin açıklamalarıyla ilk defa devlet tarafından varlığı kabul edilen Gladyo, İtalya'da 1990'lara kadar işlenen birçok siyasi cinayet ve bombalama olayıyla irtibatlandırıldı. Gladyo'nun İtalya'da Soğuk Savaş dönemi boyunca izlediği “Gerilim Stratejisi” ilk defa 1964'te “Operation Solo” ismi verilen sessiz bir darbeyle General Giovanni de Lorenzo Sosyalist bakanların hükümetten ayrılmak zorunda bırakmasıyla uygulamaya konuldu. 1969 yılında Milan'ın Piazza Fontana bölgesindeki Milli Tarım Bankası'na yönelik faşist grupların gerçekletirdiği bombalama eyleminin CIA destekli bir Gladyo operasyonu olduğu belirlendi. Bombalama olayında 17 kişi hayatını kaybederken, 88 kişi yaralanmıştı. Bombalama olayından çok daha sonra itiraflarda bulunan dönemin Avanguardia Nazionale isimli neo-faşist hareketin üyelerinden Vincenzo Vinciguerra, bombalamanın amacının siyasi ve askeri otoriteyi olağanüstü hal ilan etmeye zorlamak amaçlı olduğunu söyleyecekti.

P2 MASON LOCASI DEVREYE GİRİYOR

Piazza Fontana olayından bir yıl sonra İkinci Dünya Savaşı'nda İtalyan ordusunda komutanlık yapmış olan ve Mussolini taraftarlarınca ‘kahraman' olarak görülen Junio Velrio Borghese başarısız bir darbe girişiminde bulundu. Darbenin başarısız olmasından sonra Borghese İspanya'ya kaçarken, olayla ilgili olarak tanıkların ifadelerinde Borghese'nin darbe planı için P2 Mason Locası lideri Licio Gelli ve Sicilya mafyası ile işbirliği yaptığı öne sürüldü. 1972 yılında Peteano köyü yakınlarındaki bir bombalama olayında 3 polis hayatını kaybetti ve bu olayı olayda kullanılan patlayıcılar dikkate alındığında Kızıl Tugaylar isimli örgütün yaptığı açıklandı. Ancak olayı araştıran Savcı Felice Casson 1984'te bombalama olayından sonra polisin olayın üzerini örttüğünü ve Kızıl Tugaylar'ın kullandığı patlayıcılar kulllandığına dair açıklamaların gerçek dışı olduğunu ortaya çıkardı.

İSTİHBARAT SERVİSİ YARDIM ETTİ

Olayı gerçekleştiren Komünizm karşıtı faşist bir örgütlenme olan Avanguardia Nazionale'nin üyesi Vincenzo Vinciguerra tarafından gerçekleştirildiği ve olaydan hemen sonra Vinciguerra'nın İspanya'ya kaçmasında İtalyan gizli servisinin yardım ettiği belirlendi. 1984'teki duruşmasında Vinciguerra, Peteano katliamının nasıl gerçekleştirildiğini ve olayın devletin içindeki Gladyo yapılanmasının nasıl organize ettiğini detaylarıyla anlattı.

P2 MASON LOCASI ÜYESİ TUTUKLANDI

“Gerilim Stratejisi”nin en yoğun yaşandığı İtalya'da Peteano saldırısından iki yıl sonra gerçekleştirilen katliamda Gladyo'nun P2 locası ayağını deşifre etti. 1974'te Italicus Express treninde 12 kişinin öldüğü bombalama olayı ile Brescia kentinde gerçekleştirilen ve 8 kişinin öldüğü Piazza della Loggia bombalama olayları, askeri istihbarat lideri ve P2 Mason locası üyesi Vito Miceli'nin tutuklanmasına sebep oldu. Miceli, devlete karşı komplo kurma suçlamasıyla tutuklandı.

BAŞBAKAN ALDO MORO'NUN ÖLDÜRÜLMESİ

Bombalama olayları ve suikastlerle çalkalanan İtalya belki de en dramatik olaylarından birini 1978 yılında yaşadı. 1976 yılı seçimlerinde yüzde 34 oranında oy alarak büyük başarı elde eden İtalyan Komünist Partisi ile adına ‘Tarihi Uzlaşma' adı verilen uzlaşmayı sağlayan Hıristiyan Demokrasi Partisi lideri Başbakan Aldo Moro, 16 Mart 1978 yılında Kızıl Tugaylar örgütü tarafından kaçırıldı. Kaçırıldıktan sonra süren görüşmelerde serbest bırakılacağı düşünülen Moro, Mayıs 1978'de öldürüldü ve cesedi bir arabanın bagajında partisinin Roma'daki merkezi yakınlarında bulundu.

