fatih kısaparmak balon baskılı balon AK PARTİ GRUP TOPLANTISI 29 NİSAN 2008 - AK Parti |AKParti Forum |AK Gençlik |Recep Tayyip Erdoğan |AKPARTİ Gençlik Forumu|

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : AK PARTİ GRUP TOPLANTISI 29 NİSAN 2008


Feyza
04-30-2008, 16:56
Değerli misafirler,

Değerli milletvekili arkadaşlarım,

Sizleri yeni bir haftanın başında en kalbi duygularla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Oldukça yoğun bir haftayı geride bıraktık.

Meclis çalışmaları bakımından, uluslararası temaslar bakımından, kadın ve gençlik kollarımızın kongreleri, açılışlar bakımından dolu dolu bir ayı geride bırakıyoruz.

Bildiğiniz gibi, Türkiye’nin bugünü ve geleceği açısından hayati derecede önemli olan bir yasayı, Sosyal Güvenlik Yasası’nı yoğun, özverili çalışmalar neticesinde Genel Kurulumuzdan geçirdik.

Yine bir başka önemli yasa tasarısı, 301. madde olarak bilinen düzenleme de Adalet Komisyonumuz’da görüşüldü ve Genel Kurul’a geliyor.

Uluslararası ilişkiler çerçevesinde İsveç, Katar ve Suriye’ye temaslarda bulundum.

Türkiye’de, Avrupa Komisyonu Başkanı Sayın Barosso’yu, Avusturya Dışişleri Bakanı Sayın Plasnik’i, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat’ı ağırladık.

Cuma günü Konya'da, cumartesi Şam'da, pazar günü Denizli'deydik.

Özellikle, İsveç’te, Katar’da ve Suriye’de yaptığımız temaslar esnasında oradaki işadamlarıyla, iş çevreleriyle görüşmelerimiz oldu.

Her üç ülkeyle de dış ticaretimiz son 5 yılda çok büyük ivme kazanmış durumda.

İsveç’le 2002’de dış ticaret hacmimiz 831 milyon dolardı, 2007’de geldiğimiz nokta 2 milyar 600 milyon dolara çıktı.

Katar’la, ki bu daha çarpıcı, 2002’de dış ticaretimiz sadece 26 milyon dolar seviyesinde iken, 2007’de, -buraya lütfen- dikkat edelim, 480 milyon dolara ulaştı.

Zaman zaman bunlar yazılıyor, çiziliyor: “Niye buraya gidiliyor, geliniyor?” İşte bakın 26’tan 480’e böyle gelindi.

Eğer sadece Ankara’ya mahkum olan zihniyet, Ankara’ya mahkum olan bir anlayışta olsanız, ticaret hacminizi 26 milyon dolardan, Türkiye’nin lehine 480 milyon dolara çıkaramazsınız.

Dün orada parmak sayılarını geçmeyecek kadar Türk varken bugün 7 bin Türk Katar’da ekmek mücadelesi veriyor, iş sahibi.

Suriye ile 2002’de dış ticaretimiz 773 milyon dolardı, 2007’de 1 milyar 175 milyon dolara çıktı.

İsveç’te vatandaşlarımız tarafından kurulan firma sayısı 3 bin’i aşmış durumda, yıllık cirolarını sordum, 3 milyar Avro’ya ulaşmış.

Yine Katar’da, Türk işadamlarının, Türk müteahhitlerinin proje tutarı 5 yılda 5 kat artmış vaziyette ve şu anda 5 milyar dolara ulaşmış durumda.

Değerli arkadaşlarım, bunlar tabi ki son derece önemli göstergeler.

Sadece saydığım bu üç ülkeyle değil, Türkiye’nin ilişkisi olan hangi ülkeye bakarsanız, 5 yıllık süreçte ilişkilerin, işbirliğinin, ticaretin çok büyük bir sıçrama kaydettiğini görürsünüz.

Allah aşkına, bundan kim, niye rahatsızlık duyar?

Bunun üzerinde tabi şöyle bir durmakta fayda var.

Ben buna anlam vermekte doğrusu zorlanıyorum.

Bakıyorsunuz, “Suriye’ye gitme, Araplar tarihte şunu yaptı”

“İsveç’e gitme, gözünün üzerinde kaşı var”

“Katar’a gitme, Yunanistan’a gitme, Bulgaristan’a gitme, Avustralya’ya gitme…”

Değerli arkadaşlar, gitmeyince olmuyor, bunu artık anlamak lazım.

Gitmeyince, ihracatımız 36 milyar dolarda kalıyor, 114 milyar dolara çıkmıyor, bunu artık görmek lazım.

Bakınız bütün Ortadoğu’da, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, İsveç, Hollanda…

Bütün o Batı ülkeleri çok büyük yatırımlar gerçekleştiriyorlar.

Körfez sermayesini çekmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Türkiye 5 yıl öncesine kadar oralarda yoktu, varsa da, özel sektörümüzün, işverenlerimizin, girişimcilerimizin kendi özel gayretleriyle vardı.

Şimdi bizim müteahhitlerimiz, ABD ile ve Çin’le birlikte dünyanın en büyük projelerine imza atıyorlar.

Bildiğiniz gibi ABD ve Çin’den sonra Türk müteahhitlik sektörü dünyada üçüncü sıraya yükselmiştir.

Aynı alerjinin, Türkiye’ye gelen uluslararası yatırımlar karşısında da nüksettiğini görüyoruz.

Bazı ülkeler baş tacı, bazı ülkeler sakıncalı…

Küreselleşen dünyada böyle bir ayrım yapılabilir mi?

Katar’ın, Suriye’nin, Arabistan’ın, Kuveyt’in işadamları dünyanın her tarafında yatırım yapıyorlar, kendilerine bu noktada her türlü davetler çıkartılıyor, her türlü ilgi gösteriliyor, ama bu yatırımlar Türkiye’ye yönelince, bakıyorsunuz farklı farklı tavırlar gösteriliyor.

Nedir bu hazımsızlık, neden bu alerji?

Bunun altında ne var?

Her başbakan, her hükümet, bu yatırımları artırmanın çabası içinde oldu, gayreti içinde oldu.

Olmadı, yapamadılar, yıllık ortalama 1 milyar dolar seviyesini aşamadılar.

Şimdi Türkiye 22 milyar dolar seviyesini yakaladı ve bu tartışmalar başladı.

Üstelik biraz dürüst olmak lazım, biraz tutarlı olmak lazım, millet görüyor, millet bu tartışmaları izliyor.

Bu millet kimin nerede durduğunu, kimin ne demek istediğini çok iyi biliyor.

Bu açıkça ayrımcılıktır.

Bu, sermaye ırkçılığıdır.

Bu, Türkiye’ye zarar veren, Türkiye’nin ekonomisini, dış ticaretini, büyümesini, istihdamını hedef alan son derece tehlikeli bir yaklaşımdır.

Yatırımın, sermayenin, ticaretin rengi, ırkı, milleti olmaz.

Türkiye’nin menfaatine, Türk milletinin çıkarına olan neyse, biz onu yaparız.

Bu yaklaşımın Türkiye’yi geçmişte nerelere taşıdığını, hangi krizlere taşıdığını da çok iyi biliyoruz.

Ne hakkınız var millete bedel ödetmeye?

Ne hakkınız var bu ülkeye, bu ülke ekonomisine bedel ödetmeye?

Nereden buluyorsunuz bu hakkı?

Bu yetkiyi kendinize nereden yüklüyorsunuz?

Eğer sizin bu yetkilendirmeniz cazip gelseydi, zaten benim vatandaşım 22 Temmuz’da size “Buyurun iktidar” derdi.

A ülkesi Türkiye’de yatırım yaparsa sorun yok.

B ülkesi yatırım yaparsa, “o yeşil, o kırmızı, o siyah, o mavi…”

Buna herhalde renk alerjisi deniliyor.

Artık siyasilerin de, medyanın da yüzleşmesi gerekiyor.

Bakınız, 5 buçuk yıldır, ısrarla, her fırsatta, her ortamda, her platformda Türkiye ekonomisine ilişkin iki unsura vurgu yapıyorum.

İstikrar ve güven ortamı.

Yine, morallerin yüksek olmasının, iyimserliğin, beklentilerin, umutların ekonomimiz için, ekonomimizin geleceği için hayati derecede önemli olduğunu altını çizerek ifade ediyorum.

Gelin görün ki, milletin heyecanından, milletin umudundan, milletin yüksek moralinden bazıları rahatsız oluyor.

Bunların kim olduğunu söylememe gerek yok, bunların kim olduğunu sizler de, milletim de çok iyi biliyor…

5 buçuk yıl boyunca, Türkiye ekonomisi ilerledikçe, büyüdükçe, Türkiye kalkındıkça, bunu engellemek, bunu yavaşlatmak için olumsuz söylenti yaymak için ellerinden geleni yaptılar.

Milleti tedirgin etmek, esnafı, sanayiciyi, yatırımcıyı, çiftçiyi, işçiyi, memuru tedirgin etmek için her yola başvurdular.

Bunlar kazansın, bunlar rant elde etsin, bunlar kar elde etsin, bunlar çıkar elde etsin, siyasi kazanç elde etsin de, Türkiye’ye ne olursa olsun.

Bunlar kazansın da, Türkiye kaybederse kaybetsin.

Şimdi en iyi fırsatı yakaladıklarını zannediyorlar.

Uluslar arası dalgalanmanın, kuraklığın üzerine, Türkiye’deki istikrar ve güvene darbe vurmak için her türlü imkanı, her türlü fırsatı değerlendirmenin peşindeler.

Açık söylüyorum: Başaramayacaklar.

Türkiye’ye bedel ödettiremeyecekler.

Türkiye’nin huzurunu da bozamayacaklar.

Türkiye’nin esnafına, işçisine, memuruna, çiftçisine, sanayicisine yine ağır faturalar yükleyemeyecekler.

Çok şükür buna izin vermeyecek, bunun karşısında dimdik duracak bir iktidar işbaşında.

Ben şunu söylüyorum, yahu gelin, şu milletin sevincine biraz ortak olun.

Türkiye’de çok güzel şeyler oluyor, gelin bunu bir görün.

50 yıldır, 60 yıldır olmayanlar oluyor.

Bakın 35 yıldır tek haneyi görmemiş enflasyon artık tek haneli oranlarda.

Bakın, Türk Lirası itibar kazanmış, 6 sıfırından kurtulmuş.

Bakın Türkiye 5 yılda ortalama yüzde 7 büyümüş.

Bakın, kişi başına yurtiçi hasıla 10 bin dolara yaklaşmış.

Türkiye her iki yılda, üç yılda bir ekonomik krize giriyordu, bugün güvenle, istikrarla geleceğe yürüyor, yarınlara yürüyor.

Bunları görün.

Feyza
04-30-2008, 16:57
Buradan Türkiye çok daha iyiye gidecek, çok daha güzele gidecek, gidiyor, bunu görün.

Eleştirin, ama eleştirirken Allah aşkına bir de Türkiye daha çok kazanır diye de bir reçete sunun.

Yok mu sizin böyle bir reçeteniz? yok mu sizin bir kalkınma programınız? Bir de bunu gösterin.

Yani bunu gösterdiniz, yapmadık, gelin hesabını sorun. Ama siz bugüne kadar bir kez “Şunu yapın” demediniz, “Şunu yaparsanız şu konuda daha faydalı olur” demediniz. Diyemezsiniz, yok ki. Olmayan şeyi söyleyemezsiniz ki.

Sadece işiniz gücünüz hakarettir, işiniz gücünüz “Acaba nerede, nasıl bir boşluk yakalarız?”, budur. İftira at, tutmasa iz bırakır.

Değerli arkadaşlar lütfen dikkat ediniz; 5 buçuk yıl önce mevduat bankalarının verdiği toplam kredi miktarı 32 milyar YTL. Yani 32 katrilyon.

2007 sonunda değerli arkadaşlarım bu miktar 215 katrilyona yükseldi. 37 ve gelinen nokta. Her şey ortada.

Bütün Türkiye kredi borçlusuymuş, kredi batağındaymış gibi karanlık tablolar çizmeye çalışanlar var.

Rakamlar ortada:

2002 yılındaki takipteki kredilerin toplam kredilere, değerli arkadaşlar, oranı -lütfen buna da dikkat edelim- yüzde 17,6.

Bugün bu oran ne biliyor musunuz?

Yüzde 3,5.

17,6’dan 3,5’e düşmüşüz.

Bunu nasıl oluyor da saptırıyorsunuz? Bu ne kabiliyet ya? 17,6’dan 3,5.

Halk Bankası, Ziraat Bankası, buradan şimdi sesleniyorum, artık içi boşaltılan bankalar değil, tersine, esnafın, çiftçinin karagün dostu olan bankalar.

Ziraat Bankası şimdi görev zararı yazmıyor. Ziraat Bankası şimdi yüzde 59 faizle benim çiftçime kredi vermiyor.

Ziraat Bankası şimdi azami yüzde 13’e varan, 0 ile 13 aralığında faizle kredi uygulaması yapıyor.

Aynı şekilde Halk Bankası yüzde 47 faizle benim esnafıma kredi vermiyor. Yüzde 13 faizle kredi veriyor.

Bu mu esnafın, çiftçinin karşısında olan iktidar? Soruyorum. Bütün gerçekler ortada. Bunu televizyonları karşısında bizi izleyen vatandaşlarım da inanıyorum ki, şu anda gayet iyi dinliyor ve duymayanlara bilmeyenlere de bunu anlatacaklardır.

Bakın, dün Sanayi Bakanımız bir basın toplantısıyla açıkladı.

“Bin + Bin Kobi Yatırım Destekleme Programı”nı dün itibariyle devreye soktuk.

Bu programla, tam 2 bin KOBİ’mizin, makine teçhizat alımları yoluyla yatırımları desteklenecek.

Orta yüksek ve ileri teknoloji sektörlerinde bulunan 1000 KOBİ’ye işletme başına, -değerli arkadaşlar- 100 milyarlık kredi faiz desteği sağlıyoruz.

Orta-düşük ve düşük teknoloji sektörlerinde bulunan diğer 1000 KOBİ’ye de işletme başına, -değerli arkadaşlarım- 50 milyar kredi faiz desteği sağlıyoruz.

Yani 2 bin işletmeye toplam 150 trilyonluk kredi faiz desteği sağlanacak, alınacak kredi miktarı ise yaklaşık, değerli arkadaşlarım,

1 milyar YTL olacak.

Bu paketin çok önemli bir özelliği var:

Program kredisinin yüzde 40’ını oluşturan yaklaşık 400 milyon YTL, yani 400 trilyon, Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Doğu Anadolu Bölgesi ve diğer kalkınmada öncelikli yörelerde yer alan KOBİ’lere kullandırılacak.

Yine, bir başka önemli nokta, kredi talebinde bulunan KOBİ’lere, program türüne göre yeni istihdam şartı getiriyoruz.

Bu sayede, toplam 5 bin kişilik de yeni istihdam sağlamış olacağız.

Bu krediler için başvurular 1 Mayıs Perşembe günü başlayacak ve 30 gün içinde de sonuçlandırılacak.

Bu yeni uygulama sayesinde;

Piyasalara yaklaşık 1 katrilyon nakit para girişi olacak.

Sağlayacağımız bu destekle 2 milyar YTL’nin, yani 2 katrilyonun üzerinde bir katma değeri ekonomimize kazandırıyoruz.

Özellikle piyasalara yönelik likitide akışı sağlamış oluyoruz.

Bu destek kapsamında, değerli arkadaşlarım, yaklaşık 3 bin 500 civarında makine teçhizat satın alınacak, bununla yerli makine sanayimizin üretim, istihdam ve satış imkanları da desteklenmiş olacak.

Bu yeni uygulamanın, özellikle ülkemize, milletimize, KOBİ’lerimize hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Bildiğiniz gibi, 1 Mayıs her yıl dünyanın birçok ülkesinde değişik adlar altında çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.

1886 yılında ABD’de ilk kez kutlanmaya başlanan 1 Mayıs, 1911’den beri de Türkiye’de işçilerin, çalışanların sorunlarını dile getirdikleri, çözümler aradıkları önemli bir platform olarak iş görüyor.

Ve benim burada çok açık net olarak bir şeyi söylemem lazım:

1 Mayıs’ın kutlanması noktasında, ülke olarak geçmişte maalesef bazı acı hatıralarımız var.

Özellikle, 1977 1 Mayıs’ı ve 1996 1 Mayıs’ı, sahne olduğu ağır provokasyonlar sebebiyle milletimizin derin hafızasında olumsuz izler bıraktı.

Tabi ki bizler hiçbir zaman, 1 Mayıs’ı, bir anarşi vesilesi, tahrik vesilesi, bir isyan provası vesilesi olarak gören, illegal ve marjinal gruplar olduğunu bildiğimiz için bunların bir fırsat arayışında olduğu gün olarak görmek istemiyoruz. Bunu, şüphesiz ki sendikalarımızın bu günü en iyi en güzel şekilde kutladıkları bir gün olarak geçmesini arzu ediyoruz.

Geçen hafta yaptığımız Bakanlar Kurulu Toplantısı’nda bizler 1 Mayıs’ı “Emek ve Dayanışma Günü” olarak Bakanlar Kurulu kararıyla ilan ettik.

İstiyoruz ki, bu anlamlı gün Emek ve Dayanışma’nın güzel örneklerinin ortaya konulduğu özel bir gün olarak kutlansın.

İstiyoruz ki, bu kutlamalarda yeni sayfalar açılsın, dostluk ve kardeşlik içinde birlik ve bütünlüğümüz perçinlensin.

Bu yüzden miting taleplerine şüphesiz ki içişleri bakanlığımız, valiliklerimiz olumlu pozitif yaklaşımlarını şu ana kadar sürdürdüler, sürdürüyorlar.

Tabi ki ülkemiz hukukun üstünlüğüne uygun bir şekilde yönetilmek durumundadır.

Biz şu anda iktidar olarak hukuk neyi gerektiriyorsa bunu yapmak durumundayız. Demokratik hakların önüne asla set çekme gayretinde olamayız. Bu mümkün değil.

Ve bu konuda demokratik haklar neyse; bu siyasi partiler için de budur, sendikalar için de budur, dernekler için de budur, vakıflar için de budur.

Velhasıl bütün sivil toplum örgütleri için de budur. Bunu hep beraber aynı şekilde yapmak durumundayız.

Bundan önceki hafta da söyledim yine söylüyorum: Burada bizler siyasi partiler olarak, her ilde mitingimizi yapacağımız zaman bize o ilde mülki idare nereleri alanlar olarak ilan etmişse o alanlarda gideriz yaparız.

Yani bunun dışında “Ben şurayı istiyorum, dolayısıyla mitingimi de orada yapmam gerekir” demeyiz. Yürüyüş yapacaksak bize hangi güzergahı tayin ederlerse biz o güzergahta gideriz yürüyüşümüzü yaparız.

“Hayır ben burada yapacağım” asla demeyiz, diyemeyiz. Neden? Hukukun üstünlüğüne inanmışız. Çünkü ülkemiz bir kanun devletidir ve bu kanun devletinde de bu yasalara uymak durumundayız.

Bunun dışında bir yerde anıta çelenk konulacak, tabi ki, hay hay, gidilir çelenk konulur. Bunları da şüphesiz ki yine o kuruluşların üst düzey yöneticileri bir temsili heyetler olarak giderler, çelenklerini de koyarlar. Orada yapmaları gereken açıklamalar varsa bu açıklamaları da yaparlar. Bunlara da hay hay.

Ama kalkıp da bir basın açıklamasını beş bin, on bin, yirmi bin, otuz bin kişiyle yapacağız dersek, herhalde bu bir basın açıklaması olmaktan çıkar. Bu adı konulmamış başka bir iş olmuş olur.

Ve bu da tabi farklı anlamalara, özellikle kamu otoritesinin yok edilmesine, yaşamı olumsuz bir şekilde etkilemeye yönelik adımlar olur.

Temenni ediyorum ki, bu noktada bizler nasıl ki 1 Mayıs’ı bir emek ve dayanışma günü olarak kabul ettiysek, bu şekilde bunu ilan ettiysek, 1 Mayıs da yine bu emeğe ve dayanışmaya gölge düşürmeden barış içerisinde, karşılıklı anlayış içerisinde ideal bir şekilde gerçekleşmiş olur.

Ve bu konuyla ilgili olarak bu sabah bir görüşme yaptık. Arkadaşlarımız şu anda değerlendirmelerini yine yapacaklar. Öğleden sonra çalışma bakanımız, içişleri bakanımız sendika yetkilileriyle bir araya gelecek.

Temennim odur ki, olumlu bir adım atmak suretiyle burada bir karara varılır. Biz tabi ki sendikalarımızın yetkililerinden, işçilerimizin temsilcilerinden bu noktada iyi niyetin dışında farklı bir şey beklemiyoruz, böyle bir şeyi de düşünmek istemiyoruz.

Ama gerek milletimin, gerek emeğin temsilcisi olan işçi kardeşlerimin de bizim hangi noktada olduğumuzu, neyle görevli olduğumuzu çok iyi düşünmeleri lazım. Olay sadece oradaki sendika temsilcilerinin yapacağı -diyelim ki- yasa dışı bir adım olamaz, olmamalı.

Tabi sendikalar bizim yasal örgütlerimiz, demokratik kurumlarımız. Ama şunu unutmayalım ki illegal örgütler bu tür zemini koklarlar ve bu tür zeminde de legal örgütlerimizin iyi niyetle yapmak istedikleri girişimleri, maalesef iyi niyetten olumsuz neticelere doğru kanalize ederler ki, ondan sonra onun altından tabi ki legal örgütlerimiz de leke almış olarak çıkarlar.

Ve bu hem onları üzer, hem bizleri üzer. Onun için buna da öyle zannediyorum ki, fırsat verilmeyecektir. Bir dayanışmayla bu iş çözüme kavuşturulur diye düşünüyorum.

Demokrasinin standartlarının arttığı, özgürlüklerin geliştiği, genişlediği bir Türkiye’de, elbette işçi kardeşlerim, çalışanlar bu özel günü, bu anlamlı günü, günün ruhuna, anlamına uygun şekilde kutlayacaktır, kutlamalıdırlar ama asla provokatörlere bu noktada izin vermemelidirler diye düşünüyorum.

Halkımızın günlük yaşantısını olumsuz etkilemeye, provokasyonlara zemin hazırlamaya da kimsenin hakkının olmadığını özenle ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, biz her konuda işçilerimizin yanında olduk, olmaya devam edeceğiz. Onların haklarını gözetmeye gayret ettik, gayret ediyoruz.

Bakın çalışma hayatıyla ilgili en hayati yasaları biz çıkardık. Sadece yasa çıkarmakla da kalmadık. Devlet çalışana borçlu olamaz dedik, yıllar boyunca işçimizin memurumuzun ödenmeyen, sürüncemede bırakılan, zorunlu tasarruf hesabında biriken paralarını biz ödedik.

Dikkat edin, hiçbir hükümet buna yanaşmamıştı. Bu hükümetlerin içerisinde her fikrin, her zihniyetin temsilcisi olan hükümetler var ve bu rakam neydi? 13,5 katrilyon. Bunu biz ödedik.

3 yıllık bir süreç içinde tamamını ödedik.

Yine Konut Edindirme Yardımı kesintilerini ödeme yönünde çalışmalarımız devam ediyor.

Önceki hükümetlerin yaptığını yapabilirdik.

Mazeretlerin arkasında sığınıp bu sorunu öteleyebilirdik, erteleyebilirdik.

Ama emeğe saygımız, emekçiye saygımız, hatta bizzat emeğin içinden gelen kişiler olmamız buna engeldi ve asla böyle bir yola tenezzül etmedik, devletin çalışana borcunu biz geldik takır takır ödedik.

Aynı şekilde Asgari Ücret’e bakın. Bizden önceki iktidarlar döneminde sürekli olarak işçimiz, memurumuz asgari ücret olarak enflasyona ezdirilmiştir, maaşları itibariyle her yıl artan enflasyona ezdirilmiştir. Ama biz sürekli olarak enflasyonun üzerinde artış sağladık.

2002 yılından bu yana hep bu anlayışla bu işi sürdürdük. Peki “Bu bile yeterlidir” dedik mi? Asla demedik. Ama güçlendikçe bu gücü inşallah işçimize de aktaracağız, memurumuza da aktaracağız ve asgari ücretin alım gücünü, tarihinin en yüksek seviyelerine biz çıkardık.

Dolar karşısında Asgari Ücret rekor düzeyde artışlar kaydetti. Bunu gelir birileri kura bağlar vesaire, aksi olduğu zaman da kura bağlıyorsun. Buna rağmen biz de diyoruz ki: “Az da olsa çok da olsa buyur bak. Şu anda tarihinin en ideal noktasında mıdır, değil midir? Ona baktığın zaman gerçeği görürsün.”

Son olarak biliyorsunuz Sosyal Güvenlik Yasası’nı çıkardık.

Bütün çalışanlarımızla, sosyal taraflarla, sivil örgütlerle yasanın her aşamasında toplantılar yaptık, istişareler yaptık ve talepleri mümkün olan azami düzeyde evet yasaya aktardık.

Ekonomik Sosyal Konsey’i topladık, topluyoruz, burada da sorunları değerli arkadaşlarım istişare ettik.

Benzeri bir çok kurula işlerlik kazandırdık.

Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet tarihine bakınız, iddia ediyorum, bu kadar emekçi dostu, bu kadar emek dostu bir başka hükümet bulamazsınız.

Çalışanlar lehine sadece bir iki yasa çıkarıp ömrü boyunca “emekçi dostu” olarak anılan liderler vardı.

Biz sadece 5 buçuk yılda çalışma hayatımızda devrim olarak anılacak reformları gerçekleştirdik.

Sadece genel sağlık sigortasıyla ilgili, sağlıkla ilgili attığımız adımlar, cumhuriyet tarihimize unutulmaz –inşallah- gerçekler olarak kazınmıştır ve böyle de anılmaya devam edecektir.

Zaten bir şeyin kıymeti ne yazık ki üzerinden on yıllar geçtikten sonra anılıyor veya bu devrimleri gerçekleştirenler ölüp gittikten sonra anılıyor.

İşte buyurun hastanelerin kapılarında hep bizler kuyruklar bekledik. Yatacaksan altı ay sonraya yatak için gün verdiler. “Yataklar dolu” dediler. İlaç almak için sabahın beşinde hastanenin eczanesinde kuyruğa girmek suretiyle reçete uzattık. Hep dayılar aradık. Hep oralarda torpil için imkanlar aradık. Hep buralardan geçtik. Bunun da istismarını yapanlar yok değil, var ve maalesef ilacın ikisi var üçü yok, üçü var ikisi yok. Bunlar hep zulümdü. Eza idi cefa idi.

Ama şimdi benim vatandaşım istediği hastaneye gidebiliyor. Benim vatandaşım daha önce devlet hastanesine gidenlere farklı bakıyordu, özel hastaneye gidenlere daha farklı bakıyordu. “Bak parası var gitti özel hastanede tedavi oluyor” diyordu. Ama şimdi fakiri zengini demeden benim vatandaşımın hepsi istediği hastaneye gidebiliyor.

Bazen bakıyorsunuz bazıları bunu özellikle -tabi ki malum çevrelere ithaf ediyorum- bir hastanede bir olay oluyorsa aman yarabbim Türkiye’nin her yeri sanki böyleymiş gibi yaygara kopararak, bunun faturasını kesmeye çalışıyor. Bir olay olmuş, bunu kalkarsın sağlık bakanını ararsın, il sağlık müdürünü ararsın, oluyor mu olmuyor mu bakarsın. Olmuyorsa gel başbakanı ara.

Kıyametler koparılıyor. Bir arıyorsun bakıyorsun ki bazen de provokatif olaylar var. Olay çok farklı, ama olaydan 24 saat geçiyor, 24 saat sonra televizyonda çok farklı biçimde anlatılıyor. Ve bunu da bakıyorsunuz hakikaten bu alanda, bu işte yıllarını vermiş olanlar yapıyor. Dürüstlük adına yapıyor. Dürüstlük adına, işte bakıyorsunuz ki hasta hastanede yatmıyor havası veriyor.

Bizzat şahit oldum, aradım başhekimle görüşüyorum, meğerse hasta hastanede yatıyor ama anlatılan şeyler çok farklı. Havaalanına güya uçaklar gelmiş, uçaklar almış başka yere götürecekmiş.

Bu tür spekülatif olaylarla bu ülkenin devletini, bu ülkenin sağlık bakanlığını gölgelemeye, lekelemeye kimsenin hakkı yoktur. Bunu bir defa ortaya koyalım. Ülkenin genelinde neler oluyor, sen kalkıp bir tane olayı yakalıyorsun ve sanki bütün hastanelerde olay buymuş, böyle göstermeye çalışıyorsun.

Ayıptır. Eksikler olabilir, hatalar olabilir, doğrudur. Ama “Bunun geneli böyledir” deme hakkına sahip olmazsın ve duygu sömürüsü yapamazsın, bu tamimiyle bir duygu sömürüsüdür. Ben kendim başbakan olarak, bu tür şeyleri yakaladığımda, televizyonda gördüğümde veya gazetede gördüğümde hemen ilgili bakanımı arıyorum. Onun da haberi olmayabilir, o da görmemiş olabilir. Doğrudur. Ama bunu sen insani olarak kalkarsın, bu tür bir özelliği…

Çünkü medyanın bir görevi de denetimdir. Dolayısıyla bu görevin sebebiyle, ilgili bakanlığı ararsın, hakikaten ilgi gösterilmiyorsa, ilgilenilmiyorsa gel başbakanı da ara. Başbakan da buna duyarsızsa o zaman yaz. Ama biz halkımızın moral değerlerini gölgelememeliyiz.

Bunlar moral değerdir ve bildiğiniz gibi şimdi yeni bir istihdam paketi üzerinde çalışıyoruz. İnşallah Hem istihdamın artması, hem de iş barışının, çalışma hayatında barış ve diyaloğun daha da kurumsallaşması için çok önemli düzenlemeler getiriyoruz.

Bunu da yine çalışanlarımız için, emekçilerimiz için yapıyoruz.

Çünkü biz, emeğin en kutsal değer olduğuna inanan bir anlayıştan, bir medeniyetten geliyoruz.

5 buçuk yıldır ne yaptıysak, çalışanlarımız için yaptık, onların çocukları, onların aileleri için yaptık.

Ne yaptıysak, çalışanlarımızın sofrasındaki ekmeği büyütmek için yaptık.

İşsize iş üretmek, çalışana geçinebileceği bir ücret sağlamak için yaptık.

Çalışanlarımız bütün bu gayretlerimizi, çabalarımızı, iyi niyetimizi görüyor ve takdir ediyor.

Ancak bazılarının, bu huzur ortamını, bu diyalog ortamını bozmak için, zedelemek için azami bir gayret içinde olduklarını görüyoruz.

Özellikle illegal örgütlerin tahriklerine, provokasyonlarına, kanunsuz eylemlerine karşı herkesi uyarıyoruz.

Lütfen oyuna gelmeyin.

Lütfen istismarlara izin vermeyin.

Lütfen bu günü yasaların belirlediği yerlerde kardeşlik ve dostluk içinde kutlayın, kutlayalım.

İnanıyorum ki, 1 Mayıs barış içinde, huzur içinde, “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanacaktır.

Ben bu vesileyle, tüm çalışanların, emeğiyle geçinenlerin, emekçilerin “1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü”nü kutluyorum.

Sözlerime burada son verirken, sizleri de en kalbi duygularla selamlıyor, başarılı bir hafta diliyor, tüm konuklarımıza tekrar hoş geldiniz diyorum.

akgenclik56
05-03-2008, 01:22
VATAN İÇİN ÖLMEKTE VAR; FAKAT BORCUN YAŞAMAKTIR.