Ayşe_Berra
05-13-2008, 04:29
BİR TABUTUN YANINDA
- Ben de ölmek istiyorum…
Şaşırmıştım.
***
İnanıyorum ki, yaşamak mücizelerle dolu. Yüce yaratıcının insana armağan ettiği “Yaşam”la insan, her zaman ortaya çıkarılıverecek “Umut” ve “İnanç” her şeyi değiştirecek güce sahip.
***
Huzur evindeyim.
Hâlâ yayınlamayı düşündüğüm kitabım için… Sanırım beş altı sene önceydi…
***
- Aşk evliliğiydi bizimkisi…
Birkaç gün öncesinden gideceğim için Huzurevi müdürünün haberi vardı. Sanırım birkaç yaşlıyı da kendileri görüşme için ayarlamışlar.
- Merhabalar Mürivvet Hanım… Nasılsınız?
Huzurevinin hemşiresi kulağıma fısıldadı:
- Her zaman böyledir Mürivvet Hanım. Görünüşüne aldanmayın. Hem böyle şık, hep böyle bakımlı… Yatarken bile dikkat eder kendisine.
***
- Ama artık çok üzülüyorum.
- Niye üzülüyorsunuz Mürivvet Hanım?
Yaklaşık bir saatlik bir kitap çalışmasının ardından normal sohbete geçtik. İlk sözü “Ben de ölmek istiyorum olmuştu.
Kocasını, aşkını 30 sene önce 35 yaşındayken kaybetmiş.
- Çocukları ben büyüttüm. Her şeyi ben yaptım. Nasıl yaptım bilmiyorum. Buraya da gelmeyi de ben istedim. Kimse rahatsız olmasın. Biri kızım, el oğlunun yanında; biri oğlum, ne kadar da olsa el kızı… Anlıyor musunuz?
Buradan rahatsız olmadığını anlamıştım.
- Niye ölmek istiyorsunuz?
- 30 yıldır bir tabutla yatıyorum yanımda. Bunu bilemezsiniz. Kimse bilemez.
Bir tokat gibi çarptı suratıma Mürivvet Hanım’ın söyledikleri. İnançlıyım diyordu. Duamı ederim. Namazımı kılarım… Umudumu hiç kaybetmedim. Yaşamayı da seviyorum. Ama… Bir tabutla yan yana yatmaktan artık yoruldum. Yorulmak değil belki tam anlatamıyorum… Anladım ki bir kadın kocasını kaybettiğinde ölmüyor. Allah başka bir güç veriyor ona. Ama dile kolay 30 yıl…
***
Sevgilisini, kocasını hiç bırakmadığını, bırakamadığını söylüyor…
- Bırakamazdım… Aşıktım… Ya da çok seviyordum… Başka bir şey bu… Sanki o yokluğunda daha çok vardı yanımda. Ben de onu bırakmadım. Ama artık ona sarılmak istiyorum. İnanıyorum ki insan yaşarken sadece inançlarına, umuduna, hatta yaşamın kendisine sadakatten sınanmıyor. Sevdiğine karşı da sınavdan geçiriliyor. Kimse bilmez ne çektiğimi… Bilmesin de… İlk sana söylüyorum… Niye söylüyorum bilmiyorum… Belki birinin bilmesi gerekir diye… Unutursun ama… Unutur musun?..
Unutmamıştım… Unutamazdım… Mürivvet Hanım daha bir çok şey anlattı. Sonra dedi ki;
- Kocam ölümüyle bana bir yaşam armağan etti. Kader… Böyle olsun istemezdik… O da istemezdi eminim bu armağanı vermeyi… Oldu… Yaşarken çok severdik birbirimizi… Ama şunu anladım 30 yılda, insan sevdiğine öldükten sonra değil yaşarken sahip çıkmalı… Yoksa 25 yıl bir tabutun yanında yat, nedir ki?... Hem ne anlamı var aynı mezarda o tabutta ben yatakta? Bir şeyi varken anlayacaksın, anlamaya çalışacaksın; yokken zaten anlıyorsun.
Ali Ulurasba
- Ben de ölmek istiyorum…
Şaşırmıştım.
***
İnanıyorum ki, yaşamak mücizelerle dolu. Yüce yaratıcının insana armağan ettiği “Yaşam”la insan, her zaman ortaya çıkarılıverecek “Umut” ve “İnanç” her şeyi değiştirecek güce sahip.
***
Huzur evindeyim.
Hâlâ yayınlamayı düşündüğüm kitabım için… Sanırım beş altı sene önceydi…
***
- Aşk evliliğiydi bizimkisi…
Birkaç gün öncesinden gideceğim için Huzurevi müdürünün haberi vardı. Sanırım birkaç yaşlıyı da kendileri görüşme için ayarlamışlar.
- Merhabalar Mürivvet Hanım… Nasılsınız?
Huzurevinin hemşiresi kulağıma fısıldadı:
- Her zaman böyledir Mürivvet Hanım. Görünüşüne aldanmayın. Hem böyle şık, hep böyle bakımlı… Yatarken bile dikkat eder kendisine.
***
- Ama artık çok üzülüyorum.
- Niye üzülüyorsunuz Mürivvet Hanım?
Yaklaşık bir saatlik bir kitap çalışmasının ardından normal sohbete geçtik. İlk sözü “Ben de ölmek istiyorum olmuştu.
Kocasını, aşkını 30 sene önce 35 yaşındayken kaybetmiş.
- Çocukları ben büyüttüm. Her şeyi ben yaptım. Nasıl yaptım bilmiyorum. Buraya da gelmeyi de ben istedim. Kimse rahatsız olmasın. Biri kızım, el oğlunun yanında; biri oğlum, ne kadar da olsa el kızı… Anlıyor musunuz?
Buradan rahatsız olmadığını anlamıştım.
- Niye ölmek istiyorsunuz?
- 30 yıldır bir tabutla yatıyorum yanımda. Bunu bilemezsiniz. Kimse bilemez.
Bir tokat gibi çarptı suratıma Mürivvet Hanım’ın söyledikleri. İnançlıyım diyordu. Duamı ederim. Namazımı kılarım… Umudumu hiç kaybetmedim. Yaşamayı da seviyorum. Ama… Bir tabutla yan yana yatmaktan artık yoruldum. Yorulmak değil belki tam anlatamıyorum… Anladım ki bir kadın kocasını kaybettiğinde ölmüyor. Allah başka bir güç veriyor ona. Ama dile kolay 30 yıl…
***
Sevgilisini, kocasını hiç bırakmadığını, bırakamadığını söylüyor…
- Bırakamazdım… Aşıktım… Ya da çok seviyordum… Başka bir şey bu… Sanki o yokluğunda daha çok vardı yanımda. Ben de onu bırakmadım. Ama artık ona sarılmak istiyorum. İnanıyorum ki insan yaşarken sadece inançlarına, umuduna, hatta yaşamın kendisine sadakatten sınanmıyor. Sevdiğine karşı da sınavdan geçiriliyor. Kimse bilmez ne çektiğimi… Bilmesin de… İlk sana söylüyorum… Niye söylüyorum bilmiyorum… Belki birinin bilmesi gerekir diye… Unutursun ama… Unutur musun?..
Unutmamıştım… Unutamazdım… Mürivvet Hanım daha bir çok şey anlattı. Sonra dedi ki;
- Kocam ölümüyle bana bir yaşam armağan etti. Kader… Böyle olsun istemezdik… O da istemezdi eminim bu armağanı vermeyi… Oldu… Yaşarken çok severdik birbirimizi… Ama şunu anladım 30 yılda, insan sevdiğine öldükten sonra değil yaşarken sahip çıkmalı… Yoksa 25 yıl bir tabutun yanında yat, nedir ki?... Hem ne anlamı var aynı mezarda o tabutta ben yatakta? Bir şeyi varken anlayacaksın, anlamaya çalışacaksın; yokken zaten anlıyorsun.
Ali Ulurasba