fatih kısaparmak balon baskılı balon Darbe mağduru ülkücülerden ortak deklarasyon: Reformu destekliyoruz - AK Parti |AKParti Forum |AK Gençlik |Recep Tayyip Erdoğan |AKPARTİ Gençlik Forumu|

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Darbe mağduru ülkücülerden ortak deklarasyon: Reformu destekliyoruz


Ukbâ
04-11-2010, 10:02
12 Eylül darbesinin ardından cezaevinde işkencelere maruz kalan ülkücüler, anayasa paketine destek için deklarasyon yayımladı.
Mağdur arkadaşları adına bildiriye imza atan 39 ülkücü, "Türkiye bir yol ayırımındadır. Ya darbeleri ilelebet tarihe gömecek ya da öz vatanında esir muamelesi görmeye devam edecektir." dedi. Darbe döneminde ağır işkencelerden geçtiklerini, arkadaşlarının bazılarının asıldığını, bazılarının yıllarca hapis yattığını anlatan mağdurlar, yapılacak reformu yaşadıkları zulmün hesabını hukuk yoluyla sorabilme imkanı olarak görüyor. Darbe anayasasıyla yönetilmenin utanç verici olduğunu söyleyen ülkücüler, amaçlarını ise ülkede özgürlük, insan hakları ve çağdaş demokrasinin yerleşmesi olarak özetliyor.
Deklarasyonun öncülüğünü Manisa Ülkücüler Davası sebebiyle 11 yıl hapis yatan dönemin Ülkü Ocağı başkanlarından Avukat İrfan Sönmez yapıyor. Yürütme ve yasamanın yargı tarafından baskı altına alındığına işaret eden Sönmez, mevcut yapıda yargının bir muhalefet partisi gibi hareket ettiğinin anlaşıldığını belirtiyor. Sönmez, "Anayasa değişikliği, Türkiye'yi tek parti ideolojisinden kurtaracak ve devleti CHP'nin olmaktan çıkarıp milletin yapacak. Bu düzenlemeleri bir Türk milliyetçisi olarak destekliyorum." diyor.
http://medya.zaman.com.tr/2010/04/11/ulkuculer-hapiste-12-eylul.jpg
Deklarasyona imza koyanlardan birisi de ülkücü camianın önde gelen isimlerinden Ökkeş Şendiller. Türkiye'nin darbe ve darbe endişesinden kurtulması gerektiğini dile getiren Şendiller, aksi takdirde demokratikleşme ve millî irade konusunda mesafe alınamayacağını savunuyor. Şendiller, yeni anayasa ihtiyacını şu sözlerle dile getiriyor: "Aradan 30 yıl geçmesine rağmen bu manada ciddi bir adım atılamadı. 12 Eylül darbe anayasasının bir maddesinin bile değişmesi, millî irade bakımından en büyük arzumuz. O dönemle hesaplaşma yapılması lazım." Manisa davasında yargılananlardan dönemin Balıkesir Ocak Başkanı Ahmet Ulu da geçmişte mücadele veren ülkücülerin, ahde vefa olarak anayasa değişikliğine destek vermesi gerektiğini vurguluyor.
Deklarasyon metninde şu ifadeler yer alıyor: "Türkiye bir yol ayırımındadır. Ya darbeleri ilelebet tarihe gömecek ya da darbelerle yaşamaya, öz vatanında esir muamelesi görmeye devam edecektir. Darbelerle hesaplaşmanın yolu, darbecileri sanık sandalyesine çıkarmaktır. Bu bakımdan biz, 12 Eylül uygulamalarının mağduru Türk milliyetçileri olarak, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin kaldırılmasıyla ilgili düzenlemeyi ve anayasa taslağında hedeflenen değişiklikleri destekliyor, 12 Eylül mahkemelerinin verdiği kararların tüm sonuçlarıyla yok sayılmasını temenni ediyoruz. Bu tavrımız, ne bir partinin yanında olmak ne de bir partinin karşısında olmaktır. Bu tavrımız millî iradeden, milletin sözünün bütün sözlerin üstünde tutulduğu bir Türkiye'den yana olmaktır. Bu tavrımız, inançlarına ipotek konulan mazlum bir milletin hukukundan yana olmaktır. Bu tavrımız insan merkezli bir anayasadan, milletinin hâdimi bir devletten yana olmaktır. Bu düşüncelerle biz, 12 Eylül cuntasının mağduru ülkücüler ve Türk milliyetçileri olarak, mevcut anayasa değişikliği taslağına destek verdiğimizi, bu deklarasyona imza atarak bütün Türkiye'ye ilan ediyoruz."
Deklarasyona şu isimler imza attı: Ökkeş Şendiller, Yrd. Doç. Ahmet Tevfik Ozan, Hasan Kıvrak, Ferruh Gökçen, Zeynel Abidin Kıymaz, Ahmet Serdar Konurlu, Cengiz Ceylan, M.Cemal Erkoç, Muzaffer Onüçyıldız, Hasan İlter, Murat Sancak, Atalay Acarol, Mehmet Güleç, Naci Akgül, Vedat Demirezen, Ali Aksakal, Bülent Avcı, Osman Gündüz, Taylan Çoklar, Bayram Kartal, Soner Coşkun Bıyık, Ahmet Akkale, Kemal Tekoğlu, Toker Esendağ, Kemalettin Koca, Muhittin Yanık, Gürsel Başdemir, Necmi Rıza Akdinç, Reşat Ahlatlı, Adnan Akdağ, Yılmaz Şişmanlar, Hamza Özkızılcık, Ayet Serbest, Ahmet Ulu, İrfan Sönmez, Ömer Sağdıç, Yusuf Akgül, Sadık Kısır, Servet Arslaner. Sivil ve demokratik anayasa isteyen ülkücülerin görüşleri şöyle:

Ökkeş Şendiller: Yeni bir sivil anayasa yapılmasından yanayız. 12 Eylül acısını hücrelerine kadar yaşamış insanlar olarak, millete zorla kabul ettirilmiş bir anayasanın değiştirilmesinin millî irade bakımından önemine binaen, arkadaşlarımızla bir deklarasyon hazırladık. Avukat İrfan Sönmez: Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu, yürütme ve yasamanın yargı tarafından baskı altına alındığı, tıkandığı, yargının bir muhalefet partisi gibi hareket ettiği anlaşılmıştır. Anayasa değişikliği taslağını, tek parti ideolojisinden kurtaracak ve devleti CHP'nin olmaktan çıkarıp milletin yapacak düzenlemeleri de içerdiğinden, bir Türk milliyetçisi olarak destekliyorum.



Darbe mağduru ülkücülerden ortak deklarasyon: Reformu destekliyoruz
Ahmet Ulu: Darbe mağduru olarak 12 yıla yakın cezaevinde kaldım. Bu baskıcı anayasanın reddinin, bir insanlık ve vatanseverlik görevi olduğuna inanıyoruz.
Hasan Kıvrak: Yeni anayasa teklifinin eksikleri olabilir ancak Parlamento tarafından hazırlandığı için bütün ihtilâl anayasalarından daha ehvendir. Kendilerinin de ihtilâl mağduru olduğunu söyleyen siyasilerin, darbe anayasasına hâlâ ne diye destek verdiğini anlamıyorum. Avukat Hasan İlter: Darbe sürecinde hem sağdan hem soldan binlerce insan yargılandı. Birçok kişi, suçsuz yere cezalara çarptırıldı. Anayasa'nın 12 Eylül'le ilgili geçici 15. maddesinin kaldırılıp ihtilâl mahkemelerinde verilmiş bütün kararların yok sayılmasını istiyoruz. Ülkücü isimler yıllarca hapis yattı


İrfan Sönmez, Manisa ülkücüler davasında 11 yıl cezaevinde kaldı.
Ökkeş Şendiller, Kahramanmaraş davasında 3,5 yıl cezaevinde kaldı.
Ahmet Tevfik Ozan, Ankara ülkücüler davasında 5,5 yıl cezaevinde kaldı.
Hasan Kıvrak, Konya ülkücüler davasında 10 yıl cezaevinde kaldı.
Ferruh Gökçen, Burdur ülkücüler davasında 7,5 yıl cezaevinde kaldı.
Cengiz Ceylan, İzmir ülkücüler davasında 10 yıl cezaevinde kaldı.
M.Cemal Erkoç, Konya ülkücüler davasında 10 yıl cezaevinde kaldı.
Ahmet Akkale, Kayseri ülkücüler davasında 9 yıl cezaevinde kaldı.
Muhittin Yanık, Aydın ülkücüler davasında 10 yıl cezaevinde kaldı.
Ahmet Ulu, Balıkesir ülkücüler davasında 10 yıl cezaevinde kaldı.
ZAMAN (http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=971777&title=darbe-magduru-ulkuculerden-ortak-deklarasyon-reformu-destekliyoruz)

Gönülden
04-11-2010, 17:07
Darbe yapmak için gençlerin birbirine düşürüldüğü ve bu süreçte birçok arkadaşını idam sehpalarında kaybeden duyarlı herkesin yapması gereken bir harekettir bu...cuntacıların yargılanması, siyasallaşmış yargının HSYK güdümünden kurtarılıp şeffaf bir seviyeye getirilmesi ve özgürlüklerin önünün açılması yolunda tabanı ne olursa olsun tüm halkın hassas olması gereken bir mevzu...
Bu bağlamda güzel ülkemin her tarafında yapılacak eylemlere,yayınlanan deklarasyonlara olumlu bakıyorum...
Paylaşım için teşekkürler sevgili Ukbâ

Ukbâ
04-11-2010, 19:08
Yorumunuz için ben teşekkür ederim gönülden hanım.

İlk anda 12 eylül darbesi ile zorla dayatılan anayasa değişikliği fırsatını kaçırmak istemeyenlerin başında ülkücüler ve solcular gelmesi gerekir iken bunların siyasi uzantılarının aldığı tavırlara anlam vermek mümkün değil , politik cıkar uğruna yapılması gerekli olana direnmek geçmişte yaşanılan acılara karşı nasıl yüzeysel kalındığını görüyoruz . Siyasetin illaki ahlaklısı lazım üç beş oy için maymun olmaya gerek yok zamanında bu mağduriyet üzerinden prim yapan siyasilerin şimdi 12 Eylül anayasasına göbekten bağlı oluşlarını temaşa etmek çok acı .

Aşk-ı Ak
04-12-2010, 03:33
Artık sivil bir anayasa yapma zamanı geldi..!

Fihi Ma-Fih
04-12-2010, 05:02
Sonuna kadar sivil bir anayasa bu çogunluk bu güce sahip

Akl-ı Selim
04-12-2010, 08:57
Darbeciler ve darbecilerin şuursuz müdafileri o günlerin üzerlerinde nasıl bir etki bıraktığını ve neleri kaybettklerini bir düşünüp empati yapabilselerdi ; zannediyorum bugün ülkücülerin aldığı tavrı almayanları esefle kınayacaklardı.Bugün dengeler değişirken ağır basan kefe herzaman ilelebet bazıları olmayacak.Zaten sorun burada böyle düşünenler dengelerin birgün değişeceğini hiç düşünmemişlerdi ve bu onlarda şuan bir infial meydana getirdi..................

El Emin
04-12-2010, 09:02
Ya Bdp-Chp-Mhp Sabah akşam kalkıp biz desteklemiyoruz desinler.Emin olun tabanları referandumda evet oyunu kullanacaklar.Çünkü milletin acısı var darbeci anayasadan.Ve Yeni Anayasanın geleceği aşikar.

Ukbâ
04-12-2010, 14:07
Darbeciler ve darbecilerin şuursuz müdafileri o günlerin üzerlerinde nasıl bir etki bıraktığını ve neleri kaybettklerini bir düşünüp empati yapabilselerdi ; zannediyorum bugün ülkücülerin aldığı tavrı almayanları esefle kınayacaklardı.Bugün dengeler değişirken ağır basan kefe herzaman ilelebet bazıları olmayacak.Zaten sorun burada böyle düşünenler dengelerin birgün değişeceğini hiç düşünmemişlerdi ve bu onlarda şuan bir infial meydana getirdi..................

Siyasi menfaatler söz konusu olduğunda geçmişte yaşanılanlardan tecrübe edinmemek ahmak insanların hasletidir.

Ukbâ
04-12-2010, 19:32
TÜRKİYE NÜFUSUNUN YÜZDE 75'İ DARBE NEDİR BİLMİYOR
12 Eylül askerî darbesini hiç bilmeyenler, 71 milyonluk Türkiye nüfusunda 54 milyon insan anlamına geliyor. 12 Eylül darbesi yapıldığında yaşı 15'in üzerinde olanların içindeki bir kısım insanların ise hafızası bir hayli zayıflamış gözüküyor maalesef. Bu nedenle bir kere daha o keskin soruyu sormak, bu konuda laubali yaklaşımlar sergileyenlere yeniden sual etmek isterim: Darbe olduğunda nasıl bir insanlık suçunun işlendiğini hatırlıyor musunuz?
Darbe olduğunda ilk önce hukuk askıya alınır. Vatandaşın vergisiyle alınmış üniformalar bir anda kendine duyulan saygıyı unutuverir. İnsanlar askerî cemselere bindirilir, bilinmeyen yerlere götürülür, insanlar daha evlerinden alınırken dipçiklerle dövülür, götürülecekleri yere giderken bir kısmı gözden kaybolur, diğer kısmı daha varacakları yere varmadan kanlar içinde kalır... Birisi gözaltına alındı mı, onun arkasını aramak, sormak suç sayılır. Evladının hangi karakolda sorgulandığını bilemeyen anneler ağlar gece boyunca, babaların yüreği dağlanır her telefon sesinde. 20 yaşında gencecik erlerin, tanımadığı gençlere sopa atmak zorunda kalması; hatta babaları yaşındaki insanları dövmek mecburiyetinde bırakılması nasıl derin bir travmadır, düşünebiliyor musunuz? Daha kötüsü de var: 12 Eylül darbesinde gözaltı süresi 90 güne çıkarılmıştı. Şimdi bu süre 2 gün; farkı siz hesaplayın gayrı. 2 gün yetmezse savcılar 2 gün daha talep ediyor. Yani, şimdi sorgulananlar en fazla 4 gün karakolda tutulabiliyor; üstelik avukatlarını yanlarında görmek isteyebiliyor, susma haklarını kullanabiliyorlar. Darbe döneminde yakınınızı, atılı suçu kabullenmeniz için getirirlerdi. Hiçbir şeyden haberi olmayan o insanları da döver, onlara da söver; hatta onlara da işkence yaparlardı. 90 gün içinde çözülüp sorgulayıcıların her dediğine evet demezseniz, ikinci bir hukukî süreç (!) devreye girer, sizi bir hapishaneye götürürler, akşam tekrar karakola alarak yeni bir 90 gün daha başlatırlardı.
KİMSEYE ANLATILAMAYACAK HATIRALAR...
Onlarca demiyorum, yüzlerce, binlerce işkence olayı var ki; insanlar annelerine babalarına, eşlerine anlatamazlar, yaşadıklarıyla öbür âleme gitmeyi tercih ederlerdi. Sadece şu misal bile yeter de artar. Daha sonra bir siyasî partinin başına geçen bir yiğit adam evlendiğinde uzun zaman çorabını çıkarmaz; hanımı kuşkulanınca sırrını açıklamak zorunda kalır. 12 Eylül'de çekilen tırnaklarını eşi görsün istememektedir. İŞTE DARBENİN HUKUKU BUDUR!
Yüzlerce örnek sayabiliriz. Sağcısıyla solcusuyla, dindarıyla dinsiziyle herkesin yaşadığı darbe hatıralarını derlemeye kalksanız onlarca ciltten oluşan kitaplar çıkar ortaya. Mesela Kafes Eylem Planı denen o korkunç planın içeriğindeki ürkütücülük bir yana 12 Eylül'ü yaşayanlar için başka çağrışımları da vardır. Kafes, Mamak Askerî Cezaevi'nde herkesin ilk gece yattığı hücrenin adıdır. Herkes ilk geldiğinde oraya alınır. Dört tarafınız demir parmaklık. Etrafta her dakika insanlar talim yapıyor ve boş koridorları inletiyor. Yanınızdan geçen ve hançeresi yırtılırcasına bağıran mahkûmlar 'Her şey vatan için' derken 20 yaşında bir genç sizin ellerinize sürekli cop vuruyor. Niçin biliyor musunuz? Güya yüzüne bakmışsınız. Yüze bakmak, Mamak'ta en büyük suçmuş meğer. Bir de döve döve söyletilen İstiklâl Marşları var. Bir rütbeli başınıza dikiliyor ve 'Atatürk ilkeleri ezberleneceeeek!' diye haykırıyor. Ülkücüler 'Atatürk ve milliyetçilik' faslını okurken, solcular da 'Atatürk ve devrimcilik' bölümünü bilmem kaç yüzüncü kere sesli bir şekilde okuyor. Böylece 'herkes Atatürkçü yolda bilinç sahibi' ediliyor. Darbecilerin Atatürkçülüğü böyle bir şeydi; döve döve öğretilen bir şey...
ORTADA HİÇBİR ŞEY YOKMUŞ GİBİ NASIL DAVRANILIR?
Daha anlatayım mı? İzmirli bir er, adı Sabri, Üsteğmen H.K.'nin yaptığı işkence yetmiyormuş gibi sorguya götürülecek akranlarına nizamiye hücresinden sorgu odasına götürene kadar küfrediyor. H.K., vatan için işkence yaptırıyor. Vücutlarına elektrik verilmiş gencecik insanları on küsur gün sonra ancak görebilen Güven Yüzbaşının gözleri doluyor. Ama işten geçmiş, delil olmadan, belge olmadan, bilgi olmadan gençler kodeslerde çürümeye mahkûm edilmiş çoktan. Sonra H.K. bir gün PKK'lı çıkıyor ve üniforması elinden alınıyor. Ya o gençler? Çoğu eğitimini tamamlayamıyor, işkence izlerini hayatlarının sonuna kadar saklıyor. Peki ya o işkenceci subaylar? Çocukları yaşındaki gençlere işkence yaptıktan sonra evlerine gidip nasıl yemek yiyebiliyor, yavrularına nasıl hasretle sarılabiliyor, çocuklarının gözlerinin içine nasıl bakabiliyordu? Herhalde onlar da bu vahşetten üzüntü duyuyorlardı; ancak yapacak bir şey yoktu. Darbe, denetimsiz yetki sahibi kişileri çılgına çevirmişti. Kanun yoktu, nizam yoktu, şikâyet edecek yetkili bir merci yoktu. Olamazdı da: Çünkü her darbe bir tür eşkıyalıktır, kanunsuzluktur, hukuksuzluktur ve dünyanın her yerinde aynıdır... Darbe deyip geçmeyelim lütfen. Kim, ne hakla cunta kurma yetkisini kendinde görebilir ki! Eğer bu çağda birileri hâlâ darbe yapmayı düşünecek kadar çıldırmışsa tabii ki yargı, bunun hesabını sormak zorunda. Hiç kimseyi baştan suçlu ilan etmek doğru değil tabii ki! Ama ortada net belgeler var, bilgiler var. Darbe planlarına karışan isimler var, silahlar var, bombalar var, krokiler var, suikastlar var, kaos planları var... Bütün bunlar ortadayken hiçbir şey yokmuş gibi davranmak büyük bir hata. Tabii ki hukuk işleyecek. Ortada hiçbir şey yokken birileri darbe planı yapmakla suçlanmıyor ki! Mesela Dursun Çiçek. Adam için 8 kez kriminal laboratuvar raporu verilmiş ve bütün bilimsel incelemeler belgeye 'Çiçek'in elinin ürünüdür' diyor. Buna rağmen ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranmak akılla, mantıkla izah edilebilir mi?

Sivil
04-12-2010, 19:45
Boşuna demiyoruz aklıselim ülkücüler eskide kaldı diye,Bahçeli bunlara da urgan atar şimdi :hihi2:

Ukbâ
04-12-2010, 19:48
Boşuna demiyoruz aklıselim ülkücüler eskide kaldı diye,Bahçeli bunlara da urgan atar şimdi :hihi2:
:) Yalnız bunlar kof ülkücüler değil samimi olanları, cesaret edeceğini sanmıyorum harcalar adamı :)

Ukbâ
04-13-2010, 10:39
Darbeyi önlemenin altın kuralı
Öteden beri darbecilik bu milletin geleceğini tehdit ediyor. Toplumun şuuraltında korkuya sebep oluyor. Boşuna değil bu korku. 36 padişahtan 12'si askerî isyanlarla tahttan indirildi.
Bunun birkaç katı sadrazam da aynı metotla alaşağı edilmişti. İttihat ve Terakki'nin gizli örgütlenmesi, ilerleyen yıllarda bir cuntacılık geleneğinin doğmasına sebep oldu. Cumhuriyet'in ilanından sonra Atatürk, devleti, önemli bir oranda, İttihatçılardan temizledi. Büyük bir tasfiye yaşandı.
Cumhuriyet dönemindeki cuntacılığın şirazeden çıkışı 27 Mayıs darbesiyle başladı. Cuntacılar sadece demokrasiyi altüst etmedi; TSK'nın köküne kibrit suyu döktü. Binlerce subay emekliye sevk edilirken bazı gazeteler darbe yanlısı yayınlar yaparak "Ordumuz gençleşti" diye manşet atıyordu. 27 Mayıs bir virüstü. Başka hastalıkları da tetikledi. Art arda cuntalar oluştu. Bugün bile cuntacılık o müptezel pervasızlığın devamıdır. Her on senede bir demokrasiye bir şekilde müdahale edildi. Hâlâ da müdahale edilebilir...
VERGİ ALIRKEN HERKES VATANDAŞ
Darbe geleneğini ortadan kaldıracak pek çok önlem söylenebilir. Hepsi de önemli. Ancak öyle bir konu var ki, o konuda gereken şuur oluşmadıkça hiçbir mesele halledilemez. Darbeyi sorgulayacak en önemli faktör, insanların ödediği verginin arkasında durmasıdır. Çünkü askerin elindeki silah o vergilerle alınıyor. Vatandaşın ödediği vergiyle alınan ve görevi gereği emanete verilen silahların vatandaşa çevrilmesi mümkün değildir. Hangi mantıkla bütün temel masrafları karşılayan halka karşı silah doğrultulabilir?
Ne yazık ki Türkiye'de insanların büyük bir kısmı vergi verdiğinin bile farkında değil. Maaşlardan yapılan doğrudan kesintiler devletin en büyük gelir kapılarından biri. İşadamlarının ödediği vergiler olmasa devlet aslî işini yapamaz hale gelir. Üstelik her fert, araba alırken, ev alırken, benzin alırken, cep telefonu kullanırken vs. vergi ödüyor. Vergisiz aldığımız tek şey nefesimiz. Doğrudan ya da dolaylı olarak ödediğimiz vergiler bu devleti ayakta tutuyor. Ayakta kalsın, sonsuza kadar payidar olsun; ancak devletin halk için var olduğunu, millet olmadan devletin bir anlam ifade etmeyeceğini, üstelik hayatiyetini sürdüremeyeceğini bilsin...
Vergi meselesinin bir başka boyutu daha var: Devlet denilen mekanizma vatandaşlar arasında ayrım yapmaksızın herkesten vergi talep eder. Bu talebi yaparken vergi mükellefleri arasında hiçbir ayrım yapamaz. Vergi toplanırken insanlara "sağcı, solcu, dinci, dinsiz, Alevi, Sünni, Kürt, Türk" gibi ayrımlar yapamaz. Kılığına, kıyafetine bakmaksızın herkesten vergi toplayan devlet, her ferdi de inanç ve hayat tarzına bakmaksızın askere alır, 'vatanî görevi'ni yerine getirmesini ister, emreder. Vergi alırken ayrım yapamayan devlet ya da o devletin kurumları, hizmet verirken halkın arasına nifak sokamaz. Vatandaşın somut bir suçu varsa, güvenlik güçleri ve mahkemeler harekete geçer ve suçun hesabı sorulur. Ortada suç yoksa insanlar "iç tehdit" ya da "iç düşman" muamelesine maruz kalamaz, kalmamalı. Çünkü insanlar kanunlara riayet ettiği ve vergisini ödediği sürece birinci sınıf vatandaş olmayı hak etmektedir. Modern devlet anlayışı da budur; vatandaşlık tanımı da bu çerçevede yapılmaktadır.
Vatandaşlık görevini yerine getirmek, vatandaşlık hakkını kazanmak anlamına gelir. Siyasi tercih de vatandaşlık hakkıdır. Sandık ortaya çıktığında herkesin bir oy hakkı var. İnsanlar istiyorsa oraya iradesini koyar ve tercihini yansıtır. Türkiye'deki seçime katılım dünyanın pek çok ülkesinden çok ileride. Amerikan seçimlerinde seçmenlerin yüzde 50'sinin oy vermesi çoğu kez sağlanamıyor. Türkiye'de ise halkın seçime katılımı yüzde yetmişlere, seksenlere ulaşıyor. Demek ki vatandaş nasıl bir yönetim istediğine dair sorumlu bir tutum sergiliyor. Manzara buyken, "Bu insanlar nasıl yönetilmesi gerektiğini bilemiyor. Bu cahilleri tedip etmek lazımdır." diyerek silahlı güçleri devreye sokmak korkunç bir hatadır.
Tam da bu noktada karşımıza şu çarpıcı soru çıkar: Niçin her fert silah taşımaz da asker-polis silah taşır? Çünkü güvenlik güçlerinin silah taşıması vekâleten ve emaneten yapılan bir iştir. Devlet, bireylerden vergi toplayarak bir bütçe oluşturur ve o bütçeyle hem yol, baraj gibi hizmetler verir hem de asayişi sağlar ve dıştan gelecek tehlikelere karşı önlemler geliştirir. Dolayısıyla vatandaş, ödediği vergilerle polise ve askere der ki: "Benim ödediğim paralarla silah ve mühimmat al ve beni, benim ülkemi koru." Askerdeki silahın meşruiyeti halkın o kişilere verdiği görevden dolayıdır. O görevlendirme başta Meclis olmak üzere devlet denen mekanizmayı yöneten meşru yönetimle gerçekleştirilir. Tek tek her ferdin kamu hizmetini yapması ve genel güvenliği sağlaması mümkün olmadığı için devlete bu tür görevlendirmeler yapılır ve yetkiler verilir. Meşruiyetini halktan alan silahlı güçler, halkın iradesini temsil eden Meclis'e ya da o Meclis'i oluşturan iradenin doğrudan kendine silah doğrultamaz. Bu nedenle darbecilik suçtur; insanlık suçudur.
BAŞBUĞ DA DİKKAT ÇEKMİŞTİ
Sayıştay'ın bütün devlet birimlerini denetleyebildiği halde TSK'yı denetleyememesi de kocaman bir demokrasi ayıbıdır. Buna modern bir ordunun karşı çıkması düşünülemez. Tam da bu nedenle Türkiye, AB raporlarında ağır eleştirilere hedef oluyor. Çünkü demokratik bir ülkede her kurum şeffaf bir yapıya kavuşmak zorundadır. Özel durumların istisnai hali, sınırlı bir çerçevedir; o çerçeveyi bütün bir kuruma şemsiye yaptığınızda çağın dışına çıkmış olursunuz... Kilidi çözecek formül şu: Bir yandan insanlar ödediği verginin ve elde ettiği vatandaşlık haklarının arkasında durarak güvenliğini sağlama görevini verdiği güçlere, "Hayır! Sana silah kullanma hakkını ben verdim. Onu bana karşı kullanamazsın." diyecek. Diğer yandan da askerler modern orduların mantığı çerçevesinde kendini yeniden tanımlayarak vatandaşlara karşı mükellef, her türlü sorgulamaya açık olduğunu bilecek. Zaten Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da, 14 Nisan 2009 tarihli Harp Akademileri konuşmasında bu konuya dikkat çekerek, "Silahlı Kuvvetler'in halkın vergileriyle oluşturulduğu unutulmamalıdır." demişti. Özellikle sivillerin, Silahlı Kuvvetler'in bu özelliğini unutmaması şart. Halkın bir siyasi partiyi iktidara taşımasına askerin saygı duyması şart. Çünkü herhangi bir siyasi partiye emaneten iktidar koltuğunu veren vatandaş, askere de üniformasından tankına kadar her şeyi emaneten veriyor. Vergi verenin en tabii hakkı emanetin muhafaza edilmesidir. Hem sivil buna saygı duymak zorunda hem asker...


Ekrem Dumanlı

El Emin
04-13-2010, 21:15
Evet siyasette kalanlarda ya parti kurdular yada değiştirdiler.