GLADYONUN BAŞINDA BİR MASON

İtalyan askeri istihbaratı, Moro'nun öldürülmemesi karşılığında 16 arkadaşlarının serbest bırakılmasını isteyen Kızıl Tugaylar'ı dinlemedi ve aksine örgüte yönelik baskınlar düzenledi. Moro'nun öldürülmesinden sonra P2 Mason Locası'nın üyesi olan İtalyan gizli servisinin lideri ihmalkarlıkla suçlandı. Moro'nun öldürülmesiyle ilgili araştırma yapan Gazeteci Mino Pecorelli, Aldo Moro'nun kaçırılmasının devlet için gizli örgütün izin verdiğini söyledi.

BAĞLANTILARI ORTAYA ÇIKARAN GAZETECİ ÖLDÜRÜLDÜ

Moro'nun kaçırılıp öldürülmesi ile Gladyo arasında bağlantılar ortaya çıkaran Gazeteci Pecorelli de bir yıl sonra öldürüldü. Dönemin Başbakanı Giulio Andreotti'nin emriyle öldürüldüğü iddia edilen Pecorelli ismi P2 Mason Locası'nın eski liderlerinden Licio Gelli'nin listesinde bulundu. Pecorelli suikastinin emrini verdiği gerekçesiyle 2002 yılında 20 yıl hapse mahkum edilen eski Başbakan Giulio Andreotti'nin cezası yüksek mahkeme tarafından temyiz edildi ve Andreotti hapis yatmaktan kurtuldu.

BOLOGNA TREN İSTASYONU KATLİAMI VE P2 LİDERİNİN TUTUKLANMASI

İtalya, Aldo Moro'nun öldürülmesinin şokunu yaşarken iki yol sonra bu sefer Bologna tren istasyonuna konulan bombanın infilak etmesi sonucu 85 kişi hayatını kaybetti. Parlamentoda terör üzerine kurulan komisyonu, yaptığı araştırmada kanlı olayın Gladyo'ya uzandığı sonucunu ortaya koydu. 1995 yılında Nuclei Armati Revoluzionari isimli neo-faşist bir örgütün üyeleri Valerio Fioravanti ve Francesca Mambro ömür boyu hapse mahkum edildi. Olayla ilgili olarak P2 Mason Locası'nın lideri Lici Gelli de soruşturmayı başka tarafa yönlendirdiği gerekçesiyle hapis cezası aldı.

MORO'NUN MEKTUPLARINI BULAN GENERAL ÖLDÜRÜLDÜ

Aldo Moro suikasti ve Bologna bombalamalarıyla çalkalan İtalya 1982 yılında da Aldo Moro'nun Gladyo'ya ilişkin mektuplarını bulan ve 1979'da öldürülen Gazeteci Mino Pecorelli'nin öldürüleceği iddiasında bulunduğu General Alberto Dalla Chiesa da bir suikaste kurban gitti. 1990 yılında dönemin Başbakanı Giulio Andreotti'nin varlığını kabul ettiği ve NATO üyesi tüm ülkelerde benzeri yapılanmaların olduğunu itiraf ettiği Gladyo, diğer ülkelerde farklı isimler adı altında örgütlendi.

DİĞER AVRUPA ÜLKELERİNDEKİ GLADYO TİPİ YAPILANMALAR

Gladyo'nun İtalya'da deşifre olmasıyla birlikte diğer Avrupa ülkelerindeki benzeri yapılanmalar da hükümetler eliyle sessiz bir şekilde dağıtıldı. Belçika'da askeri istihbarat servisi SGR, Yunanistan'ta Operation Sheepskin, Fransa'da Rainbow (Plan Pleu olarak başlamıştı), Danimarka'da Absalon isimleriyle örgütlenen NATO'nun cephe gerisi yapılanmaları İngiltere, Almanya, İspanya, Portekiz, Avusturya, Norveç'te istiharat örgütleri bünyesinde çalıştı. NATO'nun Türkiye'deki Gladyo benzeri örgütlenmesinin Özel Harp İdaresi olduğu iddia edilirken, örgütün kod isminin Ergenekon olduğu belirtiliyor.

