Cerrah
06-08-2010, 12:49
http://image.haber7.com/haber/haber7/photos/2010/908720100413121004205.jpg (http://www.haber7.com/)
08 Haziran 2010
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında konuştu... MHP Liderinin gündeminde İsrail'in yardım gemilerine saldırısı ve Başbakan'ın Erdoğan'ın söylemleri var. İşte Bahçeli'nin sözleri:
Devlet Bahçeli konuşmasında şunları söyledi:
Yedi buçuk yıldır ülkemizi yöneten AKP zihniyeti ile yaşanan her gün, onun gerçek yüzünü henüz göremeyenler için, görmek istemeyenler için saklandıkları maskelerin düşmeye başladığı ibret verici olaylarla doludur.
Bu uzun süre içinde, tahrip edilmedik değer, istismar edilmedik mukaddesat, incitilmedik gönül bırakmayan AKP yönetiminin geleceği açısından kritik bir yol ayrımına doğru hızla yaklaşılmaktadır. Ancak işin kaygı verici yönü, gittikçe batağa sürüklenen bu zihniyetin ülkemizi de karanlıklara sürüklemeye başlamasıdır.
Bir insanın, bir milletin ve bir devletin başına gelebilecek bütün talihsizliklerin bugün karşımıza açlık, yoksulluk, terör ve dayatma olarak çıkması asla bir tesadüf değildir. Bu olumsuzluklar, AKP zihniyeti ile geçen geride kalan yılların istismarda sınır tanımayan, taviz veren, boyun eğen, teslimiyete razı, figüranlığa talip ve küresel taşeronlukta ısrarlı anlayışının kaçınılmaz sonucudur.
Yaşanan her olaydan sonra dökülen makyajların arkasından çaresiz, etkisiz, tükenmiş bir yönetimin başarısızlıklarına, kendi dışında sorumlu arayan ve yarattıkları buhranlara bahane bulan çirkin yüzü biraz daha ortaya çıkmaktadır. Yalnızca geçtiğimiz hafta yaşananlar bile bu gerçeklerin görünmesinde, aklı tutulmamış, vicdanı kararmamışlar için başlı başına ibret verici olaylara sahne olmuştur.
Bunlardan birincisi Gazze’ye yardım götüren gemilere yapılan İsrail saldırısının ardından ortaya çıkan gelişmeler ve hükümetin tutumudur. Diğeri ise daha İskenderun’da verdiğimiz şehitlerin kanı kurumamışken, AKP’nin can dostu ve açılım arkadaşı Peşmerge reisi ile sergilenen samimi kucaklaşmalardır. Her iki tarihi olay da hükümetin foyasını, acı ve talihsiz sonuçlarla ortaya çıkartmıştır.
İsrail’in yardım götüren sivil kuruluşların gemilerine yaptığı kanlı baskın bütün yurtta haklı tepkilere neden olmuştur. Ölenlerin tamamının vatandaşlarımız olması milletimizin İsrail hükümetine olan öfkesini daha da artırmış, cenaze törenleri büyük katılımlarla gerçekleşmiştir.
Ben, şahsım ve partim adına hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılarımıza acil şifalar dileklerimi bir kere daha tekrarlıyorum. Partimiz, bu kanlı saldırıyı duyduğu andan itibaren gösterdiği duruşun ve verdiği kararın arkasındadır.
Uluslararası sularda gerçekleşen bu saldırı Türk milletine karşı yapılmıştır. İsrail cezasız, ölümlerle sonuçlanan bu düşmanlık karşılıksız kalmamalıdır. Ancak takdir edersiniz ki, milletimizin meydanlarda toplanarak gösterdikleri toplumsal tepkilerin uluslararası ilişkilerde karşılığı başkadır. Devleti ve milleti hukuken temsil eden hükümetin Türkiye Cumhuriyeti adına vereceği cevap ve karşılıkların dünyadaki anlamı, önemi ve değeri başka olacaktır.
Aradan geçen yedi günlük süre içinde hükümet hamasi nutuklardan ve sahte çıkışlardan başka, ciddi sayılacak hiçbir girişimde bulunmayacağını ve bu anlayışla etkili ve kalıcı bir sonuç elde edemeyeceğini göstermiştir. Geçtiğimiz hafta yaşanan olayların sıcaklığı azaldıkça, gerilim dağıldıkça hükümetin iflas etmiş politikalarının sonuçları daha da netleşmiş, sözde tedbir adı altında alınmak istenenlerin ne kadar etkisiz ve cılız kalacağı daha net ortaya çıkmıştır.
Ümit ediyorum ki ilerleyen günlerde toplumdaki öfke ve heyecan yerini akla ve sorgulamaya bırakacak, bu olayın arkasındaki gerçekler ile gerisindeki sahte çıkışlar çok daha iyi anlaşılacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin, kamuoyunun daha iyi analiz yapabilmesi, gerçek sorumluların ve yaşanan sürecin daha net görülebilmesi için yaptığı tespitler ve cevabını aradığı sorular bu aşamada şunlardır:
1. Dokuz vatandaşımızın can kaybıyla sonuçlanan yardım faaliyetinin sakıncaları konusunda Dışişleri Bakanlığı önceden uyarıda bulunmuş mudur? Cevap beklediğimiz ilk soru budur ve gelişmeleri etkileyecek kadar önemlidir. Dışişlerinin vaki uyarısından sonra Gazze’ye gitmeye hazırlanan bazı AKP milletvekilleri bu kararlarından vaz geçmişler midir? Bu konu da son derece ciddiye alınması gereken bir husustur.
Şayet bu iddialar doğru ise bu durumda AKP hükümetinin Gazze’ye doğru yola çıkanların başına gelecek vahim gelişmelerden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Yok, eğer gerekçe İsrail’in müdahale ihtimali değilse, o takdirde de AKP’nin sivil yardım faaliyetlerini gerçekte desteklemediği, ancak sonucundan ortaya çıkan trajediyi istismar ettiği ortaya çıkacaktır.
2. İsrail’in, Gazze’ye yardım konusunda isteksizliği ve sert tepkileri biliniyorken, hatta bu son olaydan önce müdahale edeceklerine dair açıkça ikaz yapılmışken, hükümet sivil toplumun temsilcilerini başlarına gelebilecek tehlikeler karşısında uyarmış mıdır, eğitmiş midir, güvenliklerini sağlamış mıdır? Cevabın hayır olması halinde ise, müdahale ihtimaline çok açık ve çok gergin bir coğrafyaya doğru yol alan yardım gemilerine yapılması muhtemel bir saldırının önlenmesi için hükümet tarafından tedbir alınmadığı, şahısların göz göre göre tehlikeye salındığı ortaya çıkacaktır.
