Orijinalini görmek için tıklayınız : Hazreti Süleyman (a.s)
Süleyman’ın (A.S.) Hayatı Ve Peygamberliği:
“Süleyman” İsmi, Soyu ve Şemâili:
“Süleyman” isminin aslı, İbrânîce olan Salomon’dur. Bu kelime, akl-ı selîm ve nâzik mânâlarına gelen “Selîm” ile eş anlamlıdır. Hz. Süleyman, kendisi gibi kral peygamber olan Dâvud (a.s.)’un (en küçük) oğludur (38/Sâd, 30). Peygamberler, maddî miras bırakmadıkları (Buhârî, Meğâzi 14; Müslim, Cihad 51, 52; Ebû Dâvud, İmâre 19) için, babasına malda değil; saltanat ve peygamberlikte vâris olmuştur. Rivâyetlere göre Hz. Dâvud’un 19 evlâdından biri olduğu halde, diğer 18 kardeşinden ilim, hikmet, takvâ gibi özellikleri ile küçük yaşlarından beri sivrildiği için, babasının mânevî alanlardaki miraslarına sahip olmuştur (27/Neml, 16). Milattan önce 1032 ilâ 975 yılları arasında yaşadığı, 1014 yılında babası Hz. Dâvud’un vefatı üzerine İsrâiloğulları krallığını devraldığı tarihî bilgilerden anlaşılmaktadır. Anası, ibâdete düşkün sâliha bir kadındı ve oğlu Süleyman’a geceleri az uyumasını öğütlemişti. Rivâyetlere göre, Kudüs yakınlarında Gazze’de doğdu. Babası gibi önce sultan, sonra peygamber oldu. Mescid-i Aksâ’yı yedi yılda inşâ ettirdi. Kudüs’de vefat etti. Rivâyete göre Hz. Süleyman, beyaz tenli, iri gövdeli, nur yüzlü bir zat olup tüy ve kılları çoktu; beyaz elbise giyerdi. Çok sayıda hanımı olduğu rivâyetleri vardır.
Kitab-ı Mukaddes’e göre, hepsi de kral kızı olan 700 karısı ve 300 de câriyesi vardır (I. Krallar, 113). Hadis-i şerifte ise 90 hanımı olduğu belirtilir (Buhârî, Nikâh 119; Müslim, Eymân 22, 24). Rivâyet edilen bir hadis-i şerife göre, bir gün Hz. Süleyman, bir arzusunu dillendirerek şöyle der: “Vallahi, bu gece 70 (veya 90) hanımımı dolaşırım da, onların her biri Allah yolunda vuruşacak birer süvâri mücâhid dünyaya getirir” diye yeminle bahsetti. Kendisine “inşâallah de!” denildiği halde Süleyman (a.s.) “inşâallah” demeyi unuttu ve bütün hanımlarını dolaştı. Sonuçta hanımlarından sadece biri hâmile kaldı. O da “eksik doğumlu” yani sakat bir çocuk dünyaya getirdi. Hz. Peygamber: “Eğer Süleyman ‘inşâallah’ deseydi, o kadınlardan her biri, muhakkak süvâri olacak ve Allah yolunda savaşacak birer oğlan doğururdu” buyurdu (Buhârî, Nikâh 119; Keffâret 9; Müslim, Eymân, 22, 25; Tirmizî, Nüzûr 7; Nesâî, Eyman 43). Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)’e de, rûh, Ashâb-ı Kehf ve Zülkarneyn’den bilgi sorulunca; “yarın gelin, haber vereyim!” buyurmuştu. Ancak “inşâallah” demeyi unutmuştu. Bu sebeple Ona da bir müddet vahiy gelmedi. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (inşâallah demedikçe), hiçbir şey için ‘bunu yarın yapacağım’ deme! Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı zikret ve ‘umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir’ de.” (18/Kehf, 23-24)
Süleyman (a.s.), Kur’an’da isminden çokça bahsedilen bir peygamberdir. Büyük dünya nimetlerine mazhar olmuştur. Dillere destan, darb-ı mesellere konu olan muazzam bir saltanatın sahibidir. Kuş dilinden anlayan, rüzgârın kendisine âmâde olduğu, insanlar, cinler ve kuşlardan müteşekkil ordusu olan kral peygamberdi. Bakır madeni ilk kez kendisi için bir pınar gibi akıtılmıştı. Cinler, itirazsız hizmetini görür ve emrinden dışarı çıkmazlardı. Varlıklı ve mevki sahibi herkes gibi, peygamberlerin tümü için geçerli olduğu şekilde (6/En’âm, 112; 25/Furkan, 31) Süleyman (a.s.) için de birtakım düşmanlar çıkmış ve bunlar çeşitli fitnelerle Hz. Süleyman’ın mülkünde çeşitli ihtilâl denemelerine girişmişti.
Kur’an-ı Kerim’de Süleyman (a.s.):
“Süleyman” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 17 yerde zikredilir; yani Hz. Süleyman, Kur’an’da 17 yerde ismi geçen bir peygamberdir. Süleyman (a.s.)’ın peygamberliği, şahsiyeti, krallığı ve hak dini tebliği ile ilgili olarak 21/Enbiyâ sûresi 78-82. âyetlerde, 27/Neml sûresi 15-44, 34/Sebe’ sûresi 12-14 ve 38/Sâd sûresi, 30-40. âyetlerde bilgi verilir. Kur’an’da toplam olarak 51 âyette ondan bahsedilir.
“Bir zaman Dâvud ve Süleyman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı. Bir grup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz, onların hükmünü görüp bilmekte idik. Böylece Süleyman’ın bunu (dâvâ konusunu, daha derinden) anlamasını Biz sağladık. Bununla birlikte Biz, onların her birine hüküm (sağlam bir muhâkeme gücü, hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik.” (21/Enbiyâ, 78-79)
“İçinde bereketler yarattığımız kutlu ülkeye doğru onun emriyle esip gitsin diye kasırga (gibi esen zorlu) rüzgârı Süleyman’ın emrine Biz verdik. Çünkü her şeyin aslını bilen Biziz.” (21/Enbiyâ, 81)
“Şeytanlardan da, onun için dalgıçlık eden ve bundan başka işler görenler vardı. Bu güçleri de gözetim altında tutan yine Bizdik.” (21/Enbiyâ, 82)
“Andolsun ki Biz, Dâvud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Bunun için onlar, ‘Bizi mü’min kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun’ derlerdi.” (27/Neml, 15)
“Süleyman Dâvud’a vâris oldu ve dedi ki: ‘Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (cömertçe, nasip) verildi. Doğrusu bu (Allah’tan) apaçık bir lütuftur.” (27/Neml, 16)
“Cinlerden (görünmeyen varlıklardan), insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları Süleyman’ın hizmetine toplandı; hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevk ediliyordu.” (27/Neml, 17)
“Nihayet karınca(larla dolu bir) vâdiye geldikleri zaman, bir karınca, ‘ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.” (27/Neml, 18)
“(Süleyman) onun sözüne gülümseyerek dedi ki: ‘Ey Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve râzı olacağın sâlih amel yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle, beni sâlih (dürüst ve erdemli) kullarının arasına kat.” (27/Neml, 19)
“(Bir gün Süleyman) Kuşları gözden geçirdikten sonra şöyle dedi: ‘Hüdhüdü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” (27/Neml, 20)
“Ya bana (mâzeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek, ya da mutlaka onu şiddetli bir cezayla azâba uğratacağım veya boğazlayacağım!” (27/Neml, 21)
“Çok geçmeden (hüdhüd) gelip ‘Ben, dedi, senin (henüz) bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim.” (27/Neml, 22)
“Gerçekten, onlara (Sebe’lilere) hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkân verilmiş ve büyük bir tahta sahip olan bir kadınla karşılaştım.” (27/Neml, 23)
“Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için hidâyete giremiyorlar.” (27/Neml, 24)
“Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğiniz ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmezler.” (27/Neml, 25)
“(Halbuki) O çok büyük arşın sahibi olan Allah’tan başka tapılacak yoktur.” (27/Neml, 26)
“(Süleyman Hüdhüde) dedi ki: ‘Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız.” (27/Neml, 27)
“Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.” (27/Neml, 28)
“(Süleyman’ın mektubunu alan Sebe’ melikesi,) ‘Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı’ dedi.” (27/Neml, 29)
“Mektup Süleyman’dandır, Bismillâhirrahmânirrahîm (diye); Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (başlamakta)dır.” (27/Neml, 30)
“Bana karşı baş kaldırmayın, teslimiyet göstererek, müslümanlar olarak bana gelin’ diye (yazmakta)dır.” (27/Neml, 31)
“(Sonra kraliçe) dedi ki: ‘Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam.” (27/Neml, 32)
“Onlar, şöyle cevap verdiler: ‘Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaşçılarız; emir ise senindir, artık ne emredeceğini düşün taşın.” (27/Neml, 33)
“Kraliçe, ‘hükümdarlar bir memlekete girdilermi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını hakir hale getirirler. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır’ dedi.” (27/Neml, 34)
“Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.” (27/Neml, 35)
“(Elçiler, hediyelerle) gelince Süleyman şöyle dedi:’Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz.” (27/Neml, 36)
“(Ey elçi!) Onlara var (söyle:) İyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak sûrette hor ve hakir halde oradan çıkarırız.” (27/Neml, 37)
“(Sonra Süleyman müşâvirlerine) dedi ki: ‘Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melîkenin tahtını bana getirebilir?” (27/Neml, 38)
“Cinlerden bir ifrit, ‘sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var’ dedi.” (27/Neml, 39)
“Kitaptan ilmi olan kimse ise, ‘gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm’ dedi. (Süleyman) onu (kraliçenin tahtını) yanı başına yerleşivermiş görünce, ‘bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnîdir, çok kerem sahibidir.” (27/Neml, 40)
“(Süleyman devamla) dedi ki: ‘Onun tahtını bilemeyeceği bir vaziyete sokun; getirin, bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamayanlardan mı olacak?” (27/Neml, 41)
“Kraliçe gelince, ‘Senin tahtın da böyle mi?’ dendi. O şöyle cevap verdi: ‘Tıpkı o! Zaten bize daha önce bilgi verilmiş ve biz teslimiyet göstermiştik (müslüman olmuştuk).” (27/Neml, 42)
“Onu, Allah’tan başka taptığı şeyler (o zamana kadar tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi kâfir/inkârcı bir kavimdendi.” (27/Neml, 43)
“Ona ‘köşke gir!’ dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini çekti. Süleyman ‘bu billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir’ dedi. Kraliçe dedi ki: ‘Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmiştim. Süleyman’ın maiyyetinde âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum.” (27/Neml, 44)
“Süleyman’a da sabah gidişi bir aylık mesâfe, akşam dönüşü de bir aylık mesâfe olan rüzgârı verdik (emrine âmâde kıldık) ve onun için erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azâbı tattırırdık.” (34/Sebe’, 12)
“Onlar Süleyman’a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sâbit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Dâvud âilesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır!” (34/Sebe’, 13)
“(Süleyman’ın) ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. Bu sûretle yere kapanıp yıkılınca öldüğü anlaşıldı. Eğer cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” (34/Sebe’, 14)
“Biz Dâvud’a Süleyman’ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah'a yönelirdi.” (38/Sâd, 30)
“Öğleden sonra kendisine, üç ayağının üzerinde durup bir ayağını yere diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu.” (38/Sâd, 31)
“Süleyman, ‘gerçekte ben mal sevgisine, Rabbimi anmayı sağladığı için düştüm’ dedi. Nihayet bu atlar koşup gözden kayboldukları zaman, ‘onları bana getirin!’ dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.” (38/Sâd, 32-33)
“Andolsun Biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü.” (38/Sâd, 34)
“Süleyman, ‘Rabbim, beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz Sen daima bağışta bulunansın’ dedi.” (38/Sâd, 35)
“Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik.” (38/Sâd, 36-38)
“İşte Bizim bağışımız budur. İster ver, ister tut; hesapsızdır’ dedik.” (38/Sâd, 39)
“Doğrusu onun, Bizim yanımızda yüksek bir makamı ve güzel bir istikbâli vardı.” (38/Sâd, 40)
Allah Teâlâ’nın Hz. Süleyman’a Bahşettiği Bazı Lütuflar:
Ehl-i Kitap, Hz. Süleyman’ı peygamber olarak tanımaz. Kendisinden Kitab-ı Mukaddes’ te daima “kral” olarak bahsedilir (Örnek olarak bkz. I. Krallar, 10/23; 11/1). Kur’an-ı Kerim ise Süleyman (a.s.)’ı vahye mazhar olmuş peygamberler arasında sayar (4/Nisâ, 163). Kendisine Allah tarafından bahşedilen nimetlerden bazılarını dile getirir:
1- Kuş Dilini Bilmesi:
Kur’an, bu konuda şöyle der:
“Süleyman Dâvud’a vâris oldu ve dedi ki: ‘Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (cömertçe, nasip) verildi. Doğrusu bu (Allah’tan) apaçık bir lütuftur.” (27/Neml, 16)
Kuşların, hayvanların dilini bilmesi, Hz. Süleyman’a Allah’ın bahşettiği bir mûcizeydi. Ona bu mûcize sâyesinde, kuşların hislerindeki münâsebetleri sezecek kadar derin ve uzaklardaki cüz’î şeylere nüfuz edecek kadar yüksek bir his ve idrâkle birlikte, aynı zamanda kuşların tabiatı olan “uçma”nın ilmi öğretilmişti (Elmalılı, Eser Y. V/3666). Hz. Süleyman’a kuş dilinin öğretilmesi kesin olmakla birlikte, işin detayları ve nasıl olduğu bizce meçhuldür.
2- Hz. Süleyman’ın Atları:
Kur’ân-ı Kerim, Hz. Süleyman’ın atlarından şu şekilde bahsediyor:
“Öğleden sonra kendisine, üç ayağının üzerinde durup bir ayağını yere diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu. Süleyman, ‘gerçekte ben mal (yani at) sevgisine, Rabbimi anmayı sağladığı için düştüm’ dedi. Nihayet bu atlar koşup gözden kayboldukları zaman, ‘onları bana getirin!’ dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.” (38/Sâd, 31-33)
Atın üç ayağını yere basıp dördüncünün tırnağını dikerek duruşu, en güzel duruşu ifade eder ki bu hal ekseriya safkan Arap atlarında görülür. Âyette bir de Süleyman (a.s.)’ın atlarının güzel koştuğuna işaret edilmiştir. En fazla beğenilip övülen iki sıfatı dile getirilen bu atların sayısı hakkında 20’den 20 bin’e kadar, cinsi hakkında da savaş atından kanatlı olmasına kadar hayli değişik rivâyetler vardır ki, bu tür rivâyetlerin Hz. Peygamber’den mervî sahih haberler olmadığı için, sadece abartı ve masalımsı unsurların boyutları açısından değerlendirmelidir. At sevgisi fıtrîdir, salma atlara karşı düşkünlük insanlara çekici kılınmış, süslü gösterilmiştir (3/Âl-i İmrân, 14). Mü’minlerin düşmanlara karşı, onları korkutacak şekilde, gücü yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlaması Kur’an’ın emridir (8/Enfâl, 60). Peygamberimiz (s.a.s.) de, kıyâmete kadar “at”ta hayır olduğunu belirtir (Buhârî, Cihad 43; Müslim, İmâre 96; Muvattâ, Cihad 44).
3- Hz. Süleyman’ın Üç Duâsı:
Hz. Peygamber’in bildirdiğine göre, Süleyman (a.s.) Beytü’l-Makdis’i yapıp bitirdiği zaman Allah’tan:
1) Allah’ın hükmüne uygun hüküm; İnsanlar arasındaki dâvâ konusu problemlerde ve ictihada dayanan hususlarda Allah’ın kendisini doğruya ulaştırması,
2) Kendisinden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat;
3) Mescidine ibâdet niyetiyle girecek herkesin, anasından doğduğu gündeki gibi günahlarından arınmasını dilemiş ve bu dilekleri kabul edilmiştir. (Nesâî, Mesâcid 6; İbn Mâce, İkametu’s-Salât 196; K. Sitte, 12/357). Bu hadisin başka varyantlarındaki ifadeye göre Süleyman (a.s.)’a ilk iki dileği verilmiştir. Hz. Peygamber, “sonuncu dileğin biz (Muhammed ümmetin)e verilmesini umarız” (İbn Mâce, İkame 196; Ahmed bin Hanbel, II/176; K. Sitte Terc, 17/103) buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerim Hz. Süleyman’a ait bu dileklerden ikisine temas eder. Şöyle ki: Gece vakti çobansız bir sürünün bir tarlada meydana getirdiği zararla ilgili olarak Hz. Dâvud ve oğlu Hz. Süleyman ayrı ayrı hüküm vermişlerdi. Meselenin çözümü Allah tarafından Süleyman (a.s.)’a anlatılmıştı:
“Bir zaman Dâvud ve Süleyman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı. Bir grup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz, onların hükmünü görüp bilmekte idik. Böylece Süleyman’ın bunu (dâvâ konusunu, daha derinden) anlamasını Biz sağladık. Bununla birlikte Biz, onların her birine hüküm (sağlam bir muhâkeme gücü, hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik.” (21/Enbiyâ, 78-79).
Tefsirlerde anlatıldığına göre, ekin sahibi ile koyun sürüsü sahipleri arasındaki dâvâda hâkimlik yapan Dâvud (a.s.) ile Süleyman (a.s.), farklı hükümler vermişlerdi. Hz. Dâvud, tahrip edilen ekinin kıymetinin, koyunların kıymetine denk olduğunu göz önüne alarak, koyunların ekin sahibine tazminat olarak verilmesine hükmetmişti. Oğlu Süleyman ise, şu hükme varmıştı: Ekin tarlası koyun sahiplerine verilmeli, onlar ziyandan önceki haline gelinceye kadar tarlanın bakımını üstlenmelidir. Koyunlar da tarla sahibine verilmeli, tarlası eski bakımlı haline gelinceye kadar bu koyunların sütünden, yününden ve kuzularından yararlandırılmalıdır. Hz. Dâvud, oğlunun bu ictihâdını beğenerek kendi görüşünden vazgeçmişti.
Kur’an ikinci dileğe şöyle temas eder:
“Süleyman, ‘Rabbim, beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz Sen daima bağışta bulunansın’ dedi.” (38/Sâd, 35)
Hz. Süleyman’ın bu dileğine nâil olduğuna müteâkip âyetler işaret eder. Ayrıca Hz. Peygamber’in, birçok hadis mecmuasında yer alan bir vâkıası da bunu teyid eder: Peygamberimiz, namaz kıldığı esnâda, ibâdetine engel olmak için kendisine hücum eden cin tâifesinden bir ifriti zararsız hale getirdikten sonra onu mescidin direklerinden birine bağlamayı ve ashâbına göstermeyi düşünmüş, fakat kardeşi Süleyman peygamberin duâsını hatırladığı için bundan vazgeçmiştir (Buhârî, Salât 75, Enbiyâ 40; Müslim, Mesâcid 39, 40; Nesâî, Sehiv 19).
Mevsuk hadislerde bir de yine Dâvud (a.s.)’la oğlu Süleyman (a.s.) arasında geçmiş fetvâ konusu başka bir olaya yer verilir. Bir çocuk üzerinde hak iddia eden iki anne arasında geçen olayla ilgili hükümde de yine Hz. Süleyman haklı çıkmıştır. Olay şöyledir:
“Vaktiyle iki kadın ve beraberlerinde iki oğlan çocuğu (bebek) vardı. Yolda giderlerken, bir kurt gelip kadınlardan birinin (büyük kadının) çocuğunu alıp götürdü. Bunun üzerine büyük kadın, arkadaşı (olan küçük) kadına: ‘Kurt, senin çocuğunu götürdü’ dedi. Öbür kadın: ‘Hayır, senin çocuğunu götürdü!’ dedi. Nihayet bu iki kadın, aralarında hükmetmesi için Dâvud (a.s.)’a mürâcaat ettiler. Dâvud (a.s.) da, çocuğun büyük kadına âit olduğuna hükmetti. (Daha sonra kadınlar) muhâkemeden çıkıp Dâvud (a.s.)’un oğlu Süleyman (a.s.)’a gittiler. Dâvud(a.s.)’un hükmünü söylediler. Süleyman (a.s.) da: ‘Bana bir bıçak getirin!’ Çocuğu (bu) iki kadın arasında paylaştırayım!’ dedi. Bunun üzerine küçük kadın: ‘Aman, sakın öyle yapma! Allah sana rahmet etsin! Çocuk bu kadınındır’ dedi. Bunun üzerine Süleyman (a.s.), çocuğun (kesilmesine şiddetli tepki gösteren ve hayatta kalması için kendi analığından fedâkârlık gösteren) küçük kadına âit olduğuna hükmetti.” (Buhârî, Enbiyâ, 40, Ferâiz 30; Müslim, Akdiye 20; Nesâî, Kudât 14; K. Sitte, 12/355-356)
4- Rüzgârın Emrine Verilmesi:
Bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“İçinde bereketler yarattığımız kutlu ülkeye doğru onun emriyle esip gitsin diye kasırga (gibi esen zorlu) rüzgârı Süleyman’ın emrine Biz verdik. Çünkü her şeyin aslını bilen Biziz.” (21/Enbiyâ, 81)
Başka bir âyet, bu rüzgârın Süleyman (a.s.)’ı sabahtan öğleye ve öğleden akşama kadarki zaman içerisinde, yürüyüşle birer aylık mesâfeye (takriben 900 km.) götürdüğünü beyan eder (34/Sebe’, 12). Rüzgârın Hz. Süleyman’ın emrine âmâde kılınması konusunda pek çok rivâyet vardır ve bu rivâyetlerde hâkim unsur isrâiliyattır; bu rivâyetlerden sakınmak evlâ, Kur’an’ın nassı ile yetinmek en sağlam yoldur (Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’an, 10/160). Eski tefsir, kasasu’l-enbiyâ ve tarih kitaplarımız isrâiliyat kaynaklı akla mantığa ters rivâyetlerle maalesef doludur. Hz. Süleyman, bu anlatımlarda tevhid peygamberi vasfından ziyade bir masal kahramanı, efsânevî destansı kişi hüviyetindedir. Hakikatini bilmediğimiz ve tahkikten de uzak olduğumuz bu tür hurâfelere girmemek gerekir.
5- Hz. Süleyman’a Verilen “Aynü’l-Kıtr”:
Sebe’ sûresinin 12. âyetinde Allah. “aynü’l-kıtr’ı ona sel gibi akıttık” buyurur. Bütün müfessirler bunun “erimiş bakır madeni” olduğunda müttefiktirler. (Bu âyette geçen “aynü’l-kıtr”ın petrol olduğunu iddia edenler varsa da bu, hiçbir delile dayanmayan hayali bir görüştür.) Bu sâyede Hz. Süleyman kendisine lâzım olan binaları, âlet ve edevâtı, muhtemelen ordusunun techizatını kolaylıkla yapmaya ve temin etmeye muvaffak olmuştur. Bakır madeni bir mûcize olarak Hz. Süleyman’a cidden bir pınar gibi mi akıtıldı, yoksa bu, Süleyman (a.s.)’ın ilim ve fen yardımıyla bakırı eritmesinden kinâye midir? Bu soru da zihinleri meşgul etmiştir. Bu iki ayrı görüşü savunan iki büyük müfessiri örnek olarak verebiliriz: Fahreddin Râzi, bu işi mûcize olarak düşünmeyenleri kınar ve bunları inanç zayıflığı ve Allah’ın kudretine itimatsızlıkla itham eder. Elmalılı ise, bakırın ilim ve sanatla akıtılmış olmasını peygamberlik makamı için daha mühim görür (Elmalılı, Eser Y. VI/3951).
6- Timsaller/Heykeller ve Dalgıçlar:
Kur’ân-ı Kerim, Süleyman (a.s.)’a iş gören bazı cinlerin râm edildiğini bildirir ki bunlar, ona, mihrablar (mescidler), timsaller/heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar, sâbit kazanlar yaparlardı (34/Sebe’, 12-13).
Timsâl: Canlı veya cansız bir şeyin aslına benzer biçimde yapılan herhangi bir sûreti, heykelidir. Cinlerin Hz. Süleyman için yaptıkları, onların aynı zamanda sanatkâr ve ellerine iş yakışır, belli bir seviyede hesap kitap, ilim-irfan sahibi olduklarını ifade eder. Ve yine aynı âyetler Hz. Süleyman’ın halka son derece şefkatli, onların huzurunu ön planda tutan ve düşünen bir kişi olduğunu da ifade ederler. İri iri çanaklar, havuz büyüklüğünde yerinden kalkmaz çömlek, tencere ve kazan gibi kapların yapılması, Hz. Süleyman’ın fakir dostu olduğunu, kurulan muazzam sofralarda halkın ağırlandığını ifade eder (Elmalılı, VI/3953).
Kur’ân-ı Kerim Hz. Süleyman’a şeytanlardan bina ustaları, dalgıçlar ve fesatlarına meydan verilmeyecek bir sûrette sıkı kontrole tâbi olan diğerlerinin de râm edildiğini bildirir (38/Sâd, 37-38) ki, rivâyetlere göre dalgıçlar, Hz. Süleyman’a denizlerde bulunan her çeşit süs eşyasını, cevher ve incileri bulup çıkarırlardı. Şeytanların Hz. Süleyman’ın emrine râm edilmesinden sonra onun için yaptıkları ve bunların nelerden ibaret oldukları yolunda birçok rivâyet varsa da, bunlara itibar etmemek, Kur’an’ın nassı ile yetinmek ve dolayısıyla hurâfelere dalmamak en hayırlı iştir (Seyyid Kutub, Fî Zılâl, 12/390).
Hz. Süleyman ve Nemle (Karınca):
Hz. Süleyman maiyetiyle bir sefere çıktığında yolları “karınca vâdisi”ne uğrar; ya da karıncaların olduğu bir vâdiden geçerler. Süleyman ve ordusunun kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu gören bir nemle/karınca (muhtemelen reis durumunda olan, arkadaşlarını uyarır): “Nihayet karınca(larla dolu bir) vâdiye geldikleri zaman, bir karınca, ‘ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.” (Süleyman) onun sözüne gülümseyerek dedi ki: ‘Ey Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve râzı olacağın sâlih amel yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle, beni sâlih (dürüst ve erdemli) kullarının arasına kat.” (27/Neml, 18-19) Bu âyetlerde bir karıncanın, kendi hemcinslerini, Süleyman (a.s.)’ın ordusu tarafından çiğnenmesinler diye uyardığını görüyoruz. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde bunun dışında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Buna rağmen tarih ve tefsir kitaplarına konuyla ilgili yığın yığın mâlûmat dercedilmiştir.
Hz. Süleyman’ın Kürsüsüne Atılan Ceset:
Süleyman (a.s.)’la ilgili olarak bir âyette şöyle buyrulur: “Andolsun Biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü.” (38/Sâd, 34) Kürsüye atılan “ceset” konusu müfessirleri çok meşgul etmiş ve buna dair hayli değişik izahlara yer verilmiştir.
Kur’an’da anılan bu cesedin ne olduğu ve bundan neyin kastedildiği kesin olarak belli değildir. Konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber’den de bir açıklama yoktur. Hurâfelerden uzak kalmak düşüncesiyle bazı müfessirler cesetten maksadın hadislerde bahis konusu edilen “yarım çocuk” olduğunu ifade ediyorlarsa da bunda da kesinlik yoktur ve bazı yönleriyle tenkide müsaittir. Âyette Hz. Süleyman’ın fitneye düşürüldüğü ve kürsüsüne bir cesedin atıldığı bildirildiğine göre böyle bir şey olmuş demektir. Ama bunun, şu veya bu diye kestirilip atılmasına imkân yoktur. Muhtemelen Hz. Süleyman’ın Beytü’l-Makdis’i yaptırdığı sırada inşaat işlerinde çalıştırdığı sanatkârlar içinde, çeşitli hilelere vâkıf dessas kişiler vardı. Bu şeytanların veya şeytan ruhluların planladıkları bir ihtilâl yüzünden Hz. Süleyman bir müddet nüfûzunu yitirmiş veya tahtından uzaklaşmış, bu sûretle tahtında ya kendisi kuvvetsiz bir ceset halinde hükümsüz kalmış, yahut tahtı işgal edilip, ona muayyen bir zaman için heykel gibi birisi oturtulmuş olabilir.
Hz. Süleyman’ın Mülkünün Genişliği:
Hz. Süleyman Cenâb-ı Hak’tan kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat istemişti. Kur’an, onun duâsının kabul edildiğini ve dileğine nâil olduğunu haber verir (38/Sâd, 35-40). Bahis konusu mülkün daha ziyade mânevî mülk olduğu ve mânevî varlıklara tasarrufta bulunduğu anlaşılıyor. Fakat bilindiği gibi Hz. Süleyman, peygamber olması yanında aynı zamanda bir kraldı. Kral, coğrafî bir vatan üzerinde hükmeden kişi olduğuna göre Hz. Süleyman da bundan hâriç tutulamaz. Bugünkü Filistin’le Ürdün’ün tamamı ve Sûriye’nin bir kısmını içine alan topraklarında hüküm sürdüğünü tarihî bilgilerden ve ilgili haberlerden öğrendiğimiz Süleyman (a.s.)’ın hükmettiği topraklar hakkında aşırı büyüklüklere ve abartılı tasvirlere yer verildiğini görüyoruz.
Süleyman (a.s.) ve Belkıs:
Belkıs, Sebe’ kraliçesinin ismidir. Hz. Süleyman’ın hizmetinde bulunan Hüdhüd’ün haberi sonucu Süleyman (a.s.) ona mektup yazar. Durumu kendi adamlarıyla görüşen Belkıs maiyetinden bazısı ve birtakım hediyelerle yurdundan kalkar ve Hz. Süleyman’ın ziyaretine gelir. Bu ziyaret ve ona tekaddüm eden mektup olayı üzerine de teşekkül eden hayli zengin efsâneler kitaplara konu olmuştur.
Süleyman (a.s.) ve Hüdhüd:
Halkımız arasında “ibibik” ve “çavuş kuşu” gibi isimlerle anılan hüdhüd, müslümanlarca muhterem tanınan bir kuştur ve Hz. Peygamber öldürülmesini ve avlanmasını yasak etmiştir (Ebû Dâvud, Edeb 164; İbn Mâce, Sayd 10; Dârimî, Edâhî 26). Başında dikkat çeken bir sorgucu bulunan bu kuşun huy ve itiyatları hakkında pek çok şey söylenmiştir. Ana ve babasına gösterdiği hürmet özellikle belirtilir. Hüdhüdün ölen anasını kefenleyerek cesedini, bir istirahat yeri buluncaya kadar, sırtında ve başında taşıdığı yolunda bir hikâye anlatılır ve sırtının kahverengi oluşu buna bağlanır. Eşi ölünce hüdhüd yeni bir eş aramaz. Ebeveyni yaşlanınca, onların yiyeceklerini temin eder (İslâm Ansiklopedisi, Hüdhüd maddesi).
Kısaca tanıtılmaya çalışılan hüdhüdün Hz. Süleyman ile Belkıs kıssasında rolü büyüktür. İbn Abbas’tan nakle göre, Hz. Süleyman (a.s.)’ın özellikle hava yolculuklarında kendisi ve ordusu için su lâzım olduğunda hüdhüdü çağırırdı. Hz. Süleyman’ın su mühendisi olan bu kuş, insanların yeryüzünde olan bir cismi gördükleri gibi arzın derinliklerinde bulunan suyu görür ve onun ne kadar derinlikte olduğunu da anlardı. Suyun yer ve derinliği böylece keşfedildikten sonra Süleyman görevlilere emreder, orası kazılır ve su çıkarılırdı (İbn Kesir, Tefsir 5/227-228; Taberî, Tefsir 19/143). Ordusunda bu kadar önemli bir görev yaptığı söylenen hüdhüdü bir gün Hz. Süleyman arar. “(Bir gün Süleyman) Kuşları gözden geçirdikten sonra şöyle dedi: ‘Hüdhüdü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” (27/Neml, 20) Hüdhüdü aradığı anda bulamayan Hz. Süleyman kızar ve şöyle der: “Ya bana (mâzeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek, ya da mutlaka onu şiddetli bir cezayla azâba uğratacağım veya boğazlayacağım!” (27/Neml, 21)
Belkıs’ın Tahtının Getirilmesi:
Hz. Süleyman kendisini ziyarete gelmekte olan Belkıs ve maiyetinin ulaşmasından önce kraliçenin dillere destan özelliklere sahip meşhur tahtının getirilmesini arzu etti. Allah’ın bir lütfu olarak taht çok kısa bir müddet içinde getirilip Hz. Süleyman (a.s.)’ın yanına kondu (27/Neml, 38-41). Tahtın nasıl geldiği merakını gidermek için bu konuda bazı tarihçi ve müfessirler birbirini tutmayan çok çeşitli ifadeler kullanmışlardır.
Belkıs’ın Hz. Süleyman’a Takdim Ettiği Hediyeler:
Hz. Süleyman’ın, müslüman olmalarını isteyen mektubunu alan Belkıs, durumu maiyetiyle istişâre eder ve neticede, önce Hz. Süleyman (a.s.)’a elçiler ve hediyeler göndermeye, sonra da bizzat ziyaret etmeye karar verir. Ziyaretinden önce gönderdiği hediyeler, bir gerekçe ile redde uğrar. Kendisinin dünya peşinde koşan bir insan değil; hak dini yayma çabasında bir peygamber olduğunu karşı tarafa oldukça sert ve kesin bir ifadeyle bildiren Hz. Süleyman sonuç olarak misafirlerini karşısında bulur.
Hz. Süleyman Belkıs ile Evlendi mi?
Hz. Süleyman’ın Belkıs’ı alıp almadığı da merak konusu olmuş, soruya olumlu ve olumsuz karşılıklar verilmiştir. Rivâyetlerin ekseriyeti evlendiklerini beyan ediyorsa da buna dair Kur’an ve hadislerde hiçbir açıklama yoktur; sıhhatine inanılır bir haber de mevcut değildir.
Ölümü Bildiren “Dâbbetü’l-Arz”:
Yüce Allah “gaybı bilirim” iddiasında bulunan cinlere ve onlarla aynı paralelde hareket etmek için çaba sarfeden kötü ruhlu insanlara ebedî bir ders vermek için Hz. Süleyman’ın ölümünü gizlemiş, onu hayatta sanan cinler uzun bir müddet daha tıpkı sağlığında olduğu gibi ağır işlerde çalışmaya devam etmişler ve akılsızca “zillet verici azap içinde” beklemiş durmuşlardır (34/Sebe’, 14). Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Süleyman’ın vefatını asası vâsıtasıyla halka duyurduğu mutlak bir gerçektir. Süleyman (a.s.) irtihal edince, na’şının uzun süre asasına dayanarak ayakta kaldığı anlaşılmaktadır. Hz. Süleyman’ın ölümünü anlamadıkları için hayatında olduğu gibi, yorucu işlere Onun ölümünden sonra da bir süre daha devam etmişlerdi. O halde gaybı ancak Allah bilir.
Hz. Süleyman’ın hayatını ve kıssasını özetlersek;
Dâvud Peygamber’in oğlu olan Süleyman (a.s.) dillere destan ve darb-ı mesellere konu olan muazzam bir saltanatın sahibidir. Kur’an, kendine verilen hârikulâde nimet ve hasletlerden bazısını zikreder. Hz. Peygamber’in hadislerinde de “Süleyman” ismine oldukça sık rastlanır. Kuş dilini bilen Hz. Süleyman’a maddî ve mânevî sahada büyük bir tasarruf gücü verilmişti. İstediği takdirde rüzgâr kendisini çok kısa bir müddet zarfında “bir aylık” mesafeye götürür; şeytanlar kendisine muazzam kap kacak, çanak çömlek gibi mutfak eşyaları yanınde devâsâ binalar inşâ ederlerdi. Tarihte ilk kez bakır madeninin kendisine Yüce Allah’ın kudreti eseri “su gibi” akıtıldığı Süleyman (a.s.) bu sâyede de son derece dayanıklı malzeme ve evlere, muhtemelen ordusunun ihtiyacı olan silâhlara, harp araç ve gereçlerine, kışlalar ve kervansaraylara sahip olmuştur.
Sağlığında halk içinde cereyan eden hâdiselerde hakem, dâvâlarda yargıç vazifesi gören Hz. Süleyman, son derece isabetli sonuçlara varmış ve hatta bu konuda babası Hz. Dâvud’u geçmiştir. Kur’an onun bu durumuna kısaca temas eder, hadisler de izah eder.
Mevki sahibi olan ve nimet içinde yüzen herkes için olduğu gibi Hz. Süleyman için de sağlığında sayıları oldukça kabarık bir gayr-ı memnunlar zümresi türemiş ve şeytan ruhlu bu adamlarla İblis ve avanesinin iş birliği sonucu, iktidarı aleyhine hayli kesif bir propaganda ve yıkım faâliyeti sürdürülmüş, bunların bir sonucu olarak Hz. Süleyman bir müddet tahtından ayrı kalmış veya güç ve nüfuzunu yitirmiştir.
Hüdhüdün haberi sonucu Yemen ülkesinin kraliçesi Belkıs ile irtibat kuran Hz. Süleyman (a.s.) önce mektup yazmış, sonra da ziyaretine gelen bu kadının ziyaretinden önce tahtını da getirmiş, gördüğü manzaradan hayretler içinde kalan kraliçenin maiyeti ile birlikte Allah’a teslimiyetine vesile olmuştur. Cenâb-ı Hakk’ın “ağaç kurdu” ile ölümünü insanlara ve cinlere bildirdiği Hz. Süleyman elli küsur yıl ömür sürdükten sonra Kudüs’te bu fâni âleme vedâ etmiştir. Görkemli saltanatın yerinde sahibinin ölümünü müteâkip yeller esmiş; ondan bize, dünyaya karşı zühdü öğütleyen birkaç cümle ve atasözü miras kalmıştır. Bir örnek verelim:
“Seyr etti havâ üzre derler taht-ı Süleyman,
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde!”
Hz. Süleyman’ın Kur’an ve hadiste çok muhtasar anlatılan bazı halleri ve buna bağlı olan diğer şeyler, meraklı yazarlarca, rivâyetlerin kaynağına bakılmaksızın zenginleştirilmiş ve bu iş yapılırken de kritik bir zihniyete sahip olunmadığı için onun özellikle yüzüğü (mührü), havaî seyahatleri, hanımları, atları, emrine âmâde cinler ve şeytanlar, Belkıs’ın ziyareti, ihtişamı ve ölümü gibi konularda anlamsız, gereksiz, mantık dışı, geniş ölçüde hayal mahsulü olan bilgilere, isrâilî haberlere, efsânelere yer verilmiştir. Bunlar onu gerçek bir kral ve Allah elçisi değil; destanî bir hüviyete büründürmüştür. Hz. Süleyman’ı anlatan eski tefsir ve tarih kitaplarındaki bilgilerin büyük çoğunluğu, gerçekle irtibatlı değildir; Hz. Süleyman hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin bunu göz önünde bulundurmaları faydalı olur.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hz Süleyman’ın hayatı, daha çok Abdullah Aydemir’in İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler adlı eserinden yararlanılarak, bazı yerleri özetlenerek yazılmıştır. Geniş bilgi için bkz. a.g.e. s. 187-224.
Süleyman (a.s.) Kıssasından Bazı İbret ve Hikmetler:
“Gerçekten onların (peygamberlerin) kıssalarında akıl sahipleri için çok ibret vardır.” (12/Yûsuf, 111) “Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi kıssa olarak sana anlatıyoruz. Bunda sana hak, gerçeğin bilgisi, mü’minlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.” (11/Hûd, 120)
--------------------
Hakka Dâvet ve Açık Mesaj:
“(Süleyman’ın mektubunu alan Sebe’ melikesi,) ‘Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı’ dedi. ‘Mektup Süleyman’dandır, Bismillâhirrahmânirrahîm; Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (başlamakta)dır. ‘Bana karşı baş kaldırmayın, teslimiyet göstererek, müslümanlar olarak bana gelin’ diye (yazmakta)dır.” (27/Neml, 29-31) Bu âyetlerden anlaşılıyor ki, İslâm’a dâvet ve tebliğ görevini üstlenen peygamberler, her vesileyle insanlara, hatta başka ülkelerdeki uygun kişilere İslâm mesajını sunmuşlardır. Mektup gibi iletişim araçlarından faydalanmışlar, mektuba ilk başlarken bile ilk söz ve dâvetleri Allah olmuştur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) de zamanında yaşayan farklı ülkelerin devlet başkanlarına İslâm dâvetini içeren mektuplar göndermiştir.
Süleyman (a.s.), mektubundaki besmele ile Belkıs’a ibâdetin yalnız Allah’a yapılacağını anlatmış, dikkatleri ilk planda Rahmân ve Rahîm olan Allah’a çekmişti. “Bana karşı baş kaldırmayın!” demek sûretiyle de, nefis muhâsebesine dâvet etti ve “teslimiyet göstererek, müslümanlar olarak bana gelin” diyerek net bir şekilde dâvetini yaptı, bütün huzurun İslâm’da olduğunu ifade etti. Bütün bunlar bizim için, peygamberlerin vârisleri âlimler için örneklerdir.
Allah’tan Nimet İsterken Gösterdiği Hassâsiyet:
“Süleyman, ‘Rabbim, beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz Sen daima bağışta bulunansın’ dedi.” (38/Sâd, 35) Âyet-i kerimenin başlangıcında belirtilen Hz. Süleyman’ın ifadesi gösteriyor ki o, nefsinin Allah’ın bağışı olan nimetlerden olumsuz etkilenmemesi için Allah’ın yardımını da istemekte, peşinen af talep etmektedir. Süleyman (a.s.)’ın kimsenin muktedir olamayacağı güçlerin, başkalarının ulaşamayacağı bazı mânevî mülkün kendisine verilmesini istemesi, övünmek ve hevâsını tatmin etmek için değildi. Zamanındaki kâfir ve zâlim kralları zelîl etmek, Allah’a teslim olup kulluk yapmalarına engel olan gururlarını kırmak içindi. Çünkü, hemen her dönemde olduğu gibi onun devrindeki krallar, gurur, kibir, zulüm, ihtişam sergilemek için büyük savurganlık ve sömürü içindeydi. Fahreddin Râzi, bu âyete şöyle de mânâ vermiştir: “Bana öyle şanlı bir mülk ver ki, ben ona kavuşup öldükten sonra ‘dünya mülkünün vefâsı olsaydı, Süleyman’a olurdu!’ denilsin de, kimsenin dünya saltanatına hırs ve rağbeti kalmasın!” Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi, Süleyman (a.s.)’ın asıl maksadı, dünya mülkünü değil; âhiret mülkünü istemektir. Yoksa, Allah’ın sünneti, âhiretten kopuk şekilde sadece dünya nimetlerini isteyeni esas yurt olan öteki âlemde nasipsiz bırakmaktır. Bir peygamberin böyle geçici küçük faydayı, büyük ve ebedî nimetlere tercih etmesi düşünülemez. “Kim âhiret kazancını isterse, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını isterse ona da dünyadan bir şeyler veririz; fakat onun âhirette bir nasibi olmaz.” (42/Şûrâ, 20)
Dünya Malına Karşı Tavrı, Hırsa Kapılmaması, Tâğutların Rüşvet Gibi Olan Hediyelerini Reddetmesi:
Kendisini İslâm’a dâvet eden mektubu alıp okuduktan sonra, Belkıs, durumu halkının ileri gelenleriyle, yani istişâre kurulu ile görüşmüş, neticede Hz. Süleyman’a elçiler gönderip çok kıymetli hediyeler sunarak onun dâvet ve baskısından kurtulma kararı almıştı. Belkıs şöyle demişti: “Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.” (27/Neml, 35) Süleyman (a.s.) ise onların hediyelerine güvendiklerini anlamış ve o hediyeleri bir rüşvet mâhiyetinde görerek tehdit edercesine geri göndermişti. “(Elçiler, hediyelerle) gelince Süleyman şöyle dedi:’Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz. (Ey elçi!) Onlara var (söyle:) İyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak sûrette hor ve hakir halde oradan çıkarırız.” (27/Neml, 36-37)
“...(Süleyman) onu (kraliçenin tahtını) yanı başına yerleşivermiş görünce, ‘bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnîdir, çok kerem sahibidir.” (27/Neml, 40) Bir mûcize eseri olarak Allah’ın lütfu gereği binlerce kilometre uzaktan Belkıs’ın dillere destan tahtını, göz açıp kapamadan daha kısa bir zamanda naklini gerçekleştiren Hz. Süleyman, bunu kendi nefsine ve diğer zayıf yaratıklara haml etmeyip Allah’ın lütfu olarak görmektedir. Günümüzde bile henüz gerçekleştirilemeyen eşya naklinin Allah’ın izniyle çok kısa bir anda gerçekleştirildiğini gören Hz. Süleyman, her şeyin olduğu gibi bu nimetin de Allah’ın bir sınavı olduğunu değerlendirir ve şükretme vesilesi kabul eder.
Kahramanlar Ayakta Ölür:
“(Süleyman’ın) ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. Bu sûretle yere kapanıp yıkılınca öldüğü anlaşıldı. Eğer cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” (34/Sebe’, 14) Hz. Süleyman’ın bastonuna dayanarak ayakta ölmesi de düşündürücüdür. Sürünerek yaşamayı ayakta ölmeye tercih eden günümüz dünya adamlarına bakıldığında bu örneğin büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Hz. Süleyman’ın hayatı gibi ölümü de bir tevhid mücâdelesi ve hak mesajı idi. Gaybı, Allah’tan başka hiçbir varlığın bilemediğini, cinlere ve şeytanlaşan insanlara Allah bir ağaç kurdu örneği ile göstermektedir.
Muazzam Dünya Servet ve Saltanatını Kalbinin Dışında Taşıması:
Allah Teâlâ, peygamberler içinden varlık sahibi olarak Süleyman (a.s.)’ı örnek vermektedir. Süleyman (a.s.) ile Karun’un, emperyalist zenginlerin arasındaki temel fark şundan kaynaklanıyor: Hz. Süleyman, mülkün Allah’a ait olduğunu, bunun insanlara bir sınav için geçici bir süre verildiğini, nimetlere bol bol şükredilmesi gerektiğini iyi biliyor ve kendisine emânet olarak bahşedilen dünya servetini daima kalbinin dışında taşıyordu. “Eğer siz şükrederseniz, size olan nimetlerimi arttırırım.” (14/İbrâhim, 7) Nimetlerin artmasının yolunun da şükürden geçtiğini bildiğinden Allah’ın emri gereği bol bol şükrediyordu. “Onlar Süleyman’a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sâbit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Dâvud âilesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır.” (34/Sebe’, 13) Kur’an, Hz. Süleyman’ın daima Allah’a yöneldiğini (38/Sâd, 30) haber verir. Dâvud ve Süleyman peygamberler, çok şükür ve hamd eden insanlardı: “Andolsun ki, Dâvud’a ve Süleyman’a ilim verdik. İkisi de: ‘Bizi mü’min kullarının çoğundan üstün kılan Allah’a hamdolsun’ dediler.” (27/Neml, 15)
Hz. Süleyman örneği göstermektedir ki, dünya malı, mülkü ve saltanatı, sadece belirli bir zaman dilimi için ve sınırlı bir şekilde istifade olduğu gibi, bir sınavdır da. “Ey insanlar! Hepiniz Allah’a karşı fakirsiniz, muhtaçsınız. Zengin ve hamde/övülmeye lâyık olan ancak O’dur.” (35/Fâtır, 15) İnsan emânetçidir; mülk tümüyle Allah’ındır. “Göklerin ve yerin mülkü ve hükümranlığı Allah’a âittir. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (3/Âl-i İmrân, 189) “De ki: ‘Mülkün gerçek sahibi Allah’ım! Sen mülkü ve hükümranlığı dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü hayır senin elindedir. Gerçekten Sen, her şeye kadirsin.” (3/Âl-i İmrân, 26) “Kim izzet (güç ve şeref) isterse (bilsin ki), izzet tümüyle Allah’ındır.” (35/Fâtır, 10)
Ehl-i Kitabın Süleyman a.s. Hakkındaki İftiraları:
Kitab-ı Mukaddes’de 31 baptan (bölüm) meydana gelen “Süleyman’ın Meselleri”nin Hz. Süleyman’a ait olduğu yahûdi kaynaklarında zikredilir. Bu bölümde Hz. Süleyman’ın hikmetli sözlerinden örnekler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, yine Kitab-ı Mukaddes’de sekiz baptan meydana gelen ve Onun yazdığı iddia edilen “Neşîdelerin Neşîdesi” bölümünde, bir peygamber’e hiç de yakışmayacak aşk ve harem hayatından bahseden cümleler vardır. Bunlar da Tevrat’ın tahrife uğradığını açıkça göstermektedir. Neşîdelerin Neşîdesi baştan sona okununca bu cümlelerin bir peygamber ağzından çıkmayacağını dindar yahûdiler dahi kolayca kabul edebilir. Saydıklarımızdan ayrı olarak yahûdi mezheplerinden Ferisiliği desteklemek için “Süleyman’ın Mezmurları” adıyla uydurulmuş 18 Mezmur daha vardır. Bunlar Tevrat’a alınmamıştır. Tevrat’taki Mezmurlar Onun babası Hz. Dâvud’a atfedilir.
Hıristiyan ve yahûdiler, onu peygamber olarak kabul etmezler, onu sadece kral, hem de krallığını büyüye borçlu, büyücü bir kral olarak görürler. Birçok sihir kitabını onun yazdığı iddia edilerek ona iftira atılır. Ölümünden sonra, sarayının altında gömülü olan büyü kitaplarını cinlerin gömüldükleri yerden çıkardıkları gibi ithamlar yapılır. Hz. Süleyman’ın büyük saltanat ve güçlerini büyülerle elde ettiği yolunda Tevrat (I. Krallar ve II. Krallar) kaynaklı isnad, itham ve iftirasını Kur’ân-ı Kerim şiddetle reddeder. Kitab-ı Mukaddes’i tahrif edenler, Hz. Süleyman için, puta tapma suçu işlediği iftirasını da Tevrat’a geçirmekten (Kitab-ı Mukaddes, 1. Krallar 11/1-10) çekinmemişlerdir. Yahûdilere göre o, sihirbazlığın mûcidi bir büyücü kraldır; krallığını büyülü güç kaynağı yüzüğünden almaktadır.
Peygamberliği Ve Tevhidî Mesajı, Efsâne Ve Masal Ögelerinin Gölgelemesi:
Hz. Süleyman’ın Kişiliği, Hanımları:
Bazı eski tefsirlerin ve tarih kitaplarının Hz. Süleyman’ın hanımları ve câriyelerinin sayıları ile ilgili olarak verdikleri rakamlar çeşitlidir. 700 hanımı ve 300 odalığı, 300 hanımı ve 700 odalığı veya 300 hanımı 900 odalığı olduğu rivâyetlerine yer verilir. Kitaplarında bu abartılı rakamlara yer veren Taberî ve Kurtubî gibi yazarlar, bu kadar hanımın hakkını edâ için Hz. Süleyman’a yüz erkeğin şehveti verildiğine dair haberler de kaydetmişlerdir. Bu konuda 38/Sâd, 39. âyetine istinad etmişlerdir. Halbuki bu âyette Hz. Süleyman’a verildiği söylenen şehvet ve erkeklik gücüne dolaylı da olsa en ufak bir işaret yoktur. Taberî’nin de bu rivâyeti tenkit ederken dediği gibi, Hz. Süleyman’a verilen şeyin “şehvet” değil; “mülk ve saltanat” olduğudur. Hz. Süleyman’ın eş ve câriyelerinin toplam 1000 olduğu yolunda tefsirlere geçen rivâyetlerin kaynağı Kitab-ı Mukaddes’tir. I. Krallar bab 113’de aynen şöyle denir: “Ve onun 700 karısı kral kızı olup, 300 de câriyesi vardı.”
Hz. Süleyman ve Rüzgâr:
“İçinde bereketler yarattığımız kutlu ülkeye doğru onun emriyle esip gitsin diye kasırga (gibi esen zorlu) rüzgârı Süleyman’ın emrine Biz verdik. Çünkü her şeyin aslını bilen Biziz.” (21/Enbiyâ, 81) “Süleyman’a da sabah gidişi bir aylık mesâfe, akşam dönüşü de bir aylık mesâfe olan rüzgârı verdik (emrine âmâde kıldık)...” (34/Sebe’, 12) Bu âyetlerde Süleyman (a.s.)’ın emrine verilen rüzgârla ilgili hayli masalımsı söylentiler kitaplara geçmiştir. Bu rivâyetlere göre Hz. Süleyman’ın ahşaptan mâmul bir döşemesi/tahtı vardı. Bir gezinti, bir sefer, bir kral veya düşmanla savaşmak gerektiğinde, lâzım olan her şey bunun üzerine yüklenirdi. Bu öyle geniş bir döşeme/taht idi ki, bütün evler, köşkler, çadırlar, mallar, malzemeler, atlar, develer, ağırlıklar, ins ve cinden erkekler, kuşlar ve diğer hayvanlardan her şeyi içine alırdı. Yükleme işi bitince rüzgâra emreder, o da döşemenin altına girer ve onu havaya kaldırırdı. Muayyen bir yüksekliğe çıktıktan sonra, tatlı ve yumuşak esen rüzgâr onu alır götürürdü. Eğer daha serî bir hareket arzu edilirse, o zaman bu işi şiddetli esen rüzgâr yapardı (Taberî; İbn Kesir). Kaynaklar, bir ihtiyaç halinde Süleyman (a.s.) için 600 veya 600 bin tahtın kurulduğunu kaydederler. Tahtların kurulmasını müteâkip önce insanların eşrâfı gelerek Hz. Süleyman’ın yanındaki tahtlara, bundan sonra cinlerin eşrâfı gelir ve insanlara yakın olan tahtlara oturur; sonra kuşları çağırır ve onlar da bu oturanlara gölge yapar; sonra da rüzgârı çağırırdı (Taberî, Bağavî, İbn Kesir, İbnu’l-Cevzî, İbnu’l Arabî -Ahkâmu’l-Kur’ân-). Hz. Süleyman’ın bu ahşap tahtının 1000 rüknü (sütun, direk) bulunduğunu, her rükünde bir evin olduğu, her bir rüknün 1000 şeytanın omzunda taşındığı da rivâyetler arasındadır (Taberî, Tefsir; Bağavî, Tefsir; el-Âlûsî, Tefsir).
Bu kaynaklar bir de 1x1 fersah ebadında yani 5 km.lik eni ve boyu olan altın ve ibrişimden şeytanlarca dokunmuş bir halıdan bahsederler ki bu, Hz. Süleyman’ın havada bir yerden bir yere gitmesinde kullanılırdı. Bunun üzerine Hz. Süleyman’ın oturacağı altın bir minber yerleştirilirdi. Bu minberin sağına konan altın koltuklara peygamberler; soluna konan gümüş koltuklara da bilginler otururdu. Ulemânın etrafında diğer insanlar, insanların etrafında da cin ve şeytanlar yerlerini alır ve bütün cemaate, güneşe karşı siper olurdu (Taberî, Tefsir; Bağavî, Tefsir; Zemahşeri, Tefsir) Ve bunun gibi masalımsı nice unsurlar...
Görüldüğü gibi, bunlar ölçüsü, hesap ve kitaba gelmez rakamlar olup, büyük ihtimalle Hz. Süleyman’ı sevmeyenlerce, onu büyücü kabul edenlerce uydurulmuş şeylerdir. Bin rükün (sütun, direk) her direkte bin ev. Her evde on askerin barındığı düşünülse, on milyon eder. On milyonluk bir ordu nereye sığar? Böyle bir orduya o gün için imkân ve lüzum var mıydı...?
Kur’an’ın ifadesine göre, Süleyman (a.s.) için rüzgâra Allah’ın boyun eğdirdiği (34/Sebe’, 12), Allah’ın rüzgârı onun buyruğu altına verdiği, onun emriyle dilediği yöne yumuşakça estiği (38/Sâd, 36) belirtilir. Mevdûdî, bu konuda şöyle der: Rüzgâr Süleyman (a.s.)’ın emrindeydi ve o, bir aylık uzağa deniz seferleri düzenleyebiliyordu. Çünkü rüzgâr onun gemileri için istediği yönde esiyordu. Tevrat’ın I. Krallar bölümünde Süleyman’ın Edom’da, Kızıldeniz kıyısında gemiler yaptırdığı, büyük bir deniz ticareti geliştirdiği kaydedilir. Rüzgârın ona boyun eğdirilmesi, Allah’ın lütfu ile rüzgârın yönünün hep Süleyman (a.s.)’ın gemilerinin gideceği yöne esmesi –ki o dönemde gemiler tamamen rüzgâra bağlı olarak hareket ediyorlardı- anlamına gelebilir. Fakat, “rüzgâr onun emriyle eserdi” (21/Enbiyâ, 81) ifadesini zâhirî anlamda olduğu gibi kabul etsek de bir sakıncası yoktur. Çünkü Allah, kullarından dilediğine böyle güçler verebilir.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mevdûdi, Tefhîmu’l Kur’an: 3/323.
Hz. Süleyman’ın Cinlerden ve Kuşlardan Ordusu:
Günümüz yazarlarından bazıları, âyetteki “cin” ve , “tâir -kuş-” kelimelerinin, bildiğimiz cin ve kuşları ifade etmediğini, aksine Hz. Süleyman’ın ordusunda çok çeşitli vazifeler icrâ eden insanlara işaret ettiğini ispat etmek üzere çok çaba göstermişlerdir: “Cin” kelimesinin, Hz. Süleyman’ın idaresi altına aldığı ve onun emri altında güç ve kabiliyet gerektiren olağanüstü işlerle uğraşan dağ kabileleri, “tâir -kuş-” kelimesinin de, piyâde askerden çok daha süratli hareket edebilen süvârileri ifade ettiğini söylerler. Ne var ki bunlar, Kur’an’ı yanlış tefsir etmenin en kötü örnekleridir. Kur’ân-ı Kerim burada, insanlardan, cinlerden ve kuşlardan meydana gelen birbirinden farklı üç ayrı ordu zikreder. Ayrı birer askerî sınıfı ifade etmeleri için de her üç kelimede belirlilik (harf-i ta’rif) ön eki kullanılmıştır. Binâenaleyh “el-cin” ve “et-tâir” kelimeleri ve mânâları “el-ins” kelimesinin içine dâhil edilemez. Aksine her ikisinin de, insanoğlundan ayrı ve farklı iki sınıf olması mümkündür.
Ayrıca Arapça ile biraz meşgul olan herhangi bir şahıs, tek “el-cin” kelimesinin bir grup insanı veya “et-tâir” in atlı askerî birlikleri îmâ ettiğini aklından geçirmeyeceği gibi, bir Arap da bu kelimelerden bu anlamları çıkarmaz. Olağanüstü bir mahâretinden dolayı bir adama cin, güzelliği sebebiyle bir kadına peri, ya da çok hızlı hareket etmesi nedeniyle bir kimseye kuş denmesi, sadece mecâzî olarak mümkündür. Yoksa cin, peri ve kuş kelimeleri, sırasıyla güçlü bir adam, güzel bir kadın ve hızlı hareket eden bir kişi anlamına gelmez. Bütün bunlar bu kelimelerin gerçek değil; mecâzî mânâlarıdır. Bir konuşmada bir kelime lügat mânâsı yerine mecâzî anlamda kullanılabilir. Fakat metinde onun mecaz olduğuna dair bir karîne varsa, ancak o zaman onu muhâtap orada kullanılan mecaz mânâsıyla anlar. Netice olarak burada “cin” ve “tâir” kelimelerinin gerçek ve lügat mânâlarında değil de mecaz anlamlarında kullanıldığını biz bu metinde hangi karîneden anlayabiliriz? Oysa bunun aksine, takip eden âyetlerden zikredilen iki gruptan her bir ferdin işi ve durumu böyle bir tefsirden çıkacak anlama bütünüyle zıttır. Şayet bir kimse Kur’an’da anlatılan bir şeye inanmak istemiyorsa ona inanmadığını açıkça (dobra dobra) söylemesi gerekir. Fakat biri kalkar, Kur’ân-ı Kerim’deki açık ve net kelimeleri zorlayarak istediği mânâyı yükler ve aynı zamanda Kur’an’ın dediğine inandığını da dünyaya ilân ederse, aslında bu kimse, Kur’an’a değil; kendi kafasındaki çarpık mânâya inanıyor demektir. Böyle bir davranış da aslında, ahlâkî korkaklık ve entelektüel nâmus yoksunluğundan başka bir şey değildir.[1]
“Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan kimseleri de (emrine verdik). Biz onların koruyucuları idik.” (21/Enbiyâ, 82) Bu âyet, Süleyman (a.s.) için çalışan şeytanların ve cinlerin insanlardan tamamen farklı bir yapıya sahip olduklarını göstermektedir. Nitekim Araplar, cinlerin gaybın ilmine vâkıf olduklarına inanırlardı. Ayrıca bizzat cinlerin kendileri de gaybın ilmini bildikleri zannı içindeydiler. Bu âyetleri önyargısız okuyan herhangi bir kimse buradaki cin ve şeytanların ne tür bir niteliğe sahip mahluklar olduklarını açıkça görür. İşte Arapların gaybın ilmine vâkıf sandıkları cinler bunlardı. Bu nedenle, bazı çağdaş müfessirlerin yaptığı gibi bunların “insan” olduğu sonucuna varmak için Kur’an’ın anlamını saptırmak doğru değildir. Kur’an’daki ifade tarzından ve bu ifadenin yer aldığı konunun akışından, bahsedilen cinlerin insan olmadığı anlaşılmaktadır. Eğer bunlar insan olsalardı, bu sadece Süleyman (a.s.)’a lutfedilmiş bir nimet olamazdı. Çünkü o zamana dek insanlar Mısır’daki piramitler gibi dev yapılar inşâ etmişlerdi bile.[2]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mevdûdi, Tefhîmu’l Kur’an: 4/98-99.
[2] Mevdûdi, Tefhîmu’l Kur’an: 3/325.
Kubbe ve Süleyman:
Vehb bin Münebbih’in anlattığına göre, gökte geçen seyahatlerinden birinde Hz. Süleyman’ın yolu bir sahile uğramıştı. Denizin iri dalgalarına bakarken deryanın tabanını merak etti. Havâî bineğinden inip yere tahtına oturdu. Sonra dalgıçların başkanını çağırıp: “Bana yüz dalgıç seç” dedi. Seçimden sonra “bunların içinden 30’unu seç” dedi. Daha sonra, 30’dan 10; 10’dan da 3 kişi seçtirdi. Bunlardan birine: “Denize dal ve bana dibinden haber getir” emrini verdi. Dalgıç geri döndüğü zaman, neler gördüğünü sordu. O da dalgalar, balıklar ve büyük bir sultandan gayri nesne görmediğini ve sultanla arasında geçen konuşmayı anlattı. Dalgıcın Hz. Süleyman’dan aldığı emri dinleyen sultan, Hz. Süleyman’a selâm göndermiş ve 40 yıldan beri bu denizin dibini keşf için müteaddit defalar teşebbüsler yapıldığını ve fakat hiç birinin muvaffak olmadığını, bu teşebbüs sahiplerinden birinin düşürdüğü keserin 40 yıldır tabana doğru gittiği halde henüz dibe ulaşmadığını söylemiş. Dalgıç gelip bunları Hz. Süleyman’a anlattı ve Hz. Süleyman dinlediklerinden hayrete düştü.
Vehb’in ifadesine göre Hz. Süleyman deniz kenarında iken dalgaların arasında bir kubbe gördü. Dalgıçlara emir verip getirtti. Kubbe sahile konunca, ikişer kanatlı iki kapı açıldı ve içinden sütten daha beyaz giysili, başından sular damlayan bir genç çıktı. Genci Hz. Süleyman’ın huzuruna getirdiler. Hz. Süleyman ona cinlerden mi, insanlardan mı olduğunu sordu. O, insanlardan olduğunu söyledi ve mâcerasını şöyle hikâye etti:
“Benim yaşlı bir annem vardı. Ben ona yedirir, içirirdim. Ve gerekli hiçbir hizmetini ihmal etmezdim. Öleceğine yakın bana duâ etmesini istedim. Başını göklere çevirdi ve: ‘Yâ Rab, oğlumun bana nasıl iyilik ettiğini biliyorsun. İblis ve avanesinin tasallutundan uzak bir yerde ona ibâdet etmeyi lutfet, dedi ve öldü. Kendisini defnettikten sonra bir gün buraya geldim ve bu kubbe ile karşılaştım. İçine girmeyi arzu ettim. Girince de kapıları kapandı ve dalgalar deryaya sürükledi” dedi. Hz. Süleyman, yiyecek ve içeceğinin nereden geldiğini sordu. O da: “gece vakti olup karanlık basınca beyaz bir kuş gagasıyla beyaz bir şey getirir ve bırakır. Onu yiyince doyarım” cevabını verdi. Gece ve gündüzü nasıl bildiği yolundaki bir soruya da, “kubbede beyaz ve siyah iki ip bulunduğunu, beyazın beyazlığı artınca gündüz; siyahın siyahlığı artınca da gece olduğunu anlarım” dedi ve gene yerine çekilip gitti.
Vehb bin Münebbih’in hayalhanesinde imal ettiği bu hikâyeleri sağlam bir zemine oturtmak ve sıhhatlerini garanti etmek imkânsızdır. Bitmez tükenmez bir mesai ile hurâfeleri müslümanlar arasında yayan bu zâta ve onunla aynı paralelde çalışan Kâ’bu’l-Ahbar’a hayret etmemek mümkün değildir.[1]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler: 209-210.
Süleyman (a.s.) Kıssasından Alacağımız Mesajlar ve Dersler:
Süleyman (a.s.) kıssasının vermek istediği mesajları şöyle sıralayabiliriz:
a- Hz. Süleyman kıssasının nâzil olmasının ilk sebebi, Tevrat, İncil gibi muharref kitaplardan ve çeşitli rivâyetlerden, Hz. Süleyman hakkında birtakım yanlış fikirlere sahip olan câhiliye toplumuna kıssanın doğrusunu bildirmektir. Çünkü hidâyetle ilgili içerikten yoksun olan olan Süleyman kıssasından insanlar öğüt ve ibret alamazlardı.
b- Mekke’yi kendi hevâ ve heveslerine göre yöneten Mekke egemen güçleri olan müstekbirlere, toplumu hak ve adâletle yönetmeleri kıssa yoluyla bildirilmiş oluyordu.
c- Hz. Süleyman’ın kıssasının bütünü, ülke yönetiminde bulunan bir yöneticinin Allah’ın emirlerini gerek kendisine, gerek toplumuna ve gerekse diğer toplumlara uygulamalarını ibret olarak vermektedir.
d- “Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halîfe yaptık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet, hevâna tâbi olma; yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır.” (38/Sâd, 26). Babası Dâvudâ Allah’ın emrettiği bu ilke; Hz. Süleyman’ın da kavmini yönetirken uyguladığı ilâhî bir ilkedir. Allah böylece ülke yöneticilerinin toplumlarına yapacakları davranışlarının nasıl olması gerektiğinin iki İslâmî otorite olan Dâvud ve Süleyman’ın kıssası ile bildirmiş oluyordu.
e- Sebe’ melîkesinin mele’si ile yaptığı istişâre, ülke yönetiminde şûrâ prensibinin önemini gösterir.
f- Allah’ın verdiği nimetleri, O’nun kanunlarına göre değerlendirerek toplumun refahını arttırmak... Diğer toplumların önüne geçmek... Hz. Süleyman’ın gemiler inşâ ettirip rüzgârlardan faydalanarak ticarette ilerlemesi, zırh ve Arap atları ile teçhiz edilmiş kuvvetli bir orduya sahip olması, bakır madenini işleme sanatını geliştirmesi ve inşaat sanatını ilerleterek elde ettiği göz alıcı binalar sâyesinde kurduğu medeniyet bizlere ibrettir. Böylece silâh üstünlüğü sâyesinde gelecek tehlikelere karşı hem hazırlıklı olmak, hem de diğer kavimlere üstünlüğünü bu yolla da kabul ettirmek mümkün olabilir. İyi değerlendirilen yer altı ve yerüstü servetleri ve iyi yapılan ticaret sâyesinde ekonomik olarak hem kavmini refaha ulaştırmak ve hem de diğer kavimlere egemenlik sağlamak mümkün olabilir. İslâm bunu yaparken insanlara adâlet ve refah götürür. Fakat günümüzde ise aynı imkânlara sahip müşrik, emperyalist Batı ülkeleri kendi refah ve zenginliklerini, diğer milletlerin sömürülmesine, aç kalmasına, yokluk ve sefâlet içinde kalmasına dayandırmaktalar.
g- Yöneticiler geldikleri makama Allah’ın lütfu ile gelirler, dolayısıyla böbürlenme, şöhret tutkusu ve tamahkârlık onlara yakışmaz. Elde ettikleri mevkinin Allah’ın onlara bahşettiği
ve sınandıkları bir durum olduğunu her zaman hatırlamaları gerektiği kıssa yolu ile anlatılır.
h- Süleyman (a.s.)’ın Sebe’ kraliçesini İslâm’a çağrı metodu olan mektup gönderme yöntemini, daha sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in çağdaşları diğer hükümdarları İslâm’a dâvet ederken kullandığını görmekteyiz. Mektup gibi iletişim araçlarını çağdaş dâvetçilerin, tebliğ metodu ve aracı olarak kullanmaları gerektiğini bu kıssadan çıkarabiliriz.
l- Dâvud ve Süleyman kıssası, Allah’ın yeryüzündeki halîfesi olarak İslâm otoritesinin yapması gereken davranışların neler olduğunun; olması gerektiğinin örneklerini veren bir ibret ve nasihat vesikasıdır.[1] Dillere destan muhteşem saltanat ve serveti kalbine koymayan, bunları emânet olarak değerlendiren, şükür ve kulluk görevini aksatmayan, kendisi mütevâzi ve sade bir hayat yaşayan Hz. Süleyman, eline üç kuruş para geçince din ve dâvâdan uzaklaşıp dünyevîleşen insanımıza, mal ve mülkle imtihan konusunda örnektir. Bütün bunlar değerlendirilmeli, tevhid mesajının, nübüvvet hikmet ve ibretinin, ders, öğüt ve uyarısının efsâne ve masal ögelerince gölgelenmesine müsâade edilmemeli, tefsirlerimize kadar hem de bolca giren rivâyetler, kutsal bir metin gibi görülmemeli, Kur’an ve sahih sünnetle sağlaması yapılmadan doğru kabul edilmemelidir.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Cengiz Duman, Haksöz sayı 29 (Ağustos, 93), s. 83.
Hz. Süleyman’la İlgili Âyet-i Kerîmeler
“Süleyman” kelimesinin Kur’an’da geçtiği yerler (17 yerde): 2/Bakara, 102, 102; 4/Nisâ, 163; 6/En’âm, 84; 21/Enbiyâ, 78, 79, 81; 27/Neml, 15, 16, 17, 18, 30, 36, 44; 34/Sebe’, 12; 38/Sâd, 30, 34.
B- Süleyman a.s. Kıssası
Süleyman a.s.’ın Kıssasını Anlatan Âyetler: 21/Enbiyâ, 78, 81-82; 27/Neml, 15-44; 34/Sebe’, 12-15; 38/Sâd, 30-40
C- Süleyman a.s.’ın Peygamberliği ve Şahsiyeti
Süleyman a.s. Dâvud a.s.’ın Oğludur: 34/Sebe’, 13; 38/Sâd, 30.
Süleyman a.s. Babası Dâvud a.s.’a Vâris Oldu: 27/Neml, 16.
Süleyman a.s.’a Peygamberlik Verilmiştir: 4/Nisâ, 163; 6/En’âm, 84; 21/Enbiyâ, 78; 27/Neml, 15; 38/Sâd, 40.
Süleyman a.s.’ın İnsanlar Arasında Makam ve Mevkî İstemesi: 38/Sâd, 35.
Süleyman a.s’a Allah, İnsanlar Arasında Mevkî Verdi: 27/Neml, 15-16; 38/Sâd, 35-39.
Süleyman a.s.’ın Mûcizeleri: 21/Enbiyâ, 81-82; 27/Neml, 16-19, 38-40; 34/Sebe’, 12-14; 38/Sâd, 36-38.
Süleyman a.s. Kuş Dilini Biliyordu: 27/Neml, 16.
Süleyman a.s.’ın Cinlerden, İnsanlardan ve Kuşlardan Orduları Vardı: 27/Neml, 17-18; 34/Sebe’, 12-14; 38/Sâd, 37-38.
Süleyman a.s.’ın Kendisi ve Ana-Babası İçin Duâsı: 27/Neml, 19.
Süleyman a.s.’ı Allah’ın İmtihan Etmesi: 38/Sâd, 34-35.
Süleyman a.s.’ın Emrine Rüzgârın Verilmesi: 38/Sâd, 35-36.
Süleyman a.s.’ın, Allah’ın Şükür Nasip Etmesi İçin Duâsı: 27/Neml, 19.
Süleyman a.s.’ın Allah’ın Dinine Hizmet İçin At Beslemesi: 38/Sâd, 31-33.
Süleyman a.s.’ın Ölümü: 34/Sebe’, 14.
D- Süleyman a.s.’ın Sebe’ Kavmini ve Kraliçe Belkıs’ı Hakka Dâvet Etmesi
Süleyman a.s.’ın, Belkıs’a Yazdığı Mektubun İlk Satırı Besmele ile Başlıyordu: 27/Neml, 30.
Süleyman a.s.’ın, Belkıs’ı Hakka Dâvet Etmesi: 27/Neml, 28-44.
Süleyman a.s.’a Hüdhüd Kuşunun, Yemen’deki Sebe’ Kavminden ve Hükümdarı Belkıs’tan Haber Getirmesi: 27/Neml, 20-28.
Sebe’ Kavmi ve Belkıs: 27/Neml, 20-28; 34/Sebe’, 15.
Süleyman a.s.’ın, Belkıs’ın Tahtını Yanına Getirtmesi ve Belkıs ile Bunun Değerlendirilmesi: 27/Neml, 38-44.
Sebe’ Kavminin Yok Oluşu: 34/Sebe’ 15-20.
Andolsun, biz Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik: "Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamdolsun." dediler. Süleyman, Davud'a mirasçı oldu... (Neml Suresi, 15-16)
Hz. Süleyman, Allah'ın kendi katından mülk ve hikmetle desteklediği (Bakara Suresi, 251), bir fazl verdiği (Sebe Suresi, 10) ve Zebur'u vahyettiği, üstün ilim sahibi kulu Hz. Davud'un oğludur. Allah Sad Suresi'nde "Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik..." (Sad Suresi, 30) şeklinde buyurmaktadır.
... Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. Ve ona (İbrahime) İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz. Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayete eriştirdik.) Onların hepsi salihlerdendir. İsmail'i, Elyasa'yı, Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini alemlere üstün kıldık. Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini (bunlara kattık); onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik. (Enam Suresi, 83-87)
Allah, Hz. Süleyman'ı -aynı Hz. Davud gibi- İsrailoğulları'na peygamber olarak göndermiştir. Onu hidayete ulaştırmış, salih kullarından biri olarak saymış ve diğer peygamberler gibi alemlere üstün kılmıştır. Ayetin devamında ise Allah iman edenlere şu şekilde öğütte bulunmuştur:
İşte Allah'ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy. De ki: "Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur'an), alemlere bir 'öğüt ve hatırlatmadan' başkası değildir." (Enam Suresi, 90)
Hz. Süleyman da diğer peygamberler gibi insanları, Allah'a iman etmeye, şirk koştukları ilahlarından uzaklaşmaya, Allah'ın emir ve tavsiyelerine uymaya davet etmiştir.
Hz. Süleyman'a Hüküm Verme Yetkisi Verilmiştir
Biz bunu (hükmü) Süleyman'a kavrattık, her birine hüküm ve ilim verdik… (Enbiya Suresi, 79)
Peygamberlerin hayatlarını incelediğimizde verdikleri kararlarda, çeşitli uygulamalarında, konuşmalarında Allah'ın kendilerine lütfettiği üstün bir ilmin getirdiği akıl ve hikmet açıkça ortaya çıkmaktadır. Hz. Süleyman da kendisine hüküm ve ilim verilmiş bir peygamberdir. O yaşadığı süre boyunca aynı babası Hz. Davud gibi "hak ile hükmetmiş" (Sad Suresi, 26), kendisine gelen her türlü anlaşmazlığı en adil şekilde çözüme kavuşturmuştur.
Davud ve Süleyman da; hani kavmin hayvanlarının içine girip yayıldığı ekin-tarlaları konusunda hüküm yürütüyorlardı. Biz onların hükmüne şahidler idik. (Enbiya Suresi, 78)
Adalet sisteminin başarıyla yürütülmesi için herşeyden önce adil yöneticilere, adaletle hükmeden iman sahibi insanlara ihtiyaç vardır. Hz. Süleyman'ın dönemi de, Allah'ın "Her ümmetin bir resulü vardır. Onlara resulleri geldiği zaman, aralarında adaletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar." (Yunus Suresi, 47) ayetiyle bildirdiği gibi, bu adalet anlayışının gerçek anlamda yaşandığı bir dönemdir. Ayetlerden Hz. Süleyman'ın döneminde adil bir yargılama sistemi olduğu anlaşılmaktadır. Davalara bakan ve adaletle hüküm veren kişiler Hz. Süleyman ve Hz. Davud'dur.
Hüdhüd adlı kuşun gerekli bir zamanda ortadan kaybolması üzerine Hz. Süleyman'ın söylediği söz, bu konuda dikkat çekicidir:
Ve kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu? Onu gerçekten şiddetli bir azabla azablandıracağım ya da onu boğazlayacağım veya o, bana apaçık olan bir delil getirmelidir." (Neml Suresi, 20-21)
Hz. Süleyman'ın adil tavrının bir örneği Hüdhüd'ün kaybolmasının ardından gösterdiği tutumdur. Hz. Süleyman, önce Hüdhüd'ün kendisini savunmasına fırsat vermiş, onu dikkatle dinlemiş, ani bir kararla cezalandırmamıştır. Onun açık bir delil getirmesini beklemiştir.
Hz. Süleyman'a Kuşların Konuşma Dili Öğretilmiştir
Allah Hz. Süleyman'a kuşların konuşma dilini öğretmiş ve bu üstün ilim sayesinde ordusunda kuşlardan oluşan bir bölük kurmasını sağlamıştır. Hz. Süleyman bu vesileyle kuşlarla bağlantı kurmuş, onlara dilediği şekilde hükmedebilmiştir. Bu durum tümüyle Allah'ın Hz. Süleyman'a olan rahmetinin bir sonucudur. Bunun farkında olan Süleyman Peygamber, halkına yaptığı açıklamada bu ilmi kendisine Allah'ın öğrettiğini özellikle belirtmiştir. Bu ilmin kendisine ait bir özellik olmadığını ve insanın sadece Allah'ın öğretmesiyle böyle bir ilme sahip olabileceğini vurgulamıştır. Böylece Allah'a karşı olan teslimiyetini ve muhtaçlığını açıkça ifade etmiştir:
... Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize herşeyden (bol bir nimet) verildi. Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür. (Neml Suresi, 16)
Hz. Süleyman kıssasındaki bu bilgiden, bazı önemli sonuçlar çıkmaktadır:
Kuşların, diğer insanların duyamadığı özel bir dalga boyunda, kendilerine has bir konuşmaları vardır. Hz. Süleyman'a bu özel frekanstaki konuşmayı anlayabilecek bir ilim verilmiştir. Bu, teknolojik bir imkanla da olmuş olabilir.
Süleyman Peygamber, kuşların bu farklı frekanslardaki sesli iletişimini anlaması sayesinde onlara çeşitli emirler vermiş, kuşlar da onun bu emirlerini yerine getirmiş olabilirler. (En doğrusunu Allah bilir.)
Hz. Süleyman kuşları kimi zaman haber taşımada, kimi zaman da istihbarat toplamada kullanmış ve bu şekilde çok önemli sonuçlar elde etmiştir. Bu ilim, onun diğer ülkelerle iletişimini kolaylaştırmış, çok zor ulaşılabilecek bölgelere rahatlıkla ulaşmasına imkan vermiştir. (En doğrusunu Allah bilir)
Bu ayetle, ahir zamanda benzeri kullanılacak olan üstün bir teknolojinin varlığına dikkat çekiliyor olabilir. Bu kıssada geçen kuşlarla, bildiğimiz kuşlara değil, bugün kullanılmakta olan pilotsuz uçaklara da işaret ediliyor olması muhtemeldir.
Bunların dışında, Hz. Süleyman diğer ülkeler ve düşmanları hakkında istihbarat elde etmek için kuşlara verici yerleştirmiş, bu şekilde hem görüntü hem de ses kaydı elde etmiş, elde ettiği kayıtları ülkesinin yönetiminde çeşitli şekillerde kullanmış olabilir.
Hz. Süleyman'ın cinler ve şeytanlar üzerinde büyük bir hakimiyeti olduğu bilinmektedir. Allah Sebe Suresi'nin 12. ayetinde "... Onun eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir kısım cinler vardı..." şeklinde bildirmektedir. Enbiya Suresi'nin 82. ayetinde ise "... Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan kimseleri de (emrine verdik)..." diye buyurulmaktadır. Bu yönüyle düşünüldüğünde kuşlardan kasıt, kuş görünümündeki cinlerden meydana gelen bir ordu olabilir.
Ayrıca bir başka ihtimal de, ayette söz edilen kuşların, cinler vasıtasıyla yönlendiriliyor olmasıdır. Ve Süleyman Peygamber de cinler vasıtasıyla kuşlara istediği tüm işleri yaptırmış olabilir.
Kuran, Allah'ın kıyamete kadar tüm insanlar için geçerli kıldığı kitabıdır. Dolayısıyla Hz. Süleyman kıssasında anlatılan olayların benzerleri ahir zamanda da yaşanacak olabilir. Bu ayetler, Allah'ın cinleri ve şeytanları ahir zamanda da insanların hizmetine vereceğine işaret olabilir. Yine bu kıssada işari manada dikkat çekilen yüksek teknolojiden, ahir zamandaki insanların çok yoğun olarak istifade edeceğine dikkat çekiliyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Hz. Süleyman'ın Dişi Karıncayı Anlaması
Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: "Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp-geçmesin." (Neml Suresi, 18)
Üstteki ayetten şu gibi yorumlar yapılabilir:
Dişi karınca, vadiye gelenlerin Hz. Süleyman'ın ordusu olduğunu anlamaktadır. Burada son derece şuurlu bir tanıma vardır. Bu vadide bulunan karıncaların kendi aralarında konuşmaları, çevrelerinde olup biten olayların tam olarak şuurunda olmaları, farklı bir topluluk olabileceklerine işaret olabilir. Bu şuurlu davranış, söz konusu canlıların cin olma ihtimalini akla getirmektedir. (En doğrusunu Allah bilir)
Ayrıca burada herhangi bir karıncadan bahsedilmemektedir. "Karınca vadisi" denen özel bir yere ve özel karıncalara dikkat çekilmektedir. Bu da söz konusu canlıların cin olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
(Süleyman) Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 19)
Hz. Süleyman'ın, karıncaların kendi aralarındaki konuşmalarını duymasında da ahir zamanda bilgisayar teknolojisinde yaşanacak olan gelişmelere yönelik bazı dikkat çekici işaretler bulunuyor olabilir.
Günümüzde "Silikon Vadisi" terimi teknoloji dünyasının merkezini ifade etmektedir. Hz. Süleyman Kıssası'nda da bir "karınca vadisi"nden bahsedilmesi son derece manidardır. Allah bu ayetle ahir zamanda yaşanacak olan ileri bir teknolojiye dikkat çekiyor olabilir.
Ayrıca günümüzde karıncalar ve bazı böcek türleri yüksek teknoloji alanında yoğun olarak kullanılmaktadır. Bu canlılar örnek alınarak geliştirilen robot projeleri, savunma sanayinden teknoloji alanına kadar pek çok alanda hizmet vermeyi amaçlamaktadır. Ayette bu gelişmelere de işaret olabilir.
Mini Teknolojideki Son Gelişme: Robot Karınca Ordusu
Karıncalar örnek alınarak geliştirilen projelerin en ünlüsü, farklı ülkelerde birbirinden bağımsız olarak yürütülen "Robot Karınca Ordusu Projeleri"dir. Örneğin Virginia Polytechnic Institute ve Virginia State Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma küçük, ucuz ve basit robotların geliştirilmesini hedeflemektedir. Amaç, hepsi fiziksel olarak birbirinin aynısı olan bu robotlardan bir robot ordusu oluşturmaktır. Proje yetkilileri bu robotların kullanışlı olmalarının nedenini şu şekilde açıklamaktadırlar: "Grup şeklinde hareket etmeleri, koordinasyon içinde, bir takım gibi fiziksel işleri yerine getirmeleri ve ortaklaşa karar almaları". Bu robot ordularının tüm mekanik ve elektrik tasarımları bir karınca topluluğunun davranışları göz önüne alınarak tasarlanmıştır. Böcek olan eşlerine benzerlikleri nedeniyle kendilerine "karınca ordusu" robotları denmektedir.
"Karınca Ordusu" robot sistemi, ilk başlangıçta bir "materyal taşıma sistemi" olarak tasarlanmıştır. Bu senaryoya göre birçok küçük robot ortaklaşa cisimleri kaldırıp nakletmek için görevlendirilecekti. Daha sonra farklı görevlerde de kullanılmalarına karar verildi.
Konuyla ilgili bir yayında, bu robotların ne amaçla kullanılacağı şu şekilde tarif edilmektedir:
"Nükleer ve tehlikeli madde temizliği, madencilik (malzeme çıkartma ve kurtarma), mayın temizleme, istihbarat ve nöbet, gezegen yüzeylerinin araştırılması ve kazı."11
Karınca robot teknoloji konusunda uzman olan Israel A. Wagner tarafından İsrail parlamentosuna sunulmuş olan bir raporda ise, karınca robot projeleri şu şekilde tarif edilmektedir:
"Karınca-robotlar ortak bir hedefi gerçekleştirmek için tasarlanmış fiziksel varlıklardır. Bunların çok sınırlı enerji kaynağı kullandıkları ve çalışma alanlarında birçok izler bırakarak iletişim kurdukları görülüyor. İşlerin bu robotlar arasındaki dağılımı, ya merkezi kontrol sağlayan ve diğer ajanlara talimat gönderen bir birey tarafından gerçekleştirilebilir ya da bireylerin önceden itaat etmeleri koşuluyla verilen bir görevin tamamlanması da sağlanabilir.
Üçüncü bir yol ise, iş sırasında bu iş birliğinin doğal olarak önceden karar vermeksizin ortaya çıkması. Bunların kullanım amacı araştırma, harita çıkartma, bir evin zeminini temizleme, bilinmeyen bir gezegeni keşfetme ya da bir mayın alanını temizleme olabilir."12
Bu örneklerde de görüldüğü gibi günümüzde, karıncaların sosyal yaşamları pek çok projenin temelini oluşturmakta ve karıncalar örnek alınarak gerçekleştirilen robot teknolojileri insanlara faydalar sağlamaktadır. İşte bu nedenle Hz. Süleyman kıssasında karıncalara ve bunların bulunduğu vadiye dikkat çekilmesi son derece önemlidir. Allah bu ayetle Hz. Süleyman dönemindeki teknolojik gelişmelere dikkat çekiyor olabilir. Örneğin ayetlerde geçen karıncalar ifadesiyle, robotlardan oluşan bir orduya işaret ediliyor olabilir. Hz. Süleyman, emrinde çalışan cinlerin ve şeytanların yardımı ile çok yüksek teknolojiye sahip robotlardan oluşan bir ordu kurup, bunları çeşitli görevlerde istihdam etmiş olabilir.
Ayetlerde ayrıca ahir zamanda robot teknolojisinde yaşanacak olan gelişmelere, robotların insan yaşamında önemli bir rol alacaklarına, pek çok ağır işi insanların yerine yapıp onların hayatlarını daha konforlu hale getireceklerine de işaret ediliyor olabilir. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
Rüzgarın Hz. Süleyman'ın Emrine Verilmesi
Süleyman için de, fırtına biçiminde esen rüzgara (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. Biz herşeyi bilenleriz. (Enbiya Suresi, 81)
Allah, rüzgarı, Hz. Süleyman'ın emrine vermiş ve çeşitli işlerinde bir araç olarak kullanmasına imkan sağlamıştır. Bu ifadeyle Hz. Süleyman döneminde ve aynı şekilde ahir zamanda rüzgar enerjisinin, teknolojide kullanılacağına işaret ediliyor olabilir.
Hz. Süleyman'ın emrine "fırtına biçimindeki rüzgarın" verildiğinin belirtilmesiyle, ahir zamanda gelişecek yüksek uçak teknolojisine de dikkat çekiliyor olabilir.
Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik)…
(Sebe Suresi, 12)
Ayette yer alan "… sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik)…" ifadesi ile Hz. Süleyman'ın çeşitli bölgeler arasında hızlı bir şekilde hareket ettiğine dikkat çekiliyor olabilir.
Hz. Süleyman, kendi döneminde, günümüzdeki uçak teknolojisine benzer bir teknolojiyi kullanıp, rüzgarla hareket eden vasıtalar meydana getirmiş ve bunlar aracılığıyla birbirine uzak mesafeleri kısa sürede almış olabilir. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
Elektrik Kullanımına İşaretler
... Erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık... (Sebe Suresi, 12)
Allah'ın Hz. Süleyman'ın emrine verdiği büyük nimetlerden biri "erimiş bakır madeni"dir. Bu ayeti, farklı şekillerde yorumlamak mümkündür.
Hz. Süleyman emrindeki şeytan ve cinleri kullanarak erimiş bakırdan hem dekorasyon, hem de kullanım amaçlı geniş çanaklar, kazanlar ve heykeller yaptırmış olabilir. Nitekim bu çanak, kazan ve heykellerden ayetlerde söz edilmektedir. (Sebe Suresi, 13)
Erimiş bakırın kullanılması ile, Hz. Süleyman döneminde elektrik kullanılan yüksek bir teknolojinin varlığına da işaret ediliyor olabilir. Bilindiği gibi bakır, elektriği ve ısıyı en iyi ileten metallerden biridir ve bu yönüyle elektrik sanayiinin temelini oluşturmaktadır. Dünyada üretilen bakırın önemli bir bölümü elektrik sanayiinde kullanılmaktadır.
Hz. Süleyman döneminde yüksek miktarda üretilen elektrik, inşaat ve ulaşım gibi pek çok alanda kulanılmış olabilir. Ayette geçen "sel gibi akıttık" ifadesi de bu kullanımın çok geniş alanlara yayıldığına işaret ediyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)
Ayette geçen "aynel kıtri" ifadesi bazı müfessirler tarafından petrol olarak yorumlanmaktadır. Günümüzde petrol, yüksek teknolojinin en temel hammaddesidir. Hz. Süleyman da petrolü, kendi döneminin teknolojisinin işleyişinde çok yoğun olarak kullanmış olabilir. (Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
Cin ve Şeytanların Hz. Süleyman'ın Emrine Verilmesi
... Onun eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir kısım cinler vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırırdık. (Sebe Suresi, 12)
Allah'ın Hz. Süleyman'a verdiği bir diğer nimet de birtakım şeytan ve cinleri ona hizmetçi kılmasıdır. Hz. Süleyman, emrine verilen cin ve şeytanları ordusunda, sanatsal çalışmalarında ve inşa faaliyetlerinde türlü görevler vererek kullanmıştır.
Böylece rüzgarı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi. Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı. (Sad Suresi, 36-37)
Hz. Süleyman'ın emrine şeytanların verilmesi, ona Allah'tan çok büyük bir lütuftur. Çünkü şeytan yeryüzünün pek çok ilmine ve dünya üzerinde gerçekleşen olayların gizli veya açık bilgilerine sahip bir varlıktır. Böyle bir ilme sahip olan bir varlığı emrinde bulundurmak, Hz. Süleyman'a hem diğer ülkelerle olan ilişkilerinde, hem de kendi ülkesini yönlendirmesinde çok büyük kolaylıklar sağlamış olabilir.
Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan kimseleri de (emrine verdik). Biz onların koruyucuları idik. (Enbiya Suresi, 82)
Hz. Süleyman bu dalgıç şeytanları çok farklı görevlerde istihdam etmiş olabilir. Şeytanlar istihbarat ya da askeri amaçlı görevler almış olabilecekleri gibi, bilimsel görevler de yapmış olabilirler. Örneğin Hz. Süleyman onları deniz altındaki zenginliklerin işlenerek, insanların hizmetine sokulması için gerekli araştırmaların yapılması gibi görevlerde kullanmış olabilir.
Bu ayetten sadece toprak üstünün değil, deniz altının da işlenmesinin önemi anlaşılmaktadır. Ancak deniz altındaki petrol, altın gibi kıymetli madenlerin çıkarılıp işlenmesi, insanlara faydalı ve kullanılır hale getirilmesi için çok yüksek bir teknoloji gerekmektedir. Geçmişte şeytanlar Hz. Süleyman'a bu teknik desteği ve insan gücünü sağlamış olabilirler.
Ahir zamanda ise Allah'ın insanların hizmetine verdiği modern teknolojik aletler, araçlar ve denizaltılar sayesinde, deniz altı zenginliklerinin ortaya çıkarılması daha da kolaylaşmaktadır. Ayette bu yönde bir işaret olması muhtemeldir.
Ayette ayrıca deniz altında bulunan inci, mercan gibi süs eşyalarının ve diğer nimetlerin değerlendirilmesine de dikkat çekiliyor olabilir. (Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.)
Önceki sayfadaki ayetin sonunda Allah "... Biz onların koruyucuları idik." şeklinde belirtmektedir. Bu ayetle, Hz. Süleyman'ın emrinde denizin derinliklerinde görev yapan dalgıç şeytanların, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'ın kontrolünde olduğu bir kez daha hatırlatılmaktadır. Allah, şeytanların, hiçbir şekilde Hz. Süleyman'a isyan etmelerine imkan tanımayacak bir gücü de Kendinden bir rahmet olarak peygamberine armağan etmiştir.
Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı... (Sebe Suresi, 13)
Yukarıdaki ayetten sanat eserlerini Hz. Süleyman'ın talimat ve yönlendirmeleriyle, cin ve şeytanların yaptıkları anlaşılmaktadır. Hz. Süleyman'ın, bizzat kendi tarifleriyle çok ihtişamlı sanat eserleri yaptırması, onun çok güçlü bir estetik ve sanat anlayışına sahip olduğuna dikkat çekmektedir.
Tüm Nimetler Allah'ın Birer Lütfudur
Hz. Süleyman Allah'ın kendisine lütfettiği tüm gücü ve mülkü, Allah'ın dinini en güzel şekilde temsil ve tebliğ etmek, Rabbimizin eşsiz ve görkemli saltanatının herkes tarafından fark edilmesine vesile olmak ve bu yolla din ahlakını yaymak için kullanmıştır. Onun bu akıl, ilim ve sanat gücü karşısında insanlar Allah'a iman etmeleri için yapılan davete daha kolay teslim olmuşlardır. Hz. Süleyman Allah'a olan bağlılığının karşılığını en güzel şekilde almış ve tüm dünyaca tanınan çok büyük bir hakimiyet elde etmiştir. Binlerce yıldan beri Hz. Süleyman'ın güç ve iktidarı, pek çok insanın gözünü kamaştırmış, çeşitli romanlara, tablolara, filmlere konu olmuştur.
Bu bölüm boyunca Hz. Süleyman'a verilen üstün ilimlerden ve çeşitli nimetlerden bahsettik. Ancak bu konuda özellikle vurgulanması gereken bir husus bulunmaktadır. Ayetlerde tüm bu nimetleri verenin, ilimleri kavratanın ve tüm olayları yapanın gerçekte alemlerin Rabbi olan Allah olduğu belirtilmektedir. Hz. Süleyman'ın her yaptığı Allah'ın dilemesi ve takdiriyle gerçekleşmektedir. Örneğin Allah ayetinde, "Süleyman'a (hükmü) kavrattık" şeklinde buyurmaktadır. (Enbiya Suresi, 79) Bu ayetten hiçbir insanın Allah dilemedikçe hiçbir hikmeti fark edemeyeceği, hüküm veremeyeceği anlaşılmaktadır. Bir insanın kendi kudretiyle bir olayı kavraması, yargıya varıp bir hüküm vermesi kesinlikle mümkün değildir. Çünkü hükmü veren Allah'tır. O hüküm ve hikmet sahibi olandır. Kararı veren kişi ise ancak bir vesiledir. Allah dilediği için o kararı verebilmektedir.
Aynı ayetin devamında dağların ve kuşların Hz. Süleyman'ın babası olan Hz. Davud ile birlikte boyun eğdikleri belirtildikten sonra "Bunları yapanlar Biz idik" şeklinde bildirilmektedir. Hz. Davud'a giyim sanatını öğreten, rüzgara boyun eğdiren, erimiş bakırı Hz. Süleyman'ın emrine akıtan Allah'tır. Allah Enbiya Suresi'nin 81. ayetinde "Biz herşeyi bilenleriz" şeklinde buyurmaktadır. Hiçbir insanın Allah dilemedikçe bir ilme sahip olması mümkün değildir. Kişi yıllardır okuduğu ya da öğrendiği bilgiler neticesinde kendisini bilgili bir insan olarak görebilir. Ancak ilmi verenin Allah olduğunu asla unutmamak gerekir. Çünkü bir insanın herhangi bir ilme sahip olması, Allah'ın o kişiye kaderinde bir ilim vermesinin bir sonucudur. Meleklerin "Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." (Bakara Suresi, 32) şeklindeki sözleri, bu gerçeği açık şekilde ifade etmektedir.
HZ. SÜLEYMAN’IN GÖRKEMLİ HAKİMİYETİ VE GÜÇLÜ ORDUSU
Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı. (Neml Suresi, 17)
Hz. Süleyman, eşi ve benzeri görülmemiş, çok güçlü bir orduya sahiptir. Bu ordu, cinlerden, kuşlardan ve insanlardan oluşmaktadır ve çok güçlü bir istihbarat ağıyla desteklenmektedir.
Ayette Hz. Süleyman'ın tek bir ordusunun değil, ordularının olduğundan bahsedilmektedir. Bu çoğul kelime onun ordusunun gücünün ve sayıca üstünlüğünün de bir ifadesidir.
Hz. Süleyman'ın ordusunun en dikkat çekici yönlerinden biri ise disiplinidir. Cinler, kuşlar ve insanlar gibi üç farklı topluluk aynı ordu içinde, büyük bir uyumla görev almakta, ordudaki düzende en ufak bir aksaklık yaşanmamaktadır.
Ordusunun cinler ve şeytanlarla desteklenmesi, Hz. Süleyman'a pek çok açıdan üstünlük sağlamıştır. Bu varlıklar insanların yapamadıkları pek çok şeyi kolaylıkla yapabilirler. "... Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir..." (Araf Suresi, 27) ayetiyle bildirildiği gibi, kendilerini göstermeden insanları görebilirler. Bu özellik, cinlere istihbarat konusunda çok büyük kolaylıklar sağlamaktadır.
Böylece rüzgarı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi. Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı. Ve (kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış diğerlerini. (Sad Suresi, 36-38)
Ayette geçen "sağlam kementlerle birbirine bağlanmış" ifadesi, Hz. Süleyman'ın, hizmetine verilmiş olan cin ve şeytanlar üzerinde çok büyük bir hakimiyeti olduğuna işaret etmektedir.
Bu bilgiler, Hz. Süleyman'ın hakimiyetinin sadece dindar ve teslim olmuş cinleri değil, inkarcıları da kapsadığını ortaya koymaktadır. Bu ayetten Hz. Süleyman'ın şeytanları, şeytanın etkisi altındaki insanları ve dinsiz kimseleri zararsız hale getirdiği anlaşılmaktadır. Dahası onları İslam'a faydalı hale getirmiş, onlara çeşitli görevler vermiştir.
Allah bu ayette, İslam ahlakının yaşandığı bir ortamda şeytani mizaca sahip olan kötü niyetli insanların topluma zarar vermelerinin engellenmesi gerektiğine işaret ediyor olabilir. Bu kimseleri Allah yolundaki bir hizmette görevlendirmek ise hem olası zararları engelleyecek, hem de İslam adına bir fayda oluşmasına vesile olacaktır.
Bu ayetle insanlara zulmeden, kötülük yapan, yeryüzünde fitne çıkaran şeytan karakterli kişilerin çok sıkı bir kontrol sistemi ile denetlenmeleri gerektiğine işaret ediliyor olabilir. Bu kişilerin halkın arasına karışarak insanlara zarar vermeleri engellenmelidir.
Allah bu ayetiyle ahir zamanda suçluların cezalandırılmasında uygulanacak olan yöntemlere dikkat çekmiş olabilir. O dönemde suçluların topluma zarar vermeleri engellenecek, ancak bu kişiler, çeşitli hizmetlerde çalıştırılarak insanlara faydalı hale getirilecek olabilirler.
Ayette bildirilen "sağlam kementler" ifadesiyle, Allah, ahir zamanda kullanılan elektronik pranga benzeri bir güvenlik sistemine dikkat çekiyor olabilir. Bu şekilde söz konusu kişilerin kaçmaları, hem kendilerine hem de çevrelerindeki insanlara zarar vermeleri engellenecektir.
Kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu? Onu gerçekten şiddetli bir azabla azablandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya o, Bana apaçık olan bir delil getirmelidir." (Neml Suresi, 20-21)
Bu ayetler göstermektedir ki, Hz. Süleyman, ordusunu düzenli olarak teftiş ediyor, bir aksaklık olduğunda bunu hemen fark ediyor ve gereken önlemleri alıyordu. Disiplini bozacak hareketlerde bulunulmasına kesinlikle izin vermiyordu. İzinsiz ve habersiz olarak ortadan kaybolmanın çok önemli bir hata olduğu Hz. Süleyman'ın yukarıdaki sözlerinden anlaşılmaktadır.
"Sen onlara dön, Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve Biz onları oradan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız." (Neml Suresi, 37)
Hz. Süleyman, Sebe Melikesi'nden hediyeler getiren ulaklara yukarıdaki şekilde seslenmektedir. Bu sözlerde görüldüğü gibi, hiçbir şekilde hediye kabul etmeyeceğini belirtmiş, böylece Sebe Melikesi'nin kendisine teslim olması konusunda ne kadar kararlı olduğunu da göstermiştir.
Bu ayetten ayrıca, Hz. Süleyman'ın ordusunun o dönemde hiçbir ülkenin ordusunun karşı koyamayacağı kadar üstün bir güçte olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim ilerleyen sayfalarda görüleceği gibi, Sebe yöneticileri bu haberi aldıklarında, teslim olmaktan başka bir çareleri olmadığını anlamışlardır. Bu da, onların Hz. Süleyman'ın ordusunun yenilmezliğini bildiklerinin bir göstergesidir.
HZ. SÜLEYMAN’IN ÜSTÜN AHLAKI
Kitabın buraya kadar olan bölümlerinde Allah'ın Hz. Süleyman'a verdiği çeşitli ilimlerden, görkemli saltanatından ve güçlü ordusundan bahsettik. Hz. Süleyman'ın Kuran'da bildirilen en önemli özelliklerinden biri ise, hiç şüphesiz sahip olduğu üstün ahlakıdır. O, hayatı boyunca insanları Allah'ın razı olacağı din ahlakını yaşamaya davet ederken, kendisi de derin imanı ve güzel ahlakıyla tüm insanlara örnek olmuştur.
Her İşinde Allah'a Yönelirdi
... O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi. (Sad Suresi, 30)
Hz. Süleyman'ın hayatı ile ilgili olan Kuran ayetlerinde en çok dikkat çekilen konulardan biri, onun her yaptığı işte sürekli Allah'a yönelmesi, O'na dua etmesi ve her isteğini Allah'a açmasıdır.
Hz. Süleyman, putperestliğin yaygın olduğu bir dönemde yaşamış, ancak hiçbir zaman, hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmamıştır. Sadece Allah'ın rızasını gözetmiş ve Allah'ın dinini hakim kılmak için hiçbir insanın ya da varlığın rızasını gözetmeden ihlasla yaşamıştır. Puta tapan Sebe Ülkesi'ni imana davet ederken de onları Allah'a teslim olmaya davet etmiş, Güneş'e secde etmekten vazgeçmelerini istemiştir.
Andolsun, Biz Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü. "Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin." (Sad Suresi, 34-35)
Hz. Süleyman herhangi bir zorlukla, sıkıntıyla ya da bir nimetle karşılaştığında hemen Allah'a yöneliyordu. Her konuşmasında Allah'ı zikrediyor, her kararını Allah'ın adını anarak veriyordu. Allah Hz. Süleyman'ı çeşitli olaylarla denemiş, o da her seferinde çok güzel bir ahlakla karşılık vermiştir. Örneğin yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi Hz. Süleyman denendiğinde, aklına ilk gelen Allah'a dua etmek, O'nun bağışlayıcılığına ve rahmetine sığınmak olmuştur.
"... Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır." (Neml Suresi, 40)
Hz. Süleyman sadece zorluk anlarında değil, herhangi bir başarı ya da zafer anında da aynı ahlakı göstermiş, daima tevazulu ve Allah'a karşı aczini bilen bir kul olmuştur. Elde ettiği her başarının, Allah'tan bir deneme olduğunu hemen fark etmiştir. Yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi, başarılar karşısında son derece tevazulu bir karşılık vermiştir. Bu ihlaslı karşılık, onun her türlü başarının da her türlü zorluk gibi Allah'tan bir deneme olduğunu bilmesinin bir sonucudur.
Sürekli Allah'a Şükreden Bir Kuldu
... "Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın."
Kullarımdan şükredenler azdır. (Sebe Suresi, 13)
Allah Hz. Davud gibi Hz. Süleyman'ı da daha önce hiç kimseye verilmemiş nimetlerle seçkin kılmış, ona Allah'a şükretmesine vesile olacak lütuflarda bulunmuştur. Hz. Süleyman bu nimetlere karşı her zaman şükredici olmuş, tevazulu ve ihlaslı davranmış, her işinde Allah'a yönelmiştir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, o, bütün nimetlerin ve üstün özelliklerin Allah katından bir deneme olduğunu, bu nimetlere vereceği karşılıkla hesap gününde karşılaşacağını bilen ve ona göre davranan bir kuldur.
"... Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 19)
Hz. Süleyman'ın karıncaların aralarında geçen konuşmayı duyduktan sonra, hemen Allah'a yöneldiği ve dua ettiği ayette bildirilmiştir. O, kendisine verilen nimetler karşısında her zaman bunların gerçek sahibinin Rabbimiz olduğunu bilmiş, her tavrı ve sözüyle tek hedefinin Allah'ın rızasını kazanmak olduğunu göstermiştir.
Allah onun bu samimi ve ihlaslı ahlakının karşılığını en güzel şekilde vermiş ve onu "Şüphesiz, onun Bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır." (Sad Suresi, 40) ayetiyle müjdelemiştir. Bir diğer ayette ise, onu ve babası Hz. Davud'u, "inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kıldığı"nı (Neml Suresi, 15) bildirmiştir.
Ayrıca Hz. Süleyman dişi karıncanın, karınca topluluğuna karşı olan şefkatini görünce hemen annesini ve babasını hatırlamıştır. Bu, insanın, kendisine anne ve babası vesilesiyle gelen nimetlere (küçüklüğünden itibaren bakımı, büyütülmesi, barınması, eğitimi gibi) karşılık da bunların asıl sahibi olan Allah'a şükretmesi gerektiğini gösteren önemli bir derstir.
Hz. Süleyman'ın Hayvan Sevgisi
Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar." (Sad Suresi, 31-32)
Ayetlerden anlaşıldığı gibi Hz. Süleyman, duruşları ve koşuşlarındaki zerafet ve ustalıkları ile seyredenlere büyük zevk veren bu hayvanları sevmek için özel bir vakit ayırmaktadır. Ve bu sırada Allah'ı tesbih ederek yüceltmektedir. Bu örnek bir mümin tavrıdır: İmanlı bir kişi gördüğü güzellikler ve bu güzelliklerin ruhunda oluşturduğu derin etki karşısında Allah'ı zikreder. Bu, inananların Allah'a olan derin sevgilerinin sonucunda oluşan bir etkilenmedir.
Din ahlakının getirdiği güzelliklerden uzak olan insanların çoğu, içine kapalı, etrafındaki olaylara ve varlıklara karşı duyarsız, umursamaz bir karakter geliştirirler. Oysa Hz. Süleyman'ın tavırlarında da açıkça görüldüğü gibi, Müslüman, etrafındaki güzelliklere karşı son derece duyarlı, güzellik, estetik ve sanattan zevk alan, ince düşünceli bir insandır. Allah'ın nimetlerinin farkındadır ve bunlardan zevk alıp şükretmeyi bilir. Allah, "De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?' De ki: 'Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır'..." (Araf Suresi, 32) ayetiyle, dünyadaki nimetlerin zaten Müslümanlar için yaratıldığını haber vermektedir.
Onları bana geri getirin" (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı. (Sad Suresi, 33)
Hz. Süleyman içinde duyduğu sevgiyi hem sözle ifade etmekte, hem de fiilen göstermektedir. Burada Hz. Süleyman'ın sevgisini ifade etme gücünü en açık şekilde görüyoruz. Genelde insanlar içlerinde duydukları sevgi, muhabbet hislerini her zaman doğru ve güzel şekilde ifade edemezler. Hatta çoğu zaman bundan çekinirler. İnsanın bir varlığa karşı duyduğu muhabbeti en içli şekilde gösterebilmesi Allah'ın verdiği özel bir yetenektir. Allah ayetlerinde bu yeteneği salih kullarından Hz. Yahya'ya da verdiğini şöyle bildirmektedir:
(Çocuğun doğup büyümesinden sonra ona dedik ki:) "Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut." Daha çocuk iken ona hikmet verdik. Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 12-13)
Kuran'da Hz. Süleyman'ın atların yanı sıra başka hayvanlara da aynı sevgiyle yaklaştığına dair örnekler anlatılmaktadır. Bu hayvanlardan biri karıncalardır. Hz. Süleyman'ın ordusu ile birlikte geldiğini gören bir dişi karınca, karınca topluluğuna yuvalarına girmelerini, aksi takdirde Hz. Süleyman ve ordularının "farkında olmaksızın" onlara zarar verebileceğini söylemiştir. Dişi karıncanın konuşmasında "farkında olmadan" ifadesini kullanması, Süleyman Peygamberin bir savaş durumunda karıncalara dahi zarar vermeyecek kadar yüksek merhametine dikkat çekmiştir.
Hz. Süleyman'ın hayatına dair örneklerin anlatıldığı bu ayetlerde Müslümanlar için hayvan sevgisinin önemine de işaret edilmektedir. Çünkü iman eden bir insan Allah'ın yarattığı canlılardaki derin hikmetleri, yaratılış güzelliklerini daha iyi kavrayabilir. Nitekim hayvanlardaki ibretlerin detaylı olarak anlatıldığı Nahl Suresi'nde "... onlarda (hayvanlarda) sizin için bir güzellik vardır" (Nahl Suresi, 6) buyurularak bu gerçeğe dikkat çekilir. İşte Hz. Süleyman'da gördüğümüz hayvan sevgisi de, Allah'ın bu kusursuz yaratışına duyulan hayranlığın ifadelerinden biridir.
Kuran'da, hayvanların insanlara fayda veren yönlerinden biri de güvenlik sağlamaları olarak haber verilmiştir. Örneğin köpeklerin, sahiplerinin güvenliğini sağlamak amacıyla kullanılabileceklerine dair işaretler vardır. Kehf Suresi'nin 18. ayetinde Ashab-ı Kehf'in köpeklerinden bahsedilmektedir. Daha pek çok ayette de hayvan sevgisi ve hayvanlardaki yaratılış delillerinin incelenmesi teşvik edi
Hz. Süleyman'ın Allah Rızası İçin Mala Sevgi Duyması
... "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32)
Ayette görüldüğü gibi Hz. Süleyman, sahip olduğu ihtişamlı malları düşünüp Allah'ı övgüyle yüceltmiş, mala olan sevgisinin kaynağının Allah'ı zikretmek olduğunu vurgulamıştır. Buradaki manayı iyi düşünmek gerekir. Kuran'ın diğer bazı ayetlerinde, mal sevgisinin insanları saptırabileceği haber verilir. Örneğin Adiyat Suresi'nde şöyle buyrulur: "Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir. Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı çok katıdır." (Adiyat Suresi, 6-8) Mal ve mülk sevgisi insanların çoğunun kalbini katılaştırır ve onları dinden uzaklaştırır, çünkü ellerindeki malı kendilerinin bir kazancı zanneder, bundan dolayı kibir ve "müstağniyet" (yeterlilik hissi, Allah'a karşı muhtaç olduğunu unutma) duyarlar ve daha fazla mal edinmek için hırsa kapılırlar. Allah'a kulluk etmek için yaşayacaklarına, mal biriktirmek için yaşarlar. Bu nedenle her Müslümanın mal ve mülk hırsından uzak durması gerekir.
Ancak Hz. Süleyman kıssası bize Müslümanın mal ve mülke gafil insanlardan çok daha farklı bakacağını ve bu bilinci elde ettikten sonra mal ve mülke sahip olmanın ona Allah'ı zikretmesi için bir vesile olacağını göstermektedir. Kastedilen bilinç, tüm malın ve mülkün Allah'a ait olduğunu, O'ndan geldiğini ve yine O'nun dilemesiyle gideceğini bilmektir. Bunu bilen Müslüman, kendisine mal ve mülk verildiğinde bundan dolayı kibirlenmez veya şımarmaz. "Mallar elimden gidecek" korkusuna da kapılmaz. Allah'ın vermiş olduğu tüm imkanlara şükreder ve bu imkanları O'nun rızası için O'nun yolunda kullanır. Allah kendisine büyük bir mülk, ihtişam ve iktidar nasip ettiğinde de, bunların hepsini birer nimet ve imtihan vesilesi olarak görür, Allah'a olan saygı, korku ve sevgisi daha da artar.
İşte bu nedenledir ki, Allah'a gönülden bağlı olan salih müminler, kendilerine mal, mülk ve iktidar emanet edilmesi için en ehil insanlardır. Bunlardan birisi olan Hz. Süleyman, kimseye nasip olmayan bir iktidarı elinde tutmasına rağmen, her zaman Allah'a karşı içli ve derin bir saygı içinde olmuş ve tüm imkanlarıyla O'nun dinine hizmet etmiştir.
Bu ayetten mal sevgisinin, eğer Allah rızası için olursa makbul olduğu anlaşılmaktadır. Sahip olunan zenginlikler Allah'ın rızasını kazanacak işlerde, Allah'ın sonsuz kudretini zikretmede kullanılırsa, bu yapılanlardan Allah'ın hoşnut olması umulur.
"Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin." (Sad Suresi, 35)
Hz. Süleyman, malı, Allah rızası için sevmekte ve O'nun yolunda harcamak için Allah'tan kendisine büyük bir mülk nasip etmesini istemektedir. Bu ayetle Müslümanların da Allah yolunda harcamak için dünya hayatında benzersiz bir zenginlik ve mülk isteyebileceklerine işaret edilmektedir.
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, Müslümanlar zenginliğe, gösterişli mülklere, hayranlık uyandıran sanat eserlerine sahip olabilirler. Nitekim Müslüman devletler tarih boyunca son derece görkemli sanat eserleri ortaya koymuş, zenginlikleri ve güçleri ile tüm dünyaya nam salmışlardır. Asırlar boyunca İslam'ın bayraktarlığını yapan Osmanlı İmparatorluğu bunun en açık örneğidir. Bu büyük imparatorluktan geride kalan eserler hala üç kıtanın dört bir yanını süslemektedir.
İman edenlerin sahip oldukları bu zenginliğin hikmetlerinden biri, insanların kalplerini İslam'a ısındırmada zenginliğin büyük bir rol oynamasıdır. Onların sahip oldukları ihtişamlı mülkler, din ahlakından uzak yaşayan ve maddi değerlere çok fazla önem veren insanları ilk anda psikolojik olarak etkilemiş ve dine ilgi duymalarını sağlamıştır. Bu, ilerleyen bölümlerde göreceğimiz gibi, Hz. Süleyman'ın da Sebe Melikesi'nin İslam'ı kabul etmesi için kullandığı yöntemlerden biridir.
Hz. Süleyman'a Verilen Özel Bir İlme İşaret
"Andolsun, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik: "Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamdolsun."... Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür." (Neml Suresi, 15-16)
Bu ayetlerde Hz. Davud ve Hz. Süleyman'a verilen özel bir ilim haber verilmektedir. Ayetin devamında bu ilmin "apaçık bir üstünlük" olduğunun bildirilmesi ise, hiç kimsenin bilmediği, üstün bir ilme vakıf olduklarına bir işaret olabilir.
Andolsun, Biz Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü. (Sad Suresi, 34)
Hz. Süleyman'ın, tahtının üzerine bırakılan bir cesetle denenmesi, yukarıda söz ettiğimiz ilimle bağlantılı bir mucize olabilir. Allah Hz. Süleyman'ı metafizik bir şekilde, tüm canlıların yaşadığı madde boyutundan çıkarıp, ruh alemine sokmuş olabilir. Bu alemde madde ortadan kalkmış, Hz. Süleyman, tahtın da, tahtın üzerindeki cesedin de maddi varlıkları olmayıp, bir hayalden ibaret olduklarını anlamış olabilir. Ruh aleminden çıkıp, yeniden madde boyutuna geçtiğinde ise, bedenine kavuşmuş, eski haline dönmüş olabilir.
Hz. Süleyman bu yolculuk esnasında bedenin dışına çıkmış ve dolayısıyla da kendi bedenini bir ceset olarak görmüş, bunun sonucunda da dünya hayatının değersizliğini ve insanın ne kadar aciz olduğunu fark etmiş olabilir. Dünyanın birkaç on yıl içinde sona ereceğini, insanın dünya hayatında değer verdiği para, zenginlik, mal, mülk ve tüm güzelliklerin bir hayalden ibaret olduğunu kavramış olabilir.
Dünya hayatının değersizliğini anlayan Hz. Süleyman, mülkü Allah yolunda ve İslam'ın menfaati doğrultusunda harcamanın önemini kavramış olabilir. Nitekim bu yolculuğun hemen ardından Hz. Süleyman, Allah'a, kendisine büyük bir mülk vermesi için dua etmektedir.
HARUT VE MARUT
Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkar etmedi; ancak şeytanlar inkar etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe Harut'a ve Marut'a indirileni öğretiyorlardı... (Bakara Suresi, 102)
Ayette geçen ifadeden, Hz. Süleyman döneminde bazı insanların, Allah'ın haram kıldığı fiillerden olan sihire rağbet ettikleri anlaşılmaktadır. Onlar şeytanlardan sihir öğrenmişlerdir. Ayrıca Babil'deki Harut ve Marut adlı meleklere öğretilmiş olanları da -yine şeytanlardan öğrenerek- kötü amaçları için kullanmışlardır.
Ayetten anlaşıldığı gibi, Hz. Süleyman'a karşı harekete geçen şeytan, etkisi altına aldığı insanlar aracılığıyla halkı Hz. Süleyman'ın sahip olduğu büyük mülk ve zenginlik ile ilgili olarak kışkırtmış olabilir. Bunun sonucunda da insanlar Hz. Süleyman ve sahip olduğu güçlü devlete karşı örgütlenmiş, devlet aleyhinde çalışmalar yapan çeşitli karanlık örgütler kurmuş olabilirler. Şeytanın sevkiyle kurulan bu örgütler Hz. Süleyman'ın devletini türlü şekillerde çökertmeye çalışmış, bunun için her türlü kirli yöntemi kullanmış olabilirler. (En doğrusunu Allah bilir.) Nitekim tarihi kayıtlar, Hz. Süleyman'ın vefatının ardından yönettiği Müslüman İsrail Krallığı'nın iç karışıklıklar nedeniyle ikiye bölündüğünü bildirmektedir.
... Oysa o ikisi: "Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkar etme" demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi." (Bakara Suresi, 102)
Şeytanlar insanları yoldan saptırmak için onlara, Harut ve Marut'tan öğrendikleri sihirleri öğretmişlerdir. Oysa Harut ve Marut, sahip oldukları bilgiyi, öğrenmek isteyenlere önce kendilerinin Allah'tan bir deneme olduklarını söylüyor ve inkara düşmemeleri için onları uyarıyorlardı. Ancak ondan sonra bu bilgiyi öğretiyorlardı. Bu nedenle de insanların sihrin bir fitne olduğunu bilmeleri ve bundan şiddetle kaçınmaları gerekmektedir.
Sihir yöntemlerine başvuran herkes çok iyi bilmelidir ki, Allah izin vermeden insanların öğrendikleri ve uyguladıkları büyülerin bir sonuç vermesi kesinlikle mümkün değildir. Çünkü büyünün etkisini bir hikmet üzere yaratan da Allah'tır. O'nun izni ve bilgisi olmadan hiçbir insanın zenginlik, güç ya da başka bir imkanı sihir benzeri yöntemlerle elde etmesi mümkün değildir.
Allah, büyünün etkisine inanan ve bu gibi yöntemlerle kendilerine menfaat sağlayabileceklerine inanan insanlara, bu şeytani yöntemleri bir bela olarak musallat edebilir. Onlar batıl yollara saptıkları için, Allah onlara buna göre bir karşılık vermekte, büyü, bu insanlar için dünya hayatında bir azap haline gelmektedir. Bu, Allah'ın hidayet yolundan sapan insanlara dünyada verdiği bir cezadır.
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, iman eden bir insan hiçbir şekilde sihirle ve şeytanların anlattıklarıyla ilgilenmez. İnsanların arasını bozmak için bu tip şeytan kışkırtması işlerle uğraşmak, hak yoldan uzaklaşıp batıl inanışlarla vakit geçirmek şeytanın oyununa gelmektir. Çünkü şeytanın amacı insanları doğru yoldan engellemektir. Sihir benzeri işlerle uğraşanlar, şeytanın aldatmacasına kanmış kimselerdir.
Bu gibi batıl inanışların Kuran'da hiçbir şekilde yeri yoktur. Nitekim Allah Felak Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfüren-kadınların şerrinden... (Felak Suresi, 1-4)
Harut ve Marut'tan bahsedilen ayetlerde de aynı konu anlatılmıştır. Ne sihrin, ne de Felak Suresi'ndeki ayette bildirildiği gibi "düğümlere üfüren kadınların" hiçbir güçleri, etkileri yoktur. Kainattaki tek güç ve hüküm sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Mümin sadece Allah'a güvenip dayanır, sadece O'ndan medet umar, her türlü ihtiyacını, sıkıntısını Allah'a açar, Allah'ı dost ve vekil edinir.
Bu ayetlerde ahir zamana yönelik işaretler de olabilir. Allah, sihirden bahsederek, ahir zamanda sihrin çoğalacağına, fal bakıp geleceği okumanın yaygınlaşacağına işaret ediyor olabilir. Ahir zamanda Allah'ın haram kıldığı bu fitneler, adeta bir geçim kaynağı haline gelecek, büyücü ve falcılar insanları sömürecek olabilirler. Ahir zamanın bu büyük fitnesi, Peygamberimizin hadislerinde de haber verilmiştir. Bunlardan biri şu şekildedir:
Ahir zamanda ümmetim hakkında en çok endişe duyduğum, yıldızlara (inanmak), kaderi yalanlamak... (Ramuz el-Ehadis, 1/1540)
HZ. SÜLEYMAN VE SEBE MELİKESİ
Hz. Süleyman ile ilgili Kuran ayetlerinin büyük bir bölümü Hz. Süleyman ile Sebe Melikesi arasında yaşanan olaylarla ilgilidir. Bu ayetlerde söz konusu iki ülkenin siyasi ve ekonomik ilişkileri hakkında önemli detaylar verilmiştir. Bunun yanı sıra Hz. Süleyman'ın diğer devletlerle ilişkisi, yönetim gücü ve Allah'ın dinini anlatmada kullandığı yöntemlerden de örnekler aktarılmıştır.
Derken (Hüdhüd) uzun zaman geçmeden geldi ve (Süleyman'a) dedi ki: "Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim." (Neml Suresi, 22)
İki ülke arasındaki ilişki Hz. Süleyman'ın ordusunda bulunan Hüdhüd'ün Sebe Ülkesi ve bu ülkenin melikesi hakkında bilgi vermesiyle başlar. Hz. Süleyman, ordusunu teftiş ettiği sırada, Hüdhüd'ün kaybolduğunu fark eder. Hüdhüd geri geldiğinde Hz. Süleyman'a Sebe Ülkesi hakkında çok önemli bilgiler verir.
"Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var." (Neml Suresi, 23)
Ayette ilk olarak bu bilginin vurgulanması, o dönemde bir kadın yöneticinin varlığının çok alışılmış bir durum olmadığını gösteriyor olabilir. Hüdhüd, Sebe Melikesi'nin zenginliğinden ve ona türlü nimetlerin bağışlandığından da bahsetmektedir. Bu zenginliği anlatırken de özellikle Sebe Melikesi'nin tahtının büyüklüğünü vurgulamaktadır. Tahtın büyüklüğü Sebe Melikesi'nin iktidarının ve devletinin gücünü simgeliyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)
"Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar." (Neml Suresi, 24)
Hüdhüd, Sebe Ülkesi halkının şeytanın kışkırtmalarına uyup Güneş'e taptıklarını, Allah'a şirk koştuklarını ve hidayet yoluna uymadıklarını bildirmiştir. Şeytan, Sebe halkına Güneş'e tapmayı süslü göstermiş, yani doğru ve akılcı bir inanç gibi tanıtmış, onlar da bu sapkınlığı atalarından miras alarak, kendilerine yol edinmişlerdir. İnsanları doğru yoldan saptırıp, Allah'a secde etmekten alıkoymak şeytanın en önemli hedefidir. Bu ayet, insanların Allah'ın dininden uzak olmalarının nedeninin, çoğunlukla batıl bir inanç, felsefe ve fikir sistemi tarafından aldatılmaları olduğuna da işaret ediyor olabilir.
Ancak aşağıdaki ayetlerde bildirildiği gibi şeytanın samimi bir kalple Allah'a iman eden, ihlas sahibi kullar üzerinde hiçbir etkisi yoktur:
Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)
Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar). O Allah, O'ndan başka ilah yoktur, büyük Arş'ın Rabbidir." (Neml Suresi, 25-26)
Bu ayetlerden Hüdhüd'ün bazı özellikleri de anlaşılmaktadır.
Hüdhüd iman sahibi bir cin olabilir. O, Allah'a iman eden ve konuşmalarında da bunu sıkça vurgulayan bir Müslüman cin görünümündedir.
Hüdhüd, edindiği bilgiyi yaygınlaştırmadan, doğrudan hüküm ve hikmet sahibi olan Hz. Süleyman'a getirmesi gerektiğini bilmektedir, bu tavrından itaatli olduğu anlaşılmaktadır.
Gördüklerini kavrayabilmekte, sadece nakil yapmakla kalmayıp anlamlar çıkarabilmektedir. Ayrıca çok güçlü bir ifade kabiliyetine de sahiptir. Gördüklerini dikkat çekici bir şekilde aktarmakta, sadece önemli konuların üzerinde durup gereksiz ayrıntılara girmemekte, kısa ve özlü konuşmaktadır.
Ayette Hüdhüd'ün bir kuş olduğu, ancak konuşup bilgi aktarabildiği haber verilmiştir. Hz. Süleyman'ın ordusunu gören dişi karıncanın da konuştuğu bildirilmektedir. Günümüzde gelişmiş bilgisayar teknolojileri ile filmlerde kuşların, karıncaların ve tüm hayvanların konuşturulması son derece yaygın bir olaydır. Bu da söz konusu kıssanın işari manalarından biri olabilir.
(Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi. (Neml Suresi, 27)
Hüdhüd'ün kaybolduğunu fark eden Hz. Süleyman, eğer apaçık bir delil getirmezse onu cezalandıracağını ifade etmiş, ama Hüdhüd ona Sebe Ülkesi'nden bilgi getirdiğinde sözünü bitirene kadar beklemiş, ani bir karşılık vermemiştir. Bu tavrı, Hz. Süleyman'ın çok akıllı, olgun, itidalli ve adil bir yönetici olduğunu göstermektedir.
Hz. Süleyman, Hüdhüd'ün Sebe Ülkesi hakkında verdiği bilgileri öğrendikten sonra da hemen karar vermemiştir. Öncelikle bu bilgiyi teyit etmek için bir araştırma yaptırmaya karar vermiştir. Bu, Hz. Süleyman'ın tedbirli ve adaletli bir yönetici olduğunun delillerindendir.
Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar? (Neml Suresi, 28)
Hz. Süleyman'ın kullandığı bu yöntem, yani karşıdaki kişinin herhangi bir durum karşısındaki tepkilerini izleyerek bir sonuca varmak, son derece akılcı bir metotdur. Bu yöntemle, haber getiren kişilerin şahsi yorumlarındaki olası hatalar da engellenmiş olur.
Ayrıca izlendiğinin farkında olmayan Sebe Melikesi, çevresindekilerle istişare ederken en doğal ve en samimi tepkilerini verecek, gerçek düşüncelerini ifade edecektir. Bu yöntem, Melike'nin, Hz. Süleyman hakkındaki gerçek kanaatinin öğrenilebileceği en kısa ve en emin yollardan biridir.
(Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Saba melikesi Belkıs:) Dedi ki: "Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı." (Neml Suresi, 29)
Sebe Melikesi, Hz. Süleyman'dan gelen mektubun son derece önemli olduğunu hemen anlamıştır. Bunun birkaç farklı nedeni olabilir.
Birincisi, Hüdhüd'ün bu mektubu getiriş şekli olabilir. Hz. Süleyman'ın bu mektubu bir kuş ile göndermiş olması ve bu kuşun sahip olduğu özellikler, durumun olağanüstülüğünü ortaya koymuş olabilir.
Hz. Süleyman'ın zenginliğini, üstün sanat anlayışını ve güçlü saltanatını ifade eden bir kağıt, mühür ya da yazım şekli kullanılmış olabilir. Bu mektup da Sebe Melikesi'ni etkilemiş olabilir.
Sebe Melikesi, mektubu ilk önce kendisi okumuş, içindekilerden etkilenmiş, daha sonra istişare etmek üzere çevresindeki kişilerin yanına gelmiş olabilir. Mektubun içindekileri bildiği için "oldukça önemli" şeklinde bir ifade kullanmış olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)
Ayette "önemli bir mektup" olarak geçen ifadenin Arapçası "kitabun keriymun"dur. Bu ifadede "kitabun" kelimesinin mektubun yanı sıra yazı, kitap gibi anlamları da mevcuttur. "Keriymun" kelimesi de "asil, seçkin, şerefli, saygın, değerli, kıymetli" anlamları taşımaktadır. Bu durumda Hz. Süleyman Sebe'ye yalnızca bir mektup değil, dini tebliğ eden bir kitabı veya yazıyı ön açıklama ile göndermiş olabilir. Bu ön açıklama da "Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla" başlıyor olabilir.
"Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla' (başlamakta)dır." (Neml Suresi, 30)
Sebe Melikesi'nin, mektubun (veya kitabın) Hz. Süleyman'dan geldiğini söyledikten sonra başka tanıtıcı hiçbir açıklama kullanmaması, onun ve çevresindekilerin Hz. Süleyman'ı yakından tanıdıklarını göstermektedir. Anlaşılmaktadır ki, Hz. Süleyman'ın ülkesi, zenginliği ve kudretiyle geniş alanlara nam salmış, çok güçlü bir ülkedir.
(İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır). (Neml Suresi, 31)
Hz. Süleyman'ın üslubu son derece açık ve etkileyicidir. Mektubun çok güçlü ve hüküm sahibi bir insandan geldiği özlü, kararlı ve kesin üslubundan da anlaşılmaktadır. Sebe Melikesi ve çevresindeki yöneticiler de mektuptan oldukça etkilenmişlerdir.
Hz. Süleyman bu mektupla onlara Allah'ın dinini tebliğ etmekte, öğütte bulunmakta ve onları Müslüman olup Allah'a iman etmeye davet etmektedir. Onlardan, öncelikle kendisine tabi olmalarını değil, Allah'a iman etmelerini ve Müslüman olmalarını istemektedir. Bu, Hz. Süleyman'ın bir ülkeyi fethetmekten ziyade, orada yaşayan insanların iman etmelerine önem verdiğini göstermektedir. Çünkü onun gönderiliş amacı insanları hidayet yoluna davet etmek, uyarıp korkutmaktır.
Hz. Süleyman'ın Sebe Ülkesi ile olan ilişkisinin aktarıldığı ayetlerden, onun komşu ülkelerle olan sorunlarını, savaştan ziyade diplomatik yollarla çözdüğü de anlaşılmaktadır. Zaferlerini, askeri güç kullanmadan, anlaşma ve barış yollarıyla, masa başında elde etmektedir. Elçiler ve mektuplar göndererek uzlaşı yolları aramaktadır.
Ayrıca şunu da hatırlatmalıyız ki, sözlü yapılan tebliğin unutulması, çevredeki dikkat dağıtıcı etkilerden dolayı istenen etkiyi oluşturamaması ihtimali vardır. İnsanın konuşma anında aklından geçenleri güzel ifade edememesi veya dinleyenin dikkatinin dağılması da mümkündür. Oysa yazılı olarak yapılan tebliğde hem yazan kişinin hem de okuyan kişinin dikkatini toplaması daha kolaydır. Hz. Süleyman'ın kullandığı tebliğ metodu da buna güzel bir örnektir. Bu nedenle iman edenlerin, Allah'ın dinini ve imani gerçekleri anlatma konusunda yazılı tebliğin önemli bir yol olduğunu unutmamaları gerekmektedir.
Dedi ki: "Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (herşeye) şahidlik etmedikçe ben hiçbir işte kesin (karar veren biri) değilim." (Neml Suresi, 32)
Sebe Melikesi'nin, aldığı bu önemli mektup hakkında hemen yanındaki yöneticilere fikirlerini sorması, onun yaşadığı sistemin diktatörlük değil, bir meclise sahip demokratik vasıfta bir yönetim olduğunu göstermektedir. Melike, önde gelenlerden fikir sormakta, onların tecrübelerinden faydalanmaktadır.
Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız). (Neml Suresi, 33)
Bu ayette Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman'dan gelen mektup konusunda ne yapılması gerektiğini askerlerden oluşan bir meclis ile istişare ettiği anlaşılmaktadır. Askerlerin verdiği bu cevaptan ise söz konusu meclisin Sebe Melikesi'nin tam yetki ve emri altında hareket ettiği anlaşılmaktadır.
Dedi ki: "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar." (Neml Suresi, 34)
Burada Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman'ın karşı konulamaz gücünü çok iyi tanıdığı tekrar anlaşılmaktadır. Süleyman Peygamberden gelen çağrı karşısında teslim olmaktan başka çaresi olmadığını anlamakta ve bunu ifade etmektedir. Ama yine de teslim olmamak için bir yol aramakta ve zaman kazanmak için Hz. Süleyman'a bir hediye göndermektedir.
"Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler." (Neml Suresi, 35)
Sebe Melikesi'nin hediye yollamaktaki hedefi, Hz. Süleyman'ın gerçek amacının ne olduğunu ve nasıl bir tepki vereceğini de öğrenmektir. Sebe Melikesi de Hz. Süleyman'ın mektup yollarken izlediği yöntemi denemekte, bir karara varmak için öncelikle karşısındakinin ne tepki göstereceğini öğrenmeyi beklemektedir.
Bu ayetle hediyenin, insanların tepkilerini ölçmek ve ruh hallerini tahlil etmek açısından önemli olduğuna dikkat çekilmiştir. Bir insan kendisine kararından vazgeçmesi maksadıyla gönderilen değerli bir hediyeyi kabul etmediğinde, bu tepki, onun samimiyetinin ve kararlılığının bir delili olarak görülebilir.
(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi. (Neml Suresi, 36)
Hz. Süleyman kendisine gönderilen hediyelerin, kararında bir değişikliğe yol açamayacağını, Allah'ın kendisine verdiklerinin onların hediyelerinden çok daha hayırlı olduğunu açıkça ifade etmektedir. Bu da, onun yalnızca Allah'ın rızasına rağbet eden güzel ahlakının bir örneğidir.
Hz. Süleyman Sebe Melikesi'nin gönderdiği elçileri, niyetlerini anladığını açığa vurarak ve onların isteklerini kabul etmeyeceğini kesin şekilde ifade ederek geri çevirmektedir. Böylece onların sevinip, övünmeleri ve mallarıyla gururlanmaları engellenmektedir. Mallarıyla hiçbir şekilde üstünlük sağlayamayacaklarını anlayan Sebe kavmi için bu durum, psikolojik açıdan büyük bir yenilgi anlamındadır.
"Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız." (Neml Suresi, 37)
Hz. Süleyman'ın ordularının olağanüstü bir güce sahip olduklarına dikkat çekilmektedir. Çünkü en güçlü orduya dahi, karşı koymak, direnç göstermek mümkün olabilir. Fakat ayetten anlaşıldığına göre Hz. Süleyman'ın ordusu metafizik güçlere sahip, yenilmesi mümkün olmayan ve bu yönüyle de dünyaca tanınan bir ordudur.
Burada Hz. Süleyman, öncelikle gönderilen elçinin kendine güvenini, kibirli tavrını yok etmiştir. İkinci aşamada ise gönderdiği mesaj ile Sebe Melikesi'ne ve ülkenin önde gelenlerine, kendisi ve ordusu karşısındaki zayıflıklarını hatırlatmaktadır. Bu yolla Hz. Süleyman, savaşmaksızın kendisine tabi olmalarını amaçlamış olabilir.
(Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi. (Neml Suresi, 38)
Hz. Süleyman Sebe Ülkesi'nin teslim olacağından emin konuşmaktadır. Bu ifade, onun gayba dair bir bilgiye sahip olabileceğine işaret ediyor olabilir. Allah Hz. Süleyman'a gayba dair bir bilgi vermiş ve Sebe Ülkesi'nin teslim olacağını bildirmiş olabilir.
Bilindiği gibi sancak, bayrak gibi unsurlar her ülke için çok değerlidir ve genelde o ülkenin bağımsızlığını simgelemektedir. Sebe Ülkesi'nin gururu ise, Hüdhüd'ün de daha önce ifade ettiği gibi, Sebe Melikesi'ne ait olan büyük tahttır. Hz. Süleyman çevresindeki önde gelenlerden bu tahtı kendisine getirmelerini istemektedir. Üstelik bu işin, Sebe Melikesi ve çevresindekilerin kendi sarayına gelmelerinden önce hallolmasını istemektedir. Tahtın, onlar henüz köşke ulaşmadan gelmesi, Sebe Devleti için çok büyük bir moral kaybı olacak ve çok daha çabuk teslim olmalarına vesile olacaktır.
Bu ayetten Hz. Süleyman'ın çok hızlı bir manevra kabiliyetine sahip, hızlı karar alıp bunları hızla uygulamaya geçiren bir yönetici olduğu anlaşılmaktadır. Bu tavrıyla, özellikle de savaş durumunda, karşı tarafa üstünlük sağlamak için hızlı ve ani hareketlerde bulunmanın önemini vurgulamaktadır.
Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi. (Neml Suresi, 39)
Tahtın getirilmesi ile ilgili ilk teklif İfrit'ten gelmektedir. Cinlerden İfrit'in bu teklifinden anlaşıldığı gibi, cinlerin bir maddeyi bir başka yere taşıma, yani madde nakli yapma yetenekleri olması muhtemeldir.
Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. (Neml Suresi, 40)
Tahtın hemen getirilmesi ile ilgili ikinci teklif ise "kendi yanında kitaptan ilim olan biri" olarak tanımlanan bir kişiden gelmektedir. Ayette söz edilen kişi Hz. Süleyman'a Sebe Melikesi'nin tahtını "gözünü açıp kapayana kadar", yani çok kısa bir sürede getirebileceğini söylemektedir. Burada akla çeşitli ihtimaller gelmektedir:
Bahsi geçen kişi askeri istihbarat içinde yer alan ve ileri görüşlü bir kişi olabilir. Ve tahtı da bir önlem olarak daha önceden getirtmiş olabilir. Dolayısıyla ayette de devlet istihbaratındaki askerlerin herhangi bir savaş ya da tehlike durumunda daha önceden hazırlık yapmalarına işaret ediliyor olabilir.
Sebe Melikesi'nin tahtının göz açıp kapayana kadar getirilmesinin, tahtın değişikliğe uğratılmasının ve kuşlarla bilgi alış verişinde bulunulmasının anlatıldığı ayetlerde, ahir zamanda kullanılacak olan ve madde nakline olanak veren yüksek bir teknolojiye işaretler olabilir.
Günümüzde yazı, resim, film gibi her türlü bilginin internet teknolojisiyle birkaç dakika, hatta birkaç saniye içinde çok uzun mesafeler katetmesi mümkün olmaktadır. Örneğin Sebe Melikesi'nin tahtının hızla uzak bir mekana gönderilmesinin anlatılmasıyla, böyle bir işlemin (örneğin bir tahta ait üç boyutlu görüntünün veya resmin gönderilmesinin) ahir zamanda internet kanalıyla göz açıp kapayana kadar mümkün olacağına dikkat çekiliyor olabilir.
Hz. Süleyman bu çalışmalarında cinlerin bilgilerinden ve sahip oldukları üstün özelliklerinden faydalanmış olabilir. Onların yönlendirmeleriyle bugün bilinmeyen, ancak günümüzdeki teknolojiye yakın, farklı cihazlar oluşturmuş ve ayetlerde bildirilen başarıları sağlamış olabilir.
Ayette tahtın getirilmesinin ardından, Hz. Süleyman'ın hemen Allah'a yönelip bağışlanma dilediği, dua ettiği ve şükrettiği aktarılmaktadır. Hz. Süleyman her başarının, her zorluğun ya da başına gelen her önemli olayın ardından samimiyetle Allah'a yönelen, ihlas sahibi bir peygamberdir. Onun bu özelliği tüm iman edenler için çok güzel bir örnektir.
Dedi ki: "Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak? (Neml Suresi, 41)
Sebe Ülkesi'nin sembolü olan tahtın Hz. Süleyman'ın sarayına getirtilmesi, Melike için çok büyük bir psikolojik yenilgidir. Dahası Hz. Süleyman, tahtı Sebe Ülkesi'nden geldiği haliyle bırakmayıp, onun değişikliğe uğratılmasını emretmektedir.
Hz. Süleyman'ın emri üzerine yapılan eklemelerle taht daha güzelleştirilip, zenginleştirilmiş olabilir. Bu yöntemle Hz. Süleyman'ın, kendi zenginliğinin çok daha üstün olduğunu ve hatta Sebe Melikesi'nin mal ve mülkünün üstünde dahi hakimiyeti olduğunu ifade etmek istemiş olması muhtemeldir.
Ayette ayrıca Müslümanların her konuda olduğu gibi sanatta da mükemmeli aradıklarına işaret ediliyor olabilir. Sebe Melikesi'nin tahtının ne kadar güzel ve gösterişli olursa olsun, Hz. Süleyman'ın üstün sanat kabiliyeti karşısında bu tahtın zayıf kaldığına dikkat çekilmiş olabilir.
Burada karşımıza Hz. Süleyman'ın üstün sanat kabiliyetinin bir örneği de çıkmaktadır. Süleyman Peygamber, sanat ile teknolojiyi en güzel şekilde kaynaştırmış ve bunlarla insanları aklına ve sanat gücüne hayran bırakmış olabilir.
Taht için kullanılan "değişikliğe uğratmak" ifadesi de dikkat çekicidir. Böyle bir değişikliği günümüzde bilgisayar programları ile yapmak son derece kolaydır. Yani bir tahtın resminin internet aracılığı ile başka bir yere gönderilmesi, daha sonra bu resmin üzerinde çeşitli bilgisayar programları ile değişiklikler yapılması mümkündür. Bu ayette de ahir zamanda kullanımı son derece yaygınlaşacak olan benzer bir teknolojiye işaret olabilir.
Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: "Senin tahtın böyle mi?" denildi. Dedi ki: "Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz Müslüman olmuştuk." Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, inkar eden bir kavimdendi. (Neml Suresi, 42-43)
Hz. Süleyman'ın bu soruyu sormasının bir nedeni, Sebe Melikesi'nin dikkatini ölçmek olabilir.
Ayetten anlaşıldığı gibi Melike, zeki ve ihtiyatlı bir insan olduğunu hissettirmiş, Hz. Süleyman'ın kendisine sorduğu soruya da temkinli bir cevap vermiştir. Doğrudan "Evet, benim tahtımdır" veya "Hayır, benim tahtım değildir" gibi kesin bir cevap vermemiş, bunun yerine ortalı bir cevabı seçmiştir.
Sebe Melikesi, Güneş'e tapan bir kavim içinde yaşıyordu. Ancak Hz. Süleyman'ın samimi ve etkileyici bir dille yazdığı mektubunu okuması ve ardından Hz. Süleyman'ı ziyaret ederek, onun ihtişamlı hakimiyetine şahit olması, iman edip Müslüman olmasına vesile olmuştur.
Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 44)
Ayette Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman'ın sarayına girdiğinde zeminin derin bir suyla kaplı olduğunu zannettiği bildirilmektedir. Bu durumla ilgili çeşitli yorumlar yapılabilir:
Bu sarayın zemini için ayette kullanılan "saydam cam" ifadesi ile, o dönemde kullanılmış farklı bir teknolojiye işaret ediliyor olabilir. Nitekim Sebe Melikesi, basacağı yerin zemin olduğunu fark edememiştir; bu da, Hz. Süleyman'ın köşkünün zemininin o dönemde bilinen zeminlerden daha farklı bir özelliğe sahip olduğu ihtimalini akla getirmektedir.
Saydam cam olarak ifade edilen zemin, dev bir televizyon ekranı olabilir. Sarayın giriş zeminine dev bir ekran yerleştirilmiş olabilir. Bu ekrana su görüntüsü verilmiş, çeşitli ışık oyunlarıyla insanların yerin su ile kaplı olduğu izlenimini edinmelerihedeflenmiş olabilir. (Önceki sayfalardaki resimlerde görüldüğü gibi, günümüzde de bu tarz teknolojilere, iç dekorasyonda sıkça başvurulmaktadır.) Böylece Sebe Melikesi ekranın üstünde yürüdüğünde su üstünde yürüdüğü hissine kapılmış olabilir.
Ayette daha farklı bir teknolojiye de işaret ediliyor olabilir. Günümüzde simülatörlü gözlüklerle insanın kendisini, bulunduğu yerden daha farklı bir mekanda zannetmesi sağlanabilmektedir. Ayette geçen ifade de, ahir zamanda ortaya çıkacak olan bu teknolojiye bir işaret olabilir.
Hz. Süleyman'ın da Sebe Melikesi geldiğinde böyle bir durum oluşacağını bildiği anlaşılmaktadır. Çünkü o, sahip olduğu teknolojinin çok üstün ve alışılmışın dışında olduğunun farkındadır.
Allah bu ayetleriyle, ahir zamanda gelişmiş teknoloji ile üretilecek dekorasyon malzemelerinde suyun yoğun olarak kullanılacağına dikkat çekmiş olabilir. Suyun estetik ve temiz görünümünün kullanıldığı bu ürünler, Hz. Süleyman dönemindeki ihtişama benzer güzellikler meydana getirebilirler.
Bu kıssada karşımıza çıkan Hz. Süleyman'ın yüksek sanat anlayışı Müslümanlar için çok güzel bir örnektir. Bu anlayış onun Allah'a olan güçlü sevgisinin ve Allah'ın yaratışındaki harikuladeliklere olan hayranlığının bir ifade şeklidir.
İman eden sanatçılar tarih boyunca çok güzel eserler ortaya çıkarmışlardır. Allah'ın izniyle, ahir zamanda da Müslümanların sanat gücünde çok büyük bir artış yaşanacaktır. Allah'ın yaratışındaki güzelliklerden ilham alan ve O'na karşı büyük bir sevgi duyan sanatçılar eşsiz sanat eserleri meydana getirecek, resim, müzik ve mimari alanındaki bu güzel gelişmeler tüm dünyayı saracaktır. Bu büyük gelişmenin öncüsü ise Allah'ın izniyle İslam dünyası olacaktır.
HZ. SÜLEYMAN’IN VEFATI
Böylece onun (Süleyman'ın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkca ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı. (Sebe Suresi, 14)
Pek çok peygamberin ölümü hakkında Kuran'da pek bilgi verilmezken, Hz. Süleyman'ın ölümü hakkında çok önemli bazı detaylar bildirilmektedir. Ayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Süleyman öldüğü esnada çevresinde cinler bulunmaktaydı ve muhtemelen bu cinler kendilerine Hz. Süleyman tarafından verilen görevleri tamamlamak için çalışıyorlardı. Ancak cinler, onun ölümünü fark etmedikleri için çalışmaya devam ettiler. Bu ayette, cinlerin gaybı bilmediklerine dikkat çekilmektedir. Şayet gaybı bilselerdi, hiç şüphesiz Hz. Süleyman'ın ölümünü de hemen fark edebileceklerdi. Çünkü ayette "aşağılanıcı bir azap" kelimesiyle vurgulandığına göre cinler son derece ağır ve yorucu bir iş yapmaktaydılar.
Bu işi yapmalarının en önemli nedeni ise Hz. Süleyman'dan korkmaları idi. Eğer gaybı bilip, Hz. Süleyman'ın öldüğünü fark etseler, işlerine devam etmeyip, bırakabilirlerdi. Ancak onlar asa kırılıp, Hz. Süleyman yere düşünceye kadar, onun ölümünü fark etmediler.
Ayrıca bu ayetle ilgili şunu da belirtmek gerekir: Ayette geçen "ağaç kurdu" ifadesinin Arapçası "dabbetul-arzi"dir. Dabbe kelimesinin anlamı, "hayvan, canlı"dır. Bu kelime "Debbe" kökünden türemiş bir isimdir. "Debbe" hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlar ve haşereler için kullanılır. "Arzi" kelimesi ise "yer" anlamındadır. Dolayısıyla bu ayette ismi geçen "dabbetul-arzi" ağaç kurdunun yanı sıra, herhangi bir yer hayvanı olarak da düşünülebilir.
HZ. SÜLEYMAN’IN EMRİNDEKİ CİNLER VE HAYVANLAR
Önceki bölümlerde Hz. Süleyman'ın ordusundaki kuşların ve karınca vadisinde karşılaştığı karınca topluluğunun cin olabileceklerine kısaca değinmiştik. Bu canlıların son derece şuurlu davrandıklarına dikkat çekmiştik. Özellikle karınca vadisindeki karınca topluluğunun hiçbir hayvanda görülmeyen bir şuur sergilediklerini, Hz. Süleyman'ın ordularını tanıyıp, kendilerini nasıl korumaları gerektiğinin bilincinde olduklarını ifade etmiştik.
Bu bölümde de Hz. Süleyman kıssasında ismi geçen diğer bazı canlıların benzer özelliklerine değineceğiz.
(Hüdhüd) Derken uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: "Senin kuşatamadığın şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar." (Neml Suresi, 22-24)
Ayetlerde görüldüğü gibi, Hüdhüd son derece şuurlu hareket eden bir varlıktır. Sebe Ülkesi'ne gitmiş, orada detaylı bir istihbarat faaliyetinde bulunmuş ve geri geldiğinde öğrendiği herşeyi son derece tutarlı yorumlarla Hz. Süleyman'a aktarmıştır.
(Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi. "Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?" (Neml Suresi, 27-28)
Hüdhüd'ün açıklamasının ardından Hz. Süleyman ona yeni bir görev vermiştir. Bunlar herhangi bir kuşun yapabileceği işler değildir. Burada karşımıza, Hüdhüd'ün sıradan bir kuş değil, bir cin olma ihtimali çıkmaktadır.
İkinci ihtimal ise, Hüdhüd'ün bir kuş olup, cinlerin yönlendirmesiyle hareket ediyor olmasıdır.
Kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu?" (Neml Suresi, 20)
Ayette Hüdhüd için "kaçtı", "gitti" gibi ifadeler kullanılmamakta "kaybolanlardan olduğu" söylenmektedir. Burada kaybolma kelimesi ile dikkat çekilen, cinlerin, insanların kendilerini görebilecekleri boyuttan çıkıp, kendi boyutlarına geçmeleri ve bir anda "görünmez" hale gelmeleri olabilir.
Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. "Onları bana geri getirin" (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı. (Sad Suresi, 31-33)
Ayetlerde söz edilen atların da Hüdhüd gibi "toz perdesinin arkasına saklanarak" gözden kaybolmaları dikkat çekicidir. Buradaki perde arkasında saklanma da atların cinlerden olup, insanların göremeyeceği cin alemine bir anda geçmelerine işaret olabilir.
Veya bunlar gerçekten at olup, cinler tarafından yönlendiriliyor da olabilirler. Ayette geçen "... Onları bana geri getirin..." ifadesi, bu atların başkaları tarafından Hz. Süleyman'a getirildiğini açıklamaktadır ki, bunlar da cinler olabilir.
Böylece onun (Süleyman'ın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkca ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı. (Sebe Suresi, 14)
Yine yukarıdaki ayette "ağaç kurdu" olarak geçen, Arapçası ise "dabbetü'l-arzi" olan canlının da bir cin olma ihtimali vardır. (En doğrusunu Allah bilir)
Andolsun, Biz Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstünde bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü. (Sad Suresi, 34)
Hz. Süleyman'ın tahtı üzerine bir deneme olarak bırakılan cesedin de bir cin cesedi olma ihtimali vardır. Ceset taht üzerine bırakılmış, sonra da bir anda cinler alemine geri alınmış olabilir. Ayette geçen "... Sonra (eski durumuna) döndü." şeklindeki ifade böyle bir olayın gerçekleştiğine işaret ediyor olabilir.
Tahtın üzerine bırakılanın bir insan cesedi olup, cinler tarafından bir anda geri alınıyor olması da mümkündür. Nitekim Süleyman kıssasında cinlerden bir İfrit'in Sebe Melikesi'nin tahtını çok kısa bir sürede bir yerden bir yere getirtebileceği de ifade edilmektedir.
HZ. SÜLEYMAN VE HZ. ZÜLKARNEYN ARASINDAKİ BENZERLİKLER
Dünyada büyük bir hakimiyet kurduğu, Kuran'da bildirilen bir diğer Müslüman lider de Hz. Zülkarneyn'dir. Hz. Süleyman'ın hayatı ile Hz. Zülkarneyn'in hayatı arasında birçok yönden büyük benzerlikler bulunmaktadır.
--------------------
Yeryüzünde İktidar Sahibi Olmaları
Allah Hz. Zülkarneyn'e de, aynı Hz. Süleyman'a olduğu gibi, "yeryüzünde sapasağlam bir iktidar" (Kehf Suresi, 84) vermiştir. Ayette geçen "sapasağlam" ifadesiyle hem ekonomik, hem askeri, hem de siyasi açıdan güçlü bir iktidarın önemine dikkat çekilmiş olabilir. Hz. Zülkarneyn bu gücü sayesinde doğudan batıya büyük bir coğrafyaya hakim olmuş, nizam vermiş bir liderdir. (Hz. Zülkarneyn hakkında detaylı bilgi için bkz. Kehf Suresi'nden Ahir Zamana İşaretler, Harun Yahya, 2001, Kültür Yayıncılık)
--------------------
Akıllı ve İmanlı Liderler Olmaları
Kuran'da Hz. Zülkarneyn'e "herşeyden bir yol (sebep)" (Kehf Suresi, 54) verildiği bildirilir. Bu ifadeyle, Hz. Zülkarneyn'in ferasetli, basiretli, herşeye çözüm bulan, akıllı bir lider olduğuna işaret edilmektedir. Hz. Süleyman da, Kuran'da, cinlerin, şeytanların yönlendirilmesinden devlet yönetimine kadar her konuda akıl örnekleri anlatılan bir peygamberdir.
Hz. Zülkarneyn, kitap boyunca ihtişamını anlattığımız Hz. Süleyman gibi çok güçlü ve tüm dünyaya nam salmış bir devletin başındadır. Kuran'da diğer kavimlerin ondan yardım talebinde bulunduğu ve karmaşık gibi gözüken sorunlarına çözüm istedikleri haber verilmektedir. Yönetimi altında bulunmayan topluluklarca dahi "yeryüzünde bozgunculuğu ve fitneyi önleyen bir kişi" olarak tanınmakta, sıkıntı içinde olan halklar ona başvurmaktadırlar. Kehf Suresi'nde "iki seddin önünde, hemen hemen hiçbir sözü anlamayan" şeklinde tanıtılan bir kavmin ondan yardım istediği şöyle bildirilir:
Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?" (Kehf Suresi, 94)
Üstün Askeri Güçleri
Kitabın önceki bölümlerinde detaylı olarak gördüğümüz gibi Hz. Süleyman'ın çok güçlü orduları bulunmaktadır. Neml Suresi'nde şu şekilde bildirilir:
Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız. (Neml Suresi, 37)
Hz. Zülkarneyn'in de Hz. Süleyman gibi çok büyük bir askeri güce sahip olduğunu yine Kehf Suresi'ndeki bazı ayetlerden anlarız:
… Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin." Dedi ki: "Kim zulmederse biz onu azablandıracağız, sonra Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azabla azablandırır." (Kehf Suresi, 86-87)
Hz. Zülkarneyn yeryüzünde bozgunculuk çıkaran inkarcı toplulukları azaba uğratmakta, onların insanlara zulmetmelerine izin vermemektedir. Bunu da büyük askeri gücü sayesinde gerçekleştirmektedir. Bu ayetlerden, dünya hakimi olacak bir devletin çok büyük bir askeri güce sahip olması gerektiği anlaşılmaktadır.
Adaletle Hükmetmeleri
Hz. Süleyman'ın adil yönetimini önceki sayfalarda detaylarıyla anlattık. Hz. Zülkarneyn'in uygulamalarının çok adaletli, hakkaniyetli olduğunu da Kuran'da anlatılan kıssasından anlamaktayız. Hz. Zülkarneyn'in kendisinden bozgunculuğa karşı yardım isteyen bir halka, hemen yardım etmesi bunun delillerindendir. Her iki kıssada da adil bir yönetime dikkat çekilmesi ise şunu göstermektedir: Dünyanın dört bir yanında güvenliği, huzuru, adaleti ve istikrarı sağlayabilmek için askeri ve polisiye güçle birlikte, çok güçlü bir hukuk sistemi de büyük bir önem taşır.
Hediye Kabul Etmemeleri
Hz. Süleyman'ın Sebe Melikesi'nin gönderdiği hediyeyi kabul etmediğini ve hediyeleri getiren elçilere çok hikmetli bir karşılık verdiğini belirtmiştik. Hz. Süleyman'ın cevabı şu şekildedir:
(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi. (Neml Suresi, 36)
Hz. Zülkarneyn de yapacağı yardım karşılığında kendisine vergi vermek isteyen bu kavme şu karşılığı vermiştir:
Dedi ki: "Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır… (Kehf Suresi, 95)
Hediyeyi kabul etmeyip, bu teklifi yapan kişilere tüm mülkün tek sahibinin Allah olduğunu hatırlatmaları onların samimi birer Müslüman olduklarının bir delilidir. Bu örnekler her Müslüman lider için çok önemli öğütler taşımaktadır.
Daima Allah'a Yönelip Dönmeleri
Hz. Süleyman'ın güzel ahlak özelliklerinin anlatıldığı bölümde, onun her an Allah'a yönelip dönen, ihlas sahibi bir kul olduğunu ayetlerle açıklamıştık. Süleyman Peygamber herhangi bir başarı elde ettiğinde, bir zafer kazandığında ya da Allah'tan kendisine bir nimet verildiğinde hemen Allah'a yönelip O'nu tesbih etmekte, tüm gücün Allah'a ait olduğunu zikretmektedir. Hz. Zülkarneyn de aynı güzel ahlaka sahiptir. Söz konusu kavmi bozgunculardan korumak için yaptığı seddin etkili olması karşısında Allah'ı şöyle zikretmiştir:
Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler. Dedi ki: "Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va'di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va'di haktır." (Kehf Suresi, 97-98)
Cinlere Hükmetmeleri
Bilindiği gibi Peygamberimiz, geçmişte yeryüzünde büyük hakimiyet kurmuş iki liderin Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn olduğunu bildirmiştir. Bu durumda Hz. Süleyman'da olduğu gibi, Hz. Zülkarneyn döneminde de cinler üzerinde bir hakimiyet kurulmuş olması söz konusu olabilir. İnsanların, kendilerine karşı Hz. Zülkarneyn'den yardım istedikleri Yecüc ve Mecüc isimli kavmin de bir cin topluluğu olma ihtimali olabilir.
Bu iki kıssada ve özellikle de Hz. Süleyman'la ilgili anlatılanlarda yoğun olarak cinler konusundan söz edilmesi, muhtemelen ahir zamana da işaretler içermektedir. Allah, ahir zamanda da cinleri ve şeytanları insanların hizmetine verecek olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)
Katran veya Erimiş Bakır Madeni Kullanmaları
Hz. Zülkarneyn, Yecüc ve Mecüc'ü, ayette "aynel kıtri" olarak geçen maddeyi kullandığı bir set inşa ederek etkisiz hale getirmiştir:
"Bana demir kütleleri getirin", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim." (Kehf Suresi, 96)
"Aynel kıtri" kelime anlamı olarak "erimiş bakır madeni"nin yanı sıra "katran" manasına da gelmektedir. Kuran'da Hz. Zülkarneyn'in kullandığı "aynel kıtri"nin Hz. Süleyman'ın da emrine verildiği şöyle bildirilir:
Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini (aynel kıtri) ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş gören bir kısım cinler vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırırdık. (Sebe Suresi, 12)
Hem Hz. Zülkarneyn'in hem de Hz. Süleyman'ın "aynel kıtri"yi kullanması dikkat çekici bir benzerliktir. Hz. Süleyman, emrine verildiği bildirilen bu madde sayesinde kendi dönemindeki cinler ve şeytanlar üzerinde hakimiyet kurmuş olabilir. "Aynel kıtri" olarak geçen bu maddenin katran olma ihtimali vardır. Katran "gömlekleri katrandandır..." (İbrahim Suresi, 50) ayetiyle bildirildiği gibi cehennemde de bulunan bir maddedir.
Ayette Hz. Süleyman'ın emrine verilen bu maddeden bahsedildikten hemen sonra, cinlerin de ona hizmet ettiğinden söz edilmesi dikkat çekicidir. Hz. Süleyman da, Hz. Zülkarneyn de cinleri kontrol altına almak için bu maddeyi kullanmış olabilirler. Bu maddenin, cinlere etki eden bir özelliği olabilir. (En doğrusunu Al
Ahir Zamana Yönelik Müjdeler
Hz. Süleyman'ın ve Hz. Zülkarneyn'in yaşadıkları dönemlerde gerçekleşmiş olan bu dünya hakimiyeti tüm Müslümanlar için çok büyük bir müjdedir. Çünkü bu kıssalarda ahir zamana yönelik önemli işaretler bulunmaktadır.
Allah'ın sınırlarını titizlikle koruyan, İslam ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak için ciddi bir çaba sarf eden ve hiçbir zorluk karşısında yılgınlık göstermeyen Müslümanlar, tarihin her döneminde mutlaka üstün geleceklerdir. Allah'ın yardımı ve desteği mutlaka onların yanında olacaktır. Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn yukarıda saydığımız özelliklerinin dünyadaki karşılığını güçlü bir hakimiyetle (ve elbette Allah'ın diğer pek çok manevi lütfu ile) almışlardır. Ahir zamanda aynı hakimiyet Allah'ın izniyle mutlaka gerçekleşecektir. Bu, Allah'ın iman edenlere bir vaadidir. Bu hakimiyeti gerçekleştirecek olanlar ise, Peygamberimizin çeşitli hadislerinde de işaret edildiği gibi, söz konusu üstün vasıfları asırlardır karakterinde taşıyan şerefli Türk Milleti olacaktır.
Üç kıtaya nizam vermiş Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olan Türk Milleti, İslam ahlakını tüm dünya üzerinde hakim kılacak ve dünya halklarının özlemini çektikleri huzuru, barışı, sevgi ve neşe dolu bir dünyayı mutlaka oluşturacaktır. Adaletli, hoşgörülü, merhametli ve inanç sahibi Türk Milleti, bu görevi hakkıyla yerine getirecektir.
KURAN’DA TARİF EDİLEN İKİ FARKLI YÖNETİM
Yönetim şekilleri hakkında Kuran'da haber verilen iki önemli örnek vardır. Bunlardan biri Sebe Melikesi'nin ülkesindeki yönetim, diğeri ise Firavun'un baskıcı yönetimidir.
Hz. Süleyman'ın Güneş'e tapan Sebe Ülkesi'ni iman etmeye çağıran bir mektup yollamasının ardından gelişen olaylar, bu devletin yapısı hakkında bazı fikirler vermektedir.
Sebe Melikesi'nin yanında kavmin önde gelenlerinden oluşan bir grup bulunmaktadır. Sebe Melikesi Hz. Süleyman'dan gelen mektubu okuduktan sonra bu gruba danışmaktadır. Yani bu devlette tek bir hükümdarın karar hakkı söz konusu değildir, hükümdarla birlikte devletin yönetiminde söz sahibi olan bir grup da vardır. Sebe Melikesi, yanındakilerin fikrine önem vermekte, onlar da Melike'nin otoritesine ve kişiliğine saygı göstermektedirler. Bu yönüyle, Sebe Devleti'nde demokrasi benzeri bir yönetim şekli uygulanmış olması mümkündür.
Firavun'un yönetim tarzı ise ilk bakışta Sebe Devleti'ndekine benzer gibi gözükür. Onun yanında bulunan önde gelenlerin de yönetimde çok büyük bir etkiye sahip oldukları görülmektedir. Ancak bu kişiler Firavun'u yanlış yönlendirmekte, ona, fitne ve zulme sebep olacak emirler vermektedirler. Araf Suresi'nde Firavun'a şu şekilde hitap ettikleri bildirilir:
Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla." (Araf Suresi, 111)
Firavun dönemindeki yönetim tarzını oligarşi olarak tanımlamak mümkündür. Oligarşi, "azınlık yönetimi" demektir. Bir sistemde, siyasi güç sadece sınırlı bir grubun elinde ise, o sistem bir oligarşidir. Oligarşinin gücü ise çoğu zaman askeri veya maddi gücünün miktarı ile doğru orantılıdır. Oligarşide yönetici kadrosu birkaç kişiden oluşabileceği gibi daha geniş kapsamlı da olabilir. Ancak her koşulda halka oranla bu küçük bir azınlıktır. Bu kişiler halkı kendi menfaatlerine göre, keyfi olarak yönetirler. Firavun düzeni de ayetlerden görüldüğü gibi bir oligarşidir.
"Firavun'a ve ileri gelen çevresine; fakat onlar büyüklendiler. Onlar, 'büyüklenen-zorba' bir topluluktu." (Müminun Suresi, 46) ayetinde bildirildiği gibi, Firavun ve çevresi de kendi isteklerini zorbalıkla yaptıran bir topluluktu. Firavun'un yanındaki danışmanlar, büyücüler ve askerlerden oluşan oligarşik sınıf, halkın Firavun sistemine bağlı kalması için onu fikri yönden egemenlik altına almış, kitlelere Firavun'un üstün bir varlık olduğu yalanını telkin etmişti. Firavun ve yakın çevresi halka zulmetmekteydi. Bunu haber veren ayet şöyledir:
Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)
Firavun sisteminin zalimliğini gösteren çok açık başka bir kanıt da, ülkedeki insanları, ırk veya inançlarına göre "fırkalara" (zümrelere) ayırması ve bir kısmına kasıtlı olarak zulmetmesidir. Özellikle İsrailoğulları'nı hedef alan bu zulümden bir ayette şöyle söz edilir:
Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. (Kasas Suresi, 4)
Araf Suresi'nin 127. ayetinde ise Firavun'un, "kahir bir üstünlüğe" sahip olduğu bildirilir. Bu kahredici üstünlük Firavun'un güçlü ordusundan kaynaklanmaktadır. Bu sistemin ne kadar gelişmiş ve gücün ne kadar büyük olduğunu Firavun'un askerlerine verdiği emirlerden anlayabiliriz:
Bunun üzerine Firavun da şehirlere (askerler) toplayıcılar gönderdi. (Şuara Suresi, 53)
Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver, şehirlere de toplayıcılar yolla." (Araf Suresi, 111)
Yukarıdaki ayetlerin de işaret ettiği gibi, Firavun çok baskıcı bir devlet mekanizmasına ve özellikle istihbarat sistemine sahipti. Öyle ki; belli bir hiyerarşi içinde ülkenin en ücra köşelerini bile denetleyebiliyordu. Bu denetim, Firavun yönetiminin katı disiplinini ve baskıcı uygulamalarını da göstermekteydi.
Sebe Melikesi'nin Hz. Süleyman ile görüştükten sonra, Allah'a iman ettiğini ve Hz. Süleyman'a tabi olduğunu belirtmesi ise, Sebe Ülkesi'nde bu tarz bir baskının söz konusu olmadığına bir işaret olabilir. Sebe Melikesi'nin bu sözleri Kuran'da şöyle bildirilir:
... Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 44)
Sebe Devleti'nin yönetim şekli, ayetlerden de anlaşıldığı gibi, dönemin şartlarına göre "demokratik" ruha sahip bir sistemdir. Firavun sisteminin aksine, insanlar üzerinde bir baskı mevcut değildir. Devlet yönetiminde en önemli kararların dahi istişare ile alındığı, devlet kademeleri arasında uyum ve işbirliğinin sağlandığı, karşılıklı hoşgörünün, vicdan özgürlüğünün yaşandığı, hakların gözetildiği bir modeldir. Allah bizlere Firavun ve Sebe kıssalarındaki farklı sistemleri açıklayarak, hem din ahlakına şiddetle karşı olan bir sistemi, hem de din ahlakına yatkın bir toplum yapısının temel esaslarını öğretmektedir.
SEBE HALKININ UĞRADIĞI SON
Sebe Devleti'nin çok güçlü ordulara sahip olduğundan çeşitli ayetlerde bahsedilir. Sebe ordusunun komutanlarının Kuran'da aktarılan bir ifadesi, bu ordunun son kararı Sebe Melikesi'ne bıraktığını göstermektedir. Komutanlar, Sebe'nin kadın yöneticisine (Melikesi'ne) şöyle derler:
... Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız). (Neml Suresi, 33)
Ancak Sebe Devleti'nin bu askeri gücü onlara hiçbir fayda sağlamamış ve peygamberlerinin uyarılarını dinlemeyen ve Allah'ın nimetlerine nankörlük eden Sebe halkı, nesiller sonra korkunç bir sel felaketiyle cezalandırılmıştır. Kuran'da Sebe halkının yaşadığı yerler şöyle tarif edilmektedir:
Andolsun, Sebe' (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)." (Sebe Suresi, 15)
Yukarıdaki ayetlerde de vurgulandığı gibi, Sebe halkı, estetik yönüyle çarpıcı, bereketli bağ ve bahçeleri olan bir toprakta yaşıyordu. Ticaret yolları üzerinde bulunan ve bu nedenle de refah düzeyi oldukça yüksek olan Sebe Ülkesi, dönemin en gözde beldelerinden biriydi. Hayat şartlarının ve ortamın böyle olumlu olduğu ülkede Sebe halkına düşen, ayette bildirildiği gibi "Rablerinin rızkından yemek ve O'na şükretmek"ti. Ama öyle yapmadılar ve nankörlerden oldular. Ayetlerde Sebe halkının tavrı şu şekilde haber verilir:
Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece Biz de onlara Arim selini gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük. Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız? (Sebe Suresi, 16-17)
Sebe halkı, başarılarını ve zenginliklerini kendi çabalarının bir sonucu sandılar. Yüz çevirmelerinin karşılığını ise ayette bildirildiği gibi büyük bir selle aldılar ve helak oldular. Bu Allah'ın inkar eden tüm kavimlere verdiği İlahi bir karşılıktır. Allah'ın nimetlerine nankörlük eden, elçilerin gösterdiği hidayet yoluna uymayan ve gönderilen kitapları inkar eden her halk, mutlaka bu yaptıklarının karşılığını hem dünyada hem de ahirette alacaktır. Bu adetullahın (Allah'ın kanununun) bir sonucudur. Allah Hud Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
Bunlar, sana doğru haber (kıssa) olarak aktardığımız (geçmişteki) nesillerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, (hala izleri var, kimi de) biçilmiş ekin (gibi yerlebir edilmiş, kalıntısı silinmiş) dir. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' arttırmaktan başka bir işe yaramadı. (Hud Suresi, 100-101)
Arim Seli İle Helak Olan Sebe Kavmi
Tarihi kaynaklara göre Sebe halkı, Güney Arabistan'da yaşamış olan dört büyük uygarlıktan birisidir. Sebe halkı, tarihte medeni bir kavim olarak bilinmişlerdir. Bu kavmin en önemli eserlerinden olan Marib Barajı da, ulaştıkları teknolojik seviyenin önemli göstergelerindendir. Sebeliler daha uygarlıklarını kurma aşamasındayken buraya bir baraj inşa etmiş, sulama yapmaya başlamış ve bu baraj sayesinde de çok ileri bir refah seviyesine kavuşmuşlardı.
Marib'deki bu barajın yüksekliği 16 metre, genişliği 60 metre ve uzunluğu da 620 metreydi. Hesaplara göre baraj aracılığıyla sulanabilen toplam alan 9.600 hektardı ki, bunun 5.300 hektarı güney, geri kalanı ise kuzey ovasına aitti. Bu iki ova, Sebe kitabelerinde bazen "Marib ve iki ova" diye anılırdı.1 İşte Kuran'daki "sağdan ve soldan iki bahçe" ifadesi, muhtemelen bu iki vadideki gösterişli bağ ve bahçelere işaret eder. Bu baraj ve sulama tesisleri sayesinde bölge, Yemen'in en iyi sulanan ve en verimli kesimi olarak ün yapmıştı.
Bu baraj, MS 5 ve 6. yüzyıllarda geniş çaplı onarımlar görmüştü. Ancak bu onarımlar barajın MS 542 yılında yıkılmasını önleyemedi. Bu tarihte yıkılan baraj, Kuran'da bahsedilen "Arim seli"ne yol açmış ve büyük tahribata neden olmuştu. Sebe halkının yüzlerce seneden beri işletmekte olduğu bağları, bahçeleri ve tarım alanları tamamen yok olmuştu. Barajın yıkılmasından sonra Sebe kavminin de hızlı bir gerileme sürecine girdiği görülmektedir; barajın yıkılmasıyla başlayan bu sürecin sonunda Sebe Devleti'nin de sonu gelmiştir.
Bu tarihsel gerçekler ışığında Kuran ayetlerini incelediğimiz zaman, ortada çok büyük bir uyum olduğunu görürüz. Arkeolojik bulgular ve tarihsel gerçekler, Kuran'da yazanlara işaret etmektedir. Kuran'da Sebe kavmine gönderilen azaptan "Seyl-ül Arim" yani "Arim seli" olarak bahsedilmektedir. Kuran'da geçen bu ifade, aynı zamanda bu selin meydana geliş şeklini göstermektedir. Zira "Arim" kelimesinin bir anlamı da baraj ya da settir. Dolayısıyla "Seyl-ül Arim" ifadesi de, setin yıkılması sonucunda meydana gelen bir sele işaret etmektedir.
"Kutsal Kitap Doğruyu Söyledi" (Und Die Bibel Hat Doch Recht) kitabının yazarı Alman arkeolog Werner Keller de, Arim selinin Kuran'a uygun olarak gerçekleştiğini kabul ederek şöyle yazar:
"Böyle bir barajın olması ve yıkılarak şehri tamamen harap etmesi, Kuran'daki bahçe sahipleriyle ilgili verilen örneğin gerçekten de meydana geldiğini kanıtlıyor." 2
Sebe halkının yaşadığı ve artık tümüyle ıssız bir harabe konumuna gelmiş olan Marib, şüphesiz, Sebe halkıyla aynı hatayı işleyen tüm insanlar için bir ibrettir. Onlar Allah'ın nimetlerine nankörlük edip zalimlerden olmalarının karşılığını bu felaket ile almış, sahip oldukları tüm zenginliklerini bir anda kaybetmişlerdir. (Detaylı bilgi için Bkz. Kavimlerin Helakı, 6. Baskı, Harun Yahya, 2001, Vural Yayıncılık
ESKİ AHİT’TE HZ. SÜLEYMAN
Kitap boyunca Hz. Süleyman'ın birçok özelliğinin yanı sıra üstün sanat anlayışının ve zenginliğinin de üzerinde durduk. Onun her göreni hayran bırakan sarayından, emrinde çalışan cin ve şeytanları kullanarak yaptığı sanatsal çalışmalardan bahsettik. Aralarında bina ustalarının ve dalgıçların bulunduğunu, emrindeki şeytanların, Kuran'da bildirildiği üzere "kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar" yaptıklarını anlattık.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Allah Hz. Süleyman'ı -aynı babası Hz. Davud gibi- İsrailoğulları'na peygamber olarak göndermiştir. Hz. Süleyman onları Allah'ın ayetleriyle uyarmış, güzel ahlaklı olmaya davet etmiştir. Bu nedenle, İsrailoğulları'nın kitabı olan Eski Ahit'te de Hz. Süleyman hakkında pek çok bilgi yer almaktadır.
Öncelikle Eski Ahit'in yapısını açıklamak gerekir. Eski Ahit, Hz. Musa'ya verilen Tevrat'ı, Hz. Davud'a verilen Zebur'u (Mezmurlar) ve çeşitli Yahudi peygamberleri tarafından yazıldığı kabul edilen veya onların hayatını anlattığı kabul edilen yazıları içeren bir kitaplar bütünüdür. Yahudiler tüm Eski Ahit'e inanırlar. Hıristiyanlar ise hem Eski Ahit'e hem de ona ilave olarak "Yeni Ahit" adını verdikleri ve Hz. İsa hakkındaki "İncil" adlı dört kitabın ve diğer bazı mektupların bulunduğu ikinci bir kitaplar bütününe inanırlar.
Ancak Kuran'a göre, Tevrat, Zebur ve İncil, Allah'ın vahyinden sonra insanlar tarafından tahrif edilmişdir. Bu tahrifat nedeniyle mevcut Eski Ahit ve Yeni Ahit'e birer İlahi kelam olarak değil, içinde hak kısımlar bulunma ihtimali olan, ancak bunun yanında çeşitli efsane ve hurafeler de içeren kaynaklar olarak bakmak gerekir.
Dolayısıyla Eski Ahit'ten, daha ziyade tarihsel bir kaynak olarak yararlanmak doğru olur. Bu tarihsel kaynağın doğruluğunu ise Kuran'a mutabık olup olmamasına göre anlayabiliriz.
Hz. Süleyman'ın hayatının aktarıldığı Eski Ahit kitaplarındaki açıklamalarda ise pek çok tarihi bilgi bulmak mümkündür. Bunlar arasında özellikle de Hz. Süleyman'ın dünya üzerindeki güçlü hakimiyetinin, üstün hikmet sahibi bir kul olduğunun, Allah'a olan güçlü imanının anlatıldığı açıklamalar Kuran'la son derece mutabıktır. Eski Ahit'te Hz. Süleyman'ın krallığının Nil ve Fırat Nehirleri arasında kalan toprakları içerdiği yazılıdır ki, o dönemde dünyanın ekonomik ve kültürel merkezi olan Mezopotamya'da bu kadar geniş bir alana hakim olmak, dahası Sebe örneğinde olduğu gibi civar ülkeleri yönlendirecek bir güç göstermek, elbette çok büyük bir siyasi iktidarın işaretleridir.
Bunun yanısıra Eski Ahit'te Hz. Süleyman'ın zenginliği ile ilgili verilen bilgiler de son derece dikkat çekicidir. Onun sarayının yapılışı, yardım aldığı kişiler, sarayını yaparken kullandığı malzemeler hakkındaki detaylar ve sarayın büyüklüğü ile ilgili bilgiler şu şekildedir:
Hz. Süleyman Allah'ın Dilemesiyle Büyük Bir Ev Yapmıştır
Allahım Rabbin ismine bir ev yapacağım... Ve yapmak üzre olduğum ev büyüktür... (2. Tarihler, Bab 2/2-5)
Ve işte, bana bol kereste hazırlasınlar diye kullarım senin kullarınla beraber olacaklar; çünkü yapacağım ev büyük ve şaşılacak bir şey olacaktır. (2. Tarihler, Bab 2/9)
Ve tunçtan bir mezbah yaptı; uzunluğu yirmi arşın (4 arşın 1.78 metreye denk gelmektedir), ve genişliği yirmi arşın, ve yüksekliği on arşın. (2. Tarihler, Bab 4/1)
Ve kıral Süleyman'ın Rab için yaptığı evin uzunluğu altmış arşın, ve genişliği yirmi, ve yüksekliği otuz arşındı. Ve evin mabedi önünde olan eyvanın (teras) uzunluğu evin genişliğine göre yirmi arşındı; ve onun genişliği evin önünde on arşındı. Ve ev için kafesle kapalı pencereler yaptı. Ve evin duvarı etrafına bitişik, hem mabedin, ve hem de iç odanın etrafındaki evin duvarlarına bitişik katlar yaptı; ve etrafında yan odalar yaptı. Alt kat beş arşın genişliğinde, ve orta kat altı arşın genişliğinde, ve üçüncüsü yedi arşın genişliğinde idi; çünkü kirişler evin duvarını tutmasın diye evin duvarı etrafında dış tarafta omuzlar bıraktı. (1. Krallar, Bab 6/2-6)
Evin Yapımında Hünerli İşçilerle Çalışmıştır
Ve şimdi, babam Davud'un hazırlamış olduğu, Yahudada ve Yeruşalimde yanımda bulunan hünerli adamlarla beraber olmak üzre bana bir adam gönder, altın, ve gümüş, ve tunç, ve demir, ve erguvanî, ve kırmızı, ve lâcivert işlerinde hünerli olsun, ve her türlü oyma işlerini oyabilsin. Ve bana Libnandan erz ağacı, ve servi, ve sandal ağacı gönder; çünkü bilirim ki, senin kulların Libnandan kereste kesmeği bilirler. (2. Tarihler, Bab 2/7-8)
Oyma İşlerinde Çeşitli Ağaçları Kullanmışlardır
Ve ev yapılmakta iken, taş ocağında hazırlanmış taştan yapıldı; ve yapılırken evin içinde ne çekiç, ne balta, ne de demir bir âlet sesi işitilmedi. Orta yan odaların kapısı evin sağ tarafında idi; ve dolambaçlı merdivenle orta kata, ve orta kattan üçüncüye çıkarlardı. Evi böyle yaptı, ve onu bitirdi; ve evi erz ağaçlarından kirişler ve kalın tahtalarla örttü. Ve bütün eve bitişik katları her birinin yüksekliği beş arşın olarak yaptı, ve onları erz ağacı kerestesile eve bağladı. (1. Krallar, Bab 6/7-10)
Ve iç odada her biri on arşın yüksekliğinde zeytin ağacından iki kerubi (Kerubiler Yahudi inancına göre Sfenkse benzeyen, aslan vücutlu, insan başlı, kanatlı meleklerdir) yaptı. Ve kerubinin bir kanadı beş arşındı, ve kerubinin obir kanadı beş arşındı; bir kanadının ucundan obirinin ucuna kadar on arşındı. Ve obir kerubi on arşındı; her iki kerubi bir ölçüde ve bir biçimde idi. Bir kerubinin yüksekliği on arşındı, obir kerubininki de böyle idi. Ve kerubileri iç evin içine koydu; ve kerubilerin kanatları gerilmişti, şöyle ki, birinin kanadı bir duvara, ve obir kerubinin kanadı obir duvara değiyordu; ve kanatları evin ortasında birbirlerine değiyorlardı. Ve kerubileri altınla kapladı. (1. Krallar, Bab 6/23-28)
Ve içerde ve dışarda çepçevre evin bütün duvarlarına kabartma şekiller, kerubiler, ve hurma ağaçları, ve açılmış çiçekler oydu. Ve içerde ve dışarda evin döşemesini altınla kapladı. Ve iç odanın girilecek yerine zeytin ağacından kapı kanatları yaptı; üst eşikle kapı süveleri duvarın beşte biri idi. Böylece zeytin ağacından iki kapı kanadı yaptı; ve üzerlerine kabartma kerubiler, ve hurma ağaçları, ve açılmış çiçekler oydu, ve onları altınla kapladı; ve altını kerubilerle hurma ağaçları üzerine döşedi. Mabedin girilecek yerine de zeytin ağacından duvarın dörtte biri olmak üzre kapı süveleri (çerçeve) , ve servi ağacından iki kapı kanadı yaptı; ve bir kanat iki parçadan olup katlanırdı, ve obir kanat iki parçadan olup katlanırdı. Ve üzerlerine kerubiler, ve hurma ağaçları, ve açılmış çiçekler oydu; ve oyma işine uydurulmuş altınla onları kapladı. Ve iç avluyu üç sıra yonulmuş taşla, ve bir sıra erz ağacı kiriş ile yaptı. (1. Krallar, Bab 6/29-36)
Ve Süleyman on üç yıldır kendi evini yapıyordu, ve bütün evini bitirdi. Ve Libnan ormanı evini yaptı; uzunluğu yüz arşın, ve genişliği elli arşın, ve yüksekliği otuz arşın olarak, direkler üzerinde erz ağacı kirişler olmak üzre erz ağacından dört sıra direkler üzerinde idi. Ve direklerin üstünde olan kırk beş kirişin üzeri erz ağacı ile örtülü idi; bir sırada on beş. Ve kirişler üç sıra idi, ve pencere pencereye karşı idi, üç kat. Ve bütün kapılar ve süveler kirişlerle dört köşeli yapılmıştı; ve pencere pencereye karşı idi, üç kat. Ve direkler eyvanını yaptı; uzunluğu elli arşın, ve genişliği otuz arşındı; ve önlerinde bir eyvan; ve önlerinde direkler ve eşik vardı. Ve taht eyvanını, orada hüküm vereceği hüküm eyvanını yaptı; ve döşemeden tavana kadar erz ağacı ile kaplı idi. Ve kendi oturacağı ev, eyvanın iç tarafındaki avlu da, aynı yapıda idi... (1. Krallar, Bab 7/1-8)
Yanında On Binlerce İnsan Çalışmıştır
... Ve Süleyman, babası Davudun İsrail diyarında olan bütün garipleri saydığı sayıdan sonra onları saydı; ve yüz elli üç bin altı yüz kişi bulundular. Ve onlardan yük taşıyan yetmiş bin, ve dağlarda taş kesen seksen bin, ve kavmi işletmek için iş başı olarak üç bin altı yüz kişi koydu. (2. Tarihler, Bab 2/17-18)
Ve kıral Süleyman bütün İsrail'den angaryacılar topladı; ve angaryacılar otuz bin adamdı. Ayda on bin adam olmak üzre bunları sıra ile Libnana gönderdi; bir ay Libnanda, ve iki ay evde kalırlardı; ve angaryacıların başında Adoniram vardı. Ve Süleymanın yük taşıyan yetmiş bin, ve dağlarda taş kesen seksen bin adamı, bunlardan başka Süleymanın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üç bin üç yüz baş kâhyaları vardı. Ve kıral emretti, ve onlar evin temelini yonulmuş taşla atmak için büyük taşlar, değerli taşlar kestiler. (1. Krallar, Bab 5/13-17)
Hz. Süleyman'ın Yaptığı Evin Temeli
... Ve Allah evinin yapılması için Süleymanın attığı temeller şunlardır. Uzunluğu arşınla, eski ölçüye göre, altmış arşın, ve genişliği yirmi arşın. Ve evin önünde olan eyvanın uzunluğu, evin genişliğine göre, yirmi arşın ve yüksekliği yüz yirmi... (2. Tarihler, Bab 3/2-4)
Evin Hem Dışı Hem de İçi Halis Altınla, Tunçla ve Değerli Taşlarla Kaplanmıştır
... Ve onu içerden halis altınla kapladı. Ve büyük eve servi ağaçlarından tavan yapıp onu saf altınla kapladı; ve onun üstüne kabartma hurma ağaçları ve zincirler işledi. Ve güzel olsun diye, evi değerli taşlarla süsledi; ve altın Parvaim altını idi. Ve evi, kirişlerini, eşiklerini, ve duvarlarını, ve kapılarını altınla kapladı; ve duvarlara kerubiler oydu.
Ve kudsülakdas evini yaptı; onun uzunluğu evin genişliğine göre yirmi arşındı, ve genişliği yirmi arşın; ve onu altı yüz talant kadar saf altınla kapladı. Ve çivilerin ağırlığı elli sekel altındı. Ve yukarı odaları altınla kapladı. (2. Tarihler, Bab 3/4-9)
Ve Süleyman evi içerden halis altınla kapladı; ve iç odanın önüne altın zincirler çekti; ve onu altınla kapladı. Ve bütün evi altınla, bütün evi tamamen kapladı; iç odanın bütün mezbahını da altınla kapladı. (1. Krallar, Bab 6/21-22)
Ve bütün kuvvetimle Allahımın evi için, altın şeyler için altın, ve gümüş şeyler için gümüş, ve tunç şeyler için tunç, demir şeyler için demir, ve ağaç şeyler için ağaç; akik taşları, ve kakılacak taşlar, ziynet taşları, ve çeşit çeşit renkli taşlar, ve her türlü değerli taşlar, ve pek çok mermer taşları hazırladım. Ve bundan başka, mukaddes ev için hazırlamış olduğum herşeyden fazla olarak, mademki altın ve gümüş hazinem vardır, Allahımın evine olan sevgim uğruna onu, Ofir altınından üç bin talant altını, ve evlerin duvarlarını kaplamak için yedi bin talant saf gümüşü; altın şeyler için altını, ve gümüş şeyler için gümüşü, sanatkarlar elile de yapılacak bütün işler için veriyorum... (1. Tarihler, Bab 29/2-5)
Ve Süleyman Allahın evindeki bütün kapları, ve altın mezbahı, ve üzerinde huzur ekmeği bulunan sofraları; ve usule göre iç odanın önünde yanmak üzre halis altından kandiller ile beraber şamdanları; ve altından (bu da tam altından) çiçekleri, ve kandilleri, ve maşaları; ve halis altından makasları, ve leğenleri, ve kaşıkları, ve tablaları yaptı. Ve evin girilecek yerine gelince, onun, kudsülakdasa açılan iç kapı kanatları, ve evin, mabedin kapı kanatları altın idi. (2. Tarihler, Bab 4/19-22)
... Ve babası Davudun tahsis ettiği şeyleri, gümüşü ve altını, ve bütün takımları Süleyman içeri getirdi, ve onları Allah evinin hazinelerine koydu. (2. Tarihler, Bab 5/1)
Bunların hepsi, içerden ve dışardan, temelden dama kadar, testere ile kesilmiş, yonulmuş, ölçüye göre taştan, değerli taştandı; dışardan büyük avluya kadar da böyle idi. Ve temel değerli taşlardan, büyük taşlardan, on arşınlık ve sekiz arşınlık taşlardandı. Ve üstünde ölçüye göre değerli taşlar, yonulmuş taş ve erz ağacı vardı. RAB evinin iç avlusunda, ve evin eyvanında olduğu gibi büyük avlunun da çevresinde üç sıra yonulmuş taş ve bir sıra erz ağacı kirişleri vardı. (1. Krallar, Bab 7/9-12)
Ve tunçtan on ayaklık yaptı; bir ayaklığın uzunluğu dört arşın, ve genişliği dört arşın, ve yüksekliği üç arşındı. Ve ayaklıkların işi şu biçimdi: yan levhaları vardı; ve pervazlar arasında yan levhaları vardı; ve pervazlar arasında olan yan levhalarında aslanlar, öküzler, ve kerubiler vardı; ve yukarı pervazlar da böyle idi; ve aslanların ve öküzlerin altında sarkık çelenkler işlenmişti. Ve her ayaklığın dört tunç tekerleği, ve tunç dingilleri vardı; ve onun dört ayağının omuzları vardı; her birinin yanında çelenkler olarak omuzlar kazanın altında dökülmüştü. Ve onun ağzı başlığın içinde ve yukarıda bir arşındı; ve ayaklık işine göre ağzı değirmi (yuvarlak), bir buçuk arşındı; ve ağzında da oymalar vardı, ve onların yan levhaları yuvarlak değil dört köşeli idi. Ve dört tekerlek yan levhaları altında idi; ve tekerleklerin dingilleri ayaklıkta idi; ve bir tekerleğin yüksekliği bir buçuk arşındı. Ve tekerleklerin işi araba tekerleği işi gibi idi; dingilleri ve ispitleri, ve parmakları ve başlıklarının hepsi dökme idi. Ve her ayaklığın dört köşesinde dört omuz vardı, ayaklığın omuzları kendisindendi. Ve ayaklığın başında yarım arşın yüksekliğinde yuvarlak bir şekil vardı; ve ayaklığın başındaki kollar ve yan levhaları kendisindendi. Ve her birinin genişliğine göre kollarının düz yerlerine, ve yan levhalarına, kerubiler, aslanlar, ve hurma ağaçları, ve çepçevre çelenkler oydu. Böylece on ayaklığı yaptı; hepsinin dökümü bir, ölçüsü bir, ve biçimi birdi. (1. Krallar, 7. Bab/27-37)
Heykeltıraşlar Evi Süslediler
Ve kudsülakdas evinde heykeltıraş işi iki kerubi yaptı; ve onları altınla kapladılar. Ve kerubilerin kanatları yirmi arşın uzunluğunda idi; kerubinin bir kanadı ben arşındı, evin duvarına erişiyordu; ve obir kanat da beş arşındı, obir kerubinin kanadına erişiyordu. Öteki kerubinin de kanadı beş arşındı, evin duvarına erişiyordu; ve obir kanat da beş arşındı, öteki kerubinin kanadına yetişiyordu. Bu kerubilerin kanatları yirmi arşın yayılıyorlardı; ve kerubiler ayakta duruyorlardı, ve yüzleri eve doğru çevrilmişti. Ve perdeyi lâcivertten, ve erguvaniden, ve kırmızıdan, ve ince ketenden yaptı, ve üzerine kerubiler işledi. (2. Tarihler, Bab 3/10-14)
Çok Büyük ve İhtişamlı Kazanlar, Şamdanlar Yaptılar
Ve on kazan yaptı, ve onlarda yıkanmak için beşini sağa ve beşini sola koydu; yakılan takdime olacak şeyleri onların içinde yıkarlardı; fakat deniz kâhinlerin yıkanması içindi. (2. Tarihler, Bab 4/6)
Ve on altın şamdanı kanunlarına göre yaptı; ve beşi sağda ve beşi solda olarak onları mabede koydu. Ve on masa yaptı, ve beşi sağda ve beşi solda olarak onları mabede koydu. Ve altından yüz leğen yaptı. Ve kâhinlerin avlusunu, ve büyük avluyu, ve avlunun kapılarını yaptı, ve onların kapılarını tunçla kapladı. Ve denizi evin sağına, şark tarafına, cenuba doğru koydu. (2. Tarihler, Bab 4/7-10)
Ve tunçtan on kazan yaptı; bir kazan kırk bat (37 litreye denk gelir) alırdı; ve her kazan dört arşındı; ve on ayaklığın üstünde birer kazan vardı. Ve beşi evin sağ tarafında ve beşi evin sol tarafında olarak ayaklıkları koydu; ve denizi evin sağına gündoğusu tarafına, cenuba doğru koydu. (1. Krallar, Bab 7/ 38-39)
Savaş Kalkanları Dahi Altından Yapılmıştı
... Ve bütün Arap ili kıralları, ve memleketin valileri Süleymana altın ve gümüş getirdiler. Ve kıral Süleyman dövme altından iki yüz büyük kalkan yaptı; bir büyük kalkana altı yüz şekel dövme altın gitti. Ve dövme altından üç yüz küçük kalkan yaptı; bir kalkana üç yüz şekel altın gitti; ve kıral bunları Libnan ormanı evine koydu. (2. Tarihler, Bab 9/14-16)
Ve kıral Süleyman dövme altından iki yüz büyük kalkan yaptı: bir büyük kalkana altı yüz şekel altın gitti. Ve dövme altından üç yüz küçük kalkan yaptı; bir kalkana üç mına (1 mına yaklaşık 983 grama denk gelir) altın gitti; ve kıral bunları Libnan ormanı evine koydu. (1. Krallar, Bab 10/16-17)
Hz. Süleyman'ın Tahtı
... Ve kıral fil dişinden büyük bir taht yaptı, ve onu halis altınla kapladı. Ve tahtın altı basamağı, ve bir altın ayak iskemlesi vardı, ve bunlar tahta bağlı idiler, ve oturacak yerin her iki tarafında kollar vardı, ve kolların yanında iki aslan duruyordu. Ve altı basamak üzerinde, iki tarafında, on iki aslan duruyorlardı; hiçbir ülkede böyle şey yapılmamıştı. (1. Kırallar, Bab 9/17-19)
Ve kıral fil dişinden büyük bir taht yaptı, ve onu saf altınla kapladı. Tahtın altı basamağı vardı, ve arka taraftan tahtın başı yuvarlaktı; ve oturulacak yerde iki taraftan kollar vardı, ve kolların yanında iki aslan duruyordu. Ve altı basamak üzerinde iki tarafta on iki aslan duruyorlardı; hiçbir ülkede böyle şey yapılmamıştır. (1. Krallar, Bab 10/18-20)
Kıral Süleyman, Libnan ağaçlarından Kendine bir tahtırevan yaptı. Direklerini gümüşten yaptı, Tabanını altından, oturacak yerini erguvaniden... (Neşideler Neşidesi, Bab 3/9-10)
Hz. Süleyman'ın Sofrası
Ve kıral Süleymanın içme kapları hep altından, ve Libnan ormanı evinin bütün kapları halis altındandı; Süleymanın günlerinde gümüş bir şeyden sayılmazdı. (2. Tarihler, Bab 9/20)
Ve Süleyman evinin bir günlük yiyeceği otuz ölçek (1 ölçek 13 litredir) ince un, ve altmış ölçek un, on besili öküz, ve otlaklardan yirmi öküz, ve geyikler, ve ceylanlar, ve sığırlar, ve semiz tavuklardan başka yüz koyundu. (1. Krallar, Bab 4/22-23)
Ve o kâhyalar kıral Süleyman için, ve kıral Süleymanın sofrasına gelenlerin hepsi için, her biri kendi ayında azık tedarik ederlerdi; bir şey eksik etmezlerdi. (1. Krallar, Bab 4/27)
Ve Süleymanın bütün hikmetini, ve yaptığı evi, ve sofrasının yemeğini, ve kullarının oturuşunu, ve hizmetçilerinin duruşunu, ve onların esvaplarını, ve sakilerini, ve RABBIN evine çıktığı merdiveni Seba kıraliçası gördüğü zaman artık kendisinde can kalmadı. (1. Krallar, Bab 10/4-5)
Hz. Süleyman'ın Atları
Ve atlarla cenk arabaları için Süleymanın dört bin ahırı vardı, ve on iki bin atlısı vardı, onları araba şehirlerine, ve kıralın yanına, Yeruşalime koydu. Ve Irmaktan Filistîler diyarına, ve Mısır sınırına kadar, bütün kırallar üzerine hükmetti. Ve kıral gümüşü Yeruşalimde taş değerine indirdi, ve erz ağaçlarını çoklukça Sefeladaki cemiz ağaçları gibi etti. Ve Mısırdan ve bütün memleketlerden Süleyman için atlar getirdiler. (2. Tarihler, Bab 9/25-28)
... Ve Süleyman'ın cenk arabaları için kırk bin ahır bölüğünde atları vardı ve on iki bin atlısı vardı. (1. Krallar, Bab 4/26)
Ve Süleyman cenk arabaları ile atlılar topladı; ve kendisinin bin dört yüz arabası, ve on iki bin atlısı vardı; onları araba sehirlerine, ve Yeruşalime kıralın yanına koydu. Ve kıral gümüşle altını Yerusalimde taş mertebesine indirdi, ve erz ağaçlarını çoklukça Sefeladaki cemiz ağaçları gibi etti. Ve Süleymanın atları Mısırdan getirilirdi; kıralın tüccar takımı onları sürü ile bir bedele alırlardı. Ve bir cenk arabasını altı yüz, ve bir atı yüz elli şekel gümüşe, Mısırdan çıkarıp getirirlerdi; ve bütün Hittî kıralları için, ve Suriye kıralları için de böylece onların elile getirilirdi. (2. Tarihler, Bab 1/14-17)
Eski Ahit'in Süleyman'ın Meselleri Bölümü'nden Açıklamalar
Eski Ahit'te yer alan Süleyman'ın Meselleri bölümünün, Hz. Davud'un Hz. Süleyman'a verdiği öğütleri içerdiği öne sürülmektedir. Elbette Eski Ahit tahrif edilmiş bir kitaptır ve bu kitapta yer alan açıklamaları Allah'tan gelen birer vahiy olarak kabul etmek mümkün değildir. Her ne kadar içinde tahrif edilmemiş bölümler olma ihtimali olsa da biz bu açıklamaları ancak güzel sözler olarak değerlendirebiliriz. Bu bakış açısıyla yaklaşıldığında, söz konusu bölümde Kuran'a mutabık çok sayıda güzel söz ve öğüdün bulunduğu görülmektedir. Güzel söz her nerede olursa olsun kabul etmek uygun olacağı için bu bölümde, Eski Ahit'teki Kuran ayetleriyle anlam açısından uygunluk gösteren bazı kısımlara yer verilmektedir.
Tebliği Dinlemeyenler
Mademki ben çağırdım, ve siz çekindiniz; Elimi uzattım, ve bakan olmadı; Ve öğüdümün hepsini hiçe saydınız, Tedibimi de istemediniz; Ben de felâketinizde güleceğim; Size korku gelince, Üzerinize korku bir fırtına gibi gelince, Felâketiniz bir kasırga gibi gelince, Üzerinize sıkıntı ve kaygı gelince, istihza edeceğim. O zaman beni çağıracaklar, fakat cevap vermiyeceğim; Beni erken arayacaklar, fakat beni bulmayacaklar. Çünkü bilgiden nefret ettiler Ve Rab korkusunu seçmediler, Benim öğüdümü istemediler, Tedibimin hepsini hor gördüler; Bunun için kendi yollarının semeresinden yiyecekler, Ve kendi düzenlerine doyacaklar. Bön adamların döneklikleri kendilerini öldürecektir, Ve akılsızların kaygısızlığı kendilerini yok edecektir. Fakat beni dinliyen emniyette oturacaktır, Ve kötülükten korkusu olmayıp rahat bulacaktır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 1, 24-33)
Güzel Ahlaka Dair
İyiliğe hakkı olan adamlara, Elinden gelince iyiliği esirgeme. Yanında varken komşuna: Git de tekrar gel, Ve yarın vereyim, deme. Komşun yanında emniyette otururken, Onun için şer kurma. Sana karşı şer yapmadı ise, Bir adamla boş yere çekişme. Zorba adama imrenme, Ve onun yollarından hiçbirini seçme... Fakat Rabbin dostluğu doğrularladır. Rabbin lâneti kötülerin evindedir; Fakat salihlerin oturduğu yeri mübarek kılar. Gerçek Rab müstehzilerle istihza eder; Fakat alçak gönüllülere lûtfeder. Hikmetliler izzeti miras alacaklar; Fakat akılsızlar utancı alacaklar. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 3, 27-35)
Doğrulukla yürüyen emniyetle yürür; Fakat yollarını iğrilten belli olur. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 10, 9)
İyi adam Rabbden lûtuf bulur; Fakat niyetleri bozuk olanı Rab mahkûm eder. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 12, 2)
Salihlerin düşünceleri haktır; Fakat kötülerin öğütleri hiledir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 12, 5)
Kötüler yıkılır ve yok olurlar; Fakat salihlerin evi durur. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 12, 7)
Salihe hiç zarar değmez; Fakat kötüler şerle dolar. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 12, 21)
Yüreğindeki kaygı insanı çöktürür; Fakat iyi söz yüreğini sevindirir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 12, 25)
Kibirden ancak kavga çıkar; Fakat iyi öğüdü dinliyenin yanında hikmet vardır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 13, 10)
Sözü hor gören kendi üzerine helâk getirir; Fakat emirden korkandır ki, mükâfat alır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 13, 13)
Yumuşak cevap gazabı yatıştırır; Fakat sert söz öfkeyi kışkırtır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 15, 1)
Söze dikkat eden iyilik bulur; Ve Rabbe güvenen mutlu olur. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 16, 20)
İyi ad büyük zenginlikten, Ve lûtuf bulmak gümüş ve altından üstün tutulmalıdır. Zenginle fakir karşılaşırlar; Onların hepsini yaratan Rabdir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 22, 1-2)
Alçak gönüllü olmanın ve Rab korkusunun sonu, servet, izzet ve hayattır. Sapık adamın yolunda dikenler ve kementler vardır; Canını koruyan onlardan uzak kalır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 22, 4-5)
Kazancı çoğaltmak için fakiri ezen, Ve zengine veren, ancak yoksulluğa düşer. Kulağını iğ, ve hikmetli adamların sözlerini dinle, Ve yüreğini benim bilgime koy. Çünkü onları kendi içinde saklarsan hoştur... (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 22, 16-18)
Oğlum, eğer senin yüreğin hikmetli ise, Benim yüreğim de sevinir. Dudakların doğru şeyler söylediği zaman, Benim gönlüm de sevinçle coşar. Yüreğin günahkârlara imrenmesin; Ancak bütün gün Rab korkusunda ol; Çünkü gerçekten bir son vardır; Ve ümidin boşa çıkmıyacaktır. Oğlum, dinle ve hikmetli ol, Ve yolda yüreğini doğrult. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 23, 15-19)
Kendi babanı dinle, Ve ihtiyar olduğu zaman, ananı hor görme. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 23, 22)
Hakikati satın al, ve onu satma; Hikmeti ve terbiyeyi ve anlayışı da. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 23, 23)
Kötülük edenlerden ötürü kızma; Kötü adamlara da imrenme; (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 24, 19)
Ve ben gördüm, derin düşündüm; Baktım, ibret aldım; (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 24, 32)
Nefsine hâkim olmıyan adam, Yıkılmış ve duvarsız şehir gibidir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 25, 28)
Yarınki günle övünme; Çünkü gün ne doğuracak bilmezsin. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 27, 1)
Yoksulları ezen fakir adam Süpüren ve ekmek bırakmıyan yağmur gibidir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 28, 3)
Kabahatlerini örten muvaffak olmaz; Fakat onları itiraf edip bırakan, merhamet bulur. Daima korkan adama ne mutlu! Yüreğini katılaştıran ise, belâya düşer. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 28, 13-14)
Kendi yüreğine güvenen akıIsızdır; Fakat kim hikmetle yürürse, o kurtulur. Kim fakire verirse, onun eksiği olmaz; Fakat kim ondan göz çevirirse, o çok lânet alır. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 28, 26-27)
Kanlı adamlar kâmil adamdan nefret ederler; Doğru adamlar ise, onun canını korurlar. Akılsız bütün öfkesini ortaya döker; Hikmetli adam ise, onu tutar ve susturur. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 29, 10-11)
İnsanın basireti öfkesini geciktirir; Ve suç bağışlamak onun güzelliğidir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 19, 11)
Öğüt dinle ve terbiye al ki, Kendi sonunda hikmetli olasın. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 19, 20)
Hileli terazi Rabbe mekruhtur; Fakat doğru tartı onun makbulüdür. Gurur gelince utanç da gelir; Fakat hikmet alçak gönüllüler iledir. Doğruların kemali kendilerine yol gösterir; Fakat hainlerin sapıklığı kendilerini helâk eder. Gazap gününde mal işe yaramaz; Fakat salâh ölümden kurtarır. Kâmil adamın salâhı kendi yolunu doğrultur; Fakat kötü adam kendi kötülüğü ile düşer. Doğruların salâhı kendilerini kurtarır; Fakat hainler kendi fesatları ile tutulurlar. Kötü adam öldüğü zaman bekleyişi boşa çıkar; Ve fesat ümidi yok olur. Salih sıkıntıdan kurtulur… (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 11, 1-8)
İnkar Edenlerin Yoluna Uymamak
Çünkü senin yüreğine hikmet girecek, Ve canına bilgi hoş gelecek; Akıl sana bekçilik edecek; Anlayış seni koruyacak; Ta ki, seni şerir adamın yolundan, İğri sözlü adamdan korusun. Onlar karanlığın yollarında yürümek için, Doğruluk yollarını bırakırlar; şer yapmakla sevinirler, Şerrin iğriliğile mesrur olurlar; Onlar ki, yolları dolambaçtır, Ve yollarında iğridirler... (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 2, 10-15)
Kötülerin yoluna girme, Ve şerir adamların yolunda yürüme. Sen ondan sakın, yanından geçme; Onun yanından sap da geç. Çünkü onlar kötülük etmezlerse uyumazlar; Ve kimseyi sürçtürmezlerse, uykuları kaçar. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 4, 14-16)
Doğru Olanların Yolu
Ta ki, iyi adamların yolunda yürüyesin, Ve salihlerin yollarını tutasın. Çünkü memlekette doğru adamlar oturacaklar, Ve kâmiller orada kalacaklardır. Fakat kötü adamlar memleketten atılacaklar, Ve hainler ondan söküleceklerdir. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 2, 20-22)
Salihlerin yolu ise, doğan ışık gibidir, Tam gün oluncıya kadar git gide parlar. Kötülerin yolu koyu karanlık gibidir; Neden sürçtüklerini bilmezler. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 4, 18-19)
Sadece Allah'a Güvenmek
Bütün yüreğinle Rabbe güven, Ve kendi anlayışına dayanma; Bütün yollarında onu tanı, O da senin yollarını doğrultur. Kendi gözünde hikmetli olma; Rabbden kork, ve şerden ayrıl; Senin bedenine şifa, Ve kemiklerine ilik olacaktır. Malınla, ve bütün mahsulünün turfandası ile, Rabbi taziz et; Böylece ambarların bol bol dolar… (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 3, 5-10)
Hikmetin Önemi
Hikmet çağırmıyor mu, Ve anlayış sesini işittirmiyor mu? Yol kenarındaki yüksek yerlerin başında, Yolların birleştiği yerde o duruyor; Kapıların yanında, şehrin ağzında, Kapılara girilecek yerde yüksek sesle çağırıyor: Ey insanlar, size çağırıyorum; Ve sesim Adem oğullarınadır. Ey bön adamlar, ayırt etmeği öğrenin; Ve ey akılsızlar, anlayış öğrenin. Dinleyin, çünkü âlâ şeyler söyliyeceğim; Ve dudaklarımın açılması doğru şeyler için olacak. Çünkü ağzım hakikat beyan edecek; Ve kötülük dudaklarıma mekruhtur. Ağzımın bütün sözleri salâhladır; Onlarda ters yahut iğri şey yoktur. Anlıyana onların hepsi açıktır, Ve bilgiyi bulanlar için doğrudur. Gümüşü değil, terbiyemi, Ve seçme altından ziyade bilgiyi alın. Çünkü hikmet yakutlardan iyidir; Ve hoşa giden bütün şeyler ona denk olamaz. Ben, hikmet, basireti kendime mesken ettim, Ve tedbir bilgisini bulurum. Rab korkusu şerden nefret etmektir; Kibirden, ve gururdan, ve şer yolundan, Ve iğri sözden nefret ederim. Öğüt, ve sağlam bilgi benimdir; Ben anlayışım; kudret benimdir. Benim vasıtamla kırallar hükûmet ederler, Ve emîrler adaleti emrederler. Reislerle beyzadeler, Dünyanın bütün hâkimleri vasıtamla hükmederler. Beni sevenleri ben severim; Ve erken arıyanlar beni bulurlar. Servet ve izzet, Dayanıklı mal ve salâh yanımdadır. Meyvam altından, saf altından daha iyidir; Ve mahsulüm seçme gümüşten iyidir. Salâh yolunda, Adalet yolları ortasında yürürüm; Ta ki, beni sevenleri mala varis kılayım, Ve onların hazinelerini doldurayım... (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 8, 1-21)
Rab korkusu hikmetin başlangıcıdır; Ve Kuddûsu tanımak, anlayıştır. Çünkü günlerin benim vasıtamla çoğalacak, Ve ömrünün yılları artacak. Eğer hikmetli isen, kendin için hikmetlisin; Ve eğer istihza edersen, onu yalnız sen yüklenirsin. (Hz. Süleyman'ın Meselleri, Bab 9, 10-12)
HZ. SÜLEYMAN, HZ. ZÜLKARNEYN VE MEHDİ BENZERLİKLERİ
Kitabın önceki bölümlerinde Hz. Süleyman kıssasından ahir zamana yönelik olan çeşitli işaretler üzerinde durduk ve ahir zamanda, Altınçağ'da İslam ahlakının dünya üzerinde hakim olmasının Hadi sıfatını taşıyan bir şahs-ı manevinin (Mehdi) vesilesiyle olacağını belirttik.
Peygamber Efendimizden rivayet edilen hadislerde ahir zamanın ve Altınçağ'ın alametleri haber verilmiştir. Günümüzde gerçekleşen olayları bu alametler ile kıyasladığımızda ise, ahir zamanın içinde yaşadığımız dönem olduğunu gösteren ve aynı zamanda Altınçağ'ın gelişini müjdeleyen pek çok işaret görmekteyiz.
Ahir zamanın başlangıcı, hadislerde, fitnelerin çoğaldığı, savaş ve çatışmaların arttığı, dünya üzerinde çok büyük bir ahlaki yozlaşmanın baş gösterdiği din ahlakından uzaklaşıldığı bir kaos ortamı olarak tanımlanmıştır. Söz konusu dönemde, dünyanın dört bir yanında doğal felaketler olacak, fakirlik hiçbir dönemde olmadığı kadar artacak, suç oranlarında çok büyük bir tırmanma görülecek, cinayetler ve katliamlar birbirini takip edecektir. Ancak bu ahir zamanın sadece ilk aşamasıdır; ikinci aşamada Allah Mehdi'yi vesile kılarak insanlığı bu kaos ortamından kurtaracaktır.
Elbette burada sayılan olaylar tarih boyunca birçok kez yaşanmıştır. İnsanlık tarihi boyunca pek çok savaş, doğal felaket ya da deprem gerçekleşmiştir. Ahlaki dejenerasyon her dönemde farklı toplumlarda görülmüş, fakirlik ve açlık dünyanın dört bir yanında asırlardır süregelmiştir. Ahir zaman alametlerini bu olaylardan ayıran fark ise bu alametlerin hepsinin aynı dönem içinde, birbiri ardına ve hadislerde belirtilen bazı özel şekillerde gerçekleşmesidir. Burada şunu da müjdelemeliyiz ki; Peygamberimizin hadislerinde anlatılan bu büyük kaos sadece geçici bir dönem yaşanacak ve Altınçağ'ın başlangıcı bu çalkantılı dönemi sona erdirecektir.
Altınçağ savaşların ve çatışmaların son bulduğu, insanlığa büyük belalar getiren dinsiz ideolojilerin tarihin karanlıklarına gömüldüğü ve dünyanın bolluk, bereket ve adaletle dolup taştığı bir dönem olacaktır. İslam ahlakı tüm dünyaya yayılacak, insanlar akın akın dine yöneleceklerdir. İslam ahlakının bu büyük hakimiyeti -daha önce de vurguladığımız gibi- Peygamber Efendimizin bazı hadislerinde Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn'in dünya hakimiyetlerine benzetilerek tarif edilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
Mehdi tıpkı Zülkarneyn ve Süleyman gibi dünyaya hükmedecektir. (El Kavlul Muhtasar Fi Alamatil Mehdiy-il Muntazar, s.29)
Tüm olarak yeryüzünün meliki dört tanedir. Onların ikisi: Zülkarneyn ve Süleyman müminlerden, diğer ikisi, Nemrud ve Buhtunnasr kafirlerdendir. Yere beşinci olarak ehli beytimden biri sahip olacak. Yani Mehdi. (Mektubat-ı Rabbani, 2/1163)
İlerleyen bölümlerde ahir zamanda olduğumuzu ve aynı zamanda da kutlu Altınçağ döneminin çok yakın olduğunu gösteren alametlerden bazı örnekler verilecektir. (Ahir zaman alametleriyle ilgili detaylı bilgi için Kıyamet Alametleri, Altınçağ, Altınçağ ve Dabbetü'l-Arz, isimli kitaplarımıza bakabilirsiniz.)
Zamanın inkitaa uğradığı (sistemlerin değiştiği) bir dönemde Mehdi denen bir adam gelecek...
(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 14)
Bu hadiste Peygamber Efendimiz, Mehdi'nin "sistemlerin değiştiği" bir dönemde geleceğini bildirmiştir. Bu hadiste işaret edilen "sistem değişikliği"nin, 20. yüzyılda dünyanın dört bir yanında hakim olan ve yüzyılın sonlarına doğru yıkılan komünist rejimler olması muhtemeldir.
20. yüzyıla damgasını vuran kanlı savaşların ve katliamların en büyük nedenlerinden biri, materyalist felsefenin ürünü olan komünist ideolojinin hakimiyetidir. Bu ideoloji, Avrupa'dan Asya'ya, Güney Amerika'dan Afrika'ya kadar dünyanın büyük bölümünde etkili olmuş, birçok ülke on yıllar boyunca komünist rejimler tarafından yönetilmiş veya komünist örgütler tarafından hedef alınmıştır. 1990'lı yıllara kadar devam eden soğuk savaşın ve en acımasız katliamların nedeni komünizm olmuştur.
Komünist rejimler diğer ülkelerle savaşarak ideolojilerini yaymaya çalışmanın yanında, kendi halklarına da büyük bir zulüm uygulamışlar, çok geniş kitleleri idamlar, toplu katliamlar, toplama kamplarındaki ağır koşullar ve kıtlıklar gibi yöntemlerle öldürmüşlerdir.
Komünist rejimler, tarihçilerin hesaplamalarına göre, 20. yüzyıl boyunca 120 milyon insanın ölümüne neden olmuştur. Bunların çoğu, bir savaş sırasında cephede ölen askerler değil, komünist devletlerin kendi halklarının içinden öldürdükleri sivillerdir. On milyonlarca erkek, kadın, yaşlı, küçük çocuk, bebek, sadece komünist rejimlerin, katı ve vahşi özellikleri nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Bunun dışında milyonlarca insan, komünistlerin zulmüne uğramış, bu yüzden göçe zorlanmış, ellerinden malları, tarlaları alınmış ve her an öldürülme, suçsuz yere tutuklanma veya zulüm görme korkusu altında yaşatılmışlardır.
Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru, çok güçlü ve sarsılmaz sanılan bu ideolojiye sahip rejimler birer birer çökmeye, güç kaybetmeye başlamışlardır. Bu çöküşün en belirgin sembolü, 1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılmasıdır. İki yıl sonra, dünyanın en büyük ve en güçlü komünist devleti olan Sovyetler Birliği yıkılmış ve Doğu Bloku tamamen parçalanmıştır. Afrika'dan Hindiçini'ne kadar uzanan bir coğrafyada farklı komünist rejimler birbiri ardına çökmüş, 1945'ten beri dünyanın sabit uluslararası sistemi olan "iki kutuplu dünya düzeni" ortadan kalkmış, siyasi yorumcuların deyimiyle yeni bir dünya düzeni kurulmuştur. Son derece şaşırtıcı bir şekilde gerçekleşen bu gelişmeyle, hadiste belirtilen "sistem değişikliği" gerçekleşmiştir.
Günümüzde ise, gerek komünizmin -gerekse onunla aynı fikri kaynaklara dayanan bir diğer totaliter sistem olan faşizmin- son fikri ve siyasi kalıntıları da yok olmakta, dünya bu kanlı ideolojilerden tamamen temizlenmektedir. İslam ahlakının dünyaya yayılması ile bu sistemlerin dünyanın dört bir yanına getirdiği zulüm, acı, karanlık ve yokluk yeryüzünden gerçek anlamda silinecek, insanlar güzelliğe, zenginliğe, refaha ve huzura kavuşacaklardır. Allah, zorlukların, karanlıkların, savaş, katliam ve acıların ardından, rahmetinin ve ihsanının bir tecellisi olarak insanlara eşsiz nimetler sunacaktır.
Ahir zamanda ümmetimin başına sultanlarından şiddetli belalar gelir, öyle ki yerler Müslümanlara dar gelir.
(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 12)
Bu hadis, Mehdi gelmeden önce bazı Müslüman ülkelerde, din ahlakından uzak, zalim ve acımasız karakterli veya başarısız kişilerin iktidarda olacağına işaret etmektedir. Gerçekten de bugün İslam dünyasının bir bölümünde iktidarda olan yöneticiler, Müslüman halka eziyet etmekte, baskıcı ve despot rejimleri ile insanları ezmektedirler. Bir kısmında ise, ehil olmayan yöneticiler nedeniyle halk çeşitli belalara maruz kalmaktadır. Irak, Libya, Suriye, Somali, Etiyopya, Afganistan, Tunus ve Cibuti gibi ülkeler başta olmak üzere Müslümanlar, ülke yönetimindeki liderler tarafından baskı altına alınmakta, çeşitli zorluk ve sıkıntılara maruz bırakılmaktadırlar. Müslümanların dinlerini özgürce yaşamaları ve ibadetlerini yerine getirmeleri engellenmekte, ekonomik sıkıntılar yaşamı zorlaştırmaktadır. Bu ülkelerden bazılarında yaşanan olaylara örnekler şunlardır:
İran'la yaptığı savaşta 3 milyonluk nüfusunun yaklaşık bir milyonunu kaybeden Irak'ta, faşist diktatör Saddam Hüseyin halkına akıl almaz işkenceler ve zulüm uygulamıştır. Irak Müslümanları halen Saddam'ın faşist uygulamaları altında ezilmekte, Saddam'ın akılsız politikaları nedeniyle uluslararası yaptırımlara maruz kalmaktadırlar.
1979 yılında Sovyet Rusya tarafından işgal edildiği günden beri Afganistan'da, istikrarsızlık ve kargaşa hakim olmuş, gerçek İslam'ı hiçbir şekilde temsil etmeyen iktidarlar, son derece baskıcı, acımasız ve hoşgörüsüz bir sistem kurmuşlardır.
Afrika'nın en küçük ülkelerinden biri olan Cibuti, 1977 ve 1991 yılları arasında, yaklaşık 2 bin Müslümanın katledildiği, 7 bin kişinin de hiçbir mazeret gösterilmeden tutuklanıp işkence gördüğü katı bir rejimle yönetildi.
Somali'de 1969 yılından 1991 yılına kadar yaklaşık 20 yıl boyunca doğrudan Müslümanları hedef alan, Tümgeneral Muhammed Siad Biare'nin liderliğinde baskıcı bir rejim uygulandı.
Tunus, 31 yıl boyunca Habib Burgiba'nın dikta rejimi altında yönetildi. Kendisini "hayat boyu cumhurbaşkanı" ilan eden Burgiba, iktidarda olduğu müddetçe Müslüman halkı baskı altında tuttu.
Suriyeli Müslümanlar Hafız Esad'ın 30 yıl süren diktatörlüğü boyunca çeşitli acımasızlıklara maruz kaldılar. Kadınlara tecavüz edildiği, erkeklere her türlü işkencenin uygulandığı katliamlarda bazı şehirler tamamen ortadan kalktı.
Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek...
(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 26)
Bu hadiste ise, Mehdi'nin çıkışından önce, tozlu ve dumanlı, karanlık bir fitnenin görüleceğinden söz edilmektedir. Fitne, "insanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya hak ve hakikatten saptıracak şey, savaş, azdırma, karışıklık, ihtilaf, kavga" gibi anlamlara gelen bir kelimedir.15 Hadiste bu fitnenin ardında toz ve duman bırakacağı belirtilir. Ayrıca bu fitnenin "karanlık" olarak nitelendirilmesi, nereden geldiği belli olmayan, umulmadık bir olay olduğuna işaret kabul edilebilir.
Bu açılardan bakıldığında söz konusu hadisin, 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'nin New York ve Washington şehirlerinde meydana gelen, dünya tarihinin en büyük terör olayı olarak nitelendirilen saldırıya işaret etmesi muhtemeldir. Televizyon ekranlarında ve gazetelerde de şahit olunduğu gibi, bu iki büyük terör olayının ardından büyük bir toz bulutu ve duman çevreyi sarıp kuşatmıştır.
New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'ne ve Washington'da Pentagon binasına çarpan uçakların yakıtlarının sebep olduğu patlamalar sonucunda büyük bir duman oluşmuş ve bu duman tüm şehirden ve hatta civar kentlerden görülebilecek kadar yükselmiş ve yayılmıştır. Patlamalar sonucunda çöken binalar ise, daha büyük bir toz bulutunun oluşmasına neden olmuş, hatta çevredeki insanların üzerleri tamamen bu tozla kaplanmıştır.
Bu olay, hem dünya tarihinin en büyük terör saldırılarından biri olması, hem diğer alametlerle yakın dönemlerde vuku bulması ve ayrıca hadiste yapılan tarife benzer özellikler taşıması sebebiyle son derece önemlidir. Dolayısıyla binlerce masum insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olan, insanlık tarihinin bu en elim terör olayı, hadiste haber verilen ve Mehdi'nin çıkışının bir alameti olarak bildirilen "tozlu dumanlı, karanlık fitne" olabilir.
Mehdi'den önce, yaygın katliamların vuku bulacağı büyük bir fitne görülecektir.
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 37)
Peygamberimizin Mehdi'nin gelişi ile ilgili bildirdiği hadislerin büyük bir kısmında, Mehdi gelmeden önce dünyada karmaşa, güvensizlik ve huzursuzluğun hakim olacağı üzerinde durulmaktadır. Savaşlar ve çatışmaların yanı sıra, toplu katliamların yaşanacak olması da bu dönemin belirgin özellikleri arasındadır. Ayrıca hadiste katliamların yaygın olacağına, yani tüm dünya çapında yaşanacağına dikkat çekilmektedir.
Geçtiğimiz yüzyılda iki büyük dünya savaşı yaşanmış ve sırf bu savaşlarda 65 milyon insan hayatını kaybetmiştir. 20. yüzyıl boyunca siyasi nedenlerle katledilen sivillerin sayısının 180 milyonu aştığı tahmin edilmektedir. Bu daha önceki yüzyıllarla kıyaslandığında olağanüstü derecede yüksek bir rakamdır. Gerçekte 20. yüzyıla dek dünya üzerindeki savaşlar çoğu zaman bir cephe savaşı şeklinde yaşanır, yani belirli bir hat üzerinde savaşan ordular arasında geçerdi. Oysa 20. yüzyıldaki silah teknolojisi ve buna bağlı olarak geliştirilen askeri stratejiler, "topyekün savaş" kavramını ortaya çıkarmış, savaşlar sadece cephedeki askerleri değil, cephe gerisindeki sivilleri de büyük ölçüde hedef almıştır. Şehirlerin bombalanması, kimyasal, biyolojik veya nükleer silahlar, soykırım, toplama kampları gibi kavramlar, sadece 20. yüzyıla özgüdür.
Söz konusu vahşet sürmekte, bugün hala dünyanın dört bir yanında kanlı savaşlar ve çatışmalar devam etmektedir. Bu savaşların ortak özelliği ise, yukarıdaki hadiste de belirtildiği gibi toplu katliamların yaşandığı savaşlar olmasıdır. Bir yandan kitle imha silahlarının kullanılmaya başlanması, diğer yandan da çatışmayı ve kan dökmeyi teşvik eden ideolojilerin fikri egemenliği, katliamların çok geniş kapsamlı olmasına neden olmaktadır.
Yakın tarihe bakıldığında pek çok insanın hayatını kaybettiği çeşitli katliam örnekleri görülecektir. Örneğin Bosna Savaşı, ağırlıklı olarak sivil halkın hedef alındığı, kadın, çocuk, yaşlı denmeden binlerce insanın katledildiği bir savaş olarak tarihe geçmiştir. Savaş sonrasında ortaya çıkarılan toplu mezarlar ise katliamın boyutlarını gözler önüne seren çarpıcı bir delil olmuştur.
Filistin halkına karşı 1940'lardan beri yürütülen bir diğer "etnik temizlik" operasyonu ise, daha uzun vadeli bir katliam politikasıdır. Bu politikanın Sabra ve Şatilla katliamları gibi örnekleri, yaşanan olayların boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Afrika kıtasında da sık sık çeşitli farklı etnik kökenler arasında şiddetli çatışmalar yaşanmakta ve binlerce insan hayatını yitirmektedir. 1997 yılının ilkbaharında 5 büyük ülkeyi, Zaire, Ruanda, Uganda, Burundi ve Tanzanya'yı içine alan bir bölgeyi etkileyen bir savaş, iki büyük kabile arasında yaşandı: Hutu ve Tutsi kabileleri. Bu etnik savaşta yarım milyona yakın insan hayatını yitirdi. On binlerce kişi ormanlarda açlıkla, sefaletle, salgın hastalıklarla mücadele etti ve çok büyük bir bölümü öldü. Küçük çocuklar ve bebekler bile sırf başka bir kabileden oldukları için vahşice öldürüldüler.
Masum insanlar katloluncaya kadar Mehdi çıkmayacak ve katliamlara yerde ve göktekiler, artık tahammül edemez bir hale geldiğinde zuhur edecektir...
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 37)
Mehdi'nin çıkışı ile ilgili hadislerde katliamların yaygınlaşmasından bahsedilirken, bu katliamların masum insanları hedef alacağına özellikle dikkat çekilmiştir. Daha önce de ele aldığımız gibi, günümüzde hemen hemen tüm savaşlarda asıl hedef sivil halk olmaktadır. Katliamlar da asıl olarak sivil ve masum halka yönelik olarak gerçekleştirilmekte, çoğunlukla çocuklar, yaşlılar ve kadınlar katledilmektedir. Özellikle kendilerini savunma imkanı olmayan bu insanların seçilmiş olması katliamların çapının geniş, hayatlarını kaybeden insanların sayısının yüksek olmasına neden olmaktadır.
Savaşlar veya çeşitli çatışmalar sırasında gerçekleştirilen katliamların yanı sıra özellikle son yıllardaki terörist eylemler de halkın toplu olarak imha edilmesi ile neticelenmektedir. Terörizmin amacı halk arasında korku ve dehşet yaymak olduğundan, bu tür saldırıların asıl yöneldiği kesim çoğunlukla sivil halktır. Alış veriş merkezleri, restoranlar, kafeteryalar, okullar gibi savunmasız kadınların, gençlerin ve çocukların bulunduğu yerleri hedef alan bu eylemler nedeniyle dünyanın farklı ülkelerinde pek çok insan hayatını kaybetmektedir.
Hiçbir tarafın ondan mahfuz kalmayacağı bir fitne zuhur edecek, bu fitne kaldığı yerden hemen başka bir tarafa yayılacak..
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 21-22)
Yukarıdaki hadiste, dünyaya sürekli olarak yayılan ve uzun süreler devam eden bir fitneden söz edilmektedir. "Fitne" kelimesi ise daha önce de belirtildiği gibi "savaş, karışıklık, kavga, ihtilaf" gibi anlamlara da gelmektedir. Kelimenin bu anlamları düşünüldüğünde özellikle son bir asırdır, hadiste de ifade edildiği gibi "kaldığı yerden hemen başka bir tarafa yayılan" savaşlar, iç çatışmalar, kargaşalar dünyanın dört bir yanında bitip tükenmeden devam etmektedir. Özellikle geride bıraktığımız 20. yüzyıl "Savaşlar Yüzyılı" olarak anılmaktadır. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıl ise savaşlar ve terör olayları ile başlamıştır ve halen de bunlar dünyanın dört bir yanında devam etmektedir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, 20. yüzyıl savaşlarında yaklaşık 180 milyon insan hayatını kaybetti. İnsanlık tarihinde ilk kez, bir yüzyıl içinde bu kadar çok sayıda insan savaşlar nedeniyle hayatını kaybetmiş oldu. Yine 20. yüzyılda, her biri en az 6000 kişinin ölümüne neden olan 165 savaş ve çatışma meydana geldi.17
Son 25 yıl içinde dünyanın hangi bölgelerinde savaş ve iç karışıklık yaşandığına baktığımızda, dünyanın bir yerde bitip diğerinde başlayan fitnelerden kurtulamadığını görmek mümkündür. Bosna-Hersek, Kosova, Arnavutluk, Bulgaristan, İran, Irak, Afganistan, Çeçenistan, Filistin, İsrail, Kuzey Kore, Kamboçya, Doğu Türkistan, Etiyopya, Somali, Yemen, Uganda, Cezayir, Ruanda, Mozambik, Angola, Kongo, Liberya, Burundi, Sudan, Lübnan, Arjantin, Kuzey İrlanda, El Salvador, Nikaragua, son 25 yılda savaşların ve iç çatışmaların yaşandığı ülkelerden sadece bazılarıdır.
Dünya tarihi savaşlar ve çatışmalarla doludur, ancak 20. yüzyılda meydana gelen savaş ve katliamlar, tüm dünya tarihinde meydana gelenlerden birçok özelliği ile ayrılmaktadır. Daha önce de söz edildiği gibi, bu savaşlardaki ölü sayısı, tüm savaşların toplamından çok daha fazladır. Ayrıca, tarih boyunca savaşlar hep bölgesel olarak kalmış, bir yerden diğerine sıçrayarak tüm dünyaya yayılmamıştır. Ancak 20. yüzyılda bu çatışmalar tüm dünyaya yayılmıştır. Geçtiğimiz yüzyılda savaş veya çatışma görmemiş, terör olaylarını yaşamamış tek bir ülke dahi yok gibidir.
20. yüzyıl savaşlarını diğerlerinden ayıran bir başka özellik ise, kullanılan silahların gücüdür. Bu yüzyılda özellikle nükleer ve kimyasal silahların kullanılmasıyla çok daha dehşet verici katliamlar yaşanmış, sadece o savaşı gören nesiller değil, bir veya birkaç nesil sonrası da büyük zararlar görmüştür. Bunların başında 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombası gelmektedir.
Günümüzde de biyolojik savaş en büyük tehlikelerden biri olarak görülmektedir. Nitekim, 11 Eylül terör saldırılarının ardından ABD'de önemli adreslere mektuplarla gönderilen şarbon bakterisi bunun bir örneğidir ve şimdiden birçok kişinin ölümüne neden olmuştur.
Sonuç olarak, hadiste sözü edilen ve dünyanın birçok yerine yayılan fitnenin, 20. yüzyılda başlayan ve 21. yüzyılda devam eden savaşlar, çatışmalar, kargaşalar ve terör olayları olması ihtimali çok yüksektir. Tüm bunlar Altınçağ döneminin yaklaştığının ve ahir zamanın yaşanmakta olduğunun alametleri olabilir.
İnsanların ümitsiz olduğu ve "Hiç Mehdi falan yokmuş" dediği bir sırada Allah Mehdi'yi gönderir...
(Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 55)
Yukarıdaki hadiste Altınçağ alametlerinden birinin insanların "Mehdi'nin gelmeyeceği yönünde" bir ümitsizliğe kapılmaları olduğu bildirilir.
Ahir zamanda, savaşlarla, yoklukla, açlıkla, adaletsizliklerle, ahlaki çöküşle ve çeşitli salgın hastalıklarla iç içe yaşayan insanlar tüm bu olumsuzlukların ortadan kalkabileceğine dair inançlarını yitirirler. Müslümanlar arasında da pek çok kişi, Altınçağ'ın başlayıp, İslam ahlakının dünya üzerinde hakim olacağı yönündeki beklentilerini kaybeder ve fitnelerin artarak devam edeceğine inanır.
Nitekim günümüzde de bu ruh halinin örnekleri sık sık görülmektedir. Peygamber Efendimizin Mehdi'nin gelişi ve Altınçağ'da yaşanacak olan güzelliklerle ilgili çok sayıda hadisi olmasına rağmen birçok kişi böyle bir dönemin yaşanmayacağını zannetmektedir. İşte bu zan da ahir zaman alametlerinden biridir. Altınçağ, bu ümitsizlik halinin insanlar arasında yaygınlaştığı bir zamanda, Allah'ın insanlara olan rahmeti sayesinde başlayacaktır.
Fakirler çoğalacak.
(Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 455)
Açlık ve hayat pahalılığı alabildiğine yayılacak.
(Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 440)
Mehdi öncesinde yaşanacak olan açlık ve fakirlikle ilgili olarak Peygamber Efendimizin yukarıdaki hadislere benzer pek çok hadisi bulunmaktadır. Hiç şüphesiz tarih boyunca açlık ve sefalet hep var olmuştur. Ancak ahir zamanda fakirlik tüm dünya genelinde çok büyük bir artış gösterecektir.
Bugün dünyanın dört bir yanında yiyecekten ve içecekten mahrum, sağlıksız koşullar altında yaşayan, barınacak bir yer bulamayan insanlar bulunmaktadır. Bu durum Afrika, Asya, Güney Amerika başta olmak üzere Amerika ve Avrupa ülkelerinde de yoğun olarak sürmektedir. İnsanların küçük bir bölümü çok büyük bir refah içinde yaşarken, milyarlarca insan açlık sınırında yaşamaktadır. 2000'li yıllara girerken yazılan bir makalede dünyanın içinde bulunduğu durum şu şekilde açıklanmaktadır:
Yeni bin yıla adım atarken, her gün yoksullukla ilgili sebeplerden dolayı 35.000 çocuğun hayatını kaybettiği bir dünya ile karşı karşıya geliyoruz. Bu da her 2.5 saniyede bir çocuk öldüğünü gösteriyor. Öyle bir dünya ile karşılaşıyoruz ki yoksulluk sınırının altındaki insan sayısı gün geçtikçe artıyor ve son zamanlarda bu sayı 1.5 milyar. Bu Çin'in nüfusundan daha fazla, Avrupa Birliği'nin toplam nüfusunun dört katına eş değerdir.
... Yaşadığımız dünyada zengin ve fakir arasındaki fark büyük bir ivme ile artmaktadır. Birleşmiş Milletler rakamları, 1960 yılında dünyadan en zengin kişilerin %20'sinin en fakir kişilerin %20'sinin varlığının 30 katına sahipti. Daha sonraki 37 yıl içinde, zenginler ilerleme gösterdi ve 1997 yılında bu rakam yani en fakir %'20'nin 74 katına yükseldi.
Dünyanın en zengin üç ailesinin varlıkları birleştirildiğinde en az gelişmiş ülkelerdeki 600 milyon insanın yıllık gelirlerinden daha fazla etmektedir. Bunun yanı sıra, dünyanın en fakir ülkelerinin 80 tanesinden fazlasının kişi başına yıllık geliri 10 yıl öncekine göre daha düşüktür.18
Altınçağ'ın başlamasıyla birlikte tüm bu zorluklar da ortadan kalkacaktır. Açlık, yoksulluk ve sefalet yerini bolluğa, berekete ve zenginliğe bırakacaktır. O dönemde ihtiyaç ve yokluk içinde hiçbir insan kalmayacak, din Allah'ın Kuran'da tarif ettiği şekliyle yaşanacak ve insanlar "Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı." (Zariyat Suresi, 19) ayetinde de bildirildiği gibi mallarını ihtiyaç içinde olanlarla paylaşacaklardır. Zaten İslam ahlakının yaşandığı bir toplumda bazı insanların zengin, bazı insanların yoksul olması da mümkün değildir. Çünkü eğer bir insan iman ediyorsa Allah'ın "Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı. Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur." (Hakka Suresi, 34-35) ayetinde bildirdiği duruma düşmekten korkar. Bu da toplumda büyük bir sosyal adalet, refah ve bereketin oluşmasına vesile olur.
İnsanlar 95. seneye kadar malik olacak, yani işleri iyi gidecek, 97 veya 99. senede mülkleri zail olacak...
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 54)
Bu hadiste Altınçağ öncesinde nasıl bir ekonomik durum olacağı ile ilgili daha detaylı bilgiler verilmektedir.
Hadisteki "95. sene" şeklindeki ifade ile 1995 yılına dikkat çekiliyor olması muhtemeldir. 1995 yılı insanların nispeten daha müreffeh bir yaşam sürdükleri, yaşam koşullarının çok zorlaşmadığı bir dönemdir. Nitekim hadiste bu yıl içinde "işlerin iyi gideceği" haber verilmektedir. Yani bu dönemde insanlar yaşamlarını idame ettirebilecek bir gelire sahiptirler ve hala mülk edinebilecek kadar zengindirler. Ancak 1997-1999 yılları ekonominin çok kötüleştiği, fakirliğin ve yokluğun arttığı bir dönemdir. Bu yıllar arasında malın ve mülkün değeri kalmayacaktır. Günümüzde Arjantin örneğinde de görüldüğü gibi bu olay gerçekleşmiştir ve halen de şiddetle devam etmektedir.
Ondan önce Şam ve Mısır melikleri öldürülecektir...
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)
Bu hadiste Mehdi'nin gelişinden önce Şam ve Mısır yöneticilerinin öldürüleceklerine dikkat çekilmektedir.
Mısır'ın yakın tarihi incelendiğinde hadiste de belirtildiği gibi bir "meliğin" öldürüldüğü görülmektedir: 1970 yılında Mısır'ın başına geçen ve 11 yıl iktidarda kalan Enver Sedat.
Enver Sedat 1981 yılında bir resmi geçit sırasında muhalifleri tarafından düzenlenen bir suikast sonucunda hayatını yitirmiştir. Mısır tarihinde öldürülen yöneticilerden diğerleri de, 1910 yılında suikaste uğrayan Başbakan Boutros Ghali, 1945 yılında öldürülen Mısır Başbakanı Ahmed Maher Paşa ve 1948'de yine bir suikast sonucu öldürülen Mısır Başbakanı Mahmoud Nukrashy Paşa'dır.
Şam kelimesi ise, yalnızca Suriye'deki Şam şehri için kullanılmaz. Şam, Arapçada kelime anlamı olarak "sol" anlamına gelir ve eskiden beri Hicaz bölgesinin (Mekke ve Medine şehirlerinin bulunduğu bölge) sol tarafında kalan ülkeleri ifade eder.19 Şam bölgesi yöneticilerinden de suikaste uğrayan çok sayıda kişi olmuştur. Bunlardan birkaç örnek şöyledir;
1920'de öldürülen Suriye'nin eski Cumhurbaşkanı Salah Al-Deen Beetar,
1921'de öldürülen Suriye Başbakanı Droubi Paşa,
1949'da suikaste uğrayan Suriye Başbakanı Muhsin al-Barazi,
1951'de öldürülen Ürdün Kralı Abdullah,
1982'de bombalı suikaste uğrayan Lübnan'da Falanjist Lideri Beşir Cemayel...20Önceki sayfalarda ahir zamanda Mehdi'nin çıkışı öncesi görülecek alametlerin bazılarına değindik. Bunların yanı sıra Peygamberimizin hadislerinde kıyametin küçük alametleri olarak sayılan ve kıyametten önceki dönemde yani ahir zamanın başlangıcında yaşanacak olaylar vardır. Bu alametler Altınçağ öncesinde gerçekleşeceği için, aynı zamanda Mehdi'nin çıkış alametleri olarak da görülmektedir.
İlerleyen sayfalarda kıyametin bu küçük alametlerinin bazıları ele alınmaktadır. Peygamberimizden bize ulaşan bu bilgiler incelendiğinde, her birinin günümüz toplumlarında yaşanmakta olduğu görülecektir. Ancak unutmamak gerekir ki ilk bakışta olumsuz görünen bu olaylar aslında bolluk, bereket, huzur, barış, güvenlik dolu bir çağın başlayacağının da müjdeleridir. Tüm bu olayların ardından Allah, tüm insanlık için aydınlık bir çağ açacaktır. Bu, Allah'ın vaadidir; Allah Kuran'da müminleri şöyle müjdelemiştir:
Andolsun, Biz Zikir'den sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık. (Enbiya Suresi, 105)
Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah'tan 'yardım ve zafer (nusret)' ve yakın bir fetih. Müminleri müjdele. (Saff Suresi, 13)
Ganimet belirli kişilerin inhısarında olduğu, emanet ganimet sayıldığı, zekat ağır bir yük kabul edildiği zaman...
(Kıyamet Alametleri, s. 114)
Emanetin ganimet, zekatın da (altından zor kalkılacak) bir borç olarak ittihaz edilmesi...
(Kıyamet Alametleri, s. 139)
Büyüğe saygı, küçüğe merhamet kalkacak. Zina çocukları çoğalacak. O kadar ki kişi sokak ortasında kadınla zina edecek.
(Kıyamet Alametleri, s.140)
Bir zaman gelecek kadınla yolun ortasında zina yapılacak. Kimse buna itiraz etmeyecek.
(Kıyamet Alametleri, s. 142)
Dünyanın harap olmuş yerlerinin imarı, imar edilmiş yerlerinin tahribi kıyametin şart ve alametlerindendir.
(Kıyamet Alametleri, s.138)
Mamur beldeler harab edilince, kişi emanetine temerrus edince, kıyametle senin aranda şu iki parmak arası kadar bir mesafe kalmış demektir.
(Kıyamet Alametleri, s. 143)
Binaların gökdelenler haline gelmesi...
(Kıyamet Alametleri, s. 146)
Kişi, kardeşini öldürmedikçe kıyamet kopmaz.
(Kıyamet alametleri, s. 141)
Şu üç şeyle karşılaşmadıkça ümmet güzel bir yol üzere olacaktır: İyilik kalkmadıkça, ahlaksız çocuklar çoğalmadıkça, aralarında Essekkarun zahir olmadıkça... Dediler ki Essekkarun nedir? Cevap verdiler: Ahir zamanda gelecek bir nesildir ki, aralarındaki selamları birbirlerine sövüp saymak olacaktır.
(Kıyamet Alametleri, s. 141-142)
Herkesin az kazançtan yakınması... Paraları için zenginlerin saygı görmesi...
(Kıyamet Alametleri, s. 146)
Piyasanın durgun olması, kazançların azalması...
(Kıyamet Alametleri, s. 148)
İşlerin kesad gitmesi. Herkes "satamıyorum, alamıyorum, kazanamıyorum!" diye yakınacak.
(Kıyamet Alametleri, s. 152)
Liderlerinizi öldürmedikçe, dünyanızda kötüleriniz
varis olmadıkça kıyamet kopmaz.
(Kıyamet Alametleri, s. 141)
Altınçağ
Buraya kadar verilen hadislerde de görüldüğü gibi ahir zaman alametlerinin birbiri ardı sıra gerçekleşmesi, dünya üzerinde yaşanmaya başlayacak olan Altınçağ'ı müjdelemektedir.
Altınçağ tıpkı Hz. Süleyman döneminde olduğu gibi zenginliğin, ihtişamın, güzelliklerin, huzurun, barışın yaşandığı, Kuran ahlakının yaygınlaşması ile dünya üzerinde cennet benzeri bir hayatın sürdüğü bir dönem olacaktır. Kuşkusuz bu, dünya tarihinin son dönemi için Allah'ın büyük bir müjdesi ve lütfudur. Allah, iman eden kullarına bu müjdeyi Kuran'da da vermiştir. Ayette şöyle buyurulmaktadır:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Hz. Süleyman Hz. Zülkarneyn Dönemleri ve Altınçağ
Kitabın önceki bölümlerinde Hz. Süleyman'ın tüm insanlara örnek olan ahlakı ve hayatı hakkında birçok detay üzerinde durduk. Allah'a olan samimiyetinden, her işinde O'na yönelip dönmesinden, cesaretinden, adaletli uygulamalarından, hoşgörülü, affedici, nezaketli, misafirperver, barış yanlısı ve asil karakterinden bahsettik. Bunların yanısıra devlet yönetiminden, istihbarat ve diplomasi konusundaki başarılarından, imar çalışmalarından ve sanatsal girişimlerinden çeşitli örnekler verdik. Aynı şekilde Hz. Zülkarneyn ile Hz. Süleyman arasındaki benzerlikleri anlatarak, Hz. Zülkarneyn'in de Kuran'da övülen salih kullardan olduğunu anlattık.
Kitap boyunca verilen tüm detaylar Hz. Süleyman'ın insanların tahmin dahi edemedikleri ve bilgisine sahip olmadıkları sanatsal ve bilimsel çalışmalarda bulunduğunu ortaya koymaktadır. O, yaşadığı dönem boyunca birçok alanda olağanüstü gelişmeler yaşanmasına öncülük etmiş güçlü bir hükümdar, Allah'ın değerli bir elçisidir. Hz. Zülkarneyn de yine kendi döneminde dünya üzerinde hakimiyet kurmuş, çok üstün bir ilimle toplumları yönlendirmiş bir yönetici olmuştur.
Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn kıssalarını incelerken üzerinde durduğumuz bir diğer konu ise söz konusu kıssalardaki ahir zamana yönelik işaretlerdi. Peygamberimizin hadislerinden de anlaşılacağı gibi, Altınçağ da, tıpkı Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemlerinde olduğu gibi, sanat, bilim, teknoloji gibi alanlarda olağanüstü gelişmelerin yaşanacağı bir dönem olacaktır. Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemleri geçmişte yaşanmıştır, Altınçağ dönemi ise gelecekte yaşanacaktır. Ancak üçü de Allah'ın bizlere bildirdiği gerçek haberlerdir.
Mehdilik, Hz. Süleyman'ın ve Hz. Zülkarneyn'in üstün ahlaklarının, ahir zamanda yeniden, daha değişik ve geniş bir zeminde hayat bulmasıdır. Hz. Süleyman'ın ve Hz. Zülkarneyn'in şahs-ı manevileri, ruhları, mantıkları, akıl tecellileri, sosyal tecellileri ahir zamanda kendini gösterecektir.
Hz. Süleyman, Hz. Zülkarneyn ve Mehdi dönemleri, İslam'ın, güzel ahlakın yeryüzünde yaygın şekilde yaşanmasıdır. Her üçü de Allah'ın beğendiği dönemlerdir. Kuran'da ve Peygamberimizin hadislerinde bildirilen Buhtunasr, Nemrut ve Firavun dönemleri ise şeytaniyetin ve imansızlığın hakim olduğu dönemlerdir. Bu dönemlerin hemen ardından Allah nasıl İslam ahlakını hakim ettiyse, ahir zamanda yani dünyanın son döneminde de Rabbimiz İslam ahlakının hakim olduğu bir dönemi kullarına yaşatacaktır. İşte bu Altınçağ'dır.
Bu çağ, Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn devirlerinin daha geniş çaplı bir yansıması ve tecellisidir. Bir başka deyişle Mehdilik; huzur, mutluluk, sevgi, kardeşlik, vefa, barış, fedakarlık, insancıllık, yardımseverlik gibi özelliklerin dünyaya hakim olmasıdır.
Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn ile Altınçağ dönemi arasındaki benzerliklerden bazı örnekleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Mehdi'nin Dünya Hakimiyeti
Daha önce de vurguladığımız gibi Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn İslam ahlakını dünyaya hakim kılmışlardır. Çok geniş bir coğrafyaya hükmetmiş, çok güçlü bir orduya sahip olmuşlardır ve onların dönemi bu yönüyle Altınçağ ile çok büyük benzerlikler göstermektedir.
Altınçağ dönemi de İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olacağı, insanların akın akın Müslüman olacakları, inkarcı ideolojilerin yeryüzünden silineceği, dinin Peygamberimiz dönemindeki şekliyle yaşanacağı bir dönemdir. Bazı hadislerde Altınçağ dönemindeki hakimiyet şu şekilde tarif edilmektedir:
(Mehdi) bütün dünyaya malik olacaktır. ((Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 10)
Mehdi doğu ile batı arasındaki her yeri fetheder. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamat-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 56)
Mehdi'nin Sahip Olduğu Özel İlim ve Hz. Süleyman'a ve Hz. Zülkarneyn'e Bağışlanan Büyük İlimler
Kitabın önceki bölümlerinde Allah'ın Hz. Süleyman'a çeşitli ilimler lütfettiğinden bahsettik. O, Allah'ın dilemesiyle cinlere ve şeytanlara hükmetmiş, kuşlarla konuşmuş, karıncaların kendi aralarındaki konuşmalarını duyabilmiş, rüzgar ve bakır madeni onun emrine verilmiştir. Bunların her biri Hz. Süleyman'ı diğer insanlardan ayıran mucizevi özelliklerdir. Hz. Zülkarneyn için de Kuran'da, "İşte böyle, onun yanında "özü kapsayan bilgi olduğunu" (veya yanında olup-biten herşeyi) Biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık." (Kehf Suresi, 91) şeklinde bildirilmektedir. Bundan da anlaşıldığı gibi Allah'ın ilim verdiği kullardandır.
Mehdi de aynı bu iki kutlu insan gibi çok özel ilimlere sahip olacaktır. Taşköprülüzade Ahmet Efendi, Mevzuatu'l ulum isimli eserinde (11/246) Mehdi'nin cifr ilmine vakıf olacağını kaydetmiştir. Bir diğer hadiste ise Mehdi hakkında şu bilgi verilmektedir:
O kimsenin bilemediği gizli bir duruma kılavuzlandığı için kendisine Mehdi denilmiştir. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 77)
Peygamberimiz ayrıca Mehdi'nin tıpkı Hz. Süleyman gibi hayvanların dilini bileceğini ve yine tıpkı Hz. Süleyman gibi insanların yanı sıra cinler üzerinde de hakimiyeti olacağını bildirmiştir:
O (Mehdi), doğrulanmış, kuş ve bütün hayvanların dillerini bilen biridir. Onun için adaleti, bütün insanlar ve cinlerce cari olacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 188)
Altınçağ'da Bilim ve Teknoloji Alanında Yaşanacak Gelişmeler
Kuran ayetlerinden öğrendiğimiz gibi, Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemlerinde bilim ve teknoloji alanında çok büyük ve o dönem için alışılmadık gelişmeler yaşanmıştır. Altınçağ'ı tasvir eden hadisleri incelediğimizde de benzer bir durumla karşılaşırız.
Altınçağ'da bilim, teknoloji, iletişim ve tıp alanında çok büyük gelişmeler yaşanacaktır. Her yeni gelişme tüm insanlığın hizmetine verilecek ve bu şekilde dünyanın dört bir yanında yaşayan insanların hayatları kolaylaşacaktır. Hadislerde bu konudaki işaretlerden biri şu şekildedir:
... Kişi elindeki kamçıya konuşacak... (Kıyamet Alametleri, s. 152)
Bu hadisle günümüzün en yaygın iletişim aracı olan cep telefonuna işaret ediliyor olması muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Hadislerde Altınçağ'daki teknolojik gelişmelere dair dikkat çekilen bir diğer önemli işaret ise şu şekildedir:
İnsanlar bir ölçek buğday ektiklerinde karşılığında yedi yüz ölçek bulacak insan birkaç tohum atacak, 700 avuç hasat edecektir... Çok yağmur yağmasına rağmen bir damlası bile boşa gitmeyecek. (Kıyamet Alametleri, s. 164)
Bu hadis ile teknolojinin bir ürünü olan makineler aracılığıyla yapılan modern tarıma dikkat çekiliyor olabilir. Bilindiği gibi eskiden tarlaların ekilmesi ve elde edilen ekinlerin toplanması son derece zor ve uzun süren bir çalışma gerektirirdi. Ancak teknolojide yaşanan ilerlemeler tarım alanında da çok büyük gelişmelere vesile olmuş, yeni üretilen çeşitli makineler gerek ekimi, gerekse hasatı çok kolaylaştırmıştır. Bunun yanı sıra tohum ıslahı çalışmaları üretimde çok büyük gelişmeler yaşanmasına vesile olmuştur. Ve teknoloji ilerledikçe yeni yeni yöntemler geliştirilmekte ve alınan verim artmaktadır.
Mehdi döneminde bu alanda çok büyük ilerlemeler kaydedilecek, tarımla uğraşan insanların hayatlarında çok büyük kolaylıklar sağlanacaktır. (Altınçağ'da yaşanacak olan bilimsel ve teknolojik gelişmelerle ilgili detaylı bilgi için bkz. Altınçağ, Harun Yahya, Vural Yayıncılık, 1999)
Hayvan Sevgisine Önem Verilmesi
Kuran'da Hz. Süleyman'ın hayvanlara olan şefkatli ve sevgi dolu tutumu ile ilgili bazı bilgiler de verilmektedir. Önceki bölümlerde onun, karıncalara zarar vermekten dahi kaçınan tutumunu, atlara olan sevgisini anlatmıştık.
Altınçağ döneminde de hayvanlara olan sevgi teşvik edilecektir. Peygamberimizin hadislerinde bu dönemde, her türlü hayvanın rahatlıkla izlenebileceği ve sevilebileceği ortamlar oluşturulacağı haber verilmektedir. Bu konudaki hadislerden bazıları şöyledir:
... kişi, koyun ve hayvanlarına haydi gidin otlayın diyecek, onlar gidecekler, ekinin ortasından geçtikleri halde bir başak bile ağızlarına almayacak, yılan ve akrebler kimseye eza etmeyecekler, yırtıcı hayvanlar kapıların önünde duracak da kimseye zararları dokunmayacak... (Kıyamet Alametleri, s. 245)
Yılanlar çocuklarla, inekler aslanlarla geçinebilecek... (El Kavlu'l Muhtasar, s. 64)
Yukarıdaki hadislerde görüldüğü gibi Altınçağ ile Süleyman dönemi arasındaki bir diğer dikkat çeken benzerlik de, hayvanlar üzerindeki hakimiyettir. Hz. Süleyman kuşlar başta olmak üzere çeşitli canlılar üzerinde nasıl hakimiyet kurduysa, Altınçağ döneminde de hayvanlar üzerinde, yırtıcı hayvanların dahi insanlara zarar vermesi engellenebilecek şekilde bir hakimiyet olacaktır.
Barış Yanlısı Olmaları ve Diplomasi Yolunu Tercih Etmeleri
Hz. Süleyman'ın komşu ülkelerle olan ilişkilerinde hoşgörülü, affedici ve barış yanlısı bir tutum içinde olduğunu daha önce vurgulamıştık. O, sorunları diplomasi yoluyla çözmeyi tercih etmekte ve demokratik yöntemler izlemekteydi. Hz. Süleyman yaşadığı dönemde çok üstün bir kültür oluşturmuş ve hakimiyetini de diplomasiyle, sanatla ve kültürle sağlamıştır. Çok güçlü, karşı konulamaz ordulara sahip olmasına rağmen, askeri gücünü kullanmamıştır. Hz. Zülkarneyn ise çevresindeki halklar tarafından "yeryüzünde bozgunculuğu ve fitneyi önleyen kişi" olarak tanınmış, insanlara barış ve huzur getiren bir lider olmuştur. Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemleri bu yönüyle Altınçağ dönemiyle çok büyük benzerlikler göstermektedir.
Altınçağ'da da insanlar kendi istekleriyle Müslüman olacak, hiçbir savaşa gerek kalmadan İslam ahlakı tüm dünyaya hakim olacaktır. Bu dönemi tasvir eden hadislerde şu şekilde belirtilir:
Zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, ne de bir kimsenin burnu kanayacaktır. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 42)
Mehdi, Peygamberin yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, kan da akıtmayacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 163)
Hadislerde de belirtildiği gibi Mehdi tüm dünyaya İslam ahlakını, barış yoluyla hakim edecek, savaş ve şiddetten kaçınacaktır. Mehdi'nin izleyeceği yol tüm dünya çapında büyük bir kültürel atılım ile insanların İslam ahlakına yöneltilmesi olacaktır. O dönemde Allah'ın izniyle aşağıdaki ayetler tecelli edecektir:
Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir. (Nasr Suresi, 1-3)
Din Ahlakına Davet Konusunda Kararlı Olmaları ve Hızlı Davranmaları
Hz. Süleyman aldığı akılcı ve seri kararlar ile tüm müminler için çok önemli bir örnektir. Sebe Ülkesi'ni iman etmeye davet etmek için yazdığı mektup onun tebliğ gücünü gösterirken, ilim sahibi bir kişinin aracılığıyla Sebe Melikesi'nin tahtını getirtmesi hızlı karar alma konusuna verdiği önemi ortaya koymaktadır. Hz. Zülkarneyn'in Yecüc ve Mecüc isimli kavmin bozgunculuğunu önlemek için hemen kıyamete kadar yıkılamayacak kadar güçlü bir set inşa etmesi de onun gücünün ve akılcılığının bir göstergesidir. Altınçağ da bu yönüyle Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemine çok büyük benzerlik gösterecektir.
Altınçağ döneminde insanlar akın akın İslam'a yönelecek, bunun için çok geniş kapsamlı ve seri çalışmalarda bulunulacaktır. Toplumlar birbiri ardına İslam ahlakını benimseyecek, inkarcı ideolojiler hızlı ve kalıcı girişimlerle dünya üzerinden kalkacak, her türlü zulüm sistemi tarihin karanlıklarına gömülecektir. Bu konu ile ilgili olarak büyük İslam alimi Muhyiddin Arabi şunları bildirmektedir:
Allah ona (Mehdi'ye) o kadar güç verecek ki, bir gece içinde zulmü ve ehlini ortadan kaldıracak, dini ikame edecek, İslamı ihya edecek, önemsenemez bir hale geldikten sonra ona tekrar kıymet kazandıracak, ölümünden sonra onu diriltecek... Asrında cahil, cimri ve korkak olan bir adam hemen alim, cömert ve cesur olacak... Dini, Resulullah (SAV)'ın zamanında olduğu gibi aynen tatbik edecek... (Muhyiddin Arabi el-Endülüsu, Futuhat-ül Mekkiye, Bab 66, Kıyamet Alametleri, s. 186)
İmar İşlerine Büyük Önem Verilmesi
Hz. Süleyman'ın imar çalışmalarına verdiği önemi kitabın önceki bölümlerinde detaylı olarak incelemiştik. O, emri altında çalışan bina ustası cinleri ve şeytanları kullanarak kaleler, heykeller, çanaklar ve kazanlar yaptırmıştır. Onun görkemli sarayını her gören insan, -başta Sebe Melikesi olmak üzere- hayran kalmıştır. Hz. Zülkarneyn'in inşa ettiği setin yapımında ise, Allah'ın dilemesi dışında yıkılamayacak kadar güçlü bir teknik kullanılmıştır.
Peygamber Efendimizin hadislerinde, Altınçağ'da da imar işlerine çok büyük önem verileceğine dikkat çekilmektedir. Bu dönemde şehirlere huzur ve barışın yanı sıra, üstün bir medeniyet de götürülecektir. Bu hadislerden biri şu şekildedir:
Mehdi Konstantiniyye ve diğer beldelerin imarına çalışır. (El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 40)
Zenginliği ve İhtişamı, İslam'ın Menfaati, Allah'ın Rızası İçin Kullanmaları
Hz. Süleyman sahip olduğu zenginlikleri Allah'ın dinini anlatmak ve İslam ahlakını dünya üzerinde yaymak için en güzel şekilde kullanmıştır. Fethettiği ülkelerde yaşayan insanları öncelikle Allah'a iman etmeye ve teslim olmaya davet etmiştir. Sebe Ülkesi'ne gönderdiği İslam'a davet mektubu bu konuda çok önemli bir delildir. Hz. Zülkarneyn de "... Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan) daha hayırlıdır..." (Kehf Suresi, 95) ayetinden de anlaşıldığı gibi, Allah'ın nimetiyle sağlam bir iktidara sahiptir. Ve bu büyük gücü, yeryüzünde bozgunculuğu engellemek için kullanmıştır.
Altınçağ döneminde de insanlar çok büyük bir zenginliğe, refaha ve huzura kavuşacaklardır. Mehdi yeryüzünün tüm zenginliğini Allah'ın dinini yeryüzüne hakim kılmak için kullanacak, fethettiği ülkelerde güzel ahlakı ve barışı esas alacaktır. Onun eşi ve benzeri olmayan uygulamaları insanların İslam ahlakına karşı kalplerinin yumuşamasına vesile olacak ve İslam ahlakı çok kısa bir sürede tüm dünyaya hakim olacaktır. Bu konudaki hadislerden bazıları şu şekildedir:
Ümmetim arasında Mehdi çıkacak, Allah onu insanları zengin kılmak için gönderecektir. Ümmet nimetlenecek, hayvanlar bol bol yiyip içecek, arz nebatını çıkaracak... (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 15)
... Biattan önce, insanlar grup grup ona akın edecekler ve oraya giden herkes ondan bereket kazanacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntaz
Altınçağ'da Yaşanacak Bolluk ve Bereket
Ayetlerden Hz. Süleyman döneminde çok büyük bir zenginlik yaşandığı ve insanların müreffeh bir yaşam sürdükleri anlaşılmaktadır. Hz. Süleyman'ın sarayı son derece görkemlidir, çok büyük orduları vardır ve o dünyanın dört bir yanına hakim olmuştur.
Altınçağ da bolluk ve bereketiyle Hz. Süleyman dönemiyle çok büyük bir benzerlik gösterecektir. İnsanlara her istedikleri sayılmadan, bol bol verilecek, havadaki kuşlar dahi Mehdi'nin hilafetinden razı olacaktır. Peygamber Efendimizin Altınçağ'daki bolluk, bereket ve refah ortamını tasvir eden çok detaylı açıklamaları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
O zaman, yer ve gök ehli, bütün yabani hayvanlar, kuşlar, hatta denizdeki balıklar bile onun hilafetiyle sevineceklerdir. Onun devrinde, akan ırmaklar bile suyunu fazlalaştıracaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 31)
... Ümmetim onun zamanında iyi ve kötünün benzeri ile nimetlendiği bir nimetle nimetlenecek, sema üzerlerine bol yağmur yağdıracak, arz nebatından hiçbir şey saklamayacaktır. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 9)
... Sema yağmurunu indirecek, yer bereketini çıkaracak, daha önce görülmemiş bir biçimde ümmetim onun zamanında rahata erecektir. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 9)
Muhammed ümmetinin gönlü, zenginlikle dolacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)
Gökten bolca rahmet yağacak, yerlerde bereket artacak; bütün defineleri bulacak. (Kıyamet Alametleri, s. 164)
Altınçağ Dönemindeki Adalet ve Hoşgörü
Hz. Süleyman hoşgörülü bir yönetime sahiptir ve demokratik uygulamalarıyla dikkat çekmektedir. Aynı durum Altınçağ için de geçerlidir.
İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olduğu Altınçağ döneminde de çok hoşgörülü ve barış dolu bir dünya oluşacaktır. İnsanlara şefkatle ve merhametle yaklaşılacak, her dinden insan huzur içinde, güvenle yaşayacaktır. Dünya zenginlikleri insanlar arasında eşit bir şekilde dağıtılacak, yeryüzünden fakirlik ve yokluk kalkacaktır. Bu konu ile ilgili bazı hadisler şu şekildedir:
Zulüm ve fıskla dolu olan dünya, o geldikten sonra adaletle dolup taşacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)
Onun adaleti her yeri kaplayacak.. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)
Hz. Mehdi, o kadar merhametli olacaktır ki, zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, ne de bir kimsenin burnu kanayacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 44)
O (Mehdi) arza sahib olur ve kendisinden önce basık ve zulümle dolu olan arzı adaletle doldurur. Sizden ona kim yetişirse, kar üzerinde sürünerek dahi olsa gelsin, ona katılsın. Zira o Mehdi'dir. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 14)
... Onun döneminde iyi insanların iyiliği artar, kötülere karşı bile iyilik yapılır. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 17)
Bütün ülkeler ona kapılarını açacaklar... Yeryüzünde emniyet ve sükun hakim olacak. (Kıyamet Alametleri, s. 164)
SONUÇ
Kitap boyunca Allah'ın Hz. Süleyman'a bahşettiği eşsiz nimetlerden ve daha önce hiçbir insana verilmeyen üstün ilimlerden bahsettik. Dikkatle bakan ve örnek almak kastıyla okuyan her insan için Hz. Süleyman kıssasında çok önemli öğütler ve günümüze yönelik dikkat çekici işaretler bulunmaktadır.
Hz. Süleyman bir devlet adamı olarak ideal bir tavır göstermektedir. Her Müslümanın bu mübarek insanın güzel tavrını örnek alması gerekir. Her Müslümanın Hz. Süleyman gibi, adaletli, tevazulu, ihlaslı, akıllı, tedbirli, sabırlı ve kararlı olması gerekmektedir. Çünkü Allah'ın tüm insanlığa örnek gösterdiği bu ahlak, ahirette olduğu gibi, dünya hayatında da iman edenleri büyük başarılara ve zaferlere götüren bir yoldur.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Kuran'da Hz. Süleyman gibi yeryüzünde büyük bir güç ve hakimiyet elde eden Hz. Zülkarneyn'den de bahsedilmektedir. Hz. Zülkarneyn'in hayatında da Müslümanlar için çok güzel örnekler vardır. Allah ona "yeryüzünde sapasağlam bir iktidar ve herşeyden bir yol" (Kehf Suresi, 84) vermiştir. O gittiği her yerde insanlara huzur, güven ve adalet götürmüş, dünyaya Allah'ın dinini hakim kılmıştır. Müslümanların kendilerine bu güçlü ve kararlı bir kişiliğe sahip olan bu kutlu insanı da örnek almaları gerekir. (Detaylı bilgi için bkz. Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler, Harun Yahya, Kültür Yayıncılık, 2001)
Eğer Müslümanlar Allah'ın birer hidayet rehberi olarak gönderdiği bu kutlu insanların ahlaklarını ve tüm yaşamlarını kendilerine örnek alır ve sadece Allah'ın rızasını hedeflerlerse onlar da mutlaka büyük bir başarıya ve zafere ulaşacaklardır.
Günümüzde İslam ahlakının dünya hakimiyetine yönelik işaretler birbiri ardına gerçekleşmektedir. Dünya genelinde Allah'a yöneliş çok büyük bir hızla artmaktadır. Özellikle de İslam'a yöneliş ile ilgili haberler dünyanın en çok okunan gazetelerinde yer almakta, farklı dinlere mensup binlerce insan İslam'ı kabul edip Peygamberimizin yoluna tabi olmaktadır. İnsanları barışa, hoşgörüye ve huzura davet eden İslam ahlakı daha yakından tanındıkça bu yöneliş hiç şüphesiz çok daha artacaktır.
Tüm bu gelişmelerden, Allah'ın izniyle, İslam ahlakının dünya hakimiyetinin, güçlü bir lider millet öncülüğünde, çok kısa sürede gerçekleşebileceği anlaşılmaktadır. Dünya üzerinde bu deneyime ve birikime sahip olan yegane millet Türk Milleti'dir. Bu, günümüzde pek çok Batılı siyasetçi ve stratejist tarafından da dile getirilen açık bir gerçektir. Bugün çatışmaların ve kaosun merkezi konumunda olan Balkanlar, Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu'nun yanı sıra tüm dünya ülkeleri, milletimizin öncülüğünde, İslam ahlakının getirdiği huzur ve barış sayesinde, içinde boğuldukları kaos ortamından çıkacaktır.
21. yüzyıl Allah'ın izniyle Türk Milleti'nin dünyaya İslam ahlakıyla yön verdiği ve cennet gibi bir dünyanın oluşmasında öncülük ettiği kutlu bir dönem olacaktır.
İman Eden Cinler ve İnkarcı Cinler
Ayetlerde cinlerden bir kısmının Allah'a iman edip, hidayet yoluna uyduklarından bahsedilirken, bir kısmının da isyankar ve inkarcı olduklarından bahsedilir. Müslüman cinler Kuran okunurken dinlemektedirler:
De ki: "Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: "Doğrusu biz (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik. O (Kur'an,) 'gerçeğe ve doğruya' yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız. Elbette Rabbimizin şanı yücedir. O ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk. (Cin Suresi, 1-3)
Cinlerin bir bölümü Allah'ı tesbih edip yücelten, O'na hiçbir kimseyi ortak koşmayan Müslüman kimselerdir. Kuran'a karşı büyük bir hayranlık duymakta, Allah'ın emir ve tavsiyelerine uymaktadırlar. Onlar kendi aralarında iman etmeyen cinler olduğunu bilmektedirler ve bu durumu şu şekilde ifade etmektedirler:
"Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz Allah'a karşı 'bir sürü saçma şeyler' söylemişler. Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık." (Cin Suresi, 4-5)
Cinler kendi aralarında birçok farklı gruplardan oluşmuşlardır. Bazılar samimi Müslüman, bazıları müşrik, bazıları Allah'a karşı yalan söyleyenlerdir. Cin Suresi'nin devamında iman eden cinler, cinlerin genel durumu hakkında şu bilgileri vermektedirler:
Gerçek şu ki, bizden salih olanlar vardır ve bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz. Biz, şüphesiz Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı kaçmak suretiyle de O'nu hiçbir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık. Elbette biz, o yol gösterici (Kur'an'ı) işitince ona iman ettik... (Cin Suresi, 11-13)
Cinler de aynı insanlar gibi Allah'ın kitabıyla sorumlu kılınan varlıklardır. Onlar da tüm yapıp ettiklerinden Allah'a hesap verecek ve yaptıklarıyla hiçbir haksızlığa uğramadan karşılık bulacaklardır. İman eden cinler Allah'tan güzel bir karşılıkla müjdelenmişlerdir:
... Artık kim Rabbine iman ederse o ne (ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından. Ve elbette, bizden Müslüman olanlar da var zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim olanlar artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp-bulanlardır." (Cin Suresi, 13-14)
Allah'ın varlığını inkar edip isyan eden ve zulmedenlerin sonu ise şu şekildedir:
"Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır. (Cin Suresi, 15)
... "Andolsun cehennemi cinlerden ve insanlardan (kafirlerin) tümüyle dolduracağım." (Hud Suresi, 119)
Cinlerle İnsanların Görüşmesi
Ayetlerden Allah'ın dilemesiyle cinlerle insanların görüşebilecekleri, hatta cinlerin insanların emrine girebilecekleri anlaşılmaktadır. Allah Hz. Süleyman'ın emrine cinleri vermiş, Hz. Süleyman onları türlü işlerinde kullanmıştır.
Burada vurgulanması gereken önemli bir konu da insanların cinlerle ne şekilde görüşebileceğidir. Her ne kadar tam olarak açıklığa kavuşmuş olmasa da, günümüzde "cin çağırma" insanlar arasında yaygın bir uygulamadır. Çoğu insan hayatında bir ya da birkaç kez cin çağırmıştır. Özellikle gençler arasında bu, çok uygulanan bir yöntemdir. Bazı kişiler buna "kalp çağırma", bazıları da "ruh çağırma" gibi isimler verse de, aslında bu tarz ortamlarda gelenler hep cinlerdir. (Bazı durumlarda da ortamda bir cin olmamasına rağmen insanlar kendi kendilerini buna inandırırlar.)
Ancak bu cinler çoğunlukla iman etmemiş, dinsiz cinlerdir. Dinsiz cinlerin bunu yaparken amaçları ise muhtemelen insanları oyalamak ve onların boş vakit geçirmelerine sebep olmaktır. İnsanlar da bu cinlere aldanarak kendilerinin bir kazanç sağlayabileceğini, gayba dair haberler alabileceklerini zannetmektedirler. Oysa cinlerin -Allah'ın dilemesi dışında- insanlara gaybtan haber vermeleri mümkün değildir. Nitekim "... Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı." (Sebe Suresi, 14) ayetinde haber verildiği gibi, Hz. Süleyman'ın ölümünden sonradan haberdar olmaları bunun bir delilidir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, Neml Suresi'nin 65. ayetinde bildirildiği gibi; "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez..."
Cinleri Allah'a Ortak Koşanlar
Bazı insanlar cinlerin kendilerine ait bir güçleri olduğuna inanmaktadırlar. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü cinleri yaratan Allah'tır ve onların kendilerine ait hiçbir güçleri yoktur. Allah dilemedikçe onların herhangi bir kişiye zarar vermeleri ya da fayda sağlamaları mümkün değildir. Ancak buna rağmen insanların bir bölümü cinlerden medet umar, onları veli kabul ederler:
Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa onları O yaratmıştır. Bir de hiçbir bilgiye dayanmaksızın O'na oğullar ve kızlar yakıştırıp-uydurdular. O, ise nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir, uzaktır. (Enam Suresi, 100)
Bir Kuran ayetinde Allah, insanların cinlerle temas kurmak suretiyle saptıklarını şöyle haber verir:
"Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki onların azgınlıklarını arttırırlardı." (Cin Suresi, 6)
Melekler de bir ayette bazı insanların cinlere ibadet ettiklerini bildirirler:
(Melekler) Derler ki: "Sen yücesin, bizim velimiz Sensin onlar değil. Hayır, onlar cinlere tapıyordu ve çoğu onlara iman etmişlerdi." (Sebe Suresi, 41)
İnsanların cinleri Allah'a şirk koşmalarının ve onlardan medet ummalarının en önemli sebeplerinden biri, onların gaybı bildiklerini düşünmeleridir. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü Allah ayetinde cinlerin gayba dair bir bilgiye sahip olmadıklarını bildirmektedir. (Sebe Suresi, 14) Ayetlerde cinlerin insanlar için bir yol gösterici olmadıkları, hatta insanları doğru yoldan saptırmak için onlara süslü sözler fısıldadıkları bildirilir. Ancak unutulmamalıdır ki, cinlerin Allah dilemedikçe insanlar üzerinde bir etkisi olması mümkün değildir. Onları Allah yaratmıştır ve onlar da kainattaki tüm canlılar gibi Allah'ın emriyle hareket etmektedirler:
Böylece her peygambere insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla başbaşa bırak. (Enam Suresi, 112)
Hem insanları yoldan saptıran cinler, hem de cinleri Allah'a şirk koşanlar; bu yaptıklarına karşılık olarak Allah onları sonsuz cehennem azabıyla cezalandıracaktır. Dünya hayatlarında cinlerin yaldızlı sözlerine kananlar ahirette çok büyük bir yanılgıya düştüklerini anlayacaklardır. Çünkü o gün tüm şirk koştukları kimseler kendilerinden uzaklaşacak, Allah'ın karşısında yapayalnız, tek başlarına olduklarını kavrayacaklardır. Cehennem azabıyla karşılık bulacaklarını anladıklarında ise şu şekilde yalvaracaklardır:
İnkâr edenler dediler ki: "Rabbimiz cinlerden ve insanlardan bizi saptırmış olanları bize göster ayaklarımızın altına alalım, en aşağılarda bulunanlardan olsunlar." (Fussilet Suresi, 29)
Bir diğer ayette ateşin onlar için süresiz bir konaklama yeri olduğu şu şekilde bildirilmektedir:
Onların tümünü toplayacağı gün: "Ey cin topluluğu insanlardan çoğunu (ayartıp kendinize kullar) edindiniz" (diyecek). İnsanlardan onların dostları derler ki: "Rabbimiz, kimimiz kimimizden yararlandı ve bizim için tespit ettiğin süreye ulaştık." (Allah) Diyecek ki: "Allah'ın dilediği dışta olmak üzere ateş sizin içinde süresiz kalacağınız konaklama yerinizdir." Şüphesiz Rabbin hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir. (Enam Suresi, 128)
İsyan Eden Cinlerin Alacakları Karşılık
Rahman Suresi'nde cin ve insan topluluklarının Allah'ın ilhamıyla hareket eden aciz varlıklar oldukları hatırlatılmaktadır. Allah'ın ayetlerini inkar edip, isyan ettikleri takdirde hiçbir şekilde bir başarı elde edemeyecekleri, çünkü yerlerin ve göklerin tek hakiminin alemlerin Rabbi olan Allah olduğu bildirilmektedir:
Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak 'üstün bir güç (sultan)' olmaksızın aşamazsınız. (Rahman Suresi, 33)
Böyle bir girişimde bulunanların alacakları karşılık ise "İkinizin de üzerine ateşten yalın bir alev ve (bakır gibi erimiş) kıpkızıl bir duman salıverilir de 'kurtulup-başaramazsınız.'" (Rahman Suresi, 35) ayetiyle bildirilir. Nitekim Müslüman cinler bu gerçeği bilmektedirler ve "Biz, şüphesiz Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı kaçmak suretiyle de O'nu hiçbir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık." (Cin Suresi, 12) ayetinde de belirtildiği gibi acizliklerinin farkındadırlar. Aynı ayetlerin devamında isyan eden cin ve ins topluluklarının sonunun cehennem olduğu şöyle bildirilir:
Sonra gök yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman; Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? İşte o gün, ne insana, ne cinne günahından sorulmaz. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? (Çünkü o gün) Suçlu-günahkarlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? İşte bu, suçlu-günahkarların kendisini yalanladıkları cehennemdir. (Rahman Suresi, 37-43)
Bu bölüm boyunca cinlerin çeşitli özelliklerini anlattık. İnsanlarla aynı sorumluluklara sahip olduklarını ama yaratılış olarak farklı özellikleri olduğunu Kuran'dan ayetlerle açıkladık. Kuşkusuz insanlardan farklı bu varlıklara hakim olmak, ancak çok derin ve güçlü bir imanın karşılığında Allah'ın verdiği bir nimettir. Hz. Süleyman, Allah'ın bu nimetiyle ödüllendirdiği, azim sahibi bir peygamberdir. Allah Hz. Süleyman'a rahmet etmiş ve onu dünyada çok az kuluna nasip ettiği büyük bir hakimiyet ile ödüllendirmiştir.
KURAN’DA ŞEYTAN
Şeytanla ilgili Allah Kuran'da birçok ayet bildirmiş, insanları şeytanların vesveselerine karşı uyarmıştır. Şeytanın Kuran'da bildirilen özelliklerini öğrenmek, insanın onun zayıf tuzak ve hilelerine düşmemesi için son derece önemlidir.
-----------------
İblis'in Allah'a Olan İsyanı ve Küçük Düşürülmesi
Kuran'da, Allah'ın Hz. Adem'i yarattıktan sonra tüm meleklerden ona secde etmelerini emrettiği istediği bildirilir. Meleklerin hepsi Allah'ın emrine uymuş, ancak İblis bu emre itaat etmemiştir. Hz. Adem çamurdan, kendisi ise ateşten yaratıldığı için kendisinin daha üstün olduğunu öne sürmüş ve bu nedenle Hz. Adem'e secde etmeyeceğini söylemiştir:
Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Araf Suresi, 11-12)
İblis, Hz. Adem'e secde ettiğinde küçük düşeceğini sanmış, kibirinden ve büyüklenme arzusundan dolayı Allah'ın emrine itaat etmemiştir. Allah'ın herşeyin yaratıcısı olduğunu bildiği, herşeyin tasarrufunun yalnızca Allah'a ait olduğundan haberdar olduğu halde, kendince büyüklenmiş ve insandan "daha hayırlı olduğunu" iddia etmiştir. Üstelik bunları iddia ederken son derece saygısız bir üslup kullanmış, bir yandan Allah'a iman ettiğini iddia ederken, bir yandan da O'na karşı gelme cüretinde bulunmuştur.
Büyüklük peşinde olan İblis, bu hareketi ile kibirini koruyacağını düşünmüş, ama yanılmıştır. Çünkü beklentisinin aksine çok küçük düşmüş, aşağılanmış ve kovulmuştur. Dahası, tüm insanlık tarihi boyunca onun kovulan, yerilen, aşağılanan ve kötülerin en kötüsü olarak cehennemde azap görecek olan bir varlık olduğu bilinmektedir ve gelecekte de bilinecektir. İblis'in Allah'ın huzurundan kovuluşu ayetlerde şöyle bildirilir:
(Allah:) "Öyleyse oradan in, orada büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." (Araf Suresi, 13)
(Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 18)
Aslında şeytanın içine düştüğü bu durum, kibirli, kendini beğenmiş insanların düştükleri durumla aynıdır. Onlar şeytanın tuzaklarına düşerek büyüklenir, bu şekilde saygı ve itibar göreceklerini zannederler. Ancak tam aksine aşağılanırlar. Herşeyden önce Allah katında küçülürler, çünkü, "Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez". (Nisa Suresi, 36) İnsanlar arasında da küçülürler; kibirli insanların hiçbirinin gerçek bir dostu, gerçek bir seveni yoktur, hatta herkes böyle insanlardan için için nefret eder. Bu, aşağılanmanın en kötülerinden biridir. Daha büyük bir aşağılanma ise, bu insanların cehennemde şeytanlarıyla birlikte görecekleri şiddetli azap olacaktır.
Şeytan İlk Olarak Hz. Adem ve Eşine Vesvese Verdi
İblis Allah'ın huzurundan kovulduktan sonra, kıyamete kadar sürecek olan mücadelesine başladı. İnsanları aldatarak saptırmak için onlara türlü yollardan sokuldu. İlk büyük tuzağı, cennette yaşamakta olan Hz. Adem'i ve eşini kandırarak, onları Allah'ın emrine itaatsizliğe sürüklemesiydi. İnsanlık tarihinin başlangıcındaki bu olay Kuran'da şöyle anlatılır:
Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz. Şeytan, kendilerinden "örtülüp gizlenen çirkin yerlerini" açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir." Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti. Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?" Dediler ki: "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız." (Allah) Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır." Dedi ki: "Orda yaşayacak, orda ölecek ve ordan çıkarılacaksınız." (Araf Suresi, 19-25)
İşte insanlığın dünyadaki yaşamının başlangıcı, Hz. Adem'in üstteki ayetlerde anlatılan durumuydu. Ancak Hz. Adem Allah'a tevbe etti ve Allah onu bağışladı. İblis'in insanların aleyhine yürüttüğü mücadelesi ise son bulmadı.
Şeytanlar İnsan Şeklinde Olabilirler
Allah Kuran'da şeytanların insan veya cin şeklinde olabileceklerini, konuşarak veya insanların kalplerine vesvese vererek onları etkileyip, doğru yoldan saptırabileceklerini bildirmiştir. Yani şeytanlar insan şekline de girip, insanların arasında dolaşabilmektedirler. Allah bu durumu Kuran'da şöyle bildirmektedir:
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların Malikine, İnsanların (gerçek) ilahına; "Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran" vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); Gerek cinlerden, gerekse insanlardan. (Nas Suresi, 1-6)
Ayette görüldüğü gibi, "insan ve cin şeklindeki şeytanlar"dan insanların sakınmaları gerekir. İblis -Allah'ın dilemesi dışında- insana görünmez, ancak zihinlerine etki eder. İnsanlar, bazen akıllarından geçen kötülükleri, kuruntuları, dine muhalif düşünceleri kendilerinden zannederler. Oysa bunları onlara fısıldayan şeytandır. Eğer şeytanın etkisi altında olduklarını fark edip, Allah'a sığınır ve hemen hayır ve güzellik yönünde düşünür, Kuran ayetlerini akıllarına getirirlerse, şeytanın bu fısıldamalarının üzerlerinde hiçbir etkisi olmaz:
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 200-201)
Şeytanlar aynı zamanda insan olarak da karşımıza çıkarlar. Bu bir insanın dostu olarak gördüğü bir yakını, bir fikir adamı veya saldırgan bir insan olabilir. Bu şeytanlar tüm özellikleri ile insana benzerler. Ancak konuşma ve tavırları ile insanları Allah'ın yolundan saptırmaya, onları dünya hayatına tutku ile bağlamaya çalışırlar.
Allah, birçok ayetinde şeytanın orduları olduğunu bildirmektedir. Ve bu şeytan orduları, binlerce yıldır insanları doğru yoldan saptırmak için mücadele vermektedirler. Ancak üstün gelenler daima Allah'ın yolunda olanlardır. İblis ve ordusu ise, cehennemle karşılık bulacaktır:
Artık onlar ve azgınlar onun içine dökülüverilmiştir. Ve İblis'in bütün orduları da. (Şuara Suresi, 94-95)
Şeytan Dünya Hayatını Çekici Göstermeye Çalışır
Şeytan, Allah'ın huzurundan kovulduktan sonra, düştüğü bu durumun nedeni olarak insanı görmüş ve insana olan kinini, onun soyunu saptırarak göstermeye karar vermiştir. Oysa, şeytan kendi ahlaksızlığı, küstahlığı, kibir ve itaatsizliği nedeniyle cezalandırılmıştır. Ancak kibirinden bu gerçeği kabul etmeyen şeytan şöyle bir yemin etmiştir:
O da: "(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi. (Allah:) "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi. Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları (insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım." "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 14-17)
Şeytanın en önemli taktiklerinden biri insanları zaafları ile aldatmaya çalışmasıdır. Örneğin Hz. Adem ve eşini "sonsuzluk" vaadi ile kandırmıştır. İnsanların birçoğunu ise dünya hayatına bağlayarak, dünya hayatını çok çekici, süslü ve sanki hiç son bulmayacak bir yermiş gibi göstererek kandırmaya çalışır. Bir ayette şeytanın bu özelliğinden şöyle bahsedilir:
Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım." (Hicr Suresi, 39)
Örneğin şeytan bir iş adamına işine tutkuyla bağlanması, maddi kazancı ve ticari itibarı herşeyin üzerinde tutması için telkinde bulunabilir. Bu, daha önce de belirttiğimiz gibi yakınındaki bir insan veya onun zihnine telkinde bulunan bir cin şeytan olabilir. Bu insan, söz konusu telkinler nedeniyle tüm ahlaki ve manevi değerleri, dini, ahireti terk eder. Böylece şeytan, bu insanın zayıf yönünü kullanarak, onu dinden saptırmış olur.
Kuran'da, Allah şeytanın Sebe kavmini bu şekilde saptırdığını bildirmektedir:
"Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar). O Allah, O'ndan başka ilah yoktur, büyük Arş'ın Rabbidir." (Neml Suresi, 23-26)
Ancak unutmamak gerekir ki, şeytanın taktikleri ve hileleri gerçekte çok zayıftır ve vicdanını kullanan, Allah'ı ve Kuran ayetlerini düşünen samimi insanların üzerinde hiçbir etkisi olmaz.
Şeytanın İman Edenler Üzerinde Hiçbir Etkisi Yoktur
Şeytanın tüm bu sinsi taktiklerinin ve mücadelesinin yanında bir gerçek vardır: Şeytan samimi iman eden kulların üzerinde hiçbir etki bırakamaz. Hatta güçlü imana sahip müminler, aynı Hz. Süleyman'da olduğu gibi, şeytanın tüm planlarına bir kilit vurur, onu tamamen etkisiz hale getirebilirler. Allah'ı çokça anan, herşeyde Allah'ın yarattığı bir hayır ve güzellik gören, her tavrında ve düşüncesinde Allah'a yönelen ve Kuran'a başvuran müminler için şeytanın hilesi çok zayıftır. Allah bunu ayetlerinde şöyle bildirir:
Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir. (Nahl Suresi, 99-100)
Allah başka ayetlerinde de, şeytanın hiçbir zorlayıcı gücü olmadığını, ancak Allah'ın ona bu imkanı vermesinin nedeninin, iyilerle kötülerin ayırt edilmesi için olduğunu bildirmektedir:
Andolsun, İblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle iman eden bir grup dışında, ona uymuş oldular. Oysa onun, kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırdetmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 20-21)
Şeytan müstakil güce sahip bir varlık değildir. Yaptıklarını Allah'ın bilgisi dahilinde yapmaktadır. Böylece şeytana uyanlarla, şeytanın tuzaklarına düşmeyen takva sahibi müminler birbirlerinden ayrılmaktadırlar.
Şeytanın Kuran'da Bildirilen Bazı Özellikleri
Sinsi ve Yalancıdır (İbrahim Suresi, 22)
Azgın ve Kaypaktır (Hac Suresi, 3)
Gücü Yalnızca Çağırmaya Yeter (İbrahim Suresi, 22)
İyilikten ve Hayırdan Yana Hiçbir Yönü Yoktur (Nisa Suresi, 117)
İnsanlar Üzerindeki Etkisi Pisliktir (Enfal Suresi, 11)
İnsanların Şükretmelerini Engellemek İster (Araf Suresi, 17)
İnsanlara Korku Vermeye Çalışır (Al-i İmran Suresi, 175)
Müminlerin Arasını Bozmaya Çalışır (İsra Suresi, 53) (Maide Suresi, 91)
İnsanları, Sözde Onlara İyilik Yaptığına İkna Etmeye Çalışır (Araf Suresi, 20-21)
Allah'ın Adını Kullanarak Saptırmaya Çalışır (Fatır Suresi, 5-6)
Müminlerin Zamanla Yıpranmalarını İster (Al-i İmran Suresi ,155)
Yalan Vaadlerde Bulunur (İbrahim Suresi, 22)
Kuruntulara ve Kuşkulara Düşürmeye Çalışır (Nisa Suresi, 119-120)
Sapkın Amelleri Süslü ve Çekici Gösterir (Neml Suresi, 24)
Fakirlik Korkusu Vermeye Çalışır (Bakara Suresi, 268)
Kibir Vermeye Çalışır (Sad Suresi, 74-75)
Gösteriş İçin İbadet Etmeye Teşvik Eder (Nisa Suresi, 38)
Ayetlerden Uzaklaştırmaya Çalışır (Zuhruf Suresi, 36-37)
Unutkanlık ve Dalgınlık verir (Mücadele Suresi, 19) (En'am Suresi, 68) (Kehf Suresi, 63)
Duygusallık Telkini Yapar (İsra Suresi, 64) (Mümtehine Suresi, 1-3)
Detaylara Daldırır (Bakara Suresi, 67-71)
İsrafa Teşvik Eder (İsra Suresi, 26-27)
Şeytanın Allah'a başkaldırma cüretinde bulunan, son derece isyankar, insanlara karşı büyük bir düşmanlık besleyen, insanları doğru yoldan alıkoymak için türlü çabalar harcayan bir varlık olduğunu Kuran'dan ayetlerle açıkladık. Tarihin başından bu yana tüm insanları Allah'ın yolundan saptırmaya çalışan böyle bir varlığın, bir insanın hizmetine verilmiş olması elbette Allah'ın büyük bir rahmetidir. Hz. Süleyman'ın, şeytanları kendi emrinde çalıştırmış, onları hak dinin faydasına olacak işlerde kullanmış olması, kuşkusuz onun Allah'ın üstün kullarından olduğunun açık bir göstergesidir.
vBulletin v3.8.4, Copyright ©2000-2024, Jelsoft Enterprises Ltd.