Ak_Kelebek
06-16-2008, 11:43
Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ'un Kudüs'te Ağlama Duvarı önündeki fotoğrafı ile ilgili yorum yapmayı gereksiz görmüştüm.
Bu tür gönderiler ilke olarak midemi bulandırdığı için değil sadece; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıpratılmasından -bazı üst düzey komutanların anlayamayacağı kadar- rahatsızlık duyduğum için...
Tabii ki ordunun kimi uygulama ve yaklaşımlarına dair eleştiri hakkım mahfuz. Ancak bu, yedeği bulunmayan biricik dış güvenlik gemimiz olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üstüne titrememe engel değil.
Bu gemide açılacak her delik mutlaka düşman işidir. Böylesi psikolojik savaş ürünü yayın malzemelerinin milyonda biri dahi habercilik başarısı ile ele geçirilmiş değildir. Hemen her zaman bir gizli servis bu malzemeleri yayın organlarına gönderir, işbirlikçi veya aptal haber adamları da mal bulmuş mağribi gibi halkın önüne koyar...
Şimdiyse konuya değinmek istememin sebebi, bazı yorumcuların bu türden gönderilere yönelik haklı ama eksik eleştirileridir. Bir an düşünelim: İlker Başbuğ'un bu fotoğrafına yayın değeri atfetmeyen Hürriyet, sözgelimi Tayyip Erdoğan'la ilgili benzer bir malzeme karşısında aynı duyarlılığı gösterebilir miydi?
Sadece Hürriyet'te değil, Doğan cephesinin bütün yayın organlarında sayısız maksatlı ve güdümlü 'gönderi' üzerinden kopartılmak istenen fırtınaları hatırlarken bu soruya evet cevabı vermek imkânsız... Bu mukayeseyi yaptığımız zaman da ister istemez psikolojik savaş ürünleri karşısında 'çifte ölçüt' kullananların perişanlığı belgeleniyor! Böyle gönderiler hemen daima psikolojik savaş ürünü malzemelerdir. Bu malzemeleri değerlendirirken ideolojik duruşuna ve çıkarına göre hareket etmediğine dair halka mutlak bir güven veremeyen her yayıncı, psikolojik savaş elemanı konumundadır.
Dünkü yazımdan kısa bir bölümü tekrarlamama izin veriniz: Psikolojik savaş ürünü haberler konusunda ne kadar uzman olursanız olun, verilerle ilgili derin ve tutarlı bir hikâye geliştiremediğiniz takdirde kapılacağınız duygu bellidir: Mutlak hakikatsizlik hali... İlker Başbuğ'un Ağlama Duvarı önündeki fotoğrafını gönderenlerin maksatlı olduğuna hükmetmek ve onu yayınlamamak doğru bir davranıştır ama yeterli değildir. Kafamızda bu fotoğrafı servise sokan güç hakkında da bir hikâye oluşması gerekmektedir.
Herhalde bu fotoğraf, dinci veya kilimci tarafından yayın organlarına yollanmadı. Evet, asıl soru, bu fotoğrafı kimin servise soktuğudur. Hangi ülkenin gizli birimi? Amerika'nınki mi, İngiltere'ninki mi, Almanya'nınki mi, yoksa bir başka ülkeninki mi? Aslında bu, evrensel açmazımızın bir yansıması...
Nasıl dışarıda 'bize saldıran teröristtir, size saldıran direnişçi' deniyorsa burada da, 'Benim yaslandığım gizli servisin gönderisi halis haberdir, karşıt gizli servisinki ise psikolojik savaş ürünüdür' deniyor! Hâsılı kimsenin derdi hakikat değil; hasma zarar vermek için her yolu mubah sayan bir psikolojik savaşın ortasındayız. Herkesin bir Ağlama Duvarı var... Psikolojik savaşın acımasız tetikçileri, aynı türden namlular kendilerine çevrildiği zaman ağlamaya başlayınca beni de gülmek tutuyor.
Ö.Lütfi METE
Bugün
Bu tür gönderiler ilke olarak midemi bulandırdığı için değil sadece; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıpratılmasından -bazı üst düzey komutanların anlayamayacağı kadar- rahatsızlık duyduğum için...
Tabii ki ordunun kimi uygulama ve yaklaşımlarına dair eleştiri hakkım mahfuz. Ancak bu, yedeği bulunmayan biricik dış güvenlik gemimiz olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üstüne titrememe engel değil.
Bu gemide açılacak her delik mutlaka düşman işidir. Böylesi psikolojik savaş ürünü yayın malzemelerinin milyonda biri dahi habercilik başarısı ile ele geçirilmiş değildir. Hemen her zaman bir gizli servis bu malzemeleri yayın organlarına gönderir, işbirlikçi veya aptal haber adamları da mal bulmuş mağribi gibi halkın önüne koyar...
Şimdiyse konuya değinmek istememin sebebi, bazı yorumcuların bu türden gönderilere yönelik haklı ama eksik eleştirileridir. Bir an düşünelim: İlker Başbuğ'un bu fotoğrafına yayın değeri atfetmeyen Hürriyet, sözgelimi Tayyip Erdoğan'la ilgili benzer bir malzeme karşısında aynı duyarlılığı gösterebilir miydi?
Sadece Hürriyet'te değil, Doğan cephesinin bütün yayın organlarında sayısız maksatlı ve güdümlü 'gönderi' üzerinden kopartılmak istenen fırtınaları hatırlarken bu soruya evet cevabı vermek imkânsız... Bu mukayeseyi yaptığımız zaman da ister istemez psikolojik savaş ürünleri karşısında 'çifte ölçüt' kullananların perişanlığı belgeleniyor! Böyle gönderiler hemen daima psikolojik savaş ürünü malzemelerdir. Bu malzemeleri değerlendirirken ideolojik duruşuna ve çıkarına göre hareket etmediğine dair halka mutlak bir güven veremeyen her yayıncı, psikolojik savaş elemanı konumundadır.
Dünkü yazımdan kısa bir bölümü tekrarlamama izin veriniz: Psikolojik savaş ürünü haberler konusunda ne kadar uzman olursanız olun, verilerle ilgili derin ve tutarlı bir hikâye geliştiremediğiniz takdirde kapılacağınız duygu bellidir: Mutlak hakikatsizlik hali... İlker Başbuğ'un Ağlama Duvarı önündeki fotoğrafını gönderenlerin maksatlı olduğuna hükmetmek ve onu yayınlamamak doğru bir davranıştır ama yeterli değildir. Kafamızda bu fotoğrafı servise sokan güç hakkında da bir hikâye oluşması gerekmektedir.
Herhalde bu fotoğraf, dinci veya kilimci tarafından yayın organlarına yollanmadı. Evet, asıl soru, bu fotoğrafı kimin servise soktuğudur. Hangi ülkenin gizli birimi? Amerika'nınki mi, İngiltere'ninki mi, Almanya'nınki mi, yoksa bir başka ülkeninki mi? Aslında bu, evrensel açmazımızın bir yansıması...
Nasıl dışarıda 'bize saldıran teröristtir, size saldıran direnişçi' deniyorsa burada da, 'Benim yaslandığım gizli servisin gönderisi halis haberdir, karşıt gizli servisinki ise psikolojik savaş ürünüdür' deniyor! Hâsılı kimsenin derdi hakikat değil; hasma zarar vermek için her yolu mubah sayan bir psikolojik savaşın ortasındayız. Herkesin bir Ağlama Duvarı var... Psikolojik savaşın acımasız tetikçileri, aynı türden namlular kendilerine çevrildiği zaman ağlamaya başlayınca beni de gülmek tutuyor.
Ö.Lütfi METE
Bugün