Benide_Kapatın
04-16-2008, 01:52
GDO’lar. Yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar… Gıda fiyatlarındaki artış… Kıtlık senaryoları… Kapitalizmin yeni vahşi senaryosuna hoş geldiniz…
Gündemde gıda fiyatları üzerinden yaşanan kriz var. Kriz o denli ciddi ki, dünya çapında bir kıtlık ihtimali hiç de düşük değil. Bu söylem, belki fiyatları daha da artırmak isteyen spekülatörlere ait ama maalesef doğru. Çünkü iki sene önce yayınlanan bir rapora göre, gelecek 50 yıllık kaynağı şimdiden tüketmiş durumdayız. Yani 50 yıl sonra tüketmiş olmamız gereken noktadayız ve dünyaya 50 yıl borçluyuz.
Bu durum kapitalizmin içinden geçtiği buhranla birleşince maalesef iyimser bir tabloya dair ümitler zayıflıyor.
Peki her krizden kendini yenileyerek sıyrılmayı bilen kapitalizm bu buhrandan nasıl çıkmayı düşünüyor?
Bu soruya cevap vermek için üniversitelerde okutulan Ekonomi’ye giriş ders kitaplarına dönmek gerekiyor. O kitaplarda konomi şöyle tanımlanıyor: “Kıt, sınırlı kaynaklarla sonsuz ihtiyaçların optimum dağılımını inceleyen bilim dalı.”
Şimdi birincisi şunu söylemek durumundayız:
Eğer dünyanın gelecek 50 yılından şimdiden tüketmişsek, demek ki ekonomi bilimi ve iktisatçılar hiçbir işe yaramamışlar.
İkincisi, evet kaynaklar sınırlı ama insanın ihtiyaçları sınırsız değil. Bu kapitalist mantığın varsayımı ve aslında dayattığı…
İnsanlar paylaşmasını, yetinmesini, razı gelmeyi, doymayı bilirler. Fakat kapitalist ideoloji, kar maksimizasyonu için tüm enstrümanlarıyla “doymak bilmeyen birey” yaratma peşinde. Reklamlarda deniyor ya, “daha azıyla niye yetinesin!”
Şimdi gelelim gıda krizine ve GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar), yani hormonlu yiyeceklere…
Kapitalizm, bu sınırsız ihtiyaçlara ket vurmayı ya da daha doğrusu sınırsız olmadığı gerçeği üzerinden gitmeyi değil, verimlilik ideolojisi çerçevesinde gıdaların genetiğiyle laboratuarlarda oynayarak kaynakları kıt olmaktan çıkartmayı tercih ediyor. Matbaada kağıt basar gibi, seri bir şekilde domates, mısır, patates üretilerek sınırsız ihtiyaçların karşılanması hedefleniyor. Hatta ineklerin bile genetiği ile oynanarak meme sayıları artırılıp inekten sağlanan süt miktarı maksimize edilmeye çalışılıyor.
Bu aslında Ertuğrul Özkök’ün Viyana’dayken okuduğu Francis Bacon’un şu sözünden bağımsız değil: “Doğaya işkence ederek onu öğreneceğiz.”
İşte kapitalizm de doğaya işkence ederek, onu sömürerek kar maksimizasyonunu ve krizleri atlatmayı hedefliyor.
Bu gidişata dair senaryolar çok, fakat bu meselenin şu boyutunu da unutmamak lazım…
Bugün kanser yapan, ciddi sağlık sorunlarına sebep olan GDO’lar yoksul, gelir seviyesi alt-orta kesim tarafından tüketilmektedir. Afrika Avrupa’nın gönderdiği GDO’ları “böcek yeriz daha iyi” diyerek geri iade etmişti. Fakat doğal ürünler, doğayı tahrip edip, doğal ürünlere yaşam alanı tanımayan, 50 yıl öncesini şimdiden tüketmiş olan kapitalistlerce tüketiliyor. Doğayla iç içe yaşam, doğayı tahrip eden büyük inşaat firmaların sahiplerinin hakkı şuanda.
analiz İlhan Döğüş
Gündemde gıda fiyatları üzerinden yaşanan kriz var. Kriz o denli ciddi ki, dünya çapında bir kıtlık ihtimali hiç de düşük değil. Bu söylem, belki fiyatları daha da artırmak isteyen spekülatörlere ait ama maalesef doğru. Çünkü iki sene önce yayınlanan bir rapora göre, gelecek 50 yıllık kaynağı şimdiden tüketmiş durumdayız. Yani 50 yıl sonra tüketmiş olmamız gereken noktadayız ve dünyaya 50 yıl borçluyuz.
Bu durum kapitalizmin içinden geçtiği buhranla birleşince maalesef iyimser bir tabloya dair ümitler zayıflıyor.
Peki her krizden kendini yenileyerek sıyrılmayı bilen kapitalizm bu buhrandan nasıl çıkmayı düşünüyor?
Bu soruya cevap vermek için üniversitelerde okutulan Ekonomi’ye giriş ders kitaplarına dönmek gerekiyor. O kitaplarda konomi şöyle tanımlanıyor: “Kıt, sınırlı kaynaklarla sonsuz ihtiyaçların optimum dağılımını inceleyen bilim dalı.”
Şimdi birincisi şunu söylemek durumundayız:
Eğer dünyanın gelecek 50 yılından şimdiden tüketmişsek, demek ki ekonomi bilimi ve iktisatçılar hiçbir işe yaramamışlar.
İkincisi, evet kaynaklar sınırlı ama insanın ihtiyaçları sınırsız değil. Bu kapitalist mantığın varsayımı ve aslında dayattığı…
İnsanlar paylaşmasını, yetinmesini, razı gelmeyi, doymayı bilirler. Fakat kapitalist ideoloji, kar maksimizasyonu için tüm enstrümanlarıyla “doymak bilmeyen birey” yaratma peşinde. Reklamlarda deniyor ya, “daha azıyla niye yetinesin!”
Şimdi gelelim gıda krizine ve GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar), yani hormonlu yiyeceklere…
Kapitalizm, bu sınırsız ihtiyaçlara ket vurmayı ya da daha doğrusu sınırsız olmadığı gerçeği üzerinden gitmeyi değil, verimlilik ideolojisi çerçevesinde gıdaların genetiğiyle laboratuarlarda oynayarak kaynakları kıt olmaktan çıkartmayı tercih ediyor. Matbaada kağıt basar gibi, seri bir şekilde domates, mısır, patates üretilerek sınırsız ihtiyaçların karşılanması hedefleniyor. Hatta ineklerin bile genetiği ile oynanarak meme sayıları artırılıp inekten sağlanan süt miktarı maksimize edilmeye çalışılıyor.
Bu aslında Ertuğrul Özkök’ün Viyana’dayken okuduğu Francis Bacon’un şu sözünden bağımsız değil: “Doğaya işkence ederek onu öğreneceğiz.”
İşte kapitalizm de doğaya işkence ederek, onu sömürerek kar maksimizasyonunu ve krizleri atlatmayı hedefliyor.
Bu gidişata dair senaryolar çok, fakat bu meselenin şu boyutunu da unutmamak lazım…
Bugün kanser yapan, ciddi sağlık sorunlarına sebep olan GDO’lar yoksul, gelir seviyesi alt-orta kesim tarafından tüketilmektedir. Afrika Avrupa’nın gönderdiği GDO’ları “böcek yeriz daha iyi” diyerek geri iade etmişti. Fakat doğal ürünler, doğayı tahrip edip, doğal ürünlere yaşam alanı tanımayan, 50 yıl öncesini şimdiden tüketmiş olan kapitalistlerce tüketiliyor. Doğayla iç içe yaşam, doğayı tahrip eden büyük inşaat firmaların sahiplerinin hakkı şuanda.
analiz İlhan Döğüş