fatih kısaparmak balon baskılı balon Bir iktidarın muhasebesi - AK Parti |AKParti Forum |AK Gençlik |Recep Tayyip Erdoğan |AKPARTİ Gençlik Forumu|

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Bir iktidarın muhasebesi


mücahid55
02-02-2010, 14:53
http://www.dunyabulteni.net/images/author/7_b.jpg (http://www.dunyabulteni.net/images/author/7_b.jpg)
Ali Bulaç


Bir iktidarın muhasebesi (1)


Pazartesi, 18 Ocak 2010 13:56

İslamcılar AK Parti iktidarında neler kazandı, neler kaybetti?


Bu önemli bir sorudur. Hem Türkiye'deki İslamcıların kendileriyle yüzleşmesi hem eğer birileri Türkiye tecrübesini İslam dünyasının önüne bir model olarak koyuyorsa, bunun bir muhasebesinin yapılması lazım.
AK Parti iktidarının Müslümanlara üç büyük zararının olduğunu söylemek mümkün:
1.1970'lerden başlamak üzere 30 senelik yorucu bir bir çabanın sonunda, İslami ilimlerden sosyal bilimlere, siyastin yeniden tanziminden uluslar arası ilişkiler alanındaki düzenin değişip daha adil, özgürlükçü ve yüksek ahlaki erdemlere dayalı bir dünya düzeninin kuruluşuna kadar, bize yeni düşünceler, bilimsel araştırma ve entelektüel ufuklar çizebilme kabiliyetine sahip yüzlerce entelektüel yetişme, ürün verme aşamasına gelmişti. Bunlar üniversitelerde veya özerk sivil alanlarda bilgi ve düşünce faaliyetleri göstereceklerken ve bu sayede toplumsal bir zihniyet değişikliği sağlayacakları beklentisi doğmuşken, yüzlerce potansiyel entelektüel ve bilim adamı AK Parti'nin iktidara gelmesiyle bir anda bürokrasiye transfer edildiler, bir tür "devlet uzmanı ve ideolog"u haline getirildiler. Belli bir takım vakıf ve mecraların bunda oynadıkları rol önemliydi. Bu vakıflar ve mecralar çok daha öncesinden çizilen plan ve programlar çerçevesinde ve büyük mali finansmanlar desteğinde cazibe merkezleri haline getirildi, AK Parti iktidara gelir gelmez, buralara toplanan genç akademisyenler, potansiyel enetelktüel ve uzmanlar sistemli bir biçimde devletin çeşitli kademelerine yerleştirildi. Bunlar da "hazır kıta" bekliyormuş gibi kendilerine gösterilen makamlara ve görevlere iştahla atıldılar. Hiçbiri güçlü İslam geleneğinin "Sultanın sarayından, zenginin sofrasından uzak durun" öğüdüne kulak asmadı.
Bilgi, irfan, tefekkür ve akademik çalışma yapan bir insanın başına gelebilecek en büyük felaket, devlet memuru olması, bilgi ve fikir bürokrati görevini kabullenmesidir.
İslamcı entelektüel stoku bugüne kadar iki sebepten gelişememişti: Biri 1915 Çanakkale Savaşı'nda çeşitli medrese ve üniversitelerde okuyan İslamcı entelektüellerin cübbelerini, kitaplarını bırakıp Çanakkale'ye gidip şehit olmaları; diğeri Tekparti dönemi (1923-1950) boyunca ve 1970'lere kadar süren siyasi baskıların İslamcıları kendi içine kapanmaya zorlaması. Çanakkele Savaşında İslamcı entelektüellerin şehit olması, Batıcıların siyasi kavgayı kolayca kazanmalarına yol açtı. 1920-1970 arası dönemde Müslümanlar sadece kendi fiziki varlıklarını koruma mücadelesini verdiler; Kur'an kursları, Risale-i Nur ve birtakım dua ve menkıbe kitapları üzerinden dinleriyle bağlarını devam ettirdiler.
Müslümanların entelektüel yetiştirmeye başlamaları İmam Hatip okullarının ürün vermeye başladığı 1970'lerde başlar. MNP ile başlayan Milli Görüş hareketi buna siyasi zemin sağladı, köylerden şehirlere olan göç bunu ihtiyaç haline getirdi. 1980 ve 90'lardan sonra İslamcı entelektüel hareket doruğuna çıktı. Bu, basit, kısa vadeli ve salt çıkara dayalı iktidar amaçlı kullanılmamalı, devletin restorasyonu işlemlerinde kullanılıp harcanmamalıydı. Maalesef öyle oldu, Müslüman entelektüeller bir anda devlet bürokratı oldu, hepsi Türkiye'nin bölge liderliği için stratejiler üzerinde kafa yormaya başladılar. Entelektüeller özerk ve sivil karakterlerini kaybedip bir tür Osmanlı resmi uleması (İlmiye) sıfatını kazandılar. Batı'da entelektüel hayatta görülüğün kuruluk, toplumsal zihne ve siyasete uzmanların ve stratejistlerin hakim olmaya başlamasıdır. Biz de benzer bir gelişme gözlendi. Bu İslamcı hareketin başına gelen en büyük felaketlerden ilkiydi.
2. Yine 1970'lerden başlayarak sadece kendi asli ve sivil mali kaynaklarını oluşturan dini cemaat ve sivil oluşumların iktidarın nimetlerine kanmaları, zenginleşme yolunu seçmeleri altı çizilmesi gereken ikinci felaketti. "Din, Kent ve Cemaat –Fethullah Gülen örneği-" adlı çalışmamda da göstermeye çalıştığım gibi, 1950, 1970 ve 1990'larda vuku bulan büyük göç hareketi, aynı zamanda yeni bir toplumsallaşmanın tarihi dönemlerine işaret eder. Göçün sonunda teşekkül eden cemaatler, kente ait olgulardır. Bunlar dışarıdan gelenleri hem yerleştiriyorlar, hem şehir hayatına intibak ettiriyorlar. Dahası bu cemaatlerin ve geleneksel sufi kodları şehir hayatında sürdürmeye çalışan tarikatların, toplumu kendine özgü stili, yöntemi ve anlayışıyla modern tarihe katmak, özgürleştirmek, demokratikleştirmek ve üretime sokmak gibi amaçları ve misyonları vardır. İslam tarihinde cemaatler ve tarikatlar bu misyonu yerine getirmişlerdir. Bu misyonu gerçekleştirmenin yolu, devletle organik ilişkiler içine girmekten değil, devlete husumet beslemeden ve Ortadoğu'daki örneklerde acı bir biçimde gözlendiği üzere devlet kuvvetleriyle çatışmadan özerk ve sivil varlıklarını korumaktan geçer. Esasında cemaatleri ve tarikatları toplum nezdinde itibarlı, güvenilir ve güvenli kılan bu sivil/toplumsal duruşlarıdır. AK Parti iktidarı döneminde cemaatlerin bu asli özelliklerini büyük ölçüde kaybettiklerini, toplumda süren ahlaki yozlaşma, ekonomik sorunlar, sefalet ve toplumsal çözülmeye karşı duyarsızlaştıklarını görüyoruz.

mücahid55
02-02-2010, 14:54
http://www.dunyabulteni.net/images/author/7_b.jpg (http://www.dunyabulteni.net/images/author/7_b.jpg)
Ali Bulaç

Bir iktidarın muhasebesi -2-


Pazartesi, 25 Ocak 2010 15:07


Geçen yazıda AK Parti'nin Müslümanlar açısından kazanç ve kayıplarının bir dökümünü yapmaya çalışmıştık. Bu yazıda cemaatler seviyesindeki maliyetin muhasebesine devam edeceğiz.


AK Parti iktidarıyla, "bizim ikitadırımız kuruldu" yanılsamasına düşerek cemaatler ve tarikatların önemli bir bölümü, kamu kaynaklarından istifade edip kendi asli kaynaklarıyla yetinmekten vazgeçtiler; sivil zihniyeti terk edip onlar da "İslamcı" iken "muhafazakar demokrasi" kimliğini benimseyen aydınlar gibi trajik bir biçimde reflekslerini devletin politik yönelim ve çıkarlarına göre belirlemeye ve Ortadoğu ile Afrika gibi açılımlara girişirlerken uzak mesafeden devletin ve elbette uluslar arası düzeni yeniden tanzim etmeye kalkışan hegmonik güçlerin çizdiği çerçeveyi gözetmeye başladılar.
Eğer cemaatler kendi asli mali kaynaklarıyla yetinip toplumu sosyal ve ahlaki bakımdan güçlendirme faaliyetlerini sürdürselerdi ve bunun için de sivil ve özerk varlıklarını koruyabilselerdi, devleti daha adil yönde dönüştüreceklerdi. Toplum bu sayede ahlaki ve sosyal bakımdan takviye edilir, demokratikleşerek özgürleşir ve hudutları aşmadan zenginleşebilirdi. Bu yolu seçmedikleri için, devlet kendisi ne kadar demokratikleşmeye karar verirse, cemaatler ve tarikatlar da arkasından o kadarcık demokrasiyle yetinmek zorunda kalacaklar.
3. Son bir felaket, 19 ve 20. yüzyıllar boyunca siyasi mücadele veren İslamcıların, bütün İslam dünyasında olduğu gibi –buna İran da dahildir- iktidarın modern karakterini sorgulamadan, ona tehalükle sahip çıkmak istemeleri oldu. Bunun en yüzeysel ve iştahla vuku bulan örneği AK Parti iktidarıydı. Bu bizi iki yanılgıya sürükledi: Biri, sorun temelde ahlaki, felsefi, sosyal ve küresel boyutlarda seyrederken, İslamcılar da 19. yüzyıl Avrupalıların yanılgısına düşüp sorunu salt siyasi ve ekonomik boyutlara indirgediler –ekonomi politiğin yanılgısı- ve eğer siyasi iktidarı devralıp gücü ele geçirecek olurlarsa, her şeyin düzeleceği zannına kapıldılar.
Bu sayede her şey siyasileşti, siyasi faaliyet ve çabadan ibaret sayıldı; siyaset, ekonomik güç, refah ve haksız çıkar getirme beklentisine indirgendi. İkincisi, tam bununla bağlantılı olarak, iktidar kendi modern yapısını koruduğu için zulüm ve haksızlık üretmeye devam etti. Bu eğri bir cetveldir, bundan doğru çizgi çıkmaz. Müslümanlar iktidar yapısını sorgulamadan ona sahip oldukları ve kullanmaya kalkıştıkları için genel bir iyileşme sağlayamadılar, sağlayamadıkları gibi umut olmaktan çıktılar, diğerleriyle aynı kulvara düştüler ve hepsinden daha trajik olanı zulme ve günaha ortak oldular.
Bu sistem böyle devam edemezdi. Kapsamlı bir değişim geçirmesi gerekirdi. Değişimi sağlayacak siyasi aktör tek başına devlet olamazdı, çünkü devletin kendisi bu değişim işlemine tabi tutulmalıydı. Değişimi sağlayacak olan bir siyasi aktör olmalıydı, ama arkasında da muazzam bir toplumsal destek olmayan bir siyasi partinin bu değişimi gerçekleştirmesi düşünülemezdi. Şöyle düşünüldü:
AK Parti bu değişimin siyasi aktörü olsun. Fakat değişimin felsefi temelini ve fikrini liberaller belirlesin.Böylelikle beyni liberallerden, çalışan, amelelik yapan gövdesi dindarlardan, muhafazakarlardan müteşekkil bir bünye değişimin öncüsü oldu. İslamcılar özenle işin dışında tutuldular, çünkü hem devleti devletin çıkarı adına restorasyondan geçirmek isteyen iç iktidar seçkinleri hem Türkiye üzerinden Ortdoğu'da ve İslam dünyasında bölgesel/küresel bir proje yürütmek isteyen hegemonik güçler, İslam'ın politik ve entelektüel bir aktör olarak sahaya girmesini istemiyordu.
Bir tecrübe yaşandı.
Bu tecrübenin bizi 21. yüzyılın ilk 10 yılında bizi getirdiği nokta şudur:
1) Sisteme, onun haksız dağılımından yararlanarak katılan Müslümanlar kıblelerini şaşırmış bulunuyorlar; başörtülü köşe yazarlarından biri "İyi ki Türkiye seküler hukuka geçti" derken, diğeri "Günah işleme özgürlüğünü isterim" diyordu.
2) Postmodern zamanların ruhuna uygun olarak toplum çözülüyor ve bu feci çözülmeden Müslümanlar da paylarını alıyorlar. Bu bütün dünyayı derinden rahatsız eden çözülmeyi değil önlemek, aksine onlar da diğerleriyle birlikte çözülmenin ve çürümenin parametrelerini savunarak sürece katılıyorlar.
3) Devlet büyük bir restorasyondan geçer ve Ortadoğu'nun genelinde taşlar yeniden döşenirken, Müslümanlar sadece "kol kuvveti" olarak görev alıyor, sürece meşruiyet sağlıyor, ama karar mekanizmalarının hiçbirinde yer almıyorlar.
Mevcut adaletsiz sistem içinde gündelik hayatın zorlukları karşısında görece iyileşme umudu ve mücadelesi içinde olan "muhfazakar, dindar ve sağcı" çevreler için AK Parti "iyi bir iktidar modeli"dir. Sermaye ve bürokratik statüler el değiştirince eski zümrelerin yerini yeni zümreler alıyor; iktidar, bu yeni zümreleri bir ölçüde memnun ve tatmin ediyor. Ama İslam bakış açısından, sosyal, ekonomik ve politik iktidarın mahiyet değiştirmeden zümreler arasında yer ve el değiştirmesi asli ve asil bir hedef değildir. İslamcı bir siyaset ve dünya tasavvuru, yüksek ahlaki erdemler, adalet ve özgürlükler tahakkuk edinceye kadar eleştirel dilini ve tutumunu devam ettirmek durumundadır. Bu açıdan AK Parti tecrübesine bakıldığında eleştiriye konu olacak sayısız politika ve tutum ortaya çıkmaktadır.
Konuyla ilgilinenler Şubat-2010'da yayınlanacak olan "Göçün ve Kentin İktidarı –Milli Görüş Partilerinden Muhafazakar Demokrasiye AK Parti- kitabımıza bakabilirler (Çıra Yayınları-İst.)
__________________