05-23-2008, 11:16 | #1 |
Ankara’nın hem taşlarına bak, hem başlarına...
Güneşin her gün yeniden doğup batması; depremlerle karaların da, denizlerin de sallanıp durması; volkanların kudurup lav püskürtmeye başlamaları gibi; Güneş sistemi gezegenlerinin, üstünde yaşadığımız ufarak toplarından birinde, bize özgü bir hayat da akıp gidiyor.
* * * Torunum Sanem Altan’la, eşi İbrahim Seten’in yavruları Leyla’cık, 1 yaşına bastı. Doğduğu saatlerde yanındaydım ve henüz dünyaya çıkmış mini minicik ellerinden birine parmağımla hafifçe dokunmuştum. Nedense gözlerim de dolar gibi olmuştu; ne yapacaksınız: Gelen gideni görmez İki kapılı handır bu * * * Arap harflerinden kinaye, “cim karnında bir nokta” bile olmadıklarını unutan insancıkların, Ankara’daki megalomanyak siyasal gürültüleri; o kadar da uzakta görünüyor ki, Köyceğiz ortamından... * * * Görmesini, değerlendirmesini, sevmesini bilen gözler için Köyceğiz; galaksiler ressamının lütfettiği canlı bir peyzaj tablosu. Bir yanda sabahları kıpırtısız uzanan Köyceğiz Gölü, bir yanda upuzun gövdeleriyle yemyeşil okaliptüs korusu, anıtsal günlük ağaçları, iddiasız kavaklar, zarif çizimli söğütler, şiirsel çam ormanları ve bir palmiye burjuvazisi... * * * Ankara’daki fırtınalı kutuplaşmalarla, içine hızla kayılmakta olan çalkantılı bir dönemin nedenlerini; berraklaştıracak bir kadrosu yok Türkiye’nin. * * * Çünkü ilk kurcalanması gereken soru şu: 1- Neden Türkiye, bir türlü “gelişmiş” olamadı ve neden “yaşam kalitesi” açısından 173 ülke arasında 86’ncı sıraya; “huzursuz ülkeler” açısından da, 145 ülke arasında 115’inci sıraya düştü? * * * 2- Son 80 yılın bütçeleri ve bütçe harcamaları, neden gizli kapaklı kaldı ve kamu bilincinin dışında tutuldu? * * * 3- Hangi kavramlar, hangi kurumlar tarafından kutsallaştırıldı; neden onların arkasına sığınma gereği duyuldu? * * * Sorular uzun ve tipik bir “azgelişmişlik” kartviziti. Oysa uydurma “resmi bir tarih” yerine; 1808-1839 arasındaki II. Mahmut döneminin belgesel bir filmi içinde, ünlü Halet Efendi’nin biyografisi de, canlandırılabilmiş olsa; birçok “neden”in yanıtı da kendiliğinden berraklaşmış olurdu. * * * 1821’de Benderli Ali Paşa, henüz 9 günlük vezir-i azamken... II. Mahmut’u avucunun içine almış olan Halet Efendi; Benderli Ali Paşa’nın, o sırada Mora’da baş kaldıran Yunanlı asilerle saman altından iş pişirdiğini fitneliyordu padişaha. * * * Fatih’in emriyle ilk idam edilen vezir-i azam Çandarlı Halil Paşa’nın, Bizans casusluğuyla suçlanması gibi; son idam edilmiş 9 günlük vezir-i azam Benderli Ali Paşa da, Yunan casusluğuyla suçlanarak idam ediliyordu. * * * Bir yıl sonra da Halet Efendi, “o zamana kadar devlet aleyhinde faaliyette bulunduğu yeni anlaşıldığı” suçlamasıyla; önce Konya’ya sürülüyor, sonra da orada kesilen başı padişaha getiriliyordu. * * * Halet Efendi’nin idamı üstüne, Arap alfabesindeki harflerin sayısal değerine göre “ebcet hesabıyla”, bir de manzum tarih düşürülmüştü: Ne kendi etti rahat ne halka verdi huzur Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehli kubur (kabirler) * * * Sinsi karanlık kurnazlıklar; içi boş hamasi demagojilerle “egemenlik saltanatı”nı ele geçirme fırdöndüleri; kendini, “öldükten sonra cennet nimetlerinden yararlanma adayı olarak göstermekte”, varlığına toplumsal bir kimlik bulan mesleksiz kesimler ve sertleşen kutuplaşmalarla; çalkantılı bir döneme doğru kayılması elbet de kaçınılmaz oluyor. * * * Kendi şairlerinden, yazarlarından, tarihlerinden habersiz; belirli ezberleri tekrarlayıp duran, esprisiz, -Rumeli deyimiyle- “habenneka” takımından; bendenizin de karşıma zırt pırt çıkanlar oluyor. Ve inanın hem sıkılıyor, hem yoruluyorum. * * * İnsanların hayatının önemsiz mi önemsiz, “vatanın” ise önemli mi önemli olduğu bir diyarda; “egemenlik saltanatı”nı ele geçirme kavgaları da, bitip tükenmiyor. * * * Köyceğiz Gölü’ne doğru yürürken, düşünüyorum: - 1 yaşına basan Leyla’cık, kim bilir neler yaşayacak? Çetin Altan Milliyet
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|