ÜMİT-AK
09-05-2010, 12:37
İnsan İbadetle Kemale Erer ..
"(Ben, insanları ve cinleri ancak
(Bana. ibadet etsinler diye yarattım."
(Zariyat Suresi, 51/86)
İbadetin çendan zahirî bir ağırlığı var. Fakat manasında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez. Çünkü âbid namazında der: "Eşhedü en lâ ilahe illaLLah." Yani, "Hâlık ve Rezzak O'ndan başka yoktur. Zarar ve menfaat O'nun elindedir. O hem Hakîm'dir, abes iş yapmaz; hem Rahim'dir, ihsanı, merhameti çoktur" diye itikat ettiğinden, her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur, dua ile çalar. Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür. Rabbisine iltica eder, tevekkül ile istinat edip her musibete karşı tahassun eder. İmanı ona bir emniyet-i tâmme verir.
Evet, her hakikî hasenat gibi, cesaretin dahi menbaı imandır, ubudiyettir. Her seyyiât gibi cebânetin dahi menbaı dalâlettir. Evet, tam münevverü'l-kalp bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedâniyeyi lezzetli bir hayretle seyredecek. Fakat, meşhur bir münevverü'l-akıl denilen kalpsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyrukluyıldızı görse, yerde titrer, "Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?" der, evhama düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan koca Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk ettiler.)
Evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermayesi hiç hükmünde bir şey... Hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde bir şey... Âdeta sermaye ve iktidar dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belâları ise, dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. İşte bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibadet, tevekkül, tevhit, teslim, ne kadar a-zîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder.32
İbadet nedir?
Bazıları ibadet ve ubudiyete bilinenden daha farklı manalar da yüklemişlerdir. Elbette insan, takvasının boyutuna göre ibadeti daha şümullü, daha kapsamlı olarak düşünebilir ve hayatına da böyle tatbik edebilir. İşte bunlardan bazıları:
ı. Kulluğunu tam tekmil yerine getirirken bile, bilmediği kusurlarının var olabileceğini düşünerek, onların korkusuyla ürperme.
2. Başlangıçta kusursuz bir teşebbüs ve iradenin hakkını verme, neticenin değerlendirilmesinde de kendi havi ve kuvvetinden teberri etme... Allah'ın ezeli ve ebedî rububiyetine karşı hayatın bütün saniye ve saliselerini kulluk şuuru ile bezeme.
3. Bütün vücudî şeyleri, O'nun ziyasının gölgesi olarak görüp, onları gasp ve temellük etmeme ve övünmeme, yokluklarında da miskinleşmeme.
32 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler (Üçüncü Söz), s. 44, Söz Basım Yayın.
4. Her zaman vicdanda ona intisap şerefinin duyulması ve başka payelerle şeref ahz u atasının da nispetsizlik ve nesepsizlik sayılması gibi hususlar bunlardan bazılarıdır. M. Fethullah Gülen, Sızıntı, Ağustos 1993, Cilt 15, Sayı 175.
Rabbimizin bizim ibadetimize ne ihtiyacı var?
Kainatın yaratılmasındaki hikmet Allah'ı bilmektir. Bizim zerremizden, tüm benliğimize kadar her şey Allah'ındır. Mülk O'nundur, Mülkün sahibi mülkünü dilediği gibi tasarruf eder, kullanır.
İnsan ancak kulluk ve ibadet sayesinde Allah'ın istediği mahluk keyfiyeti kazanabilir. Örneğin, askere eğitim yaptıran komutanın acaba ne ihtiyacı vardır böyle yapmaya?
Halbuki o eğitimle asker kendisini düşmandan koruyabilir ve hayatını kurtarır, yoksa acemilik yapar ve kolay av olur. Düşman kurşununa hedef olur, hayatı söner. Öyle ise o eğitim o askere faydalıdır.
Aynen bunun gibi Allah'ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoktur. Biz ebedî hayatımızı ancak ibadet eğitimi ile kurtarabiliriz.
İnsan başıboş bir varlık olamaz mı?
Ağaçların meyvesi belli. İneğin, koyunun, keçinin meyvesi süt. Arının meyvesi bal. Güneşin meyvesi ısı ve ışık, denizin meyvesi balık, tavuğun meyvesi yumurta... Bütün bu varlıklar meyvelerini kendileri yemeyip insana takdim etmektedirler. Peki, insanın meyvesi nedir? O meyvesini kime takdim edecektir?
Bütün varlıklar kendilerine verilen vazifeleri bihakkın yaparken, insan elbette başıboş olamaz. Ondan da bir meyve beklenmektedir. Nedir o meyve? İbadet ve namaz. Kime takdim edilecektir? Allah'a...
O meyveyi ancak Allah satın alabilir. O meyvenin fiyatını ancak Allah verebilir. Nedir o meyvenin fiyatı? Cennet... Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
"Allah mü'minlerden, mallarını ve canlarını (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır."(Tevbe Suresi, 9/111.)
Can sermayesini cami pazarlarında ve ahiretin bir san-dukçası olan namaz seccadesinde Allah'a satarsanız, inşaaLLah karşılığında cenneti alırsınız.
Er nedir? Kul nedir?
Er, her ihtiyacı devlet tarafından karşılanan rütbesiz askerdir. Böyle bir asker, kendisine verilen vazifeyi tam ve zamanında yapmak mecburiyetindedir. Asker vazifeyi yapmamak için bahaneler ileri süremez. Kayıtsız, şartsız itaatten başka bir şey bilmez. İşte erin ve askerin tarifi budur.
Kul ise gözünün gördüğü göremediği, kulağının duyduğu duyamadığı, elinin tuttuğu tutamadığı her ihtiyacı Allah tarafından karşılanan insandır ve rütbe farkı aranmaz. Zengin-fakir, mü'min-kafir her insan kul tarifinin içindedir.
Devlet, askerine ayakkabı verir, ama ayak veremez. Elbise verir ama beden veremez. Verdiği şeyler bellidir ve sınırlıdır. Buna rağmen kayıtsız, şartsız teslimiyet, itaat ve birçok fedakârlıklar ister.
İnsan bunların hepsine boyun eğer. Ama yüce Allah, hem can vermiş, hem de ceset, hem ruh vermiş hem de beden elbisesini giydirmiş. Hem akciğer vermiş, hem de hava...
Kısacası, hem bize lazım olacak azaları, organları vermiş, hem de o organlara lazım olacak şeyleri vermiş.
Peki böyle bir kul niçin Allah'a itaat etmesin ve niçin Allah'ın verdiği vazifelerde kusur etsin? İnsan ibadet ve kullukla safiyet ve marifet kazanır, makam-ı mahbubiyete ulaşır.
"İ'lem eyyühe'1-aziz! İmana ait bilgilerden sonra en lâzım ve en mühim a'mâl-i safihadır. Salih amel ise, maddî ve manevî hukuk-u ibâda tecavüz etmemekle, hukukullahı da bihakkın ifa etmekten ibarettir. Ecnebilerden alman maddî bilgiler, san'at ve terakkiyata âit ise, lâzımdır. Sefahete dair ise muzırdır." Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s. 156, Söz Basım Yayın.
Peygamber Efendimizin kulluğu
Efendimiz (a.s.m.), bir gece Hz. Aişe validemize:
"Ya Aişe! Müsaade eder misin? Biraz Rabbime ibadet etmek istiyorum" buyurdu.
Hz. Aişe (r.a.):
"Ya Resulullah! Senin yanımda bulunmanı çok arzu ederim, fakat Rabbinle aranıza girmeye gönlüm razı olmaz" dedi. Efendimiz o gece sabaha kadar ibadete devam ettiler.
Sabah ezanıyla uyanan Aişe validemiz:
"Ya ResulaLLah! Allah-u Teala sana 'Senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affettim' buyurduğu halde niçin kendini bu kadar helak ediyorsun?" diye sorunca Efendimiz ona cevaben:
"Ya Aişe! Ben Rabbime çokça şükreden biri olmayayım mı?" buyurdular., , .
Kul ibadeti ile Allah'ın vermiş olduğu nimetlere şükrünü yerine getirmiş olur. İnsan başıboş kalamaz! Elbette üzerimizdeki nimetlerinin teşekkürü bizden istenecektir.
Farzlarını kılanın dünyevî işleri de ibadet olur
"Dinin farzlarını yerine getirmek suretiyle dünyevî çalışmaların da bir ibadet hükmüne geçtiğine dair Üstad'ımızın yanma gelenlere verdiği derslerden birkaç numune:
"ı. Üstad'ımız Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte, bir gün, Eskişehir'deki Yıldız Oteli'nde bulunuyorduk. Şeker fabrikasından yanma gelen birkaç işçi ve ustabaşına kısaca dedi:
"'Siz farz namazlarınızı kusanız, o zaman, fabrikadaki bütün çalışmalarınız ibadet hükmüne geçer. Çünkü milletin zarurî ihtiyacını temin eden mübarek bir hizmette bulunuyorsunuz.'
"2. Yine bir gün, Eğirdir yolu altında oturmuş, Rehber'i okuyorduk. Tren yolunda çalışan birisi geldi. Ve Üstad, ona da aynı şekilde, feraizi eda edip kebairden çekinmek şartıyla bütün çalışmalarının ibadet olduğunu, çünkü on saatlik bir yolu bir saatte kestirmeye vesile olan tren yolunda çalıştığından, mü'minlere, insanlara olan bu hizmetin boşa gitmeyeceğini, ebedî hayatında sevincine medar olacağını ifade etmiştir.
"3. Yine bir gün vaktiyle Eskişehir'de, tayyareciler ve subaylar ve askerlere de aynen şu dersi vermişti. 'Bu tayyareler, bir gün İslamiyet'e büyük hizmet edecekler. Farz namazlarınızı kusanız, kılamadığınız zaman kaza etseniz, asker olduğunuz için her bir saatiniz on saat ibadet, hususan hava askeri olanların bir saati, otuz saat ibadet sevabını kazandırır. Yeter ki kalbinde iman nuru bulunsun ve imanın lâzımı olan namazı ifa etsin.'
"4. Hem Barla, hem İsparta, hem Emirdağ'da çobanlara derdi: 'Bu hayvanlara bakmak büyük bir ibadettir. Hatta bazı Peygamberler de çobanlık yapmışlar. Yalnız, siz farz namazlarınızı kılınız, tâ hizmetiniz Allah için olsun.'
"5. Yine bir gün, Eğirdir'de elektrik santralinin inşasmc çalışan amele ve ustaya, 'Bu elektriğin umum millete büyü menfaati var. O umumî menfaatten hissedar olabilmen için, farzınızı kılınız. O zaman bütün sa'yiniz, uhrevî bir tic; ret ve ibadet hükmüne geçer' demiştir."
(Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 580, Söz Basım Yayın.)
Halil Şahin
"(Ben, insanları ve cinleri ancak
(Bana. ibadet etsinler diye yarattım."
(Zariyat Suresi, 51/86)
İbadetin çendan zahirî bir ağırlığı var. Fakat manasında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez. Çünkü âbid namazında der: "Eşhedü en lâ ilahe illaLLah." Yani, "Hâlık ve Rezzak O'ndan başka yoktur. Zarar ve menfaat O'nun elindedir. O hem Hakîm'dir, abes iş yapmaz; hem Rahim'dir, ihsanı, merhameti çoktur" diye itikat ettiğinden, her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur, dua ile çalar. Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür. Rabbisine iltica eder, tevekkül ile istinat edip her musibete karşı tahassun eder. İmanı ona bir emniyet-i tâmme verir.
Evet, her hakikî hasenat gibi, cesaretin dahi menbaı imandır, ubudiyettir. Her seyyiât gibi cebânetin dahi menbaı dalâlettir. Evet, tam münevverü'l-kalp bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedâniyeyi lezzetli bir hayretle seyredecek. Fakat, meşhur bir münevverü'l-akıl denilen kalpsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyrukluyıldızı görse, yerde titrer, "Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?" der, evhama düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan koca Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk ettiler.)
Evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermayesi hiç hükmünde bir şey... Hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde bir şey... Âdeta sermaye ve iktidar dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belâları ise, dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. İşte bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibadet, tevekkül, tevhit, teslim, ne kadar a-zîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder.32
İbadet nedir?
Bazıları ibadet ve ubudiyete bilinenden daha farklı manalar da yüklemişlerdir. Elbette insan, takvasının boyutuna göre ibadeti daha şümullü, daha kapsamlı olarak düşünebilir ve hayatına da böyle tatbik edebilir. İşte bunlardan bazıları:
ı. Kulluğunu tam tekmil yerine getirirken bile, bilmediği kusurlarının var olabileceğini düşünerek, onların korkusuyla ürperme.
2. Başlangıçta kusursuz bir teşebbüs ve iradenin hakkını verme, neticenin değerlendirilmesinde de kendi havi ve kuvvetinden teberri etme... Allah'ın ezeli ve ebedî rububiyetine karşı hayatın bütün saniye ve saliselerini kulluk şuuru ile bezeme.
3. Bütün vücudî şeyleri, O'nun ziyasının gölgesi olarak görüp, onları gasp ve temellük etmeme ve övünmeme, yokluklarında da miskinleşmeme.
32 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler (Üçüncü Söz), s. 44, Söz Basım Yayın.
4. Her zaman vicdanda ona intisap şerefinin duyulması ve başka payelerle şeref ahz u atasının da nispetsizlik ve nesepsizlik sayılması gibi hususlar bunlardan bazılarıdır. M. Fethullah Gülen, Sızıntı, Ağustos 1993, Cilt 15, Sayı 175.
Rabbimizin bizim ibadetimize ne ihtiyacı var?
Kainatın yaratılmasındaki hikmet Allah'ı bilmektir. Bizim zerremizden, tüm benliğimize kadar her şey Allah'ındır. Mülk O'nundur, Mülkün sahibi mülkünü dilediği gibi tasarruf eder, kullanır.
İnsan ancak kulluk ve ibadet sayesinde Allah'ın istediği mahluk keyfiyeti kazanabilir. Örneğin, askere eğitim yaptıran komutanın acaba ne ihtiyacı vardır böyle yapmaya?
Halbuki o eğitimle asker kendisini düşmandan koruyabilir ve hayatını kurtarır, yoksa acemilik yapar ve kolay av olur. Düşman kurşununa hedef olur, hayatı söner. Öyle ise o eğitim o askere faydalıdır.
Aynen bunun gibi Allah'ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoktur. Biz ebedî hayatımızı ancak ibadet eğitimi ile kurtarabiliriz.
İnsan başıboş bir varlık olamaz mı?
Ağaçların meyvesi belli. İneğin, koyunun, keçinin meyvesi süt. Arının meyvesi bal. Güneşin meyvesi ısı ve ışık, denizin meyvesi balık, tavuğun meyvesi yumurta... Bütün bu varlıklar meyvelerini kendileri yemeyip insana takdim etmektedirler. Peki, insanın meyvesi nedir? O meyvesini kime takdim edecektir?
Bütün varlıklar kendilerine verilen vazifeleri bihakkın yaparken, insan elbette başıboş olamaz. Ondan da bir meyve beklenmektedir. Nedir o meyve? İbadet ve namaz. Kime takdim edilecektir? Allah'a...
O meyveyi ancak Allah satın alabilir. O meyvenin fiyatını ancak Allah verebilir. Nedir o meyvenin fiyatı? Cennet... Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
"Allah mü'minlerden, mallarını ve canlarını (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır."(Tevbe Suresi, 9/111.)
Can sermayesini cami pazarlarında ve ahiretin bir san-dukçası olan namaz seccadesinde Allah'a satarsanız, inşaaLLah karşılığında cenneti alırsınız.
Er nedir? Kul nedir?
Er, her ihtiyacı devlet tarafından karşılanan rütbesiz askerdir. Böyle bir asker, kendisine verilen vazifeyi tam ve zamanında yapmak mecburiyetindedir. Asker vazifeyi yapmamak için bahaneler ileri süremez. Kayıtsız, şartsız itaatten başka bir şey bilmez. İşte erin ve askerin tarifi budur.
Kul ise gözünün gördüğü göremediği, kulağının duyduğu duyamadığı, elinin tuttuğu tutamadığı her ihtiyacı Allah tarafından karşılanan insandır ve rütbe farkı aranmaz. Zengin-fakir, mü'min-kafir her insan kul tarifinin içindedir.
Devlet, askerine ayakkabı verir, ama ayak veremez. Elbise verir ama beden veremez. Verdiği şeyler bellidir ve sınırlıdır. Buna rağmen kayıtsız, şartsız teslimiyet, itaat ve birçok fedakârlıklar ister.
İnsan bunların hepsine boyun eğer. Ama yüce Allah, hem can vermiş, hem de ceset, hem ruh vermiş hem de beden elbisesini giydirmiş. Hem akciğer vermiş, hem de hava...
Kısacası, hem bize lazım olacak azaları, organları vermiş, hem de o organlara lazım olacak şeyleri vermiş.
Peki böyle bir kul niçin Allah'a itaat etmesin ve niçin Allah'ın verdiği vazifelerde kusur etsin? İnsan ibadet ve kullukla safiyet ve marifet kazanır, makam-ı mahbubiyete ulaşır.
"İ'lem eyyühe'1-aziz! İmana ait bilgilerden sonra en lâzım ve en mühim a'mâl-i safihadır. Salih amel ise, maddî ve manevî hukuk-u ibâda tecavüz etmemekle, hukukullahı da bihakkın ifa etmekten ibarettir. Ecnebilerden alman maddî bilgiler, san'at ve terakkiyata âit ise, lâzımdır. Sefahete dair ise muzırdır." Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s. 156, Söz Basım Yayın.
Peygamber Efendimizin kulluğu
Efendimiz (a.s.m.), bir gece Hz. Aişe validemize:
"Ya Aişe! Müsaade eder misin? Biraz Rabbime ibadet etmek istiyorum" buyurdu.
Hz. Aişe (r.a.):
"Ya Resulullah! Senin yanımda bulunmanı çok arzu ederim, fakat Rabbinle aranıza girmeye gönlüm razı olmaz" dedi. Efendimiz o gece sabaha kadar ibadete devam ettiler.
Sabah ezanıyla uyanan Aişe validemiz:
"Ya ResulaLLah! Allah-u Teala sana 'Senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affettim' buyurduğu halde niçin kendini bu kadar helak ediyorsun?" diye sorunca Efendimiz ona cevaben:
"Ya Aişe! Ben Rabbime çokça şükreden biri olmayayım mı?" buyurdular., , .
Kul ibadeti ile Allah'ın vermiş olduğu nimetlere şükrünü yerine getirmiş olur. İnsan başıboş kalamaz! Elbette üzerimizdeki nimetlerinin teşekkürü bizden istenecektir.
Farzlarını kılanın dünyevî işleri de ibadet olur
"Dinin farzlarını yerine getirmek suretiyle dünyevî çalışmaların da bir ibadet hükmüne geçtiğine dair Üstad'ımızın yanma gelenlere verdiği derslerden birkaç numune:
"ı. Üstad'ımız Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte, bir gün, Eskişehir'deki Yıldız Oteli'nde bulunuyorduk. Şeker fabrikasından yanma gelen birkaç işçi ve ustabaşına kısaca dedi:
"'Siz farz namazlarınızı kusanız, o zaman, fabrikadaki bütün çalışmalarınız ibadet hükmüne geçer. Çünkü milletin zarurî ihtiyacını temin eden mübarek bir hizmette bulunuyorsunuz.'
"2. Yine bir gün, Eğirdir yolu altında oturmuş, Rehber'i okuyorduk. Tren yolunda çalışan birisi geldi. Ve Üstad, ona da aynı şekilde, feraizi eda edip kebairden çekinmek şartıyla bütün çalışmalarının ibadet olduğunu, çünkü on saatlik bir yolu bir saatte kestirmeye vesile olan tren yolunda çalıştığından, mü'minlere, insanlara olan bu hizmetin boşa gitmeyeceğini, ebedî hayatında sevincine medar olacağını ifade etmiştir.
"3. Yine bir gün vaktiyle Eskişehir'de, tayyareciler ve subaylar ve askerlere de aynen şu dersi vermişti. 'Bu tayyareler, bir gün İslamiyet'e büyük hizmet edecekler. Farz namazlarınızı kusanız, kılamadığınız zaman kaza etseniz, asker olduğunuz için her bir saatiniz on saat ibadet, hususan hava askeri olanların bir saati, otuz saat ibadet sevabını kazandırır. Yeter ki kalbinde iman nuru bulunsun ve imanın lâzımı olan namazı ifa etsin.'
"4. Hem Barla, hem İsparta, hem Emirdağ'da çobanlara derdi: 'Bu hayvanlara bakmak büyük bir ibadettir. Hatta bazı Peygamberler de çobanlık yapmışlar. Yalnız, siz farz namazlarınızı kılınız, tâ hizmetiniz Allah için olsun.'
"5. Yine bir gün, Eğirdir'de elektrik santralinin inşasmc çalışan amele ve ustaya, 'Bu elektriğin umum millete büyü menfaati var. O umumî menfaatten hissedar olabilmen için, farzınızı kılınız. O zaman bütün sa'yiniz, uhrevî bir tic; ret ve ibadet hükmüne geçer' demiştir."
(Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 580, Söz Basım Yayın.)
Halil Şahin