Ak_Kelebek
04-11-2008, 11:09
Başbakan Erdoğan tüm konuşmalarında neden sadece CHP lideri Deniz Baykal’a yükleniyor, hiç düşündünüz mü? Acaba bu yaklaşım stratejik açıdan ne kadar doğru?
Siyasetin satranç tahtasındaki bu şah mat çizgisinin analizine geçmeden önce, Baykal’ın 15 gün sonra deneyeceği yeni rekoruna ilişkin birkaç not aktarmakta yarar var.
CHP 26–27 Nisan’da 32. Olağan Kurultayını yapacak. Bugüne kadar yapılan 13 olağanüstü kurultay da eklendiğinde sayı toplamda 45’e ulaşıyor. Bir partinin 85 yıllık tarihinde 45 kurultay, 34 yıllık tarihinde 23 kurultay yapması bir dünya rekorudur.
Baykal’ın CHP’de tanık ve taraf olduğu kurultay sayısı, 1923’ten 1973’e 50 yıl CHP’nin tepesinde görev yapan İsmet İnönü’den daha fazla…
14 Aralık 1974’te toplanan 22. Kurultay’da partinin Genel Sekreter Yardımcısı olan Baykal, partinin son 34 yılına damgasını vurdu. Nerden baksanız, Türkiye Cumhuriyeti’nin ömrünün neredeyse yarısına denk bir süre… Baykal ne darbeler gördü geçirdi ama o aslanlar gibi yoluna devam etti (!).
Deniz Baykal 12 Eylül sonrası siyasi yasakların kalkmasının hemen ardından partide genel sekreter oldu. SHP’yi 16 ayda üç kurultaya sürükledi. 29 Eylül 1990, 27 Temmuz 1991 ve 27 Ocak 1992 olağanüstü kurultaylarında İnönü’nün karşısına çıktı. Üç kurultayı da kaybetti.
Baykal geçtiğimiz son 3 üç kurultayda delegelerden sırasıyla yüzde 71,7, yüzde 49,1, yüzde 49,9 oranında destek alırken, son kurultayda geçerli oyların tamamını alarak yeniden genel başkan seçildi. Baykal, nasıl bir başarı gösterdi de, delegelerin bu kadar yüksek teveccühüne mazhar oldu konusu, sanıyorum ileride siyasi tarihçileri epey uğraştıracaktır.
29 rakamı 21’den küçük mü?
1979’da yapılan ara seçimlerde Ecevit’in liderliğindeki CHP yüzde 29 oy alınca, parti içi muhalefeti oluşturan Deniz Baykal ve Ali Topuz grupları, yönetimi sert dille eleştirerek partiyi 4 Kasım 1979 da yapılan 8. Olağanüstü Kurultaya sürüklediler.
O dönemde partinin aldığı yüzde 29 oyu partiyi ele geçirmek için bir koz olarak kullanan Baykal ve arkadaşları, partiyi ele geçirdikten sonraki dönemde o kadar oyu rüyalarında bile görmediler. Son yerel seçimlerde (2004’te alınan yüzde 19 oyu, son genel seçimlerde (2007 de) alınan yüzde 21 oyu, rakamları evirip çevirip büyük bir başarı gibi ilan ettiler.
Erdoğan’ın yanlışı…
Gelelim yazının kritik noktasına…
1946 yılından bu yana 62 yıldır tek başına iktidara gelemeyen ve halkla bağı giderek kopan CHP, aslında AK Partili hükümetlerin en büyük şansıydı. Sayın Erdoğan, sandıkla iktidara gelemeyeceği adeta kesinlik kazanan Baykal’lı CHP’yi siyaseten idare etmesi gerekirken, kendisini rejimin bekçisi gibi gören CHP’yi sürekli hedefe koymak ve köşeye sıkıştırmak suretiyle farklı arayışlara itti.
Sayın Baykal geçtiğimiz haftaki grup toplantısında Ergenekon soruşturmasında adı geçenleri yüksek sesle savununca, AKP’den kurtulmak için her yolu deneme sadedinde acaba CHP’nin bu tür yapılanmalarla dirsek teması da mı oldu diye düşünmeden edemedim. Çünkü Baykal, soruşturmada adı geçen ve darbecilikleriyle temayüz eden bazı isimleri ülkenin en şerefli kişileri ilan etmekle kalmadı, Danıştay ve Cumhuriyet gazetesi saldırısı şüphelisi çevreleri de bir çeşit aklama çabası içine girdi.
Bugüne kadar CHP’ye yüklenmek AKP’nin, AKP’ye yüklenmek CHP’nin işine geldi. Çünkü Türkiye’de soldan sağa, sağdan sola oy geçişleri çok az. Her iki parti birbirini hedefe koymak suretiyle, AKP sağ seçmeni, CHP sol seçmeni kendi etrafında kilitleme çabasında oldu.
Bu yolla Başbakan Erdoğan Sayın Baykal’ın siyasetteki ömrünü uzatırken, Baykal’da hırçın söylemiyle sağ seçmenlerin AK Parti’ye daha fazla ilgi duymasına katkı yaptı. Her iki lider de siyaset sahnesindeki iki partili bir görüntüden ve siyaset alanının başka partilere daraltılmasından keyif alan bir tutum izlediler.
Tablo doğru okunamayınca…
Bu politika görünüşte doğruydu da… Fakat Başbakan Erdoğan bu klasik siyasi yaklaşımı sağ seçmenin neredeyse yüzde 80’inin oyunu aldığı 22 Temmuz sonrasında da sürdürmeye ve CHP’ye laf yetiştirmeye çalışınca, sözden çok icraat, sürtüşmeden çok sağlıklı bir süreç beklentisindeki geniş toplum kesimlerinde hoşnutsuzluğun giderek tohumlanmasının önüne de geçemedi.
Her iki lider danışıklı dövüş gibi birbirlerine saldırarak kendi siyasi ömürlerini uzatıyorlardı ama siyaset sahnesinde alternatifsiz kalan AKP’ye karşı kurumların refleksi de giderek daha duyarlılaşıyordu. Bu süreçte AK Parti, CHP ile al gülüm ver gülüm yaparken, devlet denilen aygıtın sadece partilerden ve Meclis’ten ibaret bir yapılanma olmadığı gerçeğini göz ardı etti. Geldiğimiz noktanın kısmen özeti budur.
Gelinen nokta AKP’yi olumsuz etkilerken, kendisini rejimin bekçisi gibi algılayan CHP bu yolda her şey mubahtır anlayışıyla sürece alkış tutan role büründü. Örtülü mutabakat söndü, Sayın Erdoğan bir çeşit satışa geldi. CHP ile vaziyeti idare ederken diğer birçok kurumla olumlu teması yeterince önemsemeyince, durum zora girdiğinde çevreden destek bulmakta da zorlandı. 301’in apar topar gündeme gelmesi bile, ne kadar sıkıntıya düşüldüğünün göstergesi oldu. AKP bu teklifle, seçim sonrası verdiği destek ile iki kez AKP’yi kuyunun kenarından çekip alan MHP’nin olası desteğini de bu zor süreçte elinin tersiyle itmiş oldu. Yanlış üstüne yanlış yapıldı.
Konunun özeti şudur; Ay sonunda yapılacak CHP kurultayında Sayın Baykal büyük olasılıkla yeniden seçilecektir. Her kurultayda Sayın Baykal’ın CHP’nin başında kalmasından en çok memnuniyet duyanlardan biri de Sayın Erdoğan olmuştur. Fakat bu defa Baykal’ın kazanmasına Erdoğan sevinmeli midir, üzerinde durulması gereken konudur.
Sayın Baykal’ın benmerkezciliği, yani her şeye rağmen partinin başında kalma hırsı sürdüğü sürece, siyaset sahnesinde giderek derinleşen alternatifsizlik AKP’nin lehine olmaktan ziyade aleyhine olmaya devam edecek, kurumların siyasi sürece yeri geldikçe müdahale arzusunu tetikleyecektir. Partilerin yapması gereken işi kurumlar üstlenecektir.
Madenciliğin değişmez kuralı, nerede maden bulursanız, sondajı oraya vurursunuz. Sayın Baykal Sayın Erdoğan için siyasi bir madendir ama, bu madenin sürekli işlenmesinin gerek iç, gerekse de küresel piyasada ne kazandırdığı tartışmaya açık konudur.
Kasım 2005’teki son CHP kurultayının ardından kaleme aldığımız yazı şu satırlarla sona ermişti; “Giderek yükselme eğilimi gösteren rejim tartışmaları demokrasiyi zorlarsa, bunun sorumlusu seçmenin tüm alternatif yollarını tıkayan parti yönetimleri olacaktır.”
