addgenclik
02-22-2009, 12:17
27 Mayıs 1960 darbesi olduğunda, pek çok Arap ülkesinde benzeri siyasal çalkantılar yaşanıyordu. Mısır'da Nasır'ın başlattığı hareket 1950'li yılların sonunda başarıya ulaşmıştı. Cezayir'de Fransız işgaline karşı destansı bir direniş yürütülüyordu. Irak'ta, İngiliz ve Amerikan çıkarlarına karşı bir darbe girişimi başarıyla sonuçlanmıştı. Suriye'de Baas iktidara gelmişti. 27 Mayıs, Türkiye'nin doğusunda başlayan bir depremin fay hattı üzerindeydi.
Bu depremin dışında kalan tek bölge belki de Suud yönetimiydi. ABD kontrolündeki bu garip ve komik ümmetçi diktatörlük, 1950'li yıllardaki çalkantıda emperyalistlerin emrinde kaldı. Arap coğrafyasındaki anti-emperyalist kalkışmalara karşı ümmetçilik emperyalizmin en büyük silahı oldu. Türk sağının 27 Mayıs'tan nefretinin altında aslında bu gelişmeler yatıyor. Açıkça dillendirilmese de, 27 Mayıs, ümmetçiliğe karşı Arap ayaklanmasının bir uzantısı sayılıyordu. Nitekim, 27 Mayıs, Türkiye'de ilk defa saf milliyetçi batıcılığın önünü açtı. Darbe'nin anayasası şaşırtıcı biçimde özgürlükçüydü; bu özgürlük ortamında Türkiye'nin devam eden iki on yılına damgasını vuran güçlü ve kararlı bir antiemperyalist hareketin yeşermesi de 1950'li yıllardaki gelişmelerle uyumludur.
Peki sonra ne oldu? Nasır tasfiye oldu, Irak'ta Baasçılık ABD'nin fiili müdahalesiyle tasfiye edildi. Suriye kuşatıldı. İran Şii şeriatçılığına esir düştü ve 27 Mayıs'ın yarattığı yeni iklim 12 Mart'ta tersine çevrilmeye çalışıldı.
Emperyalizmin Ortadoğu politikasının bu dönemde "ılımlı İslam" diye kodlanmış olması da bu tarihle uyumludur. Geçen yüzyılın ikinci yarısına damgasını vuran ulusal kalkışmaların yerini, artık işbirlikçi ümmetçi cemaatler işgal etmektedir. 12 Eylül'ün Kur'an referanslı darbeci başı "Boyacı Kenan"ın 27 Mayıs'a karşı peydahlandığı artık açıktır.
Bu tarihin ilk dersi şudur; son yıllarda sık tekrarlanan ve genel kabul gören "bütün darbeler kötüdür" önermesi bir totolojidir. Darbeler birbirlerinden çok farklı siyasi iklimlerin ürünüdür ve birbirinden çok farklı sonuçlara yol açmaktadır.
27 Mayıs'ın hedefindeki Demokrat Parti'nin Ortadoğu'daki bu gelişmeler karşısında ABD'nin izinden gittiği, daha önemlisi Cezayir direnişinde Fransa'yı desteklediği, sonradan CENTO komedisine dönüşen Amerikan planı Bağdat Paktı'nın en ateşli militanı olduğu söylenmezse bütün darbeleri birbirine benzetebilirsiniz.
Bugün de "hilafetçi-ümmetçi" tayfa o DP'nin izindedir. Kayıtsız Amerikancıdır, Irak'taki emperyalist işgalin destekçisidir ve tıpkı İsrail'in kuruluşunda takındığı tutuma benzer bir İsrail politikasının takipçisidir. "Davos rüzgarı"nda yelkenini şişirmeye çalışanların tıpkı çıkış noktaları olan Hamas gibi sol hareketlerle mücadelenin ürünü olduğu unutulmamalıdır.
Hilafetçilik ve ümmetçilik çok büyük bir hızla Türkiye'yi köksüzleştirmektedir. Halife, İslam tarihine göre "seçimle gelen devlet başkanı" demektir. Bu nedenle Hilafeti rafa kaldıran Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucuları değildir; onu tarihin çöplüğüne atanlar seçilmiş halifeyi darbeyle devirip yerine bir dikta yönetimi kuran Emevilerdir. Yavuz Selim, unutulmaya yüz tuttuğu bir zamanda, Mısır'da esir hayatı yaşayan bir sözde halifeden devraldığında halifelik diye bir kurum zaten yoktu. Sonuncusu, ekleme vagonda Çorlu'dan Avrupa yollarına düştüğünde otoritesi Türkiye topraklarında bile tartışmalıydı.
Geride kalan şey olan ümmetçilik ise koparılan bütün gürültüye rağmen bir emperyalist proje olmaktan öte büyük bir anlamsızlıktır. Yayılıyor ve yayıldığı her yeri, emperyalizm için dikensiz gül bahçesine dönüştürüyor.
Ortadoğu bir kez daha gerici rüzgarların etkisinde. Bunun bir meltem olmadığının delili bizzat bu coğrafyanın kendisidir. Tersten esen fırtınalar için çok beklemeyeceğiz!
Serdar Akinan
Bu depremin dışında kalan tek bölge belki de Suud yönetimiydi. ABD kontrolündeki bu garip ve komik ümmetçi diktatörlük, 1950'li yıllardaki çalkantıda emperyalistlerin emrinde kaldı. Arap coğrafyasındaki anti-emperyalist kalkışmalara karşı ümmetçilik emperyalizmin en büyük silahı oldu. Türk sağının 27 Mayıs'tan nefretinin altında aslında bu gelişmeler yatıyor. Açıkça dillendirilmese de, 27 Mayıs, ümmetçiliğe karşı Arap ayaklanmasının bir uzantısı sayılıyordu. Nitekim, 27 Mayıs, Türkiye'de ilk defa saf milliyetçi batıcılığın önünü açtı. Darbe'nin anayasası şaşırtıcı biçimde özgürlükçüydü; bu özgürlük ortamında Türkiye'nin devam eden iki on yılına damgasını vuran güçlü ve kararlı bir antiemperyalist hareketin yeşermesi de 1950'li yıllardaki gelişmelerle uyumludur.
Peki sonra ne oldu? Nasır tasfiye oldu, Irak'ta Baasçılık ABD'nin fiili müdahalesiyle tasfiye edildi. Suriye kuşatıldı. İran Şii şeriatçılığına esir düştü ve 27 Mayıs'ın yarattığı yeni iklim 12 Mart'ta tersine çevrilmeye çalışıldı.
Emperyalizmin Ortadoğu politikasının bu dönemde "ılımlı İslam" diye kodlanmış olması da bu tarihle uyumludur. Geçen yüzyılın ikinci yarısına damgasını vuran ulusal kalkışmaların yerini, artık işbirlikçi ümmetçi cemaatler işgal etmektedir. 12 Eylül'ün Kur'an referanslı darbeci başı "Boyacı Kenan"ın 27 Mayıs'a karşı peydahlandığı artık açıktır.
Bu tarihin ilk dersi şudur; son yıllarda sık tekrarlanan ve genel kabul gören "bütün darbeler kötüdür" önermesi bir totolojidir. Darbeler birbirlerinden çok farklı siyasi iklimlerin ürünüdür ve birbirinden çok farklı sonuçlara yol açmaktadır.
27 Mayıs'ın hedefindeki Demokrat Parti'nin Ortadoğu'daki bu gelişmeler karşısında ABD'nin izinden gittiği, daha önemlisi Cezayir direnişinde Fransa'yı desteklediği, sonradan CENTO komedisine dönüşen Amerikan planı Bağdat Paktı'nın en ateşli militanı olduğu söylenmezse bütün darbeleri birbirine benzetebilirsiniz.
Bugün de "hilafetçi-ümmetçi" tayfa o DP'nin izindedir. Kayıtsız Amerikancıdır, Irak'taki emperyalist işgalin destekçisidir ve tıpkı İsrail'in kuruluşunda takındığı tutuma benzer bir İsrail politikasının takipçisidir. "Davos rüzgarı"nda yelkenini şişirmeye çalışanların tıpkı çıkış noktaları olan Hamas gibi sol hareketlerle mücadelenin ürünü olduğu unutulmamalıdır.
Hilafetçilik ve ümmetçilik çok büyük bir hızla Türkiye'yi köksüzleştirmektedir. Halife, İslam tarihine göre "seçimle gelen devlet başkanı" demektir. Bu nedenle Hilafeti rafa kaldıran Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucuları değildir; onu tarihin çöplüğüne atanlar seçilmiş halifeyi darbeyle devirip yerine bir dikta yönetimi kuran Emevilerdir. Yavuz Selim, unutulmaya yüz tuttuğu bir zamanda, Mısır'da esir hayatı yaşayan bir sözde halifeden devraldığında halifelik diye bir kurum zaten yoktu. Sonuncusu, ekleme vagonda Çorlu'dan Avrupa yollarına düştüğünde otoritesi Türkiye topraklarında bile tartışmalıydı.
Geride kalan şey olan ümmetçilik ise koparılan bütün gürültüye rağmen bir emperyalist proje olmaktan öte büyük bir anlamsızlıktır. Yayılıyor ve yayıldığı her yeri, emperyalizm için dikensiz gül bahçesine dönüştürüyor.
Ortadoğu bir kez daha gerici rüzgarların etkisinde. Bunun bir meltem olmadığının delili bizzat bu coğrafyanın kendisidir. Tersten esen fırtınalar için çok beklemeyeceğiz!
Serdar Akinan