AK Gençliğin Buluşma Noktası
Ekonomi Ekonomi haberlerini bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Seçenekler
 
Alt 05-28-2011, 12:35   #1
Kullanıcı Adı
EZEL
Standart Ali Babacan Fatih Üniversitesi Ekonom ve Finans Konferansı
FATİH ÜNİVERSİTESİ


İSTANBUL EKONOMİ VE FİNANS


KONFERANSI



Fatih Üniversitesi’nin çok değerli Başkanı, Fatih Üniversitesi’nin çok değerli Dekanı, dünyanın dört bir köşesinden bugün bizlerle olan çok değerli akademisyenler, değerli bilim adamları, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bugün bir ilk olan Fatih Üniversitesi’nin düzenlemiş olduğu İstanbul Ekonomi ve Finans Konferansı vesilesiyle bir aradayız ve bu toplantıyı, bu konferansı düzenledikleri için Fatih Üniversitesi’nin tüm yönetimine ve mensuplarına özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Ekonomi ve finansın uluslararası boyutta burada, İstanbul’da tartışılıyor olması ve bundan sonra da daha da çok tartışılıyor olması aslında bir sürpriz değil. İstanbul, gittikçe dünyada önemini artıran, finans sonucunda ağırlığını artıran bir şehrimiz. Üstelik 2023’ün dünyasında bizim hedefimiz İstanbul’u dünyanın en değerli 10 finans merkezinden birisi haline getirmek. Şimdiden bu vizyonda çalışmalarımızı başlatmış durumdayız ve 2009 yılında açıkladığımız strateji ve eylem planları da bunun uygulamasına başlamış durumdayız.
Değerli konuklar, değerli katılımcılar; dünya ekonomisi son derece enteresan, son derece sıra dışı dönemlerden geçiyor. Özelikle 2008’den itibaren, 2008’in son aylarından itibaren kendisini hissettirmeye başlayan, 2009’da bir bakıma en üst noktasını bulan küresel ekonomik ve finans krizi dünyadaki hemen hemen tüm ülkeleri az ya da çok etkilemiş durumda.
Bu krizin safhalar halinde seyrettiğini görüyoruz. Birinci safhası sadece finans sektörüyle ilgili gibi göründü, pek çok büyük finans kuruluşu ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Arkasından 2009 yılında gittikçe yaygınlaşan bir şekilde pek çok ülkede ekonomik yavaşlamayı beraberinde getirdi. Bu ekonomik yavaşlama da yine pek çok ülkede sosyal problemlere ve arkasından da siyasi krizlere yol açtı. Finans kriziyle başlayan, ekonomik krize dönen, sosyal krizleri doğuran, bunun sonucunda siyasi krizleri beraberinde getiren gerçekten oldukça sıkıntılı bir tablo görüyoruz.
Biraz önce Sayın Acemoğlu detaylarıyla özellikle krizin ilk başlangıç noktasını ve arkasında yatan sebepleri anlattı, güzel bir analiz yaptı. Fakat dikkat ederseniz sunumunda siyasi irade, siyasi bakış kavramını çok sık kullandı ve gerçekten de doğru bir noktaya işaret etti. Çünkü kağıt üzerinde, teoride çok güzel uygulamalar oluşturabilirsiniz, çok güzel projeler, modeller, programlar oluşturabilirsiniz, ama iş dönüp dolaşıyor uygulamaya geliyor. Uygulama da siyasi iradeyle çok çok ilgili. Güçlü bir siyasi irade, korkmadan doğruları yapacak bir siyasi irade ciddi şekilde olmadıkça ekonomide olumlu sonuçlar almak pek kolay değil. Üstelik sadece burada zayıf bir performanstan bahsetmiyoruz, zamanında güçlü bir siyasi irade ortaya konmayınca nasıl büyük krizlerin doğabileceğini, nasıl dünya finans sisteminin ve küresel ekonominin ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalabileceğini geçtiğimiz son 2-3 yıl bize gayet güzel bir şekilde öğretti. Aslında biz bunu Türkiye özelinde kendi 1994 krizimizde, 2000-2001 krizinde yaşadık. Yani siyasi irade olmayınca, güçlü bir şekilde doğruları söyleyen, doğruları yapan bir yönetim iş başında olmayınca nasıl ülkeler krizden krize savrulabiliyor, biz Türkiye örneğinde bunu yaşadık, defalarca yaşadık. Ve Türkiye’de 2002 yılından itibaren adeta bir sil baştan oldu. Ve