Şu an hangi noktadayız dersiniz. Baykal kazanacak ve yeni bir rekora imza atacak diye Erdoğan gerçekten sevinmeli mi?
www.osmanozsoy.com
Siyasetin satranç tahtasındaki bu şah mat çizgisinin analizine geçmeden önce, Baykal’ın 15 gün sonra deneyeceği yeni rekoruna ilişkin birkaç not aktarmakta yarar var.
CHP 26–27 Nisan’da 32. Olağan Kurultayını yapacak. Bugüne kadar yapılan 13 olağanüstü kurultay da eklendiğinde sayı toplamda 45’e ulaşıyor. Bir partinin 85 yıllık tarihinde 45 kurultay, 34 yıllık tarihinde 23 kurultay yapması bir dünya rekorudur.
Baykal’ın CHP’de tanık ve taraf olduğu kurultay sayısı, 1923’ten 1973’e 50 yıl CHP’nin tepesinde görev yapan İsmet İnönü’den daha fazla…
14 Aralık 1974’te toplanan 22. Kurultay’da partinin Genel Sekreter Yardımcısı olan Baykal, partinin son 34 yılına damgasını vurdu. Nerden baksanız, Türkiye Cumhuriyeti’nin ömrünün neredeyse yarısına denk bir süre… Baykal ne darbeler gördü geçirdi ama o aslanlar gibi yoluna devam etti (!).
Deniz Baykal 12 Eylül sonrası siyasi yasakların kalkmasının hemen ardından partide genel sekreter oldu. SHP’yi 16 ayda üç kurultaya sürükledi. 29 Eylül 1990, 27 Temmuz 1991 ve 27 Ocak 1992 olağanüstü kurultaylarında İnönü’nün karşısına çıktı. Üç kurultayı da kaybetti.
Baykal geçtiğimiz son 3 üç kurultayda delegelerden sırasıyla yüzde 71,7, yüzde 49,1, yüzde 49,9 oranında destek alırken, son kurultayda geçerli oyların tamamını alarak yeniden genel başkan seçildi. Baykal, nasıl bir başarı gösterdi de, delegelerin bu kadar yüksek teveccühüne mazhar oldu konusu, sanıyorum ileride siyasi tarihçileri epey uğraştıracaktır.
29 rakamı 21’den küçük mü?
1979’da yapılan ara seçimlerde Ecevit’in liderliğindeki CHP yüzde 29 oy alınca, parti içi muhalefeti oluşturan Deniz Baykal ve Ali Topuz grupları, yönetimi sert dille eleştirerek partiyi 4 Kasım 1979 da yapılan 8. Olağanüstü Kurultaya sürüklediler.
O dönemde partinin aldığı yüzde 29 oyu partiyi ele geçirmek için bir koz olarak kullanan Baykal ve arkadaşları, partiyi ele geçirdikten sonraki dönemde o kadar oyu rüyalarında bile görmediler. Son yerel seçimlerde (2004’te alınan yüzde 19 oyu, son genel seçimlerde (2007 de) alınan yüzde 21 oyu, rakamları evirip çevirip büyük bir başarı gibi ilan ettiler.
Erdoğan’ın yanlışı…
Gelelim yazının kritik noktasına…
1946 yılından bu yana 62 yıldır tek başına iktidara gelemeyen ve halkla bağı giderek kopan CHP, aslında AK Partili hükümetlerin en büyük şansıydı. Sayın Erdoğan, sandıkla iktidara gelemeyeceği adeta kesinlik kazanan Baykal’lı CHP’yi siyaseten idare etmesi gerekirken, kendisini rejimin bekçisi gibi gören CHP’yi sürekli hedefe koymak ve köşeye sıkıştırmak suretiyle farklı arayışlara itti.
Sayın Baykal geçtiğimiz haftaki grup toplantısında Ergenekon soruşturmasında adı geçenleri yüksek sesle savununca, AKP’den kurtulmak için her yolu deneme sadedinde acaba CHP’nin bu tür yapılanmalarla dirsek teması da mı oldu diye düşünmeden edemedim. Çünkü Baykal, soruşturmada adı geçen ve darbecilikleriyle temayüz eden bazı isimleri ülkenin en şerefli kişileri ilan etmekle kalmadı, Danıştay ve Cumhuriyet gazetesi saldırısı şüphelisi çevreleri de bir çeşit aklama çabası içine girdi.
Bugüne kadar CHP’ye yüklenmek AKP’nin, AKP’ye yüklenmek CHP’nin işine geldi. Çünkü Türkiye’de soldan sağa, sağdan sola oy geçişleri çok az. Her iki parti birbirini hedefe koymak suretiyle, AKP sağ seçmeni, CHP sol seçmeni kendi etrafında kilitleme çabasında oldu.
Bu yolla Başbakan Erdoğan Sayın Baykal’ın siyasetteki ömrünü uzatırken, Baykal’da hırçın söylemiyle sağ seçmenlerin AK Parti’ye daha fazla ilgi duymasına katkı yaptı. Her iki lider de siyaset sahnesindeki iki partili bir görüntüden ve siyaset alanının başka partilere daraltılmasından keyif alan bir tutum izlediler.
Tablo doğru okunamayınca…
Bu politika görünüşte doğruydu da… Fakat Başbakan Erdoğan bu klasik siyasi yaklaşımı sağ seçmenin neredeyse yüzde 80’inin oyunu aldığı 22 Temmuz sonrasında da sürdürmeye ve CHP’ye laf yetiştirmeye çalışınca, sözden çok icraat, sürtüşmeden çok sağlıklı bir süreç beklentisindeki geniş toplum kesimlerinde hoşnutsuzluğun giderek tohumlanmasının önüne de geçemedi.
Her iki lider danışıklı dövüş gibi birbirlerine saldırarak kendi siyasi ömürlerini uzatıyorlardı ama siyaset sahnesinde alternatifsiz kalan AKP’ye karşı kurumların refleksi de giderek daha duyarlılaşıyordu. Bu süreçte AK Parti, CHP ile al gülüm ver gülüm yaparken, devlet denilen aygıtın sadece partilerden ve Meclis’ten ibaret bir yapılanma olmadığı gerçeğini göz ardı etti. Geldiğimiz noktanın kısmen özeti budur.
Gelinen nokta AKP’yi olumsuz etkilerken, kendisini rejimin bekçisi gibi algılayan CHP bu yolda her şey mubahtır anlayışıyla sürece alkış tutan role büründü. Örtülü mutabakat söndü, Sayın Erdoğan bir çeşit satışa geldi. CHP ile vaziyeti idare ederken diğer birçok kurumla olumlu teması yeterince önemsemeyince, durum zora girdiğinde çevreden destek bulmakta da zorlandı. 301’in apar topar gündeme gelmesi bile, ne kadar sıkıntıya düşüldüğünün göstergesi oldu. AKP bu teklifle, seçim sonrası verdiği destek ile iki kez AKP’yi kuyunun kenarından çekip alan MHP’nin olası desteğini de bu zor süreçte elinin tersiyle itmiş oldu. Yanlış üstüne yanlış yapıldı.
Konunun özeti şudur; Ay sonunda yapılacak CHP kurultayında Sayın Baykal büyük olasılıkla yeniden seçilecektir. Her kurultayda Sayın Baykal’ın CHP’nin başında kalmasından en çok memnuniyet duyanlardan biri de Sayın Erdoğan olmuştur. Fakat bu defa Baykal’ın kazanmasına Erdoğan sevinmeli midir, üzerinde durulması gereken konudur.
Sayın Baykal’ın benmerkezciliği, yani her şeye rağmen partinin başında kalma hırsı sürdüğü sürece, siyaset sahnesinde giderek derinleşen alternatifsizlik AKP’nin lehine olmaktan ziyade aleyhine olmaya devam edecek, kurumların siyasi sürece yeri geldikçe müdahale arzusunu tetikleyecektir. Partilerin yapması gereken işi kurumlar üstlenecektir.
Madenciliğin değişmez kuralı, nerede maden bulursanız, sondajı oraya vurursunuz. Sayın Baykal Sayın Erdoğan için siyasi bir madendir ama, bu madenin sürekli işlenmesinin gerek iç, gerekse de küresel piyasada ne kazandırdığı tartışmaya açık konudur.
Kasım 2005’teki son CHP kurultayının ardından kaleme aldığımız yazı şu satırlarla sona ermişti; “Giderek yükselme eğilimi gösteren rejim tartışmaları demokrasiyi zorlarsa, bunun sorumlusu seçmenin tüm alternatif yollarını tıkayan parti yönetimleri olacaktır.”
Şu an hangi noktadayız dersiniz. Baykal kazanacak ve yeni bir rekora imza atacak diye Erdoğan gerçekten sevinmeli mi?
www.osmanozsoy.com