AK Gençliğin Buluşma Noktası
Forum Köşe Yazarlığı Ak Parti Forum Köşe Yazarları buraya.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 06-30-2011, 23:08   #1
Kullanıcı Adı
alperen
Standart AKŞAM SEFAMIZ AY DEDE
AKŞAM SEFAMIZ AY DEDE

ALPEREN GÜRBÜZER

Yüce Allah; “Onlarda ay’ı bir nur yapmış, güneşi de bir kandil olarak asmıştır”(Nuh,16) ayetiyle ay nuruna dikkatimizi odaklamaktadır. Bilirsiniz belki, akşamsefası o güzel çiçeklerini geceleyin açmaktadır. Niye açmasın ki adı üstünde akşam sefası.. Düşünsenize geceleyin gökyüzünde bizi selamlayan ay dedemizi temaşa etmek adına hafif esen bir rüzgâr ve çiçeklerini açmış akşamsefası eşliğinde evimizden dışarıya çıkmak ne güzel bir duygu olsa gerektir. Gerçekten akşamları gökyüzünde ayla birlikte sefamız bir bambaşkadır. Hele hele onun dolunay hali var ya, izleyenleri adeta mest eder. Hatta seyrine doyum olmazda. Bu yüzden sevenler sevimli ve iç ferahlatıcı dolunaya mehtap demişlerdir. Çocuklar ise ay dede derler. Çünkü mehtaplı akşamlarda ay gülümseyen yüzü ile piri fani dede olmayı gerçekten hak etmiştir. Edebiyata konu olan, aynı zamanda dillere destan olan ayın gülümseyen parlak yüzü Astronotları bile heyecanlandırıp, aya çıkılmaz tabusunu yıkmaya yetecektir. Nitekim ay yolculuğu 8 gün 3 saat, 17 dakikada gerçekleşerek dünya aldığı bu haberden dolayı sevinç çığlıklarına sahne olmuştu. İnsanların sevinç çığlıkları atmosfer sayesinde yeryüzünde duyulurken, astronotların aya ilk adım atar atmaz attığı zafer çığlıkları ayda duyulmuyordu. Kendi aralarında iletişim ancak taktıkları gaz maskesi altına yerleştirilmiş radyo dalga verici yoluyla yapabiliyorlardı. Çünkü ayda atmosfer yoktu. Madem havanın bulunduğu alanlarda ses dalgaları yayılabiliyor, o halde her tarafta kızılca kıyamette kopsa hava (atmosfer) yoksa seste yok demektir. Neyse ki Ay dedemiz üzerine yağan meteor taşlarınca delik deşik olmasına rağmen bombardımanlardan etkilenmemekte. Çünkü dünyamız gibi koruyucu atmosfer şemsiyesi olmadığı için onu rahatsız edecek ne bir ses ne de bir tılsım duymak mümkün. Sadece korkunç bombardımanın ardından geriye kalan taş yığınları, kayalıklar, çorak, susuz ve kurak araziden ibaret bir alan vardır. İlginçtir ayda ayrıca çok miktarda oksijen de mevcuttur. Fakat burada ki oksijen hayat oksijeni değil, bilakis serbest halde bulunmayan, yani mineral bileşiklerine tutulmuş oksijendir.
