05-28-2011, 12:35 | #1 |
Ali Babacan Fatih Üniversitesi Ekonom ve Finans Konferansı
FATİH ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL EKONOMİ VE FİNANS KONFERANSI Fatih Üniversitesi’nin çok değerli Başkanı, Fatih Üniversitesi’nin çok değerli Dekanı, dünyanın dört bir köşesinden bugün bizlerle olan çok değerli akademisyenler, değerli bilim adamları, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Bugün bir ilk olan Fatih Üniversitesi’nin düzenlemiş olduğu İstanbul Ekonomi ve Finans Konferansı vesilesiyle bir aradayız ve bu toplantıyı, bu konferansı düzenledikleri için Fatih Üniversitesi’nin tüm yönetimine ve mensuplarına özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Ekonomi ve finansın uluslararası boyutta burada, İstanbul’da tartışılıyor olması ve bundan sonra da daha da çok tartışılıyor olması aslında bir sürpriz değil. İstanbul, gittikçe dünyada önemini artıran, finans sonucunda ağırlığını artıran bir şehrimiz. Üstelik 2023’ün dünyasında bizim hedefimiz İstanbul’u dünyanın en değerli 10 finans merkezinden birisi haline getirmek. Şimdiden bu vizyonda çalışmalarımızı başlatmış durumdayız ve 2009 yılında açıkladığımız strateji ve eylem planları da bunun uygulamasına başlamış durumdayız. Değerli konuklar, değerli katılımcılar; dünya ekonomisi son derece enteresan, son derece sıra dışı dönemlerden geçiyor. Özelikle 2008’den itibaren, 2008’in son aylarından itibaren kendisini hissettirmeye başlayan, 2009’da bir bakıma en üst noktasını bulan küresel ekonomik ve finans krizi dünyadaki hemen hemen tüm ülkeleri az ya da çok etkilemiş durumda. Bu krizin safhalar halinde seyrettiğini görüyoruz. Birinci safhası sadece finans sektörüyle ilgili gibi göründü, pek çok büyük finans kuruluşu ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Arkasından 2009 yılında gittikçe yaygınlaşan bir şekilde pek çok ülkede ekonomik yavaşlamayı beraberinde getirdi. Bu ekonomik yavaşlama da yine pek çok ülkede sosyal problemlere ve arkasından da siyasi krizlere yol açtı. Finans kriziyle başlayan, ekonomik krize dönen, sosyal krizleri doğuran, bunun sonucunda siyasi krizleri beraberinde getiren gerçekten oldukça sıkıntılı bir tablo görüyoruz. Biraz önce Sayın Acemoğlu detaylarıyla özellikle krizin ilk başlangıç noktasını ve arkasında yatan sebepleri anlattı, güzel bir analiz yaptı. Fakat dikkat ederseniz sunumunda siyasi irade, siyasi bakış kavramını çok sık kullandı ve gerçekten de doğru bir noktaya işaret etti. Çünkü kağıt üzerinde, teoride çok güzel uygulamalar oluşturabilirsiniz, çok güzel projeler, modeller, programlar oluşturabilirsiniz, ama iş dönüp dolaşıyor uygulamaya geliyor. Uygulama da siyasi iradeyle çok çok ilgili. Güçlü bir siyasi irade, korkmadan doğruları yapacak bir siyasi irade ciddi şekilde olmadıkça ekonomide olumlu sonuçlar almak pek kolay değil. Üstelik sadece burada zayıf bir performanstan bahsetmiyoruz, zamanında güçlü bir siyasi irade ortaya konmayınca nasıl büyük krizlerin doğabileceğini, nasıl dünya finans sisteminin ve küresel ekonominin ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalabileceğini geçtiğimiz son 2-3 yıl bize gayet güzel bir şekilde öğretti. Aslında biz bunu Türkiye özelinde kendi 1994 krizimizde, 2000-2001 krizinde yaşadık. Yani siyasi irade olmayınca, güçlü bir şekilde doğruları söyleyen, doğruları yapan bir yönetim iş başında olmayınca nasıl ülkeler krizden krize savrulabiliyor, biz Türkiye örneğinde bunu yaşadık, defalarca yaşadık. Ve Türkiye’de 2002 yılından itibaren adeta bir sil baştan oldu. Ve bundan önceki sunuşlar, bu bahsedilen … lobiler, zenginlerin koyduklarıyla yönlendirilmesi, parası olanların koyduklarıyla yönlendirilmesi, belli bir etki alanının, belli bir etki grubunun siyasetçilerin üzerinde baskısı, Türkiye’nin de uzunca yıllar maalesef yaşadığı acı tecrübeler. Tabi bunları biz geri kalmış, az gelişmiş ülkelerde görmeye belki alışığız, dünyada pek çok örneği var ama, dünyanın en büyük ekonomisinde benzer bir tablo görünce bu son derece kaygı verici. Çünkü bugün belli bir büyüklüğün üzerindeki ekonominin yöneticileri sadece kendi ülkesinin istikrarından sorumlu değil. Eğer Amerika’da olup biten oradaki bir yanlış politika bizim ülkemizi etkiliyorsa, Asya’yı etkiliyorsa, Afrika’yı etkiliyorsa, işte o zaman bu yöneticilerin bir küresel sorumluluk duygusuyla hareket etmeleri lazım. Bu sorumluluklarını da iyi anlamaları lazım. Bu krizden sonraki yapılan çalışmalarda, ki özellikle G-20 çerçevesinde yapılan çalışmalarda batmayacak kadar büyük tanımı içerisine girebilecek ülkeler tanımlandı, ilk 25 ülke oluşturuldu. Ve o ilk 25 ülkenin içerisinde Türkiye de var, yani Türkiye’de finans sisteminde bir sorun çıktığında tüm küresel finans sistemini etkileyecek boyutta bir ekonomi büyüklüğe, finans büyüklüğüne ulaşmış olduk. Dolayısıyla, bizler de adım atarken, karar alırken sadece Türkiye’yi değil küresel ekonomiyi de düşünmek zorundayız. Şöyle bir bakacak olursak, özellikle 2008 krizine bizi getiren sürece bakacak olursak; buradaki en önemli eksiklik, siyaset kurumunun düzenleyicileri zamanında gerekli adımları atması-atamaması. Eğer zamanında doğru bir regülasyon yapılırsa ve bu düzenleme istisnasız bir şekilde uygulanırsa ve bu uygulamayla ilgili yaptırımlar yeteri kadar büyük olmazsa neler olabileceğini hep beraber yaşadık. Biz Türkiye’de küçük, kendi çapımızda bir örneklerle yaşamıştık ama, şimdi Amerika kaynaklı olarak da bunu yaşadık. İşte bu sebepledir ki biz biraz da Türkiye olarak kendi tecrübemizden istifade ederek, o 2000-2001 krizinin bir bakıma bize çektirdiği o büyük zararları, o büyük sıkıntıyı da göz önünde bulundurarak 2003-2004 yıllarından itibaren çok önemli reformlar yaptık. Yeni Bankacılık Yasası çıkarttık, yeni bir Kredi Kartı Yasası çıkarttık, bir Mortgage Yasası çıkarttık, tasarruf sigortasıyla alakalı bir özel yasa çıkarttık. Regülasyon çerçevesini çok sıkı tuttuk. Şu anda sık sık bahsedilen stres testlerini biz 2004, 2005, 2006 yıllarında sürekli yaptık. Ve 2006 yılı geldiğinde tüm o düzenlemelerimiz önemli ölçüte tamamlanmıştı, o stres testlerimize baktığımızda tek tek her bankanın bünyesinin oldukça sağlam olduğunu, sağlamlaşmış olduğunu gördük. Bütün bunları yaparken çalışmalarımız çok kolay olmadı. Bankacılık Yasamızda örneğin kişisel sorumluluk kavramı getirdik, ki bunu ben uluslararası çevrelerde anlattığımda şöyle bir irkiliyor herkes, ne demek bu diyor. Bizim uygulamamızda banka yöneticilerinin ve hakim ortaklığın şartsız sorumluluğu vardır. Bunu koymadığınızda ne oluyor? Bankalar para kazanırsam benim, yöneticiler de güzel bonus alıyorlar, bu kârdan paylarını alıyorlar. Peki zarar ederse, batarsa, batarsan anahtarı birilerine teslim edip giderim, kazandığım da yanıma kâr kalır diyebiliyorlar. Bu nasıl yapıya götürüyor bankaları ve finans kuruluşları? Ben riski alayım, kazanırsam bana, kaybedersem nasıl olsa zararını birileri çekiyor. Batıyorum, kreditörler ve sermayedarlar bunu nasıl karşılıyor? Yok, devlet beni gelip de kurtarırsa da daha karlıdır, bunun maliyetini nasıl olsa karşılıyor. İşte buna asla izin vermemek lazım. Böylesine bir şirketleri, finans kuruluşlarımızı rehavete sürükleyecek bir yapıya asla izin vermemek lazım. Yine küçük bir örnek, özellikle yabancı konuklarımız için; bizim Mortgage Yasamızda, yani Konut Kredisi Yasamızda yüzde 25’lik bir en az ödeme şartı vardır, yüzde 25. 2006 yılında biz bunu koyduk, biz bunu koyarken de Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yasayı geçirirken çok zorlandık. Bu yüzde 25 de nereden çıktı dediler, yıl 2006. Siz Amerika’yı görmüyor musunuz dediler, bunlar o işi 100 yıldır yapıyor. Siz onlardan iyi mi biliyorsunuz ki bu sınırlamayı buraya getiriyorsunuz dediler. Biz dedik ki olabilir, ancak riskler var, riskler birikiyor, Amerika’da da birikiyor, pek çok ülkede de birikiyor, biz kendimiz için doğruyu yapmalıyız. Hem bankaların bilançosunu korumalıyız, hem de sosyal sıkıntılara ileride sebep olmamak adına, vatandaşlarımızın gerçekten ödeme gücü olanlarının belli miktarda borca girmesini sağlamak adına bunu yapmak zorundayız dedik. Sonunda ikna oldular ve yasamız o şekilde çıktı. Hatta son aylarda o kuralı delmek isteyen, etrafından dolaşmak isteyen birkaç tane banka tespit edildi, geçen BDDK Başkanımız biliyorsunuz ağır bir uyarıda bulundu. Eğer kuralı bozarsınız lisansınızı iptal ederim, bir daha konut kredisi falan kullandıramazsınız dedi. Peki bunu bir BDDK Başkanı hangi güce dayanarak söyler? Arkasında siyasi irade sapasağlam durmasa, sen korkmadan doğru yap, biz senin arkanızdayız demese siyasi irade, bunu birilerinin çıkıp açıkça söylemesi kolay değil. Yine Sayın Acemoğlu, lobilerden bahsetti, banka lobilerinin Washington üzerinde ne kadar etkili olduğundan bahsetti. Bakın sadece parlamentolar üzerinde değildir bu lobi, bu lobi basın üzerinden de gelir, akademisyenler üzerinden de gelir. Çünkü bankacılık demek para demek,
Konu EZEL tarafından (05-28-2011 Saat 12:38 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|