Orijinalini görmek için tıklayınız : Köşe yazıları
murataltug1985
03-08-2018, 08:40
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
*Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan 17 ay sonra Zeytindalı Harekâtı’nda destan yazıyoruz.zaferin yaşandığı Afrin, Gazianteb’in kardeşidir. Ayıntab ve Afrin, Halep in ilçeleriydi. Mehmetçik Sultan Selim Han komutasında 24 Ağustos 1516’da Mercidabık Zaferi’ni kazanmış Kanal Cephesi’nin devamı olan Filistin-Suriye Cephesi’nde ağır zayiatlar verilmiş 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi bu bölgelerde imzalanmış suriye bölgesi zafer ve hüsran bölgesidir Kanal, Sina, Hicaz, Kudüs, Filistin, Şam, Halep, Bağdat ile Afrin, İdlib, Azez, Arap Pınarı Ayn el Arab *gibi yerleri*kaybımızdan bir asır sonra kaderi İlâhi, Mehmetçiği yeniden Sultan Selim topraklarına sevk etti.**Şu Garipliğe bakın 5 asra adaletle hükümettiğimiz ata topraklarımızı işgal eden I. Dünya emperyalistleri harekât için müsaade almamızı ummaktalar. I. Dünya emperyalistleri Orta Doğuyu İslâm coğrafyasını işgal ederken Osmanlıya karşı gafil ve sözde Arap aşiretlerini islam topraklarını gasbedip İsrail’e kazandırmak isteyen sömürgeci güçlerin Kürt komünist aşiretleri kullanıyorlar.komünist aşiretler ümitlerini kaybetmedi ağababalarının teşviki sürmekteydi.* Ankaranın ikazlarına rağmen tacizlerine devam ettiler Erbilde referandumla bağımsızlık isteme hadsizliğine kalkıştılar Türk milleti, güçlü iradesiyle 15 Temmuz ihanetini yok etti, Erbil nankörlüğünü kahrı perişan eyledi IV. Muradın ata topraklarını kafirlere çiğnetmedi Amerika çaresizce Türkiye ve Irak hududunda 30 bin kişilik askerî birlik kuracaklarını açıkladı. Amaçları DEAŞ lı teröristlerle Kürt koridoru dedikleri terör koridorunu oluşturmak komünist Kürt aşiretleri maşa kullanmaktı IV. Murad’ın fatihi olduğu topraklarda Büyük Kürdistan, ve Büyük israili kurmak istediler
*İşgalciler için Afrin’ Akdeniz kapısıdır 15 Temmuz darbesindeki tüm gayretleri, Fırat’ın doğusuyla batısındaki Afrin’i birleştirmekti. Fırat’ın doğusu Suriye’nin kuzey doğusudur zengin petrol yataklarına sahiptir. Arap Baharından sonra Esad, Suriye’nin kuzeyini Türkiye’ye inat Kürt unsurlara bırakmıştı Suriye yer altı kaynaklarının yarıya yakını ve topraklarının üçte biri teröristlerin eline geçti.Suriye iç harbinden sonra KCAK: PKK/PYD-YPG, Irak’ın kuzeyinden başlayarak Suriye’nin kuzeyi ve Türkiye’nin güneyinden Akdeniz’e uzanarak devletleşme cesareti gösterdi. Amerika, İsrail ve Rusya tarafından maşa kullanılıyorlardı Fırat Kalkanıyla tüm oyun bozuldu.*Türkiye’ye karşı kurulan haçlı-hain iş birliği,sabır taşımızı çatlattı Afrinde Zeytindalı Harekâtı başladı Rusya, hududumuzda ordu kurmaya kalkışan ABD’yi Türkiye’yi kışkırtmakla suçladı. Pentagon Türkiye’nin kaygılarını anladıkları gibi bir cümle kullandılar. Sonra da gerilimi tırmandırmama çağrısı” yaptılar. Bu samimiyetsiz söz, 15 Temmuz ağzıdır. O uğursuz gece Obama, uzun müddet sustuktan sonra* taraflara itidal tavsiye ediyoruz!” demişti. Bir tarafta *bdevlet, diğer tarafta teröristler varken “taraflar” diye* konuşmak hakikati saptırmak herkesi kör âlemi sersem sanmaktır.
*Zeytindalı Harekâtı, iyi bir istihbarat hazırlığından sonra* 20 Ocak 2018 günü saat 17’de başladı. Mehmetçiğin ve bütün vatan evlâdlarının yolu açık olsun. Allah, yardım etsin ve muzaffer eylesin.
burası Peygamber ocağıdır” mânevi komutanlar, Sultan Selim Dördüncü Murad Handır mânevi koruyucularımız Şam muhafızı Bilali Habeşi, Muhyiddini Arabi ve Mevlana Bağdadi Hazretleri ve nice eshab, evliya ve ulemadır...Gül Baba Türbesi’nden Gümülcine’ye, Gül Babaya Sarıkamış’a, Kıbrıs’a, Rodos’a, Bağdad’a, Kudüs’e Yemen’e, Sudan’a kadar şehidlerimizin al kanları, topraklarımızı uçsuz-bucaksız paha biçilmez bir Hereke halısı gibi nakış nakış işlemiştir. **
Bir millet, uyanmakta, şuurlanmakta kendine dönmektedir. Dirilen millet, tarihle hesaplaşıyor. Bu millet,ve ümmet kendine dönecektir Paralı askerler, Mehmetçikteki cihad ruhunu anlayamazlar.Sırada Menbiç var Fırat’ın doğusu var…*Afrinde İlk hava taarruzu 72 uçakla yapıldı. El Bâb’da 72 şehid vermiştik bu taarruz el baba saygı duruşudur Başbakan Yıldırım, basın açıklamasını, Sultan Vahideddin Köşkü’nde yaptı. İngiliz emperyalizminin mağdur ettiği *Mehmed Vahiddedin , son Osmanlı Sultanıdır son İslâm Halifesidir. Açıklamanın O mekânda olması, Vahşi Batının I. Dünya talanına karşı dik durmaktır bâşkaldırmaktır batıya olan isyanımızdır. *Kara harekâtı ordumuzun 21 Ocak 2018 günü saat 11.05’te Kilis’in Gülbaba Mevkiî’nden *Afrin’e girmesiyle başladı. Gül Baba Türbesi, Macaristan’dadır. Gül Baba Merzifonlu Alperen Cafer Efendidir 29 Ağustos 1526*da Mohaçta cuma günü şahadet şerbeti*içmiş, cenaze namazını Şeyh’ül İslâm Ebu’s Suud Hazretleri kıldırmıştır. musalla taşının önünde 200 bin kişilik bir cemaat vardır. Muhteşem Süleyman imamın arkasında er kişiye el bağlayan mü’minlerden biridir
murataltug1985
03-08-2018, 08:40
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
ANALAR, NE ARSLANLAR DOĞURMUŞ!..
*Abdülhamid Hanı Fransız İhtilali’nin zehirlediği
kıt akıllı ırkçılar toprağa düşürdü,Kürtçülük fitnesini; Abdülhamid Han muhalifi akılsızlar
İslam’ın ve ümmetin amansız düşmanı İngiliz seralarda çimlendirdi,Komünistler, fidanlaştırdı,
Kapitalistler, ağaçlandırdı.Dualarla karılmış, şehid kanlarıyla sulanmış gazi topraklarının civanmert evladları kürtçülük fitnesini kökünden söküp atacak, hudutlar yıkılacak ve kardeş, kardeşle kucaklaşacaktır inşallah.Mü’minler, kardeştir.
Kalbleri birdir.İmanları birdir.Kıbleleri birdir.
Onlar, Allah’a kul, Habibine ümmettir.
Onlar, korku nedir bilmezler.*Onlar Oğuz Han Alparslan Yıldırım Fatih Yavuz Murad Han Çanakkale ve İstiklal Harbi kahramanları Kore Kıbrıs Afrin şehitleridir onlar Mehmetçiktir! Mehmed, ismini Şanlı Peygamber’den alan tek askerdir.Mehmedim, Avuçlar, semaya senin için açılmaktadır.şehadet aşkın Bedr’de tutuştu.
Ananın ak sütü helal,Şahadetin afiyet,
Gazan mübarek,Fetih suresi yoldaşın,
Yolun açık olsun Bil ki sömürge çağına son vermektesin. doğan güneş, zaferini kutlamaktadır.
Muştular oldun!...FETİH MÜBAREK OLSUN!
murataltug1985
03-08-2018, 08:40
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
Fethiniz mübarek olsun
*millî mücadele ve millî cihâd yolunda Fırat Kalkanı bir ilkti. İlk hamleyle bugünlere hazırlandık. Hazırlığın güzergâhını Cumhurbaşkanı Fırat’ın doğusu-batısından sonra Kandil’e kadar gidilecek.
Afrin Harekâtı, Kızılelma yürüyüşüdür *PYD’nin başındaki terörist Müslim ağababalarına Türkleri durdurun diye feryat etmekte yalvarmaktadır Afrin Harekâtı’nda Mehmetçik ve Suriye Millî*Ordusu"* mücahitlerinin mânevi gücü yüksektir. mânevî zırhla Burseya Dağı fethedilmiştir hain ve zalimlerin kalesine Türk’ün fetihlere hasret şanlı bayrağı dikildi. ikinci Kandil dağını ABD kurtaramamış Mehmetçik fethetmiştir fethin mübarek olsun şanlı asker*Dedelerimiz Harb-i Umumide I. Cihan Harbi’nde düşmanla cenk etmiştir bugünde şanlı torunları Afrin’de, Cebel-i Burseya’da 7 düvele cihad etmektedir. Millî Mücadelemizin ismi "Millî Mücahede"dir. Halife’nin, cihad ilânı"yla başlamıştı. cihada Müslümanların iştirak etmesi farz-ı ayn
Allahın buyruğuydu O gün cihad, 7 düvele Haçlıya yapılmaktaydı. Dün Bosna’da yapılan buydu. Bugün Afrin’den Kandil'e kadar yapılan ve yapılacak olan muharebe cihaddır.
*cihadımız Çanakkale’de olduğu gibi*bir müdafaa harbidir.meşrû müdafaa yapmaktayız. Türkiye Cumhuriyeti bugün kendi topraklarının bütünlüğü, vatandaşlarının hürriyet ve hayatı ve komşu devletler Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğü ve oradaki insanlar için hukuki meşrû müdafaa yapmaktadır.*Bugün ortadoğuya tarafsız kalmamız mümkün değildir insanların katledilmesine aldırmazlık edemeyiz. *Türk milleti suriyeyle filistinle din kardeşidir. kan kardeşidir tarihimiz ortaktır zulme razı olamayız.*Suriyeden Arap, Kürt ve Türkmen kardeşlerimiz mülteci olarak ana vatanları Türkiye’ye sığınmasalardı Tek bir kişi gelmeseydi bile Stalin eşkıyası esedin haçlı iş birliğiyle sivillere zulmetmesine meşru müdafaa hakkımızı kullanırdık.*Suriye nüfusunun yarısı yerinden yurdundan olmuştur.
*40 yıldan bu yana bölücü terörden çekmekteyiz. camilerimize cemaatimize vatanımıza tasmalı köpekler saldırmaktadır. seyirci kalmamız milletimize ihanettir *cephede aslanlar gibi cihad eden*Mehmetçiğin kuvveti mâneviyatı morali yüksektir. Kendini Mehmetçik gören vatandaş aynı ruh hâlindedir. 15 Temmuz'dan içeriden ve dışarıdan sinsi algı operasyonlarıyla "cihadcı ruhumuz ve cihad*şuurumuz öldürülmek istenmiştir. *mukaddes kitabımızla harp ediyorlardı. 15 Temmuz gecesi millet cihadda dirildi. *Suriyeli vatanseverler ve askerimizin moralini yükselten sebebler Hükûmet, güçlü bir siyâsi*iradeyle arkalarındadır. 80 milyon Türkiye ve İslâm âleminin duaları onlarla beraberdir. Mehmetçik, sağanak sağanak dua almaktadır.
*Cephede savaşan askerin hiçbir eksiği yoktur. Muharebe silahlarımızı kendimiz*yapmaktayız. Başkomutan, Ordu’nun başındadır…
*Uzun ve şerefli bir yoldayız.
40 yılın hesabını görüyoruz.
Belki de 100 yılın…
Kâzım Karabekir ne demişti?
-Yâ İstiklâl yâ ölüm!!!
Afrin aslanları! Fethiniz mübarek olsun!
Alnınız iki cihanda da ak olsun!
Allah, zaferlerinizin devamını nasip buyursun.
Alnınızdan öpüyoruz...
murataltug1985
03-08-2018, 08:41
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
Fethiniz mübarek olsun
*Arapçasıyla “Cebel-i Burseya”, Türkçesiyle*“Burseya Dağı”, Kuzey Suriye’de Haleptedif 855 metre rakımlı dağ,* Azez Ovasıyla Afrin Çayı Vâdisinde yer alır. *Dağlar ve ırmaklar, muharebelerde *son sözü söyler Dağlar susar, ırmaklar konuşur son söz onlardadır. Zafer, sonların rızasına* bağlıdır. 90 bin yiğit Mehmed,* Allahüekber Dağlarını aşabilseydi Türk Ordusu, Turan ile buluşacak ve sonrası bu günkü gibi olmayacaktı.*Zeytin Dalı Harekâtı, 20 Ocak 2018 *ikindi vakti başladı.. *Harekâttan 8 gün sonra 28 Ocak 2018 günü zafer, kazanıldı. Harekât, başladığında *ikindi ezanı okunmuştu Burseya Dağı’nın fethinde vakit, asr-ı evveldir.*Müfessirler, yorumcuları, asr’a *“ikindi vakti” ve yüzyıllık zaman demişlerdir. *Zeytin Dalı Harekâtı ve Burseya zaferi Allahü teâlânın “ve’l asr…” diyerek yemîn ettiği asr vaktinde, ikindide başladı *Türk Bayrağı’nın Burseya Dağı’ndaki düşman kal’asına dikilmesi *asırlık, yüz yıllık hasretin neticesidir; bir kardeş kucaklaşmasıdır.*Buseya bayrağı siyasetçi, devlet ricâli kurmayın aklı ve hesap eseri değildir. Fetih Sûrelerinin, Umredeki, gecedeki, seherdeki, asırdaki…. duaların, Allah katında kabulünün mübarek tecellisidir.biz o dağa “BUSEVDA DAĞI” adını koyduk.
*Küllî irade, cüz’î iradeyi sevk ve idare etmektedir.
Ey Rabbim…Bize güzel yazılar yaz.
Senin Habibin Peygamberimizin ordusu bu millet, nice zaferden sonra 1683’teki Viyana kaybından bu yana gülemedi. O’nu güldür ya Rabbi! *Bu millet, senin ve Habibinin şanlı Bayrağını, asırların zafer hasretinin nişanı olarak ‘Busevda Dağı’nda yükseltti.*Rabbim, sen Bayrağımızı düşürme! İslâmın iç ve dış düşmanları 7 Düveli, zalim haçlıyı sevindirme!Şehîdlerimize rahmet eyle. Arkada kalanlara sabırlar ver. Yâ Şâfi; gazilerimize şifalar lütfeyle.*Allahım,Bu millete yeniden İslâm’a hâdim olma, Ümmete Serdar olma şânını bahşeyle.Asr vakti hürmetine, Asr Sûre-i celîlesi hatırına Mehmetçiği mahzun eyleme. Âmin...
****
murataltug1985
03-08-2018, 08:41
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
MUHALİF SURİYELİ ASKERLER MEHMETÇİKTİR!..
*Mehmedcik Yüce Allah’a îmân eden aleyhisselâm yolunda yürüyen Bayrağımız ve Ezan-ı Muhammedîyeye ay*yıldızlı Al Bayrağımız’a*sevdalı olan,*kalbinde engin bir vatan sevdası taşıyan millet bağımlısı ümmet şuurunda olup, namus ve millî haysiyetten taviz vermeyen istiklâlimiz için her fedakârlığı göze alıp, canını feda eden gaziliğe yükselip, şahadete kanatlanandır*gazanız Cihadınız mübarek olsun yaşadığınız hayat helâl olsun! ana ve babalarınızdan Allah razı olsun.
*Bedr Şehîdlerindeki hasletler bütün şehîd ve gazilerimizde vardır. Dandanakan Malazgirt’e, Mohaç Bağdat’a, Amare Sakarya’ya, Kunuri Kıbrıs Fırat Kalkanı ve sayamadığımız er meydanlarında kanları, yürekleri ve cesaretleriyle destan yazan; yiğitlerimiz hz Ali, ve şehîdler serdarı Hamzadır Afrinde Menbiç dövüşen yiğitlerin hepsi bedir şehididir
*Fırat Kalkanı Zaferi, ÖSO denen yiğitlerle kazanıldı. Bugün Afrin de onlarla verdiğimiz cihad mücadelesidir ve öso Suriyenin Kuvayı Millîyesidir
*Millet, cephedeki arslanlar için “Mehmedcik” derken hem Türk Ordusu’nun azîz neferlerini ve hem de Suriye Kuvayı Millîyesinin azîz neferlerini kastetmektedir. Aksini söylemek bozgunculuktur ve düşmandan yana yer almaktır.*Suriye Muhalefeti’ni BM üyesi devletlerin üçte ikisi tanımakta müzakerelerde yer almaktadır. Onların Hür Suriye Ordusu adıyla askerî teşkilatı vardır. kardeşlerimize terörist terör örgütü adıyla anmak İslâmın mukaddes cihad kavramını yermektir soylu milletimize düşman olmak demektir.
*İftira atılan suriye Mehmedcikleri değerlerimize sevdalıdır. Fırat Kalkanı’nda bizimle şehîd düşmüşlerdir müfteriler, Çanakkalede içki içip eğlenmişler yiğitlere hakaret edenler, Nusayri, Baas ve Esad’dan yana saf tutmuştur*Mehmedciğe bir şey demeye yürekleri yetmeyenler, Suriye Kuvayı Millîyesine saldırıyorlar. yabancılaşmış nasipsizler, yerli ve millî her şeye karşıdır.*Kem söz,*sahibine*fazilet, hak edene aittir.
bir gün herkes, sevdiğiyle olacaktır.
Dileyen, dilediği yerde olur!..
murataltug1985
03-08-2018, 08:41
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
KAHRAMANLIĞI AŞAN YİĞİTLER!
*Bu millet, İslâmla şereflendikten bu yana şehidliğe sevdalıdır. Afrin’de şehidler veriyoruz, gazilerimiz oluyor. 20’li, 30’lu yaşlardaki aslan delikanlıların yaptıkları ortada. yiğitlerin amelleri üzerine bir şey demeye gerek yok.*Onlar, hayatlarıyla, kanlarıyla, yürekleriyle destanlar yazıyorlar. şehadet şerbeti içip ebediyete göçüyor, ve gazilik mertebesine yükseliyor.*Şehidler, can verirken acı duymazlar onlar, ölü değil, diridirler lâkin biz onları göremeyiz.Gaziler, yükseldikleri mertebeye şükrediyorlar.Gazilik rütbesi, dünya rütbelerinin üstünde.*yiğitlerimizin Bir de cephe gerisi var. Hâne halkı var. Onları şehit ve gazi ana-babaları can parçalarını, cepheye uğurluyurlar *onlar eş ve kardeş Aslan gibi evlâdını, körpe yaşda toprağa veren ana-babalar nişanlı kızlar, eli kınalı gelinler feryad-ü figan etmiyorlar isyan şikayet ve idareciye içerlemiyor vatan sağolsun diyorlar*gazilerimiz hamd etmekte, şehid ana-babaları, eşi, kardeşi *şükretmekte ve* bizi de askere alsınlar, şehid olmak istiyoruz, her kula nasip olmaz ben şehid babasıyım, anasıyım, eşiyim… demekteler. *Şehitit eşleri, yetim yavrucaklarını kucaklarken Allah’a hamd etmekte, devlete, millete teşekkür etmekteler
*Baba konuşuyor sanki bir dev. Konuşuyor Aslan parçası oğlunu şehid vermiş neredeyse bayram edecek. İnanılmaz bir tevekkül ve teslimiyet. Ana, ondan da yiğit, içten gelen konuşmasıyla tüyler diken diken Şehidin bacısı konuşuyor Bu nasıl bir yükseklik Bu yürekleri besleyen cevher nedir?
*Şehit Ana, baba, eş, yetim ve kardeşlerdeki ahlâk, nasıl bir ahlâktır hiçbiri şehidlik kursuna gitmedi, kahramanlık dersi almadı!..kalbi aleyhisselam- muhabbetiyle doldu, Allah aşkıyla nakışlandı, iradeleri çifte su verilmiş çeliğe döndü.
*Türk’ün evi, mekteptir Gazi konuşuyor deryalar coşuyor.Çünkü samimi, çünkü riyâsız çünkü yaşıyor.Şükür ki, hamd ki cepheye gitme zarureti doğunca milletin içinde “ne yapalım diyen sünepeler çıkmıyor.
*Bir destanı, *milletçe yazıyoruz. Silah fabrikalarımız harıl harıl millî silah îmâl ediyor, borsa coşuyor, iş adamı yatırımlar yapıyor, muhabirler cepheyi aşkla* ekrana taşıyor, gazimiz sadece dua istiyor, şehid babası, anası, bacısı eşi biz şehit olmak istiyoruz diyor, *gençler sıra sıra askere gitmek istiyor, ablalar, halalar teyzeler Mehmetçiklere sofralar donatıyor. Bu hikâye, hududun iki yakasının, bir asırdır ayrı düşmüş bir yüreğin iki parçasının hasretle kucaklaşmasının hikâyesidir.*Bugün Dua vaktidir.Aşrı şerifler, Yâsinler, Fetih Sureleri, hatmi şerîfler, dualar, şehidlerimiz, gazilerimiz arkada kalan sabır âbidesi yakınları içindir.*cephedekiler ve cephe gerisindekiler.Kahramanlığı aşan yiğitlerdir.bazı bahtlılar, kahramanlığı aşıp şehidliğe gittiler.Bazıları, gaziliğe yükseldiler.Bazıları, onların evlâdı, eşi, nişanlısı, kardeşi anası-babası olma bahtiyarlığına erdi.Cephe ve cephe gerisindekiler *Bir kısmımız şehid olmaktayız*şehidliğe hasret çekmekteyiz. Kahramanlığı aşan yiğitlere selâm olsun.Onların hakları Asla ödenmez!..Bir asır evvel, yiğit dedeleri toprakları kanlarıyla sulamıştı.Şimdi *yiğit torunlar, aynı toprakları kanlarıyla sulamakta.
murataltug1985
03-08-2018, 08:42
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
AFRİN’İ ANLAMAK
*Suriye merkezli ihtilafta iç harp, terör, rekabet ve savaş aynı anda yaşanmaktadır Taraf devletler ABD Rusya İran, İsrail. koalisyon Başını Britanya Krallığı’nın çektiği AB devletleridir. kraliçenin çatısında Kanada, Avustralya ve Yeni Zelenda yer alır.kullanılan maşa eşkıya ve teröristler PKK, PYD ve DEAŞ’ FETÖ Türkiye aleyhine faaliyettedir.
*PKK, I. Dünya Harbi’nde Osmanlıyı Padişahı ve halifeliği yıkan emperyalistler tarafından, 40 yıl önce bu vatana musallat edilmiş ve desteklenmiştir, desteklenmektedir.*Suriye vilayetimiz, harp, kargaşa, terör, rekabet ve savaş sahasıdır bölünmüştür. Nusayri rejim güçleri, muhalifler ve Suriye Kuvayı Milliyesi.olarak 3 e ayrılır Rejim, iç unsurlarla savaşmakta İsrail’le araları kötüleşmektedir uçağını düşürmesi tesadüf değildir. Kapışmaları, harpten ziyade İsrail’in Suriye’yi işgali olur. emperyaller, Suriye’ye sevk ederlerse suriye, yangın yerine döner. *PKK, ABD’nin terör listesindedir. Lakin PYD’yi stratejik müttefik saymaktadır. PKK, Rusya’nın terör örgütlerinde yoktur. PYD’nin Moskova’da temsilcilik açmasına müsaade etmiştir. Rusya’nın Suriye’de 2, ABD’nin 20 üssü vardır. *Rusyanın suriyedeki emeli Akdeniz ve Orta Doğu’ya inmektir ABD Büyük İsrail yolunda Kuzey Irak’tan Akdeniz’e uzanacak bir Kürt devleti kurmak için suriyededir tüm hayalleri ve bozmak için suriyedeyiz ve tüm kirli oyunları bozmaktayız.
*İran Suriye’dedir. Suriye rejiminin yanındadır, Türkiye ile dost zannedilmektedir Washington, İran’ın Suriyedeki faaliyetlerinden rahatsızdır. Türkiye İran’ın Şia ideolojisinden rahatsızdır.
*Biritanya ve ABD çok yara almıştır Washington, teröristlere her türlü desteği verdiği için Türkiye rahatsızdır. Biz, Rusya’ya karşı güçlenmek için NATO’ya girmiştik. Bugün Moskova, Ankara’ya yakındır. Washington, dostu-düşmanı ayırt edemez hâldedir. Son 3 Başkan kifayetsizlikte yarışmıştır.
*FETÖ darbesinin arkasında Washington vardır FETÖ/PDY ye destek vermiş Kuzey Irak da bağımsız bir devlet kurmaya çalışmıştır düzmece davalar kurmuş FETÖ’nün liderini iade etmemektedir. *Washington’dan dışişleri bakanı ve millî güvenlik danışmanı türkiyeye geliyorlar.netice alınmadan avuçlarını yalayıp isteklerine kavuşmadan çekip gideceklerdir*Türkiye, FETÖ, PKK, DEAŞ tarafından içeriden ve dışarıdan, kuşatılıp ayrıca ABD öncülüğünde terör koridoruyla karşı karşıya kalmaktadır
*türkiye Fırat Kalkanı Harekâtı’nı yaptı sahaya indi Bugün Afrin’dedir. Yarın Menbiç ve Fırat’ın doğusundan Kandile inecektir Irak ve Suriye için toprak bütünlüğünü koruyan tek devletiz. biz, kardeş topraklarız. meşru müdafaa için cephedeyiz.**her devletin suriyede hesabı vardır suriyenin işgal, ve kargaşadan kurtarılması, sulh-ve huzurun temini zaman alacaktır. Ve uzundur. Beka mücadelemiz, 2023’ü bulabilir.*Afrinde terörist köpeklerin taşmasını tutan eli görmemek Afrin’e girmeyelim, ve dönelim demek, zamanı-mekânı tarihi istikbali okuyamamaktır. İskenderun’dan Kandil’e kadar istediğimiz düzeni kuramazsak Ankara düşer.*Biz biliyoruz ki;Dün İstanbul’un hududu Belgrad vilayetimizdi. Belgrad, düştükten 125 sene sonra İstanbul, İngilizin işgaline uğradı.*Biz biliyoruz ki haçlıların sinsi hedefi, bizi vatanımızdan sürmektir Onlar, Müslümanları, Endülüs’ten 800 sene sonra sürüp çıkarma vahşetini zafer sayıp hiç unutmadılar.
Biz de unutmadık!!!...*
****
murataltug1985
03-08-2018, 08:42
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
AFRİN, BÜYÜK BİR MİLLÎ DAVADIR
GEÇİT NOKTASIDIR
Mehmetcik, emniyet, istihbarat, Suriye Kuvvacıları havada ve karada destanlar yazarken...Afrin düşerken Jandarma Polis şehre girerken
Devlet, 7 Düvele, Vahşi Batı'ya, siyon ve haçlılara dişe-diş bir mücadele verilirken HDP Eş Başkanı yoldaşlar..” diye söze başlamış ve Afrin halkını direnişe çağırmıştır. aynı partiden eski bir belediye başkanı, Türkiye Kürtlerini isyana çağırmıştır bre densuzlet Afrinli Kürtler, direniş değil, imkân bulsalar Mehmetciğe davetiye yollayacaklar. Çünkü zulümden kurtulmaktalar.*Cumhurbaşkanı bakanlar masaya oturacakken, Mehmetcik Afrin’de kritik eşikteyken Mehmetcik, cephede canını dişine takmış ölürken öldürürken böylesi sarf edilen söze dikkat edimelidir sırta saplanan bıçağa dikkat edilmelidir *Afrin istikbalimizde büyük bir millî*davadır geçit noktasıdır idrak edemeyene yazıklar olsun.*1984’te ilk PKK katliamlarında sığ politikacılar ve genelkurmay 3-5 çapulcu” diyordu. Ve Bu sözü dillerinden düşürmediler.*devlet, terörle mücadele için kendilerine her türlü imkânı verdi genelkurmay başkanları, 3-5 çapulcuyu bertaraf etmeyip azmanlaşarak başa dert olmasına yol açtılar O günden bugüne gelmiş-geçmiş yetkililer ve paşalar, hesap vermelidir!..
murataltug1985
03-08-2018, 08:43
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
DOĞU GUTA’YI KURTARMAK MI,
TÜRKİYE’Yİ DURDURMAK MI?
*Doğu Guta, Şam merkezine 10 km mesafede 104 km2’lik bir alana sahiptir ilçe ve kasabalardan meydana gelir 400 bin nüfusludur. Suriye iç savaşının en büyük mağdurudur. insanlık, iflas etmiştir.*Doğu Guta’yı rejim ve Rus uçakları bombalamaktadır. 400 sivilin can verdiği 21 Ağustos 2013 tarihli katliamdan bu yana ölen, yaralanan, sakat kalan sivil sayısı binlerle ifade edilmektedir. *Gutada Ölenler kadın ve çocuktur. Burası bombalanırken şeytan Esad zalim, esad sarayının penceresinden bombalamayı seyredebilmektedir.*Zalimin Rejimine göre Gutalılar teröristtir. Sivilleri canlı kalkan okullanmaktadırlar.’’ Bu iftiranın hiçbir dayanağı yoktur. Şeytan esed sivilleri bombalamaktadır Moskova ve tahran destekli rejim, zulme devam etmektedir. *Zalim Nusayri rejimi din ve mezhep farkı öfkesiyle sivil halka klor gazı gibi kimyevî silahlar, *vakum, misket, sığınak delici bombalar ve havan topları kullanmaktadır. *400 bin nüfuslu bir yerde gıda, ilaç, hekim yoktur.
*BMGK, 24 Şubat 2018 de Doğu Guta ve Suriyede bir aylık bir ateşkes ilan etti Rusya, kararı veto etmedi.Putin’in Nerona “yetti gayri! Düş
mazlumların yakasından!” demesi mazlumları kurtarırdı. *Washington’un mes’elesi, Doğu Guta’nın mağdur olması *değil, Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılmasıdır.**BM kararı,* “insani durumun alarm verdiği Doğu Guta” rejimin kuşatma ve zulmü altındaki Yermük, Fua, Kefra’daki muhasara kaldırılmalı ve buralara insani yardımlar ulaştırılmalı, ağır hasta ve yaralılar tahliye edilmelidir, diyor.26 Şubat’tan itibaren güya yardım başlayacak *Suriye ve Rusya afrinde kuşatma kaldırılmalı demiş.*Bizim aramızda da böyle düşünen talihsizler vardır Bu laf bir safsatadır
*Güvenlik Konseyi kararı DEAŞ terör örgütlerini kapsamaz Türkiye, afrinde DEAŞ gibi teröristlerle savaşmaktadır pkk Bölgeyi ele geçirme peşindedir PKK, BMGK tarafından terör istesine alınmıştır. PYD/YPG PKK’nın yavru eniktir *Türkiye, vatan topraklarına tecavüzü defetmek *için BM hukukunun verdiği hakla meşru müdafaa hakkını kullanmaktadır. sahamızda teröristler vardır. Muhatabımız olmadıklarından anlaşmamız mevzubahis değildir.*Türkiye, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalında hiçbir sivile ziyan vermemiştir, veremez; hukuk ve adalet dışına çıkmamıştır, çıkamaz.Suriye Kuvayı Millîyesi ile hareket etmekte, sivillere her türlü yardımı götürmektedir.
*Suriyeye yardıma hem insan, hem İslam, hem soydaş olarak mecburuz. Afrin türkmen toprağıdır. yıllardır terörist işgalindedir bölge halkı Suriye Millî Kuvvetleri ile Türk Millî Kuvvetleri tarafından kurtarılmaktadır. Harekât başlarken Şam’daki idareye yazılı bilgi verilmiştir. *
*Suriye rejimi, ülke bütünlüğünü koruyamamaktadır Ve niyeti yoktur. Ülke Rusya ve İran’ın vesâyetine bırakılmıştır Kuzey Suriye teröristlere terk edilmiştir. *Rejim, hukuka aykırı olarak Suriye vatandaşlarına din ve mezhep ayırımı yapmaktadır.Suriye’nin toprak bütünlüğünü, Suriye rejimi değil, Irak’taki gibi Türkiye muhafaza etmektedir… *Bm kararını Türkiye için bağlayıcı saymak, aklı ve mantığı zorlamaktır hakikati tepetaklak etmektir Kim ne karar alırsa alsın, Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti afrinde huzur ve insanların saadeti için her şeyi yapacaktır *mağdur, mazlum, mülteci, rehine, sakat, aç ve ilaçsız Suriyelilere yardıma devam edilecektir. kimsenin türkiyeyi durdurma hakkı yoktur. Olursa neticesini düşünmek zorundadır. *dünya 5’ten büyüktür. Azimliyiz, îmânlıyız, güçlüyüz. Biz, afrinin işgalcisi değil misafiriyiz müstemleke değil, bin yıllık sahibiyiz. insanıyla aşımızı-ekmeğimizi bölüşürüz. *Türk asırlarında hiçbir bölgede hiçbir zaman insani alarm yaşanmadı.O alarmalar, sömürmeler, Hollanda misalinde olduğu gibi haçlılar zamanında yaşandı.Ezan sesinin yükseldiği her yer bizden sorulur.*Suriye ahalisi, Neron ve şeytanların suratını görmek istemiyor. İnsanlar, bizim merhamet, şefkat ve adaletimize muhtaç.Bölge, Türkleri bekliyor.Onlar, dün olduğu gibi bugün de bizden razılar.
murataltug1985
03-09-2018, 08:42
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
İNSANLIĞIN DOĞU GUTA AYIBI!
*BMGK nın bir ay süreyle aldığı “Suriye Ateşkes Kararı’’nın ölü doğdu Oy birliğiyle alınmış ve Rusya’nın silahların günde 5 saat susması tavsiyesine rağmenGuta, rejim tarafından ezilmeye devam ediliyor.*Bm Guta’daki ağır yaralı ve hastaların tahliyesini öngörmektedir Kararı ölü doğmuştur çünkü niyetler kirlidir Konsey, karar Suriye rejiminin zulüm ve bombasında hayat hakkını kaybetmiş Guta halkı için alınmıştır’’ muğlak ifadeler kullanıldı. “Terör örgütleri ateşkes dışındadır’’ dedi DEAŞ, El-Kaide, en-Nusra terörist sayıldı fakat PKK/PYD-YPG sayılmadı*İran, “Ateşkes uygulansın, Guta hariç tutulsun’’ diyerek kan dondurdu. Türkiye, BM’nin Cenevre Sözleşmesine dayanarak meşru müdafaa hakkını kullandığı hâlde ABD, Zeytin Dalı Harekâtı’nı ateşkese dâhil etmeye kalkmakta. bir müttefikin iflah olmaz hâllerini tarihe geçirmektedir.
*Esad’ın Moskova’ya rağmen vahşete devam etmesi mümkün değildir. Suriye, rejimi
Rusya’nın eline düşmüştür. Nusayrilerin ihaneti, ABD gaflettedir Şam rejim tarafından savsaklanmaktadır .Moskova esed konusunda samimiyetsizdir Putin korumamalıdır ancak dün Gorbaçova bugün Putine inanılmaktadır rus tuzağına düşülmemelidir gutadaki 5 saatlik ateşkes insanlık ayıbıdır Paralar cepte, AVM’ler açık, hayat devam etmektedir*400 bin nüfuslu Guta’nın yarısı çocuk, dörtte biri kadın ve yaşlıdır terörist olamazlar*Suriyede Şam, Tahran, Moskova, Washington olmak üzere dört başkent var. işgalci gayrimeşru bir rejim mevcut. BM, BMGK, AB, Hiçbiri Gutaya derman olmuyor. her saat siviller ölmekte. Bebekler mamaya, yaşlılar alacak nefese muhtaçlar. İnsanlık, Guta’da tükeniyor. Burası insanlığın ayıbıdır, utancıdır. Esad, soykırım suçundan İnsan Haklarına verilip mahkûm edilmeli guta, huzur ve istikrara kavuşmalıdır insanlık ayıbı karşısında karar çıkartmayan BMGK’nin köhnemiş yapısı değişmedikçe dünya adalete hasret kalacaktır.Bebek, çocuk, kadın, yaşlı, sivil çığlıklarını duymayan; duyup da tedbir almayan devlet, ne süper güçtür, ne büyük devlettir.
murataltug1985
03-09-2018, 08:42
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
ŞAFAKTA YÜRÜYEN ÇOCUKLAR
İlahi takdirle vazife ve şerefi almış Kur’ân
Ezan Namaz Bayrağın Milletin Ümmetin ve İffetin kalkanı İslamın ordusu, sür’atle aslına, yakışan şanına dönmekte.Bedir Harbi’nden düşen kıvılcımla Peygamber Ocağı, yanmaya başladı. Hafız Paşalar yetiştiren damar, güneşle kucaklaştı. Sadece asker değil, âlim ve evliya çıkaran kutlu ocak, inşallah kıyamete dek sönmeyecek...
Afrinde tarihle zamanla ve mekânla iç ve dış ihanetle hesaplaşıyoruz.Görülecek çok hesap var.
Dünya hayrette. Ümmetin kalbinde ümit gülleri tomurcuğa durmuş, tebessüm eden yüzler, gülen gözlerle hasret kucaklaşması yaşanıyor.Kader kavşağındayız.Ceza bitti.Hasta adam iftirasıyla, horlamasıyla incinen dedelerin torunları, Mehmetcikler, Ahmetcikler, JÖH’ler, PÖH’ler, sultani asil ve korkusuz yiğit duruşlarıyla ümmete sancaktar oldular. Bu devlet, yükselen parlak bir yıldızdır. Türkiye, Devlet-i Ebed Müddet’in tecellisi olarak Büyük Türkiye Cumhuriyetidir. Kader, azap dolu zor bir asırdan sonra Türklere gülmüştür.
Kimsenin şüphesi olmasın ki bu toprakların yarınları çok büyük olacaktır.
Dostlar, mazlumlar ve mağdurlar sevinsinler, hasret kalmışlardı. Düşmanlar kahrolsunlar Orta Doğudaki talana değişecek, su yatağına akacaktır.
Amenna; Şanlı Peygambere selamımızı arz ederek buyurduklarını bir ekmek gibi; nan-ı aziz gibi öpüp başımıza koyduktan sonra tekrarlarız-Vatan sevgisi imandandır.-İnsanların en hayrlısı, insanlara faideli olandır.Mekke meydanında başlayan imanla küfrün, haçla hilalin, tevhidle teslisin mücadelesi, dün vardı, bugün var, bitmeyecek. Viyana’nın, I. Dünya Harbi’nin, cetvelle harita çizme zorbalığının defterleri bir gün açılacaktır.İlayı kelimetullah davası uğrunda yılmayan, yorulmayan, durmayanlara, mukaddes davayı omuzlayarak Kızılelma şafağına akan şahadet sevdalısı koçyiğitlere selam olsun.
Dağ yürüyüşlü babalar.
Aslan doğuran bu analar.
Sabır timsali bu eşler var oldukça.
İslam ahlakı yaşadıkça hakikat varolacaktır
murataltug1985
03-09-2018, 08:42
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
TARİFSİZ VAHŞET
*-Bir kadının ırzına geçmek vahşettir!
-Evli bir kadınının ırzına geçmek katmerli vahşettir!
-Evli bir kadının kocasının gözleri önünde ırzına geçmek tarifsiz vahşettir!..Bu vahşetlerin hepsi Doğu Guta’da işlenmektedir.kadınlardan biri sesini duyurabildi. Anlattıklarını televizyonlar verdi. Esad şeytanının askerleri, kocasının gözleri önünde kadına tecavüz ettiler. Bir kadının ve bir kocanın da başına bundan daha büyük hangi felaket gelebilir?
Doğu Guta, insanlığın öldüğü yerdir.Tecavüz mağduresi hamile kadını dünya dinledi. Peki dünyayı idare edenler, dünya kadınları ne yaptı? Türk kadınları ne yaptılar?
*zalim esedi caydırıcı kimse yok Kim bilir daha kaç kadın ağzı salyalı tasmasız köpeklerin aşağılık fiillerine maruz kaldılar, berbat Esad’la hayvani haydutlarının hesap vermesi, yargılanması gerekmez mi suçta Suriye Esad yalnız değildir. Terörist putinle ortaktır. “Suriye’de ateşkes olsun ama Doğu Guta hariç” diyen şia başı İran ortaktır. Filistin celladı İsrail’e destek olmakta sadık köpekleri maşa uşakları komünist PKK/PYD’yi devleştirmeye çalışmaktadır guta katliamına Amerika ortaktır. Çerden-çöpten bir ateşkes kararını tatbik ettirmekte acze düşen BMGK ortaktır...
*Tecavüze uğrayan kadıncağızın haberini dinlediğimden beri unutamıyorum. Üzüntümün haddi, hesabı yok. Bu coğrafya bu hâle mi düşecekti İnsanlık suçlusu Esad, Guta’da kadın, çocuk ve sivillerin katlediyor. üstlerine ateş yağdırıyor Kocasının gözleri önünde kadınlar tecavüze uğruyor bu bir vahşettir, sadizmdir, terördür.ey ümmetin evlatları yokmu gutadaki katliamı durduracak müslüman evladı Türkiye medyası suskun sessiz aciz Oscara verdiği haber değerini kanlı gözyaşları dökenlere göstermiyor
Türkiye büyük güce erişmedikçe; dünya, Türklerin zalimleri kanlarında boğduğuna şahit olmadıkça yeryüzüne adalet de huzur da gelmeyecektir.
murataltug1985
03-09-2018, 08:43
Kaynak rahim er türkiye gazetesi ANA SÖZÜ
*Tsk ile Suriye Kuvvacıları afrin’i kuşattı vaziyette.Şehre girmeye çok fzaman kalmadı. jandarma, komando, polis keskin nişancılar bölgeye sevk edilmekte. Afrin’e girildiğinde yapılacakcerrahi müdahalede. Hainler ayıklanacak
*Tam bu safhada Washington’dan müzakere teklifi geldi. Cumhurbaşkanı ABD Dışişleri Bakanı Tillorson’ı kabul etti. Bakanımız Çavuşoğlu görüştü nurettin Canikli, Brüksel’de ABD Savunma Bakanı Jim Mattis ile masaya oturdu Tillorson Biz, PYD’ye ağır silah vermedik ki neyi alalım!?"*dedi bu laf, gafletle edilmiş, ağızdan kaçmış veya gerçekleri gizlemekteydi. Amerika, tırlar dolusu silahı teröristlere verirken geri almak kaydıyla veriyoruz"*demişti. dışişleri bakanları yalan konuşmaktaydı. güvenlik danışmanı CB sözcümüze PYD’ye silah vermeyeceklerine dair beyanda bulunmuştu. silahları geri almak kaydıyla veriyoruz"*demek mesnetsiz bir vaaddir. "Kaybettik, çalındı, karşı tarafa geçti…"*gibi bahaneleri ne ile çürütebilirler?
*ABD Savunma Bakanı'nın, Millî*Savunma Bakanımıza yaptığı teklifte İsterseniz, YPG’yi PKK ile savaştırabiliriz!"*derken Acaba abd hükûmetinin görüşünü mü yansıtıyordu yoksa aklına eseni mi söylüyordu eğer PYD ve PKK’nın aynı teröristler olduğu*bilinmiyorsa bu bir faciadır.Amerikaya tuhaf laflar ettiren sebep, içine düştükleri çıkmazdır. İçeride Yahudi para ve medya sının baskısı altındadır. Dışarıda itimat kaybetmektedir. Kuzey Irak Kürt İdaresi müstakil bir devlet iken referandum, ve bağımsızlık’ vaadiyle yıkıldı. PKK/PYD-YPG Irak ve Suriye’de ABD’ye güveniyordu. Güvendikleri Trump Kudüs skandalına imza attı. Türkiye zafer kazandı. *Amerika Kuzey Suriye’de pkk desteğiyle Kürt ordusu kuracaklarını hayal etdiler. Ve Türkiye 20 Ocak 2018’de Afrin Harekâtıyla kafirlerin planını bozdu hayallerini yıktı afrin Harekâtı gâyet güzel gitmekte:Siyasi irade güçlü, Halk desteği muazzam,Cephedeki kuvvetler cengaver...Şehidler, gaziler kahraman; onların "ağlayıp kâfiri sevindirmeyeceğiz!!!"*diyen ana-babaları da kahraman.
*Geçen hafta Erdoğan ile Tillorson görüştü. PKK/PYD, Afrin Harekâtı ve FETÖ konuşulacak.
Türkiye’nin oyalanmamalı rüzgârın dinmemelidir Tillorson, FETÖ ihanetinin belgeleri verilsin bakarız, dedi. Ankara’nın Washington’a kamyon dolusu evrak verdiğinden haberi yok Türkiye, yakaladığı rüzgârla Kandil’e gitmelidir. Biz savaşmıyoruz, bölgemizden teröristleri atıyoruz. Bunu 40 yıldır yapmaktayız. Afrin Harekâtında döviz düşmekte, borsa coşmakta. Gençler, askerlik şubelerinde kuyruğa girmekte ve leş rekorumuz artmaktadır
Sahada kazandığımızı masada heba edemeyiz. Washington Müzakeresi şanlı harekâtı durdurmamalı ve hızını kesmemelidir*PKK/PYD Fırat’ın doğusundan ve batısından çekip gitmedikçe, PKK Kandil’i terk etmedikçe, DEAŞ tiyatrosu bitmedikçe, İsrail bölgeden elini çekmedikçe, FETÖ mensupları iade edilmedikçe, Türkiye şantaj dâvâları düşürülmedikçe, verilen sözler tutulmadıkça abd ile masaya oturulmamalıdır bir sahada ve masada.Hem silahla hemde kalemle.milli iradeyle ve milli kelamla kazanmak zorundayız. PYD, Afrin’e Suriye rejimini davet etti. Bu PYD-Esad iş birliğidir
Oyunlar, ne olursa olsun yolumuzdan dönemeyiz. kahraman şehid Piyade Kıdemli Çavuş Ömer Bilal Akpınar’ın kahraman vâlidesi Ülker Ana ne dedi?
-Bir Ömer ölür, bin Ömer gelir!
****
murataltug1985
03-09-2018, 08:43
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
ZİNA SUÇTUR, İDAM HAKTIR!..
*Yavrularımızı korumak için yapılacak her türlü kanuni düzenlemenin tam destekçisiyiz. Ancak sadece ceza mevzuatında iyileştirme yetmez. Hastalıklardan birinin tedavisi, tüm hastalıklara şifa olmaz Ceza mevzuatımız düzenlemeye muhtaçtır. TCK ve Medeni Kanun yeniden düzenlenmiştir anayasamız yamalı bohçaya dönmüş hukukumuz yozlaşmıştır 1940’lar Tek partisi anayasayı öz Türkçeleştirme adına kurbağa diline çevirmişti. Lisan yaşayan bir varlıktır. eskiyen ve kullanımdan düşen kelimeler Ama onu devrim adı altında imha ve tasfiyeye kalkışmak* sosyal cinayettir. *1940 latda kamutay kelimesi milletvekilime saylav, vali ye çevrilmiştir Moğolca kelimeler, Türkçe diye resmîleştiriliyordu. Demokrat Parti, iktidarında kelimeler eski haline çevirildi 1965’lerden sonra* Ecevit’in Türkçeye zararı dokundu. Yapmacık ve uydurma dil Ecevit’in fikriydi. Siyasi nutuklarıyla Türkçeyi kısırlaştırdı. sun’i ve köksüz kelimeler Türkçeye girmesine yol açtı bu mesele, kanunların Türkçe cephesidir. kanun dilinde kelime hayati kıymettedir. Kanun dili ile oynamak millete darbe yapmaktır.
*AK Parti iktidar olduğunda 28 Şubat zalimleri ve sinsi AB baskıları altındaydı. IMF, iktisadî hayatımıza AB de hukuk hayatımıza baskı yapmaktaydı. idam ve zina ceza sisteminden çıkartıldı.yüce kitabımız Kur’ân-ı kerîm, kısasta sizin için hayat vardır"*buyurmaktadır. Hak eden kişi idam edilirse, bin kişi kurtulur. ceza mevzuatında korkutuculuk ve ibret olmazsa olmaz katili affetmek devlete değil sadece ve sadece mirasçıya aittir.Bugün tarafların rızasında zina suç değildir, Zorla tasallut, saldırma, ırza geçme suçtur. Müftülere nikâh kıyabilme yetkisi veren kanuna muhalefet edenler, niçin zinanın suç olmaktan çıkmasına tek kelime etmediler.*Zina suç olmalıdır 15 Temmuz katilleri idam edilmelidir idamdır idam mevzuatta yer almadığı için mahkeme, müebbet vermekte. devlet idamlıkları ve hainleri cezaevinde himaye etmektedir.Hâkimler zina mes’elesinde çaresizdir Polis, vazifesini yapıp cânileri mahkemeye getiriyor, fakat onlar ya savcılık ve hâkim sorgusunda serbest bırakılıyorlar. Sokaktaki vatandaş haklı olarak öfke püskürmektedir *Bunlar, kanayan sosyal yaralarımızdır. Derin ve dehşetli yaralardır *Yavrularımızı koruyacak en şiddetli tedbirler kanunlaşıp hemen tatbik edilmelidir. Ancak buda yetersizdir arzu edilen huzur için hukuk ve bütün mevzuat, ele alınmalı, zina ve *idam, kanunlaştırılmalı a’dan z’ye bütün kanunlar yerli ve millî olmalıdır Boşanmalar, uyuşturucu, ahlâksız yayınlar terör kadar tehlikelidir Her işte yerli ve millî olmak esastır evvela hukuk ve kanunlar yerli ve millî olmalıdır.
murataltug1985
03-09-2018, 08:44
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
İTTİFAK, İSTİKRARIN TEMİNATIDIR!
*Her şerde bir hayr vardır.15 Temmuz darbesi yaşanmasaydı Yenikapı Ruhu doğmayacak AK Parti ve MHP çapta dayanışmaya gidemeyecekti. vatan müdafaasında birbirlerini tanıdılar. Ve o kabus günlerden bugünlere gelindi...insan veya toplum, şerle karşılaştığında yıkılmadan, ümidini kaybetmeden şerdeki hayrı ve şerri bir yaratanın var olduğunu düşünerek ayakta kalabilme dirayetini göstermelidir. *Bugün millî ittifak yerine “Cumhur İttifakı” adını alan AKP-MHP ittifakı, komisyon başkanları tarafından Sn. Erdoğan ve Sn. Bahçeli’ye götürülmüştü. Liderlerin el sıkışmasıyla iki parti, dün Sn. Binali Yıldırım ve Sn. Devlet Bahçeli imzalarıyla seçimlerde iş birliği yapılacak Seçim Kanunununda değişiklikler yapılacaktır.
Cumhur ittifakıyla partilerde üslup değişikliğine sebep olacak. karalama yerine mülakat kapısı aralık kalacaktır. Sn. Kılıçdaroğlu’nun Afrin harekâtında -yalnızca orduyu tebrik etmesi, ABD ile aramızdaki ihtilafta hükûmetimizi haklı bulması Cumhur İttifakı’nın tesirleridir Bazı az rey almış partilerin ittifakta yer almak için müracaat etmişlerdir
*Cumhur ittifakının kanun tasarısında partiler birden fazla partiyle ittifak edebilecektir.
İttifak sebebiyle her seçimden yüzde 50’nin üstüne çıkılacağından siyasi istikrar sarsılmayacaktır. Cumhurbaşkanlığı adaylığında noter değil YSK devreye girecektir İstikrarın demek yabancı sermaye iç ve dış yatırım ve güven demektir.
Türkiye, hükûmet kuramama ve meclis başkanını seçememe talihsizliklerine düşmeyecektir. 12 Eylül darbesinin meşruiyet saydığı iki hadise sokaktaki kaos, anarşi ve ölümler, diğeri TBMM’nin başkanını seçememesiydi.*15 yıldır menfilik yaşamadık. Ancak her zaman bir partinin tek iktidar mümkün değildir.4 Kasım 2019’da Türkiye, yeni bir sabaha uyanacaktır. TBMM kendi işine bakacak, Cumhurbaşkanı başkanlığında işleyecek Cumhurbaşkanlığı icra kuvvetini çalıştıracaktır. Kabine, 4 Kasımda ilan edilebilir.
Diğer partilerin de zamanla ittifaka gitmeleri muhtemeldir.Cumhur İttifakı istikrar, köprüler, hava meydanları, Kanal İstanbul, ekonomik sağlamlık Fırat Kalkanı’yla Afrin destanıdır başarıların siyasette kalıcılık kazanarak devlet hayatına mal olmasıdır.*Cumhur İttifakı, 2023 Büyük Türkiye takviminde iyi bir adım olmuştur. İstikrar olmayan devletlerde büyük ufuklar olmaz veya hayalde kalır.Her şerde bir hayr vardır Eğer; 15 Temmuz olmasaydı TSK temizlenmeyecek, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı başarıları elde edilemeyecek FETÖ nün niyet ve mahiyeti öğrenilemeyecekti.
murataltug1985
03-09-2018, 08:44
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları
ÇOCUĞUN DÜNYASI ÇALINDI
*Çocukları, sapıklardan korumak için en ağır ve ibretlik cezalar getirilmelidir Çocukları istismar eden aşağılık kimseler bir zamanlar çocuktu. bir anne-babanın çocuklarıydı. Vaktiyle çocuk olan o kimseler, bugün baba olduğu hâlde, çocuğu şehvet ve şeytanlıkla kirletmekteler.Çocuk istismarına sadece tecavüz demek eksik bir değerlendirmedir. Yetişkinler arası anlaşmazlıklar ve çocuk katliamı da çocuk istismarıdır büyük bir suçtur. sadece hukuk alanında değil tüm hayatımızda çocuk istismarının çâresi aranmalıdır
*Kendilerine çağdaş, diyenler, şeriati Allah’ın emir ve yasaklarını itibarsızlaştırmak istiyor Osmanlıda kadının hakkı yoktur, erkek boşsun dedi mi boş olurdu!"*diye dînimize mâzimize ecdadımıza iftira atıyorlardı.adalet olmayan bir devlet altı buçuk asır yaşayabilir mi? Selçukluyu da sayarsak devletimiz 10 asırdır büyük bir şerefle hüküm sürmüştür. kadın adaletsizliğe marûz kalsaydı devlet, değil on asır, bir asır bile yaşayamazdı. Devleti ayakta tutan sebep ailedir. Mahkeme sicilleri ortadadır. Dünle bugünü kıyaslarsak O devirlerde on senede meydana gelen boşanma bugün altı ayda bir olmaktadır.
*çocuğa karşı gerek cinsî*sapıklık ve diğer suçların dün ve bugün işlenen suçların karşılaştırması yapılırsa çağdaş asırda çocuğa karşı suçların zirve yaptığı görülecektir.Boşanma da sosyal yaradır. Çocuk ruhi sarsıntılar yaşamaktadır. Boşanan ailenin mağduru en evvel çocuktur.tâciz, tecâvüzler boşanmalar çocuklarda ruhi ve derin izler bırakır çocuk istismarıdır sebepleri aranmalı, tedbirleri alınmalıdır noksanlıklarımız giderilmeli milletçe hata ve ihmallerimiz nedir Aile anne ve babadan ibaret değildir. *Büyüklerin olmadığı evlerde çocuk, yalnızdır.Çocuğun arkadaşı bilgisayar, internet, akıllı telefon ve televizyondur. İşten yorgun-argın gelen ebeveyn çocuklarla ilgilenememektedir aile ve çocuk arasında muazzam bir boşluk kalmıştır:Çocuklardan çalınan dede ve nineler torunlarına ninniler söyleyecek, masallar anlatacak,çocuk dünyalarını kahramanlarla nakış nakış işleyecekler. Allahü tealayı, Sevgili Peygamberimizi - İslâm emir ve ahlâkını öğreteceklerdir nene ve dedeler olmayınca çocuklar din, tarih, edebiyat ve millî varlığımızdan yeterince beslenemediler büyümekteler. bugün Afrin’de destanlar yazılabiliyorsa Anadolu sebebiyledir. 15 Temmuz'u Anadolu ahlakına borçluyuz.
*Fırat Kalkanı ve şehidlerin tamamı Anadolu çocuğudur Anadolu ailelerine mensuptur. Anadolu ve osmanlı kültürü olmasaydı zaferler kazanılamazdı Şehirleşme, ailenin tahribine yol açmış, basın yayın, sosyal medya, bencillik duygusunu işlemiş gazete, dergi, TV*ve internetin, müstehcenliği arttırmış ve aile yıkımına yol açmıştır dünyada ilk çocuk hastanelerinden biri, Hamidiye Etfal Hastanesini "anaokulu"*denen kurumu I. Dünya Harbi devam ederken öksüz ve yetimler için Çocuk Esirgeme Kurumu olan Dar’ül Eytamı açan biziz. *Çocuk terbiyesi nikâhla başlar, "52 Farz"ın bilinmesiyle başlar. Titiz bir mes’uliyyettir. çocuk, gözlerini büyük bir ailede açar. büyükanne- büyükbaba, en hâlis öğretmendir, torunlarına kültür köprüsüdür asırların birikimini çocuk kalbine ruhuna ve hayaline nakşeder Çocuk büyüyüp yaramazlık yaptığında büyükanne ve büyükbaba sığınılacak kucaktır; anne baba öfkesine dalgakıran, torunlarına sırdaştır.terbiyenin unsurları, ailedir, okuldur, akraba ve, mahalledir, okunan kitap, seyredilen yayındır.bu unsurlar anlatılmalıdır atasözünde Hırsız*içeridense kilit ne yapsın?"*denir. Vicdan bozuksa, ahlâk çökmüşse kanun ne yapsın? Biz bugün Büyük aileyi yitirdik çekirdek aileye hapsolduk şehirleşme, gökdelenler mahalle hayatını öldürdü, *basın-yayın, medya sayesinde akraba ziyareti, vacip olan "sılai rahim" terk edildi, misafir lokantada ağırlanıyor, evler bereketten ve duadan mahrum kaldı.Peki öyleyse bizden, bizim hayatımızdan geriye kalan ne?zalim sapıklar İHA’larla vurulsa bile dinî, ahlâkî, ailevî,
tedbirler alınmazsa ailede beklenen fayda elde edilemez. Çocuktan çalınanların çocuğa iadesi şarttır. Kültür köprülerimiz dinamitlenmiştir kendimiz olmaktan çıktık.Avrupalı olacağız, batılılaşacağız diye ahlak ve kültürümüzü unuttuk
murataltug1985
03-09-2018, 08:45
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları****
YEDİ İKLİMİ HAKK’A DAVET!
*yeryüzünde hakkında en çok şiir yazılan bayrak Türk Bayrağıdır Merhum Arif Nihat Asya’nın “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü/Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü” diye meth-ü senâ ettiği Bayrak,övgülere layıktır. Bayrağımız, istiklâlimizin alemidir. göze en güzel görünen bayrak Türk Bayrağıdır. bebek doğduğunda sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur. Bebek, beşiğinde etrafını büyüklerini namazda* görür. rafta Mushaf-ı şerif yanında al bayrak asılıdır.
*Bayrağımız, 15 Temmuz’da serdengeçtileri, Afrin’de Mehmedciği* arkasına alıp hainlerin ve düşmanın üstüne koşan korkusuz bir yiğittir Türk Bayrağı mübarektir harplerimizde zaferlerimizde* yaşar inşaat bitince Bayrak asılır, oğlan çocuk sünnet olunca Bayrak asılır, kız çocuk gelin edilince Bayrak asılır. Evlât askere uğurlanırken şehidlik şanına yükselen ev ve* mahalleye Bayrak asılır. Bayrağımızın vazifesi, Mehmetciğe rehberlik etmektir. Bayrağın, sancağın düşmemesi, düşman eline geçmemesi şarttır. Bu yüzden can verilir, Bayrak teslim edilmez. Bayrak, istiklaldir, hürriyettir, namustur.