Ayın nasıl meydana geldiği konusunda çeşitli görüşler mevcut. Kimilerince ay tıpkı dünyamız gibi sıcak bir gaz küre halden meydana gelip, zamanla soğuyarak bu günkü halini almıştır. Kimilerine göre ise Ay başlangıçta dünya ile bitişikken zamanla ondan koparak dünyanın etrafında elips şeklinde yörünge çizen bir uydu haline gelmiştir. Özellikle bu son görüş yabana atılır cinsten değil. Zira ayın şu an itibari ile bile dünyadan gittikçe uzaklaşması, yeryüzünün büyük kısmının sularla kaplı olması, diğer arta kalan 1/3’ün Pasifik okyanusunun doldurduğu derin çukurun varlığı veya Pasifik Okyanusun geri kalan bölümünü oluşturan granit tabakasının noksanlığı bu fikri güçlendirmektedir. Aynı zamanda astronotlardan Apollo’nun aydan getirdiği kaya parçalarının yeryüzündeki elementler ve kompleks minerallerin yaş bakımdan dünyadakilerle hemen hemen aynı, fakat yapı bakımdan tam olarak birebir eşleşmese de bu hipotezi doğrular gibi. Şurası muhakkak astronomi, kimyanın element bazında adeta âlemşümul bir bilim olduğunu itiraf etmektedir. Gerçektende dünyada bütün okyanuslarda benzer bir yapı söz konusu olduğu halde, Pasifik okyanusu bundan istisnadır. Nitekim Gamow, bu durumu ay yüzeyi üst kabuğunun granit, alt tabakasının ise bazalt olmasından hareketle “Dünyamızın Hayat Hikâyesi” adlı eserinde; “Okyanustaki bir sürü ada üzerinde tek bir granit parçasına rastlanılmaz. Pasifik alanının dibi sadece bazalt kayalardan meydana gelmiş olduklarından şüphe yok gibidir. Sanki kozmik bir el, bu geniş alanın her tarafından granit tabakasını kaldırıp götürmüştür. Şu halde Pasifik Okyanusun şimdi kapladığı alan, Ayı meydana getiren madde yığınının koptuğu yerin ta kendisidir” tarzında izah eder.
Evet, bu görüş bugün hale geçerliliğini korumaya devam etmektedir. Anlaşılan o ki; ay dünyamızdan kopmuş olduğunu kabul etsek bile, şurası da bir gerçek hayat denilen mucize şimdilik dünyamızda mevcut. Ayda ise maalesef hayat kıpırtısı zerresine bile rastlanılamamıştır. Hatta Apollo seferlerinde aydan getirilen kaya parçalarının hiçbirinde eser miktarda da olsa suya rastlanılmadığı gibi hayat emaresi diyebileceğimiz bir tek fosile dahi bulunamamıştır. Bundan dolayı ayda hayat olmadığı kesinlik kazanmıştır. Dahası hayat nasıl olsun ki bir kere ay yüzeyi yaklaşık 120 santigrat dereceye demir atmış durumda. Elbette ki bu kadar yüksek derecede bir canlı yaşayamaz. Zira dünyamız kendi ekseni etrafında dönmesini 24 saatte tamamladığı halde, ay da bu dönme 15 gündüz 15 gün gece olacak şekilde yavaş dönmelerle turlar tamamlanır. Yani bir tarafı devamlı karanlıkken diğer tarafı tam tersi devamlı sıcaklığa maruz kalacağından çok büyük sıcaklık farkların doğmasına yol açmaktadır. Ayrıca kütle bakımdan ay dünyamızdan 81 kat daha küçük olmakla beraber diğer gezegenlerin uydularından hem hacimce hem de kütlece daha büyüktür. O halde biz ona küçük inci uydumuz diyebiliriz. Öyle ki o; Amerika kıta’sı ile Avrupa ve Afrika kıta’larının arasına sığacak kadar küçük paremizdir. İyi ki de küçükmüş. Çünkü ayın dünyadan kütlece küçük olması aynı zamanda dünyaya nispeten çekim gücünü de azaltmakta, böylece med-cezir olayları ile dünyamız sıkça çalkalanmamaktadır. Çekim gücünün bir diğer ispatı da dünyada 80 kilogram gelen bir insan ayda 12 kilogram gelmesidir.
Ay dedemizi nurlu kılan hiç şüphesiz güneştir. Dolayısıyla bu noktada ay güneşten gelen ışınları dünyaya yansıtarak şanına şan katmaktadır. Yansıtırken görünüş safhaları kendine hayran bırakmaktadır. Ay bir bakıyorsun hilal haline gelmekte, bir bakıyorsun küçülüyor, bir bakıyorsun büyüyor, bir bakıyorsun kararıyor, derken kendi içerisinde geçirdiği dönüşümlerle ruhumuzu dalgalandırmaktadırlar. Dönüşümlerin ilk safhası ‘Yeni ay’la başlayıp, bu safha ayın dünya ile güneş arasında olduğu zamanlarda ortaya çıkmaktadır. Sonra ayın dünyaya bakan yönü güneş tarafından aydınlandığında tarihi remzimiz ‘Hilal’ görünümü safhasına kavuşur. Akabinde ay üzerindeki güneş ışınları yarım daire haline gelinceye kadar hacimce büyür ki buna ‘Yarım ay’ safhası deriz. En nihayet ayın bütün yüzeyinin aydınlık olması safhası yaşanır ki bu görünümüne de ‘Dolunay’ denmektedir. Derken bu döngüler 29,5 günde bir tekrarlanır. İşte her ne kadar havasız, susuz, bulutsuz ve hayatsız olsa da onun evre evre değişik görünümler sergilemesi veya büyük bir hayranlıkla seyredenleri cezb etmesi tüm olumsuzlukları bir anda silebiliyor. Allah-ü Teala; “Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir çerağ ve nurlu ay barındıran Allah-ü Teala’nın şanı ne yücedir” (Furkan,61)diye beyan buyurmaktadır
Ay maalesef dünya gibi iki ayrı zırhla korunmuş değil. Dolayısıyla Ay korunaksız olduğundan üzerine sağanak halde yağan taşlar yüzünden yüzey kısımları delik deşik olduğundan krater alanları bolcadır. Hatta metrelerce derinliklerde çukurluklar vardır.
Allahü Teala; “Güneş’de, Ay’da hesapladır” (Errahman–5) beyan buyurmaktadır. Ayeti kerime astronomik hesaba dikkat çekmekte, en ufak ay hareketlerinde değişiklik başta insan olmak üzere tüm hayatı altüst etmeye yetecekti elbet, ama bu olumsuzluğa geçit vermeyecek şekilde belli ki ona da ayar çekilmiş. Bilindiği üzere yerin hem güneşe uzaklığı hem de aya olan uzaklığı ince bir ayar üzerine kuruludur. Bu ince hesap sayesinde her üç kürede birbirleri arasında çekimin dengelenmesi sağlanmakta, böylece yılda iki defa deniz kabarmalarına neden olan med-cezir (gel-git) dalgalarının yanı sıra ısı, ışık, magnet, iyonik olayların her biri de denge planı içerisinde yer almaktadır. Yani ayla dünya arasındaki uzaklık takriben 384.000 kilometredir. İşte ay ışığını bunca kilometreleri yaklaşık bir saniyelik anlık salise dilimini kat ettikten sonra dünyaya yansıtabilmektedir. Bu mesafe rasgele seçilmiş bir mesafe değil elbet. Es kaza bu mesafenin azcık hedefinden şaşması med-cezir hadiselerinin sıkça tekrarlanmasını beraberinde getirip deniz dalgalarının dünyayı istila etmesi demek olacağından hayatımız kâbusa dönüşecekti. O halde yaratılış öncesi dünya ile ay arasındaki uzaklığın ortalama 38.000 kilometrelik ayara konumlanmış olması karşısında ne kadar şükretsek azdır diyebiliriz. Üstelik ayında diğerleri gibi kendine has birtakım hareketleri olmasına rağmen, bu hareketler herhangi bir karışıklığa mahal bırakmadan bu mesafe korunabilmektedir. Nitekim gerek güneş etrafındaki hareketi, gerek diğer gezegenlerin çekim gücüne (gravitasyon) bağlı olarak nükseden birtakım yörünge farkları, hakeza güneş sisteminin bütünü itibariyle gerçekleşen hareketlerden kaynaklanan değişiklikler ister istemez Ay’ı doğrudan doğruya etkileyerek kendine özgü bir döngü oluşturmaktadır.

 

alperen isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi