Terennüm
02-18-2012, 13:33
2002 Kasım’ından bu tarafa hükümetle cemaat (http://www.yusufgezgin.com/tag/cemaat/)ve cemaatler arasında ciddi bir dayanışma vardı. Liberaller, demokratlar, dindarlar militer zihniyete ve Ergenekon tarzı derin yapılara karşı hep birliktelik içinde olageldiler. Hükümet iktidara geldiği yıllarda tedirgindi; gergindi; ürkekti. Merkez güçlere, sisteme karşı yaslanacak güçlere ihtiyaç duyuyordu. Bu nedenle ittifak kurabileceği, ihtiyaç duyduğu herkesle ve herkesimle iyi geçinmenin çabası içindeydi. Ustalık dönemine kadar hükümetin diğer kesimlerle ve cemaatlerle, özellikle Gülen cemaatiyle sıkı bir dayanışma içinde olduğu söylenebilir. Partinin şarkısında da söylendiği üzere derin güçlere ve militer zihniyete karşı beraber yüründü; berber mücadele edildi. Darbeci zihniyetin, Ergenekon örgütünün, suikastların, sosyal kaos projelerinin hakkından el birliğiyle geldiler. Yol üzerindeki mayınları birlikte temizlediler. Cemaatin hükümete yol açtığı, kayıtsız şartsız destek verdiği söylenebilir. Cemaat referandumda ve seçimlerde diğer partilerle arasını bozacak, “siyasallaştı!” denecek kadar Başbakan (http://www.yusufgezgin.com/tag/basbakan/)a ve hükümete açıktan destek verdi; partinin arkasında durdu. AK Hükümetleri döneminde cemaat ve cemaatler faaliyetlerini bir sıkıntı, engelleme vs görmeden sürdürdüler. 28 Şubatlar, darbeler görmüş cemaatin, cemaatlerin istediği de bundan ötesi değildi.
Ancak son zamanlarda sanki koalisyonda çatlamalar var. Ortalıkta bir kısım dedikodular, söylentiler dolaşıyor. Özellikle Gülen cemaati ile hükümetin arasının limoni olduğu, açık olduğu yönünde, çok farklı, birbirine benzemez senaryolar üretiliyor. MİT ve yargının içinde olduğu son krizi bazıları hükümetle-cemaatin vuruşması şeklinde yorumluyorlar. Güya yargı cemaati temsil ediyor, MİT’de Hakan Fidan (http://www.yusufgezgin.com/tag/hakan-fidan/)’dan dolayı hükümet cenahını. Bana sorarsanız ne MİT gibi geçmişi karanlık, her darbede, iç çatışmada, ayrılıkçı örgütte parmağı olan bir kurum hükümeti temsil eder; ne de yargı cemaati. Sanki bu son olay gerilimin patlama noktası oldu. Birileri bardağı taşırdı ve gündeme “hükümet-cemaat vuruşması” oturdu. Şimdilerde Ergenekoncular, asker yandaşları, aristokratik elitler, beyaz vatandaşlar, masonik gruplar ve büyük beyaz sermayedarlar ellerini ovuşturuyorlar. Saltanatlarını yıkan, hâkimiyetlerini deviren, hortumlarını tıkayan, sistem üzerindeki tekellerini kıran hükümet-cemaat birlikteliğinde çatlağın oluşması bunları oldukça sevindirmiş ve ümitlendirmiş görünüyor. Eğer bir süre daha bu gerilim devam ederse, denkleme içeriden ve dışarıdan pek çok karıştırıcı girebilir ve iş, içinden çıkılmaz hale gelebilir.
Peki, olan nedir? Yargı-MİT-Emniyet, cemaat-hükümet denkleminde neler yaşanıyor?
İşin gerisine gitmek gerekirse cemaatin ve hükümet cenahının bir diğerinden bazı sıkıntıları ve şikâyetleri dile getiriliyordu. Hükümet cemaati:
Siyasete karışmakla ve hükümeti yönlendirmeye çalışmakla,
AKP’yi ele geçirmeye uğraşmakla
Kurumlarda kadrolaşarak, başkasına alan bırakmamakla
Bazı memurların ve bürokratların hükümete rağmen cemaat namına çalışmasıyla vs suçluyordu.
Cemaat cenahı ise hükümetin:
Cemaatin verdiği kayıtsız şartsız desteğe rağmen vefasız davrandığı, milletvekili seçimlerinde cemaate yakın adayların hepsini biçtiği
Kamu kurumlarından, özellikle üst düzey görevlerden cemaat elemanlarını uzaklaştırdığı ve ayırımcılık yaparak dışlamaya çalıştığı
Verilen desteğe rağmen hükümetin cemaati tehdit gibi gördüğü; düşünülüyor.
“Kadrolaşma” ve “devleti ele geçirme” gibi iddiaların aksine, cemaat; bürokraside ve üst düzey görevlerde, siyasi görevlerde cemaatin oy oranıyla kıyaslanmayacak kadar az temsil edildiğini söylüyor. Bu konuda “sayılsın kaç müsteşarımız, kaç valimiz, kaç genel müdürümüz, kaç vekilimiz, bakanımız var!” diye hodri meydan diyorlar.
Eğer arabozucuları ve fitne fesat odaklarını dinlerseniz akla ziyan yığınla şikâyet ve senaryo duyabilirsiniz. Bunların ne kadarı eğri ne kadarı doğru tartışılabilir. Ancak doğru olan bir şey var ki böylesi bir çatışmada kaybeden millet, ülke, hükümet ve Cemaat oluyor. Kazanan ise, Ergenekoncular (http://www.yusufgezgin.com/tag/ergenekoncular/)dan, beyaz vatandaşlara, masonik yapılardan muhalefete kadar diğer kesimler oluyor. Taraflar böyle bir kavga ve vuruşmanın varlığını kabul etmeseler de basında, sokakta herkes bunu konuşuyor. Dahası bu tartışmalar devletin birliğine ve bütünlüğüne; kuvvetler ayrılığına zarar veriyor. Hükümet ve Başbakanımız öfke ile hareket ederek son 10 yılda kendisine en çok katkıda bulunmuş, derin yapılardan ve militer zihniyetten kurtulmada kendisine en büyük desteği vermiş iki kesimi hedef alıyor ve hınçla bu kesimlerin üzerine gidiyor (emniyet ve yargı). Eğer bu gün hükümet 2002 yılındaki endişelerden korkulardan kurtulabilmiş ise bu emniyet ve yargının sayesindedir. 10 yıldır emniyet canla başla hükümetin emrinde çok başarılı işler çıkarmıştır. Düne kadar bağımsızlığından endişe duymadığı yargı Hakan Fidan’a dokununca, hükümet bu kurumların bütün hasenatını silmiş ve savaş ilan etmiştir. Böylesi bir tavır Ergenekon ve terörle mücadeleye zarar verebileceği gibi, hukuk devleti anlayışına da zarar verecektir. Üretilen ve kamuoyuna pompalanan “The Cemaat” vehminden, senaryolarından dolayı Başbakan ayağına değil, başına kurşun sıkıyor. Dahası devletin kurumlarına, terörle mücadeleye, güvenlik güçlerine, hukuk anlayışına ciddi zararlar veriyor. Kişiye özgü düzenlemeler yaparak, savcılara, emniyetçilere baskı yaparak, pek çok polis şefini dağıtarak dün Ferhat Sarıkaya’ya yapılanın benzerini, bir başka versiyonunu yapıyor.
Son dönemde pek çok organize çeteyi, devlet içinde yapılanmış derin yapıları, darbecileri sorgulayan ve demokratikleşmenin, hukuk devletinin, hükümetin önünü açan yargıyı bir kalemde silmek, daha iddianamesi yayınlanmamış, belgeleri açık edilmemiş bir soruşturmadan dolayı bir savcıyı linç etmek, yargıya alenen müdahale etmektir. Bu tutum ne demokrasiye, ne hukuk devletine ne de insaf ve adalete sığmaktadır. Bu arada güya hükümet yanında duran bazı medya ve yazar-çizer takımı 28 Şubat döneminde cemaate merkez medyanın yaptığını yapmakta, ağız dolusu küfürler ederek, cemaate yargısız infazda bulunmaktadırlar.
AKP ustalık döneminde kendisine sürekli destek veren unsurlara ihtiyaç duymaz, onları kolaylıkla gözden çıkarabilir hale geldi. Başbakan fazlaca bir özgüven içinde ve kendisini “güçlü!” görüyor. Kurak bir toprağa diktiği, meyve verip vermeyeceği belli olmayan bir Fidan’dan dolayı yıllardır ürün aldığı verimli arazileri yakıp yıkıyor. Bir çocuğuna dokunuldu diye vefalı, yararlı komşularını bir kalemde siliyor… Üzerlerine basarak iktidarını kurduğu ve pekiştirdiği iki kurumu ve o kurumların işini yapan elemanlarını devlet adamı ciddiyet ve basiretine sığmayacak şekilde cezalandırmaya, ezmeye çalışıyor. Hükümet 10 yıldır kendisine pür destek veren bir kurumu, geçmişi karanlık, darbeci, beynini beyazların oluşturduğu bir kuruma tercih ediyor; vefasızca ve hınçla bir kurumun (Emniyet) üzerine gidiyor. Oturduğu yerde baki kalacakmış hissiyle devletin temel dengeleriyle, kurumların genetiğiyle oynuyor.
Yaklaşık yüz yıl önce İttihatçılar da “tek doğru”, “tek vatansever” kendilerini görüp ülkeyi maceraya sokmuşlar, kurumların temel dengeleriyle oynamışlar, başkalarını dikkate almaksızın kararlar almışlar ve koca Osmanlı devletini 3-5 yılda dağıtmayı başarmışlardı. Şu anda AKP liderinde İttihatçıların özgüveni, enaniyeti ve gururu var. “Ustalık” ve “güç” hükümeti, başbakanı dostunu düşmanını ayırt edemeyecek kadar sarhoş etmiş görünüyor.
Bu gerilim ve kavga sürerse ne olur?
10 yıldır var olan bir koalisyon bozulur ve:
Hiç şüpheniz olmasın Silivri’de zincirlerini zorlayan Ergenekon dirilir, eskisinden bin beter ülkenin başına bela olur.
PKK-KCK azgınlaşır; terörle mücadelede ciddi zaaflar oluşur, Allah korusun dış güçlerin devreye girmesi ile süreç bölünmeye kadar gidebilir.
Merkez medya, masonlar (http://www.yusufgezgin.com/tag/masonlar/)tekrar alana iner ve başbakanlar, bakanlar merkez medyanın ve büyük sermayenin yeniden oyuncağı olur.
Dış politika çöker
Ekonomi gider
Yargı yara alır, hukuk devleti zedelenir; vatandaşın hukuka güveni kalmaz.
Militarizm yeniden köpürür ve demokratik kazanımlardan tavizler verilir.
Türkiye’nin ittifakla hareket etmiş, ülkenin kalkınması ve demokratikleşmesi için çalışmış iki kesim vuruşursa kaybeden sadece taraflar olmaz; Türkiye ve toplum kaybeder. İki testiden birisi kırılır, diğeri de ağır yara alır…
FİDAN BAHANE MAKSAT ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER!..
Son gerilimle ilgili ortaya atılan ve oldukça mantıklı olan tezlerden birisi de bu gerilimin hükümet tarafından kasıtlı olarak çıkarıldığı ve büyütüldüğüdür. Bu kaynaklara göre hükümetin derdi ne Hakan Fidan’dır ne de Cemaat. Bunların her ikisi de senaryonun malzemeleridirler. Ustalık döneminde oldukça kirlenen, mücahitlikten müteahhitliğe sıçrayan, gemicikleri çoğaltan, havuzları dolduran Hükümet ve Başbakanın çevresi bu durumun biliniyor olmasından ve bir şekilde karşısına çıkabilecek olmasından rahatsızdı. Bu tür davaları açabilecek, hükümetin usta siyasetçilerini ve bakanlarını veya onların yakınlarını sorgulayabilecek en önemli merci 250 denilen organize suçlarla ve terörle uğraşan özel yetkili mahkemelerdi. Hükümetin temel endişesi yargının ve bazı birimlerin hükümet üyelerinin ustalık faaliyetlerinden bir şekilde haberdar olmasıydı. Nasıl olsa Ergenekon ezilmiş, askerler hizaya sokulmuştu. Bundan sonra bu mahkemeler kendi organize suçlarıyla ilgilenebilir, oraya yönelebilirdi. İşte bu korkuyla hükümet işini yapan yargının Hakan Fidan’ı ifadeye çağırmasını problem yaptı, şiddetle tepki verdi ve olayı “bir cemaat hükümet kavgası”na dönüştürdü. Hükümet, Polis ve yargıyı hedefe koyarak bazı hırsızlıkları, ustalıkları görebilecek kadroları tasfiye etmeye; tasfiye edemediklerine de göz dağı vermeye başladı.
Bu strateji gereği hükümet, muhalefetin de destek vereceği özel yetkili mahkemeleri kaldıracak, böylece Ergenekoncu, KCK (http://www.yusufgezgin.com/tag/kck/)’lıların kurtarılması yanında hükümetin 10 yıllık defoları kapatılmış, ustalık marifetleri örtülmüş olacak. Bu teze göre Hakan Fidan ve cemaat olayın sadece malzemeleri. Asıl hedef AKP hükümetlerinin ardını temizlemek, organize suçlara bakan, AKP’lilerin yolsuzluklarını sorgulama ihtimali olan özel yetkili mahkemeleri devre dışı bırakmak!…
NOT: Güneydoğuda bir süredir örgüt halka: “biz devletle anlaştık, safınızı belirleyin!” diyor ve halkı yanında yer almaya zorluyordu. Ben bunu örgütün psikolojik harekâtı olarak görüyordum. Ama MİT -örgüt görüşmelerini ve Oslo sürecini irdeleyince MİT yetkilileri tarafından örgüte bu yönde sözler verilmiş olabileceğini düşünüyorum.
Uludere’de 34 vatandaşın ölümü vakasında TSK ve MİT içindeki unsurların eli var. Hakan Fidan’ın inkarına rağmen MİT “o gurubun içinde Fehman Hüseyin (http://www.yusufgezgin.com/tag/fehman-huseyin/) var!” diye defalarca istihbarat veriyor. Hakan Fidan son süreçlerde ne kadar etkilidir, ne kadar kusurludur bilinmez; ama MİT’in sadece PKK-KCK değil pek çok terör örgütünün kurulmasında ve yönetilmesinde etkin oluğu gayet iyi bilinir.
Yusuf Gezgin
Ancak son zamanlarda sanki koalisyonda çatlamalar var. Ortalıkta bir kısım dedikodular, söylentiler dolaşıyor. Özellikle Gülen cemaati ile hükümetin arasının limoni olduğu, açık olduğu yönünde, çok farklı, birbirine benzemez senaryolar üretiliyor. MİT ve yargının içinde olduğu son krizi bazıları hükümetle-cemaatin vuruşması şeklinde yorumluyorlar. Güya yargı cemaati temsil ediyor, MİT’de Hakan Fidan (http://www.yusufgezgin.com/tag/hakan-fidan/)’dan dolayı hükümet cenahını. Bana sorarsanız ne MİT gibi geçmişi karanlık, her darbede, iç çatışmada, ayrılıkçı örgütte parmağı olan bir kurum hükümeti temsil eder; ne de yargı cemaati. Sanki bu son olay gerilimin patlama noktası oldu. Birileri bardağı taşırdı ve gündeme “hükümet-cemaat vuruşması” oturdu. Şimdilerde Ergenekoncular, asker yandaşları, aristokratik elitler, beyaz vatandaşlar, masonik gruplar ve büyük beyaz sermayedarlar ellerini ovuşturuyorlar. Saltanatlarını yıkan, hâkimiyetlerini deviren, hortumlarını tıkayan, sistem üzerindeki tekellerini kıran hükümet-cemaat birlikteliğinde çatlağın oluşması bunları oldukça sevindirmiş ve ümitlendirmiş görünüyor. Eğer bir süre daha bu gerilim devam ederse, denkleme içeriden ve dışarıdan pek çok karıştırıcı girebilir ve iş, içinden çıkılmaz hale gelebilir.
Peki, olan nedir? Yargı-MİT-Emniyet, cemaat-hükümet denkleminde neler yaşanıyor?
İşin gerisine gitmek gerekirse cemaatin ve hükümet cenahının bir diğerinden bazı sıkıntıları ve şikâyetleri dile getiriliyordu. Hükümet cemaati:
Siyasete karışmakla ve hükümeti yönlendirmeye çalışmakla,
AKP’yi ele geçirmeye uğraşmakla
Kurumlarda kadrolaşarak, başkasına alan bırakmamakla
Bazı memurların ve bürokratların hükümete rağmen cemaat namına çalışmasıyla vs suçluyordu.
Cemaat cenahı ise hükümetin:
Cemaatin verdiği kayıtsız şartsız desteğe rağmen vefasız davrandığı, milletvekili seçimlerinde cemaate yakın adayların hepsini biçtiği
Kamu kurumlarından, özellikle üst düzey görevlerden cemaat elemanlarını uzaklaştırdığı ve ayırımcılık yaparak dışlamaya çalıştığı
Verilen desteğe rağmen hükümetin cemaati tehdit gibi gördüğü; düşünülüyor.
“Kadrolaşma” ve “devleti ele geçirme” gibi iddiaların aksine, cemaat; bürokraside ve üst düzey görevlerde, siyasi görevlerde cemaatin oy oranıyla kıyaslanmayacak kadar az temsil edildiğini söylüyor. Bu konuda “sayılsın kaç müsteşarımız, kaç valimiz, kaç genel müdürümüz, kaç vekilimiz, bakanımız var!” diye hodri meydan diyorlar.
Eğer arabozucuları ve fitne fesat odaklarını dinlerseniz akla ziyan yığınla şikâyet ve senaryo duyabilirsiniz. Bunların ne kadarı eğri ne kadarı doğru tartışılabilir. Ancak doğru olan bir şey var ki böylesi bir çatışmada kaybeden millet, ülke, hükümet ve Cemaat oluyor. Kazanan ise, Ergenekoncular (http://www.yusufgezgin.com/tag/ergenekoncular/)dan, beyaz vatandaşlara, masonik yapılardan muhalefete kadar diğer kesimler oluyor. Taraflar böyle bir kavga ve vuruşmanın varlığını kabul etmeseler de basında, sokakta herkes bunu konuşuyor. Dahası bu tartışmalar devletin birliğine ve bütünlüğüne; kuvvetler ayrılığına zarar veriyor. Hükümet ve Başbakanımız öfke ile hareket ederek son 10 yılda kendisine en çok katkıda bulunmuş, derin yapılardan ve militer zihniyetten kurtulmada kendisine en büyük desteği vermiş iki kesimi hedef alıyor ve hınçla bu kesimlerin üzerine gidiyor (emniyet ve yargı). Eğer bu gün hükümet 2002 yılındaki endişelerden korkulardan kurtulabilmiş ise bu emniyet ve yargının sayesindedir. 10 yıldır emniyet canla başla hükümetin emrinde çok başarılı işler çıkarmıştır. Düne kadar bağımsızlığından endişe duymadığı yargı Hakan Fidan’a dokununca, hükümet bu kurumların bütün hasenatını silmiş ve savaş ilan etmiştir. Böylesi bir tavır Ergenekon ve terörle mücadeleye zarar verebileceği gibi, hukuk devleti anlayışına da zarar verecektir. Üretilen ve kamuoyuna pompalanan “The Cemaat” vehminden, senaryolarından dolayı Başbakan ayağına değil, başına kurşun sıkıyor. Dahası devletin kurumlarına, terörle mücadeleye, güvenlik güçlerine, hukuk anlayışına ciddi zararlar veriyor. Kişiye özgü düzenlemeler yaparak, savcılara, emniyetçilere baskı yaparak, pek çok polis şefini dağıtarak dün Ferhat Sarıkaya’ya yapılanın benzerini, bir başka versiyonunu yapıyor.
Son dönemde pek çok organize çeteyi, devlet içinde yapılanmış derin yapıları, darbecileri sorgulayan ve demokratikleşmenin, hukuk devletinin, hükümetin önünü açan yargıyı bir kalemde silmek, daha iddianamesi yayınlanmamış, belgeleri açık edilmemiş bir soruşturmadan dolayı bir savcıyı linç etmek, yargıya alenen müdahale etmektir. Bu tutum ne demokrasiye, ne hukuk devletine ne de insaf ve adalete sığmaktadır. Bu arada güya hükümet yanında duran bazı medya ve yazar-çizer takımı 28 Şubat döneminde cemaate merkez medyanın yaptığını yapmakta, ağız dolusu küfürler ederek, cemaate yargısız infazda bulunmaktadırlar.
AKP ustalık döneminde kendisine sürekli destek veren unsurlara ihtiyaç duymaz, onları kolaylıkla gözden çıkarabilir hale geldi. Başbakan fazlaca bir özgüven içinde ve kendisini “güçlü!” görüyor. Kurak bir toprağa diktiği, meyve verip vermeyeceği belli olmayan bir Fidan’dan dolayı yıllardır ürün aldığı verimli arazileri yakıp yıkıyor. Bir çocuğuna dokunuldu diye vefalı, yararlı komşularını bir kalemde siliyor… Üzerlerine basarak iktidarını kurduğu ve pekiştirdiği iki kurumu ve o kurumların işini yapan elemanlarını devlet adamı ciddiyet ve basiretine sığmayacak şekilde cezalandırmaya, ezmeye çalışıyor. Hükümet 10 yıldır kendisine pür destek veren bir kurumu, geçmişi karanlık, darbeci, beynini beyazların oluşturduğu bir kuruma tercih ediyor; vefasızca ve hınçla bir kurumun (Emniyet) üzerine gidiyor. Oturduğu yerde baki kalacakmış hissiyle devletin temel dengeleriyle, kurumların genetiğiyle oynuyor.
Yaklaşık yüz yıl önce İttihatçılar da “tek doğru”, “tek vatansever” kendilerini görüp ülkeyi maceraya sokmuşlar, kurumların temel dengeleriyle oynamışlar, başkalarını dikkate almaksızın kararlar almışlar ve koca Osmanlı devletini 3-5 yılda dağıtmayı başarmışlardı. Şu anda AKP liderinde İttihatçıların özgüveni, enaniyeti ve gururu var. “Ustalık” ve “güç” hükümeti, başbakanı dostunu düşmanını ayırt edemeyecek kadar sarhoş etmiş görünüyor.
Bu gerilim ve kavga sürerse ne olur?
10 yıldır var olan bir koalisyon bozulur ve:
Hiç şüpheniz olmasın Silivri’de zincirlerini zorlayan Ergenekon dirilir, eskisinden bin beter ülkenin başına bela olur.
PKK-KCK azgınlaşır; terörle mücadelede ciddi zaaflar oluşur, Allah korusun dış güçlerin devreye girmesi ile süreç bölünmeye kadar gidebilir.
Merkez medya, masonlar (http://www.yusufgezgin.com/tag/masonlar/)tekrar alana iner ve başbakanlar, bakanlar merkez medyanın ve büyük sermayenin yeniden oyuncağı olur.
Dış politika çöker
Ekonomi gider
Yargı yara alır, hukuk devleti zedelenir; vatandaşın hukuka güveni kalmaz.
Militarizm yeniden köpürür ve demokratik kazanımlardan tavizler verilir.
Türkiye’nin ittifakla hareket etmiş, ülkenin kalkınması ve demokratikleşmesi için çalışmış iki kesim vuruşursa kaybeden sadece taraflar olmaz; Türkiye ve toplum kaybeder. İki testiden birisi kırılır, diğeri de ağır yara alır…
FİDAN BAHANE MAKSAT ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER!..
Son gerilimle ilgili ortaya atılan ve oldukça mantıklı olan tezlerden birisi de bu gerilimin hükümet tarafından kasıtlı olarak çıkarıldığı ve büyütüldüğüdür. Bu kaynaklara göre hükümetin derdi ne Hakan Fidan’dır ne de Cemaat. Bunların her ikisi de senaryonun malzemeleridirler. Ustalık döneminde oldukça kirlenen, mücahitlikten müteahhitliğe sıçrayan, gemicikleri çoğaltan, havuzları dolduran Hükümet ve Başbakanın çevresi bu durumun biliniyor olmasından ve bir şekilde karşısına çıkabilecek olmasından rahatsızdı. Bu tür davaları açabilecek, hükümetin usta siyasetçilerini ve bakanlarını veya onların yakınlarını sorgulayabilecek en önemli merci 250 denilen organize suçlarla ve terörle uğraşan özel yetkili mahkemelerdi. Hükümetin temel endişesi yargının ve bazı birimlerin hükümet üyelerinin ustalık faaliyetlerinden bir şekilde haberdar olmasıydı. Nasıl olsa Ergenekon ezilmiş, askerler hizaya sokulmuştu. Bundan sonra bu mahkemeler kendi organize suçlarıyla ilgilenebilir, oraya yönelebilirdi. İşte bu korkuyla hükümet işini yapan yargının Hakan Fidan’ı ifadeye çağırmasını problem yaptı, şiddetle tepki verdi ve olayı “bir cemaat hükümet kavgası”na dönüştürdü. Hükümet, Polis ve yargıyı hedefe koyarak bazı hırsızlıkları, ustalıkları görebilecek kadroları tasfiye etmeye; tasfiye edemediklerine de göz dağı vermeye başladı.
Bu strateji gereği hükümet, muhalefetin de destek vereceği özel yetkili mahkemeleri kaldıracak, böylece Ergenekoncu, KCK (http://www.yusufgezgin.com/tag/kck/)’lıların kurtarılması yanında hükümetin 10 yıllık defoları kapatılmış, ustalık marifetleri örtülmüş olacak. Bu teze göre Hakan Fidan ve cemaat olayın sadece malzemeleri. Asıl hedef AKP hükümetlerinin ardını temizlemek, organize suçlara bakan, AKP’lilerin yolsuzluklarını sorgulama ihtimali olan özel yetkili mahkemeleri devre dışı bırakmak!…
NOT: Güneydoğuda bir süredir örgüt halka: “biz devletle anlaştık, safınızı belirleyin!” diyor ve halkı yanında yer almaya zorluyordu. Ben bunu örgütün psikolojik harekâtı olarak görüyordum. Ama MİT -örgüt görüşmelerini ve Oslo sürecini irdeleyince MİT yetkilileri tarafından örgüte bu yönde sözler verilmiş olabileceğini düşünüyorum.
Uludere’de 34 vatandaşın ölümü vakasında TSK ve MİT içindeki unsurların eli var. Hakan Fidan’ın inkarına rağmen MİT “o gurubun içinde Fehman Hüseyin (http://www.yusufgezgin.com/tag/fehman-huseyin/) var!” diye defalarca istihbarat veriyor. Hakan Fidan son süreçlerde ne kadar etkilidir, ne kadar kusurludur bilinmez; ama MİT’in sadece PKK-KCK değil pek çok terör örgütünün kurulmasında ve yönetilmesinde etkin oluğu gayet iyi bilinir.
Yusuf Gezgin