*Sultan l. Murad'ın 1389 I. Kosova Meydanında Muharebe gecesinin ay ışığında gökyüzündeki ay ve hilal yerdeki şehidlerin kanında buluşarak bugünkü ay-yıldız olurlar. Hilal, Allahü teâlânın ismi şerifinin ilk harfi Elif’in, yıldız Peygamberimizin -ismi şerifinin ilk harfi Mim’in san’atkârca* şekillenmesiyle ay-yıldız hâline gelmiştir.
Bayrağımıza, tarihin derinliklerinden, üç hilallerden süzülerek Sultan ikinci Mahmud* zamanında bugünkü şekli verilmiştir. Osmanlı Devlet Arması 19. Asır eseridir. Son şeklini 17 Nisan 1882’de hamid Han zamanında almıştır. Camilerde minberin bir yanında sancak, diğer yanında bayrak asılıdır. Biri Şanlı Peygamber adınadır Diğeri ümmet adınadır harp kararı, cihad fermanı, meydanda Sancak altında okunur.*güney hudutlarımızda yedi düvele karşı beka mücadelesi verilir, düşman mağlup edilirken*ay-yıldızlı mukaddes *Bayrağımız, *yükseklerdeki bir kartal gibi Mehmedciğin cesaretine cesaret katmakta, yol göstermektedir.15 Temmuzda hainler perişan edildiyse, Fırat Kalkanı destanı yazıldıysa, Afrin fethedildiyse Türk Bayrağının, aşka getiren, birleştiren, coşturan bize bizi hatırlatan Allah ismiyle Peygamber isminden nakışlı, şehid kanlı Bayrağımızın büyük payı vardır.Bizde öpüp başa konan dört kıymet vardır:-Kur’ân.-Ekmek.
-Bayrak.-Ana-Baba eli.Kur’ân’ın yolunda gidildikçe, ekmeğe şükredildikçe, Bayrak uğruna ölündükçe, büyüklerin eli öpüldükçe şehitlerimiz ve ecdat kabrinde rahat* uyusun Türk Milleti, Allah’ın lütfu keremi ve Peygamberler Peygamberinin himmetiyle yeniden ilâhî vazifesine devam edecektir.
*Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi 1878 de Türk Rus Harbi’nde uğradığımız felaket üzerine Rumeli’yi, evladı-fatihan yurdunu kaybedince “Tarihçe-i Zağra” adlı hatıratında insanın kalbini titreten sözü söyler:-Aziz-i vakt idik; a’da zel’il* kıldı bizi! Arif Nihat Asya, bu inleyişten uzun bir mersiye yazar.Huda ki rûz-i ezelden asîl kıldı bizi,Resûl-i Ekreme vekil kıldı bizi:Taraf taraf, yedi iklimi Hakk’a davette Delil kıldı bizi.Üsküp evlâdı Yahya Beyatlı şunları söylemektedir İstanbul’dan Sofya’ya kadar mazi alevlendi kalbimde Türklük Avrupa’ya bir deniz dağlardan çekilmiş, lâkin tuzunu bırakmış. Bütün toprak Türklük kokuyor…”
*Müslüman Türk’ün kokusunun sindiği yalnızca Rumeli değildir. Bayrağımızın ve Ezanımızın on asır boyunca yükseldiği her toprak Türklük kokmaktadır.Afrin türklük kokmaktadır
Zağra’yı, Üsküb’ü, Haleb’i, Bayır-Bucak’ı, Kut’ül Amare’yi ve nice yüzlerce yeri milletin çocuklarına unutturanlar mahşerde nasıl hesap vereceklerdir? milleti Hüseyin Raci Efendi’yi, Yahya Kemal’i anlayamaz hâle düşürenler nasıl hesap vereceklerdir?
murataltug1985
03-09-2018, 08:45
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları****
POSTMODERN İHANET!
*Takvimler, 28 Şubat 1997 i gösteriyordu. Vatandaş tedirgin, hava kurşuni renkliydi. Yarınlar karanlıktı. MGK iki muhalif kanada ayrılmış olarak içtima etti”…9 saat süren toplantı bittiğinde laikliğin demokrasi ve hukukun teminatı olduğu söyleniyor, laiklik maddelerinin, tevhidi tedrisat kıyafet kanununun tatbik edilmesi, eğitimin 8 yıla çıkarılması, cemaat okullarının MEB’na devri, Kur’ân kurslarının teftişi, tarikatların kapatılması, kurban derilerinin derneklere verilmemesi, irtica sebebiyle ordudan atılan gerici subayları müdafaa eden ve orduyu din düşmanı gibi gösteren medyanın kontrol edilmesi *isteniyordu…
*Geçmişi, 1970’lere dayanan Millî Görüş tüm kapatma dâvâlarına rağmen bir başka parti ismi alarak* siyasi mücadeleye devam etmekteydi. MGK, 28 Şubat’ta toplandığında RP seçimleri kazanmış ve DYP ile ortak hükûmet kurmuştu.
Erbakan Başbakan Çiller Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanıydı.Demokrasi ve halk iradesi, böyle tecelli etmişti. asker, yargı, üniversite, iş adamı medya elitleri yerli ve millî olana karşılardı. Tek Parti zihniyetinin devamı 27 Mayıs cuntacı ve darbecileri Refah Yola düşmandı. Ellerinden gelse Allah demeyi yasaklayacaklardı. Kökleri dışarıdaydı. Mason, siyon ve kapitalizm uşağıydı
*Kapalı kapılar ardında kirli oyunlar tezgâhladılar cunta müdahalesine haklı gerekçeler uydurdular 28 Şubattan önce ortalığı aczmendi” denen uzun âsalı, karanlık *bakışlı ürkütücü tipler doldurmuştu. uydurma tarikatlar türemiş, *onların istismar ettiği kadınlar ekranlarda zırlıyorlardı.Sincan Belediyesi, Kudüs Gecesi tertipledi. Bir piyeste Kudüs’ün işgali, Mescid-i Aksa’ya saygısızlık ve Filistin zulümü kınanmaktaydı. Siyonistlerin ayağına basılmıştı. İçerideki uşaklarını harekete geçirdiler. Sincan’da tanklar göründü. Neler oluyor? diye sorulduğunda 28 Şubat’ın kralı Orgeneral Çevik Bir, balans ayarı yapılıyor” dedi. 28 Şubat günkü MGK Kurul başkanı Başbakan Erbakan idi ama darbe bildirisi O’na karşıydı. Başbakan, utanç metnini imzalamadı. *Başbakan erbakan 4 Mart günü yumuşatılmazsa 28 şubat darbesini imzalamayacağını açıkladı.ve imzayı reddetti. medya algı operasyonuyla imzalamış gösterdi. 28 Şubat’ın yargıdaki kralı başsavcı Vural Savaş, “ülkeyi iç savaşa sürüklediği” iddiasıyla RP aleyhine kapatma davası açtı. şükür ki* millet oyuna gelmeyecekti. genelkurmay başkanlığı ticari şirketleri kara listeye aldı. 10 Haziran’da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkanlığında bir salona dolduruldular.brifing verildi.çürük hukukçular, sıfatlarından hicap etmeyerek askerin yağdırdığı talimatları ayakta alkışlayıp cuntaya biat ettiler. Yargı, postalların altına paspas yapılmıştı.
murataltug1985
03-09-2018, 08:46
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları****
POSTMODERN İHANET!
*Başbakan Erbakan 18 Haziran’da istifasını Cumhurbaşkanı Demirel’e verdi. Çiller, başbakan yapılsın diye istifa etmişti. Oysa Demirel, vazifeyi Çiller’e değil, Mesut Yılmaz’a verdi.ANAP, DYP’den küçük olduğu hâlde bu yapılabilmişti. Demirel,12 Mart ve 12 Eylül’de darbeyle devrildiği hâlde Postmodern Darbe” denen 28 Şubat ihanetine destek oluyordu. Demirel,* başı örtülü kızlara Arabistan’a gitsinler!” diye vicdanları yaralayan utanmaz bir laf edecektir. Yılmaz, *Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk’la beraber* ANASOL-D Hükûmetini kurdu.*darbenin asker, yargı, medya, üniversite ve hükûmet çerçevesi tamamlandı sıra zulümlere gelmişti. Darbeciler kendilerinden emindi 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini ileri sürüyorlardı. Cunta, MGK kararlarına “28 Şubat Eylem Planı” adını vermişti. faşist dayatmaları*için Batı Çalışma Grubu adlı bir *şebeke kurulmuştu. Başlarında General Çevik Bir vardı. Vatandaşlar, fişleniyordu. İrtica iddiasıyla TSK, MEB, bürokrasi, adliye, üniversite tasfiye edildi. “Yeşil sermaye uydurmasıyla beyaz Türklerden olmayanlara* nefes aldırılmadı Basın hürriyeti bitirildi. *İmanının varlığı şüpheli* sözde ilahiyatçı akademisyenler, sahibinin sesi olarak* her akşam ekranlardan zehir kusmaktaydılar.
Sabih Kanadoğlu, Vural Savaş, Yekta Güngör Özden, Çevik Bir, Kemal Gürüz, Kemal Alemdaroğlu cuntaya yaslanarak milletin değerlerine taarruz ediyordu. medya, sermaye,* üniversite, yargı 28 Şubat’ın uşağı olmuştu. Üniversite önleri dram ve gözyaşı doluydu. başı örtülü binlerce genç ve aileleri *mağdur ediliyordu.
15 Temmuz FETÖ’cü leri halkın seçtiği iktidara yüklenip “başaramadınız çekip gidin!” diye manşet atarak yardakçılık yapıyorlardı... *Postmodern Darbe ihanetinin asıl gücü FETÖ’cülerdi 28 şubatın darbecileri fetö teröristleri 15 Temmuz da işgal teşebbüsü ve darbe ihaneti ortaya çıktı.
FETÖ’cüler, 2012’den itibaren Ergenekon davaları altında davaları sulandırarak *delil ve failleri sakladılar.28 Şubat’ın mahkemeye götürülmesi gerekir.Postmodern İhanet, bin yıl değil 10 yıl bile sürmedi.zararı çok büyük oldu.beyin göçü gerçekleşti yetişmiş insanlar harcandı ihanete muvaffakiyet nasip olmaz. *Darbecinin hesabı varsa Allah’ın da hesabı vardı 28 Şubat olmasaydı bugünkü iktidar doğmayacaktı.* Küfürbaz cuntacılar, Başbakan Erbakan’ı istifaya zorlamış, istikbal vadeden İBB Başkanı Erdoğan’ı “Minareler süngü diye şiir okuduğu için hapse atmışlardı. bugün o şiir, TRT ekranlarından haykırılmakta. 28 Şubat neyi yasaklamışsa bugün hayat bulmuş vaziyettedir Kukla krallar saklanacak delik arıyorlar.
28 Şubat’ın mağdurları duayla, zalimleri kötülükleriyle anılmaktadır.Herkes layık olduğuna kavuşur.
murataltug1985
03-09-2018, 08:46
Kaynak rahim er türkiye gazetesi yazıları****
*Sultan Abdülhamid sakin ve mütevazıydı Kibar bir insandı. Büyük-küçük herkese “siz” diye hitap ederdi.Yaz-kış her gün sabah 05.00 te uyanırdı. ılık su ile yıkanırdı.Güne sabah namazı, ve Kur’ân-ı kerim ile başlardı. Sabah namazını, mevsim elverişli ise Yıldız Sarayı bahçesinde eda ederdi Sade giyinir; mesaiye hazırlanması kısa sürerdi.Sabah namazından sonra Mekke Şerifi’nin gönderdiği Moka kahvesi ve kahvaltısı ikram edilirdi. Gün içinde kahve içerdi.Kahvaltısı ve yemekleri sade olur; sofrada kahve ile birlikte ekmek, tereyağı, yumurta gibi yiyecekler olurdu.
*Devlet teamülü icabı kahvaltı ve öğünleri yalnız yerdi. Müşfika Kadınefendi yemeğe iştirak ederdi. Resmî davetlerde masası kalabalık olurdu.
tütünü Mutki’den gelirdi.Kahvaltıdan sonra Harem Dairesine geçer, aile efradıyla Harem mensuplarının ihtiyaçlarını talimat verirdi.
Harem’den sonra saat 10’da Selamlığa geçer devlet işlerine dair arzları kabul ederdi devlette her teferruata hâkimdi.tayin ve vazifelendirmeleri bizzat kendisi yapardı.Saray memurları, Sultana arz ederlerdi.-Sultan güne başlarken Avrupa gazetelerinin Devlet-i ali Osman ve şahsı için neler yazdıklarını dinler gerekli talimatı verirdi.
*Sultanın mesaisi idari işleri tedvir eder dilekçeleri dinler, istihbarat alır, raporları inceler nazır ve sefirleri huzura kabul eder günü yoğun geçerdi.
Abdülhamid Han-ı sani, yorulmak nedir bilmeyen bir azme sahipti. bıkıp-usanmadan çalışır o günkü işleri, ertesi güne bırakmazdı. Çalıma odasında sabahlardı Mesaisine ancak namazlarda ara verirdi.Öğle yemeğini saat 11-12 arası Haremde yerdi. Sofrası sade ve seçkin olur, sebze yemeklerini tercih eder Asla alkol kullanmazdı masada su, ve şerbet bulunurdu.*Öğle öğününde sofrada çok az miktarda et az miktarda sebze yemeği, börek ve meyve bulunur, yemekten sonra kahve içerdi. Kahvesi sade olur Yemeğini umumiyetle Boğaz yahut Marmara’yı gören odalarda yerdi.-Öğle yemeğinden sonra uzanır, sonra mesaisine dönerdi. yaverler ve erkanıyla sarayın bahçesinde gezinir, göletteki kayıkla gezinti yapardı Öğleden sonraki mesaide toplantılara riyaset eder, kabullerde bulunurdu. Öğle ile akşam arasında kısa bir teneffüsü olurdu.
ahşap işleri yaparak çalışır ve dinlenirdi. Mimar Sinan, mimarlıkta ne ise Abdülhamid Han da marangozlukta odur. dünya çapında üstün san’atkârlardır.
*Sultanın hayatında cuma günü kıymetli bir hazineydi Cuma namazına Yıldız Sarayının önündeki Hamidiye Camiine gider; namazını Hünkâr Mahfilinde eda ettikten sonra Saray’a me
dönerdi. Bu gidiş-gelişe “Cuma Selamlığı” denir; ahali ve ecnebiler kendisini görmek için sarayı doldururlardı.Cuma, namazdan sonra nazırların ve sefirlerin huzura kabul günüydü.-Sultan, akşam yemeğini akşam namazından sonra yavaş yavaş yerdi. israftan uzaktı. Sofrada pirinç pilavı, buzlu şerbet, tatlı ve dondurma gibi yiyecekler olurdu.
paşalarla devlet ricalini akşam yemeğinden sonra Selamlık’ta kabul ederek dinler emirleri verirdi.
*Sultan yorgun düşmüşse Haremde istirahat ederdi.Haremde ailesiyle meşgul olur, şehzade ve sultanların Kur’ân-ı kerim ve dinî bilgilerini takip ederdi.Akşamları kütüphanede vakit geçirirdi
Sultan, çok geç yatar erkenden kalkardı.hiç uyumadan iki gün boyunca çalıştığı olurdu.
Devlet işleri beklemeyeceğinden gecenin her saatinde kapısının çalınırdı hiçbir devlet evrakını abdesti olmadan imzalamamıştır. Akşamları yatak odasında , Kur’ân-ı kerim ve kitap okurdu.
murataltug1985
03-09-2018, 08:46
Kaynak rahim er türkiye gazetesi CÜCE VE DEV
*Türklerin “Kanuni”, Haçlı Avrupasının hayranlıktan Muhteşem Süleyman” dediği Kanuni Sultan Süleyman Han, Türklerin Hakanı, Müslümanların Halifesi, gayrı Müslim teb’anın adil hükümdarıdır.
Seferde, harp hâlindeyken vefat etmiş bir şehiddir.
yarım asra yakın süren Padişahlığında zaferler kazandırmış; devlet, zirveyi yakalamış, vatan topraklarımız 23 milyon 400 bin km2 gibi uçsuz-bucaksız bir çapa ulaşmıştır. Kanuni zamanı
Güneşin en parlak anı, tam tepede olduğu vakittir. Devlet-i âli Osman, göz kamaştırıcı ihtişamına Kanuni ile kavuşulmuş, tepeye çıkılmıştır.
*Kanuni Sultan Selim gibi bir dehanın hayrlı bir evladıdır. Atası Fatih, Balkanların, babası Yavuz, Arap coğrafyasıyla Kuzey Afrika’nın, Kanuni ise Rodos-Cezayir ve Orta Avrupanın fatihidir. Akdeniz Türk Gölü olmuştur Kanuni zamanında devlet, kuvvet ve kudret olarak, zirveye çıkmış millet ve medeniyet zirveyi*yaşamıştır. Padişah "Muhibbî" mahlasıyla üstad bir şairdir. İktidarında edebiyat, mimari, ilim, san’at, erişilmez çaptadır. Hazine ve maliye dünyanın en güçlüsüdür.3 kıtada kütüphane raflarında kıyamete kadar gelecek nesillerimizin yüzünü ağartan eserler Kanuni devri eserleridir.
*Bir sütunun Kanuni’yi anlatması imkânsızdır. bir gazetenin ve kitab onu anlatmaya yetmez.
kadir-kıymet bilmez vefasızlar, böyle büyük bir insanı rencide etmektedir Bir Türk'ün, bir Müslümanın, bir insanın böyle bir kıymete hakaret etmesinin insaf, irfan, vicdan ve ahlakla bağdaşır tarafı yoktur. hakkında en çok kitap yazılan, en çok akademik çalışma yapılan liderlerden Kanuni münakaşası yapılamaz o halde hangi hadsiz niçin kanuniye sataşmaktadır Sevenleri bir yana, düşmanları bile kanuniyi takdir etmektedir. Kanuni, 29 Ağustos 1526’da Mohaç Meydanında Macar Ordusu’nu iki saatte imha etmiştir.
*içimizdeki birtakım kimseler, yıllardır asil Padişahı, bayağı dizilerle anlatmakta, ve iftira etmektedir. Bu vebale RTÜK ortaktır. Dizi çarpıtması yetmezmiş gibi Prof. etiketli biri Muhteşem Süleyman’a hakaret etme cibilliyetsizliğini işlemiştir
Akademik Görgüsüz Ağzı bozuk şarlatan kitab tanıtımında kanuniye hakaret etmiştir
Bu münasebetsiz kişi, cezayı hak etmiştir.
Savcılar Sn. Cumhurbaşkanı Osmanoğulları ve
Vatandaşlar dava açabilir.ceza ve tazminat davası açılmalıdır. Kazanılan para, Mehmetçik Vakfı veya Kızılay vakıfına bağışlanabilir.Unutulmasın ki kindarlığı yapanlar, Osmanlıya söven soytarıların devamıdır. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmamalı.
Mahkemede hesap sorulmalıdır...
****
murataltug1985
03-10-2018, 08:31
Kaynak rahim er türkiye gazetesi köşe yazıları
MEN DAKKA DUKKA!
*Evlerimizle iş yerlerimizin duvarlarında eskiden ayeti kerime, Hadisi şerif, vecize ve atasözü olurdu.bizlere nasihat, ederlerdi hat sanatı müstesna bir değer taşırdı. “bu güzide eserlerimizden biri de “men dakka dukka!”dır.
Men dakka dukka, “çalma kapıyı, çalarlar kapını!” demektir. Kim ki hıyanetle birinin kapısını tıklatırsa, zilini çalarsa, penceresini yoklarsa aynısı kendi başına gelir.Arap atasözüdür.Kısacası “eden bulur” denebilir.Kötülükten alıkoymayı murat etmekle lisanımızdaki “rüzgâr eken, fırtına biçer” deyimiyle eş anlamlıdır.*Türkiye farkında olmasa da şu günlerde ibretlik olaylar yaşanmaktadır. Afrin’e kilitlendiğimizden komşudaki hırçınlığın farkında değiliz. Yunanistan’da yer yerinden oynuyor. Ülke medyası ve vatandaş ayakta.Nedir, ne oluyor bu Yunanistan’a? Hükûmete neden yükleniyorlar?
iki Yunan askeri izinsiz bir şekilde topraklarımıza girdiler. Mahkeme, onları casusluk suçlamasıyla cezaevine gönderdi.Komşumuzdaki kızgınlığın sebebi bu.Başbakan Çipras BM’den yardım istedi BM’nin tırnağı olsa başını kaşır,Guta’ya nefes aldırır. Ancak BM nin kendine hayrı yok
Yunanistan siyasi buhranda Neredeyse Türkiye’ye harp açacaklar.Akdeniz hummasına kapılmışlar.
*Kaçak yunan askeri casusluktan tutuklandı asker kardan dolayı yolları kaybettiğini mültecileri takip ettiklerini iddia etti Bunlar bahaneydi, başka sebepler var dı ancak bilinmiyor. Ankaranın Atina’ya gülerek “işte şimdi elime düştün; men dakka dukka!” dediğini tahmin etmek zor değil... Ankara, haklıdır.500 sene birlikte yaşadığımız Yunanlılar bilir ki “komşu komşunun külüne muhtaçtır”. Ne var ki Atina, 15 Temmuz ihanetinde kendisine iltica eden FETÖ’cü pilotları iade etmedi. Tutukladı, serbest bıraktı. tutarsızlık sergiledi. darbecileri korudu Doğrusu yunan 1999 Marmara zelzelesinde aramız iyi olmadığı hâlde yardımımıza koşmuştu *Yunan Kendilerine koşan fetöcüleri iade etmeliydi Bu dürüstlük, düzelmiş ilişkileri iyileştirecekti.Yunan hükûmeti, darbeci nankörleri himaye etti ve bize teslim etmedi Türkiye’de kimse meydanlara dökülmedi.Sonunda Hadisi şerif, güneş gibi parladı-Men sabera zafera/ sabreden zafere kavuşur.Sabrettik; haklı olduğumuz hâlde taşkınlık yapmadık; pazarlık sebebi, kendi ayaklarıyla geldi.
Ankara yunan karşısında şu imkânına kavuşmuştur:
-Verin darbecileri, alın askerlerinizi!..Bu kadar açık söylenir. Ve açık diplomatik dil kullanılır.
murataltug1985
03-10-2018, 08:32
Kaynak rahim er türkiye gazetesi köşe yazıları
FRANSA'NIN PİMPİRİKLİĞİ!
*BMGK nın 5 daimî üyesi vardır. Çin, Rusya, İngiltere, Fransa ve Amerika. Bu devletlerden Fransa hariç hiçbiri Türkiye'nin Zeytin Dalı Harekâtı'na muhalefet etmedi. Çin'den ses çıkmadı. Rusya ile müzakere edilerek harekât başladı. İngiltere, meşru müdafaa hakkımızı kullandığımızı söyledi.* ABD, PYD ile can-ciğer olmasına,*teröristlere yaltaklık etmesine rağmen harekâtı anlayışla karşıladı NATO da müdafaa hakkımız olduğunu ifade etti.Yalnızca Fransa rahatsız oldu.*ve harekâtın ikinci günü BMGK yı Afrin gündemiyle âcilen toplantıya çağırdı.*
*Fransa'ya âcil toplantı çağrısını yaptıran sebep nedir? Afrin'de binlerce sivil mi öldürdük halkın suyunu mu zehirledik kimyevi silah mı kullandık fransızlar gibi hangi adaletsizliği işledik
Türkiye ülkesinin birlik, dirlik ve bütünlüğü vatandaşı için *KCK-PYD-YPG-PKK, DEAŞ terör örgütlerine karşı harekât yapmaktadır mecburdur. harekât, Afrinli sivillere ve Suriye'ye karşı değildir. Harekât, *meşruiyetini Cenevre Sözleşmesinden almaktadır. Afrin harekatı sahipsiz kalan hudutta emniyeti tesis etme maksadıyladır. Sn. Yıldırım tarafından açıklandığı gibi *sınırımızdan 30 km derinliğe gidilip güvenli bölge kurulacaktır.
*Arap Baharında Suriye karışınca*yapılmasını Amerika'yla dünyaya teklif ve ettiğimiz bölgeyi kendimiz inşa etmekteyiz.Böylece; terör koridoru açılamayacak terör devleti kurulamayacaktır. Türkiye, Suriye, Irak ve İran'ın* toprak bütünlüğü korunmaktadır. Afrin harekatı olmasaydı bölge* istikrarsızlaşarak çok tehlikeli bir* geleceğe sürüklenecekti peki Fransa resmi neden görmemektedi işgüzarlığı niyedir Paris'teki siyasi kafa, Suriye'nin Türkiye, Rusya, ABD pay edileceğini düşünmektedir. Fransa parsadan pay almak için teröristlerin gözüne girmeye çalışmaktadır *Kanlı Amerika ve Fransa teröristlerle iş tutmaktalar. Fransa'nın Haçlıların Kudüs işgalinden beri suriyede gözü var Napolyon bölgeyi istila etmiş Akka kalesinde Cezzar Paşa tarafından cezalandırılarak geri gönderilmiştir. I. Dünya Harbi'nde Türkiye, Irak, Suriye, Filistin, Ürdünde Osmanlı mülkünde işgal ve zulümler yapılmıştır. Fransa Orta Doğu ve İstanbul'u işgal etmiştir ilk cihan harbinden beri bölgenin başbelası Sykes-Picot Anlaşması'nı* yapmıştır Fransa eski Cumhurbaşkanları Kürt bölücülerle seyahat eder türkiyeyi bölmek için konuşurdu.
Afrin için siyasi atak yapan Fransa, tek bir gün Arakanlı mağdur Müslümanlarla ilgilenmemiş Filistin mazlum ve mağdurlarını görmemiştir.
Akdeniz, binlerce Suriyeli mülteciye mezar olduysa vebali AB ve Fransaya aittit Fransa vahşi batı mensubudur sömürgecidir. Afrikayı sömürmüş Cezayir'deki bir buçuk milyonu katletmiştir affedilemez insanlık katilidir. orta Afrika'da yaptıkları tazedir. Mısır'daki Sisi darbesinin arkasındaki isimdir.Herkes, attığı adımı da dediği lafı da bilmelidir
murataltug1985
03-10-2018, 08:32
Kaynak rahim er türkiye gazetesi köşe yazıları NÛN
*15 Temmuz darbeye teşebbüs ve işgal projesinin önlenmesinde Diriliş dizisinin *önemli bir mânevî/ gücü olduğuna şüphe yoktur. Tabiî dizi, darbe olabilir; halkı hazırlayalım!” diye yapılmadı. Film’in sahibi* Sn. Kemal Tekden, hangi zorlukları aşıp, nelere ekrana ulaşabildiklerini anlattı.
Diriliş-Ertuğrul, milletin, bir ruh silkinmesiyle cengâverleşerek* 15 Temmuz ihanetini bastırmasında büyük pay sahibidir. Darbe öncesinde diziyi seyreden vatandaş, o gece ölümü düşünmeden his çağlayanı ve imân fırtınasıyla tehlikenin üzerine *koştu. Her biri, Çanakkale’nin Seyid Onbaşısı oldu.*15 temmuz kahramanları yerden gökteki jetlere meydan okudular.Diriliş-Ertuğrul, yüreklerdeki Allah, Peygamber, din, vatan, millet ve ezan aşkındaki pasları söktü yüreklerde şahadet sevdası, evliyalık hürmeti, dua bereketi yeniden ve samimiyetle doğdu, imânsızlık kalbimizden sökülüp atıldı 15 Temmuz Haçlı kuşatma ve darbe ihanetiydi iç harbe girdik ordumuz, yaralandı insanlarımız yüreklerinin kışla aleyhisselam- ocağı olduğunu hatırladı. Fırat Kalkanı’nda* destanlar yazıldı.
*24 Şubat 2017’de Payitaht *Zeytindalından iki gün önce de Kut dizisi başladı. Diriliş gibi Payitahtda Zeytin Dalı Harekâtı’nda milletin evlâtlarının aşk, şevk ve Kızılelma ufkuna kavuşmasında çok müessir oldu Kut’ül Amâre dizisi de son ateşlemeyi yaptı. Aliya dizisi Yedi Düvelle hesaplaşmada öncekilerden geri kalmayacaktır biiznillah.dizilerimiz derleniş, toparlanış, uyanış ve dirilişte pay sahibidir göze ve gönle hitap eder. tesiri büyüktür.*hain darbe ihanetiyle haçlı işgalinin püskürtülmesinde yerli ve millî basının payı büyüktür. kalemler mukaddeslerimiz uğruna kendini hedefe koymuştur Bir iktidar, sadece yol, hava meydanı, baraj gibi bayındırlık hizmetleri yaparak ayakta kalamaz. Eğer kalsaydı Abdülhamid Han, Vahideddin Han, Adnan Menderes ve Süleyman Demirel kalırdı. AK Parti sinema ve basını keşfetmiş tarihî hizmetlere imza atmıştır kıymetli bir hizmettir namuslu, yerli ve millî bir matbuatları olsaydı Abdülhamid Han ve Vahideddin Han talihsiz akıbetlere uğramazdı. Menderes ve Demirel’e destek veren basın olsaydı darbeye maruz kalmazlardı. Erbakan medya desteğinden mahrumdu.medya onun can düşmanıydı.
*28 Şubat zulmünün suçlusu cuntacılar ve Devrin medyasıydı Bugün medya gazete, dergi, televizyon ve radyo ve sosyal medya, yerli ve millî olmalıdır 15 Temmuz’un mağlup edilmesinde, Fırat Kalkanı, referandum, Zeytin Dalı Harekâtı’nda medyanın değerli payı vardır.Bütün başarı, medyaya siyâsî irade ve asker ile yüce milletindir Fatih Sultan Mehmed Han, Bizans’ı çökertince ulema Padişahım, dua ettik, zafer müyesser oldu!” dediler.* Muzaffer Sultan, tebessüm ederken kılıcının kabzasını okşayıp “bunun hakkını unutmayın!” der. Siyasi irade, millî duruşun adıdır. Bugün Abdülhamid Han dirilmiştir TSK, Asakir-i Mansure-i Muhammediye olduğunu göstermektedir.Unutulmamalıdırki bugün askerin Allah!! Allah!!! diyerek çıktığı kışlaya 28 Şubat sürecinde Besmele yazılı erzak kamyonu giremiyordu.*Diziyi çeken kameradır. arkasında güçlü bir kalem olmayan dizi ve sinema tutmaz. Donanımlı kalemleri olmayan dergi ve gazete okunmaz. Yazar, kalemiyle fikir üretir ve kâğıda döktüğünü şişeye koyarak meçhul adreslerdeki kahramanlara ulaşsın diye ırmağa verir.Diriliş Ertuğrul bunun isbatıdır:bir talebeyken Seyyid Ahmed Arvasi nin yazılarından beslenen Kemal Tekden, Kızılelmayı kalbine nakşeder: imkânım olursa film şirketi kuracak ve film çekeceğim.” der kendisi, bugün bir operatör doktordur. Niyeti düzeltip, yola çıkmış zorluklara da tahammül edince Allahü teâlâ, O’na milyonlara tesir eden, millete aslını, özünü ve yiğitliğini hatırlatan bir filme imza atma şerefini bahşeder.Kalem,Kelâm, tefekkür,İmân,Ve… Kızılelma Mütefekkiri ve san’atkârı olmayan bir dâvâ, yarına kalamaz.millî eğitimde ve millî kültürde muvaffak olmak millî borç ve millî mükellefiyettir.
murataltug1985
03-10-2018, 08:32
Kaynak rahim er türkiye gazetesi ÇEKİÇ GÜÇ
*Günü, bugünde kalarak tahlil etmek hayıflanılacak bir hâldir. Doğrusu dün-bugün-yarın denklemidir.
Bugünü, bugüne gelinceye dek yaşadığımız dış ve iç olayları tahlil etmeden anlamamız mümkün değildir.1950-60’larında Amerikan “Barış Gönüllüleri sözde öğretmenlerdi. Türk çocuklarına sözde İngilizce öğretiyorlardı. Hâlbuki onlar 1800’lerin başından bu yana bu topraklarda görülen misyonerlerdi. ülke çocuklarında zihin operasyonu yapmak istediler içindeydiler. Hadisenin etkileri geçmedi *Çekiç Güçü yaşı 20’nin altında olanlar hatırlamayacaktır. Yaşı 30’un üstünde olanların hatırlamaması ürkütücüdür. hafıza örselenmesidir. bir otelde Viyana-Kut’ül Amare tarihini resmettik. Kürsüden indiğimizde yaşını almış bir dinleyicimiz, derin bir üzüntüyle“Ben, öğretmenim ama anlattıklarınızı ilk defa duydum diyordu*2 Ağustos 1990’daki Birinci Körfez Harekâtından sonra 1 Mart 1991’de Basra’da Şii isyanı çıktı Saddam dışarıdan ve içeriden sıkıştırılıyordu. Şiileri tahrik eden üst akıl bugün Kürtlere döndü. 5 Mart’ta Raniye kasabasında Kürt ayaklanması çıktı Kuzey Irakı. Etkiledi 5 Nisan 1990 da Peşmergeler ele geçirdikleri yerlerden atıldılar. 2 Martta Koalisyon komutanlarıyla Iraklı generaller arasında ateşkes yapıldı. Saddam’ın kendilerine kıyacağını zanneden 2 milyon Kürt Türkiye ve İran’a kaçtı, BMGK 5 Nisan da aldığı*688 Irak devletini soykırım ve zulümle itham ederek Irak hava sahasında 36. Meridyenin kuzeyi ve 32. Meridyenin güneyinde uçuşu yasakladı. Kürt mültecilere 100 km derinlikte emin bir bölge tesis edildi.
*Kuzey Irak’ta huzuru temin için bir araya gelen Koalisyon Kuvvetleri, şu devletlerden meydana geliyordu:*ABD, Birleşik Krallık, Avustralya, Fransa, Hollanda ve Türkiye.Çekiç Güç” denen Huzur Harekâtına 24 Temmuz 1992’de son verildi.ve Birleşik Görev Gücü” kuruldu. Çekiç gücün mahiyet ve maksadı değişmemişti. İncirliğe yerleşti. Erbakan’ın Başbakanlığındaki Refah/Yol Hükûmetince 31 Aralık 1996’da gönderildiyse de isim değişikliğiyle faaliyetine*devam etti.Çekiç Güç, 1991’den 21 Mart 2003 e kadar 12 yıl ülkemizde faaliyet gösterdi.*TBMM 6 ayda bir çıkarttığı tezkerelerle çekiç güçe izin veriyordu.Bu zaman zarfında -Kuzey Irak Muhtar İdaresi kuruldu.Bitme noktasına gelen PKK sahaya sürüldü. Mehmedciğin Cudi Dağı’nda kıstırdığı PKK’lılara Amerika destek malzemesi atıldı. 17 Şubat 1993’te Ankara’dan Diyarbakır’a uçan Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağı meçhul bir şekilde düştü. Eşref Paşa şehid oldu.Çekiç Güçten sonra 28 Şubat Darbesi yaşandı.çekiç güçün hüküm sürdüğü 12 yılda Adana’daki İncirlik ve Diyarbakır’daki Pirinçlik kullanılıyor, Türk Meclisi çekiç gücün süresini uzatıyor, proje sahipleri, projelerini hayata geçiriyorlardı.Aynı İncirlik, 15 Temmuz’da da vardı.
Savaşı sahada kazanıp masada kaybetmemek için diri hafıza ve kıvrak diplomasi şarttır.mücadele Afrin’le bitmeyecek, Menbiç’le bitmeyecek. Terörist kimin üniformasını giyerse giysin vururuz!”
Fikrî*ve fiilî*hazırlık buna göre yapılmalıdır
murataltug1985
03-10-2018, 08:33
Kaynak rahim er türkiye gazetesi köşe yazıları
AKADEMİK GÖRGÜSÜZLÜK
*TEOG imtihanı ancak Cumhurbaşkanı*el koyunca masaya yatırıldı. YÖK ve MEB e sormalı TEOG ve yardımcı doçentlik yanlış idiyse neden ses çıkartılmadı? Birinde çocuklarla aileleri mağdur ve rencide olmaktaydı.Şayet Sn. Erdoğan, müdahale etmeseydi sürüp gidecekti.TEOG eğitim hayatından çıktı, talebeler ve veliler kurtuldular. Yardımcı doçentlik yakında kaldırılacak. Akademi, bir kusurdan, o unvanı taşıyanlar bir yükten kurtulacaklar…*Ancak; mühim bir konu daha var Bu ayıp, görgüsüzlüktür ve hatanın düzeltilmesi Cumhurbaşkanına bırakılmamalı. Sn. Erdoğan, nedir bu münasebetsizlik!?"*demek zorunda bırakılmamalıdır şehirli bir toplum olmamıza rağmen akademik görgüsüzlük, devam etmektedir. Ekrandaki sohbetten, gazetedeki yazıya . Kadar görgüsüzlük çevremizi kuşatmıstır örneğin akademik kariyeri farklı bir sahada olan şahıs kendiyle alakasız bir konuda prof ünvanını kullanmaktadır. konuşmacı kendi alanımda ünvan kullanmalıdır kendi alanı dışında ünvan kullanmak görgüsüzlüktür.
*akademik unvanlar konferanstaki diğer şahısları geri planda bırakmaktadır unvan olur-olmaz yerli-yersiz görgüsüzce kullanılmamalıdır konuştuğunda saygı duyulacak, eli öpülecek akademisyen sayısı* azdır. Etiket parlak, kalite ise yerlerdedir. görgüsüzlük yaşanmaktadır Askerde üst rütbeli subay, astı karşısında hemen rütbesini gösterir. Kışlanın rütbelileri üniversitenin unvanlıları da fukaralıklarını unvanlarıyla örtmeye çalışmaktadır. yalancı akademisyenlerin ünvan kullanması kötüdür. Vatandaş, şöhretine kanarak kendisine kulak vermekte kitabını almakta ama zırnık kadar faydaya kavuşamamaktadır.*Düne kadar devlet hayatımızda yetişmiş insan sıkıntısı vardı. Bunu arkada bıraktık. Ne var ki rical sıkıntısı bugün akademide mevcuttur 27 Mayıs,*12 Eylül ve 28 Şubat'ın bir de böyle büyük darbelerinde çok değerli akademisyenlerin üniversiteyle ilişiği kesilmiştir Mevzuuna hâkim, konuştuğu dinlenebilen, Türkçeyi iyi kullanan, akademisyenimiz çok az. Her ile üniversite çok isabetli bir karardır. Böylece*iki büyük şehirdeki üniversite dukalıkları yıkıldı. üniversite problemleri devam etmektedir üniversitede, siyasette, medyada, askerlikte ve hayatın her sahasında bilgi öncelik kazanmazsa görgüsüzlük ve sığlık devam eder.TEOG kaldırıldı.Yardımcı doçent unvanına son veriliyor.Akademik unvanların kullanılması doktora yapılan ilim dalıyla sınırlanmalıdır
murataltug1985
03-10-2018, 08:33
Kaynak rahim er türkiye gazetesi NATO DA ÇÖKER
*ABD'li yetkililer, Türk mevkidaşlarıyla görüşmekteler. Trump, Cumhurbaşkanıyla , Dışişleri Bakanı Tillerson Mevlüt Çavuşoğlu'yla, görüşmekteler.McMaster-İbrahim kalınla görüştü,
maksat, bozulan Türk-Amerikan dostluğunu kurtarmaktı İki devlet arasındaki dostluk, Bush zamanında bile bu kadar kötüleşmemişti. Merak edilen soru münasebetler ve dostluk devam edecek mi çok kötümser olunmayabilir ama çok iyimser olmak için de sebep yok.*Amerika, içeride ve dışarıda kaybediyor güçlü bir siyasi irade mevcut değil Başkanlık, Pentagon, hariciye her kafadan bir ses çıkmakta. İsrail'in menfaatleri, Amerikan menfaatlerinin önüne geçmiştir. Washington, Ankara'nın tüm ikazlarına rağmen Türkiye düşmanı terör örgütleriyle dostluklar kurmuş, 15 Temmuz'a destek vermiş, Türkiye'yi itibarsızlaştırmak için 17/25 Aralık davalarını açtırmıştır. FETÖ kadrolarını iade etmemiş ve nPKK/PYD maşalığına devam etmiştir PYD nin stratejik ortağıdır her çeşid silah vermiştir. silahlar 5 bin tırdır. Verdiği silahların içinde tank, top ve jet vardır Teröristler amerikan silahları ile insanımızı katletmektedir
*bugün*teröristler abd silahları ile askerimizi şehit etmektedir Amerika Irak'ın Kuzeyi ile Suriye'nin kuzeyinde kukla bir Kürt devleti kurma*hülyasıyla İsrail'in menfaatini koruma*yolundan vazgeçmez, FETÖ'cüleri teslim etmez, şantaj dâvâlarını düşürmez, DEAŞ, PKK, PYD'nin arkasından çekilmezse Türkiye'den umduğunu bulamayacaktır.
Türkiye her dostluğunda samimidir.Türkiye, aldatmaz.Türkler, dinlerine, dillerine, bayraklarına bağlıdır. Bir Amerikalı, Amerikan bayrağından mayo yapar, Türk ise bayrağını öpüp alnına koyar en yükseğe asar.Ortak geçmişe rağmen Türkleri tanımayanlara söz biter. Şifası olmaz. Başbakan Yardımcısı ve Hükûmet Sözcüsü Bekir Bozdağ, abdye ''ikna etmeye geliyorsanız gelmeyin!'' diye yüksek sesle söylemiştir*ABD Türkiye düşmanlarını dost edinip her türlü desteği vermiş İsrail’in "Nil'den Fırat'a* Büyük İsrail" projesine destek olmuştur stratejik ortaklığımız lafta kalacak ve Türk Amerikan dostluğu çökecektir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu yüksek sesle ya tamam ya devam!.. diyerek Washingtonı sorguladı.Türk-Amerikan dostluğu biterse birinci derecede zarar gören Amerika olur.*Beyazsaray, dost seçmede*zaafa uğramıştır. Time Amerika’nın yalnızlığını kapak yaptı. Akıl var, iz'an var. teröristler ve İsrail, Türkiye yerine ikame edilemezler çapsızdırlar Yahudi Lobisi, Amerika'yı*pençesine almıştır Türk-Amerikan dostluğunun bitmesi Amerikan iç siyasetini kötü etkiler NATO'nun sonunu gelir Amerikan hükûmetin bütçe yapamamaktadır Sağduyusu olmayanın bütçesi olmaz. Abd kibirli ve kindardır dostluk ve NATO çürük iplikte sallanmaktadır NATO olmazsa İncirlik'in varlık gerekçesi kalmaz.Washington, son dönemeçtedir
murataltug1985
03-10-2018, 08:33
Kaynak rahim er türkiye gazetesi köşe yazıları
AK PARTİ- MHP MİLLÎ İTTİFAKI
Malum olduğu üzere 2019 seçim yılıdır Seçmen, belediye seçimleri için sandığa gidecek.3 Kasım 2019’daki milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak yarım senelik bir zamanda 3 seçim yapılacak Mahalli seçimler, genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimi...Türkiye, 2019’da 2023-2071 Döneminin yol haritasını tayin edecek
seçimlerle güçlü meclis güçlü Cumhurbaşkanlığı şarttır 3 Kasım 2019’da parlamenter sistem bitecek, Başbakanlı Hükûmet bitecek, icrayı layıkıyla işletecek bir Cumhurbaşkanlığı olacaktır.
anayasa referandumundan sonra akp ve mhp arasında Millî İttifak kurulmuştur. ilk teklif sn Bahçeli’den gelmişti. İttifaka Devlet Bey “Cumhur İttifakı” Tayyip Bey’in millî ve yerli fikrinden hmillî ittifak” adını verdi çalışma üç kısma ayrılıyordu. Mahalli seçimler, milletvekili seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimi. ittifak için Millî Mutabakat Komisyonu” kuruldu ve çalışmalar tamamlandı Liderler arasındaki toplantıda Belli olan hususlar şunlardır Yüzde 10 baraj devam edecektir.Seçim pusulasında parti isim ve markaları yer alacaktır. çift mühür yerine tek mühür vuracaktır.Milletvekili seçimlerinde tam ittifak olacaktır.AK Parti gibi MHP de YSK Kuruluna Cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan’ı gösterecektir. Allah ömürler versin; Türkiye 2023’e Sn. Erdoğan’ın liderliğinde girecektir.
AK Parti-MHP Millî İttifakı, şunu ispatladı siyaset didişmek demek değildir. Böylece Allah nazardan saklasın kardeşâne bir ittifak yapıldı. İki taraf da samimi ve sözünün eri.ittifak olmasaydı Afrin harekâtında başarı elde edilemezdi.Millî ittifak, seçimler için çok hayrlı olacaktır Ülke menfaatini, şahıs ve parti menfaatinin önüne alınacaktır . Bu yapılabildikten sonra her şey olur. Millî İttifak sadece seçimlerde değil çok iyi işlere vesile olacaktır Huzur, kalkınma ve büyüme, birlik ve dirlikledir yerli ve millî kalma şartına bağlıdır bu ittifak biiznillah Türkiye’yi Kızılelma’ya taşıyacaktır.
Bu bir kardeşlik ittifakıdır.Dava ittifakıdır.Büyük Türkiye ittifakıdır.7 Düvel tarafından bir asır sonra tekrar kuşatılmışken “ben” yerine biz demek hava kadar, su kadar elzemdir.Millî İttifak “biz” demektir.
Milli İttifak, tek yürek ve tek bilek olmaktır Şehidin, mektubundaki sırrı, anasının gözyaşındaki hikmeti okumak demektir.Yolunuz açık olsun.Fitne, sizlerden uzak olsun.
murataltug1985
03-10-2018, 08:34
Kaynak rahim er türkiye gazetesi köşe yazıları
ŞEHİD YAKINLARI İÇİN KANUN TEKLİFİ
TBMM Sayın Başkanlığı’na:
*Genç yaşta, gözlerini kırpmadan aziz canlarını dinimiz, milletimiz, istiklal ve istikbalimiz için feda eden mübarek şehidlerimizin yakınları, necip milletimize ve kudretli devletimize emanettir. emanetlerin ihtiyacı karşılanmalıdır mahrum kalması, kendini sahipsiz hissetmesi şehidlerimizi Cennet bahçesinde rahatsız eder milletimiz için ayıp ve kusur olur.*en geç 3 ay içinde devlet, evi olmayan şehid ana-babasına ev vermeli Evi olup evi bulunmayanlara yeni ev vermelidir Maaşı olmayan ana-babaya maaş bağlanır. Ayda bir kere şehid ana-babası muayene edilir. Şehidin eşi ve çocukları tahsil süresinde her türlü sağlık desteğini ücretsiz alır.Şehidin eşi varsa ev verilir. Veya evi değiştirilir. Maaş bağlanır Şehid aylıkları, her en iyi seviyede tutulur.Şehidin nişanlısına 22 yaşını bitirene kadar asgari ücret maaş verilir. Evlendiğinde nişan, nikâh ve düğün yardımı yapılır. 22 yaşından önce evlenirse maaş kesilir.Şehid çocuklarının anaokulundan üniversiteden mezun oluncaya kadar masrafı devletçe karşılanır.Şehid çocukları, dilediği fakülteye imtihansız kabul edilir.
*Şehit çocuklarından Yüksek lisans ve doktora yapmak isteyenler, imtihansız kabul edilir.
yardımlar lisans eğitiminde 25, lisansüstü eğitimde 29 yaşında kesilir.Şehidin erkek evlatları, askerlikten muaftır. Şehid çocuklarının evlilik masraflarını Bakanlık karşılar. 30 yaşını geçenler evlilik yardımı alamazlar. Şehid çocukları, 30 yaşına kadar diledikleri işe imtihansız alınırlar.
Şehid ana ve babalarıyla eşleri, ömür boyu, nişanlısı 22, çocukları 25 yaşına kadar bütün vasıtalarda VIP yolcu olarak ücretsiz seyahat ederler. Şehid ana-babalarıyla eşi, Ramazan Kurban ve Kandilde müftü, muhtar, askerlik şube başkanı tarafından ziyaret edilirler.ziyaret, nişanlıya 22, çocuklara 25 yaşına kadar yapılır.
*Şehit ailelerine Ramazan ve Kurbanda asgari ücret aylığı kadar hediye verilir. dinî bayram hediyesi nişanlıya 22, çocuklara 25 yaşına kadar devam eder.Evlenen şehid eşi, evlendikten sonra kanunda zikredilen yardımlardan istifade edemez.
Şehid ana baba ve çocuklarıyla nişanlıya senede 10 gün tatil yardımı yapılır. ana-babada ömür boyu, eş evlenene kadar, nişanlı evlenene veya 22 yaşına, kadar, çocuklar 25 yaşına kadar istifade eder.
Yüzde nisbetinde 60 malul olan gazi yakınları, şehid yakınları gibi muamele görür.
murataltug1985
03-10-2018, 08:34
Kaynak rahim er türkiye gazetesi köşe yazıları
CEMİL MERİÇ’İN AFRİN ŞİİRİ
Cemil Meriç, fikrinin çilesini yaşamış, bedelini ödemiş soylu bir kalemdir, irfanımızın, yirminci asırdan çağa ve gelecek zamanlara hediyesi büyük bir mütefekkirdir, edebiyatçı ve sosyologdur. Necip Fazıl’ın tarifiyle "Allah’ın, iç gözü görsün diye dış gözünü kapattığı sahici münevverdir."*Sezai Karakoç, şiirinde "Bir kadını al onu yont yont anne olsun’’ der. Cemil Meriç de bir lise*edebiyat öğretmenini yonta yonta tefekkür abidesi yükseltmiştir. Fransız edebiyatına bir Fransız aydını kadar, Hind edebiyatına en az bir Hind aydını kadar hâkimdir.
Rus ve Fars edebiyatına yakındır Cemil Meriç’i okurken insan, kendini kelimeler sağanağı çılgınlıklar fırtınası*içinde hisseder. meydana çıkışı 1965’te Hisar dergisinde oldu. Yazılarında fikirler, tesbitler, hükümler baş döndürücü bir hızla savruluyordu. ideolojiler, idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir!"*diyordu bu söz Necip Fazıl’ın sokak başında Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak!’’ diye haykırmasının tercümesidir. murdar bir hâlden, muhteşem bir mâziye kanatlanmak gericilikse her namuslu insan gericidir bir yiğit cümledir Allah"*diyene "gerici"*damgasının vurulduğu seviyesiz dönemde haykırılmış cesur bir manifestodur.
Cemil Meriç’i merhum, bir şair değildi. mensur yazının şairiydi. İşte mısra Itır gülün sesi, ışık sonsuzun. Geceleri ölüm konuşur karanlıklarda..."
El Aziz Lisesi’nin bu Fransızca muallimi okumaya düşkündür okuya-yaza rahatsız olan gözlerini kaybetmiştir. Buna rağmen bedeliyle okuyanlar bulmuş okuma ihtiyacını dinleyerek karşılamıştır.
Kendini etiketlerle ilerici sanan Türkiye’nin sözde aydınları, İhtişam ve Sefalette kalmış Frenk kavrukları Cemil Meriçi gerici sayıp Ülke’nin adamını yokluğa mahkûm etmişlerdir. Gafletten uyanmaları yarım asrı alacaktır.
Hüseyin Cemil Meriç, 12 Aralık 1916’da Hatay’ın Reyhaniye kazasında dünyaya gelmiştir. ana vatana dönememiş İngiliz, Fransız işgalleri altındadır Halife’nin memalik-i şâhanesi,istanbul Akif’in "kimi Hindu, kimi yamyam kimi bilmem ne bela!"*dediği emperyalistlerce işgal edilmiştir. Ana vatan bir yana, Bayırbucak’lar, Afrinler, Türkmen illeri bir yana düşmüştür.O yamyam işgal ve talan bugün de sürmektedir. Bugün Mehmedcik oğlunu şehid veren ana-baba, Allah, devlete zeval vermesin!"*diye dua etme*asaletini göstermektedir.
Cemil Meriç, Reyhanlı’da 1935’te afrin şiirini yazdığında 19 yaşındadır. müze olan evinde Afrin’e dair duygularını kâğıda dökmüştür. O şiiri besleyen bir şairlik damarı vardır Afrin şiiri Dil ve Edebiyat dergisi Şubat 2018 de yayınlamasaydı meçhul kalacaktı. Şiirdeki kelimeler, okuyanı zorlayabilir; peki raftaki lûgat ne güne duruyor? Cemil Meriç ne der? "Kamûs, namustur!"*Bu şâhâne sözü "sözlük namustur"*veya "lügat, namustur"*diye özünden koparamayız.83 yıl önce şiir yazdığımız bir iklim gurbet olabilir mi Haleb’in Afrin’iyle Sakarya’nın Arifiye’si bizim için aynıdır...
*AFRİN
Kışın rüzgârları tehdit ederdin
Sevahil darbe-i mevcinle inlerdi
Kaçardı irtiaşla savletinden
Sürüklerdin reh-i azminde evler.
Yıksan bin hanümanı bugün
Ve göklere yükselip yıldızlarla öpüşsen
Tokatlasan o mağrur, haşin güneş sultanı
Yine bir gün tabiat o şahlanan başına
Yenilmez kudretinden kırılmaz bir gem takar
Yine bir gün ufkunda gam şimşekleri çakar
Bir uyuşukluk çöker dalgalanan başına
Kumları fistolayan, sahili oyalayan
Uslu, sessiz, çekingen küçük bir su olursun
Böyle şahlanma Afrin, çarçabuk yorulursun
Yaz, tembellik aşılar damarlarına, aman!
murataltug1985
03-10-2018, 08:34
Kaynak yusuf kaplan yeni şafak köşe yazıları
İnsan yetiştirmeden dünyasını inşa etmeden aslâ
*Bir yerde yanlış yapıyoruz önümüzü açacak çaplı insanlar yetiştiremiyoruz madde planında elde ettiğimiz başarılara bel bağlıyoruz.Toplumumuz geçici,yapay ideolojik fay hatlarını aşarak kenetlenmektedir potansiyel büyük atılımlara soyunabileceğimiz tarihî bir imkân yakaladık
Bu tür ânlar toplumların kader ânlarıdır, kaderlerinin belirlendiği kritik zamanlardır Emperyalistlere karşı sadece güney sınırımızda askerî bir savaş vermiyoruz. Neredeyse her alanda, siyasette, ekonomide, teknolojide, stratejide çok yönlü bir savaş veriyoruz *kritik zamanlarda, ortak idealler etrafında kenetlenmesini bilen toplumlar, bütün engelleri aşma iradesi ortaya koyarlar.ülke içinde birliği, dirliği, kardeşliği tesis edecek, ideolojik kesimlerin farklılıklarını derinleştirmek yerine, yüksek idealler etrafında bütünleşmelerini sağlayabilecek bir çaba ortaya koymak zorundayız.bilgece yaklaşımları benimsemek zorunda olduğumuz zorlu bir süreçten geçiyoruz.her tenkit, teklifi de beraberinde getirmelidir. Teklif sunmayan bir tenkit tahriple sonuçlanır.
*Toplumu germeden, toplumun fay hatlarını derinleştirmeden,yapay ve sahte engellere takılmadan, kucaklayıcı, önaçıcı, yol açıcı bir perspektifle yolculuğu başarılı bir şekilde hayata ve harekete geçirebiliriz Bu ülkemizin ve medeniyetimizin gelecek kaderinin şekillendiği şu zorlu, eşikte son derece önemlidir ideolojileri sınırlayıcı, bizi birbirimize düşürücü, önümüzü tıkayıcı dar perspektifler aşılmalı mü’min’in güven adası Nebevî şiarını, şuuru harkete geçirilmeli herkese kucak açabilen hakikat medeniyeti kurulmalıdır*bizi birbirimize düşürücü, ideolojik farklılıklarımızi derinleştirici, yaklaşımlar, önümüzü tıkamaktadır Bu ideolojiler aşılarak derin bir nefes alınmalı geniş gönüllü olunmalı yürek ülkesinin çocukları olduğumuz dünya âleme gösterilmelidir bir Tarihin gündönümünde bunu gerçekleştirmeliyiz Medeniyet perspektifinin bize kazandıracağı en önemli imkân, sorunlarımızı geniş bir perspektiften görebilmek ideolojik kapışmaların ötesindeki sorunlarımızı kökten, ele alabilme, değerlendirebilme, tartışabilme, iradesi sunabilmesidir
*Madde planında büyük başarılar elde edebilirsiniz. Madde planındaki başarılar, mânâ planındaki atılımların sonucu değilse, bumerang etkisi yapar: Toplumu yokoluş çukuruna yuvarlar Öyleyse her dâim mânâya kafa yormak zorundayız
Şunu söylemeliyiz topluma: İnsanlığın önünü açacak, insanlığı çıkmaz sokaktan çıkaracak, insanlığa adalet ve hakkaniyet, sulh ve selâmet armağan edecek, Gazâlîler, İbn Arabîler, Yunus’lar, Mevlânâ’lar, Büyük Sinan’lar, yetiştirecek hakikat medeniyetinin yapı taşlarını döşemek zorundayız.
Perspektifimizi genişletebilmemiz, zor zamanlarda toplumun öncü ve zirve insanlarını bütünleştirip kenetlemek için basiret yeterlidir.Unutmayalım: derinlikli, kuşatıcı, bilgece perspektif sadece bu topraklara özgü Bizi kuşatan, bizimle savaşan, bize diz çöktürmeye çalışan düşman’a yoğunlaşmalıyız.
murataltug1985
03-13-2018, 08:37
Kaynak bbc.com Afrin kim için, neden önemli?
Fehim TaştekinGazeteci-Yazar
Suriye'nin kuzeyinde, Türkiye'nin Hatay ve Kilis sınırındaki Afrine yapılan harekat,Fırat Kalkanı II dir
Türkiye'nin asıl gündemi, (YPG) kontrolüne son vermektir Kilis'teki Öncüpınar Sınır Kapısı kullanılmaktadır Azez-Cerablus hattındaki askeri yığınağın ilk hedefi, Kürt koridorunun uzantısı Minnig Hava Üssü ve Tel Rıfat'ı alıp Afrin'i terörden temizletmektir İdlib ile Azez arasındaki bağlantıyı kesen bu bölgeler YPG'nin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri'nin elindedir Obüs ve havan toplarıyla Afrin'e yapılan atışlarla YPG'nin savunma hatları kırılmaya çalışılmaktadır
Afrinin dağlık coğrafyası toplumsal karakteri teröristle avantajlar sunmaktadır bu yüzden ele geçirilmesi zor bir bölgedir ve çatışmalar devam etmektedir Türkiye, 29 Mart'ta Fırat Kalkanını bitirmiş Harekâtı Azez-El Bab hattına çevirmiştir Tel Ebyad'dan Rakka'ya doğru Rojava Kobani ile Ceziredeki terör bağlantısı yok edilmektedir
Fırat'ın doğusunda ABD'nin YPG'ye kalkan olmuştur ve korunaktadır Menbiçte abd tarafından korunan ypgli teröristler Fırat'ın batısında ise bir Rusya ve Suriye ordusuyla korunmaktadır Mayısta SDG'nin Rakka operasyonu sürerken abd nin Fırat'ın batısına geçerek Tabka Üssü'nü ele geçirmesi ve buraya yerleşme çabası Rusları kızdırmıştır
Amerikan güçlerinin, Rakkada Suriye ordusunu durdurmak savaş uçağını düşürmesi Rusları kızdırdı Ruslar afrin operasyonuna destek vererek abd desteğindeki Kürtlere ders vermek istedi
YPG ve PYD PKK nın enikleridir Afrin'in teröristlerce idare edilmesi türk sınır güvenliğine bir tehdittir ulusal güvenliğimize tehdit oluşturmaktadır eğer önlenmezse ABD'nin desteğiyle Akdeniz'e kadar bir Kürt koridoru oluşacak ve bir Kürt devletinin kurulacaktır
Afrin ile Kobani'nin birleşmesiyle 'Kürt koridoru' projesinin en önemli ayağı atılacaktır
*Kürt Dağı Çiyayê Kurmênc olarak bilinen Afrin, Kürtlerin yaklaşık 1000 yıldır varlık gösterdiği bir bölgedir Kobani'de ve burada Kürt nüfusu ezici çoğunluktadır teröristler buradaki kürt halķı kandırarak amaçları doğrultusunda maşa ve kalkan olarak kullanmak istemektedir. Rojava özerklik hareketinin sacayağından birisi. Kürt hareketine en uzun süre destek vermiş olan bir bölgedir
Suriye Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürt partileri Cezire bölgesini merkez alırken Afrin'deki boşluğu, 1980 ve 1990'larda PKK ile doldurdular teröristlerin.desteğiyle Afrin'de ticari müesseseler kuruldu Afrin zeytin, zeytinyağı, un ve şekeriyle Kürt hareketini beslerken terör örgütleri için önemli bir üs haline geldi. *1990'daki seçimlerde PKK, Suriye Parlamentosuna afrinden 6 milletvekili göndermişti.bebek katili öcalanın posterleri evlere asılır hale gelmişti suriye Yönetimi göz yumuyordu. PYD, Temmuz 2012'de kontrolü ele alırken Afrin'de örgütlüydü.Suriye Kürtleri Kobani'den Afrin'e açılacak bir koridoru "Rojava-Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu olarak tanımlıyor. Kobani ve Afrin'deki Kürt varlığına karşın Kürtlerin Şehba adını verdiği bölgede Araplar, Türkmenler ve Kürtler birlikte yaşıyor. Kürt hareketinin temsilcileri siyaset koridorunun açılmasına "Kürdistan'ın tamamlanması" denilmesine karşı çıkıyor.
murataltug1985
03-13-2018, 08:37
Kaynak bbc.com Afrin kim için, neden önemli?
