Enfal
07-08-2008, 10:22
Ortaya koyacak yeni bir ürünü olmayanların meylettiği en kolay yol kendinden öncekini taklit etmek, başkalarından esinlenerek yeni bir ürün ortaya koymuş gibi meydanda arz-ı endam etmektir. Bu bir kör dövüşüdür ve kimseye faydası olmayan bir zaman öldürmenin ötesinde bir şey değildir.
Televizyonlarımızın son zamanlarda en çok tercih ettikleri yol, birbirinin benzeri programlarla saat doldurmak, reyting avına çıkmak ve kasalarını doldurmaktır. Aynı formata sahip programlarla evlerimize zorunlu konuk olan bu kopya programların aslında kendi hallerinden bîhaber olduğunun en iyi göstergesi ekranlarda bir görünüp bir kaybolmaları ve zihinlerde hiç yer etmeden unutulmaları gösterilebilir.
Yarışma programları, sırlar dünyası, magazin savaşları, yardım programları… bir zamanlar ekranların değişmezleri arasında gösterilirdi. Gün geldi, tutunamayanlar ekrandan çekilirken ayakta durmayı başaranlar devam etti yoluna.
Şimdilerde önce kendi halinde başlayan daha sonra hayran kitlesi artarak büyüyen “anında görüntü” şovlar ekranlarda kendine yer arıyor. Herhangi bir metne bağlı kalmadan sahnede hünerlerini sergileyen tiyatrocuları özellikle basmakalıp senaryolardan sıkılanlar tercih ediyor ve sürprize açık olan bu tür programlar haklı bir ilgiyi de görüyor.
Benim son zamanlardaki tercihlerim arasında da türünün ilk örneği olan “Anında Görüntü Şov” vardı. Canlı olarak ekrana gelen bu programda oyuncuların ustalığı hemen göze çarpıyordu. Ele aldıkları bütün konuları büyük bir ustalık ve dil cambazlığıyla sergileyen bu sanatçılar televizyonun gizli kahramanı olduklarını, gizi bir şöhrete sahip olduklarını her hafta gösteri için gittikleri il sayısından anlamak mümkündü. Bu sebeplerden ilk tercihlerimden biri oldu bu program.
Bu hafta programda oyunun bir bölümünde sahneye davet ettikleri bir seyirci Necip Fazıl’dan oyunun bir parçası olarak “Canım İstanbul” şiirini okudu. Programın sunucusu seyircinin okuyuşunu beğenmiş olacak ki ondan bir şiir daha okumasını istedi. Seyirci de milli duyguların yoğun olduğu bir şiir okuyayım diyerek bu kez yine Necip Fazıl’dan “Sakarya Türküsü”nü okumaya başladı. Aslında buraya kadar her şey normaldi. Seyirci, çalınan müzik eşliğinde şiiri okurken dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmayan bir tedirginlik hemen göze çarpıyordu. Bu tedirginlik Anında Görüntü oyuncularına ait bir tedirginlikti. Görünen oydu ki okunan şiirden son derece rahatsız olmuşlardı. Bunu hareketleriyle, müziği susturmayla ve zoraki bir alkışla göstermeye çalıştılar. Ne var ki seyirci arkadaş şiiri sonuna kadar okumaya kararlıydı ve bunu da gerçekleştirmişti.
Asıl anında görüntü de şiirin bitmesinden sonra sahneye kondu. Oyunculardan en çok rahatsızlık duyanı – ki bunu hareketleriyle en çok belli eden Ayhan- hemen eline geçirdiği bir mikrofonla nispet yaparcasına, okunan şiire tahammülsüzlüğünü ispatlarcasına ; “Bu arada hatırlatmakta yarar var, 3 Haziran Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümüydü, büyük şairi anıyoruz.” mealinde bir çıkış yaptı. Programın yayınlandığı tarih 28 Haziran. Yani 3 Haziran geçeli epey zaman olmuş. Sahnede okunan şiir Necip Fazıl’ın. Yani Nazım Hikmet’le ilgili en küçük bir iz yok. Okunan şiirin şairini anmak varken yersiz ve zamansız bir Nazım Hikmet vurgusu tahammülsüzlük örneği olarak hafızalardaki yerini aldı.
Sanatın önünü tıkayan en büyük çıkmazlardan biri de tahammülsüzlüktür. Karşımızdakinin fikrine saygı duymamak, onu görmezden gelmek, gözleri ve duyguları bizden başkasına kapatmak insanın önündeki en büyük engeldir. Kişinin dünyasını karartan, onu tekdüze bir şahsiyet haline getiren tahammülsüzlük önemli bir virüs gibi kişiyi kuşatır ve zihninin bütün pencerelerini kapatır.
Güzel olana güzel demek hem de her şeye, her türlü görüş farklılıklarına rağmen bir büyüklük göstergesidir. Farklı düşüncede diye bazı değerleri görmezden gelmek gün gelir ki kişinin kendisini de görünmez kılar. Dünyaya tek pencereden bakmaya çalışanların sonu tek mevsim yaşayan bir coğrafyadan farksızdır. Bu tek mevsimin bahar olmadığı da aşikârdır.
Bir televizyon programında Çetin Altan’a yöneltilen “En sevdiğiniz şiiri söyler misiniz?” sorusuna verdiği cevap manidardır. “Söylerim de okurum da.” şeklindedir ve Çetin Altan’ın kimliği niteliğindeki çatlak sesi ile Necip Fazıl’dan okuduğu “Otel Odalarında” şiirini okuyuşu unutulacak bir sahne değildir.
Sahnede bir ekol olmak, yeni şeyler ortaya koymak önemlidir ama daha da önemlisi tahammül sınırlarını aşmadan sanatını icra etmektir. Anında görüntü oyuncuları yer yer ahlak sınırını zorlayan esprilerinde gösterdikleri geniş yürekliliği ne yazık ki bu ülkenin bir usta şairi için gösterememişler ve Necip Fazıl adını anmak yerine Nazım Hikmet’in ruhunu şâd etmeyi yeğlemişlerdir.
Şu da bir gerçek ki her şey bir yana Nazım Hikmet iyi bir şairdir. Önemli olan kendine yakın bir şairi ön plana çıkarmaya çalışırken, başka bir şairi görmezden gelmemektir. Değerli olan, televizyonda program yapmak değil, akılda kalıcı olmaktır.
Bu ülkenin değerlerine ters düşenlerin sonu pek de aydınlık değildir. Şimdi ben bu programı seyretmek için uykusuz kaldığım gecelere hayıflanıyorum.
Aramızdan olmayan tüm şairlerin ruhu şâd olsun, ayırmadan.
Alıntı
Televizyonlarımızın son zamanlarda en çok tercih ettikleri yol, birbirinin benzeri programlarla saat doldurmak, reyting avına çıkmak ve kasalarını doldurmaktır. Aynı formata sahip programlarla evlerimize zorunlu konuk olan bu kopya programların aslında kendi hallerinden bîhaber olduğunun en iyi göstergesi ekranlarda bir görünüp bir kaybolmaları ve zihinlerde hiç yer etmeden unutulmaları gösterilebilir.
Yarışma programları, sırlar dünyası, magazin savaşları, yardım programları… bir zamanlar ekranların değişmezleri arasında gösterilirdi. Gün geldi, tutunamayanlar ekrandan çekilirken ayakta durmayı başaranlar devam etti yoluna.
Şimdilerde önce kendi halinde başlayan daha sonra hayran kitlesi artarak büyüyen “anında görüntü” şovlar ekranlarda kendine yer arıyor. Herhangi bir metne bağlı kalmadan sahnede hünerlerini sergileyen tiyatrocuları özellikle basmakalıp senaryolardan sıkılanlar tercih ediyor ve sürprize açık olan bu tür programlar haklı bir ilgiyi de görüyor.
Benim son zamanlardaki tercihlerim arasında da türünün ilk örneği olan “Anında Görüntü Şov” vardı. Canlı olarak ekrana gelen bu programda oyuncuların ustalığı hemen göze çarpıyordu. Ele aldıkları bütün konuları büyük bir ustalık ve dil cambazlığıyla sergileyen bu sanatçılar televizyonun gizli kahramanı olduklarını, gizi bir şöhrete sahip olduklarını her hafta gösteri için gittikleri il sayısından anlamak mümkündü. Bu sebeplerden ilk tercihlerimden biri oldu bu program.
Bu hafta programda oyunun bir bölümünde sahneye davet ettikleri bir seyirci Necip Fazıl’dan oyunun bir parçası olarak “Canım İstanbul” şiirini okudu. Programın sunucusu seyircinin okuyuşunu beğenmiş olacak ki ondan bir şiir daha okumasını istedi. Seyirci de milli duyguların yoğun olduğu bir şiir okuyayım diyerek bu kez yine Necip Fazıl’dan “Sakarya Türküsü”nü okumaya başladı. Aslında buraya kadar her şey normaldi. Seyirci, çalınan müzik eşliğinde şiiri okurken dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmayan bir tedirginlik hemen göze çarpıyordu. Bu tedirginlik Anında Görüntü oyuncularına ait bir tedirginlikti. Görünen oydu ki okunan şiirden son derece rahatsız olmuşlardı. Bunu hareketleriyle, müziği susturmayla ve zoraki bir alkışla göstermeye çalıştılar. Ne var ki seyirci arkadaş şiiri sonuna kadar okumaya kararlıydı ve bunu da gerçekleştirmişti.
Asıl anında görüntü de şiirin bitmesinden sonra sahneye kondu. Oyunculardan en çok rahatsızlık duyanı – ki bunu hareketleriyle en çok belli eden Ayhan- hemen eline geçirdiği bir mikrofonla nispet yaparcasına, okunan şiire tahammülsüzlüğünü ispatlarcasına ; “Bu arada hatırlatmakta yarar var, 3 Haziran Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümüydü, büyük şairi anıyoruz.” mealinde bir çıkış yaptı. Programın yayınlandığı tarih 28 Haziran. Yani 3 Haziran geçeli epey zaman olmuş. Sahnede okunan şiir Necip Fazıl’ın. Yani Nazım Hikmet’le ilgili en küçük bir iz yok. Okunan şiirin şairini anmak varken yersiz ve zamansız bir Nazım Hikmet vurgusu tahammülsüzlük örneği olarak hafızalardaki yerini aldı.
Sanatın önünü tıkayan en büyük çıkmazlardan biri de tahammülsüzlüktür. Karşımızdakinin fikrine saygı duymamak, onu görmezden gelmek, gözleri ve duyguları bizden başkasına kapatmak insanın önündeki en büyük engeldir. Kişinin dünyasını karartan, onu tekdüze bir şahsiyet haline getiren tahammülsüzlük önemli bir virüs gibi kişiyi kuşatır ve zihninin bütün pencerelerini kapatır.
Güzel olana güzel demek hem de her şeye, her türlü görüş farklılıklarına rağmen bir büyüklük göstergesidir. Farklı düşüncede diye bazı değerleri görmezden gelmek gün gelir ki kişinin kendisini de görünmez kılar. Dünyaya tek pencereden bakmaya çalışanların sonu tek mevsim yaşayan bir coğrafyadan farksızdır. Bu tek mevsimin bahar olmadığı da aşikârdır.
Bir televizyon programında Çetin Altan’a yöneltilen “En sevdiğiniz şiiri söyler misiniz?” sorusuna verdiği cevap manidardır. “Söylerim de okurum da.” şeklindedir ve Çetin Altan’ın kimliği niteliğindeki çatlak sesi ile Necip Fazıl’dan okuduğu “Otel Odalarında” şiirini okuyuşu unutulacak bir sahne değildir.
Sahnede bir ekol olmak, yeni şeyler ortaya koymak önemlidir ama daha da önemlisi tahammül sınırlarını aşmadan sanatını icra etmektir. Anında görüntü oyuncuları yer yer ahlak sınırını zorlayan esprilerinde gösterdikleri geniş yürekliliği ne yazık ki bu ülkenin bir usta şairi için gösterememişler ve Necip Fazıl adını anmak yerine Nazım Hikmet’in ruhunu şâd etmeyi yeğlemişlerdir.
Şu da bir gerçek ki her şey bir yana Nazım Hikmet iyi bir şairdir. Önemli olan kendine yakın bir şairi ön plana çıkarmaya çalışırken, başka bir şairi görmezden gelmemektir. Değerli olan, televizyonda program yapmak değil, akılda kalıcı olmaktır.
Bu ülkenin değerlerine ters düşenlerin sonu pek de aydınlık değildir. Şimdi ben bu programı seyretmek için uykusuz kaldığım gecelere hayıflanıyorum.
Aramızdan olmayan tüm şairlerin ruhu şâd olsun, ayırmadan.
Alıntı