Aşk-ı Ak
04-12-2010, 04:04
1993 darbesi
http://medya.zaman.com.tr/2010/04/12/aksiyon.jpg
1993, sadece Özal'ın kalp krizi, Mumcu'nun suikast, Eşref Bitlis'in 'kaza' ile öldüğü; 33 er'in katledildiği, Sivas'ta 37 'can'ın yandığı bir yıl değil. Toplumu un ufak etmeye niyetlenmiş bir darbenin yılı...
Oysa ne güzel başlamıştı. 1 Ocak tarihli gazetelerin manşetlerini, "1993, reformlar yılı olacak" haberleri süslüyordu. Söz, dönemin başbakanı Süleyman Demirel'e aitti ve şüphesiz bir karşılığı vardı. Türkiye, tarihinin en demokratik birkaç yılını idrak etmiş, sabahlara kadar süren tartışma programlarında tabular yıkılmış, her şey konuşulur olmuştu. Cumhurbaşkanı Özal, bir panel bile yönetmişti. "İşimiz demokratikleşme" diyen bir koalisyon, Demirel-İnönü birlikteliği sürüyordu. İç sıkıntılarını çözebilirse Türkiye, uluslararası arenada at koşturabilirdi. Tıpkı bugün olduğu gibi Kürt meselesinin çözümü, uluslararası sistemde Türk devletinin alacağı rolde anahtar mahiyetindeydi.
1993'te neler olduğu biliniyor. 10 Ocak tarihli gazetelerde Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'in ölüm tehdidi aldığını söylediği yazıyor. 24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu öldürülüyor. İkinci gün, Baki Tuğ'a dayandırılan "Mumcu, MİT'le PKK ilişkisini araştırıyordu" manşetiyle çıkan Milliyet'ten olayları takip edersek eğer, başlıklardaki muhtevanın büsbütün değiştiği görülüyor. Bir hafta sonra 4 gün boyunca "Suikastler İran işi", "İran'daki perde arkası", "Türkiye'de İran dosyası", "Katiller İran yapımı" başlıkları ile çıkıyor gazete. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Mumcu suikastının ardından Özden'i makamında ziyaret ediyor, "Bu bir nezaket ziyareti değildir. Çünkü buraya çok saldırı oldu." diyerek... 28 Ocak'ta Jack Kamhi, 'hazırlıklıydım' dediği suikast girişiminden yara almadan kurtuluyor. İslami Hareket Örgütü'ne üye oldukları iddia edilen iki kişi, 12 yıl sonra müebbet hapse mahkûm olduklarında bile, 'devlet biliyor bizim geçmişimizi, biz yapmadık' demeye devam edecekti.
Özal'ın yeniden siyasete dönme stratejisinin en önemli ismi meşhur Kürt raporunun yazarı Adnan Kahveci, 5 Şubat'ta Bolu-Gerede'de şüpheli bir kaza sonucu hayatını kaybediyor. 17 Şubat 1993'te Kürt realitesinin çözümünün mimarlarından Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, suikast iddialarının neredeyse kaziye haline geldiği bir uçak kazasında ölüyor. 17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal vefat ediyor. Mahir Kaynak gibi istihbarat uzmanlarının 'siyasi şartlar gereği Özal'ın ölmesi gerekiyordu' dediği olay, resmî kayıtlara 'kalp krizi' diye geçiyor. Bu beklenmedik ölüm sonrasında, ülkede hem cumhurbaşkanı hem de başbakan değişiyor. Özal ve Eşref Bitlis'in pişirdiği dağdakilere kısmi affa MGK'da son şekli verilmişken; ertesi gün (25 Mayıs) Bingöl'de 33 er şehit ediliyor. Af kararı inmemek üzere rafa kalkıyor. Eylemi yaptığı söylenen dönemin PKK yöneticisi Şemdin Sakık, 'Ben bu işte yoktum' diyor ısrarla. 33 erin silahsız şekilde örgütün kucağına itilmesi hâlâ tartışma konusu.
2 Temmuz'da Sivas katliamında 37 kişi can veriyor, devlet seyrediyor. Pek çokları için büyük bir siyaset ve senaryodan söz ediyorsak, son ve en önemli hamle bu. Hâlâ ne travması bitti ne de binbir komploya rağmen aydınlatılabildi. Bu olay pek çok yorumcuya göre 'güvenlik zaafını' yönetemeyen tecrübesiz yeni başbakanın güvenlik bürokrasisine tabi olduğu andı. Sonraki yıllarda iki kişilik Çiller kabinesi retoriği oluşacak ya da oluşturulacaktı.
Bu arada olaylar sürüyor. Madımak katliamından üç gün sonra 5 Temmuz'da Başbağlar'da 33 kişi, eylülde HEP kurucularından Mardin Milletvekili Mehmet Sincar, 22 Ekim 1993'te Jandarma Tugay Komutanı Bahtiyar Aydın ve Ekim 1993'te JİTEM'in karakutusu Cem Ersever öldürülüyor. Güneydoğu şehirlerinde faili meçhul listeleri kabarıyor, terör azıyor, köyler boşaltılıyor, ipler giderek güvenlik bürokrasisinin eline geçiyor. Tansu Çiller, başbakanlığının ilk günlerinde Bask modeli nevinden sıra dışı teklifleri seslendirdiğinde, ana muhalefet lideri Mesut Yılmaz, "Kırmızı Kitap'ı önüne koyduklarında düzelir, merak etmeyin" minvalinde bir söz söylüyor. Bunun bir kehanet olmadığı çok geçmeden anlaşılıyor. Bu arada Demirel'i Köşk'e çıkaran Erdal İnönü, siyaseti bıraktığını açıklıyor. 1993 ile ilgili çok kişinin kapısını çaldık. O dönemde faili meçhul cinayetleri araştırma konusunda yetkin bir isim, "Ben artık bu mevzulara girmek istemiyorum, girdiğimizde çıkamıyoruz." sözleriyle suskunluğunu izah ediyor. Yine de ona göre en önemli olay, fitilin ateşlendiği Uğur Mumcu cinayeti: "Araştırdığı terör, silah, uyuşturucu vs. hattındaki ilişkilerle ilgili perdeyi aralamak üzereydi ki ortadan kaldırıldı." Perde arkasında ne olduğu bilinmiyor ama perdenin önünde Türkiye tarihinin en karanlık olayları cereyan etti. Kimilerine göre 1993'te devlet, tırmanan teröre karşı hazırlıksız yakalandı, ani ve sert refleks ile güvenlik endeksli çözümler yürürlüğe koyarak terörü toplumsallaştırdı, kangrenleştirdi. İyice kuvvet kazanan diğer görüş ise, önceki ve sonraki yıllar da hesaba katıldığında, 1993'te yaşananlar birbiriyle ilişkiliydi ve aslında bir proje dâhilindeydi. "Siyaseti enterne eden, adı konmamış bir darbeydi." diyenler de, Hasan Fehmi Güneş gibi "Hepsi büyük bir siyaset içindi." ifadesiyle her türlü iç ve dış senaryoya davetiye çıkartanlar da var. "28 Şubat postmodern müdahalesi, iki büyük ekonomik kriz ve Cumhuriyet tarihinin en büyük devlet soygunu, bu 9-10 yıl içinde yaşandı ama Türkiye'nin en karanlık perdesi 1993'te açılmıştı."
http://medya.zaman.com.tr/2010/04/12/aksiyon.jpg
1993, sadece Özal'ın kalp krizi, Mumcu'nun suikast, Eşref Bitlis'in 'kaza' ile öldüğü; 33 er'in katledildiği, Sivas'ta 37 'can'ın yandığı bir yıl değil. Toplumu un ufak etmeye niyetlenmiş bir darbenin yılı...
Oysa ne güzel başlamıştı. 1 Ocak tarihli gazetelerin manşetlerini, "1993, reformlar yılı olacak" haberleri süslüyordu. Söz, dönemin başbakanı Süleyman Demirel'e aitti ve şüphesiz bir karşılığı vardı. Türkiye, tarihinin en demokratik birkaç yılını idrak etmiş, sabahlara kadar süren tartışma programlarında tabular yıkılmış, her şey konuşulur olmuştu. Cumhurbaşkanı Özal, bir panel bile yönetmişti. "İşimiz demokratikleşme" diyen bir koalisyon, Demirel-İnönü birlikteliği sürüyordu. İç sıkıntılarını çözebilirse Türkiye, uluslararası arenada at koşturabilirdi. Tıpkı bugün olduğu gibi Kürt meselesinin çözümü, uluslararası sistemde Türk devletinin alacağı rolde anahtar mahiyetindeydi.
1993'te neler olduğu biliniyor. 10 Ocak tarihli gazetelerde Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'in ölüm tehdidi aldığını söylediği yazıyor. 24 Ocak 1993'te Uğur Mumcu öldürülüyor. İkinci gün, Baki Tuğ'a dayandırılan "Mumcu, MİT'le PKK ilişkisini araştırıyordu" manşetiyle çıkan Milliyet'ten olayları takip edersek eğer, başlıklardaki muhtevanın büsbütün değiştiği görülüyor. Bir hafta sonra 4 gün boyunca "Suikastler İran işi", "İran'daki perde arkası", "Türkiye'de İran dosyası", "Katiller İran yapımı" başlıkları ile çıkıyor gazete. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Mumcu suikastının ardından Özden'i makamında ziyaret ediyor, "Bu bir nezaket ziyareti değildir. Çünkü buraya çok saldırı oldu." diyerek... 28 Ocak'ta Jack Kamhi, 'hazırlıklıydım' dediği suikast girişiminden yara almadan kurtuluyor. İslami Hareket Örgütü'ne üye oldukları iddia edilen iki kişi, 12 yıl sonra müebbet hapse mahkûm olduklarında bile, 'devlet biliyor bizim geçmişimizi, biz yapmadık' demeye devam edecekti.
Özal'ın yeniden siyasete dönme stratejisinin en önemli ismi meşhur Kürt raporunun yazarı Adnan Kahveci, 5 Şubat'ta Bolu-Gerede'de şüpheli bir kaza sonucu hayatını kaybediyor. 17 Şubat 1993'te Kürt realitesinin çözümünün mimarlarından Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, suikast iddialarının neredeyse kaziye haline geldiği bir uçak kazasında ölüyor. 17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal vefat ediyor. Mahir Kaynak gibi istihbarat uzmanlarının 'siyasi şartlar gereği Özal'ın ölmesi gerekiyordu' dediği olay, resmî kayıtlara 'kalp krizi' diye geçiyor. Bu beklenmedik ölüm sonrasında, ülkede hem cumhurbaşkanı hem de başbakan değişiyor. Özal ve Eşref Bitlis'in pişirdiği dağdakilere kısmi affa MGK'da son şekli verilmişken; ertesi gün (25 Mayıs) Bingöl'de 33 er şehit ediliyor. Af kararı inmemek üzere rafa kalkıyor. Eylemi yaptığı söylenen dönemin PKK yöneticisi Şemdin Sakık, 'Ben bu işte yoktum' diyor ısrarla. 33 erin silahsız şekilde örgütün kucağına itilmesi hâlâ tartışma konusu.
2 Temmuz'da Sivas katliamında 37 kişi can veriyor, devlet seyrediyor. Pek çokları için büyük bir siyaset ve senaryodan söz ediyorsak, son ve en önemli hamle bu. Hâlâ ne travması bitti ne de binbir komploya rağmen aydınlatılabildi. Bu olay pek çok yorumcuya göre 'güvenlik zaafını' yönetemeyen tecrübesiz yeni başbakanın güvenlik bürokrasisine tabi olduğu andı. Sonraki yıllarda iki kişilik Çiller kabinesi retoriği oluşacak ya da oluşturulacaktı.
Bu arada olaylar sürüyor. Madımak katliamından üç gün sonra 5 Temmuz'da Başbağlar'da 33 kişi, eylülde HEP kurucularından Mardin Milletvekili Mehmet Sincar, 22 Ekim 1993'te Jandarma Tugay Komutanı Bahtiyar Aydın ve Ekim 1993'te JİTEM'in karakutusu Cem Ersever öldürülüyor. Güneydoğu şehirlerinde faili meçhul listeleri kabarıyor, terör azıyor, köyler boşaltılıyor, ipler giderek güvenlik bürokrasisinin eline geçiyor. Tansu Çiller, başbakanlığının ilk günlerinde Bask modeli nevinden sıra dışı teklifleri seslendirdiğinde, ana muhalefet lideri Mesut Yılmaz, "Kırmızı Kitap'ı önüne koyduklarında düzelir, merak etmeyin" minvalinde bir söz söylüyor. Bunun bir kehanet olmadığı çok geçmeden anlaşılıyor. Bu arada Demirel'i Köşk'e çıkaran Erdal İnönü, siyaseti bıraktığını açıklıyor. 1993 ile ilgili çok kişinin kapısını çaldık. O dönemde faili meçhul cinayetleri araştırma konusunda yetkin bir isim, "Ben artık bu mevzulara girmek istemiyorum, girdiğimizde çıkamıyoruz." sözleriyle suskunluğunu izah ediyor. Yine de ona göre en önemli olay, fitilin ateşlendiği Uğur Mumcu cinayeti: "Araştırdığı terör, silah, uyuşturucu vs. hattındaki ilişkilerle ilgili perdeyi aralamak üzereydi ki ortadan kaldırıldı." Perde arkasında ne olduğu bilinmiyor ama perdenin önünde Türkiye tarihinin en karanlık olayları cereyan etti. Kimilerine göre 1993'te devlet, tırmanan teröre karşı hazırlıksız yakalandı, ani ve sert refleks ile güvenlik endeksli çözümler yürürlüğe koyarak terörü toplumsallaştırdı, kangrenleştirdi. İyice kuvvet kazanan diğer görüş ise, önceki ve sonraki yıllar da hesaba katıldığında, 1993'te yaşananlar birbiriyle ilişkiliydi ve aslında bir proje dâhilindeydi. "Siyaseti enterne eden, adı konmamış bir darbeydi." diyenler de, Hasan Fehmi Güneş gibi "Hepsi büyük bir siyaset içindi." ifadesiyle her türlü iç ve dış senaryoya davetiye çıkartanlar da var. "28 Şubat postmodern müdahalesi, iki büyük ekonomik kriz ve Cumhuriyet tarihinin en büyük devlet soygunu, bu 9-10 yıl içinde yaşandı ama Türkiye'nin en karanlık perdesi 1993'te açılmıştı."