Fehim TaştekinGazeteci-Yazar
Afrin'in batısında Türkiye destekli gruplar, güneyinde ise Nusra Cephesi bulunuyor.
Ekonomisi zeytin, zeytinyağı ve meyve üretimine dayalı olan Afrin'de abluka yüzünden gıda ve yakıt fiyatları inanılmaz boyutlara ulaştı.200 litrelik mazot 2 binden 50 bin Suriye lirasına, benzin 2 bin 500'den 100 bin Suriye lirasına, 50 kiloluk buğday 250'den 7 bin Suriye lirasına çıktı.Afrinde kürtler ablukanın kırılması için Afrin'e Cerablus-Azez den koridor açmayı hedefliyordu. Türkiye bunu önledi bu kez 40 km güneyde Menbic, El Bab'ın kuzeyi ve Tel Rıfat üzerinden koridor açmaya çalıştılar. Fırat Kalkanıyla El Bab'a inilmesi kürt planını başarısızlığa uğrattı.El Bab'ın altında Suriye ordusunun çektiği set Kürtlerin Afrin'e ulaşmasına TSK ve ÖSO Tel Rıfat'ı düşürdüğünde terör koridoru kapanmış olacak. Hesaplar bozulacaktır
Afrin'in TSK-ÖSO nun eline geçmesi teröristlere büyük bir darbe indirecektir Afrin'in merkezinde Arap, Mabata'da Alevi Kürtler, Kastel Cındo ve Ezazê civarında Ezidi Kürtler yaşıyor.Afrin, 2013'ten itibaren IŞİD'in elindeydi Rakka, Menbic, El Bab ve Cerablus'tan kaçanlar için sığınak oldu. Yedi kasaba ve 365 köyden oluşan Afrin'in 400 bin civarındaki nüfusu göçlerle iki katına çıktı.
TSK'nın müdahalesinde amaç kürt halkı değildir
Hedef işiddir bu yüzden suriye kürtleri türkleri kurtarıcı gibi karşılamıştır doğrudan Afrin'i hedef alan bir hamle Suriyeli Kürtleri çatışmanın içine çekebilir. PKK Türkiye sınırını hedef alabilir türk ordusunun hedefi siviller ve afrin değil
pkk ve ypg dir
YPG'nin Afrin'deki silahlı gücü 20 bin civarındadır gençler teröristlerce sivil kalkan olarak kullanılmakta küçük çocukların eline silah verilmekte en ön cephede savaştırılmaktadır
Kadınları ypg ve pyd silahlı eğitimden geçirmiştir canlı bomba kullanmaktadır 50 yaş üstündeki yaşlı erkeklere silah talimi verildi. İnsanlar savaştan ve pkk baskısından kurtulmak için türkiye yi kurtarıcı gördü sivillere ve sivillerin türklere olan desteğine zarar verilmeden afrine girilmeli sivil halkın desteği ile teröristler yok edilmelidir Rusya ve ABD'nin tutumuna dikkat edilmelidir Afrin, Suriye krizinde Türkiye ile sınırların en istikrarlı ve güvenli olduğu yerlerin başında geliyordu istikrarın bozulması Suriye krizini derinleştirecektir ve iç barışı olumsuz etkileyecektir istikrara ve bölge halkının güven ve desteğine zarar vermeden afrin operasyonu süratli bir şekilde terörü yoketmelidir
murataltug1985
03-13-2018, 08:39
Kaynak gazetevatan.com
Mete yarar afrin röportajı
*Afrin'de Zeytin Dalı harekatı ile Bölgede en fazla teröristi Türkiye öldürdü ancak Afrin'in tek başına çözüm olmayacak ABD terör örgütüne destek veriyor Türkiye bölgesel bir güçtür İslam toplumunda ve Ortadoğuda ağırlığı olan bir ülkedir. geçmiş devlet tecrübesi ile abd nin teröristlere verdiği silahları toplamasını bilir." Zeytin Dalı Harekatı’yla Türkiye, sınırında terör koridorunu asla kabul etmeyecektir dünyaya net olarak mesajımız budur Türkiye’nin saldırı nereden gelirse gelsin yokedecektir *ABD, Rusya ve Fransa’nın yerinde terörle mücadele kavramını hayata geçirdi. Türkiye zeytindalıyla insani krizleri engelleyecek türkiyede yurdundan göç etmiş yaklaşık 3,5 milyon suriyeli şu an Türkiye’de. Afrin operasyonu ve başlayacak Münbiç’le yaklaşık 1 milyona yakın insan topraklarına geri dönecektir bu operasyon. İnsani kaygılarla yapılan bir operasyondur
Türkiye, Fırat Kalkanında dünyaya şunu haykırdı Benim DEAŞ, PKK, PYD gibi teröristlere cevap verecek gücüm var ve kullanacağım. Fırat Kalkanı DEAŞ mücadelesiydi. Bu güne kadar en fazla öldürülen terörist Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatı’yla gerçekleşti. Bugün yine operasyondaki leş sayımız 3200 küsürdür
*Rusya zeytin dalında net olarak Türkiye’siz ve iransız suriyenin normale dönmeyeceğini gördü Türkiye tüm kuvvetleriyle sahadadır sandalyesini çekip masaya oturmuştur Suriye’de tüm dengeler değişti.Türkiye Söylediklerini icra edecek bir güce sahiptir Afrin Harekâtıyla terör bölgeden söküp atılacaktır Türkiye kendi kaderini kendi çiziyor.İSTİKRARLI ŞEKİLDE İLERLİYOR
Zeytin Dalında Herkesin dengeleri farklı. Fırat’ın doğusundaki strateji farklı batıdaki farklı. terör örgütleri için de farklı farklı stratejiler var ve en önemlisi Türkiye’nin bölgedeki iradesi ve iradesini istikrarlı bir şekilde korumasıdır SURİYE REJİMİNE NET MESAJ VERİLDİ*Esed'in* Afrin'e bir askeri gücü yok. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu en net açıklamayı yaptı: “Eğer Esed PKK’ya karşı Afrin’e geliyorsa sorun yok ama PKK’ya destek veriyorsa Tsk bunun karşısında durur.” Esed’in Afrin’e hareket etmesi Zeytin Dalı’nı etkilemez. Fırat Kalkanında Esedin milisleriyle karşılaştık. Fırat Kalkanında sıcak temaslar yaşandı. Zeytin Dalı’nda da Esed’e milislerine uyarı ateşi açıldıTürkiye’de kararlı bir şekilde müdahale edeceğini net şekilde gösterdi.İsrail uçağının düşürülmesi Suriye denklemini karıştırdı. Rusya-İsrail ilişkileri Suriye-İsrail gerginliği arttırdı Hizbullah İran bloğundaki gerginlik arttır. Hizbullah sahaya girmeye çalıştı. İsrail, Golan tepelerinde güvenlik koridoru oluşturmaya çalışıyor. Şu an işgal edilmiş topraklar Suriye sınırlarında.ve Suriye ve İran’ın başı karışmış durumda Türkiye’yi etkileyecek bir durum yok.
*Fırat’ın doğusunda teröristlerle sıcak temaslar yaşandı. Sınırdan geçmeye çalışan teröristler etkisizleştirildi. Türkiye’ye roket atmaya çalışan teröristler öldürüldü. Türkiye; Afrin, Münbiç ve Fırat’ın doğusundaki terör sorununu çözmeye çalışıyor. TÜRKİYE EN GÜÇLÜ DÖNEMİNİ YAŞIYOR
Bm Dışişleri Bakanlığı ile görüştü bölgede PYD/PKK ile mücadele ediyoruz. BM’de meşru müdahale hakkı ile ilgili maddeler sıralandı. Kimse türkiyeye karşı çıkmadı Diğer ülkelerde terörle mücadele ediyorlar.ve türkiyeye karşı çıkmaları kendi meşruiyetini ortadan kaldırmak demektir. ABD 10 bin kilometreden Suriye’de terörle mücadele ederken Türkiye ye müdahale etmesi mümkün değildir Bu uluslararası hukukta
kopukluk yaratır. *Türkiye en güçlü dönemini yaşıyor. DEAŞ’la mücadele ederken BM de hukuk sisteminde.sıkıntı yaşamıyor.TÜRKİYE DOĞRU ADIMLAR ATIYOR birileri PYD'yi kullanıyor ne PKK ve pyd Türkiye için bir tehdiddir ve Türkiye terör kordonuna karşıdır Fırat Kalkanında Zeytin Dalında kürt kardeşlerimizle omuz omuza savaşmaktayız ÖSO'nun içerisinde Kürt kardeşlerimiz var. Astana sürecinde Kürt gruplarıda katılmıştır Türkiye'de etnik veya mezhepsel bir ayrım yoktur bizim için Suriye'nin toprak bütünlüğü önemlidir konfederasyon söz konusu değildir
murataltug1985
03-13-2018, 08:39
Kaynak gazetevatan.com
Mete yarar afrin röportajı
Herkes kendisine sağladığı güçle o hedefler belirler. Konjonktür devlet kurmayı düşündürebilir. manipülasyon yaptırır Türkiye Barzani’ye net Birilerinin oyunusun ve oyunun bedelini ağır ödeyeceksin. demiştir Türkiye’nin dediği çıkmıştır Barzani borç batağına girdi. İsrail Barzani’yi destekledi ve devirmek istedi? Barzani Türkiye’nin uyarılarını dinlemedi; ABD ve israile maşalık yaptı Ve siyasetten dışlandı İsrail onu görevden indirmek için ayak oyunları yaptı. İsrail Barzani’yi destekler gibi yapıp yönetimi değişikliğine alt yapı oluşturdu.*ABD’NİN VERDİĞİ SİLAHLARI TÜRKİYE TOPLAMASINI İYİ BİLİR ABD – PYD/PKK ilişkisinde Türkiye’ye tehdid oluşturan PYD/PKK'ya 550 milyon dolar bütçe ayırmıştır bu para Örtülü operasyonlar için geçerli değildir abd pkk ya 1 milyar dolar yardım ve yataklık etmektedir Şişirilmiş örgütleri ne kadar desteklerseniz destekleyin bir şey olmadığını Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatı’nda görüyoruz. Türkiye terörle terbiye edilemez dış politikadaki açılımlarımız FETÖ ya DEAŞ ve PKK ile engellenmeye çalışıldı Türkiye bölgesel bir güçtür İslam toplumunda ve Ortadoğuda ağırlığı olan bir ülkedir.devlet tecrübesi vardır teröristlere kim ne kadar silah verirse versin türkiye silahları toplamasını bilir. Teröristlere silah yardımı türkiye ye müttefik olan abd ve rusya tarafından yapılmaktadır
**Deyrizor’da doğalgaz yatakları var. Ve abd nin doğal gaz yataklarında gözü var Deyrizor bölgesinde Rus güçlerine, rejim güçlerine ve İran milislerine şiddetli hava saldırıları yapıyor ve bölgeleye kimsenin girmesine izin vermiyor. Deyrizor’da abd PYD/PKK’y mâşa kullanıyor deyrizorda petrol ve doğalgaz. Var bölgenin yeni Kerkük’ü olma yolunda ilerliyor.ÖSO VATANI İÇİN SAVAŞAN DÜZGÜN İNSANLARDIR ÖsO kendisini çok geliştirdi. Fırat Kalkanındaki tecrübeler ÖSO ya Türkiye nin destek vermesinde önemli rol oynadı. grubun sayısı 17 bine yükseldi ve önümüzdeki aylarda 25 bini bulabilir. Birinci ÖSO nun özgüveni arttı Fırat Kalkanı Harekâtı öncesinde kendileriyle hiçbir şey yapılamaz denilen ÖSO’nun vatanı için savaşan ne kadar düzgün insanlar olduğunu gördük. *Öso Hem DEAŞ’ı hem de PYD/PKK’lı teröristleri bölgeden çıkardı. Afrin’e geldiler. silah tutuşlarından ilerleyiş tekniklerine kadar emir komutaya uyuşları geçmişle bugün arasında büyük uçurum olduğunu göstermektedir Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı Harekatı 15 Temmuz’un ardından bir kuşatmayı yarma harekatıdır. kısıtlı şartlarla yapılmıştır. Fırat kalkanından 2 sene geçmiştir. 2 senenin ardından Türkiye teknolojik olarak çok kısa sürede önemli adımlar kat etti. Ordusunu revize etti. Profesyonel asker sayısını attırdı. Jandarma ve Polis Özel Harekat da önemli artışlar oldu. Fırat Kalkanındaki İki harekat arasında arazi yapısı silahlar. Birbirine benzemiyor Afrindeki gücümüz Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan çok daha fazladır
suriye ordusuyla bitiririz biz bu işi
murataltug1985
03-14-2018, 08:41
Afrin Harekatı’nda son dönemeç
Mete Yarar karar gazetesi köşe yazısı
Teör sadece yurt içinde değildir terörün kökü yurt dışına uzanmaktadır bu yüzden terör ile sadece ülkemizde değil ülke dışında da savaşmalıyız aksi hale terörün kökünü kurutamayız terör ile mücadele ettiğimizde hem iç politika hem de dış politikada ister baskılara maruz kalmaktayız
Turizm ve ekonomi terörden olumsuz etkilenilmektedir.terör ülke sorunlarının çözümünü engellemektedir.bir ülke sadece kendi sınırlarında değil bataklığın olduğu her yerde olayları çözme kararalığında olmalıdır bütün dengeleri altüst edebilmelidir
Hollanda’dan gelen gurbetçiler afrin harekatını şöyle değerlendirdiler evet değişiklik oldu’bizlere farklı bakıyorlar. saygı duyuyorlar. Yaklaşımları sıcak bir bizlerle konuşmayanlar bile konuşmak istiyorlar” Türkiye’nin, ağzından çıkan her sözü gerçekleştiriyor. İnsanlar etkileniyor. Ve “Onlar güçlüyü severler” Türkiye her söylediğini sahada yapıyor Türk dış politikasının önü açıldı.
yöntem kararlı ‘Türkiye Suriye politikasında sert gücünü kullanıyor yumuşak gücü hayata geçirmek için bölge teröristlerden arındırılmalıdır Her şey güvenlik içinde icra edilmektedir.Türkiye Suriye’de unutulan güç kavramını herkese hatırlatmalıdır
Söylediğinin arkasında duran siyasetçisi, geri adım atmayan güvenlik güçleri, sınır tanımayan sivil toplum örgütleri ve milleti ile Türkiye bölgesinde yumuşak güç kullanan tek ülkedir.etnik, mezhepsel veya dini hiçbir ön yargıya sahip değildir. Her bölgede birleştiricilik ile insanları koruyup kollamaktadır Afrin’de son dönemeçteyiz bölgen normalleştirilecektir PYD’nin Kürtler üzerinde kurmak istediği baskıcı sisteme de son verilecektir Türkiye yalnızca oyun bozmuyor, bölgede unutulan tarih ile oyun kuruyor.
murataltug1985
03-28-2018, 07:01
Kaynak yeni şafak.com yusuf kaplan yazıları
Arapça Kitap ve Kültür Sessiz devrimin sesleri
*İki asır önce gökkubbemiz çöktü: Temeller sarsıldı, sütunlar yıkıldı; İslâm dünyası, tarihinin en büyük buhranlarından birinin, eşiğine yuvarlandı...
büyük medeniyet buhranıydı bu.iç ve dış nedenleri vardı.GÖKKUBBEMİZ ÇÖKTÜ AMA TESLİM BAYRAĞI ÇEKMEDİK...Modern Batının saldırısından nasibimizi aldık: her şeyimizi yitirdik... her şeye rağmen Çinliler, Hintliler, Japonlar gibi teslim bayrağı çekmedik... Sömürgecilere karşı destansı bir direniş mücadelesi verdik.*Çinliler, Hintliler, Japonlar bütün direncini yitirdiler medeniyetlerini yenileyemediler ve koruyamadılar.müslümanlar olarak, devâsâ medeniyetimizi yenileyemedik fosilleştirilmesine, yok edilmesine izin vermedik...Direndik...Topraklarımız işgal edildi, kaynaklarımız talan edildi, İslâm dünyası paramparça edildi ama mücadele ettik...
mücadele sürüyor hâlâ İslâm, 21. Yüzyılı belirleyecek; 22. Yüzyıl İslâm’ın yüzyılı olacak inşallah...Bu iş, kolay olmayacak.Zorlu, yorucu umutlu bir direniş, diriliş ve varoluş yolculuğu bizi bekliyor...İslâm dünyasının toparlanabilmesi, insanlığın önünü açacak yolculuk zor ama imkânsız değil.
*İnsanlığın önünü açacak hakikat, adalet ve hakkaniyet yolculuğunu bizden başka yapacak kalmadı: Bütün medeniyetler, mutasyona uğradı ruhlarını yitirdi.İslâm medeniyeti, çöktü ama ruhen canlılığını sürdürüyor direniş ruhunu koruyor,
İslâm dünyası umut ve ufuk bahşedecek
Batının tıkanması, medeniyetlerin mezarını kazması, insanlığı yok etmek üzere ve müslümanların tüm dünyayı kurtarıcı bir islami fikrî üretmeleri gerekiyor Bunu Batılılar, görüyor ama biz zihnî felçleşme yaşadığımız için göremiyoruz...
İnsanlık için İslâm dışında başka bir çıkış yolunun kalmadığını görebilirsek, kurtuluş için ilk adımı atmış oluruz.*Kurtuluş ve dirlişte atılması gereken köklü adımlar var çağımızı imkânlarıyla ve zaaflarıyla tanımalıyız Tanıyamadığımız bir çağı değiştirme iddiasında bulunamayız havanda su döveriz, dünyaya hiç bir şey söyleyemeyiz başkalarının kavramlarıyla dünyamızı kuramayız... Yeni bir dünyayı ancak kendi kavramlarımızla kurabiliriz...Önce dünyanın, sonra da coğrafyamızın sorunlarını görebilmeli tanımlayabilmeliyiz.Batı dünyayı felâkete, sürüklüyor...Tanrı fikri yitirildi, hakikat yitirildi, tabiat delik deşik edildi, dünya cehenneme sürüklendi...Müslümanlar, büyük sorun yaşıyorlar:Müslümanca duyma ve düşünme melekelerini kaybedildi Müslüman Zihni yitirildi Müslümanca yaşama kaybedildi hayat ruh ve hayatın her alanındaki Müslümanlar yitirildi
*İNSANLIĞIN ÖNÜNÜ“BİZ” AÇABİLİRİZ YALNIZCA...Şu ân kafa patlatmak zorundayız...kat edeceğimiz mesafe, dünyanın önünü açacaktır...asırlık eğitim, düşünce, sanat kurumlarına ihtiyacımız var.
İlim, fikir ve ruh atılımına ihtiyacımız var
Arapça Kültür Günlerinin tohumları ekiliyor, sessiz ve derinden ilk defa...Arapça, Kur’ân’ın dili; medeniyetimizin ruh köklerinin dili.Arapça olmadan hiçbir şey yapamayız. Türkçeye derinlik kazandıran Kur’an Arapçasıdır Dil Devrimi’nden sonra Türkçe’nin İslâmî ruh kökleri kurutuldu.
Arapçayla, Arapçadan bize ne?” gibi sarsak tepkiler verildi Dilimiz çeviri, konuşmalarımız dublaj, fikir, sanat ve kültür dünyamız ve hayatımız Batı’dan montaj *Dil devrimiyle yıkıcı, yok edici zihnî bir felç geçirdik bunu görmemiz, elbette ki, zor olacaktır.Fransızcadan, Almancadan, İngilizceden Grekçe ve Latince kelimeleri çıkarın, bu diller biter, ortada bir şey kalmaz...Grekçe ve Latince, Batı uygarlığının kök dilleridir Kur’an Arapçası da bizim medeniyetimizin kök dilidir; Türkçe’nin ruhu Kur’ân Arapçasından gelir...Köklere inemezseniz, göklere yükselemezsiniz.ilim, fikir ve müslümanların sorunlarını konuşan, tartışan böylesine güzel bir sessiz devrime imza atan kardeşlerimi yürekten kutluyorum.
murataltug1985
03-28-2018, 07:01
Kaynak yeni şafak.com yusuf kaplan yazıları
“İslâm’ın güncelleştirilmesi” ne demek?
*Batılılar, tüm dinleri fosilleştirdiler ama İslâm’ı fosilleştiremediler.İslâm’ı içerden “çökertmek” için iki asırdır İslâm’ın protestanlaştırılması projesinin temellerini atıyorlar... Vehhâbîlik selefîlik ve hâricî mantığıyla İslâm’ın terörle özdeşleştirip protestanlaştırılmış, peygambersiz bir İslâm anlayışının yerleştirilmesini amaçlıyorlar
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İslâm’ın güncelleştirilmesi” ifadesi, İslâmî kesimlerde tedirginliğe yol açtı.ASIL TEHLİKE: İSLÂM’IN*PROTESTANLAŞTIRILMASI
*Asıl tehlike, hâricî mantık değildir. Bu mücadele edilebilecek bir sorundur. Görülemeyen tehlike, müslümanların reforme edilmiş, peygambersiz sahte bir İslâma mahkûm edilmesi İslâm’ın dize getirilmesidir.Selefsizlik ve hâricî mantığının, DEAŞ terörünün nedeni, protentanlaştırılmış İslâm anlayışının oluşturulmasıdır Terör ve hâricî mantığı bütün dünyanın İslâm’dan nefret etmesini sağlamaktı ve bunu başardı Batılılar.
Protestanlaştırlmış İslâm ise İslâm’ı hayatın her alanından uzaklaştırıp bireysel bir inanca indirgemeyi, ehlileştirmeyi ve hormonlu müslümanlar icat etmeyi hedefliyor...
*ERDOĞAN: YÜREĞİ YANGIN*YERİNE DÖNEN ADAM Erdoğan Yüreği yangın gölüne dönmüş biri mazlumların yükünü sırtında taşıdığı bilinciyle nefes alıp veren biri.ülkenin, medeniyet ve coğrafyamızın büyük travmalarla boğuştuğunun farkında olan biri.Kendimizi toparladığımızda insanlığı toparlayacağımızın şuûrunda olan biri.
Erdoğan’ın ilk günkü açıklaması, sorunlu bir açıklamaydı, ve düzeltti, İslâm’la ilişkisi olmadığı hâlde, İslâm’ın reforme edilmesi gerektiği sığ ve ezberci kişilere pelesenk oldu toplumda protestanlaşma projesinin önü mü açılıyor diye tedirginleşmesine neden oldu.15 Temmuzda öncü ilim adamlarının ötekileştirilmesi, kitleleri üzdü.
*bazı hocaların açıklamaları, İslâm’a faydası olmayan, İslâm’ı ayağa düşüren ve düşüren sorunlu açıklamalar. Erdoğan, Hocaları ikaz edebilirdi. Ve kendisine gönül vermiş kitleleri tedirgin etmezdi
Erdoğan’ın istikamet üzere olan hocaları ve diyaneti yıpratmaması gerekiyor.Birileri 28 Şubat sürecine ortam oluşturmak, istiyor olabilir
Fikirlerine katılın katılmayın, İhsan Şenocak’ın ardından Nureddin Yıldız’ın linç edilmeleri, görevden uzaklaştırılmaları, yargılanmaları 28 Şubat kuşkusunu uyandırıyor.Ehl-i Sünnet’e tavır mı, geliştiriliyor, korkusu var. Erdoğan, “marjinal hocalar” dedi ama birilerinin Erdoğan’a, bu hocaların Ehl-i Sünnet’in, ana temsilcileri olduğunu, yapılan çıkış’ın Ehl-i Sünnet düşmanlarına yağ sürdüğünü hatırlatması gerekiyor.
*İslamın güncelleme tartışması fitne ateşini körükler bizi asıl meselelerimizden alıkor.
düşmanı içerde aramayalım, düşman dışarıda; içerde kenetlenmeye ihtiyacımız var,
İslâmî kesimlerin ve tüm kesmlerinin kenetlenmesi, kucaklanması gerekiyor kritik ve bir savaşı veriyoruz içerde ve dışarda.Hunharca gerçekleştirilen Özgecan cinayetinde Özgecan’ın Alevî babasının şu bilgece sözü hepimiz için kılavuz olmalıdır: “Anadolu, Nuh’un gemisidir.”
*Çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız. Tanıyamadığınız çağı değiştirme iddiasında bulunamazsınız.dünyanızı başkalarının kavramlarıyla, başkalarının bakış açılarıyla kuramazsınız.tüm insanlığı ilgilendirecek evrensel cümleler kurmak zorundayız.
murataltug1985
03-28-2018, 07:02
Kaynak yeni şafak.com yusuf kaplan yazıları
Müslümanların direniş ve diriliş yolculuğu...
*Müslümanlar, modernlikle yüzleşmeden hesaplaşmadan, postmodernliğe yakalandılar, Batı dışındaki dünya için yakıcı sorun.Çin, Hint, Japon, Latin Amerika-, Batı uygarlığının zihnî saldırısına teslim oldular.Ama Müslümanlar teslim olmadılar.
çünkü “her imtihan bir imkândırMüslümanlar, iki asır boyunca ortaya koydukları direnişle, Batı uygarlığına teslim olmayacaklarını toparlanabileceklerini ispatladılar.İşte bu nedenle İslâm dünyasının üzerine “çullanıyor” Batılılar.
BİLİMİ, TEKNOLOJİYİ DEĞİL, KENDİMİZİ*KAYBETTİK BİZ ASIL!
*kendi meselelerimizi kendi bakış açılarımızla mercek altına almalıyız.asıl meselemiz, Müslümanların direniş, diriliş yolculuğudur...
mesafe katedmek dünyanın ve coğrafyamızın ülkemizin sorunlarını kavramamız gerekiyor.
Batı uygarlığı, bilimle, teknolojiyle büyük bir güç elde etti. Tanrı fikrini, hakikat fikrini kaybetti; tabiatı delik deşik etti; dünyayı yaşanılamaz bir yere çevirdi...Yanlış sorular soruyoruz: Diyoruz ki, Batı bilimini, teknolojisini neden kaybettik, takip edemedik.Asıl sorun şu: Biz, kendimizi kaybettik.
Kendi olamayan, kendini tanıyamayan toplumlar, başkalarını nasıl tanıyabilir ki Önce temel sorunu tespit edelim, başımıza geleni görelim ve kendimize gelme dünyalara açılma mücadelesi verelim
*İslâm dünyası, medeniyet krizi yaşıyor.
Müslüman zihni ve Müslüman melekeleri yitiriliyor
Müslümanca yaşama zemin yerle bir oluyor
İslâm’ın diriltici soluğunu yok oluyor
ÇAĞRI’NIN ÇAĞINI KURMASINI SAĞLAYACAK BİR YOLCULUĞA SOYUNMALIYIZ...Çağı tanımıyoruz; Ama farkında bile değiliz.Kendimizi tanımıyoruz. Kendimizi başkalarının kavramlarıyla,ve bakış açılarıyla tanımlıyoruz Ama bunun da farkında değiliz.kendimizi de, çağı da tanıyamadığımız için insanlığı ilgilendirecek evrensel cümleler kuramıyoruz Bunlar yakıcı gerçekler.
Çağın dışında yaşadığımızın, farkına varmalıyız
çağın başındaki felaketleri tanımalıyız
*İslâm’ı çağa uyduruyorlar...eziklik psikolojisiyle, yenilgi psikolojiyle, yamama ve yamanma psikolojisiyle hareket ediyorlar.Çağ’a da, İslâm’a da nüfûz edemiyoruz. Çağı da, İslâm’ı da hakkıyla tanıyamıyoruz.Çağ konusunda da, derinlikli bir bilince, sahip değiliz Müslüman zihnini ve Müslümanca düşünme melekelerini yitirdik zihnimizi felç ettik İslâm’ın güncellenmesinden sözetmek İslâm’ı tahrip ve tahriftir İslâm güncellenemez bizim kendimizi güncellemeye ihtiyacımız var. Kendimize gelmeye çağ’a rengimizi vermeye, dirilticimeye ihtiyacımız var
Şu sorunun cevabını verelim Kim, hangi otorite, hangi zihinle İslâm’ı güncelleyecek?
*Çağı tanımadan, İslâm’a modernist bir zihinle yaklaşmak tanımlayabilmek de, çözebilmek de çok zor. basit, yapay, sahte sorunlarla uğraşarak İslâm’ı değiştiremeyiz. İslam güncelleştirilenez
Müslümanların sorunları var: zihnimizi felç eden, dünyamızı yok eden, zaman’a İslâm’ın diriltici soluğunu nakşedebilmemizi imkânsızlaştıran, bizi çağa hapseden medeniyet buhranının nereden kaynaklandığını, buhranı nasıl aşabileceğimiz meselesine kafa yormalıyız.tecdit, Müslümanların insanlığın da önünü açacak fikrî, zihnî bir atılımla medeniyet fikrinin yapı taşlarını döşeyebilmekle olur *Erdoğan önümüzü açacak, çağ kuracak öncü kuşakları yetiştirmek eğitim sisteminin geliştirmek fikir, sanat ve kültür hayatının inşa etmek gibi geleceği kuracak meselelerle ilgilenmeli meseleleri devletin gündemine almalı, 100 yılın tohumlarını atmalı çünkü Batı’yı ve kendini tanımayan, zihninin hurafeler çöplüğüne dönüştüğünün farkında olmayan, Batılı şaşı- bakan akademik kadrolarla İslâm’ın tecdit edilmesi, fikrî atılım yapabilmesi çok zor.Tecdit, geleceğimizi inşa edecek öncü kuşakları yetiştirecek kurumların inşasında ve önümüzü açacak köklü medeniyet fikrinin geliştirilmesidir Yapay ve basit meselelerde değil, köklü, temel, meselelerde tecdit konusu söz konusu edildiğinde zaman zihnimiz ve önümüz açılacaktır...Vesselâm.
murataltug1985
03-28-2018, 07:02
Kaynak yeni şafak.com yusuf kaplan yazıları
Kur’ân, çağa göre yorumlanamaz!
*Kur’ân, çağa göre yorumlanamaz Çağ, Kur’ân’a göre yorumlanır.Çağ, geçicidir... Kur’ân, çağlar üstüdür çağ, felâketle karşı karşıya ve cehenneme dönüştürüldü: Batılılar, bilimsel atılım yaptılar, uzaya uzandılar ama uzayı okuyamadılar, insan yok olmaya sürüklendi dünya yaşanılamaz bir yer hâline geldi tabiat delik deşik edildi yaşadığınız çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız, yok oluş ve felâketler yaşayan çağın bakış açılarıyla Kur’ân’a bakmaya, İslâm’ı veya Kur’ân’ı yorumlama İslâm’ı güncelleme aymazlığına soyunursanız çağ sizi yutar *İslâm çağlar ötesidir herkese hayat hakkı tanır beşerüsütüdür, herkesi sarıp sarmalar hakikat ulaştırılmalıdır Çağı tanıyamadıkları için tanımlandıklarının farkında olamayan akılsız” adamlar Kur’ân’ı akla göre yorumlamalıyız”, diye çocuk gibi çırpınıp duruyorlar!Akılsızlık başa belâdır Biraz zekâ, biraz basiret, biraz çağ bilinci lütfen Çağ, aşılamaz, zirve bir noktada değildir
Çağ teorik ve felsefî olarak en büyük felâketini yaşanmakta donmuş tıkanmış çamura saplanmıştır teknolojik savaşlar ve büyük felâketler bizi beklenektedir Bu felâketi, sınırlarımızda coğrafyamızda iliklerimize kadar yaşamıyor muyuz?
*Batı çıkmaz sokakta düşünceyi bitirmeye düşünmeyi dondurmaya çalışıyorlar felâketle başedilmesi gerekir Avrupanın felsefî krizine karşı bilimle uğraşmalı putkırıcı bir yolculukta zihnimize taze ufuklar sunmalıyız binlerce yıllık keşif ve icatlarımız bir noktada durdu.günümüz ve çağımızı keşfetmeli krizleri kenetlenerek aşmalıyız
ZİHNÎ FELÇLEŞME YAŞAYAN SIĞ, ÇAPSIZ VE PROJE TİPLER BİZİ FELÂKETE SÜRÜKLER...
bin yıl önce Gazâlî’yedi asır önce Molla Sadra ve İbn Arabî’nin bize örnek olmalıdır Kur’ân’ı anlamalı ve yaşama aracı görmek,yaşadığımız felâketi göremek demektir. çağı tanımayan, çağın sorunlarını tanıyamaz *Kur’ân’a ve islamı yaşayamayan zihnî felçleşme ve aşağılık kompleksi yaşar insanlığın İslâm’ın çağlarüstü mesajına ekmek kadar su kadar ihtiyaç hissettiği bir zamanda islamın güncellenmesi insanları sokaklara sürükler Kur’ânı tahrif ve tahrip etmekten başka bir işe yaramaz
murataltug1985
03-29-2018, 08:25
Kaynak yeni şafak.com yusuf kaplan yazıları
Kur’ân, çağa göre yorumlanamaz!
*Batılıların dünyada hegemonya kurmaları, insanlığın sorunlarına Batılı zihinle bakmalarına ve Batı yanılsamasına yol açtı...aydınları Batı kuşattı zihnî felçleşme ve aşağılık kompleksi yaşadık
sömürgecilik, zihnî sömürgeciliğe dönüştü.
Batının ajanları ve gönüllü askerleri cirit atıyor her yerde; sömürgeleştirilmek isteyenler var Türkiye’de. zihni, Batılı zihin kalıplarıyla işliyor Türkiye’deki aydınların hadislere, mezheplere saldırıyorlar Peygambersiz İslâm” projesinin acentalığını yapıyorlar.Tehlikeli bir süreç bu.
*Kur’ân Hakikat kitabıdır Hakikat’in nasıl hayat bulacağını, gösteren zamanlar ve mekânlar üstü, çağlar ötesi İlâhî Hitaptır Kur’ân, asil olanı verir
Akıl, ise zaman’la ve mekân’la kayıtlıdır; bütünü değil parça’yı idrak edebilir akıl’la bütün kavranamaz.akıl sınırlar.Akıl, tek başına Hakikat’i kavrayamaz. akıl, tek başına Hakikat’e muktedir olsaydı, Kitaplar ve Peygamberler gönderilmezdi.
Kur’ân, sadece okunup anlaşılacak kuru bir bilgi kitabı değil hayata mânâ ve ruh kazandıracak Hakikat ve Hayat Kitabı’dır.Hakikat’e kuru bilgiyle ulaşılmaz. Mesele bilmek değil yaşamak’tır. İslâm, sınırların ötesine uzanır hayatımıza mânâ ve ruh katar.Akıl’sa, hesap yapar; ölçer-biçer, kesip atar, indirger...Din, hiç bir hesab yapmaz Akıl hesabîdir; din ise hasbîdir
*Din’in akılla sınırlandırılması dini ruhsuzlaştırır ve hayattan uzaklaştırır...Batı’da Protestanlıkla ve Modernlikle birlikte yaşanan felâket budur
Kişinin, din’i, kafasına göre, yorumlaması ve dini kendisine uydurması kaçınılmaz sondur...önüne gelen İncil yazıyor Batı’da.Feministler, eşcinseller, ateistler kafalarına göre incil yazıyorlar...Bizde de, böyle giderse, olacağı budur -Allah göstermesin.
Dini hurafelerden temizleye yola çıkanlar, en büyük hurafeye kendileri düşüyorlar. hadislere, mezheplere saldırıyorlar, herkes Kur’ân’ı anlayabilir diyerek Hz. Peygamber’i devre dışı bırakacaklar.
Hz. Peygamber'in (sav) devre-dışı bırakıldığı bir din, kısa devre yapacaktır. Sıra Kur’ân’a gelecek... Âyetleri tartışmaya başlayacaklar*profesörler, âyet kafama yatmadı diyebiliyor Sen kafanı değiştir diyorum ben de sığ ve çapsız kişilere.profesörler de, “Kur’ân’da değiştirilmesi gereken âyetler var,” demeye başladılar Batı’da bu proje tipler tonla...Bizde de çıkmaya başlayacak Kur’ân’ı sadece akıl’la, bilimle anlamaya çalışmak, aklı da, bilimi de vahyin önüne geçirmektir.Müslüman zihninin buharlaştığı, Batılı zihinlerle Kur’ân’ı, akıl ve bilimle yorumlamak dini din olmaktan çıkarır, hayattan uzaklaştırır.İslâmı tahrif ve tahrip eder Zihinleri hurafeler çöplüğüne dönüşen sığ ve çapsız kişilere -damarlarında Gazalî kanı dolaşan düşünürler cevap verirler.
Biz neyin ne olduğunu görebilecek durumda değiliz İnsanın ne olduğunu, nereden gelip nereye nasıl yol alması gerektiğini köküne sahipsen idrak edebilirsin değilseniz, yola çıkamazsınız; yola çıksanız bile yoldan çıkmanız muhtemeldir.
2500 yıllık Batı uygarlığının yolculuğun ve insanın hakikatle buluşmasını mümkün kılmaya yetmediğini gösteriyor Akılla çıkılan yolculuk, akıldışılıkların hükmünü icra etti felâketin eşiğine sürüklendik Akıl, hesap-kitap yaptı; başıboş canavar gibi, insanlığı, dünyayı bir düğmeye basarak yok edecek, insanı kölesi hâline getirecek, hayatı mekanikleştirecek ruhsuz teknolojiler teknolojik silahların üretti Ruhsuz bir dünya icat etti.Batılıları Batılı dünyanın saldırganlığını akladı insanlığı, tabiatı yokoluş ve felâketin eşiğine bıraktı.
murataltug1985
03-29-2018, 08:25
Kaynak yeni şafak.com yusuf kaplan yazıları
Çanakkale ruhunu diri tutabilirsek, tarihi biz yaparız
*Çanakkale ruhu bazı çevrelerde aşınmış olsa da, diriliğini koruyor ilham vermeye devam ediyor...
İslâm dünyasının kalbi, hilâfetin merkezi İstanbul düşmesin diye, Müslümanların yekvücut Çanakkale’ye koştukları bir ruh bu...Ümmet şuuru, direniş ve diriliş ruhu...bu ülkede bu ruh yok edilmeye çalışıldı.Ama en sert kayaları aşarak gürül gürül akan ilâhî kaynaktan beslenen ümmet şuurunun, direniş ruhunun yok edilebilmesi, diriliş tohumunun önüne geçilebilmesi mümkün değildi elbette! Çanakkale ruhunu yitirdiğimizde toprakları yitiririz ama ruhu diri tutarak yeni ufuklara taşıdığımızda tarihi biz müslümanlar yapmaya başlarız*ÇANAKKALE, ULUSUN KURTULUŞ SAVAŞI DEĞİL, BİR ÜMMETİN*DİRENİŞ VE DİRİLİŞ RUHUDUR Çanakkale bir ulusun kurtuluş savaşı değildir mazlum ümmetin çocuklarının hilâfetin düşmemesi için verdiği ölüm-kalım savaşıdır
Hilâfet, İslâm’ın bayrağıdır Osmanlı “insanlığın son adasıdır Osmanlı, 3 kıtada 6 asırlık barış yurdudur
İstanbul düştü, dünya düştü asır cehenneme dönüştü.çanakkale İslâm bayrağının yere düşmemesi için dünyanın Çanakkale’ye koşması genç-yaşlı, erkek-kadın bütün ümmetin verdiği direniş destanıdır Çanakkale.Diriliş ruhunun tohumlarının ekildiği, bitmeyen ve bitmeyecek Bedir’in ruhunun yeşertildiği muazzez bir destandır
*Osmanlı’nın cephede ölüm savaşı verdiği dondurucu kışta, islamın hakikatli çocuklarının hilâfetin düşmemesi, İstanbul’un düşürülmemesi için karda-kışta, binlerce yol katederek Çanakkale’de soluğu aldığı, yedi düvele tarihin en büyük direniş destanlarından birini yazdığı, Haçlılara, emperyalistlere, İslâm’ın bayrağının düşürülemeyeceğini haykırdığı diriltici bir ruhtur Çanakkale ruhu.Çanakkale’deki ümmet şuuru, direniş ve diriliş ruhu diri tutulduğunda, İstanbul, tarihin yapılmasında, insanlığın susuzluğunun giderilmesinde, dünyanın barış yurduna dönüştürülmesinde tarihî rolünü oynayacak biiznillah...ruhu yeniden kuşanabilirsek, tarihi yeniden biz, Müslümanlar yazarız Allah’ın izni ve keremiyle...*Yemen’de, yaşlı bir Yemenli şunları söylemişti İstanbul düştü, İslâm dünyası düştü. İslâm dünyasının ayağa kalkması, İstanbul’un yeniden ayağa kalkmasına bağlı.”İşte bu ruh yok edilmeye çalışıldı tarih şuuru, ümmet şuuru, direniş ve diriliş ruhu. Yok edilmeye çalışıldı Çanakkale yalnızca bir ulusun kurtuluş savaşı olarak zihinlere kazındı Oysa Bosna’dan Beyrut’a, Gazze’den Halep’e, Müslüman Hindistan’dan Kudüs’e kadar bütün Müslümanlar, hilâfetin merkezi İstanbul düşmesin diye Çanakkale’ye koşmuştu.Bir ümmetin emperyalistlere karşı ümmet şuuruyla yekvücut olarak gerçekleştirdiği, bizi ayağa kaldıracak yegâne direniş ve diriliş ruhuydu çanakkale
*ÇANAKKALE RUHU’NU DİRİ TUTARSAK, TARİHİ BİZ YAPARIZ ruhu yitirdiğimizde, ne bu toprakları koruyabiliriz; ne de mazlum İslâm dünyasının umudu olabiliriz.Bunu aslâ unutma
Çanakkalenin diriltici ruhu, 15 Temmuz’da hatırlandı ve şahlandı ümmet, son kale düşmesin, mazlumların umudu sönmesin diye göğsünü tanklara siper etti ve destan yazdı.Bize düşen ümmet şuurunu, direniş ve diriliş ruhunu diri tutmak; hayata yaymak, gergef gibi işlemek geleceği bu ruhla yetiştirmek...İşte o zaman toplum toparlanacak ve mazlum halkları toparlayacaktır inşallah...
murataltug1985
03-29-2018, 08:26
Kaynak yeni şafak.com yusuf kaplan yazıları
Üç Aylar’da bütün yollar yürek ülkesi’ne çıkar...
*Rahmet, bereket ve mağfiret mevsimi üç aylara girdik Allah’a (cc) hamd olsun.Dün Regâib Gecesi'ydi; önceki gün, baharın ilk günü...
Bahar mevsimiyle başlıyor üç aylar: Çiçeklerin açtığı, yüzlerin güldüğü, Rahmân’ın Rahmet kanatlarını yeryüzüne bütün cömertliğiyle gerdiği bir toparlanış ve diriliş mevsimi bu.üç aylar, aslında manevî bir bahar mevsimidir Bizi dünyanın kirlerinden arındıran, Rahmet-i Rahmân’a yaklaştıran, diriltici, saflaştırıcı, safları sık tutmamızı sağlayıcı, kalbimizi yumuşatıcı, yüreğimizi açıcı ulvî iklime ulaştıran bir biliş, oluş ve varoluş mevsimi...*kadri kıymeti bilmeli, Rabbimize hakkıyla şükretmeli.Üç aylar: Çok katmanlı, nefis bir mânâ iklimi; diriltici, leziz bir “bahar” mevsimi...Hakk’ı tesbih eden, teslimiyetin zirvesi dağın-taşın...tohuma kucak açan toprağın...
ruh aşılayıcı bir nefesle ince ince, sessizce esen rüzgârın...gürül gürül akan her yeri sulayan, arındıran ve toprağı tohuma gebe bırakan ırmağın...taptaze meyveler veren, yemişler armağan eden ağaçların...hep birlikte, kendi dillerince, kendilerince eşlik ettikleri yeniden-doğuş, yeniden-doğruluş merasimi...toparlanış, arınış ve direniş, muazzez bir diriliş bestesi.
herkese ruh üfleyici, herkesi kendine getirici, yol gösterici derin bir mânâ atmosferi...SONSUZLUK DERYASI...
*Mânâ” kelimesi ile “manevî” kelimesi, aynı köktendir.Ruh ikizidir.aynı kökten gelir, aynı kök’e yönelir, bizi aynı köke Göğe yöneltir Müslümanın fikrinde de, zikrinde de, şükründe de aynı Gök aynı Ulvî Kaynak, meyve verir: Hayatın mânâ’sı zâhir’e bakar, bâtın’a akar çok katmanlı bir dünya sunar...
insanı sonsuzluk deryasına taşır...hayatı, kavrayan ve kucaklayan tevhîdî üç aylarda hayata geçirilir...
Mânâ ile madde, enfüs’le âfâk, bâtın’la zâhir, birleştirilir. Üç aylar HİCRET RUHU VE “BAHAR” ŞARKILARI hicret” aylarıdır.Hicret, “göç”tür Çürütücü eskiyi terketmek; ümmîleştirici, kirlerden arındırıcı kemâl derecelerine erişmektir ruh ışıması ruh kıvılcımı demektir hicret, kemâl merdivenlerini tırmanma yolculuklarıdır *Hicret, bir “bahar” mevsimi şarkısıdır: hicretler, bahar mevsimidir, direniş ve diriliş şarkıları besteler.yeniden-doğuş, ve yenilenmektir Tarihi yapan, insana kanatlandırıcı bir yolculuk yaptıran melekût âleminden süt emerek, melekelerle doğrularak mülk âleminden yurda, umuda melekût âlemine doğru yolculuğa çıkılmasını sağlayan hicret ruhudur.üç aylar, melekût âleminden leziz, meyvelerin tadıldığı, ve herkese tattırıldığı, hicret ruhuyla yaşanan kutlu bir yolculuktur.YÜREK-ÜLKESİ’NE ÇIKAN YOLLAR...dır Recep ayı, rahmet ayıdır: Tohum düşer toprağa Recep ayında...İnsan, Hakka rağbet eder, yalnızca O’na yönelir,Ve Direniş başlar Kişi, dünyaya direnir. Hakikat tohumu ekilir...
*Şaban ayında Rahmet yağar, gökten melekler ağar yeryüzüne saf saf...Ağaç, meyveye durur...
Ramazan’da müminlerin kalbi yıkanır melekler; kirleri temizler.Diriliş, gerçekleşir Ağaç, leziz meyveler verir...yürek-ülkesi’ne varılır: Hakikat tadılır ve tattırılır.Üç aylar bir Bahar iklimidir doğuş, ve kök’ten doğruluştur Üç aylarda bütün yollar, yürek-ülkesi’ne çıkar...Üç ayların yeniden toparlanışımıza kardeşlik birlik ve dirliğimizin pekişmesine, sarsılmazca köksalmasına Cenab-ı Hak’tan niyaz eder, üç aylar mevsiminin bizi ekmek kadar su kadar ihtiyaç hissettiğimiz huzur sükûn, sürûr ve kurtuluş iklimine eriştirmesini dilerim. Vesselâm.
murataltug1985
03-29-2018, 08:26
Kaynak yeni şafak.com yusuf kaplan yazıları
İşte bir maarif inkılabı taslağı...
*Okumak’tan maksat, bilmek değil, olmak’tır. Bilmek, İlim yolculuğunun, olmak’sa Hikmet yolculuğunun meyvesidir.Kuru bilgi, zihni dondurur, kalbi durdurur, ruhu soldurur...Bize zihni açacak ilim, kalbi arındıracak irfan, ruhu kanatlandıracak hikmet pınarları gerek...Gazâlî, ilimle uğraşan kişiyi “avam”, irfan’la hemhâl olan kişiyi, havass; hikmet mertebesindeki kişiyi “havassü’l-havass” olarak tarif ediyordu.zihnimizi ve önümüzü ufkumuzu açacak, insanlığın insanca bir hayat sürdürmesini mümkün kılacak yegâne yol vr
geleneğimizde, tefekkür tarihimizde, kişi, irfan mertebesine vasıl olmak için önce ilim talim eder.
*İrfan ilmin amele dönüştürülmesi, hayata aktarılması, ve karşılık bulması için gayret sarfedilmesidir.Kişi, ilmini, irfan’la amele dönüştürdüğünde, bilgi, kuru bilgi olmaktan kurtulur, kurucu, koruyucu ve kurtarıcı bilgiye dönüşür bilgi’nin kuru bilgiden kurtarılıp, kurucu, koruyucu ve kurtarıcı bir bilgiye dönüşmesi, gerekir.Hikmet mertebesi, Rahmet Peygamberi Efendimiz’in kişi, ilmiyle amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir lûtfeder” buyurdu
Gazâlî, İbn Arabî, İmam Rabbânî Yunus, Mevlânâ, Sinan, gibi hikmet adamları yetiştirseydik İslâm dünyalara medeniyetlere, bilgiye açılmamızı sağlayacak köklü, güçlü bir sistemi”n tohumlarını ekecek geleceğimizi kurtarıp insanlığa umut olacaktık
*Biz, hakikate teslim olmuş insanlar, vâkî olanda hayır vardır, diye inanırız.şikâyet yerine, gelecek inşa etmeli zorlu ve umutlu yolculuğun yapıtaşlarını hayata geçirmeliyiz karınca kaderince...Batı’da bilim tavan yaptı: Genetik yapay zekâ ve robotların, hayatımıza çeki düzen vereceği ruhsuz bir dünyaya sürükleniyor insanlık...
Bilgi’yi, dünyayı, doğayı, ve, hakikati bilmek doğaya ve insana saldırı olarak gören Batı ile araç amacın önüne geçti hayat anlamını yitirdi, orman kanunları teknolojik silahların tehdidiyle dünya cehenneme çevirildi çıkmaz sokağa girdik Bilim, düşünemez,
Bilim araçtır Araç amacın önüne geçerse insan düşer, düştüğü yerden de kalkamaz
BİZ BESMELE’Yİ ÇEKELİM, RAHMET TECELLÎ EDECEKTİR...*irfandan, hikmet’ten nasibini almayan kuru bilgi, kör bilinç insanı linç etti dünyayı çölleştirdi cehennemin ortasında, inşa edeceğimiz insanlığa hediye edeceğimiz ilim, irfan ve hikmetle geliştireceğimiz hakikate medeniyete insanlığa ekmek kadar su kadar ihtiyaç var bir geç olmadan kuşatıcı ve kucaklayıcı, hayata anlam katıcı, insanlığın zihnini açıcı muazzez modelimizi adım adım hayata geçirmek boynumuzun borcudur.İnsanı insanın kurdu yapan kapitalist saldırı Darwinyen orman kanunlarının insanlığı sürüklediği cehennemden çıkaracak, insanı insanın kurdu değil, insanı insanın yurdu, umudu ve ufku yapacak hakikat medeniyetinin tohumlarını hayata geçirmek için kollarımızı sıvamak zorundayız...
niyetlenelim, besmeleyi çekelim, rahmet tecellî edecek, tohum toprağa düşecek ve meyve verecektir Allah’ın lütfu ve keremiyle.
Eğer 100 yılın tohumlarını ekemezsek, yok olmaktan kurtulamayız.
murataltug1985
03-29-2018, 08:26
Kaynak yeni şafak.com yusuf kaplan yazıları
Gençlerini ihmal edenler,
geleceklerini imha ederler!
*Gençliği kaybediyoruz, Genç kuşak, gözümüzün içine baka baka yok oluyor, zihnen intihar ediyor...
genç kuşakların zihnen, ruhen, bedenen ve kültürel olarak karşı karşıya kaldığı tehlikeler, terör tehlikesinden büyük ve ürpertici Bu yakıcı gerçeği görebiliyor muyuz acaba Toplum ve devlet olarak geleceğimizi tehdit eden tehlikenin farkında değiliz
Gençliğin zihnini, inancını, ruhunu, yerle bir eden saldırılar, ülkenin birinci derecede millî güvenlik sorunu biz durumun vehametini göremiyoruz ne yazık ki Gençlerini ihmal edenler, geleceklerini imha ederler *GENÇLİĞİ SUÇLAYARAK BİR YERE VARAMAYIZ... SUÇLU BİZİZ, GENÇLER DEĞİL!
Manzara ürkütücü genç kuşak ülkeye, değerlerine, medeniyetine inancını yitiriyor Gençlerin dünyalarına, ilgilerine, ihtiyaç ve sorunlarına nüfûz ederek genç kuşağı anlayabiliriz gençlik, ülkeye medeniyetine yabancılaşıyorsa, nedeni biziz, gençliğin sorularına cevap veremeyen, kayıtsız kalan, gençliği terkeden biz yetişkinler!
Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Gençlik, nasıl bir saldırıyla karşı karşıya sığ, yüzeysel, ayartıcı popüler kültür: küreselleşme Amerikan kültür saldırısı hakikat fikrini yok ediyor “her şey mübah” sözü, şeytanı, iyi ve kötü’yü eşitliyor sahte deist, pagan bir kültür bu.
*pagan kültür, şimşek hızıyla yayılıyor dünyada.
modernlikle hesaplaşmadan, postmodern saldırıyla karşı karşıyayız SÖMÜRGECİ EĞİTİM, YABANCILAŞTIRICI KÜLTÜR VE YOZLAŞTIRICI MEDYA’NIN SALDIRISI ile karşı karşıyayız
sömürgeci, ezberci ve sığ eğitim sistemi yozlaştırıcı medya tarih bilincini silip süpürdü yabancılaştırıcı kültürü, sanat ve düşünce hayatımızı. yozlaştırdı işgaller yalnızca fiilen değil. zihnende gerçekleşiyor.Fiîlî işgal, görülebilir ve püskürtülebilir. zihnî kültürel / medyatik işgal zihnî işgalin boyutlarını tespit edebilmek zordur; zihnî işgalle mücadele edebilmek zordur.*zihnî işgalin boyutlarını görelim: ülkenin, eğitimi , kültürü, medya düşünce ve sanat hayatı işgal altında! çocuklarımızı el ele vererek katlediyorlar.
Gençliğin inancı İslâm’ı anlayamayacak kadar sığ, yüzeysel, Batı ise iflah olmaz bir aşağılık gençlik arasında deizm, ateizm ve nihilizm çığ gibi yayılıyor...Sömürgeci eğitim sistemi; yoz, sığ, celladına âşık kültür ve sanatta sömürgeleştirici faaliyetler, zihnen, ruhen ve kültürel olarak katlediliyor çocuklarımızı, gözlerimizin önünde...
Medeniyet bilinci ve tarih bilinci veremeyen, medeniyet bilincini, tarih bilincini, özgüveni yok eden, ezberci, sığ, sömürgeci eğitim ve değerlerimizi delik deşik paramparça eden yoz, medya rejimi; celladına âşık eden, özgüveni yok eden, ülkesine, tarihine, kültürüne, yabancılaşan genç kuşaklarımızı intiharın eşiğine fırlatıyor...
*Batılı sömürgeciler tarafından sömürgeleştirilemeyen, dışardan ele geçirilemeyen ülkemiz, celladına âşık tasmalı çekirgelerin eğitim, ve medyaya babalarının çiftliği gibi hükmetmelerinden, ötürü, zihnen sömürgeleştiriliyor.emperyalistlerin dışardan saldırılarla yapamadıklarını, içimizdeki celladına âşık “yerli” sömürgeciler yapıyor.Devlet, eğitim, düşünce, kültür, sanat ve medya hayatını yeniden yapılandırmalı.Yunus, Gazâlî, İbn Arabî, Sinan yetiştirecek bir medeniyet toplumu kucaklayabilecek bir eğitim, kültür, sanat ve medya rejiminin temellerini atmalı, vakit geç olmadan...
Cemaatler, hocalar özgüveni yüksek çaplı, öncü insan yetiştirmeye odaklanmalı ve kullandıkları dile dikkat etmeli, gençlerin sorularına cevap verecek çapta ve kalibrede bir dil geliştirmeli.
murataltug1985
03-29-2018, 08:27
Kaynak yeni şafak.com yusuf kaplan yazıları
Türk askeri İslâmlaşıyor!” diye şikâyet eden celladına âşık tasmalı çekirgeler var bu ülkede!
*Bütün Türkiye biliyor Afrin’e savaşmaya giden askerle muhabir arasında geçen o anlamlı diyaloğu...Muhabir, Mehmetçiğe soruyor:
Nereye Mehmetçik: “Kızıl Elma”.
Muhabir: Ailene mesaj gönder...
Mehmetçik: “Beklemesinler!”
Muhabir: Türkiye’ye mesaj ver...
Mehmetçik: “Vatan bölünmez!”
bu asker, tam bir “Mehmetçik”:*farkında olan, ölüme düğüne gider gibi koşarcasına giden İslâm askeri, İslâm’ın, yürek ülkesinin askeri. Anadolu çocuğu, masum ama asil çocuğu Anadolu’nun...
İKİ CEPHEDE*MÜCADELE EDİYORUZ...*Kendinden geçen, bu dünyada ülkesini, ülküsünü, Kızıl Elma’sını, tanıyan, adalet, barış ve kardeşlik ve hakikat için hayatını feda etmekten çekinmeyen gönlübol, fedakâr, cefakâr ve vefakâr askerlerimizle*övüneceğimize, gurur duyacağımıza, aşağılamaya, “Türk ordusu İslâmlaşıyor” diyerek Türkiye’yi emperyalist Batılılara şikâyet etmeye kalkışan celladına âşık tasmalı çekirgeler var bu ülkede İki Türkiye’yi parçalamaya ant içmiş, terör ve emperyalist kukla teröristlerle savaş veriyoruz.ülke içinde, ülkesiyle kavgalı, ülkenin ruhunu kurutmaya ant içmiş, zihnen Batılı şizofren, zihinleri prangalı, celladına âşık sömürge aydını tasmalı çekirgelerle savaş veriyoruz
*Ordusunun namaz kılmasından, tekbir getirmesinden rahatsız olanlar Türk askeri İslâmlaşıyor”*diyerek karalara bürünenler*ülkeyi emperyalistlere şikâyet*edecek kadar ülkenin insanına, düşmandır ruhunu yitirmiş,*metamorfoz edilmiş ülkeye, insanına, kültürüne yabancılaşmıştır ülke dışardan sömürgeleştirilemedi ama içerden zihnen sömürgeleştirildi. Türk askerinin, savaşda “tekbir getirerek toplu namaz kılıyor” diyerek İslâmlaşmasından şikayet eden ülkenin çocuğu olabilir mi? ülkeye hayrı dokunabilir mi?
Bu toplumun askeri, İslâm’ın sancaktarıdır değerlidir, önemlidir, kıymetlidir.
*Bu toplumun askeri,*bin yıldır, İslâm düşmanlarına karşı hakikatin, adaletin ve kardeşliğin yurdu, umudu ve ufkudur İslâm’ın bayraktarıdır müslümanlar, dua ediyor bu askere
Burkina Faso’dan Bosna’ya, Üsküp’ten Filistin’e, Arakan’a ve Moro’ya kadar dünyanın en ücra köşelerinde askerimize dualar ediliyor
askerden rahatsız olanlar ancak köle ruhlu, zihinleri prangalı türedi tiplerdir
murataltug1985
03-30-2018, 07:00
Kaynak türkiyegazetesi.com.tr rahim er yazıları
“KADINIM”
*aziz şehidlerimizle kahraman gazilerimizin anaları, eşleri, kızları, bacıları, olmak üzere bütün hazreti Havva nesillerinin “Dünya Kadınlar Günü”nü tebrik ediyoruz.Dünya Kadınlar Günü, 8 Mart’ta anılmakta. Ama ben her gün kutluyorum anacığım şöyle derdi Dost, beni bilsin isterse bir deste maydanozla bilsin…”Mühim olan hatırlanmaktır. hediye hatırlanma tarafıyla kıymetlidir.her hediye kıymetlidir En değerli hediye ise duadır.
