fatih kısaparmak balon baskılı balon Fethullah Gülen: Aile ve toplum hayatında kadının konumu nedir? - AK Parti |AKParti Forum |AK Gençlik |Recep Tayyip Erdoğan |AKPARTİ Gençlik Forumu|

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Fethullah Gülen: Aile ve toplum hayatında kadının konumu nedir?


_Ednâ_
03-06-2012, 17:34
Alan Mahkumu ve Hak Mahrumu Kadınlar



Fethullah Gülen 02.07.2007

http://tr.fgulen.com/images/stories/kiriktesti_13971.jpg

Bazı kimseler, Müslüman toplumlarda kadının eve kapatıldığını ve onun haklarının çiğnendiğini iddia etmektedirler; bu iddiada doğruluk payı var mıdır? İslam disiplinleri açısından aile ve toplum hayatında kadının konumu nasıl olmalıdır?

İslam, cahiliye karanlığında sömürülen, köleleştirilen ve ikinci sınıf kabul edilen kadını zavallı bir mahluk olma durumundan kurtararak, yeni bir statü ile onu mübarek bir varlık olma seviyesine yükseltmiştir. Din-i mübîn, kadını bir temettu' aleti olmaktan azâde eylemiş ve Cenneti onun ayaklarının altına sermiştir. Şayet, İslam'ın esas kaynakları ve selef-i salihînin örnek hayatları dikkatlice incelenirse, müslüman kadının kat'iyen evine kapatılmadığı ve asla haklarının çiğnenmediği açıkça görülecektir. Bu iddia, şayet onu ortaya atanlar kasıtlı ve ön yargılı insanlar değillerse, Hak Din'in bu mevzuda vaz' ettiği ölçülerin bilinmemesinden ve tarih boyunca bilhassa âdetlerden gelen yanlış anlayış ve yanlış uygulamaların İslam'a mal edilmesinden kaynaklanmaktadır.

İslam'ın genel olarak insan haklarına ve hususi manada da kadınların hukukuna dair ortaya koyduğu disiplinlerle alakalı şimdiye kadar yüzlerce kitap yazılmış ve bu mevzu şüpheye mahal kalmayacak şekilde şerh edilmiştir. Asrın Getirdiği Tereddütler ve Beyan adlı kitaplarda, Muslim World ve Yeni Ümit gibi mecmualarda ve değişik gazetelerde neşredilen röportajlarda bu konuya müteallik meseleleri ben de defalarca anlatmaya çalıştım. Bundan dolayı, aynı mevzuları bir kere daha tekrarlamanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Fakat, çok önemli gördüğüm bir-iki hususa değinmeden de geçmek istemiyorum.

Bir Tepki Hareketi: Feminizm

Kadın hakları konusunda söz söyleyebilecek yegâne din İslam'dır. Çünkü, gerek Kur'an-ı Kerim'e, gerek Peygamber Efendimiz'in tatbikatına, gerekse İslam tarihine baktığımızda, fertlerin hatalarından kaynaklanan bir takım suistimaller dışında, kadının en muallâ mevkii müslüman toplumlarda kazandığı görülür. Evet, İslam'da kadının diğer sistemlerde asla rastlanamayacak eşsiz bir konumu vardır. Günümüzün en modern sayılan toplumları bile, bu konuda onunla boy ölçüşemeyecek kadar geridir.

Bu toplumlarda kadın, belli bir özgürlüğe sahip ise de, bu, daha çok cismanî arzuları tatmin özgürlüğüdür ki, böyle bir özgürlük, gerçek insan fıtratının ve selim aklın kabul edebileceği ve herhangi bir semavî dinin makbul sayacağı bir özgürlük değildir. Son asırlarda, hassaten devletler arası kanlı savaşların getirdiği geçim zorlukları ve ekonomik ihtiyaçların baskısı kadını iş dünyasına ve sokağa çıkmaya zorlamıştır. Bu çıkışın akabinde, kadın kendi iâşesini temin etmeye başlamış ve fert planında bir ölçüde iktisadî hürriyet elde etmiştir; fakat, pek çok yerde, onun bilhassa fizikî cazibesinden faydalanmak isteyen bir takım sermaye çevreleri için istismar mevzuu bir alet haline düşmekten de kurtulamamıştır. Maalesef, kadın özellikle Batılı toplumlarda piyasaya, pazara, eşyanın malî değerine katkıda bulunduğu ve erkeklerin nefsanî arzularına hizmet ettiği nisbette, dolayısıyla hayatının sadece bir anında surî ve sunî bir sevgi bulabilmiştir; ne var ki, içtimaî hayatta kerime, bacı, eş, anne ve nine olarak gördüğü ve yerini başka hiçbir şeyin dolduramayacağı muhabbet ve hürmeti büyük ölçüde kaybetmiştir. Zamanla o, bu defa da hürriyet kılıfı altında modern tekniklerle (!) sömürüldükçe sömürülmüş, çoğu insanî haklarından mahrum edilmiş ve karanlık çağlardakine denk bir istismarın kurbanı haline gelmiştir.

Bütün bu haksızlıklara tepki olarak, öncelikle ve özellikle Batı'da kadınlar tarafından bir hak istirdadı hareketi başlatılmıştır. Ne var ki, bu hareket, kadınların bir nevi uyanışı sayılsa da, bir tepkiye ve reaksiyona bağlı cereyan ettiğinden dolayı, bütün reaksiyoner hareketlerde ortaya çıkan dengesizliklerden o da nasibini almış, ifratlar ve tefritler ağına o da takılmış; ilk başta kadın haklarını savunma maksadından neş'et etse de, zamanla erkeklere karşı nefretle dolup taşmaya, kinle oturup-kalkmaya sebep olacak kadar asıl çizgisinden uzaklaşmıştır. Kadınları koruma ve onlara erkeklerinkine eşit hakların tanınmasını sağlama düşüncesinden doğan feminizm adlı fikir cereyanı, bir gayr-ı memnunlar hareketi olarak, arkada sadece hasret, hicran ve enkaz bırakmıştır. Zira, bugün pek çok çeşidinden bahsedilen feminizm akımının temsilcileri zamanla çok farklı taleplerin peşine düşmüş ve meseleyi kadının haklarını korumaktan onun hakimiyetini sağlamaya vardıracak kadar ileri götürmüşlerdir.

Neden Reisetü'l-Cumhurumuz Hiç Olmamış?

Günümüzde hâlâ eski dönemlerdeki uygulamalara karşı aynı tepki tavrı sergilenmekte ve farklı aşırılıklara, aykırılıklara girilerek mesele asıl mihverinden kaydırılmaktadır. Vakıa, kadın haklarını istirdat etme gayretlerinin hemen hepsi tamamen nazarî planda kalmaktadır. Bunun en açık delili, en modern (!) görünümlü ülkelerde bile kadınların içtimaî hayatta ve idarî alanda büyük bir tahdide maruz kalmalarıdır. Düşünün... Bugün dünyanın kaç ülkesinde devlet başkanı kadındır? Kaç yerde ordunun üst kademelerinde kadınlar vazife görmektedir? Kadınlar acaba kaç ülkenin parlamentosunda nüfus nisbetlerine uygun şekilde temsil imkanına sahiptirler? Dünya dinlerinin ruhanî reisleri ve diyanet temsilcileri arasında ne kadar kadın vardır? Adliye, mülkiye, emniyet teşkilatları ve gizli servisler gibi birimlerde istihdam edilen kadınların sayısı erkeklerin adedine yaklaşabilmiş midir?.. Kadın haklarını dilinden hiç düşürmeyen ve onun ateşli birer savunucusu görünen kimseler acaba neden bu sorulara müsbet cevap verebilecek durumda değiller? Hepsinden öte, İslam'ın, kadının haklarını kısıtladığını iddia edenlerin önce kendilerini ve kendi içtimaî yapılarını sorgulamaları gerekmez mi?

Aynı sualleri kendi ülkemizde kadın hakları avukatlığına soyunup bazı şahsî hatalar yüzünden İslam'ı ve bütün müslümanları mahkum etmek isteyenlere de sorabiliriz: Cumhuriyet kurulduğundan bu yana onca zaman geçmiş; peki ama şimdiye kadar Çankaya'ya kaç tane kadın Cumhurbaşkanı çıkmış? Hep Reis-i cumhur seçilmiş; niçin bir kere de o makama Reisetü'l-cumhur getirilmemiş? Aklının azlığından mı? Yoksa, o işi beceremeyeceği düşünüldüğünden mi? Neden erkek başbakan kadar kadın başbakan vazife yapmamış? Niçin kadın bakanların sayısı erkek bakanların adedine hiç ulaşamamış, hatta yaklaşamamış? Niye erkeklerden olduğu kadar kadınlardan da kuvvet komutanı olmamış? Neden bir kere de Genel Kurmay Başkanlığı bir kadına emanet edilmemiş? Niçin hâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kadınlara göstermelik bazı koltuklar bırakılıyor da, onların nüfuslarına uygun şekilde kendilerini temsil etmelerine imkan tanınmıyor?

Yanlış anlaşılmasın; "Bunlar mutlaka olmalı, işin aslı budur!" demek istemiyorum. Müsavaat iddiasında bulunanların, kadın ile erkeğin eşit olduğunu savunanların ve kendileri bu eşitliğe göre hareket ediyormuş da sanki İslam kadının hakkını yiyormuş gibi Din-i mübini sorgulayanların ikiyüzlülüklerini nazara vermeye çalışıyorum. Evet, "niçin, neden, niye..." sorularını çoğaltabilirsiniz. Bu soruların cevaplarını aradığınızda göreceksiniz ki, aslında, "İslam kadının hakkını yiyor, erkeğe verdiği hakları kadına vermiyor!" diyenlerin kendileri senelerdir kadını istismar ediyor ve onun haklarını -affedersiniz- hapur hupur yiyorlar. Öyleyse, kendileri kadını hayatî sahalardan olabildiğine uzak tuttukları ve onu sürekli sömürdükleri halde, bu konuda İslam'ı tenkit etmeye kalkışanların İslamiyet hakkında söz söylemeye de kadın haklarından bahsetmeye de hakları yoktur.

_Ednâ_
03-06-2012, 17:46
"Allahümme ecirnâ min fitneti'n-nisâ"

Bir kere, İslam bazı muharref dinlerde ve din görünümlü batıl inançlarda olduğu gibi, kadını şeytanın ürünü veya kötülüklerin tohumu olarak görmez. Erkeği kadının egemen bir efendisi saymadığı gibi, kadını da, erkeğin hakimiyetine teslim olmaktan başka çaresi bulunmayan zavallı bir mahluk olarak kabul etmez. Bir zamanlar Batıyı kasıp kavuran kadının ruh sahibi olup olmadığı meselesi hiçbir zaman Müslümanlar arasında tartışılmamıştır. İslam, insanın işlediği "ilk günah"tan ve beşerin Cennetten çıkarılmasından da kadını sorumlu tutmamıştır.

Cenâb-ı Allah, ilahî kelamında Hazreti Adem ile Hazreti Havva'yı beraber konuşturmuş; Şeytanın ikisine birden vesvese verdiğini, o ilk sürçmeyi beraberce yaşadıklarını, hatta sürçmede önceliğin Hazreti Adem'e ait olduğunu ve sonra yine ikisinin birden tevbe ve istiğfarla Allah'a yöneldiklerini anlatmıştır. Dolayısıyla İslam, "ilk günah" gibi bir vebali asla kadına yüklememiş, böyle bir zelle yüzünden onu kınamamış ve kadını, insanlığı Cennet'ten yere indiren günahkar bir varlık saymamıştır.

İstidradî olarak şunu da ifade etmeliyim: İnsan, mal-mülk, makam-mansıp, evlad ü iyal ile sürekli denenip sınandığı gibi kadınla da imtihan olabilir. Zaten, bir imtihan unsuru olması açısından kadına "fitne" de denilmiştir. Bir kısım müminlerin sabah akşam dualarında "Allahümme ecirnâ min şerri'n-nisâ, Allahümme ecirnâ min belai'n-nisâ, Allahümme ecirnâ min fitneti'n-nisâ" demeleri; yani, "Allahım, erkekliğin altında kalıp kadınla imtihanı kaybederek bir kötülük işlemekten bizi koru; Allahım, şehvetin arkasında sürüklenip bir felakete uğramaktan bizi muhafaza et; Allahım bir kadının cazibesine kapılıp doğru yoldan sapmaktan bizi halâs eyle!" diyerek Allah Teâlâ'ya iltica etmeleri kadının potansiyel bir iptila vesile olmasındandır. Güzeller Güzeli Yaratıcı, kadına cemalinden bir parıltı vermiş ve onu tenasübü, güzelliği, edâsı ve endâmıyla erkeğin gönlüne çok câzip gelebilecek bir hilkatte yaratmıştır. Bazıları, o câzibe karşısında iradelerinin hakkını vermekte zorlanabilirler; kadını bir imtihan vesilesi görür ve onun karşısında iradesiz davranmamak için de sabah akşam ellerini açıp -arz ettiğim gibi- Allah'ın hıfz u himayesine sığınırlar. Yoksa, müminler, kadının şer, bela ve fitne olarak yaratıldığını asla düşünmez ve kadın fitnesinden korunma dualarını o bâtıl inanca bağlamazlar. Bu açıdan, aslında erkek de kadın için bir imtihan aracıdır ve kadın da erkek sebebiyle başına gelebilecek şerden, beladan ve fitneden sürekli Hazret-i Hafîz'e sığınmalıdır. Hatta, o da -dilerse- dualarında "Allahümme ecirnâ min şerri'r-ricâl, Allahümme ecirnâ min belâi'r-ricâl, Allahümme ecirnâ min fitneti'r-ricâl" diyebilir. Evet, erkek-kadın münasebetleri çerçevesinde her ikisi de birbiriyle imtihan olmaktadır ve herbiri diğeri için bir imtihan unsuru, bir bela sebebi ve bir fitne vasıtasıdır.

Aldatan Havva imajı ve ilk günahın vebalinin kadına yüklenmesi, Batılı toplumlarda, asırlar boyu kadın hakkında çok olumsuz yorumlara sebebiyet vermiştir. Bu çarpık anlayıştan dolayı, kadın güvenilmez, doğrudan muhatap kabul edilmez, ikinci sınıf bir varlık konumuna itilmiş; âdet hali, hamilelik ve çocuk doğurma, onun ebedî suçuna bir ceza olarak telâkki edilmiştir. Oysa, İslam'ın kadına bakışı, erkeğe bakışından hiç farklı değildir. Kur'an'ın ifade ettiği yaratılış keyfiyeti, önce Hazreti Adem'in daha sonra da ondan, onun mayasından eşinin yaratılması şeklindedir. Kur'an'ın tasviri, kadın-erkek ayrımı yapılmadan her ikisinin de insan olduğunu hatırlatmaya ve bu iki varlığın birbirini tamamlayıcı önemli birer fenomen olduklarını nazara vermeye matuftur. İslam'a göre, kadın ve erkek arasında bir kısım farklılıklar bulunsa da, bunlar pek çok maslahat için planlanmış özel bir dizaynın neticesidir; fakat, aralarında ontolojik bir farklılık kat'iyen söz konusu değildir.

_Ednâ_
03-06-2012, 17:48
İki Ceset Bir Ruh

Allah kadını başka değil, erkeğe eş olarak yaratmıştır; bu itibarla, o onsuz olamaz, o da onsuz olamaz. Alvar İmamı'nın ifadesiyle, Hazreti Adem Cennet'te de bulunsa Havva'sız olduğu dönemlerde hicran içinde yaşamıştır; şayet başta Havva yaratılsaydı, bu defa da o, Adem'sizliğin hicranını yaşayacaktı. Çünkü, hilkat itibarıyla, Adem Havva'sız, Havva da Adem'siz olamazdı. Onlar, iki ceset, bir ruh gibiydiler ve bir hakikatin ayrı ayrı iki yüzünü temsil ediyorlardı. Allah Teâlâ, kadını, elektrona nisbeten protonu, pozitif kutuba nisbeten negatif kutubu, erkek tohuma nisbeten dişi tohumu yarattığı gibi yaratmış ve bu çiftlerden bir vahdet meydana getirdiği misüllü, kadın ve erkeğin de eşler oluşturmasını murat buyurmuştu.

Evet, nasıl ki, pozitif negatife, elektron protona, gece gündüze, yaz kışa, yeryüzü gökyüzüne muhtaçtır; aynı şekilde erkek kadına, kadın da erkeğe muhtaç olarak halk edilmiştir. "Zen merde, civan pîre, keman da tîrine muhtaç/Ezcâ-i cihan cümleten birbirine muhtaç." sözü bu hakikati ne güzel ifade etmektedir!.. Nitekim, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) bu gerçeği şöyle dile getirmiştir: "İnnema'n-nisâ şekâikur'r-ricâl - Kadınlar erkeklerin yarısıdır." Hadiste, cemi' (çoğul) olarak "şekâik" şeklinde yer alan "şakîk" kelimesi, tam ortadan ikiye bölünen bir bütünün parçası demektir. Yani, bir bütünü meydana getiren iki parçadan herbiri, diğerinin şakîkidir.

Bu itibarla, insan olma yönüyle kadın ve erkek eşit yarımlardır; fakat, hiçbir zaman biri diğerinin aynı değildir. Bunların fıtratlarında, fizikî donanımlarında, ruh dünyalarında ve psikolojik yapılarında bir kısım farklılıklar mevcuttur; ama ne erkek kadının biyolojik olarak daha olgunlaşmış bir şeklidir, ne de kadın erkeğin az gelişmiş bir tipidir. İkisi de müstakil birer insandır ve bunlar birbirine muhtaçtır.
Bu müstakim anlayışa uygun olarak, Devr-i Risalet Penâhî'de, kadın hak ettiği yüksek mevkiye yükseltilmiş, ona tabiatına uygun işler tevdi edilmiş ve onun toplum içindeki hayatî konumu yeniden ortaya çıkartılmıştır. Hem de bu büyük inkılap, dünyanın vahşet içinde yüzdüğü ve kadının insan olup olmadığının, ruhu bulunup bulunmadığının tartışıldığı karanlık bir dönemde yapılmıştır.

_Ednâ_
03-06-2012, 17:48
Kıvâme Meselesi

Bununla beraber, kadınlar erkeklerin mesul sayıldığı bazı mükellefiyetlerden sorumlu tutulmamışlardır. Onların, bir kısım mükellefiyetlerden muaf olmaları da, kadınların eksik görülmesinden ve onlara bazı nakîseler isnad edilmesinden kaynaklanmamıştır. Aksine, taife-i nisanın erkeklerin sorumlu olduğu kimi mükellefiyetlerden mesul tutulmamaları rahmet-i ilahiyenin neticesi ve onlara merhametin ifadesidir.

Binaenaleyh, erkeğin kadından üstün olduğu hissini uyaran Kur'an ayetleri, farklı istidat ve farklı kabiliyetleri ifade sadedinde îrad buyurulmuş ilahî beyanlardır. Mesela; bazıları, "Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah'ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenme gibi malî yükümlülükleridir. O halde iyi kadınlar, itaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise, kocalarının yokluğunda, onların hukukunu koruyan kadınlardır." (Nisa, 4/34) mealindeki "Er-Ricâlu kavvâmûne ale'n-nisâi" ifadesiyle başlayan ayet-i kerimeyi erkeğin mutlak hakimiyetine delil saymaktadırlar. Oysa, "kıvame meselesi"ni nazara veren bu ilahî beyan da kadınlara merhametin sesi-soluğudur ve ailede iş bölümünün gerekliliğine dikkat çekmektedir.

Malumdur ki; kadının da erkeğin de birbirine fâik oldukları bazı hususiyetleri vardır. Kur'an-ı Kerim, "Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır." (Lokman, 31/14) mealindeki ayet gibi bir kısım beyanlarıyla anneyi öne çıkarmıştır. İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi ekmelüttehâyâ) da "Kime iyilik yapayım?" diye peşi peşine üç defa soran bir sahabiye, üç defasında da, "annene" cevabını vermiş ve "Cennet anaların ayakları altındadır." hadis-i şerifi gibi mübarek sözleriyle kadını çok mualla bir mevkiye koymuştur. Öyle ki, bu ifadeler açısından meseleye bakılacak olursa, bir erkek çatlayasıya koşsa da kadına yetişemeyecek ve onun geriye dönüp "Beyhude yorulma, bana yetişmen muhaldir!" dediğini duyacaktır.

Bu açıdan, kıvame meselesini ele alan ayet-i kerime, kadının erkekte bulunmayan bazı üstün vasıflara sahip olduğu gibi, erkeğin de kadında olmayan bir takım üstünlüklere sahip bulunduğunu belirtmiş, her ikisinin birbirine değişik yönlerden muhtaç olduklarını ima etmiş ve erkeğin, eşinin geçimini sağlamaktan sorumlu bir hâmi olduğunu bildirmiştir. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır'ın ifadesiyle, bu ayet, erkeğin kadına hakimiyetini, fakat rastgele değil "Milletin efendisi, onlara hizmet edendir." manası üzere hizmetçilikle karışık bir hakimiyetini ifade eder. Bundan dolayı, bir taraftan erkeğin üstünlüğünü anlatırken diğer taraftan da kadının değer ve üstünlüğünü belirtir.

Bir ailede huzur ve saadetin devam etmesi için o hanede mutlaka işlerin taksim edilmesine ve herkesin birbirine yardımcı olmasına ihtiyaç vardır. Mesela, bir yerde üç tane hâkim olursa, orada kargaşa hiç bitmez, sürekli fikir ayrılıkları yaşanır; nizam ve intizam için nihayet bir söz kesen olması lazımdır. Ne var ki, nihaî kararı verecek insan, sadece kendi sâbit fikirlerini dayatmamalı, ailenin her ferdine düşüncelerini beyan etme hakkı tanımalı ve her zaman hakşinas olup akl-ı selime yakışır şekilde davranmalıdır. İşte, hayatın her alanında ve her zaman aktif olabilecek, ailenin iâşesini temin etmek için en ağır şartları dahi göğüsleyebilecek ve ne yapıp edip çoluk-çocuğunun yiyeceğini, içeceğini, giyeceğini tedarik edebilecek insan olarak erkek bu konularda bir yönden fâik sayılmış ve yuvada istişarenin hakkını verdikten sonra söz kesen olarak o tayin edilmiştir.

Dünyada pek çok değişimler olmasına rağmen, insanların ekseriyeti itibarıyla hâlâ iâşeden erkek sorumludur ve dışarıda çalışıp para kazanma onun vazifesidir. Kimileri meseleyi hemen başka vadilere çekip, dünyanın bazı yerlerinde kadının da çalıştığını söyleyerek buna itiraz edebilirler. Fakat, kadının fıtratına uygun işlerde çalışmasını kabul etmekle beraber, acaba para kazanmak için onun da dışarıya açılması aile huzuru açısından kâr mı getirmiştir zarar mı? Kadının, hususiyle de bir takım işlerde çalışması gerçekten bir ihtiyacın gereği midir, yoksa bir baş kaldırma vesilesi, bir isyan hareketi midir? Kendi iâşesini temin etmesi kadının mutlu olmasına kâfî gelmiş midir; aksine, onu daha bir huzursuz mu etmiştir? Acaba onun, tabiatına ters mesleklerde çalıştırılması toplum bünyesinde ne türlü yaralar açmıştır? İşte, sıhhatli bir tesbit yapabilmek ve kıvâme mevzuunu doğru anlayabilmek için, bunların hepsinin nazar-ı itibara alınması, meseleye küllî (bütüncül) bir nazarla bakılması ve konunun müsbet-menfi bütün yönleriyle değerlendirilmesi gerekmektedir.

_Ednâ_
03-06-2012, 17:50
İfratlar-Tefritler Arasında Kadının Yeri

Bu zaviyeden bakılırsa, görülecektir ki, İslam kadını hiçbir hususta mahrum etmemiş; fizikî yapısını ve hususî konumunu gözeterek merhameten onu bazı mükellefiyetlerden muaf tutmuştur. Mesela; onun omuzuna, vakit namazlarını cemaatle kılma, Cuma namazı, hutbe, ezan, kâmet ve itikaf gibi sorumluluklar yüklememiştir.

Bununla beraber, "Ben Cuma namazına gideceğim" diyenin önünü de hiç almamış, onun kendi isteğiyle cemaate katılmasına mani olmamıştır. Hadis ve siyer kitaplarında, Asr-ı Saadet'te kadınların bayram namazlarına, hüsuf ve küsuf namazlarına, hatta yağmur dualarına iştirak ettiklerine dair misaller verilmektedir.

Evet, onun, erkeğin mesul sayıldığı her mükellefiyetten sorumlu olmaması ve bazılarından muaf tutulması İslam'ın kadına bakışındaki merhametin bir tezahürüdür. Bu rahmet tecellisi de şu temel espriye dayanmaktadır: Kadın, erkeğe kıyasla daha çok şefkatli ve pek merhametlidir. Ondaki engin şefkate bir iltifat olarak, yegâne merhamet sahibi Rahman ü Rahîm, ilahî rahmetinin değişik tenezzül dalga boyundaki bir tecellisine daha kadını mazhar kılmış ve onun bazı mükellefiyetlerini kaldırmıştır.

İslam'a göre kadının dünyadaki rolü sadece evinin işleriyle meşgul olmak ve çocuk büyütüp yetiştirmekle sınırlı değildir. Aslında o, fıtratına ters düşmemesi ve dini hassasiyetleri gözetmesi kaydıyla, toplumun hemen her alanında kendi üzerine yüklenen vazifeleri yapmakla ve içtimaî hayatta erkeğin elinin yetişmediği yerlere uzanıp oradaki eksiklikleri tamamlamakla mesuldür. Fakat, maalesef, bu gerçek zamanla müslümanlar arasında dahi göz ardı edilmiş ve kaba bir anlayış, hoyrat bir düşünce kadın ve erkeğin birbirine yardımcı olmalarına dayalı bu sistemi bozmuştur. Onun bozulmasıyla da hem aile düzeni hem de içtimaî nizam bozulmuştur.

Farklı milletlere mensup müslümanların kendi tarihi birikimlerine İslam libası giydirmeleri, âdet ve geleneklerini Din-i mübinin esaslarıymış gibi görüp göstermeleri ve belli dönemlerde bu çizgide bir kısım içtihatlar yapmaları sebebiyle kadının hakları yenmiş, gün be gün o daha dar bir alana itilmiş ve bu işin neye müncer olacağı hesaba katılmadan, bazı yerlerde hayattan bütün bütün tecrid edilmiştir.

Fakat, bu husustaki düşünce kaymalarının ve inhirafların müsebbibi -haşa- Din-i mübin değildir; hata, onu yanlış yorumlayıp yanlış uygulayanlara aittir. Tatbikattaki bu hataların da mutlaka düzeltilmesi lazımdır. Ne var ki, bu mevzudaki yanlışlıklar düzeltilirken mesele feministlerin arzu ettiği şekilde ele alınırsa, bu defa yine denge bozulacak ve ifratları tefritler takip edecektir.

Mesela; kadını sadece çocuk yapan bir obje kabul etmek ve onu bir çocuk fabrikası gibi görmek ne kadar çirkinse ve ona karşı saygısızlıksa, kadının tenasüle baş kaldırması ve bir makina olmadığını göstermek için çocuk edinmekten kaçınması da o kadar fıtrata terstir ve yakışıksızdır. Evet, kadın, bulaşık bir kap olmadığı gibi, yeri de sadece bulaşık kapların bulunduğu mutfak değildir; fakat, yemek, çamaşır, bulaşık, temizlik gibi ev işleriyle hiç alâkasının bulunmadığını iddia eden ve yuvayı bir aşhaneye, bir yatakhaneye çeviren kadın da çocuklarına iyi bir anne, iyi bir muallim ve iyi bir mürşide olmaktan çok uzaktır.

Diğer taraftan, kadını maden ocaklarındaki gibi çok ağır şartlar altında çalıştırmak da zulümdür. Sırf erkeğe eşit olduğu iddiasıyla, kadının, yaz günü sıcakta tırpan sallama, tırmık çekme, dövenlerin üzerinde iş görme, ya da sınırda terörist gözetleme, eşkiyayı takip için mağaralarda yatıp kalkma, başını bir taşa koyup uyuma ve uyanır uyanmaz da düşman kovalama gibi ağır mesuliyetler altına itilmesi insan tabiatına terstir, zalimane bir işkencedir; kadınlığının hususiyetlerini görmezlikten gelme ve fıtratın kanunlarıyla çatışma demektir.

Bu itibarla, İslam'a göre, kadını eve hapseden ve onu içtimaî hayattan bütün bütün uzaklaştıran anlayış kat'iyen doğru değildir; kadın, fizyolojisi ve psikolojisi nazara alınmak kaydıyla, herhangi bir işte çalışabilir. Fakat, hem kadın hem de erkek hayatın bir paylaşımdan ve iş bölümünden ibaret olduğunu bilmeli ve herbiri kendi fıtratına uygun işleri yaparak diğerine yardımcı olmalıdır.

_Ednâ_
03-06-2012, 17:52
Bir Fikir İşçisi Olarak Kadın

Ayrıca, kadın, hukuken hür ve müstakil bir şahsiyettir. Onun kadınlığı, ona ait ehliyetlerden hiçbirini daraltıcı ve ortadan kaldırıcı mahiyette değildir. Erkek, ne ölçüde düşüncesini açıklama hürriyetine sahipse, kadın da aynı hürriyete aynı nisbette sahiptir. Bildiği konularda onun görüşüne de başvurulur ve kendisiyle istişare yapılır. Öyle ki, her an vahiyle beslendiği için hiçbir konuda başkasına danışmaya muhtaç olmayan Peygamber Efendimiz, bütün ümmetini alâkadâr eden bazı meselelerde bile, kendi hanımlarının fikirlerini almış ve onların düşünceleri istikametinde hareket ettiği zamanlar olmuştur.

Bir kadının, kocasıyla arasındaki "zıhar" meselesine çözüm bulması ve böylelikle kendisini ve çocuklarını mahvolmaktan kurtarması için Allah Rasûlü'ne gelip O'nunla tartışırcasına konuşması ve ilahî hüküm gelinceye kadar ısrarlı taleplerini sürdürmesi de çok meşhur bir hadisedir. Müslümanlar arasında, kadının fikir hürriyetinin ne ölçüde gözetildiğine bu hadise dahi tek başına yeterli bir delil ve güvenilir bir şahittir; nitekim, o kadının, halini Allah'a arz etmesi üzerine ayet nazil olmuş ve bu meseleyi anlatan sureye de "Halini anlatıp hakkını savunan kadın" anlamına gelen "Mücâdile" adı verilmiştir.

Dahası, o dönemde, kadınların halifeye dahi itiraz edip, onun Kur'ân'a aykırı buldukları içtihadlarına, hem de camide bütün cemaatin huzurunda karşı çıktıkları bile vâkidir. Mesela; Hazreti Ömer, evlenmeyi kolaylaştırmak için, nikah akdi esnasında tesbit edilen mehir miktarı hakkında üst sınır belirlenmesi gerektiğini düşünmüş ve mehir miktarının evliliğe engel olmamasını istemiştir. Bir hutbe esnasında, mescidde bu düşüncesini beyan edince bugün adını sanını dahi bilmediğimiz bir kadın, "Ya Ömer! Bu konuda Efendimiz'den duyduğun bir söz, senin bilip de bizim haberdâr olmadığımız bir ifade mi var? Çünkü, Cenâb-ı Allah, Kur'an'da, 'Ve âteytüm ihdâhünne kıntâran...' buyuruyor. Demek ki, kantar kantar mehir verilebilir." demiş ve onun bu içtihadına itiraz etmiştir. Seyyidina Ömer hiç tepki göstermeden o kadının itirazını yerinde bulmuş; kendi kendine "Yaşlı bir kadın kadar da dinini bilmiyorsun!..." diyerek nefsini levmetmiş ve sözünü geri almıştır.

İşte, gerçek İslam toplumunda kadın bu kadar hayatın içindedir...

Bir düşünün; günümüzde bir kadın, Fatih Camii'nde ya da Süleymaniye'de maksureden perdeyi sıyırsa, Halife-i rûy-i zemine ya da bugünkü Cumhurbaşkanı'na da değil, minberdeki imama "İmam efendi, zannediyorum, bu konuda yanılıyorsunuz, meselenin aslı şudur!" dese, kim bilir o kadıncağızın başına neler gelir. Zira, bugün dinin özüne vakıf olmayan kimseler, yanlış telakkileri sebebiyle kadını bir fanus içine koymuşlar ve onu bazı haklardan mahrum bırakmışlardır.

Aslında, Allah'ın, şefkat, merhamet, incelik ve hassasiyetle donattığı, donatıp çocuklarını yetiştirme konusunu tabiatının bir derinliği haline getirdiği kadın, fıtratı itibarıyla bir muallime, bir mürebbiye ve bir mürşidedir.

En başta Ezvâc-ı Tahirât (Rasûl-ü Ekrem Efendimiz'in mualla zevceleri), birer mürşide olarak yetişmiş ve çok büyük insanlara öğretmenlik yapmışlardır. Mesruk bin Ecda', Tâvûs b. Keysan, Atâ b. Ebi Rebah, Esved b. Yezid en-Nehâî gibi âbid ve zâhid nice insanlar, hep Mü'minlerin Anneleri'nin rahle-i tedrisinde çıraklık yapmışlardır. Hususiyle, Hazreti Aişe validemiz, Tabiîn'in en büyük imamlarına feyz kaynağı olmuştur; azize annemiz, kimi zaman bir perde arkasından, bazen de süt hısımlığı konusundaki kendine has içtihadıyla amel eden talebelerine doğrudan ders vermiş, en muğlak mevzuları onlara şerh etmiş ve sordukları sorular hakkında fetvalar serdetmiştir.

Bundan dolayıdır ki, Süleyman Nedvî, Hazreti Aişe validemizin hayatının mukaddimesinde, müslümanların geçirdiği inhitat (gerileme, kuvvetten düşme) devrinin sebeplerini zikrederken, bu inhitatın yarı sebebinin kadınlar olduğunu ve bilhassa onların Hazreti Aişe validemiz gibi numune-i imtisal bulamayışlarını vurgulamaktadır.

_Ednâ_
03-06-2012, 17:53
Günümüzün Şefkat Kahramanları

Doğrusu, Devr-i Risalet Penâhî'de kadının hak ve sorumluluklarının tam belirlendiği, özellikle hasta olduğu hallerde ve hayız, nifas gibi hususi durumlarında ona kaldıramayacağı yüklerin yüklenmediği; fakat, onun çok defa savaşlara bile katıldığı, yaralılara baktığı, tedavi için gerekli malzemeleri hazırladığı, savaşçılara hizmet ettiği ve hatta bizzat savaştığı; normal zamanlarda da bilhassa eğitim hizmetleri olmak üzere hemen hemen hayatın bütün alanlarında kendisine tahmil eden vazifeleri yaptığı düşünülürse, bugün kadının ihmal edildiği, işten alıkonulduğu ve onun kabiliyetlerinin gereğince değerlendirilemediği söylenebilir.

Şayet kadın, fıtratına en uygun olan muallimlik alanında olsun tam değerlendirilebilseydi; bir insan olarak ufku açılsa, gönlü yüksek gaye-i hayallere bağlansa ve engin şefkati o uğurda kullanılsaydı, kim bilir bugün neslimiz ne ulvî duygu ve düşüncelerle yetişirdi!.. Yine o, inkişaf ettirilmiş selim tabiatıyla erkeğin yardımcısı olsa, her şeyi onunla paylaşsa ve hususiyle yuvada işin altına o da elini soksaydı, evlerimiz gerçek birer ana ocağı olacak ve orada cahil, ümmî, bilgisiz, hayatın dışında bırakılmış ve kimsesizliğe terkedilmiş tek fert kalmayacaktı!.. Evet, kadın "her şey" kabul edilmediği gibi "hiçbir şey" de sayılmasaydı ve erkek de kadın da bir bütünün iki yarısı olarak ele alınsaydı; bu anlayışa bağlı olarak ikisi el ele verip müşterek çalışsalardı, işte o zaman belki de inhitat devri hiç yaşanmayacak ve hep terakkinin zirvelerine koşulacaktı.

Bugün bu mevzudaki tek tesellimiz, umum nüfusa nisbeten sayıları henüz az olsa da, çağımızın Haticelerinin, Aişelerinin, Fâtımalarının, Hafsalarının, Nesibelerinin, Rümeysâlarının aynı Asr-ı Saadetteki öncüleri gibi kendi konumlarının farkında olmaları ve üzerlerine düşen vazifeleri yapmaya çalışmalarıdır. Evet, günümüzde şefkat kahramanları da iman ve Kur'an hizmeti adına belli fonksiyonlar eda ediyorlar; erkeklerin yaptıkları gibi, insanlığın irşadı için ellerindeki bütün imkanları kullanıyor, hal ve tavırlarıyla başkalarına örnek oluyorlar. Gerekirse, onlar da dünyanın dört bir yanına hicret ediyor, öğretmenlik ve rehberlik yapıyor ve böyle ifritten bir dönemde Din-i mübini bayraklaştırıyorlar. Dolayısıyla, günümüzde kadınlık alemi bütün bütün sahipsiz sayılmaz; cihanın her tarafına yayılmış bazı şefkat abideleri, seleflerini hatırlatan fedakarlıklarıyla yeni bir kahramanlık sergiliyorlar.

Ne var ki, kadınların kendi haklarını topyekün istirdad etmeleri ve hayatın her sahasında sahip oldukları o haklara göre yaşama imkanı bulmaları noktasında toplum çapında hâlâ çok yaya olduğumuz âşikârdır. Çünkü, sabit fikirlerini âdet ve geleneklerle iyice pekiştirmiş bazı kimseler, kadının içinde bulunduğu fanustan kurtulmasını istemiyorlar; en medenî görünen insanlar bile kadına haklarını tam olarak vermeye yanaşmıyorlar. Dahası, bir kısım sözde modernler, Cumhuriyeti, laikliği, demokrasiyi, nizamı ve idareyi kendilerine göre yorumluyor; bu indî yorumlara bağlı bazı alanlar vaz' ediyor ve o alanları kontrollerinde tutmak için her yola başvuruyorlar. Tarihte eşine az rastlanır bir katılık, bağnazlık ve hatta yobazlıkla kadınların örtüsüyle uğraşıyor ve onları dinî vecibelerini yerine getirmek gibi en tabiî haklarından dahi mahrum bırakıyorlar.
Sonra da hâlâ -bağışlayın- hiç utanmadan ve yüzleri kızarmadan kadın haklarından bahsedebiliyorlar.


Hasılı; İslam'ın esas kaynakları ve selef-i salihînin örnek hayatları dikkatlice incelenirse, müslüman kadının evine kapatılmadığı ve haklarının çiğnenmediği açıkça görülecektir. Bunun aksini iddia edenler, şayet kasıtlı ve ön yargılı kimseler değillerse, Hak Din'in bu mevzuda vaz' ettiği ölçüleri bilmiyor ve tarih boyunca bilhassa âdetlerden gelen yanlış anlayış ve yanlış uygulamaları İslam'a mal ediyorlardır. Ayrıca, şahsî ve taraflı yorumlarıyla farklı farklı alanlar uyduran, kadına hayatın her biriminde serbest dolaşım hakkı tanımayan ve ona kendi fonksiyonlarını eda etme fırsatı vermeyen, sonra da kalkıp sözde kadın hakları savunucusu kesilen kimselerin bu konuda İslam'ı sorgulamaları küstahlıktır; kadını alan farklılığı içine hapsetmekten vazgeçecekleri ana kadar, onların kadın haklarından bahsetmeleri hakikate karşı saygısızlıktır.

HaArP
03-06-2012, 18:06
(Ahzab 33) ayetinden, Müslüman kadının evinde oturup zaruret haricinde dışarı çıkmamaları gerektiği ve onların yabancı erkeklerle ihtilatının haram olduğu hükmünü çıkarmışlardır

Allame İbnu’l-Cevzi der ki;
“Müfessirler, bu ayetin anlamının, vakar ve sükûn ile evlerinde oturmalarının kadınlara emredildiğini, dışarı çıkmaktan yasaklandığını belirttiğini söylediler” [Zadu’l-Mesir (6/379)]

İbni Cerir et-Taberî;
“Ayetin manası; vakar ve sükûnetle evlerinde otursunlar demektir” [Camiü’l-Beyan (22/3)]

İbni Kesir der ki;
“Yani evlerinde oturmaya devam etsinler, zaruret haricinde çıkmasınlar” [Tefsiru Kur’ani’l-Azim (3/482)]

Kadı Ebubekir İbnu’l-Arabî der ki;
“Evlerinde sükûn ile otursunlar, oradan başka yere hareket edip çıkmasınlar demektir” [Ahkamu’l-Kur’an (3/1535)]

Kurtubî der ki;
“Âlimlerin ve lugatçilerin bu ayetin manası hakkında sözleri, kadınlara evde durmalarının emredildiğidir Hitap peygamber hanımlarına ise de, başka bütün kadınlar da bu hükme dâhildir” [el Cami Li Ahkami’l-Kur’an (14/179)]

Suyutî, İbnu Ebi Hatem’den naklederek der ki;
“Allah Azze ve Celle, kadınları dışarı çıkmaktan yasaklıyor ve onların evlerinde karar kılmalarını, cenaze takibi için, mescidler ve Cuma için çıkmamalarını emrediyor” [Durrü’l-Mensur (6/600)]

Şevkanî der ki;
“Ayette kastedilen, kadınların evlerinde oturmaları ve istikrar etmelerinin emredilmesidir” [Fethu’l-Kadir (4/278)]

Ebubekir el-Cessas der ki;
“Kadınlar evlerinde oturmakla emrolunmuşlar, çıkmaktan yasaklanmışlardır” [Ahkamu’l-Kur’an (3/471)]

Ebus-Senâ el-Alusi der ki;
“Bütün kıraatler gösteriyor ki, peygamber hanımları ve diğer kadınlar evlerinde oturmakla emrolunmuşlardır” [Ruhu’l-Meani (22/6)]

İbnu’l-Hac;
“Şer’î bir zorunluluk olmadıkça kadın evinden çıkamaz” der [El-Medhal (2/12)]

Ebu Cafer en-Nehhas[Meaniyu’l-Kur’an (5/346)], Ebus-Suud[İrşadu Akli’s-Selim (7/102)], el-Vahidi[El-Veciz (2/865)], Begavi[Mealimu’t-Tenzil (3/528)], Zemahşeri[El-Faik (2/169)] ve Nesefi[Tefsiru’n-Nesefî (3/305)] de bu ayeti;

“Evlerinde sebat etsinler, vakarla oturmaya devam etsinler” şeklinde tefsir etmişlerdir

Ahmed Mustafa el-Meragî der ki;
“Bütün kadınlara evlerinde oturmaya devam etmeleri ve ihtiyaç dışında çıkmamaları emrediliyor” [Tefsiru’l-Meragi (22/6)]

Hasaneyn Muhammed Mahluf der ki;
“Meşru bir mazeretleri olmadıkça dışarı çıkmasınlar ve evlerinde oturmaya devam etsinler Bütün kadınlar bu hükme dâhildir” [Safvetu’l-Beyani’l-Meayinu’l-Kur’an (s531)]

Şeyh Abdurrahman Bin es-Sa’dî der ki;
“Evlerinde karar kılsınlar Zira bu, onlar için daha güvenilir ve daha koruyucudur” [Tefsiru’l-Kerimi’r-Rahman Fi Tefsiri Kelami’l-Mennan (6/219)]

Şeyh Ebubekir el-Cezairî der ki;
“Yani evlerinde sabit kalsınlar, mecbur kalmadıkça çıkmasınlar” [Eyseru’t-Tefasir Li Kelami’l-Aliyyu’l-Kebir (3/561)]

Ebul A’la el-Mevdudi der ki;
“Kadının övülmeyen bir durum için çıkması uygun düşmez Bilakis onlar için hayırlı olan evlerinde durmaya devam etmeleridir” [El-Hicab (s235)]


İbni Ömer, Ebu Hureyre, Ebu Vakıd el-Leysi, Ümmü Seleme, Zeyneb bt Cahş, Sevde bt Zem’a ve Aişe radıyallahu anhum'dan rivayet edilen hadiste buyrulur ki;

"Bu (çıkışınız) sadece hac içindir Hacdan sonra siz kadınlara düşen evlerinizde hasırlarınızda
oturmaktır"
[İbn Hibban (3706); Ebu Ya'la zayıf isnad ile rivayet etmiştir İbni Hacer, Metalibu Aliye (1591); Busayri, İthaf (2653); Ahmed (2/446); Bezzar (1077); Beyhaki (5/228); İbn Cevzi, Ahkamu’n-Nisa (s109); Ahmed (5/218); Ebu Davud (1722); İbnül Cevzi, el Hadaik (2/336); Taberani, Evsat (6/198); Ebu Ya'la (12/312); Busayri, İthaf (2652); İbni Hacer, Metalibu Aliye (1590); Mecmau’z-Zevaid (3/490); Elbani, Sahihu’t-Tergib (1168); Ahmed (6/324); İbn Sad (8/207-208); ); Ahmed (6/68); İbni Kesir (4/1953); İbn Kayyım İ'lamu’l-Muvakkiin (4/221); Rivayet yollarının toplamı ile sahihtir Elbani Sahiha (2401)]


Mesele İslam kavramı ile alakalıdır ! İslam'a hizmet adına yapılacak her çıkış serbest ! Geniş Alan dahilinde Zarurete bina edilmediği sürece yerleri evleridir Allahualem...! Ne Eve kapatılmalı ! Nede zaruretten fazla dışarı çıkmalıdırlar Naçizane !!!

_Ednâ_
03-06-2012, 18:11
İbni Kesir der ki;
“Yani evlerinde oturmaya devam etsinler, zaruret haricinde çıkmasınlar” [Tefsiru Kur’ani’l-Azim (3/482)]


emin olun günümüz, kadının bir an dahi evde oturmaması için zaruri sebeplerle dolu...
mesele o zaruretleri görebilmekte...

HaArP
03-06-2012, 18:12
emin olun günümüz, kadının bir an dahi evde oturmaması için zaruri sebeplerle dolu...
mesele o zaruretleri görebilmekte...

Aynısının terside vakidir...!

HaArP
03-06-2012, 18:22
Mesele naçizane dediğimiz gibi ''Zaruret'' kavramının İslam hizmeti olmasında beis olamaz ! Lakin dikkat-i nazara almamız gerek konu ise ''İslam hizmeti'' adı altında nefislerin şeytan-i ibda ettiği kavramları nefsin bahanelerinden de kurtulmak lazım gelir...!!! Bu manada Ne eve kapatılır ! Nede tüm serbestisiyle dışarıya salınır ! Zaruri hallerin detaylı ifşası gerekir naçizane...!

BeldeiTAYYIBe
03-06-2012, 23:28
Itiraf edeyim paylasimin hepsini okumadim.
Ins. okumaya calisacagim.
Acizane hanimlarin toplum icindeki durumu ve konumu hakkinda kisaca dikkatimi ceken bir noktayi paylasmak istiyorum.

Hanimlarin toplum icinde aktif olmalari hem bir gereklilik ve hemde bir zorunluluktur. Fakat dini hükümlerce belirlenen sinirlari görmezden gelmemek ve mümkün oldugunca hafife almamak lazim.
Cünkü insanlar belirlenen bu kirmizi cizgileri hafife almaya basladigi andan itibaren hem kendileri icin hemde toplum icin faydadan cok zarara sebep olabilirler.

Kisacasi,
bir tv kanalinda haber bülteninde bas örtülü bir sunucunun ne kadar gereksiz oldugunu düsünüyorsam,
ayni oranda hanimlarin mutlaka okuyup birer egitmen,
doktor, pedagok olmalarinida destekliyorum....

Lakin olmazsa olmazlari unutmamak sartiyla.

manifesto
03-07-2012, 00:04
Kimilerimiz de kadını şer gibi fitne gibi görmeye devam ediyoruz.
Kadın evinde otursun
Dışarı çıkmasın
?
Din böyle bir şeyi neden söylesin?
Peygamber hanımları evlerinde mi oturdular
Yoksa sefere peygamberle birlikte mi katıldılar?
Edebiyle adabıyla kadın da toplum içinde elbette yerini alır almalıdır da

Bir zamanlar bundan 1400 yıl önce vakit namazlarda dahi peygamber arkasında saf saf mü'mine kadınları namaza duruyorken görüyorduk
Aradan bir süre geçince kadını önce mescitlerden mabetlerden kovduk
Ne işin var senin camii de dedik
Otur kocanı tatmin et,gibi bir manyaklık yaşattık..
Yazı DENGEYİ yakalamamız gerektiğini hatırlatıyor..

İntifada
03-07-2012, 00:32
Bazı medrese ders kitaplarında Hanımlarınıza okuma yazma ogretmeyin diye uydurma bir hadis yer almakta hâlâ...

hanimlarla ilgili o kadar uydurma hadisler var ki...

Terennüm
03-07-2012, 00:42
Eslerimiz kızlarımız kızkardeşlerimiz için bayan doktor arıyorsak bir zarurettir

Özgür Çağrı
03-07-2012, 01:34
Orta çağ avrupasında kadını şeytan gören zihniyet maalesef bazı muhafazakar zihinlerde aynı şekilde devam ediyor.

BeldeiTAYYIBe
03-07-2012, 02:39
Kimse kadinlarin sosyal hayattan cekilmesini istemiyor zaten.
Tam tersine...imkanlar elverdigince hanimlarin önce kendilerini daha sonrada cevresindekilere faydali olmalari elzemdir.

Fakat bir gercek varki,
sosyal olacagim diye evini, cocugunu ve asli vazifelerini ihmal eden hanimlarin adeti azimsanamayacak kadar coktur...ki muhafazakar ve sözde islami kesimden bahsediyorum.

Hanimlari ilmiyyeden dislarsaniz,
ahaliden hanimlari ve kiz cocuklarinin egitimini kimlere teslim edecegiz?....
En az erkekler kadar ilim sahibi olmalilar ve gerektiginde islama hizmette yarismalilar....

HaArP
03-07-2012, 03:24
Kimse kadinlarin sosyal hayattan cekilmesini istemiyor zaten.



Sosyal hayattan çekilmeliler bilakis ! İslami hayata girmeliler naçizane...! Buda öncelikli olarak Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi ''Şer'i İslam kadını eve davet eder'' işarisinde olduğu gibi önce yuvalarındaki ''Annelik'', ''Kocaya itaat'' ile başlar ! Bu kavramlar içinde bulunuyor ise İslam adına ''Dışarısı'' Hicret, Tebliğ, Cihad, Hac manasındadır !!! Ekmek için çalışmak mı ? O Kocaya yahutta Babaya aittir ! Kavram karmaşası çok fazla naçizane !

BeldeiTAYYIBe
03-07-2012, 03:32
Sosyal hayattan çekilmeliler bilakis ! İslami hayata girmeliler naçizane...! Buda öncelikli olarak Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi ''Şer'i İslam kadını eve davet eder'' işarisinde olduğu gibi önce yuvalarındaki ''Annelik'', ''Kocaya itaat'' ile başlar ! Bu kavramlar içinde bulunuyor ise İslam adına ''Dışarısı'' Hicret, Tebliğ, Cihad, Hac manasındadır !!! Ekmek için çalışmak mı ? O Kocaya yahutta Babaya aittir ! Kavram karmaşası çok fazla naçizane !







Üstadim,
islamin emir ve yasaklarina riayet ederek,
islami hizmet amacli, diger hanimlarla müsterek olusumlarda aktif rol oynamaktan bahsediyorum...
Yoksa bir önceki yaziminda devaminda özellikle vurguladigim gibi
olmazsa olmazlara ragmen kurgulanmis bir yasam tarzi, sosyal olmaktan ziyade asosyaldir...
Ölcü islamdir.

_Ednâ_
03-08-2012, 13:39
yelpazeyi geniş tutmak lazım...
şimdi sormak lazım! çalışmayan ve sosyal hayattan büsbütün itilen kadın, acaba evde otururken hangi şartlar altında evine çocuklarına hayrı oluyor?
24 saat, kadının c. sembol olarak kullanıldığı,aile içi şiddet içeren; dizi, film, program, reklam yayının olduğu tv yi izleyerekmi?

geçen bir yazı okudum yapılan araştırmaya göre çalışan annenin, çocuğu daha mutlu, insan ilişkileri daha güzel ve daha başarılı olduğu saptanmış...
başka bir araştırmada da sosyal hayatın içinde olan ev hanımının kitap okuma alışkanlığının daha fazla olduğu, çocuklarını eğitmede yönetmede daha doğru yöntemlere başvurduğu saptanmış...

şimdi ilişki kurucak olursak... kadın sosyal ortamdan itildiğinde ve çalışmadığında acaba boşluğunu tv internet gibi ortamlarda doldurması ne kadar sağlıklı?
meseleye elbette dinimizin bize çizmiş olduğu çerçevede değerlendirmek en doğrusu fakat şartlarıda göz önünde bulundurarak!
yoksa dün başörtüsü yasağı diyip tüm sahaların dışına itilen kadın, bugünde evine mahkum edilecek olursa çok daha vahim sonuçlar doğuracağını düşünüyorum...

HaArP
03-08-2012, 13:47
yelpazeyi geniş tutmak lazım...

Sosyolojik değerlendirmeler elbette vakiayı tesbit ve teşhis içindir... Önemlidir Lakin İslam akidesinde incelemek daha sıhhatlidir...!



şimdi sormak lazım! çalışmayan ve sosyal hayattan büsbütün itilen kadın, acaba evde otururken hangi şartlar altında evine çocuklarına hayrı oluyor?


Bakış açıları, algılama boyutları sosyolojiden önce başlangıç noktası Kur'an ve Sünnet diliminde değerlendirildiğinde çıkacak ilk nokta : ''Sosyal hayattan İtilen kadın'' kavramının sakat bir anlayışa sebebiyet vereceğidir ! Sosyal içtimai hayat başka Hicret, Tebliğ, Cehd, Hac sebebleri farklıdır !!!


24 saat, kadının c. sembol olarak kullanıldığı,aile içi şiddet içeren; dizi, film, program, reklam yayının olduğu tv yi izleyerekmi?

''Evde oturmak'' kavramına alternatif olarak bunları sunmanızı naçizane yadırgarım !



geçen bir yazı okudum yapılan araştırmaya göre çalışan annenin, çocuğu daha mutlu, insan ilişkileri daha güzel ve daha başarılı olduğu saptanmış...
başka bir araştırmada da sosyal hayatın içinde olan ev hanımının kitap okuma alışkanlığının daha fazla olduğu, çocuklarını eğitmede yönetmede daha doğru yöntemlere başvurduğu saptanmış...



Sıcak havalarda Cilbab emrine uymanın tende zararlı olduğu saptanmış ! gibi örnekler sosyolojik zihin parapisikolojileridir ! Bilinç ve Çıkış noktası içtimai hayatta fayda kısmı ile Emir kısımları karıştırılmamalıdır !



yoksa dün başörtüsü yasağı diyip tüm sahaların dışına itilen kadın, bugünde evine mahkum edilecek olursa çok daha vahim sonuçlar doğuracağını düşünüyorum...

Naçizane olarak demeliyim ki Vehamet algıdadır !!!:utangaç:

_Ednâ_
03-08-2012, 13:52
Sosyolojik değerlendirmeler elbette vakiayı tesbit ve teşhis içindir... Önemlidir Lakin İslam akidesinde incelemek daha sıhhatlidir...!





Bakış açıları, algılama boyutları sosyolojiden önce başlangıç noktası Kur'an ve Sünnet diliminde değerlendirildiğinde çıkacak ilk nokta : ''Sosyal hayattan İtilen kadın'' kavramının sakat bir anlayışa sebebiyet vereceğidir ! Sosyal içtimai hayat başka Hicret, Tebliğ, Cehd, Hac sebebleri farklıdır !!!




''Evde oturmak'' kavramına alternatif olarak bunları sunmanızı naçizane yadırgarım !





Sıcak havalarda Cilbab emrine uymanın tende zararlı olduğu saptanmış ! gibi örnekler sosyolojik zihin parapisikolojileridir ! Bilinç ve Çıkış noktası içtimai hayatta fayda kısmı ile Emir kısımları karıştırılmamalıdır !





Naçizane olarak demeliyim ki Vehamet algıdadır !!!:utangaç:

anlayış farkı varsa ben sizin görüşlerinize saygı duyuyorum vesselam...

HaArP
03-08-2012, 13:53
anlayış farkı varsa ben sizin görüşlerinize saygı duyuyorum vesselam...

İçtimayi fayda bakımından size saygı duyuyorum inş... Lakin İslami yelpazede iyi bir örnek algı olmadığını özellikle belirtmek isterim acizane...:utangaç:

_Ednâ_
03-08-2012, 13:58
İçtimayi fayda bakımından size saygı duyuyorum inş... Lakin İslami yelpazede iyi bir örnek algı olmadığını özellikle belirtmek isterim acizane...:utangaç:

herkesi islami yelpazeyle oluşan algıyla tatmin edemezsiniz...
ben beklerimki, benim bakış açımı büsbütün sakat bulduğunuzu ifade etmek yerine,
yine benim bakış açımla meseleyi izah ederek beni tatmin etmeniz...

HaArP
03-08-2012, 14:03
herkesi islami yelpazeyle oluşan algıyla tatmin edemezsiniz...



Daha sözüm olamaz...

_Ednâ_
03-08-2012, 14:09
Daha sözüm olamaz...

söylediğimi yanlış anladınız zannediyorum... üzüldüm.
kastettiğim şuydu, islami kıstaslara her ne kadar vakıf olunsada hassasiyet oluşmamış olabilir...
onun için hassasiyet noktasında sıkıntısı olan bir insana siz sadece islami kıstasları önüne sunarsanız bu insanın tatmin olmıyacağını izah ettim..
aksi taktirde konuyu okuduysanız hocaefendi meseleyi gayet islami çerçevede değerlendirmiş yalnız tek başına değil..

HaArP
03-08-2012, 14:15
söylediğimi yanlış anladınız zannediyorum... üzüldüm.
kastettiğim şuydu, islami kıstaslara her ne kadar vakıf olunsada hassasiyet oluşmamış olabilir...
onun için hassasiyet noktasında sıkıntısı olan bir insana siz sadece islami kıstasları önüne sunarsanız bu insanın tatmin olmıyacağını izah ettim..
aksi taktirde konuyu okuduysanız hocaefendi meseleyi gayet islami çerçevede değerlendirmiş yalnız tek başına değil..

Öncelikle Hakkınızı helal ediniz... Söylediğim ''sakat düşünce'' bir uyarı algısıdır yoksa şahsınıza münhasır değildir...!

''Daha Sözüm olamaz'' kavramı bu konuda söz etmenin sizin şahsi yahutta nefsi sosyolojik değerlendirmelerinizde kalmaması şahsınız yahutta şahsımla alakalandırılmaması adına idi... Üzüldüyseniz hakkınızı helal ediniz... Tefekkür hayır getirir naçizane...

Hocaefendinin tanımladığı biçimlerin netliğini naçizane sosyolojik algıdan algılanamıyacağını aciz ve günahkar bir dille ifade etmek istedim... Sosyal'den algı hedefine(Hakka) mana vereceğinizi umuyorum kardeşim...

_Ednâ_
03-08-2012, 14:26
Öncelikle Hakkınızı helal ediniz... Söylediğim ''sakat düşünce'' bir uyarı algısıdır yoksa şahsınıza münhasır değildir...!

''Daha Sözüm olamaz'' kavramı bu konuda söz etmenin sizin şahsi yahutta nefsi sosyolojik değerlendirmelerinizde kalmaması şahsınız yahutta şahsımla alakalandırılmaması adına idi... Üzüldüyseniz hakkınızı helal ediniz... Tefekkür hayır getirir naçizane...

Hocaefendinin tanımladığı biçimlerin netliğini naçizane sosyolojik algıdan algılanamıyacağını aciz ve günahkar bir dille ifade etmek istedim... Sosyal'den algı hedefine(Hakka) mana vereceğinizi umuyorum kardeşim...

estağfrllah varsa helal olsun sizde helal ediniz...
ortadaki yanlış anlaşılma, bendeki algı hatasından yada bendeki anlama,anlatma yetersizliğindendir...

HaArP
03-08-2012, 14:30
estağfrllah varsa helal olsun sizde helal ediniz...
ortadaki yanlış anlaşılma, bendeki algı hatasından yada bendeki anlama,anlatma yetersizliğindendir...

Est. Helal olsun kardeşim... Bilakis benim yetersiz ve karmaşık izahımdan kaynaklandığı çok açık bu manada sizin anlamanıza vesile olamamışım bu manada payın büyüğü benimdir...

BeldeiTAYYIBe
03-08-2012, 15:49
En büyük sorunlardan biriside,
sosyal alan diye tabir ettigimiz insanin ictimai sahasi batillastirilmis olmasidir.

Ne kadar garip bir durum...
Osmanliya sirt ceviren ve cumhuriyet ile öZGÜRLÜK edebiyati yapanlarin, aslinda inkilaplarla MÜSLÜMAN hanimlari dört duvar arasina hapsediyorlardi.
Halbuki istibdat ve zulüm devri olarak adlandirdiklari Osmanli idaresi,
hanimlarin her alanda DINI EMIR ve YASAKLARA riayet edebilme imkani ile beraber onlarin dünyasini muhafazaya aliyordu...
Muhafaza altinda bir sosyal alandan bahsedebiliriz.
Bugünki gibi dini hassasiyetlere tecavüz edilegelen bir sosyal hayat degildi.

_Ednâ_
03-08-2012, 16:07
En büyük sorunlardan biriside,
sosyal alan diye tabir ettigimiz insanin ictimai sahasi batillastirilmis olmasidir.

Ne kadar garip bir durum...
Osmanliya sirt ceviren ve cumhuriyet ile öZGÜRLÜK edebiyati yapanlarin, aslinda inkilaplarla MÜSLÜMAN hanimlari dört duvar arasina hapsediyorlardi.
Halbuki istibdat ve zulüm devri olarak adlandirdiklari Osmanli idaresi,
hanimlarin her alanda DINI EMIR ve YASAKLARA riayet edebilme imkani ile beraber onlarin dünyasini muhafazaya aliyordu...
Muhafaza altinda bir sosyal alandan bahsedebiliriz.
Bugünki gibi dini hassasiyetlere tecavüz edilegelen bir sosyal hayat degildi.

çok haklısınız gerçekten...
fakat önlem alabilmek adına kendimizi o dini hassasiyetlerin tecavüzünden alıkoyacak ortamlarada başvurulabilme imkanı olduğunuda düşünüyrum...
ahir zaman zorlukları içinde, sünnetiseniyyeye daha fazla sarılabileceğimiz,
bizleri ayakta tutabilecek kaynaklara ve muhabbet ortamlarına daha fazla başvurmalı ve dayanmalıdır ....

BeldeiTAYYIBe
03-08-2012, 16:20
çok haklısınız gerçekten...
fakat önlem alabilmek adına kendimizi o dini hassasiyetlerin tecavüzünden alıkoyacak ortamlarada başvurulabilme imkanı olduğunuda düşünüyrum...
ahir zaman zorlukları içinde, sünnetiseniyyeye daha fazla sarılabileceğimiz,
bizleri ayakta tutabilecek kaynaklara ve muhabbet ortamlarına daha fazla başvurmalı ve dayanmalıdır ....


Süphesiz haklisiniz Duygu kardesim.

Zaten,
mezhebi ve mesrebi ne olursa olsun fark etmez...
Dünyadaki islami hareketlerin,
hizmet cemiyetlerinin,
dernek ve cemaat olusumlarinin,
güc kazanmis olmasinda ve inkisafinda Süphesiz hanimlarin payi en az erkekler ve hatta onlardan daha ziyade mevcuttur.
Devri saadette,
osmanlida oldugu gib...
Yalnizca dört duvarimizi mesken tutsak bunlarin hangi birini yapabilirdikki?
Maksat sosyal alani hanemizdeki gibi rahat hareket etme sahasina cevirebilmekdir.
Ve ümit ediyorumki,
sizinde belirttiginiz gibi malum ortamlara dayanmak ve ilmi , fikri katki saglamak gerekliliktir.

HaArP
03-08-2012, 16:52
Muhafaza altinda bir sosyal alandan bahsedebiliriz.



Elbette... Lakin bunun ölçüleri, nefsaniyetin geldiği nokta ile değerlendirildiğinde tekrar etmekte fayda görüyorum Tebliğ, Cehd, Hac,Hicret ve buna ekleyebileceğimiz Acil ihtiyaç hacetleri !!! Bunun dışında Geniş dairede sosyal hayat nefsaniyetin ölçüsü olduğunu bilmekte yarar vardır !!! ''Çık cehd et ve geri dön algısı'' doğru bir algıdır !!!