Cihannur
06-15-2014, 10:37
Etyen Mahçupyan
http://imagizer.imageshack.us/v2/xq90/837/u8lq.jpg
İhtilalin açtığı yolda
Devrimcilerin işi kolaydır. Var olan sistemi ortadan kaldırır, insanlarını ve güç ilişkilerini tasfiye eder, yerine hayalinizdeki sistemi oturtursunuz. Ne var ki toplumsal gerçek belirli bir zihniyet çerçevesi içinde şekillenir. Eğer devrim, zihniyeti değiştirmeyi hedeflemiyorsa kolayca hayata geçer, ama bir süre sonra her şey eskiye dönme istidadı gösterir. Buna karşılık zihniyet değişikliğini ima ediyorsa, devrim sonrasında uzun vadeli ve geriye dönüş imkânı da içeren bir gerilim dönemi başlar.
Türkiye’de de bugün bir devrimsel dinamik yaşanıyor. Ama bu, hayallerini zamana yayan, eski sistemi içerden dönüştürerek ayakta tutmak isteyen bir girişim. Söz konusu yöntem kültürel kimliğe atfedilen ‘meşruiyet açığını’ da kapatıyor. Çünkü bu dinamik horlanmış ve dışlanmış bir çeperi, aydınlanmış ve medenileşmiş olduğu varsayılan merkez karşısında özneleştiriyor. Söz konusu farklılaşma sosyoekonomik bir olgu değil. Nitekim o çeperden gelen birçok büyük iş adamımız, hatta başbakan ve cumhurbaşkanımız var.
Bu farklılaşmanın temeli sosyokültürel… Yani kitleleri kapsıyor, onları kimliksel olarak tanımlıyor ve sınırlarını çiziyor. Geçmişteki başarı hikâyeleri geride kalan yığınla ilgili algıyı değiştirmemişti. Başarı ‘geri’ olan güruhun içinden kopmayı becererek ‘ileri’ olan kesime intibak etmeyi gerektiriyor, böylece kendisini ‘ileri’ sayan kesimin gözünde ‘geri’ olanların konumu daha da normalleşiyordu.
Cumhuriyet’in ilk seksen yılı bu model üzerinden oluşmuş olan kültürel hegemonyaya tâbi oldu. Son on yılda değişen şey bu algının gerçeklik zemininin buharlaşmasıdır. Bugünün postmodern dünyası ‘ileri’ olmaya epeyce relativist bir bakışla yaklaşırken, küreselleşmenin getirdiği imkânlar da yereli merkezden bağımsızlaştırdı. Çeper bağımsız bir özneye dönüştü ve Türkiye’nin ideolojik toplumsal yapılanmasına tepki olarak kendisini sosyokültürel bir kimlikleşmeye açık tuttu. Basitçe söylersek, Anadolu’nun hızla büyüyen orta sınıfının salt iktisadi bir güç olarak ele alınması, yaşanmakta olan değişimi anlamayı engeller. Yeni orta sınıf kendisini bir kimlik olarak da sunuyor ve bu kimlik büyük ölçüde İslami. Öte yandan dindarlığın kendisi esniyor ve çeşitleniyor. Böylece İslami kimlik salt dinsel bir muhteva içermektense, belirli bir hayat tarzının ve sosyal ağın parçası olmayı ima ediyor. Dahası söz konusu hayat tarzı da dünyaya entegrasyonu hedefleyen, farklılığa açık bir bakışı yansıtıyor. Türkiye’deki muhafazakârlar arasında yapılan çalışmalar ‘ılımlı’ muhafazakarlığın arttığını, hoşgörünün yükseldiği söylemese de hoşgörüsüzlüğün azaldığını ortaya koyuyor.
AKP bu değişimin ‘çocuğudur’… Sosyolojik dönüşümü takip etme ve yansıtma zorunluluğu, bu partiyi merkezle verdiği mücadeleyi bir ‘devrim’ sertliğinde yapmaktan alıkoydu. Amaç ‘tereyağından kıl çeker gibi’ sistemin zihniyetini ve işleyişini dönüştürmek ama yapısını korumaktı. Bu amaç hâlen geçerli ve yöntemde bir değişiklik olma ihtimali gözükmüyor. Kader bu partinin önüne zor olan yolu çıkardı. Bir gecede devrim yapıp hayatı değiştirme yolu kapalıydı, çünkü hareketin gücü zemindeki sosyolojik değişimden kaynaklanmaktaydı. Devrimler ideolojik bağlılık ister… Oysa AKP’nin misyonu değişim hâlindeki bir ideolojik tutumun kendine özgü macerasından besleniyordu. İslamiyet sadece kuşatıcı bir kimlikti. Onu bir siyasi ideolojinin hamuru hâline getirmek mümkün değildi ve artık hiç değil…
Mahkûm olunan zor yol, AKP’yi de sıkça savurdu ve bundan sonra da savurmaya devam edebilir. Otoriterleşme tespitlerinin tümü haksız değil. Ancak nedeni sorgulandığında karşınıza farklı bir tablo çıkıyor. Bütün siyasi aktörlerin otoriter zihniyette davrandığı, alan kavgası yaptığı, rakibini zor durumda bırakmak için her türlü çabayı sarf ettiği bir süreçten geçiyoruz. Zamana yayılmış bir halk ihtilalinin içinde yüzerken devrim sonrasının çatışmalarını da yaşıyoruz, çünkü değişim artık merkezi de vuruyor. İktidar ise bu sancılı yolu geçerken eskinin insanlarını, sistemlerini ve yöntemlerini taşımak zorunda kalıyor. Bunun anlamı çatışmanın özellikle devlet bürokrasisi içindeki kılcal damarlara nüfuz etmesidir.
Türkiye kendince bir geçiş modeli üretmiş durumda. Devrim yaşamadık. Ama yaşanmakta olan toplumsal dönüşümün merkez üzerinde devrimsel etkileri var. Eski yapıya geri dönüş yolu kapandığında iktidarın otoriterliği de ters tepmeye başlayacak ve çok muhtemelen farklı bir iktidar anlayışı ile karşılaşacağız. Çünkü AKP’nin ona ruhunu veren zemine aykırı konum alarak var olabilmesi mümkün gözükmüyor…
Kaynak (http://www.aksam.com.tr/yazarlar/etyen-mahcupyan/ihtilalin-actigi-yolda/haber-315956)
Akşam 15.06.2014
http://imagizer.imageshack.us/v2/xq90/837/u8lq.jpg
İhtilalin açtığı yolda
Devrimcilerin işi kolaydır. Var olan sistemi ortadan kaldırır, insanlarını ve güç ilişkilerini tasfiye eder, yerine hayalinizdeki sistemi oturtursunuz. Ne var ki toplumsal gerçek belirli bir zihniyet çerçevesi içinde şekillenir. Eğer devrim, zihniyeti değiştirmeyi hedeflemiyorsa kolayca hayata geçer, ama bir süre sonra her şey eskiye dönme istidadı gösterir. Buna karşılık zihniyet değişikliğini ima ediyorsa, devrim sonrasında uzun vadeli ve geriye dönüş imkânı da içeren bir gerilim dönemi başlar.
Türkiye’de de bugün bir devrimsel dinamik yaşanıyor. Ama bu, hayallerini zamana yayan, eski sistemi içerden dönüştürerek ayakta tutmak isteyen bir girişim. Söz konusu yöntem kültürel kimliğe atfedilen ‘meşruiyet açığını’ da kapatıyor. Çünkü bu dinamik horlanmış ve dışlanmış bir çeperi, aydınlanmış ve medenileşmiş olduğu varsayılan merkez karşısında özneleştiriyor. Söz konusu farklılaşma sosyoekonomik bir olgu değil. Nitekim o çeperden gelen birçok büyük iş adamımız, hatta başbakan ve cumhurbaşkanımız var.
Bu farklılaşmanın temeli sosyokültürel… Yani kitleleri kapsıyor, onları kimliksel olarak tanımlıyor ve sınırlarını çiziyor. Geçmişteki başarı hikâyeleri geride kalan yığınla ilgili algıyı değiştirmemişti. Başarı ‘geri’ olan güruhun içinden kopmayı becererek ‘ileri’ olan kesime intibak etmeyi gerektiriyor, böylece kendisini ‘ileri’ sayan kesimin gözünde ‘geri’ olanların konumu daha da normalleşiyordu.
Cumhuriyet’in ilk seksen yılı bu model üzerinden oluşmuş olan kültürel hegemonyaya tâbi oldu. Son on yılda değişen şey bu algının gerçeklik zemininin buharlaşmasıdır. Bugünün postmodern dünyası ‘ileri’ olmaya epeyce relativist bir bakışla yaklaşırken, küreselleşmenin getirdiği imkânlar da yereli merkezden bağımsızlaştırdı. Çeper bağımsız bir özneye dönüştü ve Türkiye’nin ideolojik toplumsal yapılanmasına tepki olarak kendisini sosyokültürel bir kimlikleşmeye açık tuttu. Basitçe söylersek, Anadolu’nun hızla büyüyen orta sınıfının salt iktisadi bir güç olarak ele alınması, yaşanmakta olan değişimi anlamayı engeller. Yeni orta sınıf kendisini bir kimlik olarak da sunuyor ve bu kimlik büyük ölçüde İslami. Öte yandan dindarlığın kendisi esniyor ve çeşitleniyor. Böylece İslami kimlik salt dinsel bir muhteva içermektense, belirli bir hayat tarzının ve sosyal ağın parçası olmayı ima ediyor. Dahası söz konusu hayat tarzı da dünyaya entegrasyonu hedefleyen, farklılığa açık bir bakışı yansıtıyor. Türkiye’deki muhafazakârlar arasında yapılan çalışmalar ‘ılımlı’ muhafazakarlığın arttığını, hoşgörünün yükseldiği söylemese de hoşgörüsüzlüğün azaldığını ortaya koyuyor.
AKP bu değişimin ‘çocuğudur’… Sosyolojik dönüşümü takip etme ve yansıtma zorunluluğu, bu partiyi merkezle verdiği mücadeleyi bir ‘devrim’ sertliğinde yapmaktan alıkoydu. Amaç ‘tereyağından kıl çeker gibi’ sistemin zihniyetini ve işleyişini dönüştürmek ama yapısını korumaktı. Bu amaç hâlen geçerli ve yöntemde bir değişiklik olma ihtimali gözükmüyor. Kader bu partinin önüne zor olan yolu çıkardı. Bir gecede devrim yapıp hayatı değiştirme yolu kapalıydı, çünkü hareketin gücü zemindeki sosyolojik değişimden kaynaklanmaktaydı. Devrimler ideolojik bağlılık ister… Oysa AKP’nin misyonu değişim hâlindeki bir ideolojik tutumun kendine özgü macerasından besleniyordu. İslamiyet sadece kuşatıcı bir kimlikti. Onu bir siyasi ideolojinin hamuru hâline getirmek mümkün değildi ve artık hiç değil…
Mahkûm olunan zor yol, AKP’yi de sıkça savurdu ve bundan sonra da savurmaya devam edebilir. Otoriterleşme tespitlerinin tümü haksız değil. Ancak nedeni sorgulandığında karşınıza farklı bir tablo çıkıyor. Bütün siyasi aktörlerin otoriter zihniyette davrandığı, alan kavgası yaptığı, rakibini zor durumda bırakmak için her türlü çabayı sarf ettiği bir süreçten geçiyoruz. Zamana yayılmış bir halk ihtilalinin içinde yüzerken devrim sonrasının çatışmalarını da yaşıyoruz, çünkü değişim artık merkezi de vuruyor. İktidar ise bu sancılı yolu geçerken eskinin insanlarını, sistemlerini ve yöntemlerini taşımak zorunda kalıyor. Bunun anlamı çatışmanın özellikle devlet bürokrasisi içindeki kılcal damarlara nüfuz etmesidir.
Türkiye kendince bir geçiş modeli üretmiş durumda. Devrim yaşamadık. Ama yaşanmakta olan toplumsal dönüşümün merkez üzerinde devrimsel etkileri var. Eski yapıya geri dönüş yolu kapandığında iktidarın otoriterliği de ters tepmeye başlayacak ve çok muhtemelen farklı bir iktidar anlayışı ile karşılaşacağız. Çünkü AKP’nin ona ruhunu veren zemine aykırı konum alarak var olabilmesi mümkün gözükmüyor…
Kaynak (http://www.aksam.com.tr/yazarlar/etyen-mahcupyan/ihtilalin-actigi-yolda/haber-315956)
Akşam 15.06.2014