Anaya, eşe, evlada, bacıya, kardeşe, yengeye, herkese verilecek en büyük, eskimeyen, kırılmayan, bozulmayan, zayi olmayan hediye duadır.
Dua, hem dua edene hem de dua edilene yazılır. Dua’nın cuma günü olması makbul, sevabı boldur.
*Hazreti Havva’dan son kadına kadar bütün kadınlardan Allah razı olsun. “Allah, razı olsun” duadır. dua, herkese söylenebilir İmamı Rabbani hazretleri Buyuruyorlar ki: “Allah razı olsun, demek; Allah, senden bu hâlinle razı olsun demek değildir. Allah, seni razı olacağı hâle getirsin” demektir.
Kadın, ailenin inşaat ustasıdır. kızlarımızın dinimiz ve örfümüzle ecdad yolunda yetişmeleri, sağlıklı ailenin teminatıdır. aile hücredir devlet ve milleti ayakta tutar devama ve bekaya sebeptir. boşanma afetdir. yangın, sel, zelzele ve yıkımdır Boşanmalar, cemiyetimizi afet ve terör gibi tehdit etmektedir.
*Kadına gösterilebilecek hürmeti göz bebeğimiz cennet kokusu Peygamberimiz aleyhi’s salatü ve’s selam buyurmuşlardır. Kıyamet kopuncaya kadar Cennet, anaların ayağının altındadır” bu mümtaz sözü aşacak bir cümle yoktur. Öksüz ve yetim en üstün Peygamber, müjdeyi haber vermekteler:
-Cennete kavuşmak, anaların rızasını kazanmaya bağlıdır; o rızayı kazananlar cennete girerler.
Kadın; anadır ana gönüllülerdir.Havva validemiz, Sare Asiye Meryem ve Âmine Hatun, Hasan ve Hüseyin efendilerimizin anneleri hanım evliyadan Rabia’tül Adeviyye ilk hatırladıklarımızdır... kızlarımız, için ibrettirler kimi seversen ona benzersin*kadın denince cihangirler doğuran Valide Sultanlar, Fatih’in ana dediği Uzun Hasan’ın annesi Sare Hatun, İstiklal Harbi’nin dişi arslanları Nene Hatunlar, Menderes’in asalet zevcesi Berin Hanım, 15 Temmuz’un korkusuz kadınları, Fırat Kalkanı ve Afrin’de ki şehid anaları “kâfiri sevindirmemek için” tek damla gözyaşı dökmeyip sarp dağlar gibi vakur duran kartal bakışlı yiğit analar. Allah, hepsinden razı olsun.Dua ile hatırlanması gereken Sultan Abdülhamid’in “Kadınım” diye hitap ettiği Müşfika Kadın Efendi. Ve Hanedan’ın çileli sürgün yıllarında yürek paralayıcı acı ve gaddar hikâyelerinin mağduresi kadınlar…Düzgün hayatın iki yolu şunlardır:Sıratı müstakim üzre olmak.Çocukları helal sütle emzirmek.her kadın anadır ve ana gönüllüdür, merhamet şefkat sağanağıdır. irfan iklimimizde kadın pazarlama eşyası podyum, oyuncağı değil; yüksek varlıktır. Ak süt sahipleridir. kadın, bizde senede bir gün değil her zaman kıymetlidir.Kadın; anadır; çocuğun şahsiyet ve dirayet mimarıdır.
Eller, kadına ancak dua için kalkar.
Öbür türlüsü,Allah’ı da Peygamberi de incitir…
murataltug1985
03-30-2018, 07:01
Kaynak türkiyegazetesi.com.tr rahim er yazıları
*Kadına dair tartışmalar Avrupa’ya aittir. İslamiyet, kız çocuk sahibi olmayı utanç sayan bir cemiyette doğmuştu. Cehaletin üzerine nur saçmasıyla kadın, layık olduğu değeri buldu. Kur’ân-ı kerim, hadis-i şerifler, Veda Hutbesi, dinimizin kadına verdiği yer ve önemle doludur. İslam kadını eş, kardeş ve ana olarak aziz kıldığı zamanda, Avrupa kadının insan olup olmadığını tartışıyordu.İslam coğrafyasında tıp, zirveyi bulmuşken Batı'da cin çıksın diye hastaya eziyetler yapılıyordu
cihangirlik asırlarında cemiyetimizin kadın meselesi yoktur. 15 asır evvel hallolmuştu
*Allah’a kul aleyhisselama ümmet olan nesiller devam etmişdir. Aksine davrananlar, günah işlemişlerdir. Günahkâr, her devirde ve her mevzuda vardır. Kitap, Kur’ânı kerimdir. Sünnet, Peygamberimizin, buyurdukları, yaptıkları ve engel olmadıklarıdır.İslam Peygamberi insin ve cinnin
insanların cinlerin Peygamberi aleyhisselamın buyurduklarını Hadis-i Şeriftir. Şerifler, binbir elekten geçirilerek Buhari ve Müslim külliyatta toplanmıştır.Hadis-i şeriflerle tefsirlerinden beslenen kıyaslama yoluyla yapılana “Kıyas-ı fukaha” denir. Tefsir, kelam-ı ilahiden murad-ı ilahiyi anlama çalışmasıdır. Müctehidlerin kıyasına ictihad denir. Mezhepler, ictihadlarla kurulmuştur. “İctihad kapısı” mecazidir. İctihad yapabilme yetkinliğini, ehliyetini kasdeder.
*İctihad kapısı kapanmamış; ümmet, müctehid çıkartamamıştır.İcma-ı ümmet Müslümanların, kitapta, sünnette, ictihadda karşılığı olmayan bir mevzuda söz ve görüş birliği etmeleridir.
Örf, gelenek ve görenektir. Teamüldür. Şeriate aykırı olmayan örf ve âdetleri tatbik etmek mubahtır. Mecelle’nin örf ile tayin, nass ile tayin gibidir” kaidesini koymuş “Âdet muhakkemdir” der. Yani bir ihtilafta şer’i deliller yoksa bir âdet varsa hâkim, o âdeti bir kanun maddesi gibi tatbik eder. Bu yargı için kolaylıktır.kıyamet kopuncaya kadar Kur’ân ve sünnet hükümleri değiştirilemez ebedi doğrulardır. Kıyas-ı fukaha için mezheb imamlarımız da emsalsiz hakiki âlimler olması gerekir. Bugün onların ictihadlarına yetişecek biri yoktur. *Unvan sahibi olmak, insana ilmî*kifayet kazandırmaz. Mecelle, içtihad ile içtihad nakz olunmaz" hükmünü koymuştur. Nakz, çürütme demektir. İcma mevzuunda toplum islama ve ilme uzak düşmüştür ki İslami hukukta değişiklik olmaz örfi, hukukta değişiklik olabilir. Mecelle Şöyle der: “Ezmanın tegayyürü ile ahkamın tegayyürü inkâr olunamaz.”*Zamanın değişmesiyle örfi hükümler de değişir, demektir.dini istismar edenler Bozuk tarikat ve cemaatler Kendine din adamı diyerek bozuk fetvalar vermektedir bu hâle gelinmesinin ilmî, ve tarihî* sebepleri vardır. Tanzimat’tan itibaren Cumhuriyet döneminde garplılaşma, adına her şey İslamiyet ve Müslümanlar aleyhine işlemiştir.
*Padişahın hal fetvasını şeyhülislam vermiş, hilafetin kaldırılmasını şeyh teklif etmiş, millet yazısını, medresesini, hukukunu, ezanını, Kur’ân öğrenme hakkını, bin yıllık, 15 asırlık birikimini kaybetmiş, Batı'nın vesayetine teslim edilmiştir. İlk ilahiyat fakültesi ve imam hatip lisesi açılması Müslümanları kontrol etmek, ve dini reform içindi. başörtüsü dramı ilk defa 1967’de Ankara İlahiyat Fakültesinin kapısında yaşandı.İslamiyeti bozamadılar. Onun sahibi Allahü tealadır. Bu din, tüm hükümleriyle kıyamete kadar yaşayacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İslamın 14-15 asır önceki hükümleri uygulanamaz” sözleri, kızgınlıkla telaffuz edilen maksadını aşan cümlelerdir.
*Bu millet, ehl-i sünnet yolunda olmak, İmam-ı Azam Gazali, Abdülkadir-i Geylani, İmam-ı Rabbani gibi gökteki yıldızlar kadar çok ve gökteki yıldızlar gibi yüksek olan âlim ve evliyaya tabi olarak ilimde, san’atta, irfanda, fazilette, cesarette cihangir olmuştur.Milletimizin yeniden cihangir olması, Kızılelma ve, İlayı Kelimetullah bayrağını dalgalandırabilmesi için hak mezheplerden taviz vermemek, selefilik, mezhepsizlik tehlikelerine dikkat etmek, Efgani, Abduh, gibilerin peşinde gitmenin yıkım olacağını fark etmesiyle mümkündür.Devlete düşen, 15 asırlık birikimi bugünkü ve yarınki nesillere kazandırmaktır.
Biz, kuluz; insanlara karşı hatamız olduğunda özür diler, günahımız olduğunda tövbe ederiz.
İslamın hükümleri ebedidir, kalbleri onaracaktır.
kayıp,*yıkımımız olur.Bu millete*hiçbir hain, hiçbir dalkavuk*ve*hiçbir hata*girmesin.yakalanmış günler, son fırsattır. iki asır bekleme zorunda kalmamalıyız.fırsat harcanırsa Kader, bize bir kere daha gülmeyebilir.
murataltug1985
03-30-2018, 07:01
Kaynak türkiyegazetesi.com.tr rahim er yazıları
KURTLAR CEMİYETİ
*Cemiyet-i Akvam Milletler Cemiyeti, I. Dünya Harbi’nden sonra 25 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda 10 Ocak 1920’de kuruldu. Merkezi Cenevre’ydi. faal devletleri ABD ve Fransa’ydı. Fransızca, İngilizce , İspanyolca resmî diliydi. sulh için kurulmuştu. II. Dünya Harbi’nin çıkmasına mâni olamadı. Üye sayısı, o bugünkünün beşte biri kadardı Musul meselesinde aleyhte tavır sebebiyle üye olmadık. dünya için kayda değer bir hizmet yapmadı 1947’de dağıldı
24 Ekim 1945’te BM II. Dünya Harbi’nin galibi devletlerin güdümüyle kuruldu. *2.dünya savaşının galip devletleri, BMGK yı vesayet altına aldılar. ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin daimi üyedir. Üyenin vetosu ile kararın hükmü kalmaz. Resmî dil sArapça, Çince ve Rusçayla 6’ya yükselmiştir Merkezi, tarafsız bir ülkede değil New York’tadır. BM’nin iki organı önemlidir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi. Güvenlik Konseyi patronlar kulübüdür Cemiyeti Akvam, I. Dünya Harbi’nin galipleri tarafından kurulmuştur. maksat, sömürü ve silahlı işgaldir Sömürgeciler, Cemiyeti Akvamı bir kullanmış hedeflerine BM ile kavuşmuşlardır
*1.dünya savaşından önce Diplomatik savaş ve silahlı işgal yaşanacaktı. İsrail’in var olmasında, devamında ve büyümesinde BM destek oldu. BMGK’nin adaletsiz yapısı olmasaydı İsrail, işgaller yapamaz, 1967 Arap-İsrail Savaşında Filistin’i yutamazdı.BM’nin kurulmasından sonra 3 gelişme yaşandı 1948’de İsrail 1950’de NATO’, 1951’de AB kuruldu BM, konsey daimi üyelerinin NATO ise Amerika’nın yedek ordusudur Cemiyeti Akvam da süper güç yoktur. Osmanlı, Rus, Avusturya-Macaristan ve büyük devletlerinin yıkılmasıyla
Birleşik Krallık tek kalmış 1920’lerde güç, Londra’dan Washington’a kaymıştır. II. Dünya Harbi’nde iki süper güç vardır bunlar iki koçbaşı ABD ve SSCB’dir. Bu dönemin adı Soğuk Savaş’tır. Bu dönem, SSCB’nin 1989’da dağılmasıyla apansız bitti. *Dünya sscb nin yıkılmasıyla süper güç oldu ve dünya kargaşa dönemine girdi. ABD, süper güç olamadı 2003’teki Irak işgaliyle Rusya’ya süper güç tacı giydirdi. Bugünkü süper güç sayısı muğlaktır.
Rusya ve süper güçler terör örgütlerine devletlerbişgal ve sömürü ihaleleri veriyor
BM bunların seyircisi GK müsebbibidir. BM ile dünya adalet ve huzura kavuşamaz, zulüm ve gözyaşı bitmez.BM, daha iyisi inşa edilemediği için devam ediyor. Daha iyisinin kurulması dünya savaşına bağlıdır. Yeni bir BM, vekil güçler yüzünden mi, siber savaşlar sonunda mı kurulur kestirmek zor.BM, ömrünü tamamlamıştır.
SSCB gibi apansız çöküverir.
murataltug1985
03-30-2018, 07:01
Kaynak türkiyegazetesi.com.tr rahim er yazıları
MANEVİ BOZGUN TEHLİKESİ!
*II. Cihan Harbi’nden sonra 1945’te BM, 1948’de İsrail, 1949’da Avrupa Konseyi, 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kuruldu. 1957’de
Avrupa Ekonomik Topluluğu, 1992’de Avrupa Birliği adını aldı.İkinci Dünya Harbinden sonra 1945-1990 arasında yeni devletler batıya karşı, kurulurken İsrail, BM, Amerika, İngiltere ve malum devletler tarafından kurduruldu ve korundu.Siyon kavmiyetçiliği, Yahudi sermayesi ve Haçlı desteği olmasa İsrail kurulamaz ve himaye edilip haritayı işgal edemezdi. *Irak İşgali, Suriye İşgali, Kuzey Suriye’de laik Sosyalist Kürt Federasyonu kurma teşebbüslerindeki niyet ve gaye İsrail’i Nil-Fırat arasındaki güya vaad edilmiş topraklara yerleştirmekti Batıyı bilip hilelerine vâkıf olmak gerekir. tarihin öğrenilmesi şarttır. 12 Eylül 1683 Avrupa’nın kapısı Viyana’yı yoklayıp kaybettiğimiz acı gündür. Tarih ve talih bize küstü. 15 Temmuz 2016 ise şerden hayr zuhuruyla tarih ve talihin bize güldüğü dirilişin yaşandığı gündür.31 Mart 1909’da Abdülhamid’e darbe yapılıp Devlet-i Ebed Müddet’in Selanik’teki bir Yahudi konağına sürgün edildiği tarihtir bu tarihlerden bugüne millet, ümmet kanlı gözyaşları dökerek gelmiştir. Kan kusup, “kızılcık şerbeti içmiştir.
*millet, yaşanan günleri kaybetme endişesindedir.
millet olarak Ehl-i sünneti ümmeti Kitap, ve Sünneti, Ümmet hassasiyetini gözümüz ve kalbimiz gibi korumalıyız. Aksi, mezhepsizleşmek, dinsizleşmek, Şialaşmak, Vehhabileşmektir
Hadis-i şerif i Kütüb-i Sitte’yi baş tacı etmeliyiz. mezheblerimizden şaşmamalıyız. Sırat-ı müstakim de ancak böylece kalabiliriz. Alparslan, Fatih, Kanuni, Abdülhamid ve yüzlerce İslam hükümdarının sırrı budur. Onlar, ilim-akıl-gönül dengesini kurmuşlardır ümmetin 15 asırdır ameline esas kabul ettiği kaynaklar kifayetsiz devlet memurlarının cahil din bezirgânlarının insafına kalırsa manevi*bozgun yaşanır.
Manevi bozgun olunca bina yıkılır.
*Millî*ve yerli silahlarımız vatandaşı ve vatanı koruduğu gibi Ehl-i sünnet de milleti ve ümmeti korumaktadır. Aksini yaşayan nice devlet, tarih olmuştur. 15 Temmuz işgalini önlememizdeki sebep budur. şehadete koşan gencin kalbini İlmihaller, evliya menkıbeleri beslemiştir
Kılı kırk yarma günüdür.mason ve siyon oyununa gelinmesin.din reformcularının arkasında İngiliz, siyon ve masonlar vardır 15 Temmuz'u devreye sokmak istiyor olabilirler. Geceleri uykusuz geçirecek zamandır. Kumpasa; tezgâha ve dalkavuklara dikkat! Su*uyur, düşman uyumaz. İslamın iç ve dış düşmanları vardır.çok uyanık olmalı.Yaşamak için mecburuz...
murataltug1985
03-30-2018, 07:02
Kaynak türkiyegazetesi.com.tr rahim er yazıları
TASHİH İÇİN FIRSAT
*İslamda Kur’ân İslamı” ve İslamcı” sözü yoktur dinde reform yapma peşindekiler İslam’ın 4 temel rüknü Kitap, Sünnet İcma-ı ümmet ve Kıyas-ı kaldırıp yalnızca Kur’ân-ı kerîm’i kabul ediyorlar
mukaddes kitabımızın zamanın gerisinde kaldığı iddiasındalar bazıları da Kitabı ve Sünneti kabul etmekte Kütüb-i Sitte ve hadis külliyatını inkar etmekte Onlar hadis asılsızdır. Buhari Müslim Haccac gibi hadis âlimlerine su-i zan ve iftira etmekteler hadis külliyatlarını gözden düşürmeye tevessül etmekteler. **hadis-i şerifler, 15 asırdır hayatlara yön vermektedir. Mevzubahis *kimseler için icma-ı ümmet ve kıyas-ın değeri yoktur. tasavvuf, evliya ve* mürşidi kabul etmezler. Onlara göre mezhebler lüzumsuzdur. “Asr-ı saadette, mezheb mi vardı?” derler. Kur’ân-ı kerimi oku, ne anlıyorsan o dur derler meal Kur’ânı kerim değildir, kaleme alanın görüşüne göre açıklamasıdır. reformcu ve selefiler için müfessirlerin önemi yoktur. Herkes kitabımıza anladığı gibi amel edebilir. Oysaki hukukta bile hâkimler, savcılar, avukatlar dilediği gibi yorumlayıp yapamazlar. Anayasa vardır,* kanun vardır, içtihatları ve okul vardır 20 sene kıdemi olan bir hâkimin bile kararı bozulabilmektedir. kanun böyle iken Allahü teâlânın kitabı aleyhisselamın sözleribhadis külliyatları nasıl olur da bakkal defteri muamelesi görür?
*hiçbir kişinin veya hey’etin ilahiyatçı akademisyenin Kur’ân-ı kerimi masanın bir tarafına hadis kitabını diğer tarafına koyup “bu hadis değil bu hadistir” gibi bir hüküm vermeye *ilmî salahiyeti yoktur. *İyi niyetle çalışan diyanet ve ilahiyat mensuplarına elbette bir şey denemez. Ancak haddini bilmek gibi irfan yoktur. Kaç ilahiyatçı, kaç diyanet* mensubu, İmam-ı Azam, İmam-ı Şafii, İmam-ı Gazali, Akşemseddin, *Rabbani, Yesevi, gibi hukukçu, âlim ve evliyayla kıyas edilebilir. Buna rağmen geçmişte“İmam-ı Azam da kim, ilkokul mezunu bile değil” diyenler çıkabilmiştir
*bozuk masonlarla ingilizlerle Efgani, *Abduh ve Reşit Rıza gibilerle Tanzimat’tan sonra bize nüfuz etmeye çalıştı. Akif dâhil onlara kapılanlar oldu. Abdülhamid Han çarptılar. Büyük Sultan, onlara geçit vermedi en ücra köylere katır sırtında Ehl-i sünnet âlimlerinin asırlardır okunup amel edilen kıymetli **kitaplarını sandık sandık gönderdi.
Cumhuriyetten sonraysa dinde reform Batı’ya benzemek adına yapılıyordu. Türkçe ezan, Türkçe namaz, camilere sıra konma ve mihraba piyano medrese, dergâhların vs. *Tek Parti, dinî yıkamayınca ilahiyat ve imam hatipler açmış, dini içeriden kuşatırken halkın hoşuna giderek rey alıp iktidarını da korumak istemiştir.
*Diyanet, iktidar, muhalefet, medya veya başka bir yerden dine saldırılar olduğunda cesurca hakikati haykıramamıştır. 28 Şubat’ta Diyanet yoktu. Diyanet cuma günleri kürsülerde trafik haftası kutlamaktaydı. İlahiyatçılar bir şey yapmadılar. 28 Şubat ihanetinde ekranlarda Peygamberlik ilân edecek olan ilahiyatçılar için ilahiyatçı ve ilahiyat fakültesi ne de diyanet tek kelime etmedi işlem yapmadı. “Tesettür füruattır” diyen FETÖ’ye*sen yalan söylüyor, farzı inkâr ediyorsun!” demediler. *
İlahiyat fakülteleri din ilmiyle değil, dinî ilimlerle laik eğitim yapmaktadır. Yorumlar, felsefidir Kitaplarda netlik değil, kafa karıştırıcı iktibaslar vardır. dinde nakil esastır. Diyanet YÖK kadar özerk değildir. Devlet kurumudur. Siyasi otorite vr İktidar değişince* ters düşmemeye çalışmaktadır.
*Cumhurbaşkanı Erdoğan, dile getirince YÖK, TEOG imtihanının zararlı olduğunu fark etti. *Diyanet de Cumhurbaşkanı konuşunca sayfa sayfa konuşmaktadır.ilmî ve tarafsızlığıyla Diyanet, millet için ortak değer olmalıdır. Din kalpazanlarıyla mücadele etmeliyiz.Kaba softa ve yobazlara karşıyız.Teknoloji ve şehirleşme yeni sualleri getirecektir. doğru cevaplar, fetvalar verilmesi gerekir. Din üzerinden tehlikeli bir fitne çıkmıştır.
yangın, alev almadan sönmelidir.Konuştukça girdap derinleşmektedir. Cumhurbaşkanı itibar ve sevgisini kaybetmemelidir. birlik kolay kurulmadı. bozgun yaşanırsa zor kurulur. mayınlara, tuzaklara, ajanlara, abdestsiz, namazsız madrabaz müçtehitlere, din yorumcularına, dine dost görünen yıkıcılara *dikkat etmelidir. *Dinimizin esası nakildir. İslam âlim, ârif ve evliyasını yok saymak güneşi inkâr etmektir Üç aylarda maksadı aşan, hayal kırıklıklarına yol açan konuşmaları tashih edecek bir güzel konuşmayla bu sayfa kapatılmalıdır.*Türk milletini de İslâm ümmetini de ayakta tutan mezhepleri, dergâhları yıkmak isteyenlere fırsat verilmemelidir. İlmini ve ahlâkını kaybeden cemiyet, içten içe çürüyerek bir gün çöker. Bu sebeple ne kadar korkulsa yeridir.
****
murataltug1985
03-30-2018, 07:02
Kaynak türkiyegazetesi.com.tr rahim er yazıları
18 MART ÇANAKKALE, 18 MART AFRİN,
*18 Mart 1915 Deniz Zaferimizin üzerinden 103 yıl geçti.ama Çanakkale, dilimizden hiç düşmedi; muhabbeti kalbimizde büyüdü. Canlarını verip Çanakkale’yi şehitlerimizle, gazilerimize gani gani rahmetler diliyoruz. Kabirleri cennet, dereceleri yüksek olsun. Mevla’mız bizleri, onlara lâyık eylesin.Tarihin hiçbir döneminde bu denli kayıp vermedik. Sarıkamış’ta 22 Aralık Ocak 1915 günlerinde 90 bin şehid, Çanakkale’de 18 Mart 1915 günlerinde 253 bin şehid. Verdik Gazilerin sayıları en az yarısı kadardır. *Kanal Yemen , Filistin Suriye Galiçya Cephesi ve tüm Harb-i Umumide, Büyük Harbde Kayıplarımız şehid ve gazilerle milyonu buldu Hepsi genç, hepsi fidan gibi civanlar. Harp türküleri onları anlatır. o kahramanlık ağıtları, Mehmetçiği ve duygu sağanakları altında en iyi anlatandır. Hey on beşli on beşli, Yemen Türküsü, Yüzbaşılar Yüzbaşılar, Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı ve diğerleri.
Çanakkale’de ölen her 10 askerimizden biri yedek subaydır. Galatasaray, İzmir, Konya Sultanileriyle Erzincan Askerî Mektebi o sene mezun veremezler. Talebe cepheye gitmiş 33 yılda binbir emekle yetiştirilen gençlik, harcanıp tükenmiştir. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi ile ordu terhis edilir Acı, ağır ve hazin bir karar
acaba terhis edilecek kaç asker kalmıştı?”
*Tarih, yaşanmış vakalardır Kızarak veya taraf tutarak tarih değiştirilemez. Çanakkale saklandı. Bugün daha yeni öğreniliyor Abdülhamid Han’ın büyük bir ileri görüşlülükle 1915’ten seneler evvel yaptırdığı Hamidiye Tabyaları, Çanakkale Boğazı’nın savunulmasında birinci derecede etkili olmuştur. Genelkurmay, Çanakkale fotoğraflarını ilk defa paylaştı. Genelkurmay arşivlerinin açılması lâzım. Çanakkale öğrenilmeli. 57. Alay, niçin her ferdine kadar şehid olmuştur? Burada nasıl bir kusur var bilinmeli. Harbiye Nazırı Başkumandan Enver Paşa iken ve Çanakkalede imzası varken, Cevad Çobanlı ve Türk Paşalar birinci dereceden sorumluyken harpte miralay yarbay rütbesindeki 57. Alay Kumandanı Mustafa Kemal, neden harbin muzaffer kumandanı olarak takdim edilmiştir
*Çanakkale neden bir kişiye mal edildi komuta cephemizdeki Sanders, ve Fritz paşalar kimdir
Çanakkale, Payitaht için isteniyordu. İngiliz, nasıl oldu da hiçbir engel yaşamadan 13 Kasım 1918’de çapulcularıyla İstanbul’u işgal etti hangi vaadlerlerle tek kurşun atmadan 6 Ekim 1923’te Payitahtı tahliye etti.Tarafsız, vicdanlı kaleme mahcup etmeyecek eserlere ihtiyaç var.
Bir asır arkada kalmış ama gerçekler meçhul.
doğrular çıkıp geliyor.18 Mart 2018 Sabahı Hür Suriye Ordusu ve Mehmetçik sabah namazını kıldılar. Nusret için Allahü teâlâya el açtılar. 08.30’da Afrin’e girdiler. zaferin kazanılması için devlet adamı, asker, ter döken herkesi ve dua eden milletimizi ve ümmetimizi tebrik ediyoruz.
*Mehmetçik, Fırat Kalkanı’ndan sonra de Afrin’de destan yazdı. işgalden kurtardı Afrin Çanakkalede Sarıkamışta, bizim topraklarımızdı. bu topraklardan da aziz şehid ve gazilerimiz, Allahuekber Dağlarındaki Çanakkale’deki şehidlerimiz yatmaktalar. O gün vatan 5 milyon km2 idi. Afrin Zaferimiz mübarek olsun; Rabbim, devamını nasib buyursun. Şehidlerimize rahmet, arkada kalanlara sabır, gazilerimize şifalar diliyoruz. Tek sivil ölmeden büyük zaferin kazanılması iftihardır 100 sene önceki gibi 7 düvelle mücadele verdik. Bu zafer o günkü kayıpların hesaplamasıdır. doğrudan karşımıza çıkamayarak satın aldıkları örgütleri sahaya sürdüler, Mehmetçik ezip geçti. *Afrin Zaferi’nin 18 Mart’a denk gelmesi kaderin tebessüm ettiren hoş bir yazısı oldu.Şimdi sıra Menbiç’te Sonra kuzeye doğru Kandil’e kadar yolumuz var…Bu bir beka dâvâsı ve İstiklâl mücadelesidir. 40 yıldan beri mücadele veriliyordu. hain FETÖ siyasete, devlete, orduya, sızıp yerleştiği için muvaffakiyet elde edilemiyordu. Şüphesiz ki onlar, silah ve uyuşturucu kaçakçıları bölücü, örgütlerle ortak çalışıyordu millî ittifak kurulmuşken hız kesmeden aynen devam 18 Mart 2018’de bir zafer de MHP kazandı.Türk milleti, 18 Mart 2018’de Devlet Bahçeliyle bir zafere imza attı. Siyasi Cephe’deki zaferle 2023 inşa edilecek Cumhur İttifakı, kuvvetlenecek
*Devlet Bahçeli, devletin ihanete maruz kaldığı senelerde vatanseverlikten zerre taviz vermedi tarihî hizmetler yaparken, MHP’yi gasp ve talandan kurtardı.Hizmetlerini istikbal, altın madalyayla ödüllendirecektir. ebedî âlemde mükâfaatını görecektir. din, devlet, millet aşkıyla dolu Sn. Bahçeli’yi, sâdık dâvâ arkadaşlarını, MHP camiasını ve kalbi toprakları için atan şehidler torunu yiğit ülkücüleri cân-u gönülden tebrik ediyoruz. Muvaffakiyetiniz daim, yolunuz açık olsun.şükürler olsun ki mübarek üç aylarda her cephede diriliş yaşamaktayız.Bu bir tarih dönemecidir.Bir ihsan-ı ilâhidir.imtihandır.
bozuk din anlayışlarına mânevî tökezlenme tehlikesine dikkat etmeliyiz Her zaferin sahibi Allah’tır, her zaferin sebebi, Şanlı Peygamber aleyhisselamdır…
murataltug1985
03-31-2018, 12:03
Kaynak*turkiyegazetesi.com.*Rahim Er yazıları
Bir GÜZEL mektup
*Hasan Celal Güzel in fikirleri, Abdülhakim Arvasi deryasından kalemine nur çekmiş bir üslubun eseridir:Doğumunun 171. Sene-i devriyesinde İslâm Halifesi, Türk Hakanı, Osmanlı Padişahı cennetmekân Abdülhamid Hân'ı daimî muhabbet ve hurmetlerimle yâd ediyorum. O, Cenab-ı Hakk'ın sevgili bir kulu, bir evliyaullah ve kutb'üz zaman Tarihimizde Hulefa-yı Râşidîn haricinde O'nun kadar büyük İslam Halifesi yoktur. Türk Hakanlarının en büyüğüdür. Tarihçiler, O'nun Osman Gazi, Fatih, Yavuz ve Kanuni kadar büyük olduğunu kabul ederler. *Abdülhamit hanın Hükümdarlığı değerlendirilince en büyük Osmanlı Padişahı olduğunu bilmek lazım. İmparatorluk 1923 te değil, O'nun tahttan indirildiği 1909 da yıkılmıştır. Devlet-i Aliyye'nin yüz ölçümü 5 milyon km2'nin üzerindedir. Ulu Hakan Abdülhamid Han, Kanuni kadar hüküm sürseydi bugünkü mevcudun en az üç misli büyüklüğünde muazzam bir devlete sahip olabilirdik. Ne yazık ki O'nun ve Osmanlı'nın kıymetini çok geç anladık. şanlı ecdadımıza layık oldukları şekilde sahip çıkabilmiş değiliz.
Abdülhamid Han'ın asil, necip ve kıymetli torunlarına en derin hurmetlerimi arz ediyor mübarek Hakan'ın ve Hanedan'ın bir muhibbi ve hâdimi olarak kabul buyurmanızı istirham ediyorum. *Abdülhamid Han kuddise sirruh Hazretlerine Allah'tan -celle celalüh- rahmet diliyorum."şayet merhum Özal, başkan tercihini Celal Güzel'den yana yapsaydı, bugün farklı bir Türkiye'de olabilirdik" Abdülhamid Han, sürgüne gönderildiği Selanik'teki Alatini Köşkü'nün bahçesinden adımını attığı anda akşam ezanı başlar. Ulu Hakan, o vaziyette durur ve tevekkülünü terennüm eder Azîz Allah!..
murataltug1985
03-31-2018, 12:04
Kaynak*turkiyegazetesi.com.*Rahim Er yazıları
İBB’YE TEKLİF
İstanbul Büyükşehir Başkanlığının metro çalışmalarını takdirle karşılıyor ve memnun oluyoruz. Haliç’in Avrupa Yakasında metro yapılmasına memnun olduk. Bu imkânsızı zorlayarak hizmet üretmektir.Ancak Haliç’ten geçerken hizmet yara almıştı. Sultan Selim Camii ile Selim Han ve Abdülmecid Han türbelerinin hemen altındaki yere metro durağı yapılıyordu İBB Fener Metro Durağı hizmete geçiyor” diye ilan asmıştı. isim seçimi isabetsiz.Fener, Fatih’in tarihî semtidir. Patrikhaneyi çağrıştırır. Patrikhane bu ülkenin kurumudur Ancak başka türlü memnun edilmesi mümkündür Fatihte halk oylaması yapılsa herkes metro durağına Yavuz Selim yahut Selimiye veya Abdülmecid Han veya Mecidiye isminin verilmesini seçecektir. Yavuz Selim ismi kazanacaktır Zaten mahalle bu ismi taşımaktadır. Fener için verilen reyler, dikkate bile alınmayacak kadar düşüktür Haliç Metrosu hayrlı olsun.
Fakat isim seçmekteki özensizliği kabul edemiyoruz.
murataltug1985
03-31-2018, 12:04
Kaynak*turkiyegazetesi.com.*Rahim Er yazıları
KİM HAKLI?
*İstanbul’da bir taksici rahatsızlığı yaşanıyor. kızgın taksiciler UBER’in korsan olduğu iddiasıyla şirket arabalarının yolunu kesip şoförlerini tartaklıyor, yolcu gibi UBER taksi çağırarak aynısını yapıyor
şirkete dava açmışlar. Ticaret serbest rekabettir UBER, kredi kartıyla çalışıp, fatura kestiğine göre nasıl korsan olur? Şehirleri dağbaşı sanıp yol kesmek de ne demek vatandaşlar, tepki verdi. 10 günde IOS ve Android’den indirilen UBER hesabı 5 kat arttı Plaka fiyatları düştü. Taksici esnafı, düşünebilse plakanın ucuzlaması bir fırsattır. yıllardır plaka suistimali yaşanmaktadır. *Bir şarkıcı 100 tane taksi plakası satın alıp yüksek rakamlarla taksicilere kiralamaktalar. Sürücüler, köle gibi 12 saat direksiyondalar. Makine olsa 12 saat çalışamaz. Plaka fiyatları inanılmaz meblağlardadır. hiçbir sürücü kullandığı taksinin sahibi değildir.taksi yolcusu saygısızlıklara maruz kalmaktadır. taksiye binmek imkânsızdır. Taksiden yolcu indirilmektedir Taksi sürücüsü, yabancıların ülkemize dair ilk izlenimleridir şoförler eğitimden geçirilmelidir.öfkeli taksiciler, şunu düşünmeliler:
Vatandaş, neden UBER’e rağbet etmekte? “Gönül isterdi ki ulaşım markasını dünyaya pazarlamış olaydık. taksiciden yaka silkmeyen yolcu yok gibidir.Yolcu, uçakta takside emniyet, dürüstlük ve insanca muamele bekler.İBB, Bitaksi ve UBER’e benzer bir teşebbüste bulundu ama anlaşılmadı.
İstanbulda taksi derdimiz vardır. Taşeron işçi meselesine çare bulunduğu gibi buna da çare bulunmalı. Taksi sürücülüğü hiçbir işe alınmayanların yaptığı bir meslek olmamalı. Bu durum, düzgün taksicileri rahatsız etmektedir.
murataltug1985
03-31-2018, 12:04
Kaynak*turkiyegazetesi.com.*Rahim Er yazıları
MAZLUMLARIN ÜMİDİ OLMAK!
*Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti’nin Giresun Kongresinde bir mektub paylaştı. Mektup, Guta’daki bir hanımdan geliyordu“-Ne olursunuz Sayın Cumhurbaşkanım? Afrin’de attığınız adımları, Guta’da da atınız. dayanma gücümüz kalmadı. 250 bin kişilik Guta’da 20 bin kişiye düştük. Herkes, Guta’yı terk ediyor. akıbetimizin ne olacağı belli değil mektubu memleketimiz kalbden imzalamaktadır. O dilek, bu milletin dileğidir. ümmetin dileğidir. Mektup ümmete yazılmıştır.
kulakları sağır edecek bir imdat çığlığıdır.
Doğu Guta, Şam’ın ilçesidir. Rejim, Rus ve İran iş birliğiyle harabeye döndü. Halk, ekmek, yemek, ilaçtan mahrûm. Şehir enkaz. Nüfus katledildi
*Gutada çatışmasızlık ilân edilmesi, ve ateşkes kararı hiçbir fayda temin etmedi. Binlerce ölü ve yaralı var Guta Srebrenitsa’dır guta Esad’ın ikametgâhına 10 km mesafededir. ihmal edemeyiz!’’Şam’ın merkezinde utanç yaşanıyor. strateji ve diplomasiyle ele almamız gerekir. çığlığa sağır ve bigâne kalamayız Gutalılar vatandaşlarımızdır Diplomatik imkânlarla çözüm bulmalıyız ÖSO Guta’ya sızarak meşru müdafaa yapabilir bugün Osmanlılar gibi çaresiz mazlumlara, mağdurlara kurtuluş ümidi hâline geldik dün İspanyol barbarlığına karşı Endülüs Sultan II. Bayezıd Hân’dan yardım istemiş, Murat Reis onları tahliye için çırpınmışlardı. Endülüs’ten sadece Müslümanları Yahudileri de kurtardık. Onlara sessiz kalmadığımız gibi yardım isteyen gayrı Müslimlere harbi göze alıp yardım etmiştik
*Bugün mazluma el uzatan olmak şereftir. Allah’ın lütfudur. IMF nin küstahlığı unutulmadı. Kavuştuğumuz nimetleri kaybetmemek için
Millî silah sanayiîni, ekonomiyi büyütmeli, ana caddeden çıkılmamalıdır Bu millet, Satuk Buğra Han’dan beri aynı ana caddededir. Şia, Vehhabilik, Selefiliğe iltifat felakettir Mustafa İslamoğlu ve benzerlerinin rehberliği de felakettir kendisi “Diyanet kadın müftü atasın” diyor ve bunun izahının yapılması gerekir. Bin beş yüz yıldır hiçbir mezheb imamı, müctehid, âlim, evliya şeyhülislam yahut Sultan, kadın müftüyü düşünemez miydi? İtikadi bozukluğa yönelişin, Endülüs faciasında büyük payı vardır.Diyanette MEB, adliye de FETÖ’den boşalan yerlerin dinde reformcu, Vehhabi, Selefi, Şia kadrolarla doldurulması yıkım olur. Allah, öyle bir gün göstermesin
*Doğu Gutalılar bize mektup yazmaktalar.
Biz kime yazabiliriz Sultan Süleyman zamanında “gün gelecek ahali, 70 sent için küffara el açacak!” denseydi kimse inanmazdı. Fakat geçmişte bunu hep birlikte ve üzüntüyle yaşadık.Parmağımızı yılana aynı delikten ısırtmayalım!
****
murataltug1985
03-31-2018, 12:05
Kaynak*turkiyegazetesi.com.*Rahim Er yazıları
Dost, doğruyu söyleyendir!
İslâm âleminin iftihar ettiğimiz, yükselişine yıldırım düşmesin. İki asır sonra doğruluyoruz.mes’uliyyet mevkiinde olanların doğru yoldan, sapmaları felaket olur. geçmişten ders çıkarmalıdır.
Abdülhamid Han, Mehmed Han, Alparslan, Kılıçarslan, Eyyubi, Ahmed Yesevi, Yunus Emre gibi kıymetimiz neye nasıl inanıyorsa biz de bu yolda kalmaya devam etmeliyiz. O yol, bizi zirveye taşırdı Ondan uzaklaşmak ise bizi yere düşürdü
Kişiye göre, devre göre İslamiyet olmaz. Bu mezheblerin düşmanı tek partinin yaptığı dini çağa uydurma faaliyetlerinin ifadesidir.
Mehmet Akif, İstiklal Marşı adlı bir abide manzume yazmış, fakat Halife Abdülhamid’e hakaret hatasını işlemişti.
Sevgili Peygamberimiz -söyleyene değil, söze bakılır” buyurmaktalar. Doğruyu kim söylerse söylesin doğrudur. Hatayı kim yaparsa hatadır. Necip Fazıl mason Cemaleddin Efgani ile talebesi Abduh ve Reşid Rıza ve Seyyid Kutup gibi isimleri l çürütürken Mehmet Akif’i yermektedir
Anadolu’ya tasavvuf, Hazreti Türkistan Ahmed Yesevi ve Türkistan’dan geldiği gibi, itikaddaki imamımız Maturidi Türksitanlı olduğu gibi 19. Asrın din reformcuları Türkistan, Kafkaslar ve Lübnan ile Mısır’dan gelmedir. İngiliz, İslamiyet’i tahrip için köstebek gibi çalışmıştır. Efgani, Payitaht’a Sultan Abdülhamid zamanında sızmıştır. Şimdi ise birtakım kimseler, nakilsiz tefsir yazmakla övünmektedir
Regaib Gecesi’nin ne olduğunu bile bilmeyen , Prof. etiketliler roman yazmakla tefsir yazmayı karıştırmaktalar.Dinini doğrudan doğruya ve sadece Kur’ân’dan me’âlden, hadisten öğren” demek dinî ilimleri, İslamiyeti ve ulemayı hafife almaktır Mezhebleri miracı âlimleri tasavvufu reddeden kimseler, bu toprakların malı değildir. Komünizm, faşizm gibi yabancı ideolojilerdir. Amaçları haçdır. milleti ayakta tutan İslâmiyet’i içten çökertmekle vazifeli ahmak ajanlardır. laflarına kanmamalı.Tuzaklarına dikkat etmelidir.
Takiyye yalnızca FETÖ’ye mahsus değildir.
murataltug1985
03-31-2018, 12:05
Kaynak*turkiyegazetesi.com.*Rahim Er yazıları
ADAM GİBİ ADAM!
*Büyük Birlik Partisini kuran, Alperenler Hareketi’ni başlatan merhum Yazıcıoğlu Nur içinde yatsın, mekânı cennet-i âlâ olsun. *25 Mart 2009’da Yerköy mitingine giderken helikopteri Göksun Keş* Dağı’na çarpmış, helikopterdeki 6 kişi ölmüştü.
Bu *bir kaza değil, faciadır; tertiplenmiş ihanettir. *Kahramanmaraş valisinin resmî açıklamaları farklılaşmıştı. Muhsin Başkan gibi şehid düşen İHA muhabiri İsmail Güneş’le alâkalı çelişen ifadeler oldu.dosya kapatıldı.dosya, 15 Temmuz işgalinden sonra açıldı. Bugün Yazıcıoğlu’na ve helikopterdeki herkese kasdeden FETÖ/PDY terör örgütüdür.
*Muhsin Yazıcıoğlu, birtakım malûmata sahipti ve Erdoğan’la paylaşmaya başlamıştı. *28 Şubat Darbesi ve*faili meçhulleri Terör örgütü, suikast ihanetini, engellemek için yapmıştı.*Bir kimse, yerli ve millî ise vatansızlarla milliyetsizlerin gözüne diken olur.16 Temmuz’da örgütün maskesi düştü, takiyyesi bozuldu, Hocaefendi tarikatı ve terör örgütü rezil ve rüsva oldu iplikleri pazara döküldü.
Yazıcıoğlu milletin gözünde bir kahramandır. dâvâ adamıdır. 12 Eylül 1980 darbesinin Mamak* zindanlarındaki zalim işkenceler alpereni vatanından soğutamamıştı. Dininin, vatanının, milletinin ve ülke değerlerinin sevdalısıydı.
*Yazıcıoğluna andık büyük bir rağbet vardı Bu rağbet, hem kadr-ü kıymet bilme ve hem de bir özürdür. vefatından sonra hürmet edilene, hayatta iken kıymet vermemek insanoğlunun kumaşıdır
geç de olsa kıymet bilmek, hiç kıymet bilmemekten yeğdir.yeter ki Allah, razı olsun; insanlar kıymet bilse ne olur, bilmese ne olur?” kazanan, kıymeti bilinen değil kadr-ü kıymet bilenlerdir.Aksi “vefasızlıktır Muhsin Yazıcıoğlu 1998 de Tiran’a *gitmişti Sırplar, Kosovayı kuşatmışdı. köylere yardıma giden Muhsin Başkan, Tiran’da helikopter kiraladı. Helikoptere 4 kişi bindi Hududa sıfır uçuyordu. bir mermi sıkılsa helikopter taş gibi yere düşerdi Ama Allah’ın koruduğuna kim ne yapabilir? köye geldi ve Kardeşlerimiz bayram ettiler.*Yazıcıoğlu, Kosova Kurtuluş Ordusuna maddî yardımda bulundu. Sırbistan’a karşı istiklâl mücadelesi veren teşkilatın lideri şehid edildi yazıcıoğlunun Ölmeden evvel yazdığı “Üşüyorum anne” şiiri, ölüm iklimine verilmiş bir haberdi. Ama o üşümedi. Çünkü şehidler ölüm acısı çekmezler.
Ne demişler?İyiler, iyi atlara binip gittiler…
Önden gidenlere selâm olsun Adam gibi adamlara rahmet olsun!
murataltug1985
04-04-2018, 06:25
Bedri alıçlu anlatıyor
*O sabah Son derece normaldi Operasyon Emri almıştım. İmha edilmesi gereken bir mayın vardı.
15 kişiydik. itirafçı mayını gösterecekti. Askerlerimi kayaların arkasına gönderdim. Toprağı kazıdım, tırnaklarımla mayını El yapımı bir mayındı.*
Askerlerimi Ölmesin diye kayaların arkasına gönderdim.Ben ölebilirim” Ama ben ekibimin komutanıyım. Kimsenin hayatını tehlikeye atamam...*Mayın önümde duruyordu
El yapımıydı üç ana malzeme Patlayıcı, ateşleme düzeneği ve fünyeden oluşuyordu PKK, litrelik şişeyi ikiye böler, altlı üstlü kablo yerleştirip kabloları 6 pile iliştirir, pet şişedeki kabloları fünye denen ateşleme sistemine bağlar Patlayıcı Pet şişeye bastığınızda, kablo temas eder fünye ateş alır ve patlar. kol ve bacak kopartır*Patlayıcıya silahla ateş ettim, patlamadı Etkisizleştirdiğim pek çok mayın oldu. O gün çelik yelek ve eldiven yoktu Mayını etkisizleştirmek için fünyeyi çıkardım patlamaması lazımdı Ama vücut elektriğinden Fünye patladı...Hafızamda o bölüm yok... Mayın elimdeyken patlamış... Yüzüm darmadağın olmuş, gözler gitmiş... Suratım tanınmaz haldeymiş, kafatasımın sol tarafı yokmuş. Müthiş bir kan kaybı içinde ben konuşuyormuşum...25-30 kilometredeki insanlar dumanı görmüşler... hayatta kalışım Kader mayın... Ellerimi kopartıyor, bacaklarımı yaralıyor gözlerim gidiyor... Bu benim 12’nci ameliyatım kafatasımın sol tarafı suni kemik... 46 gündür yoğun bakımdayım
*olaydan sonra Gözlerim bağlıydı eşimi duydum. “Biz neredeyiz?” dedim. “Ankara’da, hastanede” dedi. “Hayrola?” dedim, “Mayın patladı” dedi.*
Düşünecek bir şey yok. Bu, bir emirdi. Ben de mayını çıkartmaya gittim.emri verene suçluk duygusu ve Sıkıntı yok... ben mayını çıkartmasam Kimse Niye çıkartmadın?” diyemezdi. mayını çıkartma sebebim şu: Ben basmam. Benim bölüğüm basmaz benden sonraki mayına basar, bacağı, kolu kopar. Onun yerine benimki koptu... (gülüyor) Güneydoğu sorunu çözülemez Çünkü bugünkü değil, çok eski mesele..Karşı taraf
Sizi ikna eder çok sıkı bir ideolojiden geçiyorlar. Türkiye’deki en yeni terörist, 99 katılımlıdır, 11 yıllıktır ömrü bu işlerle geçmiş. Acemi asker 4 ay eğitim alıyor, hiçbir şeyden haberi yok. Teröristler tecrübeli. Ve onların kaygısı yok askerimizin ise aile, ve geleceği var...*Bir anne oğlunu Güneydoğu’ya gönderirken korkar
Ama Güneydoğu’yu bizden kopartıyorlar Kürt devleti kuruluyor” diye düşünüp, çocuğunuzu doğuda askere gitmesini istemiyorsanız bu ihanettir...Güneydoğu’da herşeyi öğrenmek zorundasınız öğrenmezseniz ölümdür
çatışmada ya sağ kalırsın ya ölürsün. eğitim. Şart sıçrayamıyorsan, attığını vuramıyorsan, ölüm ihtimali yüksek. bölge insanını farklı Onlar da senin gibi...insan Kürt açılımı lazım.ve Türkiye’nin her tarafına Pervari Siirt, serin ve güzeldi... İnsan hayatı gelip geçiyor, kimseye bir şey kalmıyor Yüzbaşım ellerinizi ve gözlerinizi kaybettiniz” dedi
Nasip” dedim. “Gözleriniz de görmüyor” dedi. “Olabilir” dedim. yapacak bir şey yoktu Kabullendim
*Benim yaşım 34. Bu gözler çok gördü bir sürü çatışma, bir sürü sağ ve ölü insan, bir sürü acı ve gözyaşı... hayatı çok ciddiye almayacaksın, ne geliyorsa yaşayacak kabullenecek hırs yapmayacaksın...İnsanın gözlerini ve ellerini kaybetmesi İşlerimi görebilmek için el lazım, göz lazım. Artık bende ikisi de yok.- (Gülüyor.) Nasip...
mayınla uzman çavuşum uğraşıp da onun başına gelseydi yıkılırdım, altından kalkamazdım.
KAPORTAM DEĞİŞTİ AMA AYNI ADAMIM
Psikolojik destek...verelim” dediler, “Yok sağ olun” dedim...İyi ki evliyim, iyi ki eşim var” Eşim, en büyük desteğim. Her kadın dayanamaz, benim yükümü çekiyor, müteşekkirim. Kendisi doktor ve, benim için bıraktı mesleğini, *Eşim gece gündüz bana bakıyor, bu kadar büyük bir fedakârlık beni üzüyor. ikinci bebek geliyor. Çocuk büyütmek için el ve göz gerekmiyor... Onlar sevgiyi hissediyorlar. 6 yaşındaki oğlum kazaya İlk başta sıkıntılıydı, beni yadırgadı, olaydan bahsedilmesini istemedi, ama alıştı. kaportam değişti ama ben aynı adamım . Halime şükrediyorum, bunun daha kötüsü var: Ölebilirdim. aklım yerinde olmayabilirdi.korktular uyanacak ve kafası çalışmayacak” diye düşündüler hatırlamaz, kimseyi tanımaz, karakteri değişir... diyenler oldu ama çok şükür Hiçbiri olmadı.Müthiş olan ben değilim, insan bedeni...
murataltug1985
04-04-2018, 06:25
Bedri aluçlu anlatıyor
*Bundan sonra Çalışmak istiyorum ne yapacağımı bilmiyorum. Kitap yazarım belki.*Çok sayıda çatışma yaşadım Askerlik mesleği ölüm mesleği. Ya öleceksin ya öldüreceksin.ölüm tehlikesiyle burun buruna geldik Pek çok kere.Öldürdüm.
Bir şey hissetmedim.teröristin gözünün içine baka baka mı tetiği çektim Yakın mesafeden öldürdüm Ben öldürmesem, o beni öldürecekti.*anlattıklarımı kolay yaşıyorum Ben 150 askerle operasyona gidiyorum, tereddüt edip tetiği çekemezsem, askerler ölür.*ben askerin kahramanı değil
komutanıyım. onları canım pahasına korurum.
ailem , karım ve çocuğum var. Beynimin bir tarafı orduya, bir tarafı kendinime ait?*
evin kapısından çıktıktan sonra ev yoktur. Bitmiştir.
*Elazığda doğdum Annem ev hanımı. Babam kütüphane memuru. Çocukluğum, kütüphanede geçti.Büyüyünce Asker. Ve komando.olmak istiyordum sebebini Bilmiyorum komando olmaya uygun insan üstü yeteneklerim yoktu. Askerliğin en çok yürümesi zevk veriyor, uzun yol yürümeniz gerekiyor, bazen günlerce...Komandoların kurbağa filan yedikleri şehir efsaneleri...Ama becerikliler,
Ben kahraman değilim. İşimi yapıyorum Ben profesyonel askerim.İlkokulu Elazığ’da okudum, ortaokulu Anadolu Lisesi’nde, liseyi İzmir’de, Harp Okulu, ve Hacettepe’de yüksek lisans yaptım. 2.5 sene de Amerika’da yüksek lisans yaptım.
*New Jersey ve New York’ta 2.5 sene kaldım. Ankara’ya döndüm ve tayinim Siirt-Pervari’ye çıktı. Siirt’e eşim ve oğlum geldi.Eşimle
Hacettepe’de yüksek lisans yaparken.evlendik, oğlumuz Amerika’da doğdu.Siirt’te göreviniz neydi Komando bölük komutanıydım.*Arazide teröristi bulur ve öldürürdük Çok soğukkanlıydık
Ama görev buydu günlerimiz terörist avlamakla geçiyordu Siirt dediğinde insanlar, sıcak, düz bir yer hayal ediyorlar. Pervari, Siirt’e arabayla 2 saat mesafede, çok yüksek bir yayla. Pervaride 150 sene önce yerleşik hayata geçmişler. Her sene göçerler gelir. görev için insan psikolojilerini, iyi bilmeniz lazım. iletişim kurup orayı seversiniz,yoksa “Benim burada ne işim var” der, acı çekersiniz...*Ben Elazığlıyım, doğuya yabancı değilim. yüksek lisans konum, “PKK idi siirte her şeyi bilerek gittim.Terörle mücadelede akademik düşünmeniz ve saha”ya inmeniz gerekir yoksa terörü çözemezsiniz. Göçerlere ulaşmak için 20 saat yürümeniz gerekiyor, PKK göçerleri kullanıyor malzeme temin ediyor Yoksa PKK onları öldürür, teröristlerle ticaret yapanlar var Kırmanca konuşuyorlar PKK silah var. Göçerin hayvanını otlattığı bölge, PKK’nın bölgesi ve pkk ya ses çıkarırsa, hayvanını otlatamaz.*göçerler listeyi bana getiriyorlardı. Şunları götür, ve götürme.” diyordum terörist? Et Un, tuz, şeker, çay, telsiz pili istiyordu mayın yaparken kullanıyorlardı
*Terörist Spor ayakkabı istiyordu arazide ızdırap çeksinler...diye göndermiyorduk Unu, şekeri yolluyorduk çünkü göçerin PKK’ya bir şey vermesi lazımdı. Vermezse yaşatmazlardı
erzakların bırakıldığı yere pusuya yatıp teröristleri ele geçiriyorduk pusu kurmaya çalıştığımızda teröristler tarafından farkedilip, vurulma tehlikemiz vardı pusu bölgesi insanların yaşadığı bir bölge değildi, biz askerleri sen fazlalık görüyorlardı pusuda çok beklersek Kabak gibi meydana çıkabilirdik
murataltug1985
04-05-2018, 06:53
Kaynak habertürk.com
Susurluk kazasının kamyon şöforü: " Ölenlerle ben de öldüm"
*Susurluk kazasının kamyon şoförü, her zamanki işini yapıyordu. 240 kilometre hızla gelen* otomobile çarptı. 3 kişi öldü, 1 kişi yaralandı. Onlar sıradan kazazedeler değildi. Şöförün hayatı karardı. Tarih 3 Kasım 1996 saatler 19.15’i gösteriyordu. Türkiye o günü hiç unutmayacaktı, unutmamalıydı. 06 AC 600 plakalı Mercedes, Susurluk’un Uçakyolu Mevkii’nde benzin istasyonundan çıkan 20 RC 721 plakalı kamyona arkadan çarptı. ölen üç kişi ve bir yaralı vardı
*İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, kırmızı bültenle aranan* Çatlı,ve sevgilisi Gonca Us DYP* Milletvekili Sedat Bucak’ın aynı otomobildeydi, Türkiye’yi ayağa kalkdı
Temiz toplum, temiz siyaset'' söylemi girdi hayatımıza.Yıllarca tartışıldı,* kitaplar yazıldı. Birileri öldü, birileri yargılandı. Gözler şofördeydi. Sanki bir şey biliyordu. Onun da Canı acıyordu.* canını acıtan. mahkum edildiği yoksulluktu yıkıcı olan.* o kaza anıydı. Hasan Gökçe; 11 yıldır “Allahım neden ben?'' diye soruyor gariban Buldanlı kamyon şoförü, dramla yaşamayı* öğrendi zamanla.“3 Kasım 1996’da ne oldu?'' Güvendiğimiz her şeyi yerle bir oldu* merak etmiyor muyuz? yıllardır o kaza belleğimize kazındı
*Susurluk kazasının şöförü Hasan Gökçenin* yaşadıkları . Kolay değildi yaşadıklarını unutması kolay olmayacaktı.köyünde. Yoksulluk izleri, çocukların yırtık ayakkabıları* görülüyordu. Evini
banyosu ve televizyonu. Yoktu Rüzgara karşı suntayla kaplanmıştı. Eşi dik durmaya çalışıyordu Çok rezil durumdayız'' diyor. gözyaşları sel gibi.akıyor* Eski günleri acıyla yad ediyor. “Kazadan önce rahattık. kamyonumuz vardı. Çocuğumuzu üniversiteye gönderdik, kızım ortaokuldaydı. Tatile gidebiliyorduk. Şimdi ayda 500 YTL getirebilmek için gece gündüz çalışıyoruz'' Oğlum üniversite kazanmıştı.* kazayla. şey altüst oldu. Çocuğum okulu bıraktı.'' askere gitti Kütahya’da. çalışıyor, ve okuyor. Gelmiyor buralara.'' *Susurluk kamyon şöförü Hasan Gökçe, cezaevindeyken Cumartesi Anneleri ona yardım getirmiş. Sonra biri onları kovmuş.32 yıldır evliler, eşiyle ilkokulu birlikte okumuş, severek evlenmişler. “Bizi ölüm ayırır'' diyorlar
******
murataltug1985
04-05-2018, 06:54
Kaynak habertürk.com
Susurluk kazasının kamyon şöforü**anlatıyor
*3 Kasım 1996’da Mercedes gelip bana arkadan çarptı.Kaza anında bağıranlar ve feryat edenler. Vardı Herkes hareketsizdi.* Sedat Bucak ı ölü zannettim Emniyette kaza yaptım dedim. otur'' dediler. Emniyet amirinin* telsizinden ses geldi. Ses, “Amirim başın sağolsun, ölen emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ imiş'' diyordu.Polise sığınmak istedim. Sedat Bucak’ın korumaları geldi. Polistiler silahlar vardı bunlar ölenlerin yakını. Silahları var. "Nerede kamyoncu" deyip, beni bulacaklar, öldürecekler diye korktum. hemen kaçtım. Polise teslim oldum.Kazada Bir şoför daha vardı.kaza* aracı zırhlıydı. körün elindeki değnek gitmiş, ben ona yanıyordum. Ekmek tekneme ağlıyordum. Kazada Ölenlerden biri milletvekiliydi ben bittim diye düşündüm *emniyet amiri, baba adammış. Yoksa* kafayı yerdim. tuttu omzumdan, “Olan olmuş. Sen de ölebilirdin. Şükret haline'' dedi. kendimi kaybetmişim kazada emniyet müdürü, ölmüştü ve ben Hayat bitti'' dedim.Çatlı’nın öldüğünden ve kazadakilerin kim olduğundan haberim yoktu emniyet amirinde kamyonum emniyet amirini öldürdüğü halde bana kötü muamele etmedi jandarma yüzbaşı şöyle dedi: “Senin kazada ölen, devletin 18 yıldır aradığı Abdullah Çatlı.''Çatlı’yı tanımıyordum. Yüzbaşı. Zaman geçtikçe* öğreneceğimi söyledi.Bagajdan çıkan silahları gördük Yüzbaşı beni. sıkı güvenlik altına aldı
*sıkı korunuyorduk neyin ne olduğunu bilmiyorduk
Korktuk yanımdaki Astsubay birilerine Bizi burada uçuracaklar'' diyordu Onlar korkunca ben de korktum. Ve O günleri hatırlamak istemiyorum.
Kaza da kimlerin öldüğünü öğrendiğimde büyük bir şok yaşadım ben de öldüm. Dedim ki, “Benim kamyon, aslında bana çarptı.''suçlu bulunup Cezaevine girdik Cezaevinde herkes kaza anını soruyordu bir şeyler bildiğimi görmem gerekeni* gördüğümü ve , sustuğumu söylüyorlardı
Ben* bir şey görmedim.* Çatlı’nın ölmediği* söylendi. Ama ben hepsini gördüm,ve hepsi ölmüştü.*ÖLENLERİN ÇOCUĞU VARDI
İnsanlar Türkiye seninle gurur duyuyor'' diye slogan atıyorlardı bu bana , Hiçbir şey. Hiç bir şey hissetmedim*susurluk kazasında devlet siyaset mafya üçgeni ortaya çıktı peki sonrasında ne oldu
Ben istemiyorum, Türkiye’nin benimle gurur duymasını. Kazayı İsteyerek yapmadım. Ölenler suçlu olabilir. Ama onların çoluğu çocuğu vardı. Benim yaptığım gurur duyulacak bir şey değil.
Çatlı, Bucak, Kocadağ adlarını ilk kez kazada duydum Sonra merak edip okudum
Vay be, ben ne yapmışım'' dedim
Kim demez ki. Hâlâ her gün bir kez daha “Vay be'' diyorum.Cezaevindeyken korkmadım. suçum olsa yaşatmazlardı beni.beni kahraman ilan edenler kadar, katil ilan edenler oldu Çatlı’yı öldürdün dediler* önemli bir adamdı Çatlı.
*Susurluk kazasında Hükümette Erbakan ve Çiller vardı. CHP’liler ölenleri sevmiyorlardı.benimle ilgilendiler, ama ben siyasetle ilgilenmedim.
Mehmet Ağar, dönemin emniyet müdürüydü. genel başkan oldu. Esas suçlu Çillerdi Susurluk Kazasından önce devlete güveniyordum. Sonra fikrim değişti.devlet beni mağdur etmemeliydi
Aydınlığa bir dakika karanlık'' eylemi yapıldı. Biz Işığı ellemedik* Ellesek yanlış olurdu.
olay, farklı boyutlara gidebilirdi. sadece hayatta kalmaya ve karnımı doyurmaya çalışıyordum.
Kazadan sonra bir kaç kez Susurluk’tan geçtik
olayları hatırlayıp. O günü yaşadık Bütün vücudumu sedef kaplamıştı. Kazadan* sonra. sinirsel' sorunlar yaşadım Çok mağdur oldum.*Kazadan sonra Bir yıl çalışamadım. borçlarım birikti. Kamyonumu vergi borcundan dolayı bağladılar. otoparkta çürüyor. Çok sıkıntı yaşadık.* içine düştüğüm darlık ve kaza beni.üzdü kazayı Unutamıyorum. 20 yıllık ömrümü yedi.Ailemiz dağıldı. isyan etmedik. Tekrar mutlu olmak istiyoruz.
murataltug1985
04-05-2018, 06:54
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com
ŞEHİT ÜSTEĞMEN, İZZETTİN POLAT”
*Size hüzünlü, gerçek bir hikâye anlatacağım!
1974 yılında, Muş’ta tanıdım İzzettin Polat’ı. Muş Lisesi’nde…Lise’ye Trabzon’da başlamış, ve Muş’a göçmüştük. Dışarıdan geldiğimiz için tedirgindik bocalıyorduk, sınıfın başkanı, izzettindi onunla** kafadar olduk. kardeş olduk İzzettin, adı gibi* izzetliydi Bir doksandan uzundu Yakışıklıydı. şıktı Boksördü. boks takımının değişmeziydi birincilikleri vardı. sevecen, iyi, güzel bir yürek taşırdı İzzettin. "Çocukla çocuk, büyükle büyüktü En ciddi duruşunda bile, gülümseme vardı Beş vakit namazını* aksatmaz, teneffüslerde abdestini tazeler, sonra sıraların üzerinde, namazını eda ederdi. *Şehit izzettin polatın Gönlü ve eli* açıktı cömertti.Boyu, heybetliydi* bayramlarda, resmigeçitlerde, en önde bayrağı taşır, aslanlar gibi yürürdü. görevi kimse ondan alamazdı.* başkanımızdı. kimseyle tartışmaz kavga etmezdi,Öğretmenleri onu* sever ve takdir ederdi Yaz tatilinde* inşaatta çalışıyordu boyacılık yapıyordu. onu Takdir etmemek mümkün değildi. Şık ve temizdu Yaz çalışıyor, kışın* krallar gibi okuyordu. Onun "Başka çaresi yoktu” Okumak için çalışmak zorundaydı Ailesinin durumu iyi değil!”ilk boks antrenörümdü onunla başladı spor hayatım.Lisede. okul birincisiydi onun içinde askerlik* ateşi, vardı türk milliyetçisiydi vatanına ve milletine düşkündü adı gibi* izzetliydi Kara Harp Okulu’na başvurdu o, bir çocukluk düşünün peşinde koştu. subay olmak istermişti
*Şehit izzettin polatın*Kuşkuları vardı ürküyor, doğum yerinin ve kökeninin; düşüne engel olacağı düşünüyordu. Bense Hiç merak etme. Ordu senin gibi bir subayı elinden kaçırmaz boş laflar seni Kötülemek, karalamak ve milletle orduyu birbirine düşürmek için çıkarılmış dedikodulardır” dedim Boylu boslu, güçlü, sporcu, çalışkan, yürekli, yiğit, memleket ve millet sevdası ile donanmış, inanç yüklü İzzettin’in Harp Okulu’na gireceğinden şüphe etmedim.İzzettin sınavı kazandı, hem de en üst sıralarda sevindik* Subay kıyafeti içinde! Koç gibiydi mutluydu. gurur duyduk onunla. gelecekte görüşmek üzere helalleşip, vedalaştık. Dört* arkadaştık hepimiz başka yollara gittik
*1981 de okulumu bitirdim. İlk görev yerim Vandı Adresim Eğridir Dağ Komando Okuluydu. İzzettin Kayseri Hava İndirme Tugayı’ndan, gelmişti Eğridir’e. Ben yedek subay öğrenci, o ise teğmendi…* bir şaka yapayım, dedim. Hey! Uzun! iki çay kap getir bakayım!” dedim. Askerlik kurallarını alt üst eden istekti Kimse üzerine almadı, çağrımı. Ben, İzzettin’e çağrımı sürdürdüm.
İzzettin, Bana koşup geldi şakamı sürdürüp gardımı aldım ve bağırdım.Gel bakalım İzzet! Sana, dayak atayım da gör!”tanıdı beni. Kucaklaştık. Bir oğlu olmuştu. sık sık görüştük İzzettin’le Vedalaşırken "Seni Kayseri’ye beklerim!” dedi.
*Kayseri Hava İndirme Tugayı’na çıktı görevim. İzzettinle Taburlarımız yan yanaydı. paraşütle atladık eğitimlerde birlikte yer aldık.Sayılı gün çabuk geçti. Teskereyi almadan vedalaştık İzzettin’le.* Şark görevi bekliyorum!” Van’a gideceğim!” dedim. Bütün ayrılıklar hüzünlüdür okul arkadaşlığından sonra* Dostluğumuz pekişti.
eşimin hemşerisiydi, eniştem oldu İzzettin
Hakkâri’ye çıktı tayinim.Güzel memleketimin havası değişmişti, terör* kan kusuyordu* Şehitler veriyorduk. Çalıştığım daire asker hastanesinin karşısındaydı. Çok acı görüntülere şahit oluyorduk. her gün Şehit sayısı artıyordu.İzzettin Polat’ Üsteğmen Çukurca’da görevdeydi. Bir pusuda şehit edildi Çukurca’da askeri birliğe, teröristlerce pusu kuruldu. bir binbaşı, bir üsteğmen on bir er ve İZZETTİN POLAT* Şehit oldu.”*İnsan, tanıdıklarına, sevdiklerine, dostlarına toz kondurmaz, ölümü yakıştırmaz. Böylesi acı haberleri hep uzakta görür İçim yanarak diyorumki türk milletinin başı sağolsun. Dondum kaldım. Duyduğuma inanamadım.* bugün sözünü etmiştik bugün haber bırakmıştım gelecekte başka yerlerde karşılaşmayı, çocuklarımızın* bizim gibi kardaş olmasını dilerdim. Oysa* yiğit kardaşımın Şehit olduğunu söylüyordu haber spikeri.Hayır!” dedim " olamaz!”ağlıyordum hüngür hüngür.hıçkırıklar için de sordum. Ve malesef İzzettin Polatı, Şehit verdik Üsteğmenimizi. Şehit verdik Vatan sağ olsun!”
Vatan sağ olsun Bu vatana feda olsun canımız…
İzzettin! Şehitlik için çizmişti yolunu.* Mesleğini severek seçmiş, gururla giymişti o kutlu elbiseyi. O Peygamber Ocağı’nın neferiydi.
murataltug1985
04-05-2018, 06:55
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com
ŞEHİT ÜSTEĞMEN, İZZETTİN POLAT”
*Şehit üsteğmenim Lisenin bayrağını taşırdı. Harp Okulu’nda* bayrak taşımıştı uzun zaman. Şimdi bayrağı, tabutuna saracaklardı. Onları kimse ayıramayacaktı sonsuza dek.Vatan sağ olsun!”* Vatan olmayınca biz sağ olmuşuz, ne çıkar?
Ama yürek yangınına kimsenin diyeceği olmaz!
Yüreğim yanmıştı. Hala yanar… arkadaşımın* şehit naaşı. Gelecekti*Aksakallı Hacı Babası geldi, ağabeyi geldi, Sarılıp ağladık gece boyu. Acı ateşin üzerine koyverdik gözyaşlarımızı. yüreğimiz yanıyordu, Albayraklara sarılmış şehitlerimiz yan yana yatıyordu Hepsi gideceklerdi sonsuza ve vatan toprağının özleminde Şehitlerimizi Aldık. Kucakladık, omuzladık. götürdük…defnettik Gerekenleri yaptık…Şimdi kevser ırmağından su içoyorlar Şehit Üsteğmen İzzettin Polat. Adı, muşta ilköğretim okulunda yaşatılıyor…*şehit* İzzettin Polat Muşluydu. Ay yıldızlı bayrağa hayran, vatanına milletine sevdalı, bir yiğitti , mert ve inançlıydı, dilinden* tevhidi eksik olmazdı sevecen ve cömertti, arkadaş, dost canlısı bir kahramandı.Arkadaşımdı kardeşimdi Siz de bilesiniz kardaşım olduğunu, onunla övündüğümü; dualarınızda anasınız, Fatiha ile ruhunu şenlendiresiniz diye yazdım Yiğit kardeşim, Şehit Üsteğmen İzzettin Polat’a ve tüm Şehitlerimize, Allah* Gani Gani Rahmet Eylesin Şehitlerimiz* ülkenin bütünlüğü ve teminatıdır.********
murataltug1985
04-05-2018, 06:55
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com KÜR ŞAD
*Kür şad Nihal Atsız Hoca’nın Türk Milleti’ne kazandırdığı,, unutulmaz kıldığı bir isimdir. Bugün her çocuğun, gencin, büyüğün ad ya da unvan olarak taşıdığı efsanevi bir isimdir
Nihal Atsız’ın 1946 da yazdı rın BOZKURTLAR”, romanını tüm nesilleri etkilemiştir* Türk Tarihi’ni destanlaştırmıştır Atsız Hoca tüm milliyetçileri etkilemiştir, "BOZKURTLAR” romanı. *İlk okuduğumda 13 yaşındaydım.defalarca okudum, gözlerim doldu kitabın etkisi hiç eksilmedi
Tarihe merakım bu kitapla başladı.kitap, araştırmaya yöneltti beni. Göktürk Tarihi’ni incelerken, özellikle "Kürşad Destanı”nı aradım,
*Edebiyatçılığı ve romancılığı ile* Atsız Hoca kürşadı mıhla kazıdı zihinlere Böyle bir yiğit yaşamış destanlaşan Kürşad İsyanı’nı” başlatmış, yiğit yoldaşları ile, gerçek bir kahramanlık örneği vererek Çin Sarayı’nı basmıştı. Ancak tarihlerde adı Kürşad” değildi.Nihal Atsız büyük hayal gücü ile güzelim kalemi ile öylesine bir roman yazdı ki! Öylesine etkiledi ki kitleleri… ‘Kürşad’ adını verdi yiğide! tarihçiler* çaresiz kaldık! Şimdi değiştir bakalım* ismi, değiştirebilirsen!”Kür” Kaşgarlı Mahmut’un, Divan-ı Lugat it Türk'te de geçtiği üzre; "Yiğit” anlamındadır Kür-er” yiğit er, "Kür-alp” yiğit alp, anlamındadır Şad” ise* Orta Asyada soyluluk unvanıdır, "Prens ve bey” anlamına gelir "Şadlık”, yöneticidir Kağanın yakın akrabalarından seçilen "Teginlere” verilen bir yöneticilik payesidir
*Şadlar” yalnızca Kağana karşı sorumludur
Kürşad” Yiğit Şad” "Yiğit Bey” demektir Çin tarih yazarken isimleri Çinceye çevirmiştir Türk Hakanının, isim çevirisinde zorluklar yaşanmaktadır. Çin yazısının okunmasındaki ve* telaffuzundaki farklılık nedeni ile "Teoman Han” olarak bildiğimiz Hun Hakanı’nın adının "Touman, Tuman Duman” olması gerektiği söylenmiştir Mete Han için "Motun, Bağdur ve Bahadır” isimleri uygun bulunmuştur. Ancak, iki yüz yıl önceki* ilk telaffuzlar unutulmamış,"Teoman ve Mete” adları* en iyi bilen tarihçiler tarafından bile kullanılmıştır geniş halk kitlelerinin kabulü kolay kolay değiştirilememektedir.tarihçi* Nihal Atsız Hoca, Çin Sarayı’nı basan korkusuz Göktürk Yiğidine "Kürşad” adını vermiştir Çin Kaynaklarındaki ismini istememiştir. Bilinmez hayatını bilinir, yaptıklarını unutulmaz kılmıştır. destanın unutulmamasını, yiğitlerin ölümsüz kalmasını sağlamıştır.Yazdıkları, tarihe* uygundur.*Yıl 639…T’u-li Kağanın kardeşi Chie* 629 yılından beri Çin’de ikamet zorunda bırakılmış Göktürk soylusudur Göktürkleri etkisizleştirmek isteyen Çin Göktürk soylularına unvanlar dağıtmıştır. Aşina unvanı "Chung-Lang Generali” gibi bu ünvanlar Üst düzey* Çin’de yalnız soylulara verilmektedir göktürkler kürşada ayrıcalıklar tanınmış,* ordunun da başına getirmiştir. Kürşad Çin’de, yaşamaya alışamamıştır Aşinaya tün ayrıcalıklar ıstırap vermektedir. özgürlüğü ve anavatan Ötüken’i özlemektedir. Amacı* Çin’den çıkmak, Göktürklerin özgürlüğü için savaşmaktır. Göktürk Beyleri ile* irtibat kurar. Kırktan fazla Göktürk Soylusuyla örgüt kurar
*Kürşadın* Ağabeyi Tu-li Kağan’ın oğlu Ho-lo-hu’ Çin tarafından ödüllendirilmiştir, ama kontrol altında esaret hayatı yaşamaktadır.gizli örgüt Aşina yönetiminde plan yaparlar.Çin prensi Li geceleri saraydan çıkmaktadır kürşad ve 40 çerisi
Saraydan çıktığında onun yakalayıp, esir alacaklardı. Aşina ve yoldaşları Çin imparatorunuda esir alıp Çin’deki Göktürkleri özgürlüğüne kavuşturacaklardı.Aşinanın yeğeni, kağan seçilecekti. Aşina asla kağanlık istememiştir , Aşina ve 40 yiğit yoldaşı sarayda pusu kurdular beklenmedik, büyük bir fırtına çıktı Çin Prensi saraydan çıkamadı. Aşina saraya hücum ederek İmparator tsung’u kaçırmaya karar verdi.
*Kürşad ve 40 yiğit* kahramanca vuruştu çin muhafız hattını geçtiler İmparatora ulaşmaları an meselesiydi. Ancak Çin Generali Sun* kabalık bir kuvvetle saraya geldi. Aşina ve yiğitleri teslim olmadılar savaşarak saraydan uzaklaşmaya çalıştılar. Amaçları* Wei ırmağını aşmak ve topraklarına ulaşmaktı. Ancak* başaramadılar. Sınır devriyeleri tarafından kuşatıldılar. Yiğitçe savaşarak can verdiler.Bu isyan Çin’deki Göktürklere umut oldu. Çin İmparatoru çok korktu. Göktürklerin Çin’de yaşamalarının yıkım olacağını söylediler Göktürklerin Çin’den çıkarıldı
Yiğit Göktürk Soylusu, Aşinaya en uygun ismi,* Nihal Atsız verdi Ona "Kürşad” dedi yaptıklarını unutulmaz kıldı Yediden yetmişe herkes onu tanıyordu türkler* "Kürşad” adını taşıyordu.
Yiğitleri, yaptıklarını destanlaştırmak büyük beceridir. Aşina adı değişmiş kürşad olmuştu aşinaya Kürşad” adını Nihal Atsız Hoca koydu…
Hadi, değiştir, değiştirebilirsen!”
murataltug1985
04-06-2018, 07:00
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com
MOĞOLLAR VE TATARLAR
*Moğolların fetih ve egemenlik yöntemi basit ve ilkeldir Cengiz ordusu ile bir kente yaklaşırken, elçilerini gönderir ve şu çağrıyı yapardı.teslim olun ve herşeyinizi verin! Yoksa sizi yok edeceğim!"
Yaranma ve yaşama amacı olanlar teslm olur ve yaşarlardı eziyet çekerlerdi direnip yurdunu korumak için savaşanları ise kaçınılmaz vahşi bir son beklerdi Moğollar kentleri yakarlar, yıkarlar, yağmalarlar, teslim olsalar bile katlederlerdi
Sanatkarlar, ayrıp bütün erkekleri öldürür, kadın ve çocukları köle yapar tecevüz ederek katlederlerdi
*Cengiz ölüm ve yıkım makinasıydı Türk bunu asla yapmamıştır.Moğollar; en acımasız katliamcılar Vikingleri geçmiş, acımasızlık ve vahşilikte sınır tanımamışlardır.13. yüzyılda yaşamış İngiliz tarihçi Matthew Paris Moğolları şöyle tanımlamıştır:
Şeytanın iğrenç ulusu. Tartaros'un iblisleri"
Tartaros Yunan Mitolojisinde ölüllere hükmeden yeraltı tanrısı Hades'in günahkarları cezalandırdığı yerdir.*Hades, görünmez, anlamına gelir. yeraltı zenginliklerinin sahibidir Hades Zeus ve Yunan tanrılarına karşı gelenleri, katilleri, Tartarosta cezalandırırdı. Cengiz Moğolları Tarratos, Tartarlar diye anılmaya başlamışdır.*Zamanla sadece Tartar sözü ile anılır oldu.Tartar sözünü insanlar Uraldaki müslüman Tatarlar ile karıştırdı.*Türk budunu zalim Moğollarla aynı adla anılır oldu.Moğol Tartar...Türk Tatar...bu ikisini karıştırmayalım.Tatar Türklerine bu kötülüğü yapmayalım.Moğollarla (Tartarlarla) Tatarların hiç bir ilgisi yoktur, çok şükür.*
murataltug1985
04-06-2018, 07:01
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com EMİRGAN
EMİRGAN adı nereden gelir?
*Sultan IV Murat ilk İran seferinde...Revan Erivanı kuşatmıştır kalesini İranlı Emirguneoğlu Tahmasb Kulu savunmaktadır Sultan Murat Revan'ı alır.*
Emirguneoğlu'nun sohbeti, hoşuna gitmiştir.
Ona vezirlik verip Halep beylerbeyi tayin eder ve Yusuf ismini vererek İstanbul'a getirir. Yusuf adı yerine Emirguneoğlu adı kullanılır.Emirguneoğlu ayyaş biridir. Eğlence ve, sefaya düşkündür. Sultan Murat.Ona İstinye'de o zaman Feridun Paşa bahçesini Ahırkapı'da mükellef bir sarayı ve Kapıhane'de bir çiftliği hediye eder.*
Emirguneoğlu İstinye'de yerleşir.O bölge onun adıyla anılır Emirguneoğlu, olur Emirgan...
*Emirguneoğlu'nun sonu tüm yardakçıların sonu gibi olur.Sultan Murat devrinde sözü geçen, paşa aslında yaramaz ve sefih bir adamdır Sultan İbrahim e İrana, dönmek istediğini söyler Sultan ibrahim Bire deyyus, nimetimizin kadrini bilmez mi? cezası vücudunu ortadan kaldırmaktır" diyerek katledilmesi buyrur Emirguneoğlu idam edilir.
köşküne padişah arazilerine de Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa el koyar.
Her nasılsa adı unutulmaz ve bugün emirguneoğlu ismi istanbuldaki emirgan semtine verilir
murataltug1985
04-06-2018, 07:01
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com
Lu-Shan (Onluk) Başkaldırısı
*Uygurlar, Doğu Göktürk Kağanlığıyla savaştadır
742 yılında Uygur egemeni Bilge Kağan, Karluk ve Basmıllarla Doğu Göktürk Kağanlığı'na saldırdı.744 de egemenlik altına aldı. Göktürk Kağanı Bolmış öldürüldü. Basmıl Kağanı Asinas da öldürüldü Uygurlar Orhun'a sahip oldular.Bilge Kağan buyruğundaki 19 boydan oluşan Doğu Uygurlarını On Uygur ve Dokuz Uygur olarak teşkilatlandırdı.*
Bilge Kağan Çin'i yöneten Tang Hanedanı ile dostluk kurarak. güçlenmeyi amaçlamıştı. çok başarılı oldu.*Ardından oğlu Bayançur Tahta geçti.
Tang Hanedanı zordaydı. İmparator tsung iç işlerinde sorunlar yaşıyordu. *Çin Karayandaki ve Kuzeydeki tehlikelere karşı 400 bin kişilik bir ordu kurmuştu ordunun, ihtiyaçlarını karşılamak zordu vergilerin artması çini yoksullaştırıyordu. Çin-Tibet savaşı sürdüğü için ordunun varlığı sürmek zorundaydı. eski Türk yurdu Kansu'yu almak isteyen Tibetliler sürekli çine yüklenmekteydi 751 Yılında Talas'ta Bugünkü Kırgızistanda Çin ordusu ve müslümanlar karşılaşmış, çin büyük bir hezmiet yaşamıştır Çinli General Kao bir kaç bin çeri ile kaçarak canını kurtarmıştır Çin bin yıl boyunca Orta Asya' tarım Havzası'nda egemenlik kuramamıştır Tang Hanedanı zayıflamıştır çin imparatoru tsung işleri ile uğraşmak yerine, zamanını eğlenmek, yemek içmekle geçiriyordu.
*Çin Devlet işlerini Başbölün Vezir Yang yönetiyor çin imparatoru Yang 'ın kızkardeşi ile gönül eğlendiriyordu.*Çin'in karayanında sınırda, Türk asıllı An Lu-Onluk adlı sanggün Tang Hanedanı'na başkaldırdı.*Amacı saray ile çini ele geçirmekti.*
Onluk yetenekli, gözüpek, cesur, ve yiğitti imparatorun metresi Kui-fei sayesinde İmparator tsung'un gözüne girmiş orununu yükseltmişti. ordusundaki üst orunlar Türktü İmparator nedenini sorunca Türkler savaşçı kişilerdir. iyi savaşırlar. Yönetmek kolaydır." Diyerek 755 te çine
Başkaldırdı Türk sanggünleri ona destek verdi.
150 bin atlı hazırdı.An Lu- ordusuyla Lo-yang yakınlarında Tang ordusunu yendi. yang'ı ele geçirdi. kendisini imparator ilan etti.*
*Tang ordusu gözde sanggünleri yokedilmişti. ordunun başına Karluk Türkü Koşu Han getirildi
An Lu-Sahan ordusu ile Koşu Han'ı da yendi. çok sayıda ordubaş ile tutsak etti.*An Lu nun
Gücü çok artmıştı.çin Başbölününü ve metresi öldürüldü. Çin imparatorunun oğlu *Li babasına isyan etti Kansu İlinde kendini imparator ilan etti. Çin'de artık üç imparator vardı. iç kavga çok uzun sürecekti başkentte kargaşa çıktı. Başkaldırıyı başlatan An Lu oğlu Ch'ing tarafından öldürüldü.*
Sokum, onun buyruğunu reddetti. Tsung başkaldırıyı bitirmek için Uygur Kağanı Bayançur'dan yarıdm istedi.Bayançur 757 de Kuoya elçiler gönderdi.
*Uygur elçileri çini başkaldıranlardan temizleyecek taşınmazlar Tang Hanedanı'na bırakılacak altın, gümüş, eşya, kadınlar kızlar ve. Çin sarayından bir konçuy Uygur Kağanı'na gelin olacaktı.*Çin imparatoru Tsung bu anlaşmayı kabul etmek zorunda kaldı.*uygur kağanı Bayançur Kağan, oğlu Tigin yönetiminde 50 bin savaşçıyı Çin'e gönderdi. Çin çerileri ile Uygur atlıları başkaldıranlara saldırdı. başkent alındı. Lo-yang düştü. Uygurlar i istediklerini aldılar.Başkaldıranlar birbirlerine düştüler.*Sokum, An Lu nun oğlu Ch'ingi öldürdü.orduyu buyruğuna aldı. Kendisine efsanevi Sarı İmparator'un orununu vererek Lo-yang'a yöneldi.**Uygur Kağanlığı Bögü Kağan'ın yönetimindeydi sene 762 iydi Çin'deki karışıklık sürüyordu.İmparator Tsungun oğlu Bögü Kağandan yardım istedi.*Bögü Kağan Çinde Büyük bir törenle karşılandı.*Bögü Kağan çok gururluydu çindeki başkaldırıyı uygur kağanı Bögü Kağan bastırdı.
İsyan Yedi yıl sürmüş, türk sanggünleri Çin buduna büyük bir korku yaşatmış Tang İmparatorluğunun 53 Milyon olan sayısı 17 milyona düşmüş, 36 milyon insan başkaldırıda, açlık ve hastalıktan ölmüştü.*
murataltug1985
04-06-2018, 07:01
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com
VARVAR ALİ PAŞA
*Sultan İbrahim Tarihe Deli İbrahim diye geçmiştir
Sefahatin zirvesinde. Hazine boşalmış.
vezir ve sadrazamlar ona para yetiştirme derdine düşmüştür Sadrazam Ahmet Paşa karmaşadan yararlanıp cebini doldurmak istemiştir
Sivas valisi Varvar Ali Paşa'ya buyruk salıp
akça istemektedir var var paşa
Dürüst, sağam, rüşvetsiz, biridir Ali Paşa. cevap verir.parayı nerden bulurum? Yol keserek halkı mı soyayım diyince sadrazam Nerden bulursan bul. Cevab verir İbşir Paşanın, hatununu isteyince
"Olmaz!" der Ali Paşa, Müslümanın nikahlı karısını başkasına teslim etmem İbşir Paşa dostumdur. Ona kötülük etmem."cevabını verir
*Herkes Ali Paşa'nın azledileceğini ve katledileceğini düşünüyordu var var ali paşanın çıkışı sadrazamı durdurur. Ali Paşa sultan ibrahime birinin dur demesi gerek. Saltanat devletden habersiz Reyaya perişandır. Padişaha söylenir bir anda nereden çıktığı belli olmayan adamlar Sivas'a dolarlar.*sekban ve, leventtendirler aralarında soyguncular da vardır. halkı soyup zorbalığa başlarlar. Ali Paşa Engel olur.*soyguncular geldikleri gibi giderler.*
Ali Paşa'nın çevresinde ise çok az adam kalır.
Ali Paşa'Nın isyanını duyan İstanbul, onun üzerine İbşir Paşa'yı...görevlendirir Paşa ya Ya Ali Paşa'nın başı ya senin başın" denilince korkmuştur.
İbşir Paşa'ya Sivas Valiliği verilir.
*Varvar Ali Paşa Ben asi değilim. Makamda gözüm yok" deyip Sivas'ı teslim eder.*yanında 5000 askeri vardır.İbşir Paşa ve Varvar Ali Paşa savaşırlar.
Ali Paşa yenilir. yakalayıp İbşir Paşa'nın karşısına getirirler.İbşir Paşa sorar.Paşa baba bu ne haldir? Neden devlete karşı geldin diyince Varvar Paşa cevap verir.Senin gibi deyyusun karısını sadrazama vermedim diye bu haldeyim. Halkın parasını almadım, namusunu bildim. Senin gibi deyyusu başıma saldılar. Var gereğini yap!" der. Ve başını kesip. İstanbul'a gönderirler.
murataltug1985
04-06-2018, 07:02
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com neden
*Bunca saldırının, fitnenin, dedikodunun, ve, kendi değerlerimize saldırmanın gerekçesini anlamakta zorlanıyorum Bu kadar da olur mu?"geçmişten gelen illetler camiaları perişan etti umutları kırdı, ama yinede dinleyen ve anlayan olmuyor.
mevcut durumumuza gittikçe alışıyoruz.
gençlerimiz, güvendiklerimiz, umutlarımız pis bir dedikodu ve fitne çemberinin içindeler.Gün geçtikçe sayıları artıyor. Hastalıkları yayılıyor *sağıtılamaz duruma geliyorlar Tükenmenin, yok olmanın eşiğine gelindiğini fark edemeyip iktidara gelme masalını anlatıyorlar. üretmeyen, çağa ayak uyduramayan, fitne ve dedikodu ile kirlenenler menfaatçiliki ön plana çıkartıp birbirini yemekle meşgul oluyorlar bu sistemlerin iktidara gelmesi asla mümkün değildir tükenmeleri ve yok olmaları kaçınılmazdır.*Neden bu duruma düştüler bu camianın üzerinden silindir geçti.asfalt yapımında kullanılan, ağır, beton silindirler Bir insan bedeninin üzerinden geçer gibi gezdiler Ezilmiş, iç organları ortaya çıkmış, dağılmış, beyni patlamış, kalbi parçalanmış, midesinin içinde ne varsa dışarıya çıkmış...12 Eylül'den sonra bir cenaze oldular ortada bırakıldılar. yıkanması, kefenlenmesi gömülmesi gerekiyor koktular ve çürüdüler
cenaze oldular unutuldular İşte bugün duyduğumuz kokuların nedeni cenazelerinin ortada kalmasıdır kendi yandaşları kendi dertlerine düştü cenazeyi açıkta, dosta düşmana karşı ortada bıraktılar
*Bu duruma nasıl geldiler , olanlara nasıl seyirci kalıdılar nasıl yitikleştier idamlar, işkenceler, satışlar, iftiralar, iç kavgalar, fikirsizlikler niçin Kimsenin umurunda olmadı.ülkeyi
Kaderine terk ettiler milleti Aç, susuz, sahipsiz bıraktılar ülkeye çile çektirdiler ülke umurlarında olmadı.üretmediler çabalamadılar.edebiyatı ile gönülleri kandırmaya çabaladılar.Yetmedi.
büyük kavgalar yaşandı.İç hesaplaşmalar oldu.
Bölünmeler oldu.ülkeyi sarstılar,
Ülkeyi sattılar, iftiralar, hakaretler...ettiler
Ülkeyi suçluymuş gibi dışarıya İhbar ettiler
Şehitlerimiz oldu ölümler yaşandı.sessiz kaldılar
Halktan toplanan paralar Kimlerin cebine gitti, kimleri zengin etti.*Birden zenginleştiler hainleri deşifre etmediler hainleri kahraman ilan ettiler İhanet ettiler davalarını sattılar ülkemizi itibarsızlaştırdılar Türk halkı bu camiayı kaldıramadı.Bölündüler yamaları düştü şeriatlara tarikatlara saldırdılar ırkçılık, paracılık, koltukçuluk oyunları oynadılar fitne ve dedikodu çıkardılar. Bu tek çıkar yoluydu. palazlanmak istediler*Türkiye bir bela ile karşı karşıyaydı. Kimliksizlik,kişiliksizlik, milliyetsizlik, fikirsizlik onların değeriydi Yalnızca para kazanmak ve köşeyi dönmek istiyorlardı kimliksiz bir yapıydılar ülkeye el attılar pusuda bekliyorlardı ortalıkta godoş godoş dolanıp kahramanlık sözleri edenlerin çanaktan beslenen, ve yalanan kemikçilerdir.*
murataltug1985
04-06-2018, 07:02
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com neden
*Kokuşma ve kurtlanma sürdü.*Köşe dönmecilik, para kazanmacılık ve koltuk kapmacılık camiayı perişan etti.garip bir bürokrat nesli doğdu. kendini düşünen, koltukçu, köşe dönmeci, paracı...ve
Ağızları iyi laf yapanlar şimdi ortalığı kapladı amaçları vekil koltuğu ve bürokrat koltuğu kapmaktı.*Cenazeleri Hapistekileri
Şehitleri unuttular geçmişleri yoktu kopuktular İğrenç yapısına uyum sağlanıyordu.Benzeşiyorlardı Uyanık olup zenginleştiler yalnız, ve perişandılar
MAFİA laştılar pırıl pırıl insanlara el attı.
Çek-senet mafıası onlarla en gözde zamanlarını yaşadı.ama devlet olaya el attı halk hainleri temizledi Bugün kalanlar, o günlerin artıkçıları...
Meclisin ahlakını bozdular
*Yıkımı hızlandırdılar Diğer partilere benzeyip kopyaladılar kötüye Sahiplendiler dedikodu ve fitnen getirdiler Pislikler oluk gibi aktı insanları kirletdiler Liyakat yerini yağcılığa yalakalığa bıraktı
Geçmişimizi silmek istediler Kahraman bir nesili dışladılar Bağlarımızı kopardılar Eğitimi bitirdiler mecliste vekillik, bürokraside koltuk, dışarıda çek-senet kovalıyorlardı Yıkıma katkıda bulundular
kemik peşinde koştular.*koltuk aşkına kişileri topluyorlardı dayanak ve güçleri ortadan kalktı.
bütünleştiricilikleri gitti.her şeyleri bitti.
Üzerine sifonu çektiler tükenmenin son perdesindeler koltukçu ve Hırsızlıkları ortaya çıktı. Devlet hırsızları...*Fitne, dedikodu ile hemhal olmuşlar Üretmekten aciz...Üretene düşmanlar Okumaz bilmez görmezler Yazana düşmanlar Fitne ve dedikodu için gerekçe bulurlar Kendi etini yemeye düşkündürler. parçalamak için hazır pusuda beklerler Yalancı, iftiracı, yağcı, yalaka, biatçı, menfaatçi, koltukçu, makamcıdırlar Ahlaksız...Beline düşkün...Zinacı...Paçacıdırlar
paracı ve, iktidarcıdırlar
murataltug1985
04-06-2018, 07:02
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com
MUHSİN YAZICIOĞLU NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ
*Bu rezil acundan göçüp , gerçek acuna ulaşmış kişiler için, siyasi düşüncesi, geçmişi ne olursa olsun; yaşayanlar, konuşurken, ve yazarken dikkatli olmak zorundadırlar.ölenin ailesi, akrabaları, dostları,, sevenleri vardır. Öleni incitmeye kimsenin hakkı yoktur.*göçen kişi yanıt veremez kendini savunamaz Ölenin anılarına, ruhlarına, kişiliklerine saygılı olmak, erdemdir.*bilgi karmaşası içinde, bunca yağı içinde gerçekleri bilmek için kanıt bulunmalıdır. Kimse kanıtsız itham edilemez. Kanıtsız, kimsenin hakkında konuşulamaz.
destan kişileri hakkında yazarken, konuşurken, yorum yaparken dikkat gösterilmeli, en doğruları yazmak için çırpınmalıdır.*Amacım, destansı kişilere destek olmaktır Amacım, destanlaşanları yüceltmektir insanları yerden yere vurmak değildir.Amacım, gençlerin doğruya ulaşıp doğruyu öğrenmeleri, yanıtsız sorulara yanıt vermek insanlara yardımcı olmaktır Hedefim insandır aksaçlıların istikametinde kardeşlerimin düşüncelerine katkıda bulunmaktır onların düşüncelerini değiştirmek değildir. Çünkü bu mümkün de değildir Muhsin Yazıcıoğlu bir destandır Destanları sevip yazan bir milletiz. Bunun nedeni yoktur Destan gücü, bu milletin en önemli özelliğidir Muhsin Yazıcıoğlu, neden destandır
Çünkü, sıradan kişilerden farklıdır.Çünkü, üstün özellikleri vardır çok değişik bir yaşamı olmuştur.
yıkılmamış, yıkılamamış bir kişilik sahibidir.
*Muhsin başkan koca reis bir destandır, yapılamayanı yapmış, dayanılmayacaklara dayanmış, yıkılmayacakları yıkmıştır.
özverilidir. Çalışkandır. Emekçidir. Güçlüdür. Kuvvetlidir. Dayanıklıdır. Bilgedir. Öncüdür. Dosttur. Arkadaştır. Ülkü sahibidir.ender çıkacak kişilerdendir. onun destanı güzeldir. Ve hak emtiştir. bu milletin destanlara, destanlaşanlara ihtiyacı vardır. Muhsin Başkan. saygındır
Türk çocuğudur. milletin çocuğudur olağanüstü bir zamanda yaşamış, olağanüstü olaylarda yer almış O destanın hakkını vermiştir. Koca reis
Anadolu çocuğudur. Zorlu koşullarda büyümüştür. varsıllığı tatmamış, yoksulluğu bilmiştir. Tırnakları ile kazıyarak tırmanmıştır.**Muhsin Başkan, güçlü kişiliğini yaşantısına ve Anadolu'ya borçludur. Yılmaz bir savaşçıdır Direniş ve gücünü zorluklardan almıştır. Başbuğ ile Muhsin Başkan'ın yaşam koşulları ve çizgileri farklıdır. yol ayrımına düşmüşlerdir Düşünce farklılıkları doğmuş, aynı konuda değişik kararlar vermişlerdir Kişileri, ortamlar yetiştirir. Kişiler, yaşadıkları ile kimlik bulur Muhsin Başkan Muhsin Başkan, görevlerin hakkını vermiştir.kendi düşüncelerini uygulamaya, çalışmıştır. onu sahiplenen Ülkücü camiaya inancını kabule zorlayınca anayoldan bir miktar sapmalar olmuş, Başbuğ Türkeş'e düşüncelerini kabul ettirmek istemiş, Ülkücü Hareket'in Türkçülükle başlayan çizgisine İslami ağırlık kazandırmak için çok uğraşmıştır.
murataltug1985
04-07-2018, 08:40
HAYIRLI VE NURLU CUMALAR ALLAH'IM!
Sonsuz hamdü sena ve şükürü edalar sana olsun, hamd-imizde ve şükrümüzde bizi daim eyle! Kullugunda kaim eyle! Cennet vatanımızda yaşayan müslüman kardeşlerimizin birlik ve beraberliğini ilel-ebed payidar eyle Allah'ım !
Şanlı Ordumuzu, karada , denizde ve havada daima mensur ve muzaffer eyle Allah'ım!
Terör ve şer şebekelerine fırsat verme müslüman kardeşlerimize sintibah ver.Ümmetim dalalette birleşmez.” buyuran Habibin hürmetine bizleri dalalette birleştirme.Ümmetin üzerindeki kara bulutları bertaraf eyle Ya Rab!
Ülkemizin menfaatini istemeyen çıkarcıları hüsrana uğrat Allah’ım Ya Rab! Ümmet-i Muhammede (asm) şuur, hidayet, basiret nasip eyle.Yüce Mevlamız! Ülkemizi Batı ülkelerinin önüne geçir ve bizlere İslam medeniyetini göstermemizi nasip eyle.Ya Rab! tüm İslâm ülkelerinde barış ve istikrarın tesis edilmesini, terör ve anarşinin yok edilmesini nasip eyle.
Devlet yöneticilerini İslâm’a hizmetkâr eyle.
Allah'ım! Şanlı Ordumuzu ve kahraman Mehmetciğimizi düşmanlarına karşı muzaffer eyle! Düşmanları zelil ve perişan eyle! Ya Ferd, Ya Hayy, ya Kayyum, Ya Hakem, Ya Adl, Ya Kuddüs İsm-i azamın hakkı için, güzel isimlerinin hakkı için dualarımızı kabul eyle. Âmin âmin âmin🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🌷🌺🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌷🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹 🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷 🇹🇷
murataltug1985
04-07-2018, 08:40
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com
MUHSİN YAZICIOĞLU NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ
*Yazıcıoğlu Türklük, ve İslam, için büyük savaşlar vermiş, İslami inancını Ülkücü teşkilata ve MHP'ya taşımış, fakat yol ayrımına gelinmiştir.*Korkusuz, cesur, pervasız duruşuyla yoldaşını yolda bırakmayan yiğit, Muhsin Başkan. Koca reis
güvenin adıdır güvencedir.Onun yoldaşları onu asla terk etmemişlerdir doğruluk Onun kimliği ve zırhıydı.Dediğini mutlaka yapardı.Sözünü mutlaka tutardı.Başladığını bitirirdi.Ardındakine güç verirdi.
Ona Güvenen karşılığını alırdı.Ölümden asla korkmaz ve çok güçlü bir inanç sistemine sahipti yürüyünce onu kimse durduramazdı.
*Koca reisi Devleti bilirdi. Yağıları da bilirdi.
Yapacağım, deyince yapardı.Bu onun en büyük gücüydü.Kabul edilmesi zor Cenazesinde kalabalıklar yolcu etti onu. övdüler peki kıymetini bilebildikmi koca reisin Çok yağısı vardı az seveni vardı aldığı oylar belliydi zor günlerinde yanında olmuş dostları çok azdı Çok takdir ediliyordu üstün özellikler taşıyordu.Çok beğeniliyordu ve kıskanılıyordu, onun gibi olmak zordu.onun gücünden, yararlanmak isteyenler oldu. tek kişilik orduydu Onu vekil listelerinde görmek, partilerine kazandırmak büyük bir onurdu. bütün liderler onun için savaşlar verdiler.
*Koca reisi mecliste hangi partiden olursa olsun kimse yadırgamadı, ayıplamadı.ve suçlamadı.*
parti kurduğunda onu desteklemediler
MHP için Ülkücü hareket için önemliydi
Muhsin Başkan MHP'nin başına geçseydi, MHP nasıl olurdu Onsuz olmuyordu, onun yolu ve inancı yolu MHP'ye aykırı geliyordu. MHP de İslami çizgi kabul görmüyordu. Ve kica reis oy alamıyordu.
İslamcıların ise kendi partileri vardı.
Türkçüler çünkü Muhsin Başkana oy vermiyordu çünkü koca reis Türkçü düşüncede değildi.
Muhsin başkan suikaste uğradı ve şehit edildi.
kaza süsü verildi.*Çatlı Reis'in kazası nasıl kaza değilse, Muhsin Başkan'ın kazası da kaza değildir.
istihbarat oyunudur.Çok iyi kurgulanmıştır Ama kesinlikle kaza değildir.*Neden Neden, az oy alan, budun desteği zayıf olan bir siyasi liderin, canına kast edildi yeterince oy alamayan bir kişi ile uğraşıldı Neden senaryo düzenlendi Neden büyük bir oyun kurgulandı Muhsin Başkan'ın seveni az Sayanı ve takdir edeni çoktu. Yağısı ise inanılmaz dereceydi.Muhsin Başkan'ın yağıları kimlerdi gurur duyduğum, şehitliğine üzüldüğüm, adını her andığımda ardında Fatiha okuduğum Muhsin Başkan'ın rahmetle yad ediyorum Destan kişilerinin ölümleri de destansı olur Muhsin Başkan, devlet adına, devletin bekası adına kendisine yüklenen görevleri eksiksiz yapmıştır, ve yapacaktır ta ki kahpe bir helikopter kazasında şehit edilene kadar
Ona kimse bir şeyi zorla yaptıramazdı. yapmak istediğini her zaman yaptı.
murataltug1985
04-07-2018, 08:41
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com
MUHSİN YAZICIOĞLU NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ
*MHP Muhsin Başkana kızgındı MHP'nin bölünmesini, hazmedemediler Başbuğ'u yalnız bıraktın dediler. Ve böyle düşünenler kalabalıktı muhsin başkan mhp den küs ayrıldı ancak mhp de onu şehit edecek kimse yoktur Sevmezler ama son derece saygılıdırlar. Muhsin Başkan 12 Eylül de etkin bir konumdaydı. komünist ve bölücüler onun yağısıydı. örgütler onu ortadan kaldırmak istiyordu. 12 Eylülde Muhsin Başkanı suçlayanlar öç oldu. öç almak istiyorlardı yabancı şebeke örgütleri Muhsin Başkan'ın ardını bırakmadı. tehditler savurup suikast denediler Onu öldürmekten vazgeçmediler.*Peki, bu işte parmakları olmuş olabilir mi? Büyük ihtimalle!
Evet, büyük ihtimalle!*Muhsin Başkan'ı yağı olarak gören dış istihbarat yani acunu yöneten güçler için Muhsin Başkan en büyük yağıydı milli güçlere amansızca yağılık eden yapıların kurguladıkları acun yapısında Türkiye'ye yeni bir kimlik kazandırmak isteyen dış güçler için Muhsin Başkan büyük bir engeldi. ona çok kızgındılar.*koca reisin şehit edilmesinde yabancı istihbaratın parmağı vardı Devletin inançlarını sömüren fetö teröristleri Muhsin Başkan'ı hedef almıştı Çünkü örgüt, lider aramıyordu.Çünkü teröristler kendini eşsiz görüyor mehdiliğe haşa peygamberlik iddiasında bulunan kahpe bir liderleri vardı Muhsin Başkan'a koca reise vatansever bir yiğide ihtiyaçları yoktu.onu şehit ettiler
*Muhsin başkanın çok fazla oyu yoktu. En fazla % 1,5 gibi seçmen tabanına sahipti Feto'nun Muhsin Başkanı ikna etmesi, mümkün değildi. Koca reis asla inandığından vazgeçmez, kendini kullandırmazdı.Feto Muhsin Başkan'la uğraştı
Onu ortadan kaldırmak istedi Onu FETO teröristleri şehit etti Hava Kuvvetlerindeki hücrelerini düzenlemişler yağıları ve yandaşları ile ortak çalışarak koca reisi şehit etmişlerdir koca reisi
PKK DHKPC komünist örgütler dış istihbarat ve fetö şehit etmiştir Muhsin Başkan'ın oyu yoktu.*
Seveni azdı bir partisi vardı.*BBP...Onun sözünden çıkmayan, gençlik teşkilatı Alperenleri vardı
Feto siyaset peşinde koşuyordu.
Siyasi bir kimlik bulmaya çalışıyordu.
CHP içine girmişti.HDP'yi kullanıyordu. Ve tüm siyasi partilerin içine sızmıştı*Feto kendine gençlik teşkilatı kurup siyasetin içine sızıyordu sinsice yaklaşıp, yerleşiyordi BBP de yuvalanmak istiyordu.önünde büyük bir engel vardı MUHSİN BAŞKAN...o büyük bir emekle kurduğu yapıya FETO'yu sokmuyordu. Asla izin vermiyordu. Mala, mülke, paraya değer vermiyordu. O sağlam ve inançlı yapısıyla FETO'yu rahatsız ediyordu.Engel ortadan kaldırılmalıydı.Bunun için çalıştı FETO.Muhsin Başkan'ın yağılarıyla işbirliği yaptılar öç almak ve büyük bir destanı, büyük bir milli gücü yok etmek istiyorlardı Plan uygulandı. Pusu kuruldu zaman beklendi.Türk Milletinin yağıları Muhsin Başkan'ı Şehit ettiler.Amaçları BBP ve Alperenleri savunmasız, duruma düşürüp FETO yu siyasileştirmekti Yazık ettiler yiğidimize.Ancak başaramadılar.Amaçları uğruna şehit ettiler ama DESTANINA el süremediler.Ne demiş şair Kişiler ölür, destanlar yaşar!
murataltug1985
04-07-2018, 08:41
SIZIN DE BÖYLE TAKIPÇILERINIZ YOK MÜ?
*Kaç takipçin var?” diye sordum, sosyal medya fenomenine bir Çok” dedi, şu cevabı verdim Benim senin kadar takipçim yok. sekiz tane.takipçim var diyerek saymaya başladım Birinci ve en büyük takipçim Allah’tır. Uykuda bile takip eder O’ndan gizli kalmak mümkün değildir. O yazmadan takipçilerin kalem oynatamaz. İyi hareketimde gönlüme genişlik verir, yanlışda ise göğüsümü daraltır doğruyu ve yanlışı O’nun sayesinde anlarım. Elhamdülillah Sonraki takipçim Kirameyn Katipleri’dir. İyi kötü, hayır veya şerri anında kayda geçerler. Alim unutur kalem unutmaz deyip yazmaya devam ederler.*Dördüncü takipçim şeytandır. takipçilerin en tehlikelisidir. Şerdir. Allar pullar, acuzeyi dilber, zehiri ab-ı hayat gösterir. Tuzakları örümcek ağı gibi zayıf olsa da, insanı çok rahat kandıran müthiş bir yeteneğe sahiptir. Beşinci takipçim nefsimdir. boynu bükük, masum yüzlü bir dilenciye benzer. Aç gözlüdür, doymak bilmez. Gözleri fellik fellik arayış içindedir. Her şeyin hakkı” olduğunu söyler . Dırdırından kurtulamam Sadece açlıkla terbiye ederim onu. Dizginlerini bırakıversem beni uçurumdan yuvarlar da “Tüh, adamcağıza yazık oldu!” bile demez. Şeytandan sonraki en yaman takipçimdir
*Altıncı sıradaki takipçim rızkımdır.vefasızlığını görmedim ama ben vefasız ve nankörüm, onu değersiz ve küçük görürüm. Başkalarının rızkı bana tatlı gelir Devamlı onun peşinden koşarım rızkım ise ben senin peşinden koşarken ne diye benimle inatlaşır. Başkasının rızkına göz dikersin Kimbilir belki de haklıdır. yedinci takipçim de belalarımdır. Günahlarımdır Doğduğumdan beri hiç yalnız bırakmadılar rüzgar gibi okşar geçerler, hatırlatırlar kendilerine lütfunda kahrına hoş mevlam diyerek misafir ederim onlar tanrı misafiridir her gelen bela mutlaka hayır bırakır onlar gicince eyvah derim gittiler ve ben onları ağırlayıp misafir edemedim der pişman olurum ama iş işten geçmiştir
*Sekizinci ve son takipçim ölümdür. Trafik ve iş kazaları, kalp spazmı, nefes yetmezliği, doğal afetler, savaş ve terör onun bahanelerdendir. Ben unutsam o beni unutmaz, ensemde dolaşır bir tane daha takipçim var mezarlıkta sonra benimle kalacak olan salih amellerimdir “Benim gerçek dostum bunlardır..” Herkese selam ve muhabbetler. Kalın sağlıcakla...!
murataltug1985
04-07-2018, 08:42
Kaynak türkiyegazetesi.com ahmet şimşirgil
Elbette su vermez ipsize kuyu!
*Afgani ve talebesi Abduh’tan etkilenenler halife ve Osmanlı hakanı Abdülhamid Han’a düşman olmuş ve onu tahttan indirmişlerdi Abduh bugün hâlâ ilahiyat hocalarınca tavsiye edilmektedir Abduha göre inanç:*“Aklın ve naklin delillerine, amelî hükümler de Kitab’a Sünnet’e ve selef uygulamalarına dayanmalıdır filan kitapta böyle yazıyor’ diye değil, delili sağlam ise doğrudur, benimsenir. Her Müslüman’ın kitap ve sünnete bakarak Allah ve Resulünün ne dediğini ne istediğini anlama hakkı vardır. âlim gerekmez…”
Son derece parlak, ilgi çeken, hoş ifadelerin gerisindeki korkunç ve sinsi maksadı gözden kaçırmamak gerekmektedir. *Abduh ifadeleriyle Kur’ân-ı kerim, Sünnet ve Eshaptan sonraki âlimleri yıkmakta ve yok etmektedir. şu sualler sorulmalıdır Mezhep imamları ictihad yaparken Kur’ân-ı kerim, hadisler ve Eshab-ı kiramın dışındaki kaynaklardan mı aldılar? Kafalarına göre mi konuştular?Dinin üçüncü delili İcma’yı inkâr mı ediyorsun? İcma sünnete dayanmıyor mu? ‘Ümmetimin âlimleri dalalette birleşmez’, hadis-i şerifini inkâr mı ediyorsun? içtihadı yapacak? âlimleri silmek korkunç bir çelişki değil midir? Afganiden önceki âlimler Kur’ân-ı kerimi ve sünnetleri anlamaktan aciz mi idiler âlimleri silerken insanları içtihat ehli kılmak nasıl bir zekâ ürünüdür? Gazali Rabbani Molla Gürani, bir kalemde silinecek fakat okuma yazma bilmeyenler allame kesilecektir
*Abduh için içtihat basittir. Arap dili ve Edebiyatını, bilmek yeterlidir o akılla alay etmektedir müçtehitleri tefsir, hadis, kelam, fıkıh ilimlerini inkar etmektedir. Abduh ve Afgani ekolü ile yetişen ilahiyatçıların insanlara siyer ve hadis yerine tarih, sosyoloji, felsefe, okutmalarının nedeni budur?
Abduh’un, herkesi akla göre hüküm çıkarmaya yöneltmiş kendi arzusu, ve aklıyla âyet ve hadislere mana vermiştir İngiliz misyonerlerinin aşıladığı bu girişim, İslam dinini bozma projesidir. Ne hazindir ki başarılı oldu.Abduh âyet ve hadisleri kafasına göre çarpıtmış. bütün âlimleri yok saymıştır
Abduh tefsirinde Cinler için*“muzır mikroplar”*tabirini kullanmıştır Kelamcılar: Cinleri hayat sahibi görülmeyen gizli cisimlerdir der.
*Abduh tefsirlerinde cinleri mikrop ve hastalık olarak yorumladıktan sonra daha da ileri giderek cinleri gören kimsenin vehim ve hayale kapıldığını, cinlerin hakikat olmadıklarını belirtir insanların
hayvan gördüğünü söyleyerek ayet ve hadislere muhalefet etmektedir Abduh,*“sefer hâlinde su bulunsa teyemmüm edilir” diyerek Ehl-i sünnetten ve ulemadan ayrılır. Abduh burada*“En çok şaşılacak şey Kur’ân’ın gafletidir”*demek suretiyle on dört asırlık İslamî kaideleri edepsiz bir tarzda gafletle karalamaktadır.Abduh, Fil suresindeki Ebabil*kuşlarını, sinek taşları ise sinek ayağına yapışmış toz ve mikroplardır diyerek kudret-i ilahiyeyi yok saymıştır
Abduh Ehl-i sünnet değildir Hazret-i İsa’nın vefatını göğe çıkarılma hadisesinin inkar eder abduh ehl-i sünneti ayetleri tefsir ve hadis-i inkar eder
Abduh’un talebesi ve onların yolunda yürüyen ve Ehl-i sünnetden bîhaber ilahiyatçı geçinen zavallılar İsa aleyhisselamın öldüğünü ve yeryüzüne gelmeyeceğini iddia etmektedir İngiliz Lawrence’leri islamiyeti değiştirdiler ingilizler ve abduhun hayranları kendi fikirlerini FETÖ cülere aşıladılar.Abduh’un fikirlerini Reşid Rıza yaydı.
Abduh’un dinde reformcu fikirleri,*Selefilik*adıyla günümüze kadar gelmiştir. Bugün mezhepleri birleştirme ve mezheb sahibi âlimler gibi dinde kendilerini yetkili görmek, Abduh hayranlarının en bariz özelliğidir
murataltug1985
04-07-2018, 08:43
Kaynak türkiyegazetesi.com ahmet şimşirgil
Kılavuzsuz bu yola varamazsın!
*Âlimler, korkulu, geçit vermez sarp yollarda rehber, bunalımlı zamanlarda ferahlık ve rahatlık veren manevi liman gibidir. Dünyada dağları iyi tanıyan sakat bir rehber, karanlık yollarda cansız bir el feneri ve paralı, fakat cahil bir zengin bile zor durumdaki insanları ferahlatabilir. Peki yalnız ve beş parasız, hiç bilmediğin bir âleme çıkacağın yolculukta sana kim kılavuzluk edecektir?
Kılavuzsuz bu yola sen varamazsın,
Bu müşkül işi sen başaramazsın. ölüm gününü, düğün gününe çeviren mürşitleri, kılavuzları bulmalı ve iyi tanımalısın!*İngilizler ve Siyonistler doğruya giden yolları kesen, bozan, ajanlarını Müslümanların arasına asırlardır saldılar ve salmaktalar FETÖ’nün başı, 15 Temmuz 2016’da devletimize kastetmese bir kısım onu çağlar üstü bir rehber olarak gösterecekti Hayreddin Karaman, FETÖ*başının 1998’de Papa’ya gönderdiği ve emrinde olduğunu bildiren mektubu okumamış mıydı İmanın şartlarını dörde düşürdüğü ve bunları sayarken,*“ubudiyyet veya adalettir”*diyerek imanda şüpheye yol açtığı yazısını görmemiş miydik Hıristiyan ve Yahudiler de Cennet’e gidecek Kelime-i şehadetin ikinci kısmını (Muhammedü’r Resûlullah) söylemeye gerek yoktur”, mesajını işitmemiş miydik Buna rağmen gençler yıllarca neden bu gruba sürüklendiler suçlu kim
*Abdülhamid Han döneminin FETÖ’sü Afgani ve iki çanakçısı Abduh ve Reşit Rıza’yı âlim bilip gençlere sevdirenler vardı hayrettin karaman Afgani, Abduh ve Reşid Rıza’yı uzun uzun anlatmış gençlere onların fikirlerini aşılamıştır
Afgani ve Abduh Abdülhamid Hanın düşmanıydılar modernizmin haçlı şövalyeleriydi Osmanlının yıkılmasında Ehl-i sünnet akidesinin bozulmasında rol oynadılar İngiliz ve Siyonist uşağıydılar Buna rağmen haklarında parlak övgülerle sözedilmekte yıkıcı fikirleri aşılanabilmektedir...Reşid Rıza
Lübnan’ın Kalemun kasabasında 1865 te doğdu iyi bir aile çevresinde yetişti Ehl-i sünnet eğitim aldı. İmam-ı Gazali ve İmam-ı Şarani hazretleri onun baş ucu kitabı gibi idi. tasavvufa meylederek Nakşi dergâhında bulundu.*Reşid Rıza’nın zahidâne hayatı ve Ehl-i sünnet itikadı Afgani ve Abduh’un eserleriyle değişti Ürdün’de Abduh’un derslerine katıldı. Afgani ve Abduh’un *“Pan İslamizm”* dedikleri Müslümanları birbirine düşüren yıkıca fikirleri kendisine rehber oldu Görünüşte Abdülhamid Han’ı destekliyorlardı. sinsice ingilizlere hizmet etdiler Müslümanları inanca çağırıp arapçayı savunurlarken Osmanlıyı sinsice yıpratmak peşindeydiler Abduh’un vefatıyla tarikatın başına Reşid Rıza geçti. sinsi fikirleri ve Abdülhamid Han düşmanlığı ortaya çıkdı. Abdülhamid Hanı *istibdat*diye niteliyor kitleleri hareketlendiriyordu. İttihat ve Terakki ile iş birliğine girişti. Sözde Arap Türk anlaşmazlığını kaldıracak, birlik ve beraberlik sağlayacaktı. tek konuşma dili Arapça olmalı”, diyen bu adamın yanında Türkçü ve Turancılar ne buluyordu acaba?
*Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesiyle Reşid Rıza ve ittihatçıların şu sözleri Türklerin hakanına ve Müslümanların halifesine nasıl bir nefret ve düşmanlık gösterdiklerini ortaya koyar Abdülhamid Han ve çevresindekiler! Allaha başkaldırıp Sünneti ve farzı terk ettiler. Şeriatı uygulamadılar. Osmanlıları istibdat ile yönettiler. Büyük servetler edindiler… Allah onları yakaladı. Kalplerine korku saldı...”Reşit Rıza ve Abdülhamid Han’ı tahttan indiren Jön-Türklerin, Ermeni Rum ve Yahudilerden farkı yoktu talimatı Londra’dan Mason localarından aldılar Mason ve Siyonistler Osmanlı ülkesi planlarını işlemeye başladılar
İslam ittihadı,*Osmanlı birliği*gibi kavramlar gitmiş, yerini*Arapçılık*ve*Türkçülüke bıraktı.
*Reşid Rıza İttihatçılara karşı Hicaz Şerifi Hüseyin’i destekledi onu Arap Devleti kurmaya teşvik eddi
Abdülhamid Han devrinde sudan sebeplerle Osmanlı Devleti’ni sarsan Reşid Rıza, İngiliz sömürgecileri ile de iyi ilişkiler içerisine girdi İngiliz sömürgesini övdü FETÖ*başının,*ülkenizi, eşinizi, kızınızı, oğlunuzu haçlılara teslim edin*sözü, Afgani, Abduh ve Reşid Rıza’nın bir adım ilerisidir Reşid Rıza azılı Türk ve Ehl-i sünnet düşmanıdır Ona göre İstanbul *fetih hadisi*yoktur
“İstanbul’un gerçek fethi, orasının Türk eşkıyalarının elinden Araplarca kurtarılması ve fethi ile mümkün olacaktır.”*demektedir onun bu sözü hangi İslam birliğini savunduğunu ve kimlerin hizmetinde olduğunu göstermektedir.
*Hayreddin Karaman,*Afgani, Abduh ve Reşid Rıza’yı örnek göstermektedir. Karaman’ın Gerçek İslam ve birlik anlayışı nedir acaba? Müslümanların birliğine hançer gibi saplanan İngilizlerin azılı üç şövalyesinin, nelere mal olduğunu bilmemesi mümkün müdür?Sayın Karaman İstanbul’un fethini işgal olarak mı görmekte ve kurtarılmasını mı beklemektedir? azılı Ehl-i sünnet ve Osmanlı-Türk düşmanlarını severek II. Abdülhamid Han’ı nasıl anlayacaksınız?
murataltug1985
04-07-2018, 08:43
Kaynak türkiyegazetesi.com ahmet şimşirgil
Kişi dilinin altında gizlidir!
*II. Abdülhamid Han’ı anlamak her şeyi anlamaktır peki anlayabiliyor muyuz onu anlamak için öncelikle onu ortadan kaldıran ve Osmanlıyı işgal eden ingiliz maşalarını iyi tanımak lazım Yoksa havanda su döğer İbret almadan boş okumalar yapar Tarihin ruhuna ters düşeriz. Üstadın ifadesiyle Başsız başsız adamlar!”*deyimine uygun olarak ortalıkta gezeriz Abdülhamid Han’ı hakkıyla anlamak tanımak Zamanın FETÖ’lerini tanımak gerekir Aksi hâlde İslam’ın birliğini temin eden halifeyi yok etmek için çaba harcayan, devrin FETÖ’cülerinin yerini her dönemde yeni bir FETÖ almaya namzet olacaktır. *Afgani ve abduh İslam âlemini paramparça ettiler. Bunları rehber edinenler*“Devlet-i ebed-müddet”*denilen Osmanlı Devleti’mizin mahvını hazırladılar. II. Abdülhamid Han’a*Kızıl Sultan*ve*Müstebit*diye saldırdılar.Abdülhamid Han’a, Reşit Rıza’nın müstebit diye saldırması bizi yaralıyor Reşit Rıza “İstanbul’u Araplar, eşkıya Türklerin elinden alacaktır”*derken bu hainin lafı bizi yaralıyor ve unutmuyoruz Afgani, Abduh ve Reşit Rıza’nın osmanlıyı yıkmak için mason ve İngilizlerle dostluk kurdular kendilerini islamın birleştiricisi Abdülhamid Han’ı, Yusuf Nebhani’yi, İslam’ın düşmanı olarak gösterdiler
*FETÖ başının 1998’de Papa’ya mektup yazdı ve hizmetinde olduğunu söyledi İmanın şartlarını dörde düşürürken, dördüncü ubudiyyet* veya* adalettir”*şartını belirtmesi uygun muydu?
Meleklere iman, kitaplara iman ve kadere iman bahsini amentüden çıkarması ve iman esaslarına*şüpheli yaklaşması önemsizmiydi fetö ya inananlar nasıl bir gaflet içindeydi
Sayın Cumhurbaşkanımız dershane tezinde FETÖ’nün gerçek yüzünü millete göstermekti.* ülkeyi Haçlılara teslim etmek isteyen bir ajann maskesini düşürmek istedi ve düşürdü.
Mehmet Görmez*fetönün dinsizliğini ortaya koyan bir rapor hazırlattı. rapor, FETÖ’nün İslam’a zehir saçan sözleri ve icraatları ile doluydu.
*Sn hayrettin karaman fetönün sözlerini işitmediniz mi? Yoksa ittifak içindemisiniz Sayın Karaman müçtehid olarak doğruyu başkasından bekleyemezsiniz. ilahiyat profesörü olarak doğru ve yanlışı belirtmede vazifeli olduğunuza inanmıyor musunuz? FETÖ yolunda heba olan gençlerde sorumluluk sahibi olduğunuza vebalde bulunduğunuza inanmıyor musunuz Cumhurbaşkanımızın*“İlahiyatçılar doğruları anlatsın”*sözünden rahatsız mısınız? Memleket Haçlılara peşkeş çekildiğinde ilminizin kime faydası olacaktır söyler misiniz siz beni iftiracılıkla
Suçluyorsunuz Unutmayın iftira etmeyeni müfteri ilan etmek kendi yanlışlarını gizlemek yolunda en büyük iftiradır!..
murataltug1985
04-07-2018, 08:43
Kaynak türkiyegazetesi.com ahmet şimşirgil
Abdülhamid Han’ın yanındakiler!
*İngilizlerin tesiriyle ve Ehl-i sünnetten ayrılarak mezhepsizleşen*Afgani, Abduh*ve*Reşit Rıza İslam dünyasının parçalanmasında ve*Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinde büyük rol oynadılar
Abdülhamid Han ın yanında ve destekçisi âlim ve velilerde bulunuyordu. Bunlar halkı halifeye bağlıyorlardı. Seyyid Fehim Arvasi, Seyyid Muhammed Ebü’l Hüda Şeyh Ebu’ş Şamat Efendi, ve*Yusuf Nebhani*hazretleri halifeyi destekliyordu.
âlim ve veliler tanınmadı bu Türkiye’nin eğitim sistemi ile alakalıdır. Abdülhamid Han ı saltanattan uzaklaştıran mason İngilizler ve yardakçıları
Afgani, Abduh, *gibi reformist sahte din adamları ve çömezleri halife abdulhamitten sonra osmanlıya hakim olmuşlardır.Türkiye, Mısır, Suriye, gibi Müslüman ülkelerde İngilizlerin tesiri ile afgani yandaşları parlatılmış gündemde tutulmuştur.
*Ehl-i sünnet içinde ve Türk halkı arasında sahte reformist dinciler revaç bulmamış ise de, özel yetiştirilmiş ilahiyatçılar vasıtasıyla uzun yıllar içerisinde hedeflerine ulaşmışlardır. gerçek İslam âlimleri ise terk edilmiştir.Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde*Abduh, Afgani*ye ayrılan sayfalar ile*Seyyid Arvasi, Hüda Sayyadi, Şeyh Şamat, Yusuf Nebhani*mukayeseli olarak değerlendirilirse ne dediğimiz anlaşılır. Yusuf nehbani halife abdulhamitin yanında yer almış mason ve
mezhepsiz şarlatanlarla mücadele etmiş kıymetli din âlimlerindendir*Yusuf Nebhani 1849 da Filistin Nablus Hayfa şehri İczim köyünde doğdu. Benî Nebhan kabilesindendir Nebhânî nisbesiyle anıldı. İlk öğrenimini babasının yanında yaptı.
*Yusuf nehbani On yedi yaşında Kahire’ye gitti. 1866-1872 de Kahire’deki meşhur*Câmiü’l-Ezher Üniversitesi’nde yüksek din ilimlerini tahsil etti. 1874 de kadı tayin edildi.Şam’da kadılık yaparken 1888’de kurulan*Beyrut Yüksek Hukuk Mahkemesi Başkanı*oldu. Beyrut Valisi Yusuf Nebhani hazretlerinin vazifeden alınmasını padişaha teklif etti Abdülhamid Han, Yusuf Nebhani hazretlerini Beyrut’a vazifelendirdi Padişah Efendimizi rüyasında gördü. Efendimiz, Abdülhamid Han’a:
Beyrut’ta bizi en çok seven Yusuf Nebhani idi. Bizim âşığımızın Beyrut’taki, asli vazifesinde kalması uygundur”*buyurdu.güzel rüyaya sevinçle uyanan Abdülhamid Han sadakalar dağıttı. postaya verilmemiş olan kararnâmeyi iptal etti.
*Yusuf Nebhani hazretleri Meşrutiyet’in ilânı ve Sultan hamid’le olan münasebeti dolayısıyla görevinden uzaklaştırıldı 1909 da. Medine’ye göç ederek talebe yetiştirdi 1916’da Şerif Hüseyin hareketinin başlamasıyla Medine’den köyüne döndü. 1932 de ramazan ayında Beyrut’ta vefat etti.Yusuf Nebhani kadılık yaptı çok kıymetli eserler yazdı. Musul, Haleb, Diyarbakır, İstanbul gibi beldeleri gezdi. sohbetlerde bulundu. Seyyid Fehim Arvasi hazretleri*hacca giderken elini öpmüş, duasını almıştı. Yusuf Nebhânî’nin yaşadığı dönem, İslam âleminin en zor, deviriydi en Müslümanlar inanç değiştirmeye davet ediliyordu. Yusuf Nebhânî, ihanet ve gaflet manzarasını görmüş ve kalemiyle muazzam bir mücadele vermiştir
murataltug1985
04-07-2018, 08:44
Kaynak türkiyegazetesi.com ahmet şimşirgil
*Yusuf Nebhani ilim ve fazilette yüksek bir zâttı Osmanlıların İslamiyet’e yaptıkları hizmetleri takdir etmekteydi. İngiliz, Yahudi ve masonların, mezhepsiz reformistlerin hilafeti kemirmeye çalıştıkları bir zamanda Osmanlı Devleti’nin yılmaz bekçisi olmuştu. Bütün gücüyle Ehl-i sünnet için mücadele etti.Osmanlıya acımasız bir kin ve garaz içerisinde bulunan, abduh Abdülhamid Han’a*“yaşayan en habis herif”*diyordu Abduh’un; kopyası Reşid Rıza’nın hâllerinide unutmamak gerekir Hayrettin Karaman’ın* İslam’da Birlik”*kitabında örnek gösterdiği*Afgani, Abduh*ve*Reşit Rıza, İngiliz emellerine çalışırken, Nebhani ise, istikamet Peygamber Efendimize duyduğu aşkı ve bağlılığı; ilmi,*ameli ve Sultan hamid Han’ın hizmetlerini takdir ederek yanında sapasağlam duruşuyla gerçek bir İslam âlimiydi.
*Nebhani, onlarca eseriyle bu mezhepsizlere yıldırımlar yağdırdı. mezhepsiz ve reformcular kendisini sevmediler. Onu ve eserlerini hafif ve kıymetsiz gösterdiler.kıymetli bir âlimin ve eserlerinin memleketimizde tanınmıyor olması, Müslümanlar açısından kayıptır. İlahiyat fakültelerimizde mezhepsiz ve reformcu âlimler hakkında yüksek lisans ve doktora tezleri yaptırılırken bu büyük âlimin tanıtılmasının yapılmaması düşündürücüdür. ilahiyat fakültelerine yıllardır ne tür âlimlerin hâkim olduklarının işaretidir.
*Nebhani’nin, Afgani ve çömezleri hakkında şu tespiti, yapar Onlar ictihad iddiasındadırlar. Yeryüzünde fesatla dolaşırlar; kendilerine ‘ fesat çıkarmayın’ dendiğinde bizler ancak ıslah ediciyiz derler. Haberiniz olsun ki, bozguncudurlar lâkin farkında değillerdir Afgani Müslümanlar arasında fesada çıkartmak istemiştir. Nehbani onun için şöyle der İsmi “Cemaleddin”dir yaptığı işler kötüdür Diyorlar ki; en büyük ıslahatçıdır
onun sayesinde din kolaylaşmıştır. Onun sayesinde
Azgınlık mezhepsizlik bir tufan olmuştur
Cahillikleriyle Hz Muhammed’in dinini kısalttılar
dinî hüküm bırakmadılar fesatlarıyla ıslahat yaptıklarını zannettiler sapıklıklarını dine hamlettiler Tıpkı bir sarayın fareleri gibiydiler
ictihad iddia eden Afgani ve Abduhlar,
İlim havuzunun dibinde kalmış, arkı bulandırmış çamurdur Hazreti Muhammed’in dinini sonuçsuz kılmak için ictihad ettiler dine yardım ettiklerini zannetseler de ne emir var, ne de yasak” diyen İbahiyye fırkasına katıldılar.
murataltug1985
04-07-2018, 08:44
Kaynak türkiyegazetesi.com ahmet şimşirgil
Pişmişin hâlini anlayamaz ham
Kısa kesmek gerek sözü vesselam
*Son zamanlarda din adına ahkam kesen bazıları gündem oluşturdular. Bu durum İslam’a düşman kişilerin arayıp da bulamadıkları bir husustur.
bunlar mesele doğru mu yanlış mı diye ayırt etmezler. saldırmayı marifet sayarlar Kadınlar Günü”*yaklaşırken köşe yazarları ve sözde aydınlar girişimde bulundular. Nurettin Yıldız’ın asansör konuşmalarını ele alarak Müslümanlara saldırdılar
Cumhurbaşkanımız güncelleme”*kelimesini kullandığında, zevatçılara fırsat çıktı.
Dinime dahleden bari Müselman olsa”, sözünün gereği Ehl-i sünnet kitlelerle Sayın Cumhurbaşkanımızın arasını açmak üzere manşetler attılar zil takıp oynadılar.
*Cumhurbaşkanımız sözünün tashihini en net bir biçimde ertesi gün yaptı.din âlimlerinin ve ilahiyat hocalarının cevap vermesi gerektiğini ve yeni FETÖ’lere fırsat verilmemesi hususunu, belirtti.
Mehmet Görmez* TRT1’e çıkarak açıklamalarda bulundu. Mehmet Görmez FETÖ*projesi olan*Kutlu Doğum Haftası’nı kaldırmamak uğruna, Diyanetten ayrıldı. TRT ile ortaklaşa düzenlenen Kur’ân-ı kerim yarışmasını eleştirmiş, Cumhurbaşkanımız kendisini tenkit etmişti.Cumhurbaşkanımızın*yeni FETÖ’lere yol açılmamalı tedbir alınmalı*diyerek dikkat çektiği odak isim N.Yıldız’a,*Görmez Diyanet’in başında iken Yıldız’ı, hangi görevlerde bulundurmuş ve vaizlik yaptırmıştır,
*Yıldız’ı savunanlar da şunlara cevap aramalılar:*N. Yıldız bugüne kadar Ehl-i sünnete uygun düşmeyen hangi ifadesinden ve Umuma hitap eden hangi yanlışından vazgeçmiştir?..*Kapalı kapılar ardındaki özürler umumu bağlamaz.
Yıldız’ın tenkit ettiğim şu sözlerine dikkat kesilelim:*Hilafet makamını hak etmediği hâlde işgal eden Osmanlı’nın, yeteneksiz padişahlarının zevk-i sefasını ibadet diye bana sunuyorsun…”*derken Osmanlıları tahkir etmektedir.
“Keşke Fatih yedi dil öğreneceği yerde, tefsir kitabını baştan sona okusaydı ve tasavvuf yönü ilerlemiş olsaydı...”derken*Sultan Mehmed’in tefsir hocalarını hiç duymamış demek ki.
*Abdülhamid piyano çalmaktan Aziz Mahmud Hüdai’nin yanına gitmeye fırsat bulamadı”*sözüyle cehaletinin boyutunu ortaya koymakta Abdülhamid Han’ın Aziz Mahmud Hüdai’den üç asır sonra yaşadığının farkında bile olmadığı bellidir.
Kanuni 100 kere şeyhülislama sorduysa 300 kere de tembih etmiş. Ölmeden fetva kâğıtlarının kabre konmasını istemiş ama o kâğıtlar seni kurtaramaz!”*derken neden kurtaramaz? Ne yapmış da kurtaramaz? günahını söyleyebilir mi? N. Yıldız bu sözleri Muhteşem Yüzyıl dizisinin tesirinde kalarak mı söylemektedir Kanuni için*“Viyanaya gideceğine bir kere hac etmiş olsaydın”*demektedir. Cihadın ne olduğunu bilmemekte Abdülhamid Han’ı dinlememekle itham ettiği Aziz Mahmud Hüdai hazretlerinin*“Padişahlara hac gerekmez”*sözünü bilseydi keşke
murataltug1985
04-07-2018, 08:44
Kaynak türkiyegazetesi.com ahmet şimşirgil
*Yıldız’ın ithamları sadece Osmanlılarla sınırlı kalmamıştır. internet videolarında şu sözleri Müslümanları rencide etmektedir:*
Resulullah kâmil değildi, mürşid nasıl kâmil olur?”
Âdem (aleyhisselam) çocuklarını yetiştirmeyi beceremedi.”Hazreti) Ebubekir bir hurma fidanı için ağzını bozmuştur, Mal sevgisi ve şehvet tehlikesinden Ebubekir’in garantisi yoktur”.
Hazreti Ebubekir bizim hayatımıza ulaşamaz. Gelsin internet çağında bir Ebubekir Sıddık olsun göreyim onu…”Mevlit kutlayanları Hıristiyanlara benzeten Yıldız, vefat edenin ruhuna Kur’ân okunmaz diyebilmektedir.efendimizden şefaat isteyenleri*“Şefaat Ya Resulullah’mış! Bırakın bu edebiyatları!”*diyerek aşağılamaktadır.
*N. Yıldız İbni Teymiye’nin tesirindedir onu
İmamı Azam gibi, İmam Malik e şartları benzetmektedir Ehl-i sünnet büyüklerini “İbni Teymiye’ye düşmanlık eden âlimleri hepsi mide bağıyla bağlıydı, İbni Teymiye onların düzenine çomak soktu”*diyerek kötülemektedir.
Ehl-i sünnet âlimlerinin övdüğü Osmanlıların kuruluşunu müjdeleyen*Muhyiddin-i Arabi*ve*Sadreddin Konevi*hazretleri için,*“Muhyiddin-i Arâbi ve Sadreddin Konevi Batı’nın mikroplarını Müslümanlara taşımıştır, yeni bir din ihdas etmişlerdir”*diyerek tekfire varan beyanlarda bulunmaktadır.Sadreddin Konevi hz Mevlana’nın zamanında Konya’da yaşayan en büyük âlimlerden olup,*Şeyh-i Kebir*diye anılmaktadır.
*Sadrettin konevi Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin üvey oğludur Ekberiyye Tarikatı’nın mümessilidir Muhyiddin-i Arabi gibi büyük bir velinin üvey oğlu olmak, onun terbiyesi ile yetişmek, her şeyhe nasip olacak bir mazhariyet değildir. Sadreddin Konevi onun eserlerini şerh etti. Tasavvufta ve şer’i ilimIerde ok ileri gitti. hadis ilminde en yükseğe ulaştı. Dergâhına emirler beyler katıldı vezirler sultanlar ondan feyiz aldı. Bu büyük âlimi karalamak ve kötülemek kimin haddinedir?
Nurettin Yıldız’ı savunmak isteyenler elli defa düşünmelidir. videolarını büyük tepkiler üzerine kaldırtmış olsa bile sözünden döndüğüne dair tek bir videosu yoktur. İslam’a saldırmak isteyen mihraklar onun hep kullanacaktır.
*Peki Yıldız’ın ifadelerinden fazlasını söyleyen*İslamoğlu’na karşı*Görmez, Bardakoğlu*ve*İlahiyatçılar*neden sessizdirler fikirlerin yanında mıdırlar Cumhurbaşkanımızın milletimizin temiz inanç ve itikadını bozmak isteyen mihraklara karşı dikkatli olmaları gerektiği uyarısını almadılar mı?
*
murataltug1985
04-09-2018, 06:55
Kaynak ahmethaldunterzioğlu.com
AKINCI OCAĞI NASIL SÖNDÜ?
Padişah III. Mehmet zamanında Serdar Koca Sinan Paşa Bükreş'e girmişti maneviyatı yıkılan Eflak'ı terk etmek istemekteydi. Koca Sinan Paşa Bükreş'te yaptırdığı ahşap kaleyi yıktırararak. Buranın askerini yanına aldı.Orduda düzen ve intizam. Yoktu karmaşa içinde... Yerköyü'nde üç gün mola verildi. Eflak'ın Akıncıları Yerköyü'ne geldiler. ganimet, ve esirlerle Yerköy köprüsünü geçmek istediklerinde Serdar Paşa büyük bir hata yapıp onları durdurdu. Akıncıların ganimet ve esirlerden hazine hakkı için beşte birini istedi
Köprüde karmaşa hakimdi. hesap yapıp mal ve esir ayırmak imkansızdı Akıncıların ardından Eflak voyvodası Mihail, kalabalık bir ordu ile geliyordu. akıncılar karşıya geçmeli ve önlem almalıydılar.
Düşmanın yaklaştığı haberi ile buyruğunu kaldıran Sinan Paşa geç kalmıştı buyruğunda. asker geçemedi toplar ve mühmmat köprüde kaldı.
Eflak Voyvodası Mihail 27 Ekim 1595'de Yerköyü ne ulaştı.Akıncılar düşmana açık av olarak öylece yakalanmışlardı.Umutsuzca savaştılar Büyük bir facia ve Akıl almaz bir kıyım...yaşandı
Düşmanı vermeyen Akıncılardan öç aldılar.
Kuşatılıp ezildiler, kırıldılar, katledilip Şehit oldu Akıncılar.Koskoca Akıncı Ocağı tükendi, söndü.
savaşamadan öldü civanlar.Ocak yanmadı bir daha Yerköyü düşmanın eline geçti Akıncıları İmha eden Mihail Yerköyünü topa tuttu ve bu Yerköyü'nde Türkler tamamen kılıçtan geçirildi. Olan Akıncı ocağına oldu!
murataltug1985
04-09-2018, 06:55
Kaynak ahmetşimşirgil.com II. Mahmud Han
II. Mahmud Han I. Abdülhamid ile Yedinci Kadınefendi Nakşıdîl’in oğlu olarak 20 Temmuz 1785’te Topkapı Sarayı’nda doğdu. Doğumu Top atışları eşliğinde üç gün şenliklerle kutlandı
Nakşıdîl Sultan Kafkasyalı Gürcü bir cariyedir. asıl adı Rusudan’dır. I. Abdülhamid Han’ın kızkardeşi Esma Sultan vasıtasıyla Harem’e intisap etmiş bir bey kızıdır Şehzade Mahmud’un şahsiyet ve zihniyeti, amcazadesi III. Se*lim Han’ın on sekiz yıllık saltanatında şekillenmiştir. Şehzade Mahmud çok iyi bir eğitim gördü. Başlalardan dersler aldı. hat dersleri aldı, icazetli bir hattat oldu. eliyle yazdığı bir levha, babası I. Abdülhamid’in türbesinde asılıdır. Arapça ve Farsçaya vakıftı.
Sultan Mahmud uzuna yakın boylu, yuvarlak yüzlü, siyah gözlü, uzun kirpikli, siyah sakallı, dalgalı saçlı ve düzgün endamlı idi. Az uyurdu. Sağlam cüsseliydi elleri zarif ve küçüktü. neşeli ve mizaha meyilliydi düzgün diksiyo-nuyla, iyi bir hatipti. Onun en dikkat çeken özelliği, uzun kirpikleri iri siyah gözleriyle küçük ve zarif elleriydi BÜYÜK DEVLET ADAMI Mahmud Han dirayetli, azimli çalışkan soğukkanlıydı. Şahsî kızgınlıklarını affeder devlete işlenen suçları asla bağışlamazdı. Hafızası, kuvvetliydi. Devlet işlerini takip eder yazışmalarda anlaşılır bir dil kul*lanırdı Askerî konulara aşırı ilgiliydi şehzadeliğinde topçulukla ilgilendi Çanakkale Kilidü’l-bahr Kalesi’ni gezmiştir Küpeli ve Baba Haydar adlı büyük toplarla yakından ilgilenmiştir Sultan mahmut , topçuların teknik hatalarını düzeltmiş isabetli atışlar yapılmasını sağlamıştır
murataltug1985
04-09-2018, 06:56
Kaynak ahmetşimşirgil.com Abdülmecid Han
*Abdülmecid Han, 25 Nisan 1823’te doğdu. Annesi, II. Mahmud’un İkinci Kadınefendisi Bezmiâlem Valide Sultandır. Annesinin Çerkez veya Gürcü asıllı bir cariyedir Tek çocuğu Abdülmecid’i doğurunca kadınefendilik, Sultan Abdülmecid’in padişahlığında da valide sultan unvanını taşımıştır.Abdülmecid’in dünyaya geldiği gün Sultan Mahmud, Ahmed Cev*det Paşa, dokuz aylık Şehzade Ahmed’in öldüğü günlerde, “Devlete bir sermaye-i hayat geldi. O gün bir şehzade do*ğup Abdülmecid adı verildi” demektedir. Hızır İlyas Ağa Tâcın ve tahtın lâyığı şehzade-i civan-baht, Abdülmecid Efendimiz doğdu” diyerek doğumu müjdelemiştir.Çocukluğunda çiçek hastalığına yakalanan şehzadeyi, tıp he*kimleri tedavi edemeyince, halk hekimi Gelincikli Meryem Kadın kurtarmıştı. hastalıktan dolayı yüzünde çiçek-bozuğu kalmıştır. Zayıf, bezgin bakışlı, hasta görünüşlü, ama cana yakın, halim selim ve yumuşak başlı bir padişahtı.
*Çocukluğunda iyi bir eğitim aldı. Doğu ve Batı kültür*lerini öğrendi eğitimine önem verildi. hat Fransızca ögrenmiş sıkı bir terbiye görmüş, mükemmel bir Müslümandı. her şeyi zamanından önce okur, zarif konuşur, mükemmel ata binerdi. kötülük etmezdi. Çocuklarının tahsiline dikkat cömertliği, israf de-recesindeydi. Sultan Abdülmecid, zarif, hassas, ma*lumatlı, nazik, fakat kararsız bir padişahtı dindar bir padişahtı. Her gün mutlaka Kur’an-ı Kerim okur, ibadetlerini aksatmazdı.Nakşibendî*idi. Tekkelere büyük hür*met gösterirdi. Hattat başı Nuri Efendi’nin dizinde, kelime-i tevhid getirerek can vermişti. Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hazretleri’nin halifelerini çok sever, sarayda sohbetini dinlerdi. Vefatından sonra Yanyalı İsmet Efendi Tekkesinin her Cuma hatm-i hâcegân yapmalarını vasiyet etmişti.
*Abdülmecid Han zamanında, hürmetsizce basılan Mushaf-ı Şerifler gizlice İran’dan Osmanlı ülkesine sokulmuş. Padişah sıkı takibe almış,25 Kasım 1852’de “Ecnebilerin tab ettirdikleri Mushafların yasaklanması” emrini vermiştir Babası Mahmud Han’ın sert mizacının aksine, sakin, ve sabırlıydı. Saltanatı boyunca “idam fermanı” yazdırtmayan ilk padişahtır. Mahmud Han’ın karşısında başarısız kaldığı Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’yı diplomasi ile ayağına kadar getirtmesi, bir evlat gibi sıcak ve alçakgönüllü davranarak devlete bağlaması ince siyasetine örnektir. Yurt gezilerinde halkın yaşamını inceleyen Abdülmecid Han, haksız vergilerin kaldırılması, salgın ve hastalıkla ve cehalete karşı alınacak önlemler için fermanlar yazmıştır.*Sultan abdülmecit Rüşvet ve yolsuzluktan nefret ederdi. “Bu tiksindirici hal devam ettikçe nasıl çalışılırsa çalışılsın, hiçbir düzen devamlı olamaz” derdi. Onun tanımıyla rüşvet “örtülü hırsızlıktı.” sadrazamdan bürokratlara kadar tüm görev*lilere, Kur’an-ı Kerim’e el bastırarak rüşvet almayacaklarına dair yemin ettirmişti. Padişah israf ve yolsuz*lukları önlemekte zorlanıyordu. kızı Fatma Sultan’la Mustafa Reşid Paşa’nın oğlu Ali Galip Paşa nın düğün harcamaları için Baltalimanı’ndaki sahilhanesini Hazine-i Hassa’ya satmasına çok üzülmüştü. hazineye alınan sahilhane, yeni evlilere tekrar verilmişti bu yolsuzluktu. çevresinde dönenleri öğ*rendikçe bunalan Sultan Abdülmecid, dönemin siyaset ve idare anlayışını kendi karakteriyle bağdaştıramadı
Kaynak ahmetşimşirgil.com Abdülmecid Han
*Sultan Abdülmecid Halkın vaziyetini tetkik için seyahatler Her fırsatta kışlaları, ambarları ve tersaneyi teftiş ederdi. Askerî ve rüştîye ve medreselerdeki icazet merasimlerinde bulundu öğretmen ve öğrencileri teşvik etti diplomatlarla olan münasebetlerinde, padişahlardan farklı bir yol izledi 1853 senesine kadar yabancı sefirler, padişah ile siyasî konular görüşemezlerdi. Kırım Harbinden önce yabancı sefirleri kabul etti.
Osmanlı hükümdarları, krallık hanedanlarına iade-i ziyarette bulunmazlardı. Sultan Abdülmecid, geleneği bozarak Prens Napolyon’un ziyaretini, Fransız Elçiliğine giderek iade etmiştir ve. ziyaretten memnun olan Prens, Padişah’ı Fransa’ya davet etmiştir*Sultan Abdülmecid devrine kadar padişahlar nişan vermişler, kendileri almamışlardı. Abdülmecid Han, Fransa İmparatoru’nun gönderdiği Legion nişanını kabul etmiştir Sultan Abdülmecid Han sadrazamlık makamını yeniden kurdu. Yirmi seneden fazla süren, padişahlığında yirmi iki defa sadrazam değiştirdi. idarî değişiklikler yaptı. Sadrazamların, Serdar-ı Ekrem unvanıyla sefere çıkmalarına son verdi. Seraskerliğin derecesi, sadrazam ve şeyhülislâmın se*viyesine getirildi.İstanbul ve eyaletlerin asayişi için 1845 de Zaptiye Müşirliği kuruldu. meclis ve nezaret sayısı arttırıldı. Divan-ı Hümayun önemini kaybetti. taşra teşkilatı, Avrupadaki mülkî idare örnek alınarak değiştirildi. valiliklerin yanında mahallî meclisler kuruldu meclislerde Müslüman olmayanlar da temsil edildi
*Sultan Abdülmecit Adlî teşkilatta değişiklikler yaptı cemaat ve konsolosluk mahkemelerinin yanında Nizamiye Mahkemeleri kuruldu. 1840’ta ceza, 1850’te ticaret ve 1857’de arazi kanunları çıkarıldı. 1857 senesinde Belediye Teşkilatı kuruldu.Eğitime büyük önem veren Padişah sadrazam ve vükelaya hitaben şöyle konuştu:* halkımın refah ve saadeti için düşün menizi emrediyorum. cahilliğin kaldırılması için, ulûm, fünûn ve sanayi öğretim mek*teplerinin kurulmasını ön planda sayıyorum.”Padişahın istekleriyle, Meclis bir kanun hazırladı. ilköğretim mecburi, ilk ve orta öğretim parasız oldu. 1845’te harp okulları üçe ayrıldı, ve Harb Akademisi açıldı.İlk ve ortaöğretim için 1847’de Öğretmen yetiştirmek üzere Darülmuallim, eğitime başladı ve okulun müdürlüğüne Ahmed Cevdet Paşa getirildi.
*Sultan Abdülmecit Devlette ziraati geliştirmek için 1847’de ilk defa Ziraat Mektebi ile Orman Mektebi açıldı. 1850’de Meclis-i Maarif-i Umumiye tarafından Encümen-i Daniş akademi, Türk dili üzerine çalışacak, halkın eğitimi için tercüme edecekti. Bu akademi tarafından Ahmed Cevdet Paşa’ya bir Türk tarihi yazma vazifesi verildi. 1860 da telgraf hatlarında çalışacak eleman yetiştirmek üzere Telgraf Mektebi kuruldu.Abdülmecid Han devrinde maliyede yenilikler yapıldı. İltizam usûlü kaldırıldı, vergilerin toplanması için eyalet ve sancaklara muhassıl memurları gönderildi. iltizam usûlünün, kaldırılması karışıklıklara ve devlet gelirlerinin düşmesine sebep oldu. Maliye Nazırı Saib Paşa zamanında, ilk defa, “kâime” adı verilen kâğıt paralar basıldı 1844 de ilk bütçe yapıldı.
*Sultan Abdülmecid devrinde birçok imar faaliyetleri de yapıldı. 1844 te bugün Galata Köprüsü olarak bilinen Mecidiye Köprüsü, onun zamanında yapıldı 1848’de Küçük Mecidiye Camii ve Büyük Mecidiye Camii, 1859’da Maçka ile Nişantaşı arasındaki Teşvikiye Camii yapıldı.
1851’de Şirket-i Hayriye denilen Boğaziçi vapurları işletildi 1860’da İzmir-Turgutlu arasında demiryolu yapıldı.*9 Eylül 1655 te Sultan Abdülmecit zamanında Kırım Harbi sırasında ilk telgraf hattı, İstanbul-Varna-Kırım hattı olarak döşendi .hat denizaltından gidiyordu. Kırım’dan İstanbul’a gönderilen ilk haber, Sivastopol’ün zaptı haberi idi. Osmanlı Devleti’nde telgraf hatları hızla geliştirilerek 1870 senesine kadar yaklaşık 36.000 kilometrelik bir hat döşendi. Dünya devletleri arasında beşinci sıraya ulaşıldı.*Beykoz Küçüksu ve Dol-mabahçe Sarayı Abdülmecid Han’ın saltanatında yapıldı. İstanbul’un çeşmeleri yaptırılıp eski eserler tamir ettirildi.
murataltug1985
04-09-2018, 06:56
Kaynak ahmetşimşirgil.com Abdülmecid Han
*Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmiâlem Valide Sultan da Yenibahçe’de Gureba Hastahanesi’ni, Dolmabahçe’de Va*lide Camii’ni, Bakırcılarda Büyük Sultani Lisesi’ni inşa ettimiş ve çok sayıda mescit ve çeşme yaptırmıştır. Osmanlı padişahları Türk hat sanatının gelişmesinde büyük rolleri vardır Hattatları himaye etmişlerdir Sultan Abdül-mecid, Osmanlı hattat padişahlarındandır Abdülmecid Han, sülûs nesih ve rikayı iyi derecede yazardı. Çok güzel celî hatları vardır.*İcazetini saray imamı ve Ayasofya hattatı Ka*zasker Mustafa İzzet Efendi’den almıştır.*“Vemâ tevfıkî illâ billâh aleyhi tevekkelti ve ileyhi ünîb” Hamden limen ketebe’l-levha bi’l-kalem …”
Topkapı Sarayı’nda teşhir edilen ve sultanın cüzü onun hat sanatındaki kabiliyetinin örneğidir.*Topkapı Sarayı’nda on sekiz, Türk İslâm Eserleri Müzesi’nde sekiz, diğer yerlerde yirmi olmak üzere toplam elli beş eseri tesbit edilebilmiştir. Kahire ve Şam gibi eski Osmanlı merkezlerinde de eserleri bulunur Seyyidinâ Hüseyin Camii’nde asılı levhada, “Şüphesiz Allah dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de” mealindeki Yunus Suresi 62. ayeti yazılıdır.*Aynı mescidde “Evlâd ü riyâlim içinde bana en sevimlisi Hasan ile Hüseyin’dir” anlamındaki*“Ehabbü ehli beytî ileyye el-Hasenü ve’l-Huseyn”*şek*lindeki hadis-i şerif hattı ile Ey Peygamber De ki, ben sizden dostluk ve yakınlıktan başka bir şey istemiyorum” mealindeki Şûra Suresi hat yazıları Abdülmecid Hanındır
Sultan Abdülmecit hattatları himaye etmiştir. Abdülfettah efendiyi Süleymaniye Camii’nin celî sülüslerini yazmakla görevlendirmiş ve kendisine Vezneciler’de büyük bir konak hediye etmiştir.
Abdullah Zühdi Efendi’yi Medine’de Ravza-i Mutahhara yazılarını yazmakla görevlendirmiş Ravza’nın duvar ve kubbelerindeki celî sülûs ayet, hadis ve kasideleri yazmıştır. onun cellerin toplamı 2000 metreyi bulmuştur. Bu dünya üzerinde, bir camide kuşak biçiminde bulunan en uzun mesafeli yazıyı ifade etmektedir.
Kaynak ahmetşimşirgil.com Abdülaziz Han
*Abdülaziz Han, 8 Şubat 1830 da II. Mahmud Han*ile*Pertevniyal Valide Sultanın evladı olarak dünyaya geldi. Doğumunda İstanbul’da bir hafta donanma şenlikleri yapılırken Yedikule’den toplar atıldı.gürbüz ve gösterişli bir bünyeye sahipti din fen ilimlerini Arapça, Farsça dinî bilgiler dedeleri gibi ata binmeyi, kılıç kullanmayı, güreş tutmayı, cirit at*mayı, en iyi şekilde öğrendi.Şehzadeliğinde serbest bir hayat sürmüş, tam bir muhafazakâr olarak yetişmişti.*Köşkünde at yetiştiriyor, güreş tutuyor, zekâsı, takvası ve gürbüzlüğüyle halkın sevgisini kazanmıştı. Atları, arabaları, hatta vapuru vardı.*Sultan Abdülmecid, Şehzade Abdülazizi takip ediyordu Buna rağmen Veliaht Abdülaziz, at üstünde şehirde dolaşmaya, halkla temas etmeye, Boğaz ve Marmara sa*hillerindeki gezintilerine tahta çıkıncaya kadar devam etmiştir. Sultan Abdülmecid, son Cuma selamlığında, yakalandığı verem hastalığından kendisini bitkin hissedince Veliaht Abdülaziz Efendi’ye Birader, benden hayır yok! Ben bayramlaşmaya nazırlara veda için çıktım. her şey sana kalacak. İnşallah başarılı olursun. Evlatlarımı sana emanet ettim. Onlara darlık çektirme!” diyerek nasihatte bulunmuştur
Veliaht Abdülaziz Efendi, ağla*maya başlamış, ağabeyi Abdülmecid Han kardeşine duyduğu şüphelerden pişman olarak şu itirafta bulunmuştu:*“Vükelâ bana ihanet ettiler. Seninle kardeşliğimi bildirmediler!”*Bu sözler, bir anlamda Veliaht’tan özür dilemekti
*vefat eden Abdülmecid Han’ın yerinde artık Abdülaziz Han vardı. On beş yılın sonunda trajik bir biçimde şehit edildi Sultan Abdülaziz devrini inceleyenler şöyle yazmaktadırlar:Sultan Abdülaziz Han, devlet için çok çalıştı. Devlet adamı yetiştirmeye uğraştı. Kışlalara gitti, askeri teftiş etti. Harbiye ile Bahriyede incelemeler yaptı. resmî yazıları dikkatle incelerdi. Devletin selametini düşünüp, tebeasının sevgisi için çalıştı. Devlet işlerini dikkatle dinlerdi.Sultan Abdülaziz Dürrünev, Gevherî, Edadil, Hayrandil, Nesrin, Mîr-i Şâh, adlı Kadınlarla evlenmiştir. yedisi kız, altısı erkek, on üç çocuğu dünyaya gelmiştir.Abdülaziz Han yakışıklı, tatlı ve güzel konuşan, anlayışlı zeki ve üstün ah*laklı biriydi *Sultan Abdüllaziz Hayatında sigara dahi içmemişti. Sigara içen ve işret edenlerden son derece nefret ederdi. kendi hizmetlerini sigara içmeyen hizmetkârlara yaptırırdı. Osmanlılığın şanından olan pehlivan beslemek, güreştirmek, atıcılık ve ava gitmek gibi işler yaptı. Büyük bir hayvanat bahçesi kurdu. Osmanlılığın şanına layık bir kahramândı ibret nümunesiydi. her hareketi devletin büyüklük ve vakarı içindi. Ona dost ve düşman herkes gıpta ederdi.güzel konuşur. en münasip cevabı verirdi. cevaplarından millî bir haz duyulurdu vakurdu, Askerlikten çok iyi anlardı Hakkıyla mareşal ve büyük amiral üniformalarını giyer, ordusunun, içinde bulunmaktan zevk duyardı.
*En büyük Prusya kumandanlarından Prens Karl Sultan Abdüllaziz için bir “Padişahınızın hem askerî bilgisi hem de askerî değerlendirmesi çok kudretli,” demişti. Prusya Alman devletinin en güçlüsü idi. paşalarımız, Fransız ordusunun dünyanın en kudretli ordusu olduğunu söylerlerken. Sultan Aziz, şöyle dedi, “Fransa ve Prusya orduları arasında fark var. Fransa-Prusya harbinde Prusya’nın kazanacağına şüphem yoktur.”
Padişah’ın ülkesinin ideal*lerini yüksek tutan, büyük bir devlet adamıydı Sultan Aziz, son devir tarihinin, en büyük şahsiyetidir. sanat ve kültür hususiyetleri itibarıyla kudretli, bir sanayie sahip, Avrupa, Asya ve Afrika ülkelerine yayılan büyük ve kuvvetli Türkiye idealinin de en büyük mümessillidir
*Sultan Aziz Güzel sanatlarda faaldir Şiir, hat, musiki ve resimle alakadar olmuş eserler vücuda getirmiştir. ileri görüşlüdür Sultan Abdülaziz, Rusyayı yenmedikçe, Osmanlı Devleti’nin büyük devlet olma vasfını devam ettiremeyeceğini tekrarlardı. Türkistanda Türklerle irtibat sağlayan Abdülaziz Han’ın desteğiyle devlet kuran Doğu Türkistan Türklerinden Yakub Han Halife’ye bağlılık bildirmiştir Abdülaziz Han, Kırım’ı geri almaya hazırlanmıştı. Donan*mayı Hint Okyanusu’na göndermiş, buraların hâkimi olan İngilizlere Osmanlı’nın varlığını ve kuvvetini kabul ettirmişti.
Sultan Aziz; ava, ciride, ata binmeye meraklıydı heybetli, sıhhatli, ve merhametli bir padi*şah idi. Kuvvetli bir edebî kültürü vardı. Şair ruhlu ve ressamdı. zeki ve hüsnüniyet sahibi olduğu, amansız düşmanlarınca itiraf edilmiştir.
*Sultan zamanında, Osmanlı dış borçlarının arttığı söylenmiştir. Fakat askerî ve iktisadî teşebbüsler için artışlar gerekliydi olmadığı görülmek*tedir. Zamanında borç parayla Beylerbeyi Sarayı’nı yaptırmış, ve başlanan Çırağan Sarayı’nı tamam-latmıştır. Ayrıca İzmit’te Av Köşkü’nü yaptırmıştır.
Sultan Abdülaziz Han’ın koç ve horoz dövüştürdüğü, yalandır tarihî hiçbir değeri yoktur. hayal mahsulüdür güreş gibi sporları teşvik ederdi. Türk güreşinin dünyada söz sahibi olmasını sağladı
murataltug1985
04-09-2018, 06:57
Kaynak ahmetşimşirgil.com Genç Osman
*Sultan Ahmed Han’ın en büyük oğludur, 3 Kasım 1604 de Mahfiruz Valide Sultandan doğdu. Şehzadenin ismi Osman konularak yedi gün yedi gece şenlikler yapılması ferman olundu. Çok iyi bir eğitim gördü. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca öğrendi. edebiyat, tarih, coğrafya ve matematik tahsili aldı.Genç yaşta tahta geçen Osman Han’ın cülusunu devrin büyük şâiri Nef’î şu mısralar ile tebrik eder Şahlar şahı, adaletli Osman Han’ın tahta cülusu ile Osmanlı mülkü taze hayat buldu Tahta geçtiği zaman on dört yasında idi. Faal ve çalışkandı yaşı icabı tecrübesizdi rehber devlet adamlarından yoksundu. Üzerinde valide sultandan başka hocası Ömer Efendi ile Darüssaade Ağası Süleyman Ağa etki sahibiydi.
*Sultan Osman Han, güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sahibi bahadır bir padişah idi. iyi bir binici, silah ve harp aletlerini kullanmakta mahir idi. Şecaat ve binicilikte akranı az olup, şirin çehreli ve güzel tavırlı idi.dünyanın süsü olan bir padişahtı Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıktı etrafında tecrübeli, akıllı ve sadık bir yakını yoktu sonu hazin oldu istikbal için hayırlı düşüncelere sahipti. cesur ve akıllıydı. İngiltere genç padişahı şöyle anlatır Osman mağrur, yüksek ruhlu ve cesurdu. Hıristiyanların can düşmanıydı Atalarının seferlerine imrenmekte , büyük işler planlamakta ve namını hepsinin üzerine çıkarmak için gayret sarf etmekte idi.”reformcu bir devlet adamıydı Osmanlı otoritesini yeniden hakim kılmak istiyordu.
*Genç Osman Merkez ve taşra ordusunu için çalışmalar başlatmıştı. Kapıkulunda savurganlığı önleyici tedbirler almaktaydı. Taşrayı denetim altına almak istiyordu. Reayayı Cenâb-ı Hakk’ın emaneti görüyordu.yakınları, büyük proje adamı bu genç fakat tecrübesiz padişahı, hatalara sürükledi. Darüssaade Ağası Süleyman Ağa’nın da telkini ile Hotin Seferi öncesinde altı erkek kardeşinden en büyüğü olan Şehzade Mehmed’i öldürttü Genç padişahın ocakla çekişmesi girmesi telkin ve uyarıları dikkate almaması hayatına mal olmuştur
ihtilâl önlenememiştir. Padişah devlet adamları ve ulemaya kulak asmamış, karşısındaki askeri gücü küçümsemiştir. işler çıkmaza girmiştir. O, son ana kadar başsız askerin dağılacağını düşünmüştür.*İsyan büyüyünce devlet adamları ve ulema, asker tarafından istenen devlet adamlarının feda edilmesinin, doğru ve isabetli olacağını padişaha hatırlatmışlar, fakat padişah kabul etmemiştir.Şeyhülislam Esad Efendi ve zamanın ünlü şeyhi Aziz Hüdâyî onu ikaz etmiş Şeyhülislam, padişahın hacca gitmekten vazgeçmesi yönünde fetva çıkartmış, Aziz Hüdâyi ise padişaha tavsiyelerde bulunmuştur. Fakat o, kulak asmamış, hocası Ömer Efendi ve Darüsaade Ağası Süleyman Ağadan başka hiç kimseyi dikkate almamıştır.
Genç Osman geleneğe önem vermemiştir Fatih döneminden beri hür kadınlar yerine cariyeler ile evlenildiği halde. Genç Osman, bu cariyeleri evliliğe kabul etmemiştir. Bütün karşı çıkmalara rağmen, Şeyhülislam Esad Efendinin kızı ile evlenmiştir. hacca gitmeye karar vermiştir
*Genç Osman’ın öldürülmesiyle Osmanlı Devletinde ilk kez kötü bir gelenek başlatılmıştır. devlet adamları menfaati gereği askeri kullanmıştır asker siyasetin içerisine çekilmiştir devlet dışarıdan çok içeriyle meşgul olacak gücünü ve kudretini kaybedecektir. Osmanlı tarihinde yenilik ve ıslahat hareketleri engellenecektir Genç Osmana karşı gerçekleştirilen ihtilâl hareketi gelecek dönemlere de sirayet etmiştir. memlekette yenilik ve ıslahat yapmak isteyen büyük hükümdarlar ve vezirler yenilik uğruna tahtlarını ve başlarını vermişlerdir.
murataltug1985
04-10-2018, 06:58
Kaynak ahmetşimşirgil.com IV. Murad
*Sultan IV. Murad, Osmanlı sultanlarının on yedincisi İslam halifelerinin seksen ikincisidir. Sultan Ahmed Han’ın oğludur 27 Temmuz 1612’de Mahpeyker Kösem Sultandan doğdu.En mümtaz şekilde terbiye edildi. Enderunda dersler aldı. Kösem Sultan, oğlu Murad’ın şehzadelerden üstün olması için çok gayret gösterdi.Şehzade Murad . ilimli süratli, planlı atik ve çevikti çabuk yetişti ok atmayı, ve ata binmeyi öğrendi. âlimlerden fıkıh öğrendi Babası Sultan Ahmed Han’ın vefatıyla, devlet otoritesi sarsılmış, îslam düşmanları hücuma geçmiş yeniçeri, bozulmuştu*Sultan Murad Han, çocuk yaşta saltanata yabancı kalmamak için her işi öğrenmek istiyordu. Çok zeki ve anlayışlı ve hafızası kuvvetliydi, yaşı ilerledikçe devlete alâkası artıyordu. ilim öğreniyor, tarih okuyor, dedelerinin hal ve hareketlerini, inceliyordu.
Dedelerinden Yavuz Sultan e özeniyor, onun gibi kendisini yetiştiriyordu. Onun gibi bilgili, onun gibi güçlü kuvvetli, onun gibi korkusuz olmak için çırpınıyordu. halkın sohbetini dinler.ve incelerdi, insanların kimden zarar gördüğünü, ve zulüm merkezlerini tek tek tespit etti.Sultan Murad, uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kemikli, koyu kumral saçlı, kara gözlü, beyaz tenli, simaca heybetli idi. Harikulade bir kuvvete malikti. süratli ve maharetli ok ve yay kullanırdı.
*Sultan Muradın Attığı ok ve harbelerle kalkanı böler, iki yüz okkalık gürzü sallayarak idman yapardı. cesareti, keskin zekâsı, askerî dehası, askerlerince çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık gürzleri kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı ok, tüfek mermisinden uzağa düşerdi. Devrinin silahlarını en iyi şekilde kullanırdı. zekâsı ve hafızası kuvvetliydi
memleketin en karışık devresinde hükümdar olmuştu. Ağabeyi Genç Osman bir isyanda şehit edilmiş zorbalar devleti ele geçirmişlerdi. halka zulmediyorlardı. Murad Han yirmi yaşında devlet dizginlerini ele alınca zorbalara karşı acımasız bir kıyım yaptı. Zorbalıkla devlete gelenlerin hakkından geldi. Osmanlı Devleti yeniden canlandı
*Sultan IV. Murad kendisinden elli dokuz yaş büyük olan Şeyhülislam Yahya Efendi’ye, “Baba” derdi onu baba bilir ve her sözünü kabul ederdi.
Dinin hükümlerini Arapçaya ve Batı dillerini bilirdi. memlekete vâkıftı.*ilim sever, ilim meclislerine giderdi Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi gibi âlimleri teşvik etti Murad Han’a, tarikat erbabı kötülenmişti. Padişah tasavvuf ehli âlimlere tarikatları sordu üç gün içinde yirmi sayfalık risale yazıp arz ettiler Şeyhülislam Yahya Efendi ve önde gelen âlimler uygun gördü tasavvuf ehli sıkıntıdan kurtuldu.
Dünyada ilk defa uçuş denemesi sultan murat zamanında İstanbul’da yapılmış; Hezarfen Ahmed Efendi, Galata Kulesi’nden Üsküdar’a kuvvetli bir lodos rüzgârıyla uçmuştur.
*dünyada ilk defa fişek usulü ile füze tecrübesi de Hasan Çelebi namındaki bir Türk sanatkârı tarafından tecrübe edilmiş ve barut macunu ile imal edilmiştir. füzenin muharebede kullanılması teklifini padişahın, çok adam kırdıracağını, zulüm ve günah olduğunu söyleyerek reddetmiştir sultan murat Kur’ân-ı Kerim okumayı ve ibadetlerini ihmal etmezdi. Dedesi Yavuz Han gibi o da Hırka-i Saadet dairesinde Kur’ân okurdu. ilmî tartışmalar yapardı. Cumartesi geceleri ilahi dinlerdi. Pazar geceleri Cevrî, Nef’î, Arzî, Nedim, gibi şâirlerle sohbet ederdi. Pazartesi gecesi damadı Muslî Çelebi, Mukallit Cifit Hasan, Akbaba,
gibi hazır cevap kişileri toplar ve eğlenirdi.
*Sultan Murat Salı gecesi güngörmüş ihtiyarlar ile sohbet ederdi Çarşamba gecesi salihler ve hayır sahipleriyle, Perşembe gecesi dervişler, macera sahibi ve maarif erbabı ile sohbet ederdi. Her sabah divana çıkar ve Müslümanların işlerini görmeye çalışırdı.Evliya Çelebi, Osmanlı sülalesinde böyle zapt edici, bağlayıcı, adil, sert ve şiddetli, eşkıya düşmanı, Zaloğlu Rüstem gibi kuvvetli, yiğit ve cesaret örneği bir padişahın gelmediğini rivayet ederdi.IV. Murad devlet erkânına ve ulemaya sert ama adil davranırdı halka zulmedenlere göz açtırmazdı parasız bir şey alınmamasını emretmiştir. kadıların hakkaniyet üzere hüküm vermelerini de öğütlemiştir.
murataltug1985
04-10-2018, 06:58
Kaynak ahmetşimşirgil.com IV. Murad
*Sultan Murat Güçlü bir iradeye ve hafızaya sahipti. şüpheciydi.suçlulara merhametsizdi ve çok eşkiya kanı döktü amacı zulmü önlemekti asayişi gözetdi. İç huzura önem verdi halk, rahat ve emniyet içinde yaşadı Bu “… Dünyada onun isteğine karşı çıkabilecek kimse kalmadı. birinin ektiğinden başka bir kimse bir dane bile alamadı.”Kanunî sonrası en büyük Osmanlı padişahıydı Murad Han, dedesi Sultan Selime benzemeye çalışdı. Gerçekten de birçok vasıfları onunla uyuşurdu. Yavuz’un sahip olduğu kıymetli devlet adamlarına malik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefatında ise on beş milyon altın olup gümüş paranın hesabı yoktu.*Sultan murat zamanında Avrupada istihbarat ağı örülmüştü. Avrupalıların en gizli sırları, Osmanlı sarayına ulaşıyor, yaban diyarda kuş uçurtulmuyordu. Tahta çıktığında neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri varken, vefatında itaat altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu.Murad Han, bozulmuş devlet nizamını
Düzeltti Tımar sistemini düzene koydu. İsrafın önüne geçti Sipahilerden zorbalıkla ele geçirdikleri evkaf idaresini ve diğer hizmetleri aldı. Sipahileri intizam ve itaat altına alarak, bozguncuların toplandığı yerleri kahvehaneleri kapatarak asayişi temin etti. yeniçeriliği ıslah etti.Asayişin bozulduğu, kudretin zorbaların elinde bulunduğu zamanda başa geçen IV. Murad Han, vefatında, huzurlu ve itibarlı bir devlet bıraktı
*Avrupa’ya hiç sefer yapmadığı halde, masumları katleden Avrupa Muhteşem Sultan’a itaat etmek için birbirleriyle yarıştılar. En küçük suçları bile memleketin selameti için cezalandırmaktan çekinmeyen sultan IV. Murad Han’ın merhameti çoktu. Savaşda otağının yanına kurdurduğu seyyar hastanelerdeki yaralı ve hastaları ziyaret ederdi. fakir ve yetimlerin aç ve açıkta kalmaması için gayret gösterir, emrine uymayanları şiddetle cezalandırırdı.Askeri kendisinden ne çekinir sever ve takdir ederdi. Bütün seferlere askerle beraber katılmış onların yediğini yemiş, yattığı gibi yatmıştır. büyük kumandanlar gibi, onların kalbini teshir etmiştir. Kudreti ve kuvvetini ordusu takdir etmiştir. *vefat ettiği zaman, saray ve devlet ahali ve asker ardından çok gözyaşı dökmüştür.Din ve devlet menfaatine iş yapanı mükâfatlandıran Sultan Murad Topkapı Sarayında Revan ve Bağdad Köşkü gibi nadide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar hayır eserleri inşa ettirdi. Boğazda saray yaptırıp, oğlu Muhammed’in doğumunda yedi gece kandiller asılıp şenlikler yapıldığından, buraya Kandilli denildi. Bağdad’ı fethedince, İmam-ı A’zam ve Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri’nin türbelerinin tamir ettirdi. Kâbe-i Muazzama’yı su basması üzerine, tamir etdirdi.Din ve devletin menfaatine ters düşeni affetmedi zulüm ve hıyaneti, emre itaatsizliği şiddetle cezalandıran Sultan Murad hassas bir kalbe sahipti. Çok güzel şiirler yazdı ve şâirleri himaye etti.IV. Murad Han devrinde âlim, şâir, tarihçi ve sanatkârlar yetişti kıymetli eserler meydana geldi katip çelebi bunların başındadır Nef’î bir beytinde IV. Murad Han’dan şu şekilde bahsetmektedir:Geçmiş padişahların tarzları sana nasıl benzer.
Anka’nın uçuşu ile Çekirge’nin uçuşu bir midir?
murataltug1985
04-10-2018, 06:58
Kaynak ahmetşimşirgil.com İbrahim Han
İbrahim Han Osmanlı padişahlarının on sekizincisi olup seksen üçüncü İslam halifesidir. Sultan Ahmed Han‘ın oğlu olup 5 Kasım 1615 Perşembe günü Kösem Sultandan doğdu. Sarayda iyi bir tahsil gördü. babasının vefatından sonra ağabeyi*IV. Murad Han‘ın saltanatında korkulu bir hayat sürdü. kardeşleri Bayezid, Süleyman ve Kasım, Murad Han tarafından öldürülmüşlerdi. Kendisinin de bir gün öldürüleceği korkusu Aklî dengesini bozmuştu 9 Şubat 1640 ta IV. Murad Han’ın ölümüyle tahta çıktı. yirmi beş yaşındaydı. Ağabeyi Sultan Murad’ın ölümünde, hayatta kalan tek Osmanlı şehzadesiydi.
Naima, Sultan İbrahim’i vücut ve simaca IV. Murad Han’a benzetmektedir. “Heybetli, güzel yüzlü bir devletlû idi. Aceleci ve, hızlı konuşurdu. işin derhal yapılmasını isterdi Fevkalade cömertti para dağıtmakta ileri gitti, bütün yakınları fukaralıktan kurtulmuşlardır Solakzade’ye göre “Münevver yüzlü, iri siyah gözlü, orta boylu, yassı burunlu,” idi.
Sultan İbrahim’i heybetli, şevketli, boylu posluydu cömertti Saltanatında hazineyi açıp, bol bol ihsanda bulundu Devlet işlerinde etki altında kaldı Cinci Hoca, Şekerpare Kadın ona yaklaşarak rüşvetler yiyip devlet görevlilerini kendi hizmetlerinde kullandılar Sultan İbrahim, çok cömert ve lütufkârdı maliye düzeltilip milletin kıtlık çekmemesi için fermanlar çıkarıldı.
Padişah divan ile ilgilendi Eyaletlerden haber alamamaktan üzüntü duyardı. sadrazamın kendiliğinden iş yapmasına müsaade etmezdi. beylerin zalim olmamasına, halka zulüm yapılmamasına, dikkat ederdi. Tayin edilen paşaların derhal göreve başlamasını isterdi.
Halka zulüm yapanı ortadan kaldırırdı Eşkıyayı takip eder, müsamaha göstermezdi.tebdil-i kıyafetle dolaşır ve eksikliklere tedbirler düşünürdü.*Bir gün yine tebdil-i kıyafetle İstanbul’da dolaşıyordu. ekmek kuyruğunu görünce, sadrazama, “Sen ki lalamsın, İstanbul’da ekmek almak için bekleyenler gördüm, Tebaa-i şahanemden hiçbirisinin ekmek almak için bir dakika dahi beklemesine rıza-yı şahanem yoktur. mukayyed olasın… Ve illa başın keserim,” diye yazdı.*Ertesi gün İstanbul’da ekmek kuyruğu kalmadı.
murataltug1985
04-10-2018, 06:59
Kaynak ahmetşimşirgil.com yavuz han
*Dokuzuncu Osmanlı padişahı Sultan Selim’in babası*sultan II. Bayezid Han, annesi*Dulkadıroğlu Alaüddevle’nin kızı Aişe Hatun‘dur. 10 Ekim 1470’de Amasya’da doğdu.dedesi Sultan Mehmed Han’ın terbiyesinde yetişti. Kuran-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh fen Arabî ve Farisî’ye öğrendi Çok çevik ve zeki idi. Bir defa dinlediğini unutmazdı. Spora meraklıydı. Ata binmek, güreş tutmak, ok atmak ve kılıç kullanmak hususunda büyük maharet sahibiydi Babası Bayezid Han padişah olunca askeri sevk ve idare öğrenmesi için Trabzon’a vali tayin edildi. Trabzon’da devlet işleri ve ilimle uğraştı edebiyat ve tarih ile ilgilendi.
*Trabzon Eyaletini çok güzel idare eden şehzade Selim’in komşu devletler ile münasebetleri oldu.
Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. en meşhuru 1508 Kütayis seferidir. Kars, Erzurum, Artvin illerini fethederek Osmanlı topraklarına kattı. Gürcüler onun âdil idaresine hayran kalarak Müslüman oldu.
Akkoyunlu Devleti’ni yıkarak Şii-Safevi devletini kuran Anadoluda yıkıcı emeller besleyen Şah İsmaile mâni olmaya çalıştı. Erzincanda Safevi ordusunu bozguna uğratarak, komutanları İbrahim Mirza’yı esir aldı. Bu cevvaliyeti ile Anadolu’da halk arasında ve yeniçerilerce bir destan kahramanı gibi sevilip sayıldı. Tahta geçmesinde bu faaliyetlerinin büyük rolü oldu.Sekiz yıl saltanat süren Selim Han; uzun boylu, iri kemikli ve omuzları genişti Yüzü yuvarlaktı. Yüce bir himmet, sağlam azime sahipti
*keskin zekaya ve ileri görüşlülüğe sahipti silahı mükemmel kullanırdı, harp mahareti ve süratli manevra ve kuvveti ile bir kahramandı üstün meziyetlere sahipti.İslamiyete bağlıydı bid’atleri yok etti En büyük ideali Müslümanları ve İslamı bir bayrakda toplamaktı. gece gündüz çalıştı babasından devraldığı devleti iki kat büyüttü. Akıllara sığmayan muazzam fütuhat dört yıl gibi kısa bir sürede tamamladı Doğu-Anadolu’da Safevilerden Erzincan, Kemah, Ayıntab, Mardin, Urfa, Diyarbekir ve çevresi, Ramazanoğulları’na ait Adana, Tarsus ve havalisi, Memlüklerden el-Cezire, Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz’ı alarak ülkesine kattı. İslam âleminin manevi hükümdarlığı mânâsına gelen halifeliğe sahip olarak Osmanlı hükümdarlarının mevkilerini yükseltti
*Mekke ve Medine Osmanlı Devleti idaresine girdi Selim Han’ın m Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn’ İki şerefli beldenin hizmetçisi ünvanını alarak İslam âleminde osmanlı devletine olan hürmet ve itibarı artırmıştır.hedefi Safevileri ortadan kaldırıp Orta Asya’yadaki sünnileri nüfuzu altına almaktı Anadolu’daki parçalanmanın devleti düşürdüğü bunalımları görmüştü en devleti için gördüğü en büyük tehdit, Müslümanların birlik ve beraberliğinin bozulmasıdır. devlet işinde vezirlerinin fikirlerinden istifade ederdi. Uzun süre düşündükten sonra son kararını verir ve asla dönmezdi. vazgeçmek isteyenleri şiddetle cezalandırırdı.İrade ve azim kudreti, ve yüksek dehasıyla babasının devrinde durgunlaşan idareyi hareketli ve cevval bir hale getirdi. Buna mâni olmak isteyenleri tepelemiştir.
murataltug1985
04-10-2018, 06:59
Kaynak ahmetşimşirgil.com yavuz han
* Sultan Selimin Muazzam bir casus teşkilatı vardı. dış memleketlerden mâlumat alırdı. takibat yapardı. uygunsuz haberler aldığında “Siz işlere bakmıyorsunuz!” diyerek vezirleri hapsettirirdi.
celal sahibiydi Şahidi olduğu olayları cezalandırırdı iyice araştırmadan vermezdi. Fikrini açık söyleyene kızıp söylenerek dinler ve hak sözü kabul ederdi.
Sultan Selim’e Amasya’da Şeyh Mehmed’in “Sultan Korkud sağdır” diyerek propaganda yaptığını bildirdiler. Bunun üzerine padişah, şeyhi hapsettirdi.Şeyh Mehmed Efendi muhterem bir zâttı. veziriazam Pîrî Paşa padişaha gelerek Şeyh Mehmed hakkındaki sözlerin asılsız olduğunu arzetti. Sultan Selim Han da ehl-i vukuftan birisini gönder’ diyerek tembihledi.*Celalzâde Mustafa Çelebi’yi gören Pîrî Paşa: padişahın yanına gitmesini bildirdi. Padişahın huzuruna çıkacağını duyan Celalzâde büyük bir heyecanlanarak arz odasına girdi.Sultan Selim Celalzâde’ye Gümüşlüoğlu’nu nasıl bilirsin? Cevher veya meder midir? Diyince Mustafa Çelebi de:Evliyalık menbaının, kaynağı cevheri ve nefisle mücadele meydanının hâlis eri, bir ulu kişi bilirim” diye cevap verince padişah Ulu mu! Ulu mu! Ulu mu!”*diyerek üç kere tekrar hiddetle sormuştu.hiddeti geçince yumuşak bir şekilde Celalzâdenin yevmiyesini arttırmıştır sonra da:Şeyhe selam söyle, hatırını hoş tutsun”*diyerek Gümüşlüoğlu’na göndermiştir. Ve şeyhi serbest bırakmıştır
*Padişahın adamları isabetliydi. Çaldıran Muharebesinde en küçük rütbeli şahıs olan Pîrî Mehmed Çelebi’yi keskin görüşlerinden takdir etmiş ve onu ‘veziriazamlıka yükseltmiştir. Değerli adamlara itimadını her zaman muhafaza ederdi söylentilere asla kulak asmazdı.Memleketin genişlemesi üzerine veziriazam Pîrî Paşa yardımcı vezir, olarak Rumeli beylerbeyisi Çoban Mustafa Paşayı istemiş Selim Han Ben deli olmadım, öyle bir adamı tayin edeyim”*diyerek kabul etmemişti.
İki ay geçtikten sonra Pîrî Paşa ricasını tekrar etmişti. Bunun üzerine padişah:Madem ki istiyorsun, öyleyse senin vezirin olsun”*diyerek Mustafa Paşa’nın vezirliğini istemeyerek de kabul etmişti.*Beş ay sonra Mustafa Paşa, Pîrî Paşa’nın arzlarının yanlış olduğunu ileri sürerek Padişaha veziriazamın şikayet etmişti Sultan Selim, büyük bir kızgınlıkla elindeki okla Mustafa Paşa’nın başına vurarak Bre mel’un! Bunca zamandan beri hizmetimi gören Türkün doğru veya yalanını bilmez miyim? sen benim vezirim değilsin. Onun vekilisin ve bu rütbeye onun arzıyla nail oldun”*diyerek öldürmek istemişse Pîrî Paşa’nın ricasıyla kurtulmuştur.Selim Han’ın devlet işlerinde titizdi hata edeni affetmezdi siniri vezirlerini korkutur, işlerini ciddiyetle takib ederlerdi vezirler Selim Han’a vezir olan rakip çabuk gider bize de ikbal yolları açılır, derlerdi.
*Selim Han’a vezirlik etmek sultanın şiddet ve gazabından korkan ve her an ölüm tehlikesi geçiren Pîrî Paşa Padişahım, eninde sonunda bir bahane ile beni öldüreceksiniz. Hemen halâs etsen münasiptir” deyince Selim Han gülmüş ve Benim dahi muradım odur. Lakin yerini tutar adam bulunmaz. Yoksa seni muradına eriştirmek kolaydır”*demişti. Padişah, “yerine geçer adam bulunmaz” diyerek Pîrî Paşa’ya kadirşinaslığını göstermişti Bu büyük devlet adamının sekiz yıllık kısa saltanatı baş döndürücüdür İki buçuk milyon kilometrekarelik devletini dört yılda altı buçuk milyon kilometrekareye çıkarmıştır. tarihin en büyük cihangirlerindendir*Yıkıcı Şiileri Anadolu’dan atmış ve vurduğu müthiş darbe ile İran’ı Türkiye için tehdit olmaktan çıkarmıştır. İkiyüz elli yedi yıldır devam eden, Timur Han’ın fethe müyesser olamadığı Memlüklü Devleti’ni iki meydan savaşı ile tarihe gömmüştür. İslam halifeliğini alarak Osmanoğullarına büyük bir prestij ve manevi güç kazandırmıştır. Cezayir’i himayesine alarak İspanya ile karşılaşmıştır Büyük ideallerin adamı Selim Han’ı uleması ve ne askerleri anlayamadı. büyük ülkücü hükümdar gayesine ulaşamadan öldü’*genç yaşta ecel kendisini teslim almasaydı ‘Muhammed aleyhisselamın şânı bütün âlemi kaplayacakdı’
cihangir padişahın son seferinin neresi olduğu belli olmamış, Avrupa seferi diye yansımıştır.
Bu devlet yıkılır mı?
murataltug1985
04-11-2018, 07:06
Kaynak ahmetşimşirgil.com yavuz han
*Selim Han muazzam imparatorluğunu düşünür tedbirler** geliştirirdi. Bir gün fethettiği vilayetler ile devletinin kudret ve azametini düşünerek Pîrî Paşa’yı* çağırır ve lalam! Allahü tealanın izn-i inayetiyle Mısır’ı feth eyledik. Haremeyn-i şerifeyn hükmümüz altına girdi. Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn unvanıyla muazzez ve mükerrem olduk.Allahü tealanın lütf u ihsanıyla feth u nusretler müyesser oldu. emrimize muhalif hareket edecek* güç yoktur. devlete zeval ihtimali var mıdır?”diyince Akıllı* zât* Pîrî Paşa:
Devletlü padişahım! Şimdiki hâlde zeval yoktur mümkün değildir Lâkin devletlü Padişahım! üç haslet evlad-ı kiramlarınız zamanında peyda olursa devletin ihtilali mukarrerdir, kaçınılmazdır.”
*Selim Han üzüntü ve elemle piri paşaya* kızgınlıkla Bre kara Türk hazine mi ek******? Kullarım mı ek******? Cebehanemde at ve katır mı ek******** her nesnem kemal kuvvetinde iken eksik nedir Devlet-i Aliyye’ye zeval sebebi ola!” deyince, Pîrî Paşa:Devletlü Padişahım! Hakk teala ömür ve devletinizi şevketle günden güne ziyade eylesin. Hazinen ve kulların silahların ve mühimmatın ve mükemmeldir. eksik yoktur.Hakk teala hazretleri göstermeye, saltanatınızda ol üç şey ortaya çıkmaz; lâkin evlatlarınız ahmak veziriazama düşerse rüşvet kapısı açılıp mansıplar ehline verilmez ise hükümet edenler avretlerinin muratları ve arzuları üzere hareket ederse, ol zaman devletin inkırazı mukadder olur.”
*Selim Han askerin nizam ve intizamına* değer verirdi. Askerliğe aykırı davrananlara tahammül göstermezdi. Askerin az, öz temiz ve disiplinli olmasını isterdi. Teknolojiye çok mühimdi
Mısır seferinde defterdar, bir bezirgandan altmış bin altın para borç bulmuş sıkıntı giderilmişti. defterdar borcu ödemek üzere bezirganı davet etti. bezirgan Ey efendi Verdiğim altın tamamen devletimin olsun.demiştir bezirgan sultan selimin defterdarına* oğluma cebecilik ihsan olunsun” diyerek arz u niyazda padişah Yüksek ceddimin ruhu içün hepinizi katlederdim. Fakat Haremeyn-i Şerifeyn hakimi Sultan Selim bir bezirganın malına tamah edip, onu katletmiş,* vezir ve defterdarının günahsız kanına girmiş diye yayılır. Bundan sakınırım. Yoksa hepinizi gazap kılıcıma lokma ederdim. Tiz bezirganın parasını verin ve yanlış işleri bana getirmeyin. her kim benim temiz askerlerim arasına yabancı sokmaya kalkarsa felah bulmasın” diyerek hiddetini dile getirdi.
*Sultan selim İlme ve âlimlere hürmetkardı
Geceleri dört saatten fazla uyumaz, vaktini ilimle* geçirirdi. Okumaya meraklı* savaşta seyyar kütüphanesi* bulunurdu. okur ve dinlerdi.
Kemal Paşazâde, Osmanlı Tarihi eserini onun emri ile yazmıştır. Mısır’dak Hind ve Çin haritaları yaptırılmıştır.Âlimlere hürmetkardı. Mısır dönüşünde Kemal Paşazâdenin atının ayağı ve çamurlar sultanın kaftanını kirletmişti.Kemal Paşazâde üzülmüş, ve mahcup olmuş Onu gören Selim Han:Üzülmeyiniz hocam. Âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, üzüntü değil; bir iftihar vesilesidir.” Sonra adamlarına “Alınız bu çamurlu kaftanımı, öldüğüm zaman üzerime örtünüz” diyerek ilgililere teslim eder. Yüzyıllardır beri bu kaftan, bir camekan içerisinde Selim Han’ın sandukası üzerinde durmaktadır.
*Selim Han celalli olmasına rağmen hak sözleri kabul eder ve kararlarından vazgeçerdi. Meşhur müftü Zenbilli Ali* Efendi ile olan diyalogları meşhurdur. Selim Han, Topkapı Sarayı hazinesindeki* yüz elli kişiye sorumsuzluklarından* dolayı gadaplanarak öldürülmeleri konusunda emir vermişti.Müfti Zenbilli Efendi Saadetlü padişahın yüce tahtına iletilecek sözüm vardır” diyerek
Devletlü Padişah! hazretlerini vebal ve günahtan saklaya İşittiğime göre küçük bir günah sebebiyle nice kullarınızın katline ferman buyurmuşsunuz. Bundan vaz geçmezseniz Allahü tealanın indinde mesul olursunuz.”Selim Han Şeyhülislam’ın* ikaz edici tavrına ve* alınmış ve kızmıştı.“Bu iş saltanatın işidir. Âlimler karışırsa devlet kargaşaya uğrar. Sorumsuzluklara göz yummak, ve bu işlere karışmak göreviniz* değildir” dedi.
*Müfti zebilli ali efendi sultan selimin topkapı saray defterdarlarını öldüreceğini işitince sultana Ben saltanata karışmam. ahiretiniz* vazifemdir. sükût etsem günahkâr olurum. Emr-i ma’ruf ve nehy-i münker bana lazımdır. İslamiyetin emir ve yasaklarına uymakta Hakk tealanın kulları birdir. Hakk teala her günahın had cezasını takdir etmiştir. Bu miktar suç için Hakk teala katl emretmedi. ahiretde padişahımdan sual olunur.”diyince
Padişah sözlerin hak olduğunu Allah rızası için söylendiğini bilip kızgınlığı geçti. Ve suçluları Affetti
murataltug1985
04-11-2018, 07:06
Kaynak ahmetşimşirgil.com yavuz han
*Sultan Selim zenbili ali efendinin nasihatleriyle istanbuldaki defterdarların katlinden vazgeçmişti Müfti zenbilli Efendi* Padişahım ahiretiniz ile ilgili hizmeti yerine getirdim. Mürüvvetle ilgili bir sözüm daha var” dedi. Affettiğiniz kulların, vazifelerinden ayrılıp muhtaç kalmaları el açmaları padişahlığın şanına layık mıdır? Diyince Padişah onun şefaatini kabul edip, istanbul defterdarlarını göreve iade etti
*Selim Han Edirne’ye gelişinde Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi onu uğurlamaya geldi dört yüz kişinin elleri bağlıydı. niçin ellerinin bağlı olduğunu* sordu. ‘Padişah ülkede ipeği yasaklamıştı. Bunlar yasağa uymadıkları için cezalandırılacaklar’ dediler.Zenbilli Ali Efendi, Selim Han’a emrine katılmadığını ve İnsanların üçte birini yola getirmek için üçte ikisini yok etmek mübah değil midir?” diye sordu. Padişah hükümdarın buyruğuna karşı gelmek kargaşadır padişah ki emri memleketinde geçmeye,* ülkesinin çökmesi pek yakındır.” dedi.
*Sultan Selim ipeği yasaklamıştı ipek satan 400 kişi cezalandırılacaktı şeyhülislam zenbilli Ali* Efendi padişahı uyarınca Padişah hiddetlendi“Senin saltanatta söz söylemen vazifen değildir. İşine bak!” dedi. Zenbilli Ali Efendi üzülmüş ve Bu husus ahiret işlerindendir ve vazifemdir. katle büyük vebal vardır” diyerek selam vermeden hiddetle padişahın yanından ayrıldı.
padişahın gazap* köpürdü kızgınlığını bastırıp* tutukluları af ederek İslamiyet’e bağlılığını herkese göstermiş oldu.*Sultan Selim Zenbilli Ali Efendi’ye Rumeli ve Anadolu kazaskerliğini verdi. Sultan Selim şöyle diyordu Dini meselelerdeki titizliğin dürüstlüğün ile insaf ve anlayıştaki olgunluğun bilinmekle kazaskerliği sana verdim her doğru söze kulağımı kabarttım Zenbilli Ali Efendi ise padişaha şu cevabı yazdı.Eşi olmayan padişahımın emrine uymanın* görev olduğu bilinmekte ve âlimlerin zihinlerine nakşedilmiştir lâkin hükmetmemek için Rabbime söz vermiştim. ahdimizi korumak yüzünden,* kusurumuzu af buyurmak, duacı kulunuzun en büyük ricasıdır. Ümit ederim ki, padişahımın affı olmuş ola.”diyerek görevi reddetti
*Selim han Dini* korumak için mal ve mevkiden kaçan büyük alime zenbilli Ali efendiye son derece hürmetkardı ve ona duacıydı Selim Han celalli bir padişahtı hukuk ve dine bağlıydı Selim Han
âlimlerle latifeler yapmaktan da geri durmazdı. Mısır fethettiğinde Hasan Can’a rüyada* Bedahşi hazretleri beyaz kepenek giymiş üstüne kuşak bağlamıştı.yolculuğa çıkacağını söyleyip vedalaştı. Hasan Can rüyayı şöyle tabir etti Bu durum şeyhin göç ettiğine delildir. pîr-i fanilerin yolculuğu ahiret seferi için vedalaşmalarına* ol işarettir” dedi. Selim huzursuzlanmıştı. gazaplanarak Rüya yoruma bağlıdır Şeyh’e bir hal olursa, tabirinin etkisine bağlarız. Cezalandırılmayı hak edersin” dedi.
*Hasan Can* padişahı incittiğinden üzülmüştü. padişah, hocası Halimi Efendiyede rüyasını nakletti ve: hocama bir hâl olursa Hasan Can ne eyler, Cezalandırılması gerekmez mi?” dedi. Hasan Can Utancından başını eğdi Padişahım düş geceniz* kaydolunsun.* şeyhe bir hal olmuş ise düş Önce ise cezama ferman buyrula” dedi.Selim Han rüyasının gecesini yazdılar.Birkaç gün sonra şeyh rahmet diyarına göçtü Selim Han’ın gördüğü rüya Muhammed Bedahşi’nin vefat* gecesine rastladı rüyayı doğru yorumlayan* Hasan Can kıymetli bir hilat ve iki yüz dinar altın hediye ile sevindirdiler.
murataltug1985
04-11-2018, 07:07
Kaynak ahmetşimşirgil.com yavuz han
*Muhammed Bedahşi hazretleri Şam’ın ileri gelenlerini huzuruna çağırmış sultan selim için şöyle diyordu Ey Şam-ı şerifin* halkı! uğurlu ve kutlu padişahı* kerem sahibi yüce yaradan göndermiştir. Hakk’tan bir rahmettir. Zalim idarecilerin elinden sizi kurtardı. merhametli bakışlarını bu belde üzerine çevirdi size hâkim eyledi. Sakın ola ki onun itaat halkasından çıkarmayasız.* dua ve selamımı, yüce padişaha iletesiniz.Selim Han Muhammed Bedahşi hazretlerinin övgü ve muhabbet dolu sözleri ve dualarına mazhar olması karşısında gözyaşlarına engel olamamıştı.*Yavuz Sultan ihtişam ve debdebeye ehemmiyet vermezdi. sâdeliği sever ve sâde giyinirdi. oğlu Şehzade Süleymanın süslü elbisesine Oğlum Süleyman, anan ne giysin!” diyerek sitem etmişti.*Mısır seferinde iken askerinin zırh, Memlüklerin ise zînet ile süslü olduğunu görünce Kemal Paşazâde’ye ‘bunun hikmeti nedir’ diye sormuştu. Kemal Paşazâde Askerleriniz Mısırlıların güzel eşyalarını ganimet almak için her türlü fedarkarlığı yapacaklardır. onların bu durumu sizin zafer nedenlerinizdir demişti.Kendisi için* köşk ve lüks istemezdi. Devletin bir kuruşunun dahi boşa harcanmasına rıza göstermezdi.
*Sultan selim Mısır seferinden dönüşünde** Edirne’ye giderken Sirkeci ile Sarayburnu arasındaki sahile ybasit bir köşk yapılmasını, hazine defterdarına emretmişti* O da Yalıköşkü denilen fevkalade güzel köşkü yaptırmış ve döşetmişti.Selim Han köşkün halini gördükçe huzuru kaçmıştı.Ben sana* para sarfına müsaade etmemiştim. altında dinlenilecek, güneşten korunacak küçük bir gölgelik istemiştim” deyince defterdar müşkülü kurtarmak için köşkü kendi malından hediye* yaptığını söylemiş, kabulünü istirham etmiştir.Bir daha olmaması şartıyla defterdarının ricasını kabul eden Selim Han, onun hediyesine karşılık hil’at giydirmiş ve ihsanlarda bulunmuştur.*Yavuz Sultan Selim’in hazineyi görülmemiş bir zenginlik katmıştır. hazine kethüdasına Benim altınla doldurduğum hazineyi bundan sonra gelenlerden her kim mangır ile doldurursa hazine anın mührü* illa benim mührümle mühürlensin demiştir. mühür Selim Han’ın Mısır seferinde* kullandığı kırmızı akik* bir mühürdür Ortasında*“Sultan Selim Şah”*ibaresi etrafında tevekkülî alâ hâlikî”*dua cümlesi hakkedilmişti. Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar padişahlar, Selim Han’ın vasiyetine uymuşlar hazineyi onun mührüyle mühürlemişlerdir.
murataltug1985
04-11-2018, 07:07
Kaynak ahmetşimşirgil.com yavuz han
*Selim Han’ın saltanat sürmekten ziyade ilim ve tasavvuf erbabı ile sohbet ve muhabbet etmek gönül sultanı olmak istemektedir şu beyti söyler
Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş
Bir veliye bende olmak cümleden evla imiş
Selim Han’ın Şiirleri âşıkane ve merdanedir. Şayet padişahlık etmeyip şiire yönelseydi, her tarafta meşhur olur onunkiler yanında, okunma hakkına sahip olacak kabiliyette şiir olmazdı” demiştir.
Selim Han’ın* Türkçe şiiri yoktur. Gözlerimden aktı deryâlar gibi yaşım benim Dostlar çok nesne gördü onmadık başım benim Bir direkli iki gözlü köprüdür kaşım benim Sultan Selimin yanında Mal, mülk ve cevherin değeri yoktu. Bütün âdeme hükümdar olmaktansa zavallı bir gönlü gamdan kurtarmayı tercih ederdi. *hakkı severdi. Nâmert, dönek ve korkaklara iltifat; soysuz, mayası bozuk ve cimri şahıslara hizmet etmek en kötü işlerdendi. cahillerle konuşmaktan uzak, şanı yüce, bilgili ve bahtiyar bir padişahtı.Hükümdarlar tac ve tahtta oturup hükümet idare etmekle itibar sahibi olurlardı. O ise olgunluk ve marifet ülkesinin şahı, fazilet ve güzellikler memleketinin şehinşahıydı. Halifelik kaftanı uzun boylarına* layıkıyla varis olmuşken o fakirlere yaraşır elbiseler seçip giyinirdi. Atlas ve altına gösterişli giyeceklere önem vermezdi. gayreti himmeti gece gündüz çalışmaları iyi ve güzel işler* içindi.Harp meydanında* pars ve aslan gibi atılgandı. Onun nazarında cenk* bahar bayramı, yiğit ve kahramanca can verme vakti zafer bayramları idi.
*yüce padişahın öyküsü yazılsa kitap olur. felekler sayfa, yaprak ve defter, yeryüzünün ekseni kalem, kutbu da uç olsa yüceliğini tanımlamada saltanatının haşmetini tasvirde aciz kalır. Yiğitliği, bahadırlığı ve cihangirlikteki titizliği eşsizdi. Güzel yüzü aydın, anlayışı olgun ve yüksek idi. Yüce saltanatının alem sahiplerinin başvurduğu, eyvanı ve gökleri tutan divanı ise kılıç ve kalem ehlinin toplandığı bir yerdi. Hazinede bulunan kitapları okumuştu. Sabahlara kadar devam eden meclisi* manevi ruhlar durağı idi. En sevinçli günü ve en büyük eğlencesi cihad meydanlarında vuruşmasıydı. Savaşın en kızgın anlarında korku bilmez, neşe içinde dolaşırdı Gözü pek, arif bir padişahtı. Dünyanın problemlerini yakinen bilirdi metin, kahraman ve yiğit biri idi ki *göğsünü demir bir siper edinip ok gibi düşman üzerine tek başına atılırdı saflar yarar kaleler döverdi düşman merkezine saldırırdı Şu beyit sanki onun için söylenmişti:Düşman askeri Kaf’tan Kaf’a da olsa Allah hakkı için o savaştan yüz döndürmem. Osmanlı sultanları arasında hünerli, anlayışlı yüksek ve zekiydi adaletli bir sultandı
murataltug1985
04-11-2018, 07:07
Kaynak ahmetşimşirgil.com Sultan Süleyman
*Kanunî, Osmanlı padişahlarının onuncusu* İslam halifelerinin yetmiş beşincisidir. Sultan Selim in* oğludur. 27 Nisan 1495’de Trabzon’da Aişe Sultan’dan doğdu. Süleyman ismi, Kur’ân-ı Kerim açılarak verildi. İsmi Neml Sûr-isi otuzuncu âyeti kerimesinde geçen Hazreti Süleyman’ın isminden alındı.Annesi Aişe Hafsa Hatun ninesi Gülbahar Hatun’un terbiyesinde büyüdü Şehzâde Süleyman, yedi yaşında ilim öğrendi sanat sahibi olması için. Devrin tanınmış kuyumcularından hoca tayin edildi kuyumculuk sanatını Askerlik, idare ve komutanlık bilgilerini öğrendi. On beş yaşına kadar babasının yanında kalan şehzâde Karahisar ve Bolu Sancağı’na verildi. sancaklara amcası Ahmed’in itirazı üzerine Kefe sancakbeyliğine gönderildi
*Şehzâde Süleyman, annesi ile* gittiği Kefe’de lalası nezâretinde devlet idaresinde tecrübe sahibi oldu. ilimden uzak kalmadı. Âlimlerin derslerine* katıldı. nasihat dinleyerek fıkıhda yükseldi. Sultan Selim’in* taht mücadelesinde babasına vekâlet etti. sonra, genç Şehzâde, merkezi Manisa Saruhan sancakbeyiliğine gönderildi.* Sultan Selim’in İran ve* Mısır seferleri sırasında Şehzâde Süleyman Rumeli’nin muhafazası ile vazifelendirilerek Edirne’de oturdu. Selim Hanın vefâtı ile yirmi altı yaşında bir delikanlı iken 30 Eylül 1520’de Osmanlı tahtına geçti. Sultan Süleyman yuvarlak çehreli, elâ gözlü, açık kaşlı, doğan burunlu, uzun boylu,* ve yakışıklı idi. Söz ve hareketleri ölçülü ve nâzikti.
Âlim, lerle bulunmaktan hoşlanır,* maddî ve manevî bütün iyi hasletleri şahsında toplamış bir padişahtı
*Sanatkârdı. kuyumculukta mahirdi.İyi kılıç kullanır ve avlanmaktan hoşlanırdı. Arapça, Farsça, Sırpça ile Tatar lehçesini bilirdi İslam ve batı kültürünü iyi tanımaktaydı.Kadirşinas ve iradesi kuvvetli olup istidat sahiplerini himaye ederdi.Az konuşur söylediğinden dönmezdi.Babası Selim Han kadar asabi değil ise de ciddi ve vakur idi.Devrinde İstanbul’da iki yüz* şair ün kazanmış günümüze ulaşmışlardır.* Bâkî,* ve Fuzûlî gibi Sultan Süleyman siyasette ve sanatda başarılıydı ilim ve sanatı himaye ederdi meşhur beyitleri vardı
Yârin muhteşem endâmını görünce bazıları ardıç ağacına, bazıları da elif harfine benzetti. Aynı şeyi söylemek istiyorlar tabii amma, üslûp âlimde başka câhilde başka olmaktadır. herkes meşrebince ifâde ediyor. “*İnsanları eksikleri ile beraber sev. kusursuz dost arayan dostsuz ve arkadaşsız kalmaktadır.Mülk ü dünya kimseye bâkî değil, akıbet berbad olur Ey Muhibbî, “Şöyle farz et kim Süleyman olmuşuz”Sultan Süleyman ömrünü saray eğlencesinden uzak, ilim, gazâ ve memleketlerini imar faaliyetleri geçirdi. Kırk altı yıllık saltanatında sarayı dünyanın en güzel, en alımlı ve câzibeli kadınları ile dolu iken, o Hurrem Sultanı istiyordu Sultan Süleyman’ın, Mahıdevran, Gülfem ve Hurrem* isminde üç hanımı Abdullah, Murad, Mahmud, Mustafa, Mehmed, Cihangir, Bayezid, Selim isimlerinde sekiz oğlu ve Mihrimah Sultan isimli bir kızı olmuştur.*Şehzâde Abdullah, Murad ve Mahmud küçük yaşlarda Şehzâde Mehmed yirmi iki yaşında* Cihangir çok sevdiği ağabeyi veliahd Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesi üzerine, yirmi iki yaşında* öldü. Şehzâde Mustafa, idam edildi. Şehzâde Bayezid* isyan ederek kardeşi Selim ile yaptığı mücadelede mağlup oldu İran’a kaçtı ve yolda öldürüldü.
murataltug1985
04-11-2018, 07:08
Kaynak ahmetşimşirgil.com II. Murad Hân
*Osmanlı padişahlarının altıncısı olan Sultan II. Murad Han, 1404 de Amasya’da doğdu. Babası*Sultan Çelebi Mehmed, annesi ise*Dulkadırlı Süli Bey‘in kızı*Emine Hatun‘dur. alimlerden dersler aldı. Çocukluğu Amasya, Bursa ve Edirne’de geçti. 1415 de idarî ve askeri tecrübe kazanması için Amasya sancakbeyliğine gönderildi.Osmanlı doğu sınırı idarî bakımdan hassas bir böl*geydi. Türkmen ve Moğollar yaşamakta olup bağım*sız hareket etme arzuları yüksekti. Onları disiplin altına almak güçtü.
Öncr bu işlerle uğraşan şehzade, 1417’de lalası* Hamza Beyle beraber Cenevizlilerden Kafir Samsun’u aldı. *Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarının patlak ver*mesiyle Ege bölgesine gönderildi. Vezir-i azam Bayezid Paşa isyanları bastırdı 1421 de tahta çıkmış otuz yıl saltanat sürmüştür. Türbesi Bursa’da* Muradiye* mahallesindedir Kırk yedi yaşında* vefat etti Sultan II. Murad* orta boylu, yassı burunlu, açık alınlı, kırmızıya mail ak benizli, koyu ela gözlü, kumral saçlı, hafif seyrek dişli, iyilik sever hoş tabiatlı bir padişah idi. Altı oğlu ve dört kızı vardı. Oğulları;*Ahmed Alaaddin,*l Mehmed Han,*Sultan Orhan,*Sultan Hasan*ve*Sultan Küçük Ahmed‘dir. Büyük oğulları Sultan Ahmed ve Sultan Alaaddin* Amasya sancak beyliklerinde vefat ederek Bursa’da defnedildiler. Sultan Orhan ile Sultan Hasan ise Edirne’de vefat eylemiş*ler ve Tunca nehri kenarında* Darülhadis*yanında toprağa verilmişler*dir.
*Kızlarından*Fatma Hatun*Çandarlı İbrahim Paşanın oğlu Mahmud Çelebi ile,e evlenmişti. Babasının türbesine bitişik bir türbede yatan Hatice Hatun hakkında malumat yoktur.Sultan Murad büyük bir sarsıntıdan çıkmış olan bir devle*tin hükümdarıydı* çok gençti. Anadolu’da Timur Han’ın ihya ettiği Türk beyliklerinin;* zaafından istifade için fırsat gözleyen Balkan ve Avrupa devletlerinin ihtiraslarıyla karşı karşıya idi. Bizans, sinsice çalışıyordu. Murad Han, Anadolu’da Türk birliğinin kökleşmesi, Rume*li’de hudutlar içinde sakince yaşamayı tercih etmesine rağmen, mem*leket menfaati için asla vazifeden kaçmayan, hayatını* fedadan çekinmeyen cesur, me*tin iradeli ve azimkar idi.Hayatı boyunca o devirdeki en büyük Türk hakanı olan Timur Hanın oğlu Şahruh’a karşı çıkmayıp, çatışmamak için* ince bir si*yaset güttü.* iki Sünni devletin karşı karşıya gelmedi. hükümdarlık hayatı sonunda medeniyet bakımından yeni çağı açacak olan oğlu sultan Mehmed’e mamur ve* ilmî* bir ülke bıraktı.
*Halkının kendisine duyduğu sevgiden dolayı Ko*ca Murad Bey, Koca Murad Gazi isimleriyle anıldı Murad Han, in*ce ruhlu, hassas, lütufkar, adil, merhametli olup sözüne sadıktı* kumanda kabiliyeti yüksekti On iki yaşında şehzade iken başlayan muharebe hayatı, ve*fatına kadar devam etti. İlmî sohbetleri sever, alimleri himaye ederdi ilmi ve ibadeti takvası* fazlaydı. Tek* düşüncesi; son nefesini iman ile vermek, mahşer günü Allahü tealanın huzuruna alnı açık, gü*nahtan pak* çıkabilmekti.bütün ömrünü gazada geçirdi imar işlerine ehemmiyet verdiği için Ebu’l Hayrat*diye anılırdı. Saltanatında Bursa, ve Edirnede imaretler ve medreseler yaptırdı.Edirne’de efendimizin hadislerini öğretmek ve dini bilgilerde öğrenci yetiştirmek üzere cami, medrese ve şadırvanlar inşa ettirdi.*Peygamberimizin, rüyasında II. Murad’a darülhadis yaptırmasını işaret ettiği rivayet edilir. Bu yüzden murat han edirnede darülhadis* külli*yesi inşa etmiştir* Günümüzde Darülhadis külliyesinden cami ve şadırvanı ile bahçesindeki bir iki türbe kalmıştır.II. Murad Han’ın Edirne’de yaptırdığı eserlerin en önemlisi*Üç Şerefeli Camii’dir. minarenin yük*sekliği 67 metredir.* Her şerefesine ayrı yollardan çıkılır. Üç Şerefeli cami Osmanlı erken ile klasik dönem üs*lubu arasındadır* enine gelişen camilere örnektir mimarlar Üç Şerefeli Camii için “Osmanlı mimarisinin dönüm noktası olan abide budur. Bu abide Osmanlı mimarisinin kendini bulmasına bir örnektir ve başarılan bu hamlenin üç şerefeli fatihasıdır. Osmanlı mimarisi Süleymaniyelere, Selimiyelere, Sultanahmedlere ulaşacaktır” demektedir.
murataltug1985
04-11-2018, 07:08
Kaynak ahmetşimşirgil.com II. Murad Hân
*II. Murad’ın Muradiye mahallesinde yaptırdığı, yan mekanlı camilerin en güzellerinden biri olan ve kendi adı ile anılan cami ve külliyesi hakkında Hoca Sadeddin efendi*şunları söyler Güzelliği, zarafeti ile anılan bu cami Hünkarın güzel adı ile anı*lır. fakir ve miskinlere oturaklar* ayrılmış, mi*safirhaneler, ve yolcular için* konaklar yaptırıl*mıştır. Sabah akşam zengin sofralar kurulur, ziyafetler verilir. Bi*nek ve yük hayvanları için geniş bir ahır inşa edilmiştir. Hayvan*ların yem ihtiyaçları karşılanmakla yol yorgun*luğu ile perişan olmuş yolcuların, yiyecek sıkıntısı kalmamıştır. Ayrıca çocukların eğitimi,* için bir de muallimhane bina ettirmiştir. Hazreti Mevlana dergahındaki dervişler için* mevlevihane yaptırmakla orası Cennet bah*çesi olmuştur. *Hoca Sadeddin Efendi Murad Han’ın Bursa’daki türbesinin* yer aldığı cami, medrese ve imaret hakkında* şöyle demektedir. Bursa şehrindeki* Büyük Cami çok güzel olmuştur. Caminin girişinde aş pişirilmesi için imaret yaptırılıp, her*kese yemek vermek ve açları doyurmakla görevli kılındı.* dul ve yetimlerin karınları doymuş, dua etmişlerdir Du*rakları Cennet olan ecdadının* yolunda ilim öğrenen gençler için de ayrı yerler yaptırılmıştır. üç yüzden fazla öğ*renci burada eğitim görürdü II. Murad Han Edirne Ergenede köprü yaptırıp, Uzunköprü kasabasını kurdu. Selanik ve İpsala’da camiler inşa ettirdi. Ankara bölgesinde Balıkhisarı adlı büyük subaşılığın köylerini; Mekke yoksullarına vakfetmişti.
*her yıl on bin altını seyyidlere paylaştırırdı. kul hakkından pek sakınırdı. Babası*Çelebi Sultandan kalma, Mekke-i mükerreme ve Medine-i münevvere fakirlerine hediye gönderme adetini devam ettirdi.Acem ülkesinden Fazlullah adlı bilgin* Osmanlı ülkesine gelmiş vezirlik makamına* yükselmişti* her yıl Beytullah’a gönderilen akçelerin yollanması vakti gelmişti. Fakat hazinede* akçe bulunamadı. Çandarlı Halil Paşa’dan ödünç alındı Fazlullah padişahın akçaya ihtiya*cı olur. Devletli sultanım. Destur buyurursan toplayayım.”Milletin zekatlarını Zorla alalım.”diyince II. Murad*gazaplandı Bre vezir zekat ve sadaka yoksulların hakkıdır. Biz zekat yemeye müstahak mıyız ki, zorla alalım? Var git işine… deyip”* uzaklaştırdı.*Sultan İkinci Murad Han, ilme ve alimlere hürmet etti memleketi alim ve evli*ya yurdu oldu. Herkesin duasını aldı.Büyük alim*Molla Yegan* ona hac dönüşünde* Fatih’in hocası alim*Molla Gürani’yi*getirmişti. Bu husus eşsiz bir hadiseydi Osmanlı Devleti’nde, devrin*de en çok eser yazılan padişahtı millî kültür alanındaki en büyük hizmeti, Türk diline verdiği önemdir. Yazılan eserlerde açık bir dil kullanılmasını em*rederek Türkçede* titizlik gösterdi. Türkçe eserler yazıldı. Tevarih-i Al-i Selçuk’u, Danişmendname’si,* Farsça’dan çevirilen* önemli eserlerdir.
murataltug1985
04-12-2018, 08:30
Kaynak kadirmısırlıoğlu.com
*Türkiyede İmparatorluk bereketi* berhayat oldu İnkılâb Türkiyesi* bizleri* hüsrana uğratttı* kıymet hükümlerimiz sarsıldı büyük bir zihnî buhrana sürüklendik. Sabrı, tevekkülü, çileyi, tanımadık islâmî âdâb görgü ve terbiyeden istifade edemedik* Hayatı kumar haline getiren zihniyetle narkoz edilip uyuşturulduk bir hastanın durumu gibi hissedmedik Ticarete atılıp milyoner olmayı, Akademide kısa zamanda aldatıcı bir şöhretle profesörlük kürsüsüne oturmayı, siyâsete girip aç gözlülükle bakanlığa geçebilmeyi* yadırgamaz olduk. bunlara bel bağladık…* 27 Mayıs fiske-i hükûmetine hak vermiş* cemiyetimizde gün de onbeş kişinin mevkiinde bulunan kimselerin bile kılı kıpırdamıyor.
Ne diyelim, sular bulanmadan durulmazmış!…. *
*İnsanı,** insan** yapan** imandır!…* kâmil* insan, kâmil* imanın eseridir. Küfür veya inkârsa ya nihilizmin* materyalizmin eseridir.Nihilizm, kendi kendini dipsiz bir çukura atmak idrâk ve iz’anı kaldıran mutlak ve nihayetsiz bir zihnîyete râm olmaktır. Materyalizm*ise, tefekkür ile* beşeri ufuksuzlaştırmak, hayvânileştirmektir İnsanı insan yapan, eşref-i mahlûkatı* iptal etmektir. Üstelik, insan müfekkiresini inkâr hükümleriyle ortalığı sise boğarsa…inkârla, aklı mâbud kılan rasyonalizm ve materyalizmde inat ve ısrar etmek ne hazin bir sefalettir!…âlemin varlık sebebi olan aşkın, selim kalblerdeki tecelliyatı vücûd bulmadıkça, sokakları dolduran kalabalıkların günü birlik mâcerasının* hayvanınkinden farklı, olması imkânsızdır.
*afâkı tutan ferdî ve içtimaî kavgalar sadece ve sadece aşksızlığın* imansızlığın eseridir. gerçek aşk, imanın özüdür.beşerî tavra seviye ve vasıf kazandıracak olan imandır. Kâfirin akıl gözü kalb gözü kördür!… gözü açmadıkça feraset avdet etmez ve beşer lâyık olduğu ulviyyete kavuşamaz!… geçen yüzyılın katı materyalistleri asrın seçkin kafaları imana yönelmiştir. Çünkü dinin kavranması metafizik* karşısında – aklen ve ilmen- daha mümkün görünüyor.İslâm’ın anlaşılması istikametinde Batı Âlemi’ndeki müşahede sevindiricidir. materyalist telâkkiler çökmektedir. her gün Kur’an’ı teyid eden ilmî* keşifler yapılıyor. O’nun azametine şâhid olunuyor. Varsın ülkemizde, bâtıllarına* tapınan yarı münevverler küfürde inad ededursunlar!
*Bütün Dünya her gün imana kaymakta Kur’anî gerçeklere yeni pancereler açılmaktadır. kaderin mühürlediğı kalbleri, açmaya kimsenin gücü yetmez! Onlar zavallı hayvandan daha aşağı seviyelere düşerken imânî şahlanışa mâni olamazlar zaman, İslâm’a gebedir!..*tecellinin müjdesine ve davamıza düşmanlık güdenlerin zararı sadece kendilerine dokunacaktır! Onlar, şeytanın boyunlarına bağladığı bir çubuğun ucundaki havuca ulaşmaya çalışan zavallılardır. Onlar bize kızarken, biz onlara acıyor ve Rabbimizden kendilerine hidâyet diliyoruz.*
Türkü-Kürdü birbirlerine asırlardan beri kardeş yapan en mühim bağ İSLÂM’dır. İslâm olmadan sorunlara* çözüm bulunamaz kâmil netice alınamaz. 1982 Anayasası olunmalıdır.
Bunlar İslâmî temayül ve tavırların karşısında hukûkî engeldirler. Ve 5816 sayılı “Atatürk aleyhine işlenen suçlar”a dâir kanun kaldırılmalıdır
Lozanda* gayr-i müslimlere verilen haklar Türküyle, Kürdüyle Müslüman çoğunluğa da verilmelidir. azınlığa tanınan hakların çoğunluktan esirgenmemelidir kemalistlere* Kemal Paşa’nın –Lozanda göklere çıkaran sözleri hatırlatılmalıdır hristiyan azınlıkların sahip oldukları hakların Müslüman çoğunluktan hâlâ esirgenmekte olduğunu ibretle görünüz!…
murataltug1985
04-12-2018, 08:31
Kaynak kadirmısırlıoğlu.com
BİR MAZLUM PÂDİŞÂH: SULTAN* ABDÜLHAMİD*
*fevkalâdelikleri kullanarak milletlerin hayatında derin değişikliklere âmil olanlar, tarihi, yeniden değerlendirerek zuhûrlarının gerekçesini ortaya koyarlar. gûyâ yaptıklarının doğruluk ve haklılığını geniş kitlelere kabul ettirmek isterler propaganda mahsûlü* değerlendirmelerle eskiyi kötülerler
tarih tahrifkârlığının en dehşetlisi ülkemizde yaşanmıştır.* bizi, asırlarca devam eden İslâm Görüşü nden bâtıla düşürmek kolay değildi. ülkemizdeki icrâ edilmiş olan inkılâp hareketleri, dehşet verici bir tedhiş metoduyla tarihi,* masallaştırılmıştır.*1839 Tanzimat Fermânı ile* kahraman milletimiz Avrupa’nın vesâyetine sokulmaya çalışılmıştır* batılılaşma mâcerâmız tesirlerinden* kurtulamadığımız sefâlet ve felâketler manzûmesidir. Batılılar ne der endişesi ile hareket edip onları memnun etmek* peşinde koşmak, siyasetimizin en temel prensipsizliğidir idâre edenlerimizle idâre edilenlerimiz arasında yabancılaşma olmuştur. kıymet hükümlerimiz tepetaklak edilmiş gerçekler değiştirilmiş olmamış vak’aların uydurulmuş akıl ve ilim dışı bir sûret vâkî olmuştur.Ülkemizdeki bu tarih tahrifkârlığı, üç büyük şahıs etrafında gelişşmiştir. Bunlar* Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülhamid ve Sultan Vahideddin,merhumlardır.
*üç büyük şahsın nûrânî çehrelerinin korkunç bir karalamayla tanınmaz hâle getirilmeye çalışılmıştır Sultan . Abdülhamid merhûmdur. Sultan Abdülaziz Sultan Vahideddin’i Üç Mazlûm Padişahımız millî ve dînî* temsil eder Tarihte* iki şahıs hakkında gerçekleri söylemek, güçtür. Sultan Abdülhamid ve Kemal Paşa’dır. hakkında yazılanlar yalandır. Birisi alçaltılırken diğeri yükseltilmiştir Üstelik doğruyu* eğriyi, ayırmanın önünde kaanunî bir mâni mevcuddur. onun yazarken* çekilen sıkıntılar, mâlumdur.Sultan II. Abdülhamid hakkındaki* yalanlar* gerçek dışıdır hayal mahsûlüdür merhum hakkındaki yalan ve yanlışlarla gerçekler çarpıtılmış* iftiralar atılmıştir *Satrançta insanlar, birbirlerinin şâhını mat etmeye çalışırlar. Şâhı mat olan bir oyuncu, ne kadar atı, kalesi ve piyonu olsada oyunu kaybeder mat olur!.. Milletler arasındaki mücâdele* bir satranç oyunudur* Her milletin münevverleri, satranç tahtasındaki şâhlardır. düşmanın hedefidir* ülkenin münevverlerini, kazanan düşmanlar,* milleti, kahredici emellerine râm etmekte güçlük çekmezler. Bizde de böyle olmuştur.* Sultan II. hamid hazretlerinin otuz seneyi aşan iktidar zamanınında o büyük şahsiyeti değerlendirmekte, halk ile münevverlerimiz arasında dâima fark olmuştur
murataltug1985
04-12-2018, 08:31
Kaynak kadirmısırlıoğlu.com
BİR MAZLUM PÂDİŞÂH: SULTAN* ABDÜLHAMİD
*Sultan Abdülhamid devrinin münevverleri- O’nu anlamamakta, ve muhalefet hâlindeydiler. Bunların Batı zihniyetindekileri anlayıp izah etsek de, hayatları boyunca islâmî gayret sahibi olmuş Bediüzzaman ve büyük şâir Mehmed Âkif için bu tutum tezattır. dâhilî ve hâricî gâilelerin perde arkasındakk propagandalar sonucudur
Sultan hamid Han devri, sıkı yönetimdir. fitne kazanı kaynatılmaktadır* büyük şahsiyete muhâliflik kaçınılmazdı. büyük hükümdarı mâzur görmek ve asla kınamamak gerekir Çünkü birlik ve beraberlik şuurunun zaafa uğradığı zamanda devletin bekası ancak otorite ile sağlanabilirdi.
*Sultan Abdülhamid bu gerçeği* görerek dizginleri dirâyetle eline almasaydı, devlet,* hayalperest Midhad Paşa ve ekibince batırılacaktı. Sultan Abdülhamid hakkında devam etmekte ve mektep kitaplarına kadar intikal etmiş bulunan iftiralar,* uçsuz bucaksız bir denizi andırmaktadır.* O’nun şahsîyeti kadar karartılmıştır Sultan II. Abdülhamid merhûmu siyâsî bir dehâs dindar bir hükümdardır hareketle O’nun lehine olmak üzere yazılmış bazı asılsız vak’alarla medhedilmek istenmiştir* Sultan II. Abdülhamid Hanın hacca gittiği mantıksız bir iddiâdır iddianın sahibi, yüce Sultan’ı, Osmanlı padişahları içinde yegâne hacca gitmiş* bir kimse olarak göstermektedir o zaman hac için en az altı ay, idâreden uzak kalmak gerekirdi. Bu takdirde bunun bilinmemesine* zikredilmemiş olmasına imkân var mıdır?!.
*saray ve devlet hayatına vâkıf olmayanların medhiyeleri, Sultan Abdülhamidi düşmanlarına karşı gülünç bir duruma düşmekten ve doğru sözlerin güvenilirliğini azaltmaktan başka bir netice vermez!..Aynı eserde, Ulu Hakan* Abdülhamid Han hakkındaki, medhiye de şudur:
Gûyâ bir gece yarısı Aksaray’dan karısı doğum yapamayan bir adam, saraya telgraf çekerek yardım istemiş mâbeynciler hâtırat yazmıştır, ihsân-ı şâhâne ve doktorlar sevk edilmiş, ve Sultan’ın uyumayarak onları beklemiştir
Evet, Sultan Abdülhamid, mühim devlet işleri için her saati uyandırılmasına müsaade etmişti.sıradan bir kimse için gece yarısı uyanıp meseleyi hallederdi*Bazı açıkgözler kendi faaliyetleri için Sultan* Abdülhamid’i kullanmaya teşebbüs etmişlerdir.Ancak o buna izin vermemiştir* üç mazlum padişah tan biridir Sultan II. Abdülhamid’i devirenler, zekâ ve siyâsî dirâyet itibariyle büyük hükümdara çömez bile olamazlar. büyük şahsiyet Sultan Abdülaziz gibi mazlûmiyetin her türlü acısını tatmıştır. bozuk kafalı idârecilerin zulmüne uğramışlardır Hayrihî ve şerrihî minallâhi Teâlâ diyen* müminler, kader inancına sâhiptir* ancak Âlemi dolduran vukuatı değerlendirmekte
kifâyetsiz kalınmaktadır Allah Kâinât’ta her varlığı, fânîlikle mahkûm etmiştir. Ne hayır, ne de şer; ne kemâl ve ne de zevâl üzere beka şansına mâlik değildir. Bu durum, âdetullâh icâbıdır!..
*şerir insanların başarısı* Yahudi desteği nin eseridir. Filistin’e dönmek emeliyle başkalarını kullanan Yahudilerin icadıdır. Sultan Abdülhamid’in tâlihsizliği, iktidar zamanında Yahudi gücünün zirveye ulaşmasıdır.tarihte gruplaşmalar olmakta kemalist zihniyete itibar edilmektedir devâsâ şahsiyetin mâruz kaldığı mazlûmiyeti anlatmak maksadıyla yazmaya muvaffak kıldığı için Cenâb-ı Hakk’a şükürlerimi arz ediyorum.okuyan herkesin- Sultan II. Abdülhamidmerhumun aziz ruhunun bir Fâtiha ile taltif etmesini istirham ediyorum.
murataltug1985
04-12-2018, 08:31
Kaynak kadirmısırlıoğlu.com
*Avrupa’yı anlamak için, Avrupa’yı temsil etmek için vâsıtamız yoktur: Yalnız gariptirki, tehlikeli* bir vak’a önünde:«-Avrupa ne der diye* bekleriz Bir fırka* teşebbüste bulunsa, bir vilâyet kanunu tanzim edilse, cemiyet-i islâmiyye teşekkül etse, bir hükümet sukût etse,…. millî bir gazete neşredilse, harb edilse, sulh edilse, idamımıza karar verilse, mezara gidilse… biz Avrupa ne der söyleriz. … -Avrupa ne der?! suâli, korkunun, fikr-i ve şahsiyi hakîr gören hafiyedir. Ne dersiniz,* şu üç-beş cümlede ifâde edilmiş olan gerçek, bugün de aynen mevcud değil mi?!*Sultan II. Abdülhamid’e muhalefet edenlerin hepsi de,* yanılmıştır* zihniyetlerinin icabı ona kadtedmişlerdir ittihatçılardan Süleyman Nazif şu şiiri sultan hamide yazmıştır Padişahım! Gelmemişken yâde biz, İşte geldik senden istimdâde biz,
Öldürürler başlasak feryâde biz,
Hasret olduk eski istibdâde biz.
Dembedem coşmakta fakr ü ihtiyaç
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket mâtemde, öksüz taht ü taç.
Hasret olduk eski istibdâde biz.
burada bir özür değil, İttihatçıların daha zâlim oldukları tarzında bir ifade mevcuttur.
*Sultan II. Abdülhamid’e muhalefeti kendilerine yakışmayacak bir* şahısta Üstad Bediüzzamandır Bediüzzaman 1960 da vefâtıyla nihayetlenen Urfa seyahatine çıkarken Nemîka Sultan’dan dedesi adına helâllik istemiştir:Nemika Sultan, Selim Efendi’nin kızı Selim Efendi ise, Sultan* Abdülhamid’in en büyük oğludur. Nemîka Sultan, Ankara’da damadıyla* yaşamakta apartman odasından çıkmayarak* ibâdetle meşgul olmaktaydı. Said-i Nursî merhum, şu sözlerle* helâllik dilemiştir: -Sultan* Hazretleri!..Biz, İttihadçılar’ın propagandalarına kapılarak dedeniz* Abdülhamid* Hazretleri hakkında itâle-i kelâmda lisânen tecâvüzde bulunduk. O’nun vârisi sıfatıyla sizden helâllik diliyorum. Ben ölüm yolcusuyum. Kabre az mesafem kaldı. O’nun nâmına bana hakkınızı helâl ediniz!.. *Nemîka Sultan: -Ne beis var hocaefendi!.. O zamanın siyâseti icabı böyle işler oldu!.. Artık geçen geçti. demişse de Bediüzzaman Helâl ettim!.. cümlesini Sultan Efendi’ye* üç kere tekrarlatmış ve sonra da: -Oh!.. Elhamdülillâh, inşallâh bu haktan da kurtuldum. Artık müsterih olarak ölebilirim!.. demiştir.ve Urfa’da vefat etmiştir.II. Meşrûtiyet arifesinde İstanbul’a gelen Said-i Nursî merhum o Abdülhamid hakkında şu sözleri söylemiş. Sultan, tek başına koca bir sarayı işgâl ediyor. Çıksın oradan!.. Ben orayı mektep yapacağım!.. Bu* sözler yüzünden tımarhâneye sevkedilmişse de doktorlar, aklında noksanlık olmadığını görgüsüzlük sebebiyle yakışıksız sözler sarfettiğini söyleyerek O’nu serbest bırakmışlardır
*Bedüzzaman sonra Mâbeynde sultan hamit ile görüşmek istemiş, belindeki hançeri çıkarmadığından görüştürülmemiştir Meşrûtiyet’in ilânı* Selânik’teki* Hürriyet Meydanında mitingde yaptığı* konuşma* Nutuk adıyla basılmıştır. Sultan Reşad’la görüşen Said-i Nursî, O’ndan Van’da tesis etdiği medrese için yardım almış ve hayatının sonuna kadar bu para ile yaşamıştır. Vefâtında, altınlardan arta kalanlarla* Hüsrev Altınbaşak’ta Hayrat Vakfı nı kurmuştur.*Mehmed Âkif Şeyhülislâm Mustafa kendisine tavsiye ve telkinde bulunulmasına rağmen, O’nun beyânına şâhid olunmamıştır. Mehmed Âkif* Maalesef* bunu yapamamıştır Âkif Bey’in şiirleri* incelenirse, O’nun Sultan II. Abdülhamid i çok şiddetli bir sûrette tenkid etmiştir Osmanlı padişahları hacca gitmemiştir. Bunun sebebleri emniyetin sağlanmasındaki güçlük altı ay gibi bir zaman alması Ulemânın–cihad dışında uzun müddet işbaşından uzaklaşmayı dolayısıyla-câiz görmemesidir yegâne hacceden Cem Sultan’dır, o da padişah olmamıştır.Sultan Vahideddin, tahttan ayrılınca Hicaz’a gitmiş, hastalandığından hac mevsimini beklemeden geri dönmüştür.Onlar hacca vekil göndermişlerdir Sultan Abdülhamid velîdir. şâyîdir. Fakat unutulmamalıdır ki, tarihle menkıbe ayrı ayrı şeylerdir.
murataltug1985
04-12-2018, 08:32
Kaynak kadirmısırlıoğlu.com
*Sultan Hamid önemli bir meselede gece vakti kendisinin uyandırılmasına müsaade etmişti. Yazar kadir mısıroğlu Mustafa Armağanın- Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı,kitabı için şunları söylüyor Sultan* Abdülhamid Han’ın ismiyle dans kelimesini yan yana getirmekteki garabet ve çirkinlik bir yana, bu kitap kapağındaki beyân ile istismar örneğidir. eser, elli bin basılmış ve bedâvâ dağıtılmıştır. Gülen cemaatiyle* ilk ihtilâfım Sultan* Abdülhamid merhûmun torunu Şehzâde Abdülkerim Efendi vesilesiyle olmuştur. şehzâdeyi Fâtih Koleji’nde parasız okutturmaya muvaffak olamadım. Şimdi O’nun dedesini çarpık hizmetleri için propaganda malzemesi* kullanmaktalar Yazar* Sultan aziz ve* Meşrûtiyet isimli eserinde alınan şu* satırı yazmaktadır Veliaht Murad tahta çıkınca, kardeşi Şehzâde Abdülhamid «Veliaht» statüsü kazanarak vârisi olmuştu. Abdülhamid, Abdülaziz’e yönelik hal’ girişimini bildiği hâlde, tahta* yaklaştıracağını düşünerek ses çıkarmamıştı. *Osmanlı hayranı olarak alıştığımız İlber Ortaylı’ya göre Lâtin harflerinin taraftarı, Sultan* Abdülhamid’dir. halkımızın büyük cehâletine sebep, okuma-yazmadaki güçlüktür. güçlüğün nedeni harflerimizdir. Sultan bu işi kolaylaştırmak için Lâtin harflerini kabul etmek yerinde olur!.. demektedir.1908 Temmuz’unda Makedonya’da patlayan ihtilâlle, Osmanlı İmparatorluğu’nda* Abdüülhamid’in otuz yıllık despot yönetimine dur denilmiş… diktatör padişah II. Abdülhamid bile… bunu* bir müslüman yazar söylüyor!.. Bu kadarlada kalmıyor O büyük hükümdarın garezkâr düşmanlarından pek çok nakiller yapıp süzgeçden geçirmeksizin eserine koyuyor
*Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri Sultan* Abdülhamid’i senâ eder Şeyh Sirâceddine O, sizin mânen amcanız mesâbesindedir!.. dermiş. Süleyman Efendi müridine. II. Meşrûtiyet’in ilânında Sultanahmed Meydanı’nda* üzüleceksin şamatacıların en önünde Hızır Sultan Abdülhamid baş rolde Hızır (a.s.) Selânik’ten gelen* Hareket Ordusu na karşı kılını kıpırdatmamıştır.Şâyân-ı hayrettir ki, *Sultan diyordu ki: Evlâtlarım!.. Hareket Ordusu’na karşı bir şey yapmadığımdan dolayı bazıları hakkımda sözlü tecâvüzde bulunurlarmış. Sakın siz, böylelerine kapılmayın. Evet, ben hareketsiz kaldım. Çünkü onların en ön safında Hızır –aleyhisselâm-‘ın yürüdüğünü gördüm anladım ki, ne olacaksa olacaktır. Bu kader icabıdır. Karşı çıkıp ibâdullâhın kanlarının heder olmasına sebep olmak istemedim. .Sultan Abdülhamid merhumun kalb gözü açıktı kızı Ayşe Sultan da Babamın çok nasihatını aldım. Aklına her zaman hayran kaldım. Görüşü çok kuvvetli idi. İleriyi keşfedecek kadar keskin görüşlü idi. Kerâmet sahibiydi. söylediklerinin hakikat olduğunu zaman bize isbat etti.
murataltug1985
04-13-2018, 07:03
Kaynak habertürk.com murat bardakçı
*İstiklâl Marşı’nın bestesini 1924’te Mustafa Kemal de değiştirmek istemişti 1924’te Reisicumhur Mustafa Kemal’in İstiklâl Marşları’nın yerine Paris, Viyana Napoli Konservatuvarları’na* marş sipariş edilmesini düşünülmüş ama kararname bürokrasiye takılmış ve uygulanamamıştır
CUMHURBAŞKANI Erdoğan’ın İstiklâl Marşı’ndan bahsederken*“En büyük üzüntüm emsalsiz marşın hakiki mânâsını yüreklere nakşedecek bir bestenin yapılamamış, olmasıdır”*demiştir ve yeni marş arayışları başladı...vatandaşlarımız*Âkif’in şiirini,
Hazreti Muhammed’in devrine ait bir ilâhinin nağmeleri ile okuduklarını zannederlerken aslında Mısırlı bir bestekârın eserini terennüm ettiler!
