loneliness
08-22-2007, 15:15
Başbakan ve Hürriyet yazarı Bekin Coşkun üzerinden yürütülen polemik, siyasi iktidarı 'azıcık' hırpalıyor ama çokça 'tali' faydası da ortaya çıkıyor. Oyun okur açısından 'düz metin' üzerinden: 'ya sev ya terket' ve 'benim Cumhurbaşkanım olmaz' tınıları üzerinden yürüyor ama öte yandan sıkı kamuflaj altında hayli yararı da oluyor gibi!
Başbakan Erdoğan’ın Kanal D’de bir başka amiral gemisi subayı Uğur Dündar'la yaptığı söyleşide isim vermeden ama neredeyse fotoğrafını göstererek Bekir Coşkun’u ağır eleştirmesi, bunun karşılığında da başta Hürriyet olmak üzere basına bunun bedelini ödüyor görüntüsü pek iyi bir “vitrin” sayılmaz.
Öte yandan çok stratejik de sayılmaz. Yani bu kavgadan AKP seçmeni nasıl bir izlenim edinir veya bakış açısı değişir mi soruları çok tartışmalı ve esasen seçimlerden daha yeni çıkmış Türkiye’de “belirleyici” kimliği de yok.
Hatta ve hatta bir-iki hafta sonra bu tartışmanın ne kadarlık tortusunun popüleritesini koruyacağı da şüpheli.
Ama şimdi bu tartışmanın başka faydaları oluyor. Özellikel Doğan grubu ve Hürriyet açısından.
Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök dünkü yazısında bir başka konuyu vesile yaparak kamuoyunun ilgisini Dündar’ın programına çekmişti zaten.
Bu “vesile” çok anlamlı değildi ve “aynı gün” içinde Özkök’ün cevabını bulmak için izleyeceğini söylediği konunun yanıtı Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasından geldi ve böylece düştü!
Ancak programda başka bir şey patladı. Başbakan, Bekir Coşkun’u kastederek, meâlen, “Cumhurbaşkanı’nı sevmeyebilirsiniz ama sizin de Cumhurbaşkanınız olmadığını söylerseniz yanlış olur. O zaman giden başka ülkeye oranın Cumhurbaşkanına bakın” deyince gündem otomatikman ve sertçe rota değiştirdi.
Bekir Coşkun’un önemi ne?
Bekir Coşkun, Başbakan’ın sanki içinde kalmışcasına eski tarihli yazısını hatırlatması ile gündeme gelmiş bir isim değil. Coşkun bir süredir başka bir vesile ile oldukça popüler.
O konu Emin Çölaşan’ın Hürriyet Gazetesi’nden atılması ile ortaya çıktı ve “kürek mahkumu” olarak Coşkun’un da istifa edip etmeyeceği tartışmaları ile güncele oturdu.
Hürriyet açısından ise durum daha farklı. Emin Çölaşan’ın ayrılmasının Hürriyet’e hem itibar hem de ağır tiraj kaybettirdiği biliniyor. Geçtiğimiz hafta sonu da dahil Hürriyet’in gazete satışları 75 bine ulaşan düşüşler yaşadı.
Tabii bunun “reklam pastası”na yönelik sonuçları da olacak. Bu yüzden Doğan Grubu’nun bu konuyla ilgili toplantılar yaptığı, yeni reklam hazırlıkları içinde olacağı da kulisleri yansıyor.
Bu işin maddi tarafi. Manevi tarafındaki yara ise daha derin ve açık. Hürriyet imajı uzun zamandır bu denli hasar görmemişti ve bu grupta ciddi kaygı yaratıyor.
Bekir Coşkun’la ilgili taraf ise daha karışık. Zira ne Ertuğrul Özkök ne de Hürriyet, Coşkun’un gazeteden ayrılmasını istemiyor. Eğer bu kayıp yaşanırsa üst üste ikinci darbe alınmış olacak.
Kaldı ki Coşkun’un da tıpkı Çölaşan gibi kendine “ait” bir okur kitlesi ve popüleritesi olduğu, ayrılması halinde yeni bir tiraj kaybına daha neden olabileceği de kestiriliyor. Tabii bunda, Coşkun’un ayrılması durumunda Hürriyet’in iktidar ile ilişkilerine şüphe ile bakan okurların nasıl mesaj çıkaracağının da hesabı var.
Zaten Coşkun’a okurlardan ve meslektaşlarından Emin Çölaşan yüzünden hala ağır bir baskı uygulanıyor ve kendi ifadesiyle “henüz kararını da vermiş değil.”
Başbakan Hürriyet’i kurtardı mı?
İşte bu ortamda Başbakan’ın sözleri “herkesin” imdadına yetişiyor. Bekir Coşkun’un gündeme bu şikelde gelmesiyle Emin Çölaşan olayı unutulmasa da kesinlikle ikinci plana itiliyor.
Şu an tüm objektifler ve mikrofonlar Coşkun’a dönmüş durumda. Çölaşan ise zaten sık açıklama yapan ve röportaj veren bir gazeteci değil. Emin Çölaşan ismi bu tartışmalar açıldığında elbette ağıza alınıyor ama artık "ana obje" kamuoyu ve basın açısından o değil.
Diğer taraftan “karar aşamasında” olan Coşkun, bu boşlukta oldukça ağır bir rakip tarafından ringe çekiliyor. Bir ülkenin Başbakanı’nın kim olursa olsun bir gazeteciyle ilgili olarak gündem belirlemesi, ağır eleştiri getirmesi Coşkun’da ağır yalnızlık hissi yaratıyor gibi.
Bu durumda da Hürriyet ve Ertuğrul Özkök devreye giriyor. Bugünkü (22/08) Hürriyet bunun çok açık kanıtı. Coşkun’un eşi bile manşete sürülüyor. Hürriyet, yazarının ardında duruyor.
Böylece Coşkun’un karar vermesi sağlanıyor. Bu öyle açık ki, hem kendisinin hem de eşinin ağzınndan dökülen sözler sanki Türkiye’yi değil Hürriyet’i kastediyor; “Buradayız, gitmiyoruz!”
Bu Hürriyet tarafından öyle belirgin yapılıyor ki, Çölaşan’ı ikame etmek üzere Hürriyet’e transfer edildiği söylenen Yılmaz Özdil dahi bugün Coşkun’un arkasında pozisyonlanıyor.
Bilanço...
Bu gelişmelerden en büyük artıyı Hürriyet alıyor. Bir yandan “bakın biz yazarlarımızın arkasında 'Başbakanla kavga ediyor bile olsa' duruyoruz derken, zımni olarak da “Hürriyet gazetecilik görevini yapıyor, iktidara ilişkin muhalefet görevini yapıyor” mesajını altını çizerek sunuyor.
Esasında Hürriyet’in bu bağlamdaki herhangi bir yazısında Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun’un hassasiyet gösterdiği “konular” hiç bulunmuyor ama Başbakan’a karşı Coşkun’un yanında mevzilenme görüntüsü bu imajı doğuruyor.
Bu imaj Emin çölaşan vakası ile gazetelerini terk eden Hürriyet okurlarına da ayır bir mesaj olarak uçuyor.
Bu basit olarak şöyle de okunabilir. AKP ve iktidarı uzun zamandır Emin Çölaşan’ın kellesini istiyordu. Bu artık kan davasına dönmüş bir meseleydi ve Hürriyet bu anlamda baskı görüyordu.
İlk işaret Melih Gökçek-Emin Çölaşan tartışmalarından geldi. Hürriyet Çölaşan’ın arkasında durmadığın gösterdi. Çölaşan Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra ise “psikolojik olarak” şöyle bir tablo ortayla çıktı: “Biz istediğinizi verdik ama çok zarar gördük!”
İşte Başbakan “niyeti öyle olsun veya olmasın” Coşkun’a yönelik tavrıyla bu yaraya pansuman yaptı.
Sonuç olarak Emin Çölaşan olayı şimdilik unutulmadıysa da “soğutuldu”, Bekir Coşkun’un yine şimdilik (!) Hürriyet’te kalması sağlandı, Hürriyet’in itibarı ve imajı yenilenip en azından itibar kaybı önlendi. Başbakan ise “demokrasiye uymayan bu tavrı nedeniyle azıcık eleştirilmeyi pratik sonucu olmayacak biçimde” kabul etti.
çoşkun erdoğan beni hedef gösterdi.. tehdit edildim... açıklmaları
video için
http://video.haberturk.com/Video.aspx?v_ID=26179&k_A=haberturk
Başbakan Erdoğan’ın Kanal D’de bir başka amiral gemisi subayı Uğur Dündar'la yaptığı söyleşide isim vermeden ama neredeyse fotoğrafını göstererek Bekir Coşkun’u ağır eleştirmesi, bunun karşılığında da başta Hürriyet olmak üzere basına bunun bedelini ödüyor görüntüsü pek iyi bir “vitrin” sayılmaz.
Öte yandan çok stratejik de sayılmaz. Yani bu kavgadan AKP seçmeni nasıl bir izlenim edinir veya bakış açısı değişir mi soruları çok tartışmalı ve esasen seçimlerden daha yeni çıkmış Türkiye’de “belirleyici” kimliği de yok.
Hatta ve hatta bir-iki hafta sonra bu tartışmanın ne kadarlık tortusunun popüleritesini koruyacağı da şüpheli.
Ama şimdi bu tartışmanın başka faydaları oluyor. Özellikel Doğan grubu ve Hürriyet açısından.
Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök dünkü yazısında bir başka konuyu vesile yaparak kamuoyunun ilgisini Dündar’ın programına çekmişti zaten.
Bu “vesile” çok anlamlı değildi ve “aynı gün” içinde Özkök’ün cevabını bulmak için izleyeceğini söylediği konunun yanıtı Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasından geldi ve böylece düştü!
Ancak programda başka bir şey patladı. Başbakan, Bekir Coşkun’u kastederek, meâlen, “Cumhurbaşkanı’nı sevmeyebilirsiniz ama sizin de Cumhurbaşkanınız olmadığını söylerseniz yanlış olur. O zaman giden başka ülkeye oranın Cumhurbaşkanına bakın” deyince gündem otomatikman ve sertçe rota değiştirdi.
Bekir Coşkun’un önemi ne?
Bekir Coşkun, Başbakan’ın sanki içinde kalmışcasına eski tarihli yazısını hatırlatması ile gündeme gelmiş bir isim değil. Coşkun bir süredir başka bir vesile ile oldukça popüler.
O konu Emin Çölaşan’ın Hürriyet Gazetesi’nden atılması ile ortaya çıktı ve “kürek mahkumu” olarak Coşkun’un da istifa edip etmeyeceği tartışmaları ile güncele oturdu.
Hürriyet açısından ise durum daha farklı. Emin Çölaşan’ın ayrılmasının Hürriyet’e hem itibar hem de ağır tiraj kaybettirdiği biliniyor. Geçtiğimiz hafta sonu da dahil Hürriyet’in gazete satışları 75 bine ulaşan düşüşler yaşadı.
Tabii bunun “reklam pastası”na yönelik sonuçları da olacak. Bu yüzden Doğan Grubu’nun bu konuyla ilgili toplantılar yaptığı, yeni reklam hazırlıkları içinde olacağı da kulisleri yansıyor.
Bu işin maddi tarafi. Manevi tarafındaki yara ise daha derin ve açık. Hürriyet imajı uzun zamandır bu denli hasar görmemişti ve bu grupta ciddi kaygı yaratıyor.
Bekir Coşkun’la ilgili taraf ise daha karışık. Zira ne Ertuğrul Özkök ne de Hürriyet, Coşkun’un gazeteden ayrılmasını istemiyor. Eğer bu kayıp yaşanırsa üst üste ikinci darbe alınmış olacak.
Kaldı ki Coşkun’un da tıpkı Çölaşan gibi kendine “ait” bir okur kitlesi ve popüleritesi olduğu, ayrılması halinde yeni bir tiraj kaybına daha neden olabileceği de kestiriliyor. Tabii bunda, Coşkun’un ayrılması durumunda Hürriyet’in iktidar ile ilişkilerine şüphe ile bakan okurların nasıl mesaj çıkaracağının da hesabı var.
Zaten Coşkun’a okurlardan ve meslektaşlarından Emin Çölaşan yüzünden hala ağır bir baskı uygulanıyor ve kendi ifadesiyle “henüz kararını da vermiş değil.”
Başbakan Hürriyet’i kurtardı mı?
İşte bu ortamda Başbakan’ın sözleri “herkesin” imdadına yetişiyor. Bekir Coşkun’un gündeme bu şikelde gelmesiyle Emin Çölaşan olayı unutulmasa da kesinlikle ikinci plana itiliyor.
Şu an tüm objektifler ve mikrofonlar Coşkun’a dönmüş durumda. Çölaşan ise zaten sık açıklama yapan ve röportaj veren bir gazeteci değil. Emin Çölaşan ismi bu tartışmalar açıldığında elbette ağıza alınıyor ama artık "ana obje" kamuoyu ve basın açısından o değil.
Diğer taraftan “karar aşamasında” olan Coşkun, bu boşlukta oldukça ağır bir rakip tarafından ringe çekiliyor. Bir ülkenin Başbakanı’nın kim olursa olsun bir gazeteciyle ilgili olarak gündem belirlemesi, ağır eleştiri getirmesi Coşkun’da ağır yalnızlık hissi yaratıyor gibi.
Bu durumda da Hürriyet ve Ertuğrul Özkök devreye giriyor. Bugünkü (22/08) Hürriyet bunun çok açık kanıtı. Coşkun’un eşi bile manşete sürülüyor. Hürriyet, yazarının ardında duruyor.
Böylece Coşkun’un karar vermesi sağlanıyor. Bu öyle açık ki, hem kendisinin hem de eşinin ağzınndan dökülen sözler sanki Türkiye’yi değil Hürriyet’i kastediyor; “Buradayız, gitmiyoruz!”
Bu Hürriyet tarafından öyle belirgin yapılıyor ki, Çölaşan’ı ikame etmek üzere Hürriyet’e transfer edildiği söylenen Yılmaz Özdil dahi bugün Coşkun’un arkasında pozisyonlanıyor.
Bilanço...
Bu gelişmelerden en büyük artıyı Hürriyet alıyor. Bir yandan “bakın biz yazarlarımızın arkasında 'Başbakanla kavga ediyor bile olsa' duruyoruz derken, zımni olarak da “Hürriyet gazetecilik görevini yapıyor, iktidara ilişkin muhalefet görevini yapıyor” mesajını altını çizerek sunuyor.
Esasında Hürriyet’in bu bağlamdaki herhangi bir yazısında Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun’un hassasiyet gösterdiği “konular” hiç bulunmuyor ama Başbakan’a karşı Coşkun’un yanında mevzilenme görüntüsü bu imajı doğuruyor.
Bu imaj Emin çölaşan vakası ile gazetelerini terk eden Hürriyet okurlarına da ayır bir mesaj olarak uçuyor.
Bu basit olarak şöyle de okunabilir. AKP ve iktidarı uzun zamandır Emin Çölaşan’ın kellesini istiyordu. Bu artık kan davasına dönmüş bir meseleydi ve Hürriyet bu anlamda baskı görüyordu.
İlk işaret Melih Gökçek-Emin Çölaşan tartışmalarından geldi. Hürriyet Çölaşan’ın arkasında durmadığın gösterdi. Çölaşan Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra ise “psikolojik olarak” şöyle bir tablo ortayla çıktı: “Biz istediğinizi verdik ama çok zarar gördük!”
İşte Başbakan “niyeti öyle olsun veya olmasın” Coşkun’a yönelik tavrıyla bu yaraya pansuman yaptı.
Sonuç olarak Emin Çölaşan olayı şimdilik unutulmadıysa da “soğutuldu”, Bekir Coşkun’un yine şimdilik (!) Hürriyet’te kalması sağlandı, Hürriyet’in itibarı ve imajı yenilenip en azından itibar kaybı önlendi. Başbakan ise “demokrasiye uymayan bu tavrı nedeniyle azıcık eleştirilmeyi pratik sonucu olmayacak biçimde” kabul etti.
çoşkun erdoğan beni hedef gösterdi.. tehdit edildim... açıklmaları
video için
http://video.haberturk.com/Video.aspx?v_ID=26179&k_A=haberturk