Gönülden
06-06-2008, 14:34
Sustu kalem konuşmadı… Bin bir hicap, bin bir nedamet ve arla kızardı kalem; bozardı kalem… Nasıl konuşsun kalem? Nerde o cüret ve şecaat; nerde o şevket ve keramet?...
Taş kesildi kalem… Kalemi tutan elden can çekildi, kurudu kalem…
Kaleme hükmeden yürek titredi; durdu kalem…
Hani ya işte, ne yapsındı kalem?
Zaman dondu kaldı, mekânı yeller aldı…
Aşkın yangını, her cana alev saldı…
Kalem kırık, gönül derbeder, can tarumardır aşk meydanında…
Keşke, canhıraş yangınlara göz kırpmadan, atlayıverebilseydi gönül…
Keşkedehşete bulansa; yaralar kaplasa; kanlara boyansaydı gönül…
O zaman anlar mıydı, her mekânın cennet olduğunu ve her anın vuslat olduğunu, aslında.
Hayalimde hep vuslattır gezip duran ama, Zekeriya (as)’nın duasına bile sığmıyor günahlarım.
Ve değince isyanımın közüne, avuçları Meryem (as)’in; o mübarek elleri yanıyor… ben, hepten yanıyorum…
Ne ki en, batık bir sandalım, Yunus (as)’un fırtınalı denizinde…
Ne ki ben, kayıp bir umudum, yarenler mağarasının kuytu köşelerinde…
Öyle ki ben, cürmünü dağlara yüklemiş;
Ne aşk tanıyor beni, ne de ben tanıttım kendimi, bir tanışma faslında, sevgiliye…
Öyle çaresizim işte, şehrin izbe sokaklarında…
Öyle umarsız, öyle aşksızım işte, firakın netameli sahillerinde…
Bilmem ki nasılım, niceyim ben, sevgilinin nazarında?...
İşte bu benim; kırık sazım, yanık avazımla, perişan; firakın ahuzarında…
Vuslat vermesen de ey yar; sebat ver bari!
Kırılmasın mazlumların artık, her bahar umutları.
Mihrabi secdelere koyduğum alnıma, hicabın izi düştü.
Bin ahla kanayan yüreğimi koydum tevbe fırınına.
Bir tevbelik nefes ver rabbim!
İçimdeki volkanı haykıracak bir ses ver!
Aşkında yanacak heves ver!
Her vuslatın mekânı, âşıkların son durağı, neşvedar bir Firdevs ver
Taş kesildi kalem… Kalemi tutan elden can çekildi, kurudu kalem…
Kaleme hükmeden yürek titredi; durdu kalem…
Hani ya işte, ne yapsındı kalem?
Zaman dondu kaldı, mekânı yeller aldı…
Aşkın yangını, her cana alev saldı…
Kalem kırık, gönül derbeder, can tarumardır aşk meydanında…
Keşke, canhıraş yangınlara göz kırpmadan, atlayıverebilseydi gönül…
Keşkedehşete bulansa; yaralar kaplasa; kanlara boyansaydı gönül…
O zaman anlar mıydı, her mekânın cennet olduğunu ve her anın vuslat olduğunu, aslında.
Hayalimde hep vuslattır gezip duran ama, Zekeriya (as)’nın duasına bile sığmıyor günahlarım.
Ve değince isyanımın közüne, avuçları Meryem (as)’in; o mübarek elleri yanıyor… ben, hepten yanıyorum…
Ne ki en, batık bir sandalım, Yunus (as)’un fırtınalı denizinde…
Ne ki ben, kayıp bir umudum, yarenler mağarasının kuytu köşelerinde…
Öyle ki ben, cürmünü dağlara yüklemiş;
Ne aşk tanıyor beni, ne de ben tanıttım kendimi, bir tanışma faslında, sevgiliye…
Öyle çaresizim işte, şehrin izbe sokaklarında…
Öyle umarsız, öyle aşksızım işte, firakın netameli sahillerinde…
Bilmem ki nasılım, niceyim ben, sevgilinin nazarında?...
İşte bu benim; kırık sazım, yanık avazımla, perişan; firakın ahuzarında…
Vuslat vermesen de ey yar; sebat ver bari!
Kırılmasın mazlumların artık, her bahar umutları.
Mihrabi secdelere koyduğum alnıma, hicabın izi düştü.
Bin ahla kanayan yüreğimi koydum tevbe fırınına.
Bir tevbelik nefes ver rabbim!
İçimdeki volkanı haykıracak bir ses ver!
Aşkında yanacak heves ver!
Her vuslatın mekânı, âşıkların son durağı, neşvedar bir Firdevs ver