bundan önceki sunuşlar, bu bahsedilen … lobiler, zenginlerin koyduklarıyla yönlendirilmesi, parası olanların koyduklarıyla yönlendirilmesi, belli bir etki alanının, belli bir etki grubunun siyasetçilerin üzerinde baskısı, Türkiye’nin de uzunca yıllar maalesef yaşadığı acı tecrübeler. Tabi bunları biz geri kalmış, az gelişmiş ülkelerde görmeye belki alışığız, dünyada pek çok örneği var ama, dünyanın en büyük ekonomisinde benzer bir tablo görünce bu son derece kaygı verici. Çünkü bugün belli bir büyüklüğün üzerindeki ekonominin yöneticileri sadece kendi ülkesinin istikrarından sorumlu değil. Eğer Amerika’da olup biten oradaki bir yanlış politika bizim ülkemizi etkiliyorsa, Asya’yı etkiliyorsa, Afrika’yı etkiliyorsa, işte o zaman bu yöneticilerin bir küresel sorumluluk duygusuyla hareket etmeleri lazım. Bu sorumluluklarını da iyi anlamaları lazım. Bu krizden sonraki yapılan çalışmalarda, ki özellikle G-20 çerçevesinde yapılan çalışmalarda batmayacak kadar büyük tanımı içerisine girebilecek ülkeler tanımlandı, ilk 25 ülke oluşturuldu. Ve o ilk 25 ülkenin içerisinde Türkiye de var, yani Türkiye’de finans sisteminde bir sorun çıktığında tüm küresel finans sistemini etkileyecek boyutta bir ekonomi büyüklüğe, finans büyüklüğüne ulaşmış olduk. Dolayısıyla, bizler de adım atarken, karar alırken sadece Türkiye’yi değil küresel ekonomiyi de düşünmek zorundayız.
Şöyle bir bakacak olursak, özellikle 2008 krizine bizi getiren sürece bakacak olursak; buradaki en önemli eksiklik, siyaset kurumunun düzenleyicileri zamanında gerekli adımları atması-atamaması. Eğer zamanında doğru bir regülasyon yapılırsa ve bu düzenleme istisnasız bir şekilde uygulanırsa ve bu uygulamayla ilgili yaptırımlar yeteri kadar büyük olmazsa neler olabileceğini hep beraber yaşadık. Biz Türkiye’de küçük, kendi çapımızda bir örneklerle yaşamıştık ama, şimdi Amerika kaynaklı olarak da bunu yaşadık. İşte bu sebepledir ki biz biraz da Türkiye olarak kendi tecrübemizden istifade ederek, o 2000-2001 krizinin bir bakıma bize çektirdiği o büyük zararları, o büyük sıkıntıyı da göz önünde bulundurarak 2003-2004 yıllarından itibaren çok önemli reformlar yaptık. Yeni Bankacılık Yasası çıkarttık, yeni bir Kredi Kartı Yasası çıkarttık, bir Mortgage Yasası çıkarttık, tasarruf sigortasıyla alakalı bir özel yasa çıkarttık. Regülasyon çerçevesini çok sıkı tuttuk. Şu anda sık sık bahsedilen stres testlerini biz 2004, 2005, 2006 yıllarında sürekli yaptık. Ve 2006 yılı geldiğinde tüm o düzenlemelerimiz önemli ölçüte tamamlanmıştı, o stres testlerimize baktığımızda tek tek her bankanın bünyesinin oldukça sağlam olduğunu, sağlamlaşmış olduğunu gördük. Bütün bunları yaparken çalışmalarımız çok kolay olmadı. Bankacılık Yasamızda örneğin kişisel sorumluluk kavramı getirdik, ki bunu ben uluslararası çevrelerde anlattığımda şöyle bir irkiliyor herkes, ne demek bu diyor. Bizim uygulamamızda banka yöneticilerinin ve hakim ortaklığın şartsız sorumluluğu vardır. Bunu koymadığınızda ne oluyor? Bankalar para kazanırsam benim, yöneticiler de güzel bonus alıyorlar, bu kârdan paylarını alıyorlar. Peki zarar ederse, batarsa, batarsan anahtarı birilerine teslim edip giderim, kazandığım da yanıma kâr kalır diyebiliyorlar. Bu nasıl yapıya götürüyor bankaları ve finans kuruluşları? Ben riski alayım, kazanırsam bana, kaybedersem nasıl olsa zararını birileri çekiyor. Batıyorum, kreditörler ve sermayedarlar bunu nasıl karşılıyor? Yok, devlet beni gelip de kurtarırsa da daha karlıdır, bunun maliyetini nasıl olsa karşılıyor. İşte buna asla izin vermemek lazım. Böylesine bir şirketleri, finans kuruluşlarımızı rehavete sürükleyecek bir yapıya asla izin vermemek lazım.
Yine küçük bir örnek, özellikle yabancı konuklarımız için; bizim Mortgage Yasamızda, yani Konut Kredisi Yasamızda yüzde 25’lik bir en az ödeme şartı vardır, yüzde 25. 2006 yılında biz bunu koyduk, biz bunu koyarken de Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yasayı geçirirken çok zorlandık. Bu yüzde 25 de nereden çıktı dediler, yıl 2006. Siz Amerika’yı görmüyor musunuz dediler, bunlar o işi 100 yıldır yapıyor. Siz onlardan iyi mi biliyorsunuz ki bu sınırlamayı buraya getiriyorsunuz dediler. Biz dedik ki olabilir, ancak riskler var, riskler birikiyor, Amerika’da da birikiyor, pek çok ülkede de birikiyor, biz kendimiz için doğruyu yapmalıyız. Hem bankaların bilançosunu korumalıyız, hem de sosyal sıkıntılara ileride sebep olmamak adına, vatandaşlarımızın gerçekten ödeme gücü olanlarının belli miktarda borca girmesini sağlamak adına bunu yapmak zorundayız dedik. Sonunda ikna oldular ve yasamız o şekilde çıktı. Hatta son aylarda o kuralı delmek isteyen, etrafından dolaşmak isteyen birkaç tane banka tespit edildi, geçen BDDK Başkanımız biliyorsunuz ağır bir uyarıda bulundu. Eğer kuralı bozarsınız lisansınızı iptal ederim, bir daha konut kredisi falan kullandıramazsınız dedi. Peki bunu bir BDDK Başkanı hangi güce dayanarak söyler? Arkasında siyasi irade sapasağlam durmasa, sen korkmadan doğru yap, biz senin arkanızdayız demese siyasi irade, bunu birilerinin çıkıp açıkça söylemesi kolay değil. Yine Sayın Acemoğlu, lobilerden bahsetti, banka lobilerinin Washington üzerinde ne kadar etkili olduğundan bahsetti. Bakın sadece parlamentolar üzerinde değildir bu lobi, bu lobi basın üzerinden de gelir, akademisyenler üzerinden de gelir. Çünkü bankacılık demek para demek,

 


Konu EZEL tarafından (05-28-2011 Saat 12:38 ) değiştirilmiştir..
EZEL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 05-28-2011, 12:37   #2
Kullanıcı Adı
EZEL
Standart
Bizim bugün itibariyle ileriye şöyle bakacak olursak, özellikle finansal istikrar adına yaptıklarımız önemli. Tabi Türkiye’de bu gerçekleştirdiklerimiz önemli. Yine Türkiye’de ki konuklarımız bilir ama, uluslararası yabancı konuklarımız için şunları ifade edeyim: Bütün bu krizde Türkiye tek bir kamu bankasına tek bir liralık, kuruşluk kaynak aktarmamıştır. Türkiye’de bankalarla ilgili mevduat garantisinin sınırı dahi değişmemiştir. Biliyorsunuz Avrupa Birliğinin genelinde 100 bin euro’ya çıktı. Bazı ülkeler daha da ötesini yaptı, sınırsız garanti getirdi ya da bankaların tümüne kefil olmak zorunda kaldılar. Biz bunların hiçbirisini yapmadık, çünkü hiçbir bankamızda sorun çıkmadı. Avrupa’nın belli başka bütün bankalarının Türkiye’de yatırımı var. Amerika’nın belli başlı bütün bankalarının Türkiye’de yatırımı var. Bunların New York’taki, Londra’daki, Brüksel’deki merkez operasyonları çok ciddi zarar gördü. Ama İstanbul operasyonları sapasağlam ayakta kaldı. Bunların yöneticileri aynı, ortakları aynı. Niye falanca banka Belçika’da, Hollanda’da batıyor, kurtarılmak zorunda kalıyor da, Türkiye operasyonu sapasağlam? Çünkü burada bizim kurallarımıza uyuyorlar, o kurallar ciddi kurallar. Uygulamada yaptırımlar ağır. Bundan korkmamak lazım. Yani zamanında tedbir almaktan, ihtiyatlı gitmekten korkmamak lazım.