AVRUPA PARLAMENTOSUNUN GLADYO KARARI

İtalya ve diğer Avrupa ülkelerinde deşifre olan Gladyo 22 Kasım 1990 yılında Avrupa Parlamentosu'nda alınan bir kararla kınandı ve tam bir soruşturma yapılması istendi. Kararda, 40 yıl boyunca mevcut istihbarat örgütlerine paralel olarak Avrupa Topluluğu üyesi ülkelerde gizli örgütlenmelerin olduğu ve bu örgütlerin demokratik kontrolden kaçtığı belirtilerek, bu örgütlerin ABD ve NATO tarafından kontrol edildiği kaydedildi. Tüm üye ülkelerdeki bu illegal yapılanmaların ortadan kaldırılması çağrısı yapılan kararda, NATO, ABD ve Avrupa Topluluğu üyesi ülkeler nezdinde soruşturma yapılması çağrısı yapıldı. Avrupa Parlamentosu'nun 19 yıl önce almış olduğu bu karar tam olarak yerine getirilmiş değil.

GLADYO VE MASON LOCASI İLİŞKİSİ

İtalya'daki Gladyo itiraflarından sonra diğer Avrupa ülkelerindeki benzeri örgütlerin varlığı kabul edildi ve bu örgütler Sovyetler'in yıkılmasından sonra sessiz bir şekilde dağıtıldı. Gladyo üzerine birçok kitap yazmış ve araştırma yapmış olan İngiliz Gazeteci Philip Willan'a göre 1990'lardan sonra Gladyo'nun ortadan kalktı. P2 Mason Locası ve Gladyo arasındaki ilişkiyi sorduğumuz ünlü Gazeteci Willan, her iki örgütün de gizli olduğunu ve Gladyo'nun başındaki asker ve istihbarat yöneticilerinin Mason olduğunu ifade ediyor.

MASON LOCASININ EN ETKİLİ GAZETEYİ KONTROLÜ

Gladyo'nun gün ışığına çıkarılması konusunda medyanın İtalya'da önemli bir rol oynadığına işaret eden Willan, aynı şekilde Gladyo'nun gün yüzüne çıkarılmaması için de başka medya gruplarının çalışmasına dikkat çekiyor: “Medya, birkaç dürüst ve zeki savcıyla birlikte İtalya'daki Soğuk Savaş döneminin komplolarını gün ışığına çıkarma konusunda önemli bir rol oynadı. La Unita, Paese Sera, La Republica ve L'Espresso gibi gazete ve dergiler, işlenen birçok suçun kamuoyunun gündemine taşınmasında önemli rol oynadı. Aynı şekilde medyanın bu konudaki önemi P2 Mason locası tarafından da kavrandı ve loca İtalya'nın en etkili gazetesi olan Corriera della Sera'nın kontrolünü ele aldılar. Medyada kendilerine yakın bir gazeteciler ağı kurdular. P2 Locası'nın medya ve yargı üzerindeki kontrolü nedeniyle gerçeklerin ortaya çıkmasını geciktirdi ve bu yüzden hala tam olarak ne olduğu konusunu tam olarak bilmiyoruz” dedi.

GLADYO VE P2 MASON LOCASI: GÖRÜNMEZ BİRER ORDU

P2 Mason Locası ile Gladyo arasındaki ilişkiye dair olarak Willan, her ikisinin gizli bir yapılanmaya sahip olduğunu ve bu ikisi arasındaki ilişkinin tam olarak açığa çıkarılmadığını kaydediyor: “Her iki organizasyon da Komünizm karşıtıydı. P2 Locası'nın Gladyo üzerinde büyük etkisi olduğu büyük bir ihtimal. Çünkü, askeri ve istihbarat örgütünün yöneticileri locanın üyesiydiler. P2 Locası'nın başındaki eski isim Licio Gelli ile röportaj yaptığımda bana, ‘Her ikisi de görülmez birer ordu' demişti. Yine aynı şekilde Gladyo'da görevli bulunanlardan bazılarının Benito Mussolini'nin destekçileri ve İspanya İç Savaşı'nda General Franco için gönüllü savaşmış kimseler olduğunu söylemişti.”

ERGENEKON: MASONLUĞUN KILINCI-TIKLAYINIZ




HABERVAKTİM/ÖZEL
19 Kasım 2009
FarukARSLAN. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-14-2009, 15:42   #7
Kullanıcı Adı
FarukARSLAN.
Standart
VAKİT'TEN AYDIN DOĞAN'A :




Gazetemizi `din istismarcısı´ olarak suçlayan Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan `porno yayın yapmak´tan mahkum olmuştu.

Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Tempo Dergisi’ni, “akla hayale gelmez cinsi sapıklıkları görüntüleyen fotoğraflar” yayınlamaktan mahkum etmiş ve ceza Aydın Doğan’ın siciline geçmişti.

SAVCILIK DAVA AÇTI

CNN Türk, Kanal D, Hürriyet, Milliyet, Radikal, Posta ve daha birçok yayın organının patronu olan Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Tempo dergisinin 14 Şubat 1996 tarih ve 7 sayılı nüshasında, “tümü porno nitelikte seksi görüntüleyen fotoğraflar” ile “pornografik düzeyde yazılar” yayınlaması üzerine Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı tarafından dava açıldı.

Aydın Doğan’ın işyerlerine yapılan tebligatlara rağmen açılan davanın hiçbir duruşmasına katılmayan medya patronu Aydın Doğan, sonunda Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 1996/344 esas sayılı dosyadan Türk Ceza Kanunu’nun 426. maddesine aykırı davrandığından “suçlu” bulundu. Mahkeme Aydın Doğan’ı 1 milyar 867 milyon 590 bin lira ağır para cezasına mahkum etti.



BENZER DAVASI ÇOK!

Davayı karara bağlayan hakim, Aydın Doğan hakkında aynı mahkemede çok sayıda benzer dava olduğu için verdiği cezayı ertelemedi ve herhangi bir ceza indiriminde de bulunulmasına gerek görmedi.

Karar Aydın Doğan’ın avukatları tarafından temyiz edildi. Dosyayı yeniden inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesi, kararda herhangi bir hukuka aykırılık olmadığına karar verdi ve Aydın Doğan’ın cezasını 1998 yılında onayarak kesinleştirdi.

“Porno yayıncılık” suçundan mahkum olan Aydın Doğan’ın bu cezası adli siciline işlendi ve Doğan, para cezasını 1999 yılında ödeyerek cezanın infaz edilmesini sağladı.


BAŞTAN SONA PORNO

1997/1638 nolu mahkeme kararında şöyle denildi: Derginin baştan sona çıplak kadın-erkek fotoğrafları ile dolu olup, bu fotoğrafların tümü porno nitelikte olduğu, cinsel uzuvları görünen... Seks yapan (...) ilişkiler sergileyen kadın fotoğrafları, kadın-erkek cinsi münasebetlerini görüntüleyen fotoğraflar bulunmakla, çeşitli cinsel hareketleri pornografik düzeyde anlatan ve sergileyen yazılar olduğu görülmektedir. Bu anlatımlar halkın ar ve haya duygularını incitici, cinsel arzuları istismar ve tahrik edici nitelikte olup, argo ve edep dışı kelimelerle dolu olduğu anlaşılmaktadır.”


Firikikçi patron

Aydın Doğan, gazetelerinde çıplak kadın resmi kullanılmasını savunmuş ve “Son zamanlarda Atatürk kadını çok kapalı kaldı. Biraz da frikiki falan olsun diyordum” demişti. Aydın Doğan’ın, 9 Eylül 2002 tarihinde Zaman Gazetesi’nde yer alan açıklamaları aynen şöyle:

-TBMM’de porno yayıncılıkla ilgili suçlamaları cevaplandırırken, müstehcenliğe karşı olduğunuzu söylüyorsunuz. Gazetelerinizde ve ekranlarda müstehcenliğin sergilenmeye devam ettiğini düşünen bazı okurlar ve seyircilerin merakını tatmin için soracağım. Mesela, Hürriyet’in arka sayfasında mutlaka haber değeri taşımayan bir çıplak kadın resmi oluyor. Bu hoşunuza gidiyor mu?

- Aşırıya kaçmamak kaydıyla. Milliyet Gazetesi’nde derdim ki Doğan Heper’e, “Her gün birinci sayfada güzel bir kadın görmek istiyorum.” Ama çok apaçık olmayan bir resim olmasını isterdim. Hatta, işte Atatürk kadını falan derdim. Son zamanlarda Atatürk kadını çok kapalı kaldı. Biraz da frikiki falan olsun diyordum.
-Niye peki “kadını” kullanıyorsunuz?


Bu görsel bir şeydir. Ben birinci sayfasında güzel kadın olan bir gazeteye daha çok bakarım. Benim yanımda şimdi bıyıklı, ter kokan bir adam mı olsun, senin gibi güzel bir hanım mı olsun?

-Aman efendim, benim frikikim yoktur, frikik istiyorsanız.

(Gülüyor) Ama bakar erkekler. E kadınlar da daha güzel bir kadına daha çok bakar. Ölçüsünü iyi koymak kaydıyla, bunun bence hiç yadırganacak tarafı yok.


-Arka sayfa güzellerinin ölçüsü iyi yani?...


Arka sayfada da onları Hürriyet bir gelenek haline getirmiş, okurlar da benimsemiş ki, Hürriyet bu kadar başarılı. Ben geldim onu kucağımda buldum. Devam etmesinde bir sakınca görmüyorum.


“BAKAN DEĞİL, MİLİTAN!”

Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Hürriyet gazetesinde Adalet Eski Bakanı Şevket Kazan’a ağır hakaretlerde bulunduğu ortaya çıktı. Hürriyet gazetesi, Şevket Kazan hakkında, “Bakan değil, militan..” demiş ve “İn, yoksa indiririz..” tehditvari manşet haber yapmış. Hürriyet gazetesinin 17 Şubat 1997 tarihli manşet haberinde, Adalet Eski Bakanı Kazan’ın Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ı cezaevinde ziyaretini eleştirmiş ve “Bakan değil, militan..” denilmişti. Hürriyet gazetesi, Kudüs Gecesi sanıklarının ziyaretini, “İn, yoksa indiririz..” başlıklı haberle sunmuştu.

/ VAKİT
23 Ocak 2008 Perşembe

Konu FarukARSLAN. tarafından (05-14-2009 Saat 16:03 ) değiştirilmiştir..
FarukARSLAN. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-17-2009, 13:21   #8
Kullanıcı Adı
FarukARSLAN.
Standart SEV de mason kuruluşu çıktı!
SEV de mason kuruluşu çıktı!


Ergenekon davası kapsamında aranan ve ABD'de olduğu belirlenen Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) Başkanı Gülsever Yaşer ile tutuksuz sanık emekli Orgeneral Şener Eruygur'un mütevelli heyetinde bulunduğu Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV), Türkiye Büyük Locası kayıtlarında “Loca kuruluşu” olarak geçiyor. SEV, Ergenekon iddianamesinde de ADD, ÇYDD ve ÇEV ile birlikte eylem birliği içinde gösteriliyor. Daha önce de SEV, ÇYDD ve ÇEV'in Dünya Kiliseler Birliği'nden yüklü miktarda maddi yardım gördükleri ve Protestan misyonerliği ile olan ilişkileri MİT raporuyla ortaya çıktı.

FİNANSÖR MASON LOCALARI

Türkiye Büyük Locası'nın Mimar Sinan dergisinde yayınlanan ve Loca'nın internet sitesinde de yer alan 2008 yılı faaliyet raporunda, “Loca'nın kurduğu kurumlar” olarak şu ifadeler yer alıyor: “Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV), Cüzamla Mücadele Cemiyeti, Yoksul ve Hasta Öğrencilere Yardım Vakfı geçmişte veya günümüzde Türkiye Büyük Locası'nın kurmuş olduğu yardım amaçlı vakıflardır.”

“ATATÜRKÇÜ Ö
ĞRENCİLERE BURS VERİYORUZ”

Loca'nın raporunda SEV ve diğer bağlı kuruluşlar aracılığıyla yapılan faaliyetler şöyle özetleniyor: “Türkiye Büyük Locası Atatürkçü öğrencilere burs vermektedir. Ülkemizde eksik olmayan doğal afetlerde, Türkiye Büyük Locası her defasında insanlık görevini aynî ve nakdî yardım şeklinde yerine getirmiştir. Türkiye Büyük Locası'nın 100. yılı 2009'da kutlanacaktır, o tarihe yetişecek yeni sosyal projeler üzerinde çalışılmaktadır. Yukarıda sayılanların dışında, Localar bireysel olarak muhtelif yardımlar yapmaktadır. Cumhuriyet Bayramı ile onu izleyen Atatürk Haftasında, Atatürk, demokrasi ve laiklik konularında konferanslar verilmekte, halka açık paneller tertip edilmektedir. 16 Aralık Türkiye Büyük Locası'nın kuruluş günü kutlamaları çerçevesinde, halka açık panellerle konserler tertip edilmektedir.

CYDD-ÇEV-SEV'LE İLGİLİ MİT RAPORU


ÇEV ve ÇYDD'nin faaliyetleri ile ilgili MİT raporu ilk olarak, 2005 yılında ‘misyonerlik' haberi yapan Üsküdar Gazetesi'nin sahibi Adnan Odabaş'ın davalık olmasıyla gündeme gelmişti. Türkiye'de Protestan Misyonerliği yapan ve Türkan Saylan'la işbirliği yaptığı ileri sürülen Sağlık Eğitim Vakfı (SEV) haberle ilgili Üsküdar Adliyesi'nde tazminat davası açtı. Dava sürerken Odabaş, SEV'in Dünya Kiliseler Birliği'ne bağlı Amerikan Board ile ilişkili olduğunu ve Türkiye'de faaliyet gösterdiğini savundu. Bu iddialar üzerine Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, MİT'ten bilgi istedi. 2 Mayıs 2005 tarihinde mahkemeye cevap gönderen MİT, Odabaş'ın iddialarını doğruladı. MİT'in verdiği bilgileri değerlendiren mahkeme, SEV'in tazminat talebini reddetti.


/ VAKİT
17 Mayıs 09
FarukARSLAN. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-24-2009, 20:54   #9
Kullanıcı Adı
FarukARSLAN.
Standart Sahte profesör!
Sahte profesör!


Laikçi kesimin ve kartel medyasının ‘profesör' diye lanse ettiği, "türban Sümerlerde fahişeler takardı" diyen Muazzez İlmiye Çığ'ın değil profesör, doktor bile olmadığı ortaya çıktı. Vakit'e itirafta bulunan Çığ, “Ben profesör değilim. Bana zorla bu unvanı takıyorlar. Ben müzede uzman olarak çalıştım” dedi.
Masonlar Locası tarafından inançlı kesimlere ve özellikle başörtülülere yönelik bir hakaret ve iftira kampanyası amaçlı bir “proje” olarak devreye sokulan Muazzez İlmiye Çığ olayının gerçek yüzü aralanmaya başlandı. Masonlar Locası'nda verdiği derslerde “Sümerolog Profesör” olarak takdim edilen ve daha sonra laikçi kesim ve kartel medyası tarafından kamuoyuna bu sıfatla lanse edilen Çığ'ın değil profesör, doktor bile olmadığı, Sümeroloji bölümünün kapısından dahi geçmediği ortaya çıkarken, ülkenin gerçek Sümerologları bu duruma isyan ediyor.

“İLMİYE PROFESÖR VE SÜMEROLOG İSE, BİZ NE OLUYORUZ?”

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dekanlığı ve Sümeroloji Bölüm Başkanlığı yetkilileri, bu konuda defalarca basın-yayın organlarını uyardıklarını, ancak ısrarla adı geçen kişiden “profesör” ve “Sümeroloji uzmanı” olarak bahsedildiğini söylediler. Sümeroloji Bölüm Başkanlığı kayıtlarında Muazzez İlmiye Çığ adında ne bir öğrenci kaydı, ne de doktora veya tez çalışması yapmış bir akademisyen adı mevcut. Sümeroloji Bölüm Başkanlığı ve Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nden Vakit muhabirine konuşan etkili profesörler, “Bu araştırmalar oldukça pahalıdır ve belirli çevrelerin yardımları sonucu ancak yapılabilmektedir. Ancak ne yazık ki aynı çevreler, zaman zaman siyasi birtakım konularda akademik unvanlı kişileri kullanmak isteyebiliyor. Sümerlerde başörtüsüyle ilgili polemikte Sümeroloji Bölümü'nden hiçbir akademisyen, istenilen tarzda görüş bildirmedi. Bunun üzerine İlmiye Çığ adında bir proje devreye sokuldu. Ancak bu konu artık siyasi olmanın da dışına çıkıp, Türkiye'deki gerçek Sümerologları yok sayan bir noktaya geldi. Şayet İlmiye Çığ profesör ve Sümerolog ise, bizler neyiz?” diye sordu.

ÇIĞ İTİRAF ETTİ: BEN PROFESÖR DEĞİLİM, BANA ZORLA PROF. UNVANI KOYDULAR

Hakkındaki iddiaları sorduğumuz Muazzez İlmiye Çığ, kendisini çekemeyen bazı hocaların olduğunu belirterek, “Ne söylerlerse söylesinler. Umurumda değil. Benim yazdığım bir sürü kitap ve makale var” dedi. “Sümerelog olmadığınız, profesörlük unvanınızın olmadığı belirtiliyor?” sorusuna, “Ben Sümer dilinin etimolojisi üzerinde çalıştım. Ben profesör değilim. Bana zorla bu unvanı takıyorlar. Ben profesör olduğumu iddia etmiyorum. Ben müzede uzman olarak çalıştım. Sümeroloji alanında araştırma ve incelemelerim oldu” dedi. “İstanbul Üniversitesi'nden doktora aldığınız söyleniyor. Doktora tezinizin konusu nedir?” sorusuna ise, “Benim doktora tezim yok. Bana şeref doktorası verdiler. Hakkımda daha kim bilir neler söylerler. Ben hayatımı yaşıyorum” diye konuştu.

MASONLUK VE “İLMİYE REFORMU”

Sümeroloji değil, Hititoloji mezunu olan ve hiçbir akademik unvanı olmadığı halde pek çok gazetede “profesör” olarak lanse edilen Muazzez İlmiye Çığ, pek çok yerde konferanslar vermeye devam ediyor. Muazzez İlmiye Çığ ismini ilk meşhur eden Masonlar Locası, Muazzez İlmiye Çığ konferanslarına yeniden başladı. Konferansın duyurusunda “İlmiye Hemşire” ibaresi dikkat çekti. Yakın tarihe kadar Loca etkinliklerine katılmaları bile tartışma konusu olan kadınların yeni dönemde Locada etkin görev aldıklarının göstergesi kabul edilen bu gelişme, kısa süre önce Mason Locasında iktidar savaşını kazanan ve “ulusalcı kanat” olarak nitelendirilen Salih Evcilerli'nin “reformları” arasında sayılıyor.

İLMİYE TARİHİ KATLEDİYOR

İlmiye Çığ, Sümerler'de sadece fahişelerin örtülü olduğunu iddia ederken, Sümer dönemi tabletlerde toplumun bütün kesimlerinin örtülü olduğu gerçeğini örtbas ediyor. Çığ'ın sırf günümüzde başörtülülere hakaret için tarihi tahrif edici iddiaları Sümerologların büyük tepkisini çekiyor. Ankara'da bulunan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde çözümlemesi yapılmış ve sergilenmekte olan kil tabletlerde o dönemin yöneticilerinin eşlerinin de dahil olmak üzere toplumun bütün katmanlarının vücutlarının tamamını örttükleri görülebiliyor. Ancak örtünmenin şekli konusunda sınıfsal farklar olduğu görülüyor. Sümer toplumunda her şey gibi örtünme biçimleri de kanunlarla belirlendiğinden, fahişelik yapanların toplumda belli olması, böylece aileye yönelik korumacı bir tedbir alınması maksadıyla kimin nasıl örtüneceği hususunda belli kıstaslar getiriliyor. Fahişelerin aynı cins kumaştan tek tip ve tek renk bir kıyafet giymeleri zorunlu hale geliyor. Bu nedenle “fahişe kıyafetinin” nasıl olması gerektiği yine kanunla belirlenmiş oluyor. İlmiye Çığ ise, sanki toplumun diğer kesimleri örtünmüyormuş gibi, sadece fahişe kıyafetiyle ilgili kısmı ön plana çıkartarak, Sümerlerde fahişe olmayan saygın kadınların adeta mini etekle gezdiği gibi bir sonuca gidiyor. Sümerologlar, böyle bir tarih okuma ve yazımının kabul edilemeyeceğini belirtirken, “Üstelik Sümerler gibi, bıraktıkları yazılı metinleri dolayısıyla hakkında neredeyse her şeyi bildiğimiz bir medeniyet, bugünkü kısır siyasi çekişmelere alet edilerek, tarih bilimi katlediliyor” diyorlar.


/ VAKİT
23 Mayıs '09

Konu FarukARSLAN. tarafından (05-24-2009 Saat 21:00 ) değiştirilmiştir..
FarukARSLAN. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-05-2009, 16:01   #10
Kullanıcı Adı
FarukARSLAN.
Standart
İşte Peşkeş, İşte CHP


Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenmesi konusundaki tartışmalar devam ediyor. Mayınlı arazilerin temizlenmesi konusunda; “Bu toprakları İsrail'e peşkeş çekmeye niyetliyseniz referanduma gidelim” diye feryat eden CHP lideri Deniz Baykal'ın, 1996 yılında Türkiye'nin İsrail ile zoraki işbirliğine gitmesi için yapılan askeri eğitim ve işbirliği anlaşmasına göz yumduğu ortaya çıktı.


MEĞER BAYKAL PEŞKEŞE GÖZ YUMMUŞ!..

Gazze'deki İsrail vahşetinin yaşandığı dönemlerde Hamas düşmanı kesilen CHP'lilerin bugünlerde İsrail karşıtı safta yer almaları dikkat çekiyor. Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin “İsrail'e peşkeş çekildiğini” ileri süren CHP lideri Deniz Baykal'ın, 23 Şubat 1996'da imzalanan ve Siyonist İsrail'e hizmet eden Türkiye-İsrail Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması'nın yapıldığı 52. Hükümet döneminde (30 Ekim 1995 - 6 Mart 1996) Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olduğu öğrenildi. Bugün İsrail'e karşı çıkıyormuş gibi görüntü oluşturan Baykal'ın, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve İkinci Başkanı Çevik Bir ile İsrail Savunma Bakanı David İvry arasında İsrail'de imzalanan ihanet anlaşmasına itiraz etmediği ortaya çıktı.

GAZZE'Yİ HATIRLADILAR

CHP, Meclis Genel Kurulu gündemindeki Türkiye ile Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi ve ihale işlemleri ile ilgili tasarıya sert tepki gösteriyor. Tasarıyı “Ver-kurtul” yasası olarak nitelendiren CHP, tasarının yasalaşması halinde Anayasa Mahkemesi'ne taşıyacaklarını dile getiriyor. Gazze'deki İsrail vahşetine sessiz kalan ve Filistin halkının temsilcisi Hamas'ı terörist olarak gören CHP'liler, Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesinin gündeme gelmesi üzerine birden Gazze dostu oluverdi. CHP Muğla Milletvekili Gürol Ergin, tasarıyı Türkiye'nin Güneydoğu'sunda ikinci bir Gazze olacağını belirterek, “Bu tasarıyı yasalaştırdığınızda ülkemizde ikinci bir Gazze'yi bizzat yaratmış olacaksınız” demesi dikkat çekti.

ASIL PEŞKEŞ ASKERİ İŞBİRLİĞİ ANLAŞMALARIDIR

Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan emekli Binbaşı Yakup Evirgen, Vakit'e yaptığı açıklamada, 1990'lı yıllarda Türkiye ile İsrail arasında yapılan anlaşmaların hep İsrail lehine işlediğini söyledi. 1996 yılında Türk-İsrail Askerî Eğitim ve İşbirliği Anlaşması'yla Türkiye'nin hava sahasının İsrail'e peşkeş çekildiğini söyleyen Evirgen, şunları söyledi: “Nisan 1996'da 8 adet İsrail F-16 uçağı Konya semalarında eğitim uçuşu yapmıştır. Bu tarihten itibaren eğitime ilave olarak her yıl Türk-ABD-İsrail uçaklarının katıldığı birleşik hava tatbikatları yapılmıştır. Siyasilerin geçmişte yaptıkları ile bugün yaptıkları arasında çok fark vardır. Geçmişte yaptıklarını unutan siyasiler, bugün sırf muhalefet olsun diye bazı şeylere karşı çıkıyor. Bunu anlamlı bulmuyorum. 1996 tarihli askeri eğitim ve işbirliği anlaşması asla muhalefet görmedi. Bu anlaşmalardan Türkiye lehine işleyen hiçbir şey yok. Bu anlaşmalardan Türkiye'nin ne kazandığı sorgulanmalıdır.”

İŞTE O ANLAŞMANIN İÇERİĞİ

Yıllardır Türkiye'nin aleyhine işleyen Türkiye-İsrail Askerî Eğitim ve İşbirliği Anlaşması'nın içeriği şöyle:

¥ İsrail uçaklarının eğitim amaçlı olarak Türk hava sahasını kullanması.
¥ İsrail ve Türk donanmalarının Akdeniz'de ortak tatbikat düzenlemeleri.
¥ İki ülke istihbarat birimlerinin işbirliği yapması.
¥ Ortak eğitim yapılması.
¥ Askeri eğitim alanında karşılıklı bilgi ve deneyimlerin değişimi.
¥ Askeri akademiler ve karargahlar arası karşılıklı ziyaretlerin yapılması.
¥ Savaş gemilerinin karşılıklı ziyaretler yapması
¥ Askeri, sosyal ve kültürel alanlarda bilgi ve personel değişimi ile askeri tarih, müze ve arşiv konularında işbirliği.

/ VAKİT
4 Haziran '09


FarukARSLAN. isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
ak parti, akit, akpartiforum, chp, chp gerçekleri, deniz baykal, dilipak, ergenekon, etö, gündem haberleri, habercilik, habervaktim, hasan karakaya, mhp, unutulanlar, vakit, vakit gazetesi, vakit haberciliği, vakit manşetler, ülke gerçekleri


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi