07-25-2011, 20:49 | #1 |
Ali Eyvaz-Ortadoğu'da Madımak Yangını Sendromu
Geçtiğimiz hafta Libya’yı paylaşmak amacıyla düzenlenen toplantı için İstanbul’a gelen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Güneydoğu’daki sözde özerklik ilanına bile aldırış etmeden İran ve Suriye’nin PKK’dan daha tehlikeli olduğunu açıkladı. Yani siz bırakın bunlara ağlamayı, Libya’nın ardından paylaşacağımız ülkeler için kamuoyunuzu hazırlayın mesajını verdi.
Zaten artık öyle bir kamuoyu olmaya başladık ki, ABD’nin aynı günde tam 6 İslam ülkesini birden bombaladığına dair haberleri bile rutin vakalardan sayar olduk. Somali, Afganistan, Pakistan, Yemen, Irak ve Libya aynı anda vurulurken, birileri Suriye sınırında güvercin-balon-gitar üçlemeli tipik bir izci yürüyüşü gerçekleştiriyor, Arap Sokağına uğrayacağı vaat edilen demokrasi yosması için teneke çalıyordu. Üstelik milletin de bunu “Sarınehir boyunca bir Uzun Yürüyüş” olarak kabul edip desteklemesini istiyorlardı. Neyse ki Müslüman Millet tenezzül buyurmadı. Mavi Marmara gemisinin ikinci Gazze seferinin iptal edilmesinin hemen ardından ülkemizde çok tuhaf bölünmeler yaşanmaya başlandı. Kimileri Bahreyn, kimileri Suriye üzerinden mezhep aidiyetleri temelinde siyasi analize girişirken, bir kesim de “Ortadoğu’da iyi şeyler oluyor” diyecek kadar 22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesi projesinde en önlere atılıveriyordu. Bütün bu gelişmeler sırasında basiretler öyle bağlandı ki birbirlerine karşı çıkanlar, aslında durdukları yer bakımından aynı planın paydaşları durumuna düştüklerini fark etmediler bile. Mesela işin Lübnan, Filistin boyutunu hiç umursamadan, üstelik ABD’den ardı ardına yapılan destek açıklamalarına aldırış etmeden Suriye’de muhalifleri destekleyenler ve onların temsilcisi olduğunu iddia eden adamlarla Türkiye’de gizli toplantılar düzenleyenler, kendilerine karşı çıkanların üslubu dolayısıyla gayet rahat bir pozisyon elde ettiler. Çünkü kendilerine yapılan eleştiri “Sizin amacınız diktatör ve laik Baas rejimini devirmek değil, bütün Şiileri ve Alevileri yeryüzünden silmektir” şeklindeydi. Halbuki böyle suçlanan o kişi ve gruplar Libya’da Sünni Albay Kaddafi’ye de karşı çıkıyorlar, üstelik NATO bombardımanını bile “hak etti, o da halkına zulmetmeseydi” yalanına sarılıp kafir uçakları ayakta alkışlıyorlardı. Yani birbirine karşı konumlanmış her iki kamp araya cazgır kadınların da karıştığı tipik bir akraba kavgasını andırmaya başlıyordu. Böyle bir kavgadan en karlı çıkacak olanlar ise gerçekte mezhep aidiyetlerini filan umursamayan, buna mukabil NATO’nun her müdahalesi karşısında “yeşil kuşak kuramı” yıllarından edindiği anti-komünist alışkanlıkla kendine ABD saflarında yeni konum edinenler olacaktır. Yani ortada bir Madımak Yangını Sendromu vardı ki; “Sivas semalarında Sırp uçakları uçurma kalkışmalarına” verilecek her tür meşru cevap bir mezhep kıyımı safsatasına doğru götürülmek isteniyordu. (Yani ağzını açsan, ‘Alevi düşmanı’ damgası yiyeceğin odun gibi bir anlayıştan söz ediyoruz.) Böyle bir safsataya bel bağlayarak Türkiye’de siyaset üretme cihetine gidenlerin bugün ne durumda oldukları herkesin malumudur. Geçmişlerindeki sosyalizm iddiasını bütünüyle terk ettikleri gibi, esasında içlerine de sindiremedikleri halde Alevilik aidiyeti üzerinden bilhassa yurt dışında çirkin bir pazarlamacılıkla arsızlaşmış ve duygusuzlaşmış birer mezhep esnafı durumuna düşmüş olduklarını kendileri bile gizlememektedir. Suriye’yi Büyük Ortadoğu Projesi’ni bozması, İsrail yayılmacılığının önünde bir barikat oluşturması ve Ortadoğu’nun bütün antiemperyalist iradelerine şemsiye olmasını sürdürmesi bakımından kayırmak yerine, yönetimdekileri Şii-Nusayri vasıfları yüzünden sahiplenip, yönetime karşı çıkan Natocu-Sorosçu takımını da “Amacınız Şiileri-Alevileri kesmek” söylemi üzerinden eleştirmek, tam bir Madımak Sendromu’dur. Üstelik bunu yaparken Esad’ın Şiiliğini kayırıp, Baas Partisi’ni lanetlemek ise hepten Türkiye’deki zavallı durumuna düşmüş, Sosyalistlikten çoktan istifa etmiş, Alisiz Alevici tiplerin antika dükkanına talip olmaktan başka bir şey olamaz. Haçlı saldırısının yeni strateji ve taktikleri çerçevesinde somut durumun somut tahlilini yapamayanlar, bunun yerine ABD’nin tam da istediği gibi 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeye ve 100 yıl öncede kalan Ortadoğu’nun paylaşım haritasını yürürlüğe sokmaya zemin hazırlayacak bir etnik ve mezhebi çatışma iklimini olgunlaştırmaya yardımcı olduklarını fark bile edemiyorlar. Taraflar siyasi kimliklerini mezhep ve etnik aidiyetler üzerinden tanımlamaya kalktıkları zaman, ister istemez karşı çıktıkları veya destekledikleri ülke yönetimlerini de bu kimlikler üzerinden değerlendiriyor ve dikkate alıyorlar. Mesela Suriye’deki ayaklanmaya karşı çıkanlar, bunu mensubu oldukları Şii kimlikleri dolayısıyla yaparlarsa, karşılarında kendi elleriyle bir Sünni blok meydana getirmiş oluyorlar. En kötüsü de güya kendilerine İslami bir haklılık kazandırmak için aslında “laik” Baas rejimine ilkesel olarak kendilerinin de karşı çıktığını ikide bir söylemek mecburiyetinde kalıyorlar. Halbuki pratikte öyle olmasa bile bir azınlık diktası propagandasını boşa çıkaracak en temel teorik tutamak, bu rejimlerin Arap Sosyalizmi nosyonudur. Şöyle ki; Libya’da iyi kötü bir üçüncü yol teziyle ortaya atılmış olan Yeşil Sosyalizm ve Cemahiriye pratiği ile Suriye’deki benzer eğilimli Baas pratiği, birbine mezhep ve etnik temelden karşı olan grupların temsil ettikleri teorik arkaplanın çok daha ilerisindedir. Hem Libya ve Suriye’de hem de Türkiye’de taraflar Batının verdiği özgürlük, demokrasi, etnik kimliklerin tanınması ve siyasallaştırılması sakızlarını tükürmedikçe, destekledikleri veya karşı çıktıkları bu rejimlerin çok gerisine düşeceklerdir. Ki mevcut durum ne yazık ki budur. Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde bizlere biçilen rol gereği çatışma hedefiyle etnik ve mezhebi saf düzeni almak yerine, bizzat bulunduğumuz aidiyetlerin şahsiyet kesbetmesine imkan verecek bir siyasi olgunluğu göstermemiz gerekiyor. Kendi payımıza Ehli Sünnet ve’l Cemaat olma yüksek bilinç ve vasfımızla, bölgemizdeki ABD ve İsrail’e mesafeli olmuş yönetimlerin ve sırf bu yönü dolayısıyla bu yönetimlere omuz vermiş Müslüman milletlerin tarihi tercihlerine ve siyasi önderliklerine saygılı olmak kaçınılmazdır. “Ortadoğu’da iyi şeyler oluyor” diyen Hillary Clinton gibilerin karşısına durmak ve “ben kafir değilim ki göz göre göre olan bu kıyımlara ‘iyidir’ diyeyim” demektir bize düşen. Yoksa onların yazdığı senaryoda payımıza düşen role bürünerek Müslüman kardeşine silah doğrultmak değil.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|