Önümüzdeki dönemde Türkiye’deki özellikle finanssal istikrarın sürdürülebilmesi için bizim kurumsal yapılanmalarımız da büyük önem taşıyor. Şu anda bu sektöre bakan Merkez Bankamız var, BDDK’mız var, TMSF var, SPK var, Hazine Müsteşarlığı var. Bunlar ağırlıklı, sürekli takip eden, sorumluluk taşıyan kuruluşlarımız. Ancak bu 5 kuruluştan 4’ü bağımsız. Yani hepsinin ayrı ayrı kurulları var ve kararlarını bu bağımsız kurullarda veriyorlar. Kurumlar arası diyalog, işbirliği hem önleyici tedbirlerde, proaktif tedbirlerde çok önemli, hem de Allah korusun bir sorun çıkarsa o sorunu çözmekte son derece önemli. İşte bunu sağlayabilmek için biz bir adım daha ötesine gidiyoruz ve finanssal istikrar komitesi diye yeni bir yapılanmayı da başlatıyoruz. Bu finanssal istikrar komitesi saydığım kurumların başkanlarının olduğu ve önemli konuları bir koordinasyon içerisinde, iletişim içerisinde beraberce konuşup tartıştığı ve ondan sonra orada oluşan kararların kurumlar tarafından uygulandığı bir yapı. Ve bundan sonraki dönemde bunun sadece Türkiye’de değil, her ülkede benzer yapıların kurulması konusunda da bizim kuvvetli tavsiyelerimiz var ve G-20 masası etrafında da konuştuğumuz bir konu bu. Sadece G-20 ülkelerini değil, tüm ülkelere de benzer yapıların oluşmasıyla ilgili kuvvetli tavsiyelerimiz var.
Değerli konuklar, değerli katılımcılar, değerli basın mensupları; önümüzdeki dönem, 2023 yılının Türkiye’si gerçekten hep beraber çalışmamız gereken ve arzu ettiğimiz hedeflere ulaşmamız gereken bir Türkiye. 2023 diyoruz, çünkü Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü. Şu anda dünyanın 16. büyük ekonomisi Türkiye. Biz ilk 10 ekonomiden birisi olmayı hedefliyoruz. Bunun gerçekçi bir hedef olduğunu söylüyoruz. Yine kişi başına düşen gayri safi yurtiçi hasılanın 25 bin dolar mertebesine ulaşabileceğine söylüyoruz, hedefliyoruz. Türkiye’nin ihracatının da 500 milyar doları geçeceğini hedefliyoruz. Şöyle bir son 8,5 yıldır Türkiye nereden nereye geldi buna bakarsak, önümüzdeki 12 yıl içinde baktığımızda bunlar gerçekçi hedefler. Ama hiçbir şey yapmadan oturduğumuz yerde otomatik pilota bağlayalım, Türkiye o hedeflere doğru gitsin bu da gerçekçi değil. Daha atmamız gereken çok adım var, yapmamız gereken çok reform var. Özellikle Türkiye’de kamu maliyesi ayağını çok çok sağlam götürmek zorundayız. Hele hele bugünün dünyasında Türkiye’nin en son görmesi gereken tablo bir bütçe açığı, borç stokuyla ilgili sıkıntılar. Buna asla asla izin vermemek gerekiyor. Oldukça iyi bir noktaya geldik ve bu borç stokundaki azalış trendinin devam etmesi gerekiyor.
Para politikalarında Merkez Bankasının mutlaka fiyat istikrarını önceleyen duruşunun devam etmesi gerekiyor. Merkez Bankasını birinci önceliği fiyat istikrarı. Önce ona eğilecek. Onunla çelişmemek kaydıyla biz büyüme, istihdam politikalarını da desteklemesi gerektiğini de söylüyoruz, zaten kanunda da bunlar yazılı. Ama öncelik fiyat istikrarı. Yine finanssal istikrar konusunda başta Merkez Bankası olmak üzere, ilgili bütün kurumların gerekli adımları korkmadan atması gerekiyor, kim ne derse desin. Bunu sağlamamız gerekiyor.
Öte yandan yapısal reformlarımıza hızla devam etmemiz gerekiyor. Türkiye’nin henüz tamamlamadığı reform alanları var. Örneğin, işgücü piyasası reformu. Şu anda eğitim sistemimizle işgücü piyasası arasında çok büyük kopukluklar var. Ve eğitim sistemimiz, modern ekonomik yapımızın ve ileride ulaşacağımız yapının ihtiyaçlarını karşılayacak bir görüntü maalesef arz etmiyor. Bunu hem ortaöğretim için söylüyorum, hem yükseköğretim için söylüyorum. Bununla ilgili güzel adımlar atmaya başladık. Özellikle son 2 yıllık dönemde YÖK, Sayın Hocamız da burada, artık Çalışma Bakanlığımızla konuşuyor, Milli Eğitim Bakanlığımızla konuşuluyor, beraber çalışılıyor. Bunlar ilk, daha önce yoktu maalesef, daha önce yoktu böyle bir diyalog, böyle bir iletişim yoktu. Oturup konuşabilme ortamı yoktu. Birkaç ideolojik mesele vardı, YÖK deyince herkes o iki kelimeyi, üç kelimeyi hatırlıyor, YÖK şuna karşı, buna karşı. Yeni yeni bunlar değişiyor.
Yine Türkiye’de okullaşma oranı daha da artması gerekiyor. Meslek liselerinin oranının artması gerekiyor. Yani lise mezunu olanların bir meslek sahibi olarak hayata atılmaları gerekiyor. Üniversite diploması olan her kardeşimizin, o aldığı diplomanın karşılığı modern ekonomik yapımızla uyumlu olması gerekiyor. Şu anda maalesef bakıyoruz öyle bölümler var ki çocuklar okuyorlar, diplomalarını alıyorlar ondan sonra iş aramaya başlıyorlar, o diplomanın karşılığı yok, öyle bir alana da artık ihtiyaç yok. 10 bin kişi mezun oluyor, o diplomayı alıyor, belki yılda ihtiyacımız ancak 500 kişi o alanda. Geriye kalan 9 bin 500 kişi işsiz. Bütün bunları mutlaka bir bütünlük içerisinde ele almamız gerekiyor.
Yine önümüzdeki dönemde bunları da düşünen eğitim politikaları. Yani eğitim, sadece eğitim için eğitim değil. Yani insanların iyi bir iş, iyi bir meslek sahibi, ekonomide karşılığı bulunan bir iş ve meslek sahibi olmaları için eğitim.
Bir başka önemli reform alanımız önümüzdeki dönemle ilgili, yargı. Bir ülkenin gerçek anlamda gelişmiş bir ekonomi olması çok sağlam bir yargı sistemiyle ancak mümkün, iyi işleyen mahkemelerle mümkün. Kısa sürede karar alan, öngörülebilir karar alan, tutarlı karar alan mahkemelerle mümkün. Gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadıktan sonra, o arzu ettiğimiz kalkınmışlık düzeyine ulaşmamız Türkiye olarak çok da mümkün değil.
Bütün bunları kuşatan, bir çerçeveye oturtan yeni bir anayasa. O da yine Türkiye’nin en büyük ihtiyaçlarından birisi. Tavizsiz en ileri demokrasinin tanımlandığını, o demokrasinin çerçevesini çizen, temel hak ve özgürlükler konusunda olabildiğince açık ve Türkiye’yi gerçek anlamda bir hukuk devleti yapan bir yeni anayasa. Bütün bunlar, önümüzdeki dönemin önemli gündem maddeleri.