*İstiklâl Marşı melodi olarak güzeldir, hoştur, sanatlıdır ama nağmeleri mehter gibi askerî bize”*değil,*ses aralıklarının Düzgün okunabilmesi ciddî musiki eğitimi gerektirir, güftesi tuhaflaşır; söz müziğe, müzik söze uymaz, “larda yüzen”, “ocak obe”, “raaa helâl”gibi tuhaf ibâreleri haykırmak zorunda kalırsınız.Âkif’in şiiri mânâ ve âhenk olarak muhteşemdir; istiklâl mücadelesinin tüm hissiyatını barındırır, edebî bir âbidedir ama*“güfte”,*yani beste saltanatlı ve ağırdır. şiir”*ile*“güfte”* farklıdır edebiyatımızın meşhur ve sanatça üstün örneklerinin bestelenmeyip* “şiir”*kalmalarının sebebi budur. Mehmed Âkif’in Necip Fazıl’ın şiirleri ezbere bilinir ama güfte olarak bestelenmiş nağmeleri dillerde dolaşan eserleri yok gibidir,
*Zeki Üngör’ün bestesi*Akif’în şiiri ile uyum sağlayamamıştır okunuşu zordur nağmeleri yabancıdır ve doksan senedir İstiklâl Marşı’nın değiştirilip değiştirilmemesi meselesini tartışıyoruz Millet Meclisi’nin açıldığı*“millî marş”yarışmasına 724 şiir gönderildi hiçbiri beğenilmedi ve*Mehmed Âkif’e rica edilerek yazdırılan*“İstiklâl Marşı”,*Meclis’in 12 Mart 1921’deki oturumunda*“millî marş”kabul edildi.
Meclis,*Âkif’in şiirini Türkiye’nin dört bir tarafındaki,* işgal altında bulunan İstanbul’daki bestekârlara da gönderdi çok sayıda beste çıktı. bestekârlar arasında Muzıka-yı Hümâyun”un yani İstanbul saray orkestrası şefi Zeki Bey*de vardı. bestesi törenlerde*“millî marş”*olarak çalınmasına başlandı.*Millet Meclisi, millî marşın belirlenmesi için 1923 te* beste yarışması açtı* birinciliği*Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi aldı ancak marş kargaşası son bulmadı bestekârlar kendi eserlerini çaldırmaya başladılar. Her bölgede farklı bir marş çalınıyordu 1930’ların başında millî marş”*olarak*Zeki Üngör’ün bestesi çalınır oldu...Hükümet, marşların hiçbirinin*“kabul edilebilecek kuvvete ve kudrete sahip olmadıklarını”,işe yaramadıklarını”düşünerek 19 Mayıs 1924 te Mustafa Kemal’in İsmet Paşa*imzalı bir* kararname çıkardı “marşın Türk bestekârlarca* arzu edilen şekilde yapılmadığını söylüyor Türkler ve Avrupalı müzisyenlerin katılacakları yeni bir yarışma açılmasını duyuruyordu
*Millet meclisi Paris, Viyana Napoli Konservatuvarları’nda istiklal marşı bestelerinin yollanıp* üç eserin seçilmesi ve en hoşa gideninin ‘millî marş’ kabul edilmesini bestekârına maddî ödül ile madalya verilmesi”*öngörüyordu.
Bakanlar Kurulu’nun 19 Mayıs 1924’te İstiklâl Marşı’nın üç Avrupa konservatuvarı tarafından belirlenmesini öngören ve Mustafa Kemal ile Bakanlar Kurulu* kararnamesini imzaladı
Ama, kararname çeşitli bürokratik sebeplerden uygulanamadı İstiklâl Marşı’nın müziğinin değiştirilmesi imkânsız gibidir ama değiştirilecekse yeniden besteletmeye lüzum yoktur. 1921 ile 1924 arasında bestelenmiş marşlar vardır ve*“Ordumuz etti yemin”, “Ey şanlı ordu ey şanlı asker”yahut*“Gafil ne bilir neşve-i pür şevk-i vegayı”*gibi en meşhur mehter marşlarının bestekârı*Muallim İsmail Hakkı Bey’in eseri bunların içerisinde bence en mükemmelidir.
murataltug1985
04-13-2018, 07:04
Kaynak habertürk.com murat bardakçı
Hayatta en hakiki mürşid, sansürdür!
*Sultan Abdülmecid’in kızı,Abdülhamid’in de kızkardeşi Seniha Sultan 4 Mart 1924’te, Hilâfet kaldırılıp Osmanlı ailesi sürgüne gönderildiği sırada*Reisicumhur Mustafa Kemal’e* telgrafında*“78 yaşındayım. Odadan çıkmaya gücüm yetmediğinden, alınan karara uymam mümkün değildir. Hayattan nasibi kalmamış benim gibi bir ihtiyarın son günlerini odasında geçirmeye müsaade buyurmanızı istirham eylerim”*diyordu ama dikkate alınmamış ve sürgüne gitmeye mecbur kalmıştı.bu telgrafı yayınlayınca neden yayınladın eline ne geçti? Atatürk’e hangi hakla hakaret edersin? gibisinden abuk-subuk, değerlendirme yeteneğinden uzak gerçeklerden* kaçmayı iş zannedenlerin dillerine pelesenk ettikleri ifadeler geldi*Atatürkü konuştuğumda babam yaşında* bir ayağı* çukurda adamlar bu yaşa gelmiş* bana Atatürk’e lâf ediyorsun”*diye yazıyorlar Mâlûm korodan, tıngır tıngır tepkiler gelip duruyor: Atatürk’e ne hakla hakaret edermişim, birilerinin ekmeğine yağ sürüyormuşum Atatürk’ten*“Mustafa Kemal”diye bahsetmeyecekmişim Altında*“Atatürk”*imzasının bulunduğu belgeyi yayınlamayı“Atatürk’e hakaret”*addediyorlarmış bu memleketteki kamplaşma ve 95 senelik rejimin* zayıf olduğuna inanmaktır kamplaşma* belgeye* karşı çıkacak kadar şiddetlenmiştir! Mustafa Kemal Paşası’na*“Atatürk”*denmesini istemek, belgenin imzası bile*“Mustafa Kemal”*olduğu halde“krizlere girmek idelojik körlüktür!
*hayatımda, tarihi* belgeye dayandırdım; tarih yorum, yahut kalpten geçenlerle değil,* belge ile yapılan bir ilimdir. Türkiye bir*“belge cennetidir aramayı bilirseni istediğinizi bulursunuz paylaştıklarımda suç teşkil eden hususî hayata giren kısımları sansürledim; bana göre aynı kanaatte olmasanız bile kanunlara karşı gelmek ucuz kahramanlık, özel hayatı gözler önüne sermek edep ve terbiye dışı bir iştir Zamanı sakın yayınlama!”gibisinden çığlıklara ise* gençlik senelerimden âşinayım. 25* sene önce* “Şahbaba”yı yazdığımda dört Sakın yapma,* zamanı değil, bekle tavsiyelerinin hiçbirini ciddiye almadım akıllara kulak asmamam sayesinde bir hakikatin de farkına vardım zamanı değil”*diyenlerin sözünü ettikleri o*“zaman”ın gelmesini asla istemiyorlardı *Türkiye’de belge yayınlamak devletin arşivlerindeki orijinal evrakı neşretmek bir kesimin gözüne batıyorsa* memlekette ilim irfan da bitmiş demektir aynı yolda gitmeye hadiseleri*“yazmaya devam edeceğim merak ediyorum: Mürşidlerin en hakikisi olan“ilim”in yerini sansür ve belge gizlemek mi aldı, ne oldu?
murataltug1985
04-13-2018, 07:04
Kaynak habertürk.com murat bardakçı
Mükemmel bir ikiyüzlülük örneği!
*Türkiye’nin bazı suçlular, kaçaklar, şüpheliler ve darbeciler için çıkarttığı yakalama kararını Avrupa dikkate almamış cevap vermemiş sürüncemede bırakmıştır PKK’sından Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren teröristlere göz* yummuştur Özdemir Sabancı’nın,*Haluk Görgün’ün Nilgün Hasefe’nin katili Fehriye Erdal’ın Belçika’da yirmi sene bir-iki kez gözaltına alınmış elini-kolunu sallayarak dolaşmıştır işin tehlikesi kendilerine varınca 2016’da* 30 sene hapse mahkûm etmiş fakat mahkûmiyet süresinin ertesi sene yarıya indirilmiş ve yakalanamamıştır*Avrupa’nın işin içinde İspanya olunca hemen harekete geçmiş mesele Türkiye olunca kıvır kıvır kıvıranıp çifte standard”*ve ikiyüzlülük uygulamıştır
Bizler neredeyse Avrupalı olacağız, medenîleşeceğiz”*diye çırpındıkça Avrupa önümüze reçete ve talep listeleri sürüyor, zayıf notlar veriyor bizden kaçan katillere ve darbecilere bile*“Buyur ağam, meydan senin”*dercesine her imkânı sunuyor işin içine kendilerinden biri girince ayrılıkçıyı hemen derdest ediyor Neden? Türkiye’nin başına gelenler Avrupa’nın umurunda olmadı Almanya’nın*Carles Puigdemont’un gözaltına alması mükemmel bir ikiyüzlülük örneğidir Biz de Avrupalıyız, bizi de alın, gibisinden yakarışlarımızın mutlaka* son bulması gerekir ama o idrak* nerelerde *Osmanlı Devleti, 19. asırdan itibaren, Tanzimat sonrasında Katalanyayı yakından takip etmiştir. Barcelona’da konsoloshanemiz mevcut olmuş, diplomatlar Katalanya’daki hadiseleri İspanya’nın Katalanya politikasını günü gününe İstanbul’a rapor etmişlerdir.
murataltug1985
04-13-2018, 07:04
Kaynak habertürk.com murat bardakçı
Mehmed Âkif’in şiirini değiştirmek
*19 Mayıs 1924’te Reisicumhur*Mustafa Kemal*tarafından da onaylanıp resmiyet kazanan
millî marşı Türk bestekârların yapmalarının arzu edilmesine rağmen olmaması sebebi ile Türkler’in ve Avrupalı müzisyenlerin katılacakları yeni bir yarışma açılmasını, eserlerin Paris, Viyana ve Napoli Konservatuvarları’nda belirlenmesini ve* marştan en hoşa gideninin*“millî marş”*seçilerek bestekârına ödül ile madalya verilmesini öngörüyordu.kararnamenin ardından Millî Eğitim Bakanlığı, millî marşta yapılacak değişikliğin sadece besteyi değil, sözleri de kapsadığına; Mehmed Âkif’in manzumesinin de değiştirilmesi gerektiğine karar verdi;
*İstiklal marşı için beste yarışmasından önce güfte*müsabakası”açıldı ve, 13 Kasım 1925’te gazetelerde yayınlandı.şöyle deniyordu Güftenin vakarlı, ümid saçıcı, ruhu yükseltici olması şarttır. Türkçe ile, Türklüğün varlığını, mâzisini ve büyük istikbalini ifade etmelidir. Güftenin kısa olması* bir meziyettir Müsabakayı kazanan esere beş yüz lira mükâfat-ı nakdiye ile bir Maarif Madalyası, ikinciye yüz lira mükâfat ile takdirname verilecektir.Âkif Bey’in İstiklâl Marşı büyük mücadelelemizin kudsî hatırası olarak saklanacak ve millî marş yanında ‘İstiklâl Marşı’ unvanıyla merasimde söylenecektir”.Bugüne kadar farkedilmeyen üzerinde durulmayan bu ilânın önemini herhalde farketmişsinizdir:
*Ankara, İstiklâl Marşı’nın güftesini de değiştirmeye, Mehmed Âkif’in o muhteşem şiirinin amillî marşın sözleri olmamasına karar vermiş, iki buçuk ay içerisinde yazılacak şiirler seçilecek olanının millî marş yapılmasını istemiş. Ama,*Âkif’in manzumesinin bestesi bir tarafa atılmayacak, törenlerde*“İstiklâl Marşı”olarak okunacak fakat millî marş”olmayacakmış Bu ilânla acemi, meçhul dünya kadar şair Millî Eğitime şiirler gönderdiler.* birbirinden beter ve,*Âkif’in o muazzam manzumesinin yanında esâmileri okunamayacak seviyedeydiler Yarışmadan bir netice çıkmadı ve*Âkif’in şiirine ilişilemedi Âkif’in şiirini değiştirme hevesleri kursaklarında kaldı 1937’de neticesiz** bir başka yarışma daha yapıldı
murataltug1985
04-13-2018, 07:05
Kaynak habertürk.com murat bardakçı
Papa’nın ‘Cehennem yok!’ sözü de birşey mi? Katolikler bir kadının Papa seçildiğini bile görmüşlerdi
*93 yaşındaki bir İtalyan gazeteci “Papa cehennemin olmadığını söyledi” diye yazınca Katolikler birbirine girdi ve Vatikan yalanladı. Vatikanda Gilberta” adındaki kadın 853’te “Sekizinci John” olarak Papa seçildi ama bir âyin sırasında doğum yapınca öldürüldü Katolik rahiplerin evlenmelerinin yasak olmasına rağmen birçok*Papa çocuk*sahibi olmuştur.*PAPA Fransuva, cehennemin olmadığını, günahkâr ruhların âhırette yokolacağını söyledi* kıyametler koptu. Vatikan kutsal pederlerinin böyle bir şey söylemediğini, günahkârların cehennemde ebediyyen yanacaklarını duyurdu.Papa’nın açıklamasının* ardından salonun alçı süslemeleri döküldü. Papa’nın sözleri Aziz Petrus’u hiddetlendirdi ve* kilisenin tavanını Fransuva’nın kafasına geçirdi”deniyor
*Katolikler geçmiş asırlarda skandallarla sarsılmıştı 853 senesinde*“Joan”*isimli bir kadın erkek zannedilip*“Sekizinci John”unvânıyla Papa yapıldı Jutta”dedikleri* Almanya’da yaşayan İngiliz misyoner ailenin kızıydı 12 yaşında kadın elbiselerinden sıkılmış, erkek gibi görünmek istemiş, erkek elbiseleri giymeye başlamıştı.
ilâhiyata merak saldı, Atinada din ve felsefe öğrendi Romada erkek zannedildi rahip oldu kardinal oldu ve her ne halt ise 853’te ölen*Dördüncü Leo’dan sonra* Papa seçildi Sekizinci John”*adını aldı iki sene beş ay dört gün* Papalık tahtında oturdu.*Kadın Papa*Joan’ın gidişi garip oldu. Roma imparatorunun oğluna hamileydi bebeğini dokuz ay boyunca gizledi Aziz Petrus Kilisesi’nin dışında kortej halindeki bir âyin sırasında, doğurdu Şeytan görmüş gibi olan Kardinaller Joan’ı, ve yeni doğmuş çocuğunu taşlayıp öldürdüler. Vatikan,*Joan’ın* ismini Papa listesinden sildi kilisesi yok edildi Kilise,*Joan’ın unutulması için elinden geleni yaptı fakat hadisenin tarihe geçmesine mâni olamadı Joan’ın macerası* romanlara konu oldu filmler yapıldı, çizgi romanlar yayınlandı...kardinaller Joanı gömüp üzerine mermerden bir plâket, anne ile çocuğunu gösteren bir heykel dikdiler Plâket ve heykel 16. yüzyılda kırdırıldı, parçalatıldı
*Bekâret yemini eden ve* Papalığa yükselen Katolik rahiplerin kadınlarla ilişki kurmamaları, dünyadan* el-etek çekmeleri gerekirdi 904’te Papa olan ve yedi yıl hüküm süren*Üçüncü Sergius’un Marozia* adında 16 yaşlarında bir sevgilisi ve gayrımeşru bir oğlu vardı.*Marozi’nın annesi Theodora, sevgilisini 914 te*“Onuncu Jean”*unvanıyla Papa seçtirdi Sergius’un gayrımeşru oğlu 931’de*“Onbirinci John”*olarak Papalık tahtına oturdu. gayrımeşru oğul* Papa seçildiğinde 18 yaşındaydı babasının metresini kullandı öz yeğenleriyle ilişkiye girdi* bir papazın cinsel organını kestirdi. 963 te Aziz Petrus Kilisesi’nde toplanan 50* kardinal, Papa’yı saygısızlık ve, yalan yeminle, cinayet ve zina ile suçlayıp Papalık’tan azlettiler.*Sekizinci Innocent*1484’te Papa iki gayrımeşru çocuğun Borjia*ailesinin dört çocuğu vardı çocuk sahibi Papalardan 1523’te ki Papa Yedinci Clement’ gayrımeşruydu, sevgilisinden oğlu vardı Üçüncü Paul’un dört oğlu* iki erkek torunu vardı, 20 yaşına bile basmamış olan torunlarını* kardinal yapmıştı Bunlar, Vatikan’ın tuhaflıkları
murataltug1985
04-13-2018, 07:05
Kaynak habertürk.com murat bardakçı
Ayasofya Kararnamesi’nin kriminal laboratuvarında incelenmesi şarttır!
*CUMHURBAŞKANI* Erdoğan* Ayasofya Camii’nde* yaptığı konuşmada heyecanlandı Heyecan hissetmeden konuşması mümkün değildi, Cumhuriyet tarihinde ilk defa Ayasofya’da bir Cumhurbaşkanı’nın huzurunda Kur’an okunuyor ve Cumhurbaşkanı mâbedin içerisindeki topluluğa hitap ediyordu... Ayasofya’nın müze kalmasına karşıyım beş asır boyunca cami olarak kullanılan*“fetih sembolü”*mâbed eskisi gibi cami haline getirilmelidir bu karar siyasî olarak zordur Yunanistan “savaş sebebi”sayabilit ama gönül fethin sembolü olan mâbedin kapalı kalmasına razı gelmiyor...Ayasofya* zihnimi kurcalıyor Reisicumhur*Atatürk Ayasofya’nın*“müze”*hâline getirilmesi hakkında 24 Kasım 1924’te çıkartılan Bakanlar Kurulundaki imzası, *atatürkün imzası şüphelidir Hükümet üyelerinin imzaları gerçektir, yani bakanlar tarafından bizzat atılmışdır *“K. Atatürk”*imzası ise sanki başkası tarafından atılmış gibidir ORTADA BİR TUHAFLIK VAR Asırlardır cami olarak kullanılan mâbedin 1934’te müze yapılması gelişmeleri bilinmektedir ve*“Atatürk’ün mâlûmatı vardır Ama imza farklıdır
Ayasofya Kararnamesi kriminalde titizlikle incelenip Atatürk* imzasının sahte olup olmadığı ortaya çıkartılmalıdır
murataltug1985
04-13-2018, 07:05
Kaynak habertürk.com murat bardakçı *
Teşvikiye modeli cenaze
“Nişantaşı”*ile*“Teşvikiye”*ucucadır ama Âdetleri farklıdır, hayatları değişiktir, Nişantaşı’nın* uçukluğuna ve* şımarıklılığına Teşvikiye’de rastlanmaz, Nişantaşı belediye olarak Şişli’ye, Teşvikiye Beşiktaş’a bağlıdır.Teşvikiye’de iki mahallenin özelliklerini taşıyan tek bir mekân vardır: Teşvikiye Camii...Nişantaşı mekânları ile hayat tarzı ile Teşvikiye’nin âdetlerini ve asıl Teşvikiye Camii’ni etkilemiştir Cami göçüp giden sosyete mensuplarını ve şöhretleri son yolculuklarına uğurlama mekânı oldu, ve ortaya eskiden görmediğimiz kendine mahsus bir*“cemaat”*ile*“cenaze ritüeli”*çıktı...
Cenazeye gelen hanımları tanımak imkânsızdır sanki dostlarını* değil, defileye yahut partiye gelmiş gibidirler; saç stillerinde fark yoktur,* hepsi*“sosyete sarısı”denen Koleston ile boyanmıştır, Hanımefendiler* başsağlığı temennisini hatırına getirmeden porselen dişleri ile tıslamayı andıran tuhaf bir sesle*“Canım, n’aber, nassssın?”diye sorar, kiminle teşerrüf ettiğinizi çıkartamadığınız için sözü evirip çevirip birşeyler söylersiniz. Muhatabınız tanıyamadığınızı farkedince Aşkolsun, unutulduk mu?”yu yapıştırır ve*“Tanıdım ama işte şu gözlük yani...”*diye gevelersiniz
Teşvikiye’den kalkan cenazelerin erkek cemaati ise
Yazları çorapsız giyilen loafer, ilân panosunu andıran son moda bir tişört, kışları en pahalı mağazalardan alınmış kaşmir bir palto yahut avcı montu ile gelirler cenazeye** koyu renk gözlük vardır gözlerinde çok şükür erkekler surat boyu gözlük takmadıkları için kimliğini seçebilirsiniz
Teşvikiye Camii’nde bu manzaraya,* rahmetli*Hasan Pulur’un Müslüman kokteyli diyordu* cenaze meselesini dert edinenler sadece*Teşvikiyeliler değil! Cenaze sonrasında uğranılması âdet olan restoranlar ile cemaatin olmazsa olmazını, yani caddeyi altüst eden Mercedes S’lerini yahut BMW 7’lerini alan valeler ile değnekçiler de mâtemde...dedim ya, tamirat bitmeden*“Gel!”emrine muhatap kaldığımız takdirde bilmem ki nereye götürecekler?
İşte, bunun merakındayım!
murataltug1985
04-13-2018, 07:06
Kaynak habertürk.com murat bardakçı *
Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Hanım Geçinemiyorum’ deyip CHP’den yardım istemiş ama parti talebini reddetmişti
Atatürk’ün gündemde* olmayan* isminden az bahsedilen kızkardeşi Makbule Atadan... 1956’da vefat etti Makbule Hanım, 1947’de Cumhuriyet Halk Partisi’ne ağabeyinin vasiyeti gereği geçinemediğini* maaşının arttırılmasını istemiş ama Parti reddetmiştir* Atatürk’ün kızkardeşinin sıkıntısını Meclis 1958’de vatanî hizmet aylığı bağlayarak çözmeye çalışmıştı.*ATATÜRK’ün ailesi hakkında okullarda öğretilen babasının gümrük muhafaza memuru*Ali Rıza*annesinin*Zübeyde Hanım*ile sınırlıdır, nadir de olsa*“Makbule”*adında kızkardeşinden bahsedilir* ölen diğer kardeşlerinin isimleri* geçmez.Makbule*Hanım, ağabeyinin Cumhurbaşkanı olmasının ardından annesi*Zübeyde Hanım*Ankara’da yaşadı. Milletvekili ve işadamı*Mecdi*Boysan ile evlendi, sonra ayrıldı,
1930’da ağabeyinin talimatı ile Serbest Cumhuriyet Fırkası’na girdi ve uzun seneler Ankara’da, Çankaya Köşkü’nün yakınında Camlı Köşk’te yaşadı* 1956’da vefat etti.Atatürk,*5 Eylül 1938’deki vasiyetnamesinde*Makbule*Hanım’ın yaşadığı evi ölümüne kadar kullanmasını istemiş ve İş Bankası’ndaki* gelirinden de her ay bin lira aylık bağlamıştı.bazı belgeler,*Makbule Hanım’ın son senelerinde maddî sıkıntıya düştüğünü, aylığının arttırılması için Chp ye müracaat ettiğini, Parti’nin Atatürk’ün vasiyetinin dışına çıkamayız”*Aylığını arttıramayız”*cevabını verdi ve Makbule Hanım Bana ağabeyimin hizmetlerine dayanarak vatanî hizmetden maaş bağlayın”*diye ısrar etti
Meclis 1948’de aldığı bir kararla bin liralık yeni bir aylık bağlandı...
Atatürk’ün kızkardeşinin Cumhuriyet Halk Partisi’ne 7 Eylül 1947 de yazıdıği mektupta şöyle deniyordu:
Cumhuriyet Halk Partisine Ağabeyim merhum Atatürk’ün vasiyetnamesi gereğince Parti’den* ödenen 840 lira ile geçinmekte müşkilât çekiyorum. paranın tahsis edildiği zamanla bugünün parası arasında en ez beş misli fark bulunmaktadır.Atatürk’ün vârisiyim. Ağabeyimin vasiyeti müreffeh bir hayat sürebilmemdi tahsis olunan para bugün masraflarımı karşılamamaktadır.alâka gösterecek kimsem yoktur. boşanmış olduğumdan, tesellimi Cumhuriyet Halk Partisi’ne sığınmakla buluyorum.
sayılı* ömrümü rahatça geçirebilmek için ödeneğimin artırılmasını dilemekteyim.
murataltug1985
04-18-2018, 06:38
Kaynak Seçme Hikayeler.com
Gerçek Bir Kahramanlık Fedai Osmancık Taburu*
Kızgın bir güneş Irak çöllerini kavuruyordu. Uçsuz bucaksız çölde hayat durmuştu… kuş uçmuyordu Diken cinsinden tek tük cılız bitkiler ve bir iki hurma ağacının altında istanbullu Semih oturuyordu *genç bir yedek subaydı Birinci dünya harbinde. Osmanlı* hudutlarında harp ateşleri yanıyordu Iraka İngilizler saldırdılar. Para ile Irak Araplarını taraflarına çektiler. bir kısım Araplar ise türklerle omuz omuza dövüşüyordu Kızgın Irak çölleri* kan ile sulanıyor, şiddetli savaşlar oluyordu gözler Çanakkale cephesindeydi ırak cephesinden kimsenin haberi yoktu Fakat nice kahraman Türk evlâdı her gün kızgın çöllerde şehit oluyordu
çöl hayatı, susuzluk, yorgunluk, sıcaklık, düşman kurşunlarından önce* sebep oluyordu. Yedek subay Semih, İstanbullu bir zengin ailenin evlâdıdır. Hayatında sıcak, ve soğuk görmemişti Nazlı ve rahat büyümüştü sıcakta güneş çarpacak diye sokağa çıkmazdı. Fakat şimdi gölgede kırk dereceye düşmeyen çöl sıcaklarında* vazife başındaydı Güneşte sıcaklık yetmiş dereceydi* bu İstanbul genci sıcağa nasıl dayanıyordu
Her tarafdan kan, kusan bu ıssız çölde semih tek başına birisini beklemektedir. Bu sebepten çöldedir Gözleri ufuktadır. beklediği Muhakkak gelecektir. Asker hararet, susuzluk ve yorgunluktan kendini kaybediyor.* çöl* ufuklarında seraplar görüyordu
Fakat kendini* kaybedmiyor her seferinde kuvvei mâneviyesini topluyordu bir asker çöl serabında* . ufka dalınca hayaller gördü; Boğazda suları* yelkenlileri, sandalları gördü o anda* dualar okuyan annesi kardeşi. nişanlısı karşısında idi. gelsene, diye onu çağırıyorlardı.Semih bu serapdan sıyrıldı. Ellerini gökyüzüne* açarak:Allahım, Aklım sana emanet. Sen kuvvet,* ver… Beni, vatanıma ve* vazifeme bağışla. Beni bekleyeni* mahrum bırakma…Semih biraz kendine gelmişti Beklediğinin gelmesi lâzımdı.tekrar tatlı seraplar gördü. seraplardan kurtulması lâzımdı. Cebinden bir defter çıkardı. Bu hatıra defteriydi* hatıralarını yazacaktı.*
murataltug1985
06-22-2018, 06:29
Kaynak sabah.com.tr
ERHAN AFYONCU Kudüs ve Filistin uğruna
Osmanlı ordusu Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler’e karşı Kudüs’ü savunmak için 8 Aralık 1917 de yaptığı 39 gün süren muharebelerde 25 bin kayıp verdi. Bütün şehidlerimizin ruhları şad olsun 1917' Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı kuvvetleri güney cephesinde birçok yer kaybederek çekilmeye başladı. 11 Mart 1917'de Bağdat düştü.
GAZZE MUHAREBELERİ nde İngilizler'in hedefi Kudüs'tü.Osmanlı birlikleri Gazze- Birüssebi hattında İngilizler'i engelliyordu. Osmanlı ordusu Mart 1917'de 1. Gazze ve Nisan 1917'de 2. Gazze muharebelerini kazanarak İngilizler'i durdurdu
İngilizler komutanları Allenby'i gönderdiler.
Osmanlı 1917 ağustosunda Osmanlı ordularını Alman taburlarıyla takviye ederek Yıldırım Orduları Grubu'nu kurdu.Başına von Falkenhayn'ı geçirdi.
Filistin cephesinde Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Refet Bele, Fahrettin Altay gibi önemli komutanlarımız vardı Çanakkale'deki birlikler bu cephedeydi.Osmanlı askeri Sarıkamış ve Kanal taarruzlarında zayıflatılmıştı. Enver Paşa, karar veremiyordu. Güney cephesi düşerken Avrupada Osmanlı birlikleri vardı. stratejik ve taktik hatalardan Filistin cephesinde İngilizler'e zayıf yakalanmıştık. Alman komutanlarla Türk komutanlar arasında ayrılık vardı. Kemal Paşa'nın Eylül 1917'de Enver, Talat ve Cemal paşalara yaşanacak sıkıntıları açıkça ortaya koymaktadır.
Mısır Kuvvetleri Komutanı Edmund Allenby,, Osmanlı savunma hattını çökerterek Kudüsü açmaya çalıştı.İngiliz Başbakanı Llyod George, Noel'e kadar Kudüs'ün alınması emrini vermişti.
İngilizler, 31 Ekim 1917'de Birüssebi'yi aldılar.
Osmanlı kuvvetlerinin Birüssebi taarruzları netice vermedi.İngilizler yoğun bombardımanla Gazze'yi harabeye çevirdiler. Refet Bele çekilmektense şehid olmayı yeğlemekteydi.savunma imkânı kalmayınca yüzlerce şehid verilerek 6-7 Kasım 1917 gecesi Gazze'den çekildik. Osmanlı kaybediyordu.Gazze muharebelerini kazanan İngilizler Kudüs yolunu açdı.Allenby, Osmanlı kuvvetlerine nefes aldırmıyordu. İngiliz ateşi açlık ve hastalıkla boğuşan Türk kuvvetleri tüm kahramanlıklarına rağmen bozgunu önleyemedi. Çanakkale'den gelen 57.Alay ve 77. Alay bu cephede de büyük kahramanlık gösterdi.
Asım Gündüz ve Hüseyin Erkilet gibi subaylarımız büyük bir bozgunu önledi. Kahraman askerlerimiz süngüleriyle fedakârca mücadele edti
Falkenhayn, Kudüs'ü savunacağına inanıyordu.
yaşadığı mağlubiyetler komutanlarımızın direncini zayıflattı. İngilizler Hz. İsmail Tepesi'ni ele geçirdiler. Türk taarruzları başarısız oldu. Osmanlı kuvvetleri 20 kilometrelik bir savunma hattı kurdu Ancak İngilizler Türk mevzilerinin bir kısmını ele geçirince savunma hattı yarıldı.şehrin tahrip edilmemesi istendi ve Osmanlı kuvvetleri şehirden çekildiler. Birliklerimiz 8 Aralık 1917 gecesi Kudüs'ü terk etdi.9 Aralık 1917 sabahı Belediye Başkanı El-Hüseynî şehrin sembolik anahtarını teslim etmek için sur dışına çıktılar. 60.Tümen komutanı Allenby adına şehri teslim aldı.
General Allenby, 11 Aralık 1917'de Yafa kapısından girdi. Avrupa'daki resimlerde Allenby'i şehre melekler eşliğinde girerken tasvir edilir. Kudüsün düşüşü İngiliz basınında Haçlı seferlerine, Allenby de ilk Haçlı seferinde Kudüs'ü işgal eden Boullion'a benzetildi.Allenby, İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard'ın yarım kalan Haçlı seferini tamamlamıştı.
31 Ekim 1917 ile 8 Aralık 1917 Kudüs'ün düşüşüne kadar Osmanlı askerleri şehid, yaralı ve esir toplam 25 bin kayıp vermişdi. Ruhları şad olsun.
Filistin ve Kudüs’te 400 yıl hüküm sürdük
Kaynak sabah.com.tr
ERHAN AFYONCU Osmanlı, sefere duayla çıkardı
Osmanlı sefere Eyüp Sultan’da dua ederel çıkar ordunun muzaffer olması için Fetih Suresi okunur dua edilirdi. Osmanlı padişahları sadaka dağıtırdı. Osmanlının sefere çıkışı haşmetli olurdu
Diyanet İşleri camilerimizde yatsı ve sabah namazı öncesi veya sonrası Fetih Suresi okunup, ordumuza dua edildi. Ordumuz sefere çıktığında camilerde dua etmek eski bir gelenek Osmanlı sefere dua ile çıkar her tarafda Kuran-ı Kerim okunur dualar edilirdi. Osmanlı ordusu sefer yolunda. İken TUĞLAR DİKİLİYOR du
Osmanlıda savaşmaya kararı için padişahın huzurunda meclis toplanırdı. Divân-ı Hümayun kaptan paşa, şeyhülislâm, yeniçeri ağası beylerbeyi ve komutanlar katılırdı. Herkesin fikri alınırdı.
savaşdan önce şeyhülislâm ve din adamlarından Fetva alınıp, padişahın tuğları dualarla Cebehâne'nin önüne dikilirdi.Kanuni, Eyüp Sultan'da dua ederdi sefere çıkmadan önce padişahlar, ilk olarak Eyüp Sultan'ı, ardından da ata türbelerini ziyaret ederdi. Osmanlı padişahları türbelerde fakirlere sadaka dağıtırdı. Sefere padişah gitmiyorsa ordu komutanı serdarlar Eyüp Sultan Türbesi'ne gider büyük bir merasimle padişah ve devlet İstanbul'dan yola çıkardı. Padişahın yakın maiyeti merasimde göz alıcı kıyafetler giyerdi. İstanbullular töreni seyre çıkardı. Osmanlı ordusunun sefere çıkışı çok haşmetliydi Rengârenk kıyafetler bayraklar silahlar askeri kıtalar herkesi hayran bırakırdı.
Ayasofya Camiinde ve imparatorluğun dört bir tarafında kadı ve valilere emirler gönderilir zafer duası emredilirdi. Kastamonu'dan Kerkük'e, Mısır'dan Bağdat'a Osmanlı Devleti'ndeki bütün şehir, kasaba ve köylerde mübarek mekânlarda dua edilirdi. hangi surelerin okunup, dua edileceği emirlerde zikredilirdi. Çoğunlukla Fetih Suresi, ve Enam suresi okunurdu.Seferde âlim ve hâfızlar Eyüp Camii'nde toplanıp Kuran-ı Kerim'den cüz okur hatim tamamlanır ordunun muzaffer olması için dua ederlerdi. Sonraki günlerde camilerde toplanarak zafer için duaya devam ederlerdi. Ulema ve devlet adamları Fetih Suresi ve bin bir kere Salat-ı Münciye duası okurlardı. Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-ı Şerif Dairesi'nde Ayetelkürsi okutulurdu.
Ordu sefere çıktığında camilerde sabah namazından sonra haftada iki gün Kuran-ı Kerim okunur ve zafer duası edilirdi. Veziriazam Merzifonlu Mustafa Paşa 1678'de Çehrin Seferi'ne çıktığında seferden dönene kadar pazartesi ve perşembe günleri seher vaktinde dua edilmişti. Donanma sefere çıktığı zaman da muzaffer ve galip dönmesi için camilerde dua edilir Devletin zor durumda olduğu dönemlerde beş vakit namazda Allah'a niyazda bulunulurdu.
Sultanahmet Camii'nde mevlit. Düzenlenilirdi
sefer duasının yapılışı*şöyle anlatılır:
"Sefere giderken ikindiden kethüda iskemlede oturur. Yeniçeri ağasının iç ağaları ve adamları ayak üzere dizilip bir büyük daire olur. Ve her odanın adamları da çadırları önünde dizilip ayak üzere dua ederdi bir nefesten, Allah Allah sadası yankılanır. Üç defa Allah Allah sadasından sonra padişah hazretlerine, vezirlere ve ağalara ve İslam askerine zafer duası edilip "hû" denildikten sonra herkes yerine otururdu Bu kanun yeniçeri ocağı sefere çıkınca icra olunur."
murataltug1985
06-22-2018, 06:30
Kaynak sabah.com.tr
ERHAN AFYONCU Tarihimizden ilginç fetvalar
Osmanlı halkı her konuyu şeyhülislama ve müftüye sorardı. Şeyhülislamlar sanat hac yardım gibi birçok konuda fetva verdi herkes fetva makamına başvururdu. "Pırasa yenilir mi?", "Sakala kına sürülebilir mi?", "Bayıldım, orucum bozuldu mu?" gibi binlerce konu müftülere soruldu Fetva dini-hukuki durumuna açıklık getirir Dini görüş fetva hüküm yerine geçmez. hükmü kadı, verirdi. Fetva yetkili müftüden ve en büyük dini yetkilisi olan şeyhülislamdan da alınabilirdi. Fetva almak için soru soran meseleyi yazılı olarak fetva makamına arzederdi. Fetvalarda erkeklere Zeyd, Amr, kadınlar için Hind, Zeynep gibi temsili isimler kullanılırdı. soru teferruatlı olur, cevap olur, olmaz, caizdir, değildir" gibi birkaç kelimeden oluşurdu. Fetvanın sonunda, müftünün adı bulunurdu.
Yavuz Sultan döneminin meşhur şeyhülislamı Ali Efendi, fetva isteyenlerin sorularını koyabilmeleri için ev penceresinden devamlı zenbil sarkıtırdı. Soru sahipleri cevaplarını da zenbille alırdı. Şeyhülislam bu yüzden "Zenbilli Müftü" olarak adlandırılmıştı. Şeyhülislamların bir günde verdiği fetva bini geçebilirdi. Kanunî Sultan Süleyman'ın meşhur şeyhülislâmı Ebussuud Efendi, bir gün sabah namazından ikindi namazına kadar, 1413 fetva vermişdi Tarihimizde önemli yeri olan şeyhülislam fetvalarının bir kısmı tekrar yayınlanmıştır. Ebussuud Efendi ile 17. yüzyıl şeyhülislâmı Çatalcalı Ali Efendi'nin fetvalarından örnekler aşağıdadır:
Soru: Zengin Zeyd hac*görevinden sonra, bir defa*daha hacca gitmek isterse, tekrar hac etmek*mi iyidir, yoksa gitmemesi mi daha iyidir?
Cevap: muzdarip fakirlere ve çok zor durumdaki yetim analarına yardım etmek daha iyidir.
Soru: Bir camiye imam olmakla, marangozluk yapmaktan hangisi makbuldür?
Cevap: Namazı terk etmeden sanat sahibi olmak Allah katında daha makbuldür.
Soru: İlim sahibi Zeyd, Amr'ın*kızı Hind'e talip olup, evlenmek için anlaşma olsa, nikâhtan önce*Amr kızını Zeyd'e vermeyip zengin Bekir'e*verebilir mi?
Cevap: İlim sahibi birisinin yerine başkasını tercih etme, Müslüman'a yakışmaz.
Soru: Zeyd, eşi Hind'i haksız yere döverse,*ne lazım olur?Cevap: Zeyd'e 80 değnek vurulur.
Soru: Tekkelerde inzivaya çekilip, işi*Allah'a bırakıp kaderine razı olanların*durumları dinen makbul müdür?
Cevap: Değildir.
Soru: Zeyd, Hind'in evine girip, zorla ona*sahip olmak istediğinde Hind, Zeyd'i def edemeyip, balta ile vurup*yaralasa ve Zeyd yaradan ölse, Hind'e*bir şey yapmak lazım olur mu?
Cevap: Gazâ etmiş olur.
Soru: Dilenci Zeyd, Amr'a gelip "Allah*aşkına, peygamber aşkına, Allah'ı seversen*peygamberi seversen, bana para ver" dese,*Amr da aldırış etmese veya "Allah vere"*dese, günahkâr olur mu?
Cevap: Sevmek vermeyi gerektirmez. Sevmediği için vermemiş olacak hata yoktur.
Soru: Pırasa diye bilinen sebzeyi yemek*helal olur mu?Cevap: Olur. Ancak pırasa yemişken, kokusu geçmeden camiye gelmemelidir.
Soru: Tuz ve sirke ile karıştırılmış sebzeler*çiğ iken yenilse, helal olur mu?Cevap: Olur. Çünkü bu adettir.
Soru: Bir çok ilaç kullanmasına rağmen* iyileşmeyen Hind'in şifa bulması*için doktorlar 6 gram şarabı bitkilerle karıştırması*gerekir. Eğer yapmazsa hastalıktan*ölecek deseler, bu ilacı kullanması*caiz olur mu?Cevap: Asla caiz değildir. Doktorların dedikleri yanlıştır. Şarapla deva bulunmaz. Bunun yerine üzüm suyu ile bitkileri karıştırmalıdır.
Soru: Keyif için içilen esrarın azı da, çoğu*da haram mıdır?Cevap: Haramdır.
Soru: Sünnet olurken normalden az kesilmiş*olan Zeyd'in tekrar sünnet olması dinen*caiz olur mu?
Cevap: Olmaz.
Soru: İki eşi olan Zeyd'in hanımları aynı*evde oturmak istemezlerse, her birine müstakil*ev lazım olur mu?Cevap: Lazımdır. Avluları bile ayrı olmaz lazımdır.
Soru: Eşi Hind ve kayınvalidesi Zeynep'le*aynı odada yatarken, gece kalkıp dışarı*çıkarken kasıt ve şehvet olmadan ayağı*Zeyneb'in ayağına dokunan Zeyd'e eşi Hind*haram olur mu?
Cevap: Olmaz.
Soru: Zeyd, eşi Hind'e "Annem ve kızkardeşim*ol" dese dinen Hind, Zeyd'den boş*olur mu?
Cevap: Haram olmak niyeti ile dediyse boş olur, "Onlar gibi sevgili ol maksadıyla" dediyse olmaz.
Soru: Bazı Müslümanlar, "çıbanım var,*yaram var" diye durumlarından şikâyet edip,*namaz kılmasalar, bu dinen özür olur mu?Cevap: Namaza özür olmaz, kan akarken bile kılmak lazımdır.
Soru: "Bismillah, Allahu Ekber" diyerek*domuz kesen kimsenin durumu nedir?
Cevap: İman tazelemesi gerekir.
Soru: Ramazanda oruçluyken üç defa*bayılan Zeyd'in orucu bozulur mu?
Cevap: Bozulmaz.
Soru: Kına ile sakalını boyayan Zeyd'e*şeriata göre ne lazım olur?Cevap: Kendi bilir.
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
Devleti ayakta tutan Valide Turhan Sultan
Osmanlı’da 17. yüzyılda hükümdar otoritesinin olmadığı bir dönemde Turhan Sultan’ın devlet yönetimini ele alıp, hanedanı her şeyin üstünde tutması devletin devamını sağladı Osmanlının en güçlü valide sultanlarından Turhan Sultan 1627'de Ukrayna'da dünyaya geldi. on iki yaşındayken Tatar akıncılarına esir düştü ve Kör Süleyman Paşa tarafından satın alınıp Kösem Sultan'a hediye edildi. güzellik abidesiydi Turhan Sultan zekâsıyla Kösem Sultan'ın takdirini kazandı ve Sultan İbrahim'in gözüne girdi.Sultan İbrahim 1640'da tahta çıktığı zaman hanedanın hayattaki tek erkek üyesiydi. Hanedanın sona erme tehlikesi ortaya çıktı sultanın hükümdarlığı iki yıl endişeli bekleyişiyle geçti. Padişahın oğlu olması için yapılmadık kalmamıştı. Sonunda 1642 de Hatice Turhan Sultan'ın Avcı Mehmed diye anılacak Şehzâde Mehmed'i doğurması ile herkes rahat bir nefes aldı.
Bu doğum Sönen Osmanlı hanedanı için kurtuluştu
Turhan Sultan, Harem'de Kösem Sultanın gölgesinde kaldı oğlu IV. Mehmed'in hükümdar olmasıyla gelin ile kaynana arasında mücadele başladı Turhan Sultan zaferle çıktı Harem'in hakimi olmuştu. Turhan Sultan, Köprülüler'in sadrazamlığa gelmesinden sonra siyasetten çekildi kendini hayıra adadı. Çanakkale Boğazı kalelerini inşa ettirdi. III. Murad'ın hanımı Safiye Sultan tarafından yapılan ancak tamamlanamayan Eminönü'ndeki Yeni Cami'yi tamamlattı. 1682'de vefat etti ve Yeni Cami'deki türbesine defnedildi.
Turhan Sultan'ın devlet yönetimini ele alması Osmanlı İmparatorluğu'nu otorite boşluğundan kurtarmıştır. Valide Sultan'ın hanedanı herşeyin üstünde tutması devletin devamını sağlamıştır.
Turhan Sultan'ın emirlerinde yönetime oldukça hakimdi veziriazama gemiler Hazine vergi istihkâmlar donanma asker maaşları gibi bir çok konuda emir verdi birçok devlet işine vâkıftı Turhan Sultan, emirlerinin uygulanmasında aksaklık olduğunda kılıç ortaya çıkmadan kul taifesi iş yapmaz" diye tehdit dahi etmiştir.
TURHAN SULTAN'IN EMİRLERİ incelendiğinde Valide Sultan'ın devlet işlerini büyük bir dirayetle yaptığı görülmektedir: Donanmanın durumu nedir? Sanmayın ki takip etmiyoruz yaptıklarınızı. Gemiler boş ve kof olmasın. Teçhizat, mürettebat ve barut tam hazırlansın. vaktimiz yok. Donanmanın hareket zamanı gelmiştir. Çalışıp eksik bırakmayınız. Gözünüzü dört açın. İhmal ve bahane istemiyorum. Beni söylettirmeyin. Valide Sultan".
Nice düşmanların gözü kör olsun. düşmanımız var, düşmansız kimse olmaz. siz doğrulukla hizmet edip din ve devleti kayırdıktan sonra, Hakk Teâlâ kuluna zulmetmez. siz can u gönülden çalışın. Göreyim sizi, sözünüz padişahın huzurunda yalan çıkmasın. Donanmanın perşembe çıkmasına çalışın ve bizi haberdar edin. Valide Sultan"
Paşa Donanma ile niçin ilgilenmiyorsun? Huzurumuza gelüp 'Herşey hazır ve mükemmeldir' diye aldatıyorsun. Adam gönderip kontrol ettiriyorum, ortada bir nesne yok. Siz '1200 kürekçi lâzımdır" diyorsunuz, yoklatıyorum, üç bin kürekçi yok. para veriyoruz! Cephane için para istiyorsunuz, Bu âna kadar tamamının bitmesi gerekirdi. Hep huzurumuzda lâf ediyorsun,işin aslı nedir? Vallahi 'demeyesin. on beş gün içinde donanmayı kusursuz çıkartmazsan kendin bilirsin. Dini ve devleti kayırmak böyle mi olur? Ümmet-i Muhammed'in hizmeti böyle mi olur? doğrulukla hizmet etmezseniz padişahın ekmeği size haram, cümle ümmet-i Muhammed'in günahı ve vebali boynunuza olsun. emektarsınız diye inandık ama ne güzel hizmet edüp yüzünüzü ağartırmışsınız! Size düşen bize söyletmemek, işleri gözden geçirtmemek idi. Şimdi bildiriyoruz gözünüzü açıp mukayyet olun! Tersane'ye niçün boş bakınıyorsun? İyi hizmet et, dikkatli ve mukayyet ol, sonra kendin bilirsin. Size düşen Kaptan Paşa'ya tenbih 'Ne lâzım ise bildir, vereyim' demek ve vermektir. kusur etmediğiniz takdirde suç kaptanındır ama siz böyle yapmıyorsunuz. Valide Sultan"
"Paşa'ya selâm: Askerin maaşı ile ilgileniyor musun? ödeyebilecek misiniz? bize lâf getirmeyin. Maaşların ödenmesinin gecikmesi hâlinde size de, bize de zarar gelecek. Allah'ı severseniz gayret gösterin, ödemeler uzamasın. Başımızı önce Allah'a, sonra size dayadık ve inandık. gözünüzü açıp hizmete devam edesin. Gecikecek zaman değildir. geceleri uyku bize haram Allah'ın malumudur. İçeride bize, dışarıda size ümmet-i Muhammed'i korumak, din ile devleti gözetmek düşer. Herkesin ve önde gelen din adamları ile sizin göreviniz ağız birliği etmek, etrafı kollamak, zulmedenleri izlemek, uyarmak, cezalandırmak ve düzeni korumaktır.... 'Halka zulmedildiğini duyarsam siz bilirsiniz' tenbih edin ve Allah'ı severseniz dikkatli davranın. Donanmaya özen gösterin, Kaptan Paşa'ya iş zamanının geldiğini söyleyin. Bizi konuşturmadan hayır duamızı almanızı istiyoruz, göreyim sizi. Valide Sultan"
"Ne arz olundu malumumuz hizmete ehemmiyet veresiniz. Her ahvalden, her hususdan nice iş görmüş, derya ahvali bilen ihtiyarlarla, şeyhülislâm, kadıaskerlerle, tecrübelilerle istişareden kaçınmayıp, dışarı çıkmanıza rızamız yoktur. Hemen saadetlü arslanımın huzurunda ne yazıldıysa yine o şekilde harekette olasın. ...Her şekilde hayır duamız sizinledir. Elem çekmeyesiz"
murataltug1985
06-22-2018, 06:31
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
Fransa asırlardır bize Fransız kaldı
Fransa, müttefikimiz olmasına rağmen Suriye’de YPG taraftarı 17. yüzyılda da bizimle müttefikti ancak savaşta olduğumuz Venedik ve Avusturya’ya yardım etmişti fransa16. yüzyılda osmanlı yardımıyla varlığını devam ettirdi Ancak Fransızlar, 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı düşmanlarının yanında yer aldı ve OSMANLIYI ARKADAN VURDU
Fransa, "Güneş Kral" lakaplı 14. Louis zamanında Girit'te Osmanlılarla savaşan Venedikliler'e yardım gönderdi. Fransa'nın görünürde Osmanlı ile dosttu ancak gizlice Venedik'e yardım ettiği Osmanlı için bunu ispatlamak kolay değildi. Çünkü Fransa mektuplarında özel şifre kullanıyordu bunu bilen çok az kişi vardı. 1656 ile 1661 yıllarında sadrazam Köprülü Mehmed Paşa bu şifreleri çok ilginç bir yolla çözdürdü.
Köprülü Mehmed Paşa hem fransızların kendisine yaptığı saygısızlığın ve Venedik'e gönderilen yardımların hesabını sormak için fırsat kolluyordu 658'de Girit'teki savaşta Venedik hizmetinde bulunmuş Vertamont adlı Fransız asker Köprülü'ye önemli bir hediye sundu: Venedik'in Fransaya teslim edilmek üzere, şifreli mektup.verdi ve Müslüman olmak istediğini söyledi.sorguda Venedik-Fransa işbirliğini doğruladı Fransanın Venedikliler'e gizlice yardım ettiğini haber verdi. şifreli mektupları sadrazama teslim etti. Ancak şifreler çözülemedi. Venedik elçileri Yedikule'ye götürüldü sadrazam fransız elçisi baba La Haye'in zindana atılmasını emretti elçi ve oğlu aynı kaderi paylaştı. Köprülü Paşa, Erdel seferine çıktı geri dönene kadar elçi ile oğlu zindanda bekletildiler.
Sadrazam muzaffer bir şekilde Erdel seferinden Edirne'ye döndü La Haye ve oğlu için ricacılar geldiler. Sadrazam, serbest bırakılmalarını emretti. La Haye ve oğlu sadrazamın emriyle serbest bırakıldılar ve her ikisi de Köprülü'ye teşekkür etmeden hemen Edirne'den ayrıldılar. sadrazam baba-oğulun peşini bırakmadı, elçilikten alınmasını sağladı. Elçi La Haye Yedikule zindanlarında bekletildi. Çünkü İstanbul'u terkedeceği günlerde Fransız gemisi yasak olmasına rağmen Türk malları ile şehirden ayrılmıştı ve bunun cezası La Haye'e kesildi. Sabık elçi Yedikule'den para cezası ödeyerek kurtulabildi ve 1660'da Fransa'ya döndü.
Fransa kralı 14. Louis Venedikliler'in yanısıra bir numaralı düşmanları Avusturya'ya Osmanlı karşısında yardım edecekti.Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa, 1663'te Avusturya seferinde Uyvar'ı fethetti. Viyana'nın surları fethe uygundu. Osmanlı ordusu, Sengotar'da Avusturyaya karşı üstünlüğü ele geçirdiler. Ancak Avusturya'ya hiç ummadıkları bir ülkeden yardım geldi Fransız yardımı Avusturya'yı bozgundan kurtardı ve savaşı aleyhimize çevirdi.
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
Sanatçılarımız Çanakkale’de de Mehmetçik’leydi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sanatçılar, yazarlar ve sporcularla Afrin operasyonuna katılan askerlerimizi ziyaret etmesine anlamsız tepkiler geldi. Halbuki 1915 Temmuz’unda Mehmet Emin Yurdakul, Çallı İbrahim, Ömer Seyfettin ve Orhon Seyfi Orhon gibi isimler 16 yazar, şair, ressam ve bestekâr Çanakkale cephesinde, Arıburnu ve Seddülbahir’de 10 gün geçirdi Sanatçı ve yazarlarımız Hatay'a giderek Mehmetçiği ziyaret etmeleri haksız ve anlamsızca eleştirildi. Bu ülkenin kanlı bir darbe teşebbüsü geçirdiği, bizi etkisiz hâle getirmek için planlar yapıldığı ve 100 yıl önce olduğu gibi ölüm-kalım mücadelesine girdiğimiz nasıl görülmez ve hassasiyet gösterilmez.Sanatçı ve yazarlarımızın cephedeki askerlerimizi ziyareti eski bir geleneğimiz.
Birinci Dünya Savaşında yazar ve sanatçılarımız Çanakkale cephesinde Mehmetçik'le 10 gün geçirmiş dönüşde Türk kahramanlığını kaleme almışlardı. 1915 Haziran'ının sonlarında 30 kadar yazar, şair, ressam ve bestekâr Türk kahramanlığını ölümsüzleştirmek için Çanakkale cephesine davet ediliyordu. Davet edilenlerin 16'sı davete uydu. Bunlar "Ben bir Türk'üm, dinim cinsim uludur" mısrasıyla bir nesli etkileyen şair Mehmet Emin Yurdakul, yazar ve düşünür Ağaoğlu Ahmed, Çallı İbrahim, Ömer Seyfettin, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Orhon Seyfi Orhon, şair Enis Behiç Koryürekdi. Heyet 11 Temmuz günü Sirkeci Garı'nda Çanakkale cephesine doğru hareket etmek için buluştu. üniformaları vardı.
Uzunköprü istasyonunda trenden inen heyet bombardımandan isabet almış Süleyman Paşa ve Namık Kemal'in türbelerini ziyaret ettiler. cepheye vardılar.Heyet mensupları, Arıburnu cephesinde top ve kurşun seslerine şahitlik ettiler. Seddülbahir cephesine doğru yola çıktılar. Muharebe alanlarını gezdiler. Dürbünle düşmanı gözlemlediler. Esir alınan yaralı düşmanlara şahit olmuşlardı.
Havan atışlarında Mehmetçiklerimiz "Bizim kara oğlan gidiyor" diye sevinçle bağırmaktaydı.
Heyet, Çanakkale cephesinde Türk askerinin kahramanlığına ve cesaretine şahit olmuşlardı. Konuştukları askerler Balkan Savaşı'nı silmek ve vatanı kurtarmak için kendisini hiç çekinmeden öne atmıştı. kahraman bir Metmedçiğimiz yarasının sarılmasını "Ko aksın Balkan Muharebesi'nin karasını ancak bu kan siler" diyerek reddetmiş ve savaşmaya devam ederek şehit olmuştu.
Heyettekiler kendi aralarında Balkan hezimetinden sonraki mücadele ruhunun nasıl meydana geldiğini tartışmışlardır. Cephede 10 gün geçiren heyet İstanbulda 1915 sonbaharında Harp Mecmuasını yayınlarlar.Çanakkale cephesinin en ilginç anılarından birisi Albay Mustafa Kemal'in mızıka eşliğinde askerine yemek yedirmesidir. sıkışıp kalan İngilizler, mızıka sesleri üzerine sinirlenerek tepeyi ateşe tutmaktaydı Esir edilen İngiliz subayı, Türkler'in mızıka çalması üzerine komutanlarının onları futbol oynamaları için tazyik ettiklerini, ve kendilerine pahalıya mal olduğunu anlatmıştır.
Ali Canip ve Mehmed Emin beyler, Esad Paşa'nın karargâhından Mustafa Kemal ile görüştü Mustafa Kemal heyeti Cesarettepesi'ne davet etti, ancak Esad Paşa yolun tehlikesinden dolayı yazar ve şairlere müsaade etmedi. Heyet, Arıburnu'ndayken asker olan Şair Ahmed Haşim'le de karşılaşmıştır.
Çanakkale'yi savunanların cesareti, yiğitliği, kahramanlığı dünyayı hayran etti. düşmanların parmağı ağzında kaldı. Times, Le Temps gibi meşhur İngiliz ve Fransız gazeteleri itiraf ediyor ki Birinci Dünya Savaşı'nın en önemli, en kanlı, en ateşli safhaları Çanakkale'de yaşanmaktadır. hiçbir yerde Çanakkale'de olduğu kadar faaliyet, sebat ve inatla gösterilmemiş hiçbir yerde Çanakkale'de olduğu kadar kahramanca ve cesurca direniş ve savunmayla karşılaşılmamış düşman zayiat vermemisdir. Çanakkale muharebelerinin dünya tarihinde benzeri yoktur. her taraftan şarapneller, gülleler, bombalar, kurşunlar yağar denizde dretnotlar sahilde ağır toplar mitralyözlerden gökte uçaklardan sürekli cehennemî ateşler saçılıyorken süngüyle hücum ederek düşman siperini ele geçirecek kadar yiğitlik ve kahramanlık gösterebilecek asker görülmemiştir.
Bu harikayı göstermeyi başaranlar, dünyanın her tarafından şan ve şerefleri yükselen kahramanlık hikayeleri dillerde dolaşan Türk aslanlarıdır. Başkumandan vekili ve Harbiye Nâzırı Enver Paşa dünyayı hayretler içinde bırakan Çanakkale savunmasındaki kahramanlıkları sonsuza kadar yaşatmak üzere teşekküre layık bir tedbir düşünmüşlerdir. Görevlerini, askerