06-07-2008, 16:41 | #1 |
Anadolu’ya anlatın da göreyim... -- AHMET ALTAN
Anadolu’ya anlatın da göreyim... Osmanlı gibi Cumhuriyet de Anadolu’yu yok saydığı, onu hiçbir zaman siyasi denklemlerin içine yerleştirmediği için şimdi Ankara’nın darbecileri neler olup bittiğini bir türlü kavrayamıyorlar. Türkiye’yi hâlâ Ankara’yla İstanbul’dan ibaret sanan stratejileri çöküyor. Ordunun verdiği 27 Nisan muhtırası Anadolu’dan döndü. Yargının hukuku pervasızca çiğnemesinin cevabı da, göreceksiniz Anadolu’dan gelecek. Zaten bizim sürmanşette de okuyacağınız gibi Anadolu öfke dolu biçimde açıkça kendi tavrını gösteriyor. Ordu da, yargı da Türkiye’yi dünyadan koparmaya yönelik her hamlesinde Anadolu’yu karşısında bulacak. Mesele türban meselesi değil. Mesele AKP de değil. Mesele, Anadolu’nun Osmanlıdan bu yana devam eden dengeleri değiştirecek bir güce erişmiş olması. İktidarı, ordu gibi, yargı gibi “üretim dışı” güçlerin elinden alacaklar. İstediğiniz kadar muhtıra verin, istediğiniz kadar darbe yapın, istediğiniz kadar hukuku kepazeleştirin, bu sonucu değiştiremezsiniz. Eğer Fransız Devrimi’ni merak etseydiniz, burjuvazinin iktidarı aristokrasinin elinden nasıl ve neden aldığını öğrenirdiniz. Burjuvazi daha ileri bir “teknolojiyi” ve “üretim gücünü” temsil ediyordu, daha zengindi, gelişime daha açıktı ve “üretiminin” önüne çıkan engelleri kenara itmek istiyordu. Fransız Devrimi için “burjuvazi” neyse, Türkiye “devrimi” için de Anadolu odur. Ankara’nın “tutucu” bürokratlarından daha ileri bir teknolojiyi ve üretim gücünü temsil ediyorlar. Daha zenginler. Gelişime daha açıklar. Dünyayla bütünleşmeyi daha iyi biliyorlar. İktidarı aldılar. Ve, bırakmayacaklar. AKP’yi kapamaya çalışanlar sanıyorlar ki AKP olduğu için Anadolu güçlü. Öyle değil. Anadolu güçlü olduğu için AKP diye bir parti var. Onu kapatın, yenisi iktidara gelecek. O parti de aynı Anadolu gibi “muhafazakâr ilerici” olacak. Yaşam tarzı muhafazakâr, üretim tarzı ilerici. İleri bir üretim tarzı olduğu için de dünyanın “gelişmiş ekonomileriyle” yakın bir ilişki kurabiliyor. Anadolu zenginliğini önemli ölçüde bu ilişkiye borçlu olduğundan, Avrupa Birliği’nden kopmayı amaçlayan hiçbir güç bu ülkede siyasi yollardan iktidara gelemez, siyaset dışı yollarla gelen de uzun zaman orada kalamaz. Anadolu’nun ne üretimdeki “ilericiliğini” durdurabilirsiniz, ne de onun yüzyılların içinden gelen muhafazakârlığını emirlerle yok edebilirsiniz. Anadolu, üretimine denk bir yaşam tarzını uzun bir süreçte belirleyecek. O süreci “kestirmeden” aşmanın imkânı bulunmuyor. Bu muhafazakârlık, bir şeriat yönetimine dönmez çünkü şeriat o üretim tarzıyla da, o ticaret ortaklıklarıyla da uyuşmuyor. Laiklik elden gidiyor diye samimiyetle korkanlar, Anadolu insanlarının giysilerine, ibadetlerine, inançlarına değil, üretimlerine ve ticari ilişkilerine bakarlarsa, böyle bir tehditle karşı karşıya olmadıklarını kavrarlar sanırım. Anadolu, “ilerici” yanıyla çoktan dünyayla bütünleşti. Oradan kopamaz. “Muhafazakâr” yanını da geçmişten öyle kolayca kopartamaz. Bir süre, birbiriyle çelişen iki özelliğini bir arada taşıyıp yaşayacak. Orduyla, yargının bunu bir türlü kavrayamamaları, hâlâ iktidarı ellerinde tutabileceklerini sanmaları, suç işlemeyi göze alarak anlamsızca çabalamaları, Anadolu’nun gücünü ve yapısını kırmaya yetmez ama ülkeye boşuna vakit kaybettirir. Zaten de kaybettiriyor. Ama bugün yaşadıklarımızı bir “final” sanmayın. Bunlar henüz “öncü” sarsıntılar. Osmanlı’dan bu yana hayatımızın içinde duran bu tuhaf gerilim, Anadolu ile “başkent” arasındaki bu “fay hattı” çok daha büyük bir sarsıntıyla kırılacak. Verilen muhtıralar, hukuk maskaralıkları, “gerilimin” artmasına ve “depremin” daha kısa sürede patlamasına yol açacak sadece. Türkiye ancak o depremden sonra yerli yerine oturup normalleşecek. Ordu gibi bir ordumuz, yargı gibi bir yargımız olacak. Ama bu arada bir iyice sallanacağız. Sağlam tutunun. Altı yüz yıllık bir iktidar yıkılıyor. Verdiği kararlarla kendi kendini çökerten yargı da zaten bu büyük yıkılışın gönüllü kurbanı. Bir yanımla hukukun ırzına geçtikleri için onlara çok öfkeleniyorum ama bir yanımla da onlara acıyorum. Yenilmekten daha da kötü olan, yenildiğini fark edecek bir ferasete sahip olmamaktır çünkü. 07.06.2008
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
06-07-2008, 16:44 | #2 |
Anadolu’ya anlatın da göreyim... -- AHMET ALTAN
Atatürk Kurtuluş savaşında: ''İstanbul, artık Anadolu'ya hakim değil, tabi olmalıdır.'' demişti
Şimdi ise aynnısını biz,Ankaraya söylüyoruz: ANkara artık Anadolu'ya hakim değil, tabi olmalıdır ! |
|
06-07-2008, 17:10 | #3 |
Anadolu’ya anlatın da göreyim... -- AHMET ALTAN
Osmanlının Anadolu hakimiyetini kim kimi atayarak, görev vererek sağlamıştır. O atanan da sonradan atayanı tanımaz hale gelip, yoksaymamışmıydı. İstanbuldaki anadolu hakimiyeti aslında yine ve de yaniden Osmanlı tarafından gerçekleştirilmiştir. Ona tabiyet ona olan güvenden olsa gerek. Tabi olamadığına hakim de olamayabilirsin.
Birileri bunu yok saysa da geçek budur. Gerekçesiz hemde ... ;) |
|
06-07-2008, 17:24 | #4 |
Anadolu’ya anlatın da göreyim... -- AHMET ALTAN
Ak Parti olduğu için Anadolu güçlü değil, Anadolu güçlü olduğu için Ak Parti var diyor ve bu yaşananın final değil öncü olduğunu ifade ediyor. Statükonun son dönemde kendini koruyabilmek için yaptığı bir dizi harakirinin sonunda anlamnını bulacağını belirtiyor.. Yani daha herşey bitmedi aksine yeni başlıyor. Çok tuhaf
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|