Cihannur
02-23-2018, 10:41
Etyen Mahçupyan
http://i.hizliresim.com/vj6RGp.jpg (http://hizliresim.com/vj6RGp)
Suçsuza kaçma hakkı
http://i.hizliresim.com/p6b9Aq.jpg (http://hizliresim.com/p6b9Aq)
Bu uygulamalar vatandaşlık aktini yıpratıyor. Devlete ve hukuka güven azalmasının suçsuz insanları kendilerini yargıya teslim etme konusunda tereddütlü kıldığını gözardı edemeyiz. Çünkü kendileriyle ilgili âdil bir yargılanma yapılmayacağından, vatandaşlık sorumluluğu içinde davrandıklarında bizzat yargı tarafından suistimal edilebileceklerinden kuşkulanabilirler.
Ülkemizde hukuk sistemi tutuklu yargılanma ile ilgili üç koşul koymuş. Bunlardan biri olan 'delilleri değiştirme ihtimali'ne sahip zanlıların tutuksuz yargılanması düşünülemez. Ancak diğer iki kriter giderek sorunlu hâle geliyor.
'Suçun niteliğine' binaen hâkime takdir hakkı tanınması uygulamada tutarsızlıkların önünü açıyor. Bunun nedeni hâkimlerin suçla ilişkili olduğu düşünülen herkesi aynı muameleye tâbi tutması. FETÖ davaları etrafında darbe ile ilişkili ilişkisiz bütün Gülen cemaati mensuplarının tutuklu yargılanması buna örnek. Kişinin olaya katkısını dikkate alan bir suç ayrımına gidilmeyerek suçlanan kişi ile bağlantısı olabilecek herkesi işlenmiş eylemin parçası hâline getiren bu yaklaşım âdil yargılanma hakkını zedeliyor.
Üçüncü kriter olan 'kaçma ihtimali' ise daha karmaşık bir ölçü. Her şeyden önce ideolojik anlam yüklenen bir yönü var. Suç isnadı ne olursa olsun insanların başka ülkelere kaçmasını hoş karşılamak zor. Bunun eksik bir vatanseverlik ima ettiği ya da kaçanın suçlu olduğunu kanıtladığı düşünülür… Nitekim vatandaşlık denen şey ülkenizin hukuk sistemine uyma 'sözünü' de içerir. Öte yandan vatandaşlık birey ile devlet arasında bir akit olduğu ölçüde, devletin de hukuka uyması ve hukuku âdil uygulaması beklenir. Aksi hâlde vatandaşlık akdi bozulur.
Kısaca ifade etmek gerekirse, eğer 'kaçma ihtimali' tutuklu yargılanmanın ölçütlerinden biri olarak alınacaksa, devletin ve hukuk sisteminin de âdil olduğu kanaatinin yerleşmesi şarttır. Burada bir kuşku doğarsa yargı sürecinin âdil davranmayabileceğini düşünen suçsuz kişilerin yurt dışına gitme dürtülerini de doğal karşılamak hatta hak vermek noktasına gelebiliriz. Dolayısıyla mesele Türkiye'de hukuk sisteminin ne denli âdil olduğu ve âdil yargılama kurallarına ne ölçüde uyulduğudur.
Şimdi önümüze son günlerin örneklerini alalım. Ahmet ve Mehmet Altan ile Nazlı Ilıcak darbeyi önceden bildikleri iddiasıyla müebbet hapse mahkûm edildiler. Yani darbeyi bilmekle, istemekle ama akılla dalga geçercesine önceden ulu orta söylemekle suçlandılar. Enis Berberoğlu daha önce yayınlanmış ve devlet sırrı niteliği kalmamış bir belgeyi yayınlayarak 'devlet sırrını ifşa' ettiği için hapse mahkûm oldu. Yeşil Sol Parti yöneticileri Eylem Tuncaelli ve Naci Sönmez, iddianamesi ne zaman yazılacağı belli olmayan bir suçlama nedeniyle tutuklular.
Uluslararası Af Örgütü Başkanı Taner Kılıç ise ByLock nedeniyle tutuklu ama Emniyet'ten ilgili rapor aylardır gelmiyor. Ailesi telefonunu bilirkişiye, AF Örgütü de AİHM'in de referans verdiği bir uzman kuruluşa incelettiriyor ve ByLock çıkmıyor. Bu arada Mor Beyin olayı patlıyor ve 11 bin kişinin yanlışlıkla hapiste olduğu anlaşılıyor; ama geçen ay mahkeme Kılıç'ın tutukluluğunun devamına hükmedebiliyor.
Bir başka örnek Osman Kavala… Hakkında istihbarat kaynaklı manipülatif haberler çıkmasına rağmen ülkesinde kaldı ve şimdi iddianamesi olmayan bir davada belirsiz bir süre için tutuklu. Medyanın ele alma biçim ve içeriğine, suçlamayı destekleyen siyasetçi söylemine bakıldığında nihayette ortada bir suçun bulunmaması kimseyi şaşırtmayacak.
Bütün bunlar olurken, palavra olduğu anlaşılan iddialarla suçlanan ama iddianamesi bir türlü yazılmayan Deniz Yücel, bir yıl tutuklu kaldıktan sonra yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının olmadığını kanıtlayan bir oldubitti ile serbest bırakıldı.
Bu uygulamalar vatandaşlık aktini yıpratıyor. Devlete ve hukuka güven azalmasının suçsuz insanları kendilerini yargıya teslim etme konusunda tereddütlü kıldığını gözardı edemeyiz. Çünkü kendileriyle ilgili âdil bir yargılanma yapılmayacağından, vatandaşlık sorumluluğu içinde davrandıklarında bizzat yargı tarafından suistimal edilebileceklerinden kuşkulanabilirler.
Ergenekon yargılamasında deliller suistimal ediliyor, suçlu ağı yaratılıyordu. Bugün benzer bir durum delile ihtiyaç duyulmadan hayata geçirilebiliyor. Ortada bu durumu düzeltme, hukuku âdil kılma niyeti gözükmediğine göre vatandaşlara yasal olarak 'kaçma hakkı' tanınması gibi bir garabete doğru mu gidiyoruz acaba?
Kaynak (http://serbestiyet.com/yazarlar/etyen-mahcupyan/sucsuza-kacma-hakki-845573)
Serbestiyet 20.02.2018
http://i.hizliresim.com/vj6RGp.jpg (http://hizliresim.com/vj6RGp)
Suçsuza kaçma hakkı
http://i.hizliresim.com/p6b9Aq.jpg (http://hizliresim.com/p6b9Aq)
Bu uygulamalar vatandaşlık aktini yıpratıyor. Devlete ve hukuka güven azalmasının suçsuz insanları kendilerini yargıya teslim etme konusunda tereddütlü kıldığını gözardı edemeyiz. Çünkü kendileriyle ilgili âdil bir yargılanma yapılmayacağından, vatandaşlık sorumluluğu içinde davrandıklarında bizzat yargı tarafından suistimal edilebileceklerinden kuşkulanabilirler.
Ülkemizde hukuk sistemi tutuklu yargılanma ile ilgili üç koşul koymuş. Bunlardan biri olan 'delilleri değiştirme ihtimali'ne sahip zanlıların tutuksuz yargılanması düşünülemez. Ancak diğer iki kriter giderek sorunlu hâle geliyor.
'Suçun niteliğine' binaen hâkime takdir hakkı tanınması uygulamada tutarsızlıkların önünü açıyor. Bunun nedeni hâkimlerin suçla ilişkili olduğu düşünülen herkesi aynı muameleye tâbi tutması. FETÖ davaları etrafında darbe ile ilişkili ilişkisiz bütün Gülen cemaati mensuplarının tutuklu yargılanması buna örnek. Kişinin olaya katkısını dikkate alan bir suç ayrımına gidilmeyerek suçlanan kişi ile bağlantısı olabilecek herkesi işlenmiş eylemin parçası hâline getiren bu yaklaşım âdil yargılanma hakkını zedeliyor.
Üçüncü kriter olan 'kaçma ihtimali' ise daha karmaşık bir ölçü. Her şeyden önce ideolojik anlam yüklenen bir yönü var. Suç isnadı ne olursa olsun insanların başka ülkelere kaçmasını hoş karşılamak zor. Bunun eksik bir vatanseverlik ima ettiği ya da kaçanın suçlu olduğunu kanıtladığı düşünülür… Nitekim vatandaşlık denen şey ülkenizin hukuk sistemine uyma 'sözünü' de içerir. Öte yandan vatandaşlık birey ile devlet arasında bir akit olduğu ölçüde, devletin de hukuka uyması ve hukuku âdil uygulaması beklenir. Aksi hâlde vatandaşlık akdi bozulur.
Kısaca ifade etmek gerekirse, eğer 'kaçma ihtimali' tutuklu yargılanmanın ölçütlerinden biri olarak alınacaksa, devletin ve hukuk sisteminin de âdil olduğu kanaatinin yerleşmesi şarttır. Burada bir kuşku doğarsa yargı sürecinin âdil davranmayabileceğini düşünen suçsuz kişilerin yurt dışına gitme dürtülerini de doğal karşılamak hatta hak vermek noktasına gelebiliriz. Dolayısıyla mesele Türkiye'de hukuk sisteminin ne denli âdil olduğu ve âdil yargılama kurallarına ne ölçüde uyulduğudur.
Şimdi önümüze son günlerin örneklerini alalım. Ahmet ve Mehmet Altan ile Nazlı Ilıcak darbeyi önceden bildikleri iddiasıyla müebbet hapse mahkûm edildiler. Yani darbeyi bilmekle, istemekle ama akılla dalga geçercesine önceden ulu orta söylemekle suçlandılar. Enis Berberoğlu daha önce yayınlanmış ve devlet sırrı niteliği kalmamış bir belgeyi yayınlayarak 'devlet sırrını ifşa' ettiği için hapse mahkûm oldu. Yeşil Sol Parti yöneticileri Eylem Tuncaelli ve Naci Sönmez, iddianamesi ne zaman yazılacağı belli olmayan bir suçlama nedeniyle tutuklular.
Uluslararası Af Örgütü Başkanı Taner Kılıç ise ByLock nedeniyle tutuklu ama Emniyet'ten ilgili rapor aylardır gelmiyor. Ailesi telefonunu bilirkişiye, AF Örgütü de AİHM'in de referans verdiği bir uzman kuruluşa incelettiriyor ve ByLock çıkmıyor. Bu arada Mor Beyin olayı patlıyor ve 11 bin kişinin yanlışlıkla hapiste olduğu anlaşılıyor; ama geçen ay mahkeme Kılıç'ın tutukluluğunun devamına hükmedebiliyor.
Bir başka örnek Osman Kavala… Hakkında istihbarat kaynaklı manipülatif haberler çıkmasına rağmen ülkesinde kaldı ve şimdi iddianamesi olmayan bir davada belirsiz bir süre için tutuklu. Medyanın ele alma biçim ve içeriğine, suçlamayı destekleyen siyasetçi söylemine bakıldığında nihayette ortada bir suçun bulunmaması kimseyi şaşırtmayacak.
Bütün bunlar olurken, palavra olduğu anlaşılan iddialarla suçlanan ama iddianamesi bir türlü yazılmayan Deniz Yücel, bir yıl tutuklu kaldıktan sonra yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının olmadığını kanıtlayan bir oldubitti ile serbest bırakıldı.
Bu uygulamalar vatandaşlık aktini yıpratıyor. Devlete ve hukuka güven azalmasının suçsuz insanları kendilerini yargıya teslim etme konusunda tereddütlü kıldığını gözardı edemeyiz. Çünkü kendileriyle ilgili âdil bir yargılanma yapılmayacağından, vatandaşlık sorumluluğu içinde davrandıklarında bizzat yargı tarafından suistimal edilebileceklerinden kuşkulanabilirler.
Ergenekon yargılamasında deliller suistimal ediliyor, suçlu ağı yaratılıyordu. Bugün benzer bir durum delile ihtiyaç duyulmadan hayata geçirilebiliyor. Ortada bu durumu düzeltme, hukuku âdil kılma niyeti gözükmediğine göre vatandaşlara yasal olarak 'kaçma hakkı' tanınması gibi bir garabete doğru mu gidiyoruz acaba?
Kaynak (http://serbestiyet.com/yazarlar/etyen-mahcupyan/sucsuza-kacma-hakki-845573)
Serbestiyet 20.02.2018