Tabi bunları çalışırken bir yandan da 2050’nin dünyasını, başta bahsettiğim o çalışmayı da dikkate almamız gerekiyor. Ve o 2050’nin dünyasında sadece ekonomik büyüme değil, yoksullukla mücadelede belli başarılar elde edinmiş bir dünya, çevreye olan itina, daha yaşanabilir bir dünya, daha yaşanabilir bir çevre için beraberce düşünülmüş, entegre bir şekilde düşünülmüş, kurgulanmış politikalar. Yine 2050’nin dünyası için, özellikle yoksulluğun azaldığı, artık açlık sınırın altında insanın kalmadığı bir dünya. Şu anda 1 milyar insan dünyada açlık sınırının altında yaşıyor, günlük 1 kişi 1 doların limitinin altında yaşıyor. Türkiye’de yok çok şükür öyle bir nüfus. Son gıda fiyatlarının artışları, Dünya Bankası’nın bir ay önce hazırladığı rapordan söylüyorum, son gıda raporlarındaki artış, açlık sınırının altındaki nüfus dünyada 44 milyon kişi daha az. Yani 1 milyarın biraz altındaydı, şimdi 1 milyarın az üstüne çıktı. Yani son enerji fiyatlarındaki gelişmeler, gıda fiyatlarındaki gelişmeler gerçekten çok olumsuz etki yapıyor pek çok ülkede. Sosyal huzuru, sosyal barışı bozan önemli … vardır. Ve mutlaka geliri iyi olan zengin ülkelerin politikalar üretirken fakirleri de düşünmesi, geliri düşük olan ülkeleri de düşünmesi. Alabildiğince karbon salınımıyla bir yandan kendi ekonomi kalkınmasını, kendi ekonomik büyümesini gerçekleştirirken, öte yandan okyanusun ortasındaki, Pasifik Okyanusunun ortasındaki bazı ada ülkelerinin varlığının artık mümkün olmayacağı. O ada ülkelerden bazılarının oturacak yeni bir vatan, yeni bir yerleşim merkezi aramaya başladıklarını da yine unutmamayız. Dolayısıyla, herkesi bu küresel sorumluluk duygusuyla hareket etmesi gerekiyor. Hiçbir ülke tek başına değil bu dünyada.
İşte bütün bu konular artık aklı selimle ele alınması gereken konular. Vizyon sahibi siyasetçilerle, vizyon sahibi yönetimlerle, hükümetlerle çalışması gereken konular ve benim şöyle bir önerim var: Bu kriz hiç olmazsa bazı ülkelerde şöyle bir kendilerini sarsıp akıllarını başlarına almaları için bir vesile olur diye düşünüyorum. Bazı toplumlarda da popülizme prim vermeyen hükümetlerin, partilerin iş başına gelebilmesi için bir desteği olmasını arzu ediyorum, hayal ediyorum. Bizim 2002 yılımız o açıdan çok maliyetli oldu ama, yani bu krizden aldığımız dersler de fena olmadı. Türkiye’de siyaset kurumu yeni baştan yazıldı, Türkiye’de siyaset yapma anlayışı değişti, Türkiye’de ekonomi politikalarında çok ciddi bir farklı bakış meydana geldi. İşte bu krizi fırsat olarak kullanabilirim, krizin maliyetlerini, derslerini, krizin o acı tablosunu fırsata dönüştürüp doğruları yapmak için bir zemin olarak bunu kullanabilmek de çok önemli. Çünkü bugün bankacılıkla ilgili sorun yaşayan ülkeler bu krizin verdiği acıyla, hasarla, sıkıntıyla eğer bu doğruları yapmazlarsa, yarın işler biraz toparlan gibi olsun, mümkün değil bu adımları atamayacaklar, yapamayacaklar. Biz onun OECD masası içerisinde, G-20 masası çerçevesinde, Avrupa Birliği Bakanları masası çerçevesinde hep dile getirdik. Daha 3 gün önce Brüksel’de 27 AB ekonomi maliye bakanının oturduğu masa etrafında bunu yine dedik. Bakın dedik, bugün, zaman bugün, beklemeyin. Sizin güçlü bir maliye politikası çerçevesine ihtiyacınız var. Tek para birimini kullanıp da herkesin istediği gibi açık verdiği bir yapıyı sürdürmeniz mümkün değil, adil değil. Yüzde 10 açık veren ülkeler, yüzde 1-2 açık veren ülkelerin sırtından geçiniyor bugün Avrupa Birliği’nde. Bunu yarın kendi halkınıza anlatamayacaksınız, yarın bu ülkeler kendi halklarına anlatamayacaklar. Kendi haklarına anlatamayınca yarın o tedbirleri parlamentolarından geçirmeleri zordur. Parlamentolarından geçiremeyince yeni bir felaket zinciri Allah korusun başlayabilir. Yani bugün tek bir AB üyesi ülkenin, o ülke hiç önemli değil, borcunu ödeyemeyecek duruma düşmesi, default’a düşmesi, arka arkaya çok ciddi bir zincir reaksiyon, bir domino etkisi oluşturacaktır, bu kaçınılmazdır. Dolayısıyla, şu anda reform yapma zamanı, zor kararlar alma zamanı. Ve herkesin kendi şahsını, kendi partisini değil memleketini ve dünya istikrarı düşünmesi gereken bir dönem.
İşte biz Türkiye’de mümkün olduğunca bu çerçevede konulara bakıyoruz, bu çerçevede, bu zeminde politikalarımızı oluşturmaya çalışıyoruz. Ve çok şükür halkımızdan da takdir görüyoruz. 8,5 yıl sonra 3. kez seçime giriyoruz ve hala en çok destek gören siyasi partiyiz ve bu destekler seçim döneminde artarak gitti. Biz problemlerimizi, sıkıntılarımızı açıkça paylaştık halkımızla, açık açık söyledik bunları; dedik biz bunu yapmak zorundayız, başka şu anda alternatif yok. Başkaları başka bir şeyler söylüyorsa o çok inandırıcı değil. Doğruyu söylediğinizde Türk halkı bunu anlıyor, yeter ki mesajlar ulaşsın. Bugün Türkiye’de bakın yine yabancı konuklar için söylüyorum; 400’ün üzerinde televizyon vardır, 1100 tane radyo var. 30 santimlik çanak anteni alıp takan vatandaşımız, bir çanak anten ve uydu alıcı en fazla 30 dolar, 40 dolara, 50 dolara mal olacak bir şey, onu alıp taktığında her şeyi takip ediyor. Televizyonun başına oturuyor, akşam 20 tane, 30 tane tartışma programını izleyebiliyor, herkes her şeyi konuşuyor, tartışıyor. Yasak kelime yok, her şey tartışılıyor. Her şey açıkça tartışıldıktan sonra, o ortak akıl ürünü politikalar oluşuyor. İşte bu açık tartışma ortamını korumamız lazım, muhafaza etmemiz lazım ve asla bu konuda tekelleşmeye izin vermememiz lazım. Herkesin belli bir çerçevede özgürce arzu ettiği cümleleri söylemesi lazım ki halk hepsini dinlesin sonra kararını versin. Halk doğru bilgiye ulaştıktan sonra, doğru bilgilere kolayca eriştikten sonra ve herkesi dinledikten sonra zaten doğru karar orada oluşuyor. Yeter ki oradaki iletişim engellenmesin, yönlendirilmiş bir şekilde halka bilgilerin sunulması gibi bir tablo söz konusu olmasın.
Bunlar sadece Türkiye için değil pek çok ülke için önem taşıyor. Hele hele bugünün dünyasında pek çok ülkenin dikkat etmesi gereken konular. Ve siyasi irade güçlü olduktan sonra, güçlü bir halk desteği olduktan sonra doğru ekonomik politikaları uygulamak kolaylaşıyor. Güçlü bir halk desteği, güçlü bir siyasi irade olmadıktan sonra bu yanlışları o ülkeler sürdürebiliyor, işte bundan mutlaka kaçınmak lazım, mutlaka böyle bir tabloyu engellemek için hep beraber herkesin sorumluluk bilinci içerisinde çalışması gerekiyor.
Ben tekrar bugünkü konferansı düzenledikleri için Fatih Üniversitesi’ne İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine özellikle teşekkürümü sunmak istiyorum ve konferansın bundan sonraki bölümüne, ki bugün öğleden sonra ve daha sonra yemek var öğle arasında, öğleden sonra paneller var, yarın devam edecek. İnşallah buradan çıkacak fikirleri de arkadaşlarımız da takip edecekler, bizler de buradaki tartışmalardan, üretilen fikirlerden azami bir şekilde istifade etmeye çalışacağız.
Ben tekrar hepinize saygılarımı sevgilerimi sunuyorum.

Kaynak : http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous

Kaynak :
http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/d...S_20052011.doc
EZEL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi