Feyza
04-30-2008, 16:56
Değerli misafirler,
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
Sizleri yeni bir haftanın başında en kalbi duygularla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Oldukça yoğun bir haftayı geride bıraktık.
Meclis çalışmaları bakımından, uluslararası temaslar bakımından, kadın ve gençlik kollarımızın kongreleri, açılışlar bakımından dolu dolu bir ayı geride bırakıyoruz.
Bildiğiniz gibi, Türkiye’nin bugünü ve geleceği açısından hayati derecede önemli olan bir yasayı, Sosyal Güvenlik Yasası’nı yoğun, özverili çalışmalar neticesinde Genel Kurulumuzdan geçirdik.
Yine bir başka önemli yasa tasarısı, 301. madde olarak bilinen düzenleme de Adalet Komisyonumuz’da görüşüldü ve Genel Kurul’a geliyor.
Uluslararası ilişkiler çerçevesinde İsveç, Katar ve Suriye’ye temaslarda bulundum.
Türkiye’de, Avrupa Komisyonu Başkanı Sayın Barosso’yu, Avusturya Dışişleri Bakanı Sayın Plasnik’i, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat’ı ağırladık.
Cuma günü Konya'da, cumartesi Şam'da, pazar günü Denizli'deydik.
Özellikle, İsveç’te, Katar’da ve Suriye’de yaptığımız temaslar esnasında oradaki işadamlarıyla, iş çevreleriyle görüşmelerimiz oldu.
Her üç ülkeyle de dış ticaretimiz son 5 yılda çok büyük ivme kazanmış durumda.
İsveç’le 2002’de dış ticaret hacmimiz 831 milyon dolardı, 2007’de geldiğimiz nokta 2 milyar 600 milyon dolara çıktı.
Katar’la, ki bu daha çarpıcı, 2002’de dış ticaretimiz sadece 26 milyon dolar seviyesinde iken, 2007’de, -buraya lütfen- dikkat edelim, 480 milyon dolara ulaştı.
Zaman zaman bunlar yazılıyor, çiziliyor: “Niye buraya gidiliyor, geliniyor?” İşte bakın 26’tan 480’e böyle gelindi.
Eğer sadece Ankara’ya mahkum olan zihniyet, Ankara’ya mahkum olan bir anlayışta olsanız, ticaret hacminizi 26 milyon dolardan, Türkiye’nin lehine 480 milyon dolara çıkaramazsınız.
Dün orada parmak sayılarını geçmeyecek kadar Türk varken bugün 7 bin Türk Katar’da ekmek mücadelesi veriyor, iş sahibi.
Suriye ile 2002’de dış ticaretimiz 773 milyon dolardı, 2007’de 1 milyar 175 milyon dolara çıktı.
İsveç’te vatandaşlarımız tarafından kurulan firma sayısı 3 bin’i aşmış durumda, yıllık cirolarını sordum, 3 milyar Avro’ya ulaşmış.
Yine Katar’da, Türk işadamlarının, Türk müteahhitlerinin proje tutarı 5 yılda 5 kat artmış vaziyette ve şu anda 5 milyar dolara ulaşmış durumda.
Değerli arkadaşlarım, bunlar tabi ki son derece önemli göstergeler.
Sadece saydığım bu üç ülkeyle değil, Türkiye’nin ilişkisi olan hangi ülkeye bakarsanız, 5 yıllık süreçte ilişkilerin, işbirliğinin, ticaretin çok büyük bir sıçrama kaydettiğini görürsünüz.
Allah aşkına, bundan kim, niye rahatsızlık duyar?
Bunun üzerinde tabi şöyle bir durmakta fayda var.
Ben buna anlam vermekte doğrusu zorlanıyorum.
Bakıyorsunuz, “Suriye’ye gitme, Araplar tarihte şunu yaptı”
“İsveç’e gitme, gözünün üzerinde kaşı var”
“Katar’a gitme, Yunanistan’a gitme, Bulgaristan’a gitme, Avustralya’ya gitme…”
Değerli arkadaşlar, gitmeyince olmuyor, bunu artık anlamak lazım.
Gitmeyince, ihracatımız 36 milyar dolarda kalıyor, 114 milyar dolara çıkmıyor, bunu artık görmek lazım.
Bakınız bütün Ortadoğu’da, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, İsveç, Hollanda…
Bütün o Batı ülkeleri çok büyük yatırımlar gerçekleştiriyorlar.
Körfez sermayesini çekmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Türkiye 5 yıl öncesine kadar oralarda yoktu, varsa da, özel sektörümüzün, işverenlerimizin, girişimcilerimizin kendi özel gayretleriyle vardı.
Şimdi bizim müteahhitlerimiz, ABD ile ve Çin’le birlikte dünyanın en büyük projelerine imza atıyorlar.
Bildiğiniz gibi ABD ve Çin’den sonra Türk müteahhitlik sektörü dünyada üçüncü sıraya yükselmiştir.
Aynı alerjinin, Türkiye’ye gelen uluslararası yatırımlar karşısında da nüksettiğini görüyoruz.
Bazı ülkeler baş tacı, bazı ülkeler sakıncalı…
Küreselleşen dünyada böyle bir ayrım yapılabilir mi?
Katar’ın, Suriye’nin, Arabistan’ın, Kuveyt’in işadamları dünyanın her tarafında yatırım yapıyorlar, kendilerine bu noktada her türlü davetler çıkartılıyor, her türlü ilgi gösteriliyor, ama bu yatırımlar Türkiye’ye yönelince, bakıyorsunuz farklı farklı tavırlar gösteriliyor.
Nedir bu hazımsızlık, neden bu alerji?
Bunun altında ne var?
Her başbakan, her hükümet, bu yatırımları artırmanın çabası içinde oldu, gayreti içinde oldu.
Olmadı, yapamadılar, yıllık ortalama 1 milyar dolar seviyesini aşamadılar.
Şimdi Türkiye 22 milyar dolar seviyesini yakaladı ve bu tartışmalar başladı.
Üstelik biraz dürüst olmak lazım, biraz tutarlı olmak lazım, millet görüyor, millet bu tartışmaları izliyor.
Bu millet kimin nerede durduğunu, kimin ne demek istediğini çok iyi biliyor.
Bu açıkça ayrımcılıktır.
Bu, sermaye ırkçılığıdır.
Bu, Türkiye’ye zarar veren, Türkiye’nin ekonomisini, dış ticaretini, büyümesini, istihdamını hedef alan son derece tehlikeli bir yaklaşımdır.
Yatırımın, sermayenin, ticaretin rengi, ırkı, milleti olmaz.
Türkiye’nin menfaatine, Türk milletinin çıkarına olan neyse, biz onu yaparız.
Bu yaklaşımın Türkiye’yi geçmişte nerelere taşıdığını, hangi krizlere taşıdığını da çok iyi biliyoruz.
Ne hakkınız var millete bedel ödetmeye?
Ne hakkınız var bu ülkeye, bu ülke ekonomisine bedel ödetmeye?
Nereden buluyorsunuz bu hakkı?
Bu yetkiyi kendinize nereden yüklüyorsunuz?
Eğer sizin bu yetkilendirmeniz cazip gelseydi, zaten benim vatandaşım 22 Temmuz’da size “Buyurun iktidar” derdi.
A ülkesi Türkiye’de yatırım yaparsa sorun yok.
B ülkesi yatırım yaparsa, “o yeşil, o kırmızı, o siyah, o mavi…”
Buna herhalde renk alerjisi deniliyor.
Artık siyasilerin de, medyanın da yüzleşmesi gerekiyor.
Bakınız, 5 buçuk yıldır, ısrarla, her fırsatta, her ortamda, her platformda Türkiye ekonomisine ilişkin iki unsura vurgu yapıyorum.
İstikrar ve güven ortamı.
Yine, morallerin yüksek olmasının, iyimserliğin, beklentilerin, umutların ekonomimiz için, ekonomimizin geleceği için hayati derecede önemli olduğunu altını çizerek ifade ediyorum.
Gelin görün ki, milletin heyecanından, milletin umudundan, milletin yüksek moralinden bazıları rahatsız oluyor.
Bunların kim olduğunu söylememe gerek yok, bunların kim olduğunu sizler de, milletim de çok iyi biliyor…
5 buçuk yıl boyunca, Türkiye ekonomisi ilerledikçe, büyüdükçe, Türkiye kalkındıkça, bunu engellemek, bunu yavaşlatmak için olumsuz söylenti yaymak için ellerinden geleni yaptılar.
Milleti tedirgin etmek, esnafı, sanayiciyi, yatırımcıyı, çiftçiyi, işçiyi, memuru tedirgin etmek için her yola başvurdular.
Bunlar kazansın, bunlar rant elde etsin, bunlar kar elde etsin, bunlar çıkar elde etsin, siyasi kazanç elde etsin de, Türkiye’ye ne olursa olsun.
Bunlar kazansın da, Türkiye kaybederse kaybetsin.
Şimdi en iyi fırsatı yakaladıklarını zannediyorlar.
Uluslar arası dalgalanmanın, kuraklığın üzerine, Türkiye’deki istikrar ve güvene darbe vurmak için her türlü imkanı, her türlü fırsatı değerlendirmenin peşindeler.
Açık söylüyorum: Başaramayacaklar.
Türkiye’ye bedel ödettiremeyecekler.
Türkiye’nin huzurunu da bozamayacaklar.
Türkiye’nin esnafına, işçisine, memuruna, çiftçisine, sanayicisine yine ağır faturalar yükleyemeyecekler.
Çok şükür buna izin vermeyecek, bunun karşısında dimdik duracak bir iktidar işbaşında.
Ben şunu söylüyorum, yahu gelin, şu milletin sevincine biraz ortak olun.
Türkiye’de çok güzel şeyler oluyor, gelin bunu bir görün.
50 yıldır, 60 yıldır olmayanlar oluyor.
Bakın 35 yıldır tek haneyi görmemiş enflasyon artık tek haneli oranlarda.
Bakın, Türk Lirası itibar kazanmış, 6 sıfırından kurtulmuş.
Bakın Türkiye 5 yılda ortalama yüzde 7 büyümüş.
Bakın, kişi başına yurtiçi hasıla 10 bin dolara yaklaşmış.
Türkiye her iki yılda, üç yılda bir ekonomik krize giriyordu, bugün güvenle, istikrarla geleceğe yürüyor, yarınlara yürüyor.
Bunları görün.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
Sizleri yeni bir haftanın başında en kalbi duygularla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Oldukça yoğun bir haftayı geride bıraktık.
Meclis çalışmaları bakımından, uluslararası temaslar bakımından, kadın ve gençlik kollarımızın kongreleri, açılışlar bakımından dolu dolu bir ayı geride bırakıyoruz.
Bildiğiniz gibi, Türkiye’nin bugünü ve geleceği açısından hayati derecede önemli olan bir yasayı, Sosyal Güvenlik Yasası’nı yoğun, özverili çalışmalar neticesinde Genel Kurulumuzdan geçirdik.
Yine bir başka önemli yasa tasarısı, 301. madde olarak bilinen düzenleme de Adalet Komisyonumuz’da görüşüldü ve Genel Kurul’a geliyor.
Uluslararası ilişkiler çerçevesinde İsveç, Katar ve Suriye’ye temaslarda bulundum.
Türkiye’de, Avrupa Komisyonu Başkanı Sayın Barosso’yu, Avusturya Dışişleri Bakanı Sayın Plasnik’i, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat’ı ağırladık.
Cuma günü Konya'da, cumartesi Şam'da, pazar günü Denizli'deydik.
Özellikle, İsveç’te, Katar’da ve Suriye’de yaptığımız temaslar esnasında oradaki işadamlarıyla, iş çevreleriyle görüşmelerimiz oldu.
Her üç ülkeyle de dış ticaretimiz son 5 yılda çok büyük ivme kazanmış durumda.
İsveç’le 2002’de dış ticaret hacmimiz 831 milyon dolardı, 2007’de geldiğimiz nokta 2 milyar 600 milyon dolara çıktı.
Katar’la, ki bu daha çarpıcı, 2002’de dış ticaretimiz sadece 26 milyon dolar seviyesinde iken, 2007’de, -buraya lütfen- dikkat edelim, 480 milyon dolara ulaştı.
Zaman zaman bunlar yazılıyor, çiziliyor: “Niye buraya gidiliyor, geliniyor?” İşte bakın 26’tan 480’e böyle gelindi.
Eğer sadece Ankara’ya mahkum olan zihniyet, Ankara’ya mahkum olan bir anlayışta olsanız, ticaret hacminizi 26 milyon dolardan, Türkiye’nin lehine 480 milyon dolara çıkaramazsınız.
Dün orada parmak sayılarını geçmeyecek kadar Türk varken bugün 7 bin Türk Katar’da ekmek mücadelesi veriyor, iş sahibi.
Suriye ile 2002’de dış ticaretimiz 773 milyon dolardı, 2007’de 1 milyar 175 milyon dolara çıktı.
İsveç’te vatandaşlarımız tarafından kurulan firma sayısı 3 bin’i aşmış durumda, yıllık cirolarını sordum, 3 milyar Avro’ya ulaşmış.
Yine Katar’da, Türk işadamlarının, Türk müteahhitlerinin proje tutarı 5 yılda 5 kat artmış vaziyette ve şu anda 5 milyar dolara ulaşmış durumda.
Değerli arkadaşlarım, bunlar tabi ki son derece önemli göstergeler.
Sadece saydığım bu üç ülkeyle değil, Türkiye’nin ilişkisi olan hangi ülkeye bakarsanız, 5 yıllık süreçte ilişkilerin, işbirliğinin, ticaretin çok büyük bir sıçrama kaydettiğini görürsünüz.
Allah aşkına, bundan kim, niye rahatsızlık duyar?
Bunun üzerinde tabi şöyle bir durmakta fayda var.
Ben buna anlam vermekte doğrusu zorlanıyorum.
Bakıyorsunuz, “Suriye’ye gitme, Araplar tarihte şunu yaptı”
“İsveç’e gitme, gözünün üzerinde kaşı var”
“Katar’a gitme, Yunanistan’a gitme, Bulgaristan’a gitme, Avustralya’ya gitme…”
Değerli arkadaşlar, gitmeyince olmuyor, bunu artık anlamak lazım.
Gitmeyince, ihracatımız 36 milyar dolarda kalıyor, 114 milyar dolara çıkmıyor, bunu artık görmek lazım.
Bakınız bütün Ortadoğu’da, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, İsveç, Hollanda…
Bütün o Batı ülkeleri çok büyük yatırımlar gerçekleştiriyorlar.
Körfez sermayesini çekmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Türkiye 5 yıl öncesine kadar oralarda yoktu, varsa da, özel sektörümüzün, işverenlerimizin, girişimcilerimizin kendi özel gayretleriyle vardı.
Şimdi bizim müteahhitlerimiz, ABD ile ve Çin’le birlikte dünyanın en büyük projelerine imza atıyorlar.
Bildiğiniz gibi ABD ve Çin’den sonra Türk müteahhitlik sektörü dünyada üçüncü sıraya yükselmiştir.
Aynı alerjinin, Türkiye’ye gelen uluslararası yatırımlar karşısında da nüksettiğini görüyoruz.
Bazı ülkeler baş tacı, bazı ülkeler sakıncalı…
Küreselleşen dünyada böyle bir ayrım yapılabilir mi?
Katar’ın, Suriye’nin, Arabistan’ın, Kuveyt’in işadamları dünyanın her tarafında yatırım yapıyorlar, kendilerine bu noktada her türlü davetler çıkartılıyor, her türlü ilgi gösteriliyor, ama bu yatırımlar Türkiye’ye yönelince, bakıyorsunuz farklı farklı tavırlar gösteriliyor.
Nedir bu hazımsızlık, neden bu alerji?
Bunun altında ne var?
Her başbakan, her hükümet, bu yatırımları artırmanın çabası içinde oldu, gayreti içinde oldu.
Olmadı, yapamadılar, yıllık ortalama 1 milyar dolar seviyesini aşamadılar.
Şimdi Türkiye 22 milyar dolar seviyesini yakaladı ve bu tartışmalar başladı.
Üstelik biraz dürüst olmak lazım, biraz tutarlı olmak lazım, millet görüyor, millet bu tartışmaları izliyor.
Bu millet kimin nerede durduğunu, kimin ne demek istediğini çok iyi biliyor.
Bu açıkça ayrımcılıktır.
Bu, sermaye ırkçılığıdır.
Bu, Türkiye’ye zarar veren, Türkiye’nin ekonomisini, dış ticaretini, büyümesini, istihdamını hedef alan son derece tehlikeli bir yaklaşımdır.
Yatırımın, sermayenin, ticaretin rengi, ırkı, milleti olmaz.
Türkiye’nin menfaatine, Türk milletinin çıkarına olan neyse, biz onu yaparız.
Bu yaklaşımın Türkiye’yi geçmişte nerelere taşıdığını, hangi krizlere taşıdığını da çok iyi biliyoruz.
Ne hakkınız var millete bedel ödetmeye?
Ne hakkınız var bu ülkeye, bu ülke ekonomisine bedel ödetmeye?
Nereden buluyorsunuz bu hakkı?
Bu yetkiyi kendinize nereden yüklüyorsunuz?
Eğer sizin bu yetkilendirmeniz cazip gelseydi, zaten benim vatandaşım 22 Temmuz’da size “Buyurun iktidar” derdi.
A ülkesi Türkiye’de yatırım yaparsa sorun yok.
B ülkesi yatırım yaparsa, “o yeşil, o kırmızı, o siyah, o mavi…”
Buna herhalde renk alerjisi deniliyor.
Artık siyasilerin de, medyanın da yüzleşmesi gerekiyor.
Bakınız, 5 buçuk yıldır, ısrarla, her fırsatta, her ortamda, her platformda Türkiye ekonomisine ilişkin iki unsura vurgu yapıyorum.
İstikrar ve güven ortamı.
Yine, morallerin yüksek olmasının, iyimserliğin, beklentilerin, umutların ekonomimiz için, ekonomimizin geleceği için hayati derecede önemli olduğunu altını çizerek ifade ediyorum.
Gelin görün ki, milletin heyecanından, milletin umudundan, milletin yüksek moralinden bazıları rahatsız oluyor.
Bunların kim olduğunu söylememe gerek yok, bunların kim olduğunu sizler de, milletim de çok iyi biliyor…
5 buçuk yıl boyunca, Türkiye ekonomisi ilerledikçe, büyüdükçe, Türkiye kalkındıkça, bunu engellemek, bunu yavaşlatmak için olumsuz söylenti yaymak için ellerinden geleni yaptılar.
Milleti tedirgin etmek, esnafı, sanayiciyi, yatırımcıyı, çiftçiyi, işçiyi, memuru tedirgin etmek için her yola başvurdular.
Bunlar kazansın, bunlar rant elde etsin, bunlar kar elde etsin, bunlar çıkar elde etsin, siyasi kazanç elde etsin de, Türkiye’ye ne olursa olsun.
Bunlar kazansın da, Türkiye kaybederse kaybetsin.
Şimdi en iyi fırsatı yakaladıklarını zannediyorlar.
Uluslar arası dalgalanmanın, kuraklığın üzerine, Türkiye’deki istikrar ve güvene darbe vurmak için her türlü imkanı, her türlü fırsatı değerlendirmenin peşindeler.
Açık söylüyorum: Başaramayacaklar.
Türkiye’ye bedel ödettiremeyecekler.
Türkiye’nin huzurunu da bozamayacaklar.
Türkiye’nin esnafına, işçisine, memuruna, çiftçisine, sanayicisine yine ağır faturalar yükleyemeyecekler.
Çok şükür buna izin vermeyecek, bunun karşısında dimdik duracak bir iktidar işbaşında.
Ben şunu söylüyorum, yahu gelin, şu milletin sevincine biraz ortak olun.
Türkiye’de çok güzel şeyler oluyor, gelin bunu bir görün.
50 yıldır, 60 yıldır olmayanlar oluyor.
Bakın 35 yıldır tek haneyi görmemiş enflasyon artık tek haneli oranlarda.
Bakın, Türk Lirası itibar kazanmış, 6 sıfırından kurtulmuş.
Bakın Türkiye 5 yılda ortalama yüzde 7 büyümüş.
Bakın, kişi başına yurtiçi hasıla 10 bin dolara yaklaşmış.
Türkiye her iki yılda, üç yılda bir ekonomik krize giriyordu, bugün güvenle, istikrarla geleceğe yürüyor, yarınlara yürüyor.
Bunları görün.