3. Olayın duyulmasının ardından sözlü bile olsa haklı ve yerinde tepkiler göstermeye başlayan Başbakan Erdoğan, hükümeti ve partisi, ilerleyen günlerde yaptırımdan kaçıp hamasete sığınarak süreci neden soğutmaya çabalamışlardır. Cevap aradığımız sorunun biri de budur. Nitekim, İsrail hükümetini eleştirirken mangalda kül bırakmayan Başbakan Erdoğan’ın partisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıkartılmak istenen İsrail’i kınayan ve hükümete görev yükleyen resmi açıklamaya katılmak istememiştir.
4. Başbakan’ın alkış alacağı yerlerde hamasi İsrail karşıtı nutuklardan, cenazeleri havaalanında karşılamak ve yaralıları hastanede ziyaretten başka bir ciddi girişimin olmadığı bu süreçte, AKP zihniyetini kalıcı ve köklü tepkilerden alıkoyan hangi ilişkiler ağıdır ve uluslar arası angajmanlardır? AKP, olayın vahametine eşdeğer bir tepkiyi gösterememiş, sözde sıfır sorun sahibi dostları başta olmak üzere uluslar arası kamuoyunun hukuki desteğini arkasına alamamıştır.
Yabancı gazetelerde yer alan eleştirel yorumların ve yorumcuların, bazı yabancı kentlerde yapılan gösterilerin bir etkili kınama seferberliği olarak tanıtılmaya çalışılması kimseyi inandıramayacaktır. Nitekim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bağlayıcılığı ve yaptırımı olan kınama kararı çıkartılamamış, bunun yerine, etkisi olmayan Başkanlık açıklaması ile yetinilmiştir. Başbakan’ın dünyayı ayağa kaldıracağız iddiaları da daha baştan boşluğa düşmüştür.
İsrail’in yaralı ve vefat etmiş vatandaşlarımızı iadesi bir diplomatik zafer gibi sunulmaya çalışılmış, ne Arap ülkelerinden ve bunların oluşturduğu birliklerden, ne de birbirlerine ön isimleri ile hitap edecek kadar samimi olunan nikâh şahidi yabancı başbakanlardan veya eşbaşkanlık yaptığı küresel projelerin sahibinden İsrail karşıtı bir açıklama ve destek alınamamıştır. Biliyoruz ki, bu sorularımız da bundan öncekiler gibi cevapsız kalacaktır. Kuru kahramanlıklar, sahte çıkışlar ve sanal tehditlerle kamuoyu susturulmaya ve oyalanmaya çalışılacaktır.
Yalnızca bu olayda değil, bundan önce de müdahalelerinde orantısız güç kullanan İsrail’in hedef gözetmeksizin gerçekleştirdiği harekâtların varlığı bilinmektedir. Biz geçmişte, Ortadoğu coğrafyasındaki kin ve nefretle kökleşmiş olayların çözümünün maalesef ki bölgesel olamayacağını söylemiş, İsrail’in arkasındaki güç olan Amerika Birleşik Devletleri’nin desteği olmadan bu saldırganlıkların durmayacağını açıklamıştık.
* Özellikle bu coğrafyadaki olaylara sözde müdahil olarak harekete geçtiğini iddia eden ve adına mekik diplomasi dedikleri nafile ziyaretler düzenleyen hükümeti eleştirerek, bu yaklaşımın bu yöntemlerle sonuç getirmeyeceğini vurgulamıştık.
* “Osmanlının torunlarıyız” diyerek sözde etkin politika yürüttüğünü iddia eden hükümete ve Başbakan Erdoğan’a eleştiriler getirerek çözümün, öncelikle Ortadoğu’da değil, bu coğrafyayı karıştıran Okyanus ötesindeki dostlarının iknasında aranması gerektiğini ikaz etmiştik.
* Başbakanın bu konudaki samimiyet seviyesini, üç kıtadaki bütün sancılı gelişmelerin odağı ve kaynağı olan Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığından istifa etmesi ile anlaşılacağını da belirtmiştik.
Ne var ki aradan geçen aylarda ve yıllarda, Filistin-İsrail arasındaki sorunu çözme konusunda sözde arabulucu rolüne soyunan Başbakan ve hükümeti beklediği sonuca ulaşamamış, iç kamuoyuna yönelik olarak şişirdiği “etkili politika” “güçlü devlet” balonları birer birer sönmüştür.
Yıllardan beri ülke ülke gezmeyi başarılı ilişkiler ve etkin devlet rolü zenneden Başbakan’ın;
* Terörle mücadelede içine düştüğü çıkmaz yolun sahibi Amerika Birleşik Devletlerini bir türlü ikna edememiş olması,
* Kandile harekât yapamayışının bahanesini Barzani ile kucaklaşarak örtmeye çalışması,
* Ermeni meselesinde ecdadımızı lekelemeye devam eden Ermenistan’la el sıkışmak durumunda kalması,
* Kıbrıs’ta sözde ilerleme adına hiçbir gelişme kaydedemeden sorunun kilitlenmesi,
* Ve Avrupa Birliği macerasının tam bir çıkmaza girmesi, hükümette giderek çaresizliğe, vatandaşta ise öfkenin birikmesine neden olmuştur.
Başbakan Erdoğan açısından, uluslararası ilişkilerde; yaşadığı derin hayal kırıklıkları ve geriye doğru attığı yanlış adımlar onu giderek çaresizleştirmiş, hamasete sığınmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Yandaş medyanın pompaladığı “yumruğunu masaya vurdu, soruna müdahale etti, Obama’yı uyardı, İsrail’e sert çıktı” gibi doğruluğu kendinden menkul safsatalar Başbakan’ın her başarısızlıktan sonra açıklarını kapatma ve kamuoyunun gözünü boyama vasıtaları olmuştur.
Bu açıdan, gelişmeleri hükümetin yedi buçuk yıllık icraatıyla beraber değerlendirmek; yaşananları doğru ve tarafsız bir bakışla incelemek yerinde olacaktır. Zira bugün yaşadıklarımız geride kalan AKP’li yıllarda yine yaşanmış, bilindik tepkilerin nafile karşılıkları beklenedursun, her defasında verilen sözler, yapılan tehditler sonuçsuz kalmıştır.
Çok değil, yaklaşık bir buçuk yıl önce, 2009 yılının Ocak sonunda Davos’ta Başbakan Erdoğan’ın yerinde bulduğumuz ve desteklediğimiz duruşunu ve ancak ardından sonuç çıkmayan tehditlerini hatırlarsanız bugün yapılanları da tahmin etmekte zorluk çekmeyeceksiniz demektir. O tarihte, Başbakan Erdoğan’dan daha önce görmediğimiz tavır, toplumda özlenen ve aranan devlet adamlığı duygularını da ortaya çıkarmış, milletimizde haklı bir umut uyandırmıştı.
Ne var ki bu umudu, basit hesaplarla yaklaşan seçimde oya tahvil etmek isteyen AKP zihniyeti, köhnemiş anlayışını burada da sergilemiş ve maalesef değişen hiçbir şeyin olmayacağı gelişen süreçte ortaya çıkmıştı. Bugün yaşanan olaylar karşısında son derece sert ve haklı tepkiler veren Başbakan Erdoğan, o tarihte de havaalanında gece yarısı toplanan yandaşlarına hitaben yaptığı konuşmada;
* “Kabile reisi olmadığını, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olduğunu”
* “Kimsenin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na saygısızlık yapmasına fırsat vermeyeceklerini,
* “Ülkesinin saygınlığını koruduğunu”, “zulme duyarsız kalmanın da zulüm olduğunu”,
* “Eğilen bükülen bir anlayışın karakterimiz olamayacağını”, ve “onurumuzla kimsenin oynamasına müsaade etmeyeceğini” açıklamıştı.
Bunlar, bizim de, yıllardan beri duymak istediklerimizdi ve altına imzamızı atacağımız sözleri kendi ağzından ilk defa işitmiştik. Ancak müteakip gelişmeler, Başbakan Erdoğan’ın bütün söylemlerinin lafta kaldığını, hiçbir somut icraata dönmediğini ortaya koymuştur.
Nitekim, geçtiğimiz hafta yaptığı grup toplantısında Gazze konvoyuna yapılan saldırı hakkında konuşurken, İsrail’le yapılması planlanan üç askeri tatbikatın iptal edildiğini ağzından kaçırması, “van minut” şovundan ve “alçak koltuk” hakaretinden sonra bile hala İsrail’le ilişkilerinin hiçbir şey olmamış gibi devam ettiğinin kendi ağzından itirafı olmuştur.
Şimdi de aynı Başbakan, aynı şovu tekrarlamakta, şayet kaldıysa birkaç işbirlikçinin alkışlarıyla aynı aldatmayı sürdürmektedir. Gazze’ye yardım götüren sivil toplumun gemilerine yapılan kanlı saldırıları kınadığı ilk Grup toplantısında da tıpkı Davos dönüşünde olduğu gibi net bir tutumla İsrail’e açık bir tavır almıştır.
Başbakan Erdoğan, bu konuşmasında; “Türkiye’nin yeni yetme ve köksüz bir devlet olmadığını” ve “bir kabile devleti hiç olmadığını” vurgulamıştır. Biz, bu kudretin geç de olsa farkına varmış olmasından sadece mutlu oluruz, destekleriz. Yine Başbakan, “kimsenin Türkiye’nin sabrını test etmeye kalkışmaması gerektiğini” ihtar etmiştir ki, bu da son derece isabetli bir uyarıdır. Ancak bu uyarının caydırıcılığı kendisinin geride yaptığı teslimiyetlerle son derece zayıflamıştır.
Bunun yanında, “Türkiye’nin dostluğunun kıymeti kadar düşmanlığının da şiddetli olduğunu” vurgulamıştır. Geride kalan yıllarda aşiret reislerine yaptığı tehditlerin bile nafile sonucu ortadayken bunun da inandırıcı olması mümkün değildir. Başbakan, “İsrail’in yaptığı zorbalığın bedelini ödemek zorunda olduğunu” da açıklamıştır. Bu da olması gereken bir duruştur ve takdire şayandır.
Fakat Irak’ta başına çuval geçirilen askerlerimiz karşısındaki boyun eğen sicili ve beş polisimizin şehadeti ile sonuçlanan saldırılara göz yuman sabıkası, bu konuya da iyimser bakmamıza imkân vermemektedir. Yine bu saldırıları “alçakça bir devlet terörü” olarak adlandırması ise doğrudur ve haklı bir tanımdır. Ancak, ülkemizdeki PKK terörünün arkasındaki devletler biliniyorken bunlara bu tanımı yakıştıramayanların bu sözlerinin de karşılık bulmayacağı teröre teslimiyetle belgelidir ve ortadadır.
Bunların haricinde, İsrail saldırıları üzerine Başbakanın konuşmasında yer verdiği;
“İnsanlık dışı bir uygulama,”
“Şiddet uygulaması,”
“Barışı tehdit eden yaklaşım,”
“Dünyaya meydan okuma,”
“Birleşmiş Milletlerin temel felsefesine yapılmış bir saldırı,”
“İnsanlığın ortak medeniyeti ve kültürü açısından kara bir leke,”
“İnsanlık tarihi açısından büyük bir ayıp,”
“İnsanlık açısından büyük bir sukut ve alçakça bir pervasızlık,”
“Her türlü insani erdemin ayaklar altına alınması,” gibi işitince doğru, dinleyince haklı olan; ancak kimseyi harekete geçiremeyecek yorumların ise yaptırımdan uzak, hukuki zeminlerde karşılıksız tespit ve temennilerden öteye bir anlam taşımayacağı da açıktır.
“Uluslararası toplumun yeter demesinin zamanının geldiğini”, ve “Uluslararası toplumun müdahale etmesi gerektiği”ni dillendirmek ise zaten başına buyruk bir ülke olan İsrail’in siyasetinde bir sapmaya neden olmayacağı gerçeği Başbakanın kendisinin de bildiği sızlanmalardır.
İsrail’in bölgedeki sert tavrı herkesçe malumdur ve ilk de değildir. İsrail’i uyarmak ve şiddetten döndürmek için siyasetçiler elde Tevrat birbirleri ile münakaşaya tutuşmuşlardır.
Biz, bu “öldürmeyin”, “çalmayın” ekseninde birbiriyle münakaşa eden muhataplarına 13 Kasım 2007 tarihinde kürsüden şiirler okuyan İsrail Cumhurbaşkanını TBMM’de hararetle alkışlamadan önce bu uyarıları niye yapmamış olduklarını hatırlatmak ve sormak isteriz.
Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz haftaki konuşmasında belki de en çarpıcı vurgu, “bugünün yeni bir milat” olduğu, “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını” dile getirmesi ve ardından “İsrail’in bir yerlerden güç aldığını” utana sıkıla söyleyebilmiş olmasıdır.
Şayet Başbakan Erdoğan bu sözünün arkasında durabilirse, bundan öncekiler gibi bu sözünü de yutmadan tutabilirse, bizim için bu son yorum diğerlerinden çok daha önemli ve stratejik sonuçlar doğuracak bir tespittir. Başbakan Erdoğan’ın bu noktaya yedi buçuk yılın sonunda ulaşmış olması bile kendisi için bir ilerleme ve başarı sayılmalıdır.
Zira adını telaffuz etmekten imtina ettiği bu güç herkes tarafından bilmektedir ki Okyanus Ötesinden kanlı projeleri sahneleyen küresel güçtür. Adına “Büyük Ortadoğu” dediği zulüm ve gözyaşı getiren projelerinin taşeronluğunu Başbakan’a havale eden de o güçtür.
Yıllardır Türkiye’yi, PKK inlerine karşı kapsamlı bir harekâttan uzak tutan, terörün mihmandarı Peşmergelerin hamisi olan güç o güçtür. Hükümeti Türk ve Müslüman olan muazzam coğrafyalardaki mazlumların tepkisini azaltmak için Başbakan’ı “Medeniyetler arası İttifakın ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı yapan da o güçtür.
Yeni emperyalizme direnecek Müslümanların duyarlılığını azaltmak için icat edilen “dinlerarası diyalog” ve “İbrahimi dinler projesi”nin de perde gerisinde o güç vardır. Ve daha da önemlisi, bütün küresel oyunların baş aktörü, AKP hükümetinin yakın destekçisi, hükümeti Ermenistanla, Peşmergeyle, Rumla işbirliğine iten o güçtür.
Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın ise Amerika’ya hayranlığı ve küresel gücün misyonuna bağlılığı kendi beyanlarıyla sabittir. 10 Haziran 2005 tarihinde New York’ta Dış Politika Derneği’nde yaptığı konuşmada Amerika Birleşik Devletleri’nin varlığını dünya için “bir fırsat” olarak gören Başbakan Erdoğan, “Amerika Birleşik Devletlerinin küresel barış ve hürriyetin güçlendirilmesiyle tehlikelerin önlenmesi için ortaya koyduğu stratejik hedeflerin Türkiye’nin hedefleriyle örtüşmesi, paylaşılan ortak değerlerin bir tezahürüdür. “diyebilmiştir.
Bu itibarla, dün bu ülkenin bölgemizdeki emellerinin kendisininkiyle aynı olduğunu açıklayanların, bugün hizmet ve himmetine sığındığı bu gücü zımnen eleştirmeye çırpınması, ümit ederiz ki çok büyük bir zihniyet kıpırdanmasının işareti olabilsin. Başbakan’ın Amerikan vizyonuna bağlılığı konusundaki beyanının beş yıl önceye ait olduğunu, bu nedenle de eski yönetime olan bağlılıklarının onu bu sözlere söylemeye zorladığını düşünenleriniz belki olabilir.
O halde, bir de Dışişleri Bakanlığımızın internet sitesine girerek çok değil iki ay öncesinden, mevcut Dışişleri Bakanına ait İngilizce açıklamada, Amerika Birleşik Devletleriyle Ortadoğu’daki stratejik bakışımızın aynı olduğuna dair sözlerini kendi kulaklarınızdan dinleyebilirsiniz.
Bu durumda, ya sizin Ortadoğu’daki sözde iyi niyet ve mazlumları gözeten düşünceleriniz tam bir aldatmadır; ya da aynı olduğunu söylediğiniz küresel gücün İsrail’le birlikte oluşturduğu Ortadoğu politikalarınız sizi bu teslimiyete katlanmaya, bu oyunu oynamaya itmektedir. Başka türlüsünü düşünmeye de ihtimal yoktur. Yaşanan gelişmeler ikincisinin daha doğru bir yorum olacağı yönündedir. Bu ise bizleri, İsrail’i cesaretlendirenin, Washington politikalarına bağlılığını açıklamaktan utanmayan AKP zihniyeti olduğu sonucuna götürecektir.
Bu itibarla, AKP’nin göbeğinden böylesine bağlı olduğu, Devlet Başkanını TBMM zemininde bir kurtarıcı gibi ayakta alkışladığı, geleceğini küresel projelere göstereceği sadakatte aradığı bu ülkeye karşı, Başbakan Erdoğan’ın üstü örtülü bile olsa eleştirmeye çalışması, kendisi için muazzam bir gelişmedir, dönüşümdür, aşamadır. Bu değişimin devamı halinde, ülkemizi düşürdüğü zilletten kurtaracak bir umudun ışığı belki doğabilecektir.
Unutmayalım ki, dünyada ezilen, horlanan, zulmedilen Müslümanlar yalnızca Gazze’de bulunanlardan ibaret değildir. Irak ve Kerkük başta olmak üzere başka coğrafyalarda da oluk oluk kan akmaktadır. Yine unutmayalım ki, mukaddesatı için hayatını kaybeden şehitler yalnızca Mavi Marmara gemisindekilerden ibaret değildir. Her gün PKK terörü vatan evlatlarımızın hayatını almaya devam etmektedir.
Geçtiğimiz hafta içinde İsrail saldırganlığını Türk topraklarında protesto eden bazı grupların ellerine Türk bayrağını almamış olmaları konusundaki eleştiri ve uyarı hakkımızı saklı tutarak diyoruz ki; Irak’ta yıllardır süren kanlı oyunlara göz yumanların, Türkmenlerin ezilip horlanmalarına aldırmayanların, Mehmetçiklere bir cenaze merasimini bile çok görenlerin, Allah’ı zikredenleri eleştirenlerin yalnızca Gazze üzerinden Müslümanlara, Ortadoğu ölümleri üzerinden şehitlere sahip çıkmaya çalışmaları tam bir aldatmadır, tam bir istismardır, tam bir iki yüzlülüktür.
Kuklacı aynı merkezdir. İpler aynı merkezin elindedir. Farklı olan kuklalardır. Bu nedenle bağımsız, hür ve onurlu bir yükselişe, bir gün Ortadoğu'dan, diğer gün Okyanus ötesinden, öteki gün Avrupa'dan bakarak ulaşmak imkânsızdır. Buna, başka başkentlerde yazılmış senaryoları uygulayarak erişmek imkânsızdır. Buna, Erivan, Erbil, Vaşington, Brüksel lobilerinin telkinleriyle, işbirlikçilerin alkışlarıyla varmak da imkânsızdır.
Türkiye'nin gerçekleri ve öncelikleri ile yegane çözüm, dünyaya, yalnızca Başkent Ankara'dan bakan, tarihin birikimlerini göz ardı etmeyen, olayları mevziden değil cepheden gören, Taktik problemleri çözerken stratejiyi kesmeyen milli bir vizyonla mümkün olacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin hedefi, çıkış noktası ve stratejilerinin kaynağı yalnızca ve yalnızca Başkent Ankara’dır. Ve işte ancak o zaman, nafile sözler yerini yaptırımlara bırakacak, boş hamaset yerini stratejik adımlara terk edecektir. Ermeni hesap soramayacak, Peşmerge aşağılayamayacaktır. Başımıza çuval geçirenler ise köşe bucak kaçacaktır.
Ve işte o zaman, sahte “van minut”ların yerini, gerçek “Türk yumrukları” alacak ve hak edenin başına inecektir. Ancak böyle bir Türkiye’de ve böyle bir yönetim altında; Balkanlarda, Kafkasya'da acılar ve hasret bitecektir. Irak'ta zulüm sona erecek, Kerkük'te gözyaşları dinecektir. Filistin'de silahlar susacak, Karabağ'da gönüller huzur bulacaktır. Gerisi boş, gerisi beyhude, gerisi sanaldır. Yalandır. Riyadır. Aldatmadır. Ve AKP’nin yaptığı da yalnızca budur.
Haber 7
08 Haziran 2010
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında konuştu... MHP Liderinin gündeminde İsrail'in yardım gemilerine saldırısı ve Başbakan'ın Erdoğan'ın söylemleri var. İşte Bahçeli'nin sözleri:
Devlet Bahçeli konuşmasında şunları söyledi:
Yedi buçuk yıldır ülkemizi yöneten AKP zihniyeti ile yaşanan her gün, onun gerçek yüzünü henüz göremeyenler için, görmek istemeyenler için saklandıkları maskelerin düşmeye başladığı ibret verici olaylarla doludur.
Bu uzun süre içinde, tahrip edilmedik değer, istismar edilmedik mukaddesat, incitilmedik gönül bırakmayan AKP yönetiminin geleceği açısından kritik bir yol ayrımına doğru hızla yaklaşılmaktadır. Ancak işin kaygı verici yönü, gittikçe batağa sürüklenen bu zihniyetin ülkemizi de karanlıklara sürüklemeye başlamasıdır.
Bir insanın, bir milletin ve bir devletin başına gelebilecek bütün talihsizliklerin bugün karşımıza açlık, yoksulluk, terör ve dayatma olarak çıkması asla bir tesadüf değildir. Bu olumsuzluklar, AKP zihniyeti ile geçen geride kalan yılların istismarda sınır tanımayan, taviz veren, boyun eğen, teslimiyete razı, figüranlığa talip ve küresel taşeronlukta ısrarlı anlayışının kaçınılmaz sonucudur.
Yaşanan her olaydan sonra dökülen makyajların arkasından çaresiz, etkisiz, tükenmiş bir yönetimin başarısızlıklarına, kendi dışında sorumlu arayan ve yarattıkları buhranlara bahane bulan çirkin yüzü biraz daha ortaya çıkmaktadır. Yalnızca geçtiğimiz hafta yaşananlar bile bu gerçeklerin görünmesinde, aklı tutulmamış, vicdanı kararmamışlar için başlı başına ibret verici olaylara sahne olmuştur.
Bunlardan birincisi Gazze’ye yardım götüren gemilere yapılan İsrail saldırısının ardından ortaya çıkan gelişmeler ve hükümetin tutumudur. Diğeri ise daha İskenderun’da verdiğimiz şehitlerin kanı kurumamışken, AKP’nin can dostu ve açılım arkadaşı Peşmerge reisi ile sergilenen samimi kucaklaşmalardır. Her iki tarihi olay da hükümetin foyasını, acı ve talihsiz sonuçlarla ortaya çıkartmıştır.
İsrail’in yardım götüren sivil kuruluşların gemilerine yaptığı kanlı baskın bütün yurtta haklı tepkilere neden olmuştur. Ölenlerin tamamının vatandaşlarımız olması milletimizin İsrail hükümetine olan öfkesini daha da artırmış, cenaze törenleri büyük katılımlarla gerçekleşmiştir.
Ben, şahsım ve partim adına hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılarımıza acil şifalar dileklerimi bir kere daha tekrarlıyorum. Partimiz, bu kanlı saldırıyı duyduğu andan itibaren gösterdiği duruşun ve verdiği kararın arkasındadır.
Uluslararası sularda gerçekleşen bu saldırı Türk milletine karşı yapılmıştır. İsrail cezasız, ölümlerle sonuçlanan bu düşmanlık karşılıksız kalmamalıdır. Ancak takdir edersiniz ki, milletimizin meydanlarda toplanarak gösterdikleri toplumsal tepkilerin uluslararası ilişkilerde karşılığı başkadır. Devleti ve milleti hukuken temsil eden hükümetin Türkiye Cumhuriyeti adına vereceği cevap ve karşılıkların dünyadaki anlamı, önemi ve değeri başka olacaktır.
Aradan geçen yedi günlük süre içinde hükümet hamasi nutuklardan ve sahte çıkışlardan başka, ciddi sayılacak hiçbir girişimde bulunmayacağını ve bu anlayışla etkili ve kalıcı bir sonuç elde edemeyeceğini göstermiştir. Geçtiğimiz hafta yaşanan olayların sıcaklığı azaldıkça, gerilim dağıldıkça hükümetin iflas etmiş politikalarının sonuçları daha da netleşmiş, sözde tedbir adı altında alınmak istenenlerin ne kadar etkisiz ve cılız kalacağı daha net ortaya çıkmıştır.
Ümit ediyorum ki ilerleyen günlerde toplumdaki öfke ve heyecan yerini akla ve sorgulamaya bırakacak, bu olayın arkasındaki gerçekler ile gerisindeki sahte çıkışlar çok daha iyi anlaşılacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin, kamuoyunun daha iyi analiz yapabilmesi, gerçek sorumluların ve yaşanan sürecin daha net görülebilmesi için yaptığı tespitler ve cevabını aradığı sorular bu aşamada şunlardır:
1. Dokuz vatandaşımızın can kaybıyla sonuçlanan yardım faaliyetinin sakıncaları konusunda Dışişleri Bakanlığı önceden uyarıda bulunmuş mudur? Cevap beklediğimiz ilk soru budur ve gelişmeleri etkileyecek kadar önemlidir. Dışişlerinin vaki uyarısından sonra Gazze’ye gitmeye hazırlanan bazı AKP milletvekilleri bu kararlarından vaz geçmişler midir? Bu konu da son derece ciddiye alınması gereken bir husustur.
Şayet bu iddialar doğru ise bu durumda AKP hükümetinin Gazze’ye doğru yola çıkanların başına gelecek vahim gelişmelerden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Yok, eğer gerekçe İsrail’in müdahale ihtimali değilse, o takdirde de AKP’nin sivil yardım faaliyetlerini gerçekte desteklemediği, ancak sonucundan ortaya çıkan trajediyi istismar ettiği ortaya çıkacaktır.
2. İsrail’in, Gazze’ye yardım konusunda isteksizliği ve sert tepkileri biliniyorken, hatta bu son olaydan önce müdahale edeceklerine dair açıkça ikaz yapılmışken, hükümet sivil toplumun temsilcilerini başlarına gelebilecek tehlikeler karşısında uyarmış mıdır, eğitmiş midir, güvenliklerini sağlamış mıdır? Cevabın hayır olması halinde ise, müdahale ihtimaline çok açık ve çok gergin bir coğrafyaya doğru yol alan yardım gemilerine yapılması muhtemel bir saldırının önlenmesi için hükümet tarafından tedbir alınmadığı, şahısların göz göre göre tehlikeye salındığı ortaya çıkacaktır.
3. Olayın duyulmasının ardından sözlü bile olsa haklı ve yerinde tepkiler göstermeye başlayan Başbakan Erdoğan, hükümeti ve partisi, ilerleyen günlerde yaptırımdan kaçıp hamasete sığınarak süreci neden soğutmaya çabalamışlardır. Cevap aradığımız sorunun biri de budur. Nitekim, İsrail hükümetini eleştirirken mangalda kül bırakmayan Başbakan Erdoğan’ın partisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıkartılmak istenen İsrail’i kınayan ve hükümete görev yükleyen resmi açıklamaya katılmak istememiştir.
4. Başbakan’ın alkış alacağı yerlerde hamasi İsrail karşıtı nutuklardan, cenazeleri havaalanında karşılamak ve yaralıları hastanede ziyaretten başka bir ciddi girişimin olmadığı bu süreçte, AKP zihniyetini kalıcı ve köklü tepkilerden alıkoyan hangi ilişkiler ağıdır ve uluslar arası angajmanlardır? AKP, olayın vahametine eşdeğer bir tepkiyi gösterememiş, sözde sıfır sorun sahibi dostları başta olmak üzere uluslar arası kamuoyunun hukuki desteğini arkasına alamamıştır.
Yabancı gazetelerde yer alan eleştirel yorumların ve yorumcuların, bazı yabancı kentlerde yapılan gösterilerin bir etkili kınama seferberliği olarak tanıtılmaya çalışılması kimseyi inandıramayacaktır. Nitekim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bağlayıcılığı ve yaptırımı olan kınama kararı çıkartılamamış, bunun yerine, etkisi olmayan Başkanlık açıklaması ile yetinilmiştir. Başbakan’ın dünyayı ayağa kaldıracağız iddiaları da daha baştan boşluğa düşmüştür.
İsrail’in yaralı ve vefat etmiş vatandaşlarımızı iadesi bir diplomatik zafer gibi sunulmaya çalışılmış, ne Arap ülkelerinden ve bunların oluşturduğu birliklerden, ne de birbirlerine ön isimleri ile hitap edecek kadar samimi olunan nikâh şahidi yabancı başbakanlardan veya eşbaşkanlık yaptığı küresel projelerin sahibinden İsrail karşıtı bir açıklama ve destek alınamamıştır. Biliyoruz ki, bu sorularımız da bundan öncekiler gibi cevapsız kalacaktır. Kuru kahramanlıklar, sahte çıkışlar ve sanal tehditlerle kamuoyu susturulmaya ve oyalanmaya çalışılacaktır.
Yalnızca bu olayda değil, bundan önce de müdahalelerinde orantısız güç kullanan İsrail’in hedef gözetmeksizin gerçekleştirdiği harekâtların varlığı bilinmektedir. Biz geçmişte, Ortadoğu coğrafyasındaki kin ve nefretle kökleşmiş olayların çözümünün maalesef ki bölgesel olamayacağını söylemiş, İsrail’in arkasındaki güç olan Amerika Birleşik Devletleri’nin desteği olmadan bu saldırganlıkların durmayacağını açıklamıştık.
* Özellikle bu coğrafyadaki olaylara sözde müdahil olarak harekete geçtiğini iddia eden ve adına mekik diplomasi dedikleri nafile ziyaretler düzenleyen hükümeti eleştirerek, bu yaklaşımın bu yöntemlerle sonuç getirmeyeceğini vurgulamıştık.
* “Osmanlının torunlarıyız” diyerek sözde etkin politika yürüttüğünü iddia eden hükümete ve Başbakan Erdoğan’a eleştiriler getirerek çözümün, öncelikle Ortadoğu’da değil, bu coğrafyayı karıştıran Okyanus ötesindeki dostlarının iknasında aranması gerektiğini ikaz etmiştik.
* Başbakanın bu konudaki samimiyet seviyesini, üç kıtadaki bütün sancılı gelişmelerin odağı ve kaynağı olan Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığından istifa etmesi ile anlaşılacağını da belirtmiştik.
Ne var ki aradan geçen aylarda ve yıllarda, Filistin-İsrail arasındaki sorunu çözme konusunda sözde arabulucu rolüne soyunan Başbakan ve hükümeti beklediği sonuca ulaşamamış, iç kamuoyuna yönelik olarak şişirdiği “etkili politika” “güçlü devlet” balonları birer birer sönmüştür.
Yıllardan beri ülke ülke gezmeyi başarılı ilişkiler ve etkin devlet rolü zenneden Başbakan’ın;
* Terörle mücadelede içine düştüğü çıkmaz yolun sahibi Amerika Birleşik Devletlerini bir türlü ikna edememiş olması,
* Kandile harekât yapamayışının bahanesini Barzani ile kucaklaşarak örtmeye çalışması,
* Ermeni meselesinde ecdadımızı lekelemeye devam eden Ermenistan’la el sıkışmak durumunda kalması,
* Kıbrıs’ta sözde ilerleme adına hiçbir gelişme kaydedemeden sorunun kilitlenmesi,
* Ve Avrupa Birliği macerasının tam bir çıkmaza girmesi, hükümette giderek çaresizliğe, vatandaşta ise öfkenin birikmesine neden olmuştur.
Başbakan Erdoğan açısından, uluslararası ilişkilerde; yaşadığı derin hayal kırıklıkları ve geriye doğru attığı yanlış adımlar onu giderek çaresizleştirmiş, hamasete sığınmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Yandaş medyanın pompaladığı “yumruğunu masaya vurdu, soruna müdahale etti, Obama’yı uyardı, İsrail’e sert çıktı” gibi doğruluğu kendinden menkul safsatalar Başbakan’ın her başarısızlıktan sonra açıklarını kapatma ve kamuoyunun gözünü boyama vasıtaları olmuştur.
Bu açıdan, gelişmeleri hükümetin yedi buçuk yıllık icraatıyla beraber değerlendirmek; yaşananları doğru ve tarafsız bir bakışla incelemek yerinde olacaktır. Zira bugün yaşadıklarımız geride kalan AKP’li yıllarda yine yaşanmış, bilindik tepkilerin nafile karşılıkları beklenedursun, her defasında verilen sözler, yapılan tehditler sonuçsuz kalmıştır.
Çok değil, yaklaşık bir buçuk yıl önce, 2009 yılının Ocak sonunda Davos’ta Başbakan Erdoğan’ın yerinde bulduğumuz ve desteklediğimiz duruşunu ve ancak ardından sonuç çıkmayan tehditlerini hatırlarsanız bugün yapılanları da tahmin etmekte zorluk çekmeyeceksiniz demektir. O tarihte, Başbakan Erdoğan’dan daha önce görmediğimiz tavır, toplumda özlenen ve aranan devlet adamlığı duygularını da ortaya çıkarmış, milletimizde haklı bir umut uyandırmıştı.
Ne var ki bu umudu, basit hesaplarla yaklaşan seçimde oya tahvil etmek isteyen AKP zihniyeti, köhnemiş anlayışını burada da sergilemiş ve maalesef değişen hiçbir şeyin olmayacağı gelişen süreçte ortaya çıkmıştı. Bugün yaşanan olaylar karşısında son derece sert ve haklı tepkiler veren Başbakan Erdoğan, o tarihte de havaalanında gece yarısı toplanan yandaşlarına hitaben yaptığı konuşmada;
* “Kabile reisi olmadığını, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olduğunu”
* “Kimsenin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na saygısızlık yapmasına fırsat vermeyeceklerini,
* “Ülkesinin saygınlığını koruduğunu”, “zulme duyarsız kalmanın da zulüm olduğunu”,
* “Eğilen bükülen bir anlayışın karakterimiz olamayacağını”, ve “onurumuzla kimsenin oynamasına müsaade etmeyeceğini” açıklamıştı.
Bunlar, bizim de, yıllardan beri duymak istediklerimizdi ve altına imzamızı atacağımız sözleri kendi ağzından ilk defa işitmiştik. Ancak müteakip gelişmeler, Başbakan Erdoğan’ın bütün söylemlerinin lafta kaldığını, hiçbir somut icraata dönmediğini ortaya koymuştur.
Nitekim, geçtiğimiz hafta yaptığı grup toplantısında Gazze konvoyuna yapılan saldırı hakkında konuşurken, İsrail’le yapılması planlanan üç askeri tatbikatın iptal edildiğini ağzından kaçırması, “van minut” şovundan ve “alçak koltuk” hakaretinden sonra bile hala İsrail’le ilişkilerinin hiçbir şey olmamış gibi devam ettiğinin kendi ağzından itirafı olmuştur.
Şimdi de aynı Başbakan, aynı şovu tekrarlamakta, şayet kaldıysa birkaç işbirlikçinin alkışlarıyla aynı aldatmayı sürdürmektedir. Gazze’ye yardım götüren sivil toplumun gemilerine yapılan kanlı saldırıları kınadığı ilk Grup toplantısında da tıpkı Davos dönüşünde olduğu gibi net bir tutumla İsrail’e açık bir tavır almıştır.
Başbakan Erdoğan, bu konuşmasında; “Türkiye’nin yeni yetme ve köksüz bir devlet olmadığını” ve “bir kabile devleti hiç olmadığını” vurgulamıştır. Biz, bu kudretin geç de olsa farkına varmış olmasından sadece mutlu oluruz, destekleriz. Yine Başbakan, “kimsenin Türkiye’nin sabrını test etmeye kalkışmaması gerektiğini” ihtar etmiştir ki, bu da son derece isabetli bir uyarıdır. Ancak bu uyarının caydırıcılığı kendisinin geride yaptığı teslimiyetlerle son derece zayıflamıştır.
Bunun yanında, “Türkiye’nin dostluğunun kıymeti kadar düşmanlığının da şiddetli olduğunu” vurgulamıştır. Geride kalan yıllarda aşiret reislerine yaptığı tehditlerin bile nafile sonucu ortadayken bunun da inandırıcı olması mümkün değildir. Başbakan, “İsrail’in yaptığı zorbalığın bedelini ödemek zorunda olduğunu” da açıklamıştır. Bu da olması gereken bir duruştur ve takdire şayandır.
Fakat Irak’ta başına çuval geçirilen askerlerimiz karşısındaki boyun eğen sicili ve beş polisimizin şehadeti ile sonuçlanan saldırılara göz yuman sabıkası, bu konuya da iyimser bakmamıza imkân vermemektedir. Yine bu saldırıları “alçakça bir devlet terörü” olarak adlandırması ise doğrudur ve haklı bir tanımdır. Ancak, ülkemizdeki PKK terörünün arkasındaki devletler biliniyorken bunlara bu tanımı yakıştıramayanların bu sözlerinin de karşılık bulmayacağı teröre teslimiyetle belgelidir ve ortadadır.
Bunların haricinde, İsrail saldırıları üzerine Başbakanın konuşmasında yer verdiği;
“İnsanlık dışı bir uygulama,”
“Şiddet uygulaması,”
“Barışı tehdit eden yaklaşım,”
“Dünyaya meydan okuma,”
“Birleşmiş Milletlerin temel felsefesine yapılmış bir saldırı,”
“İnsanlığın ortak medeniyeti ve kültürü açısından kara bir leke,”
“İnsanlık tarihi açısından büyük bir ayıp,”
“İnsanlık açısından büyük bir sukut ve alçakça bir pervasızlık,”
“Her türlü insani erdemin ayaklar altına alınması,” gibi işitince doğru, dinleyince haklı olan; ancak kimseyi harekete geçiremeyecek yorumların ise yaptırımdan uzak, hukuki zeminlerde karşılıksız tespit ve temennilerden öteye bir anlam taşımayacağı da açıktır.
“Uluslararası toplumun yeter demesinin zamanının geldiğini”, ve “Uluslararası toplumun müdahale etmesi gerektiği”ni dillendirmek ise zaten başına buyruk bir ülke olan İsrail’in siyasetinde bir sapmaya neden olmayacağı gerçeği Başbakanın kendisinin de bildiği sızlanmalardır.
İsrail’in bölgedeki sert tavrı herkesçe malumdur ve ilk de değildir. İsrail’i uyarmak ve şiddetten döndürmek için siyasetçiler elde Tevrat birbirleri ile münakaşaya tutuşmuşlardır.
Biz, bu “öldürmeyin”, “çalmayın” ekseninde birbiriyle münakaşa eden muhataplarına 13 Kasım 2007 tarihinde kürsüden şiirler okuyan İsrail Cumhurbaşkanını TBMM’de hararetle alkışlamadan önce bu uyarıları niye yapmamış olduklarını hatırlatmak ve sormak isteriz.
Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz haftaki konuşmasında belki de en çarpıcı vurgu, “bugünün yeni bir milat” olduğu, “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını” dile getirmesi ve ardından “İsrail’in bir yerlerden güç aldığını” utana sıkıla söyleyebilmiş olmasıdır.
Şayet Başbakan Erdoğan bu sözünün arkasında durabilirse, bundan öncekiler gibi bu sözünü de yutmadan tutabilirse, bizim için bu son yorum diğerlerinden çok daha önemli ve stratejik sonuçlar doğuracak bir tespittir. Başbakan Erdoğan’ın bu noktaya yedi buçuk yılın sonunda ulaşmış olması bile kendisi için bir ilerleme ve başarı sayılmalıdır.
Zira adını telaffuz etmekten imtina ettiği bu güç herkes tarafından bilmektedir ki Okyanus Ötesinden kanlı projeleri sahneleyen küresel güçtür. Adına “Büyük Ortadoğu” dediği zulüm ve gözyaşı getiren projelerinin taşeronluğunu Başbakan’a havale eden de o güçtür.
Yıllardır Türkiye’yi, PKK inlerine karşı kapsamlı bir harekâttan uzak tutan, terörün mihmandarı Peşmergelerin hamisi olan güç o güçtür. Hükümeti Türk ve Müslüman olan muazzam coğrafyalardaki mazlumların tepkisini azaltmak için Başbakan’ı “Medeniyetler arası İttifakın ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı yapan da o güçtür.
Yeni emperyalizme direnecek Müslümanların duyarlılığını azaltmak için icat edilen “dinlerarası diyalog” ve “İbrahimi dinler projesi”nin de perde gerisinde o güç vardır. Ve daha da önemlisi, bütün küresel oyunların baş aktörü, AKP hükümetinin yakın destekçisi, hükümeti Ermenistanla, Peşmergeyle, Rumla işbirliğine iten o güçtür.
Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın ise Amerika’ya hayranlığı ve küresel gücün misyonuna bağlılığı kendi beyanlarıyla sabittir. 10 Haziran 2005 tarihinde New York’ta Dış Politika Derneği’nde yaptığı konuşmada Amerika Birleşik Devletleri’nin varlığını dünya için “bir fırsat” olarak gören Başbakan Erdoğan, “Amerika Birleşik Devletlerinin küresel barış ve hürriyetin güçlendirilmesiyle tehlikelerin önlenmesi için ortaya koyduğu stratejik hedeflerin Türkiye’nin hedefleriyle örtüşmesi, paylaşılan ortak değerlerin bir tezahürüdür. “diyebilmiştir.
Bu itibarla, dün bu ülkenin bölgemizdeki emellerinin kendisininkiyle aynı olduğunu açıklayanların, bugün hizmet ve himmetine sığındığı bu gücü zımnen eleştirmeye çırpınması, ümit ederiz ki çok büyük bir zihniyet kıpırdanmasının işareti olabilsin. Başbakan’ın Amerikan vizyonuna bağlılığı konusundaki beyanının beş yıl önceye ait olduğunu, bu nedenle de eski yönetime olan bağlılıklarının onu bu sözlere söylemeye zorladığını düşünenleriniz belki olabilir.
O halde, bir de Dışişleri Bakanlığımızın internet sitesine girerek çok değil iki ay öncesinden, mevcut Dışişleri Bakanına ait İngilizce açıklamada, Amerika Birleşik Devletleriyle Ortadoğu’daki stratejik bakışımızın aynı olduğuna dair sözlerini kendi kulaklarınızdan dinleyebilirsiniz.
Bu durumda, ya sizin Ortadoğu’daki sözde iyi niyet ve mazlumları gözeten düşünceleriniz tam bir aldatmadır; ya da aynı olduğunu söylediğiniz küresel gücün İsrail’le birlikte oluşturduğu Ortadoğu politikalarınız sizi bu teslimiyete katlanmaya, bu oyunu oynamaya itmektedir. Başka türlüsünü düşünmeye de ihtimal yoktur. Yaşanan gelişmeler ikincisinin daha doğru bir yorum olacağı yönündedir. Bu ise bizleri, İsrail’i cesaretlendirenin, Washington politikalarına bağlılığını açıklamaktan utanmayan AKP zihniyeti olduğu sonucuna götürecektir.
Bu itibarla, AKP’nin göbeğinden böylesine bağlı olduğu, Devlet Başkanını TBMM zemininde bir kurtarıcı gibi ayakta alkışladığı, geleceğini küresel projelere göstereceği sadakatte aradığı bu ülkeye karşı, Başbakan Erdoğan’ın üstü örtülü bile olsa eleştirmeye çalışması, kendisi için muazzam bir gelişmedir, dönüşümdür, aşamadır. Bu değişimin devamı halinde, ülkemizi düşürdüğü zilletten kurtaracak bir umudun ışığı belki doğabilecektir.
Unutmayalım ki, dünyada ezilen, horlanan, zulmedilen Müslümanlar yalnızca Gazze’de bulunanlardan ibaret değildir. Irak ve Kerkük başta olmak üzere başka coğrafyalarda da oluk oluk kan akmaktadır. Yine unutmayalım ki, mukaddesatı için hayatını kaybeden şehitler yalnızca Mavi Marmara gemisindekilerden ibaret değildir. Her gün PKK terörü vatan evlatlarımızın hayatını almaya devam etmektedir.
Geçtiğimiz hafta içinde İsrail saldırganlığını Türk topraklarında protesto eden bazı grupların ellerine Türk bayrağını almamış olmaları konusundaki eleştiri ve uyarı hakkımızı saklı tutarak diyoruz ki; Irak’ta yıllardır süren kanlı oyunlara göz yumanların, Türkmenlerin ezilip horlanmalarına aldırmayanların, Mehmetçiklere bir cenaze merasimini bile çok görenlerin, Allah’ı zikredenleri eleştirenlerin yalnızca Gazze üzerinden Müslümanlara, Ortadoğu ölümleri üzerinden şehitlere sahip çıkmaya çalışmaları tam bir aldatmadır, tam bir istismardır, tam bir iki yüzlülüktür.
Kuklacı aynı merkezdir. İpler aynı merkezin elindedir. Farklı olan kuklalardır. Bu nedenle bağımsız, hür ve onurlu bir yükselişe, bir gün Ortadoğu'dan, diğer gün Okyanus ötesinden, öteki gün Avrupa'dan bakarak ulaşmak imkânsızdır. Buna, başka başkentlerde yazılmış senaryoları uygulayarak erişmek imkânsızdır. Buna, Erivan, Erbil, Vaşington, Brüksel lobilerinin telkinleriyle, işbirlikçilerin alkışlarıyla varmak da imkânsızdır.
Türkiye'nin gerçekleri ve öncelikleri ile yegane çözüm, dünyaya, yalnızca Başkent Ankara'dan bakan, tarihin birikimlerini göz ardı etmeyen, olayları mevziden değil cepheden gören, Taktik problemleri çözerken stratejiyi kesmeyen milli bir vizyonla mümkün olacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin hedefi, çıkış noktası ve stratejilerinin kaynağı yalnızca ve yalnızca Başkent Ankara’dır. Ve işte ancak o zaman, nafile sözler yerini yaptırımlara bırakacak, boş hamaset yerini stratejik adımlara terk edecektir. Ermeni hesap soramayacak, Peşmerge aşağılayamayacaktır. Başımıza çuval geçirenler ise köşe bucak kaçacaktır.
Ve işte o zaman, sahte “van minut”ların yerini, gerçek “Türk yumrukları” alacak ve hak edenin başına inecektir. Ancak böyle bir Türkiye’de ve böyle bir yönetim altında; Balkanlarda, Kafkasya'da acılar ve hasret bitecektir. Irak'ta zulüm sona erecek, Kerkük'te gözyaşları dinecektir. Filistin'de silahlar susacak, Karabağ'da gönüller huzur bulacaktır. Gerisi boş, gerisi beyhude, gerisi sanaldır. Yalandır. Riyadır. Aldatmadır. Ve AKP’nin yaptığı da yalnızca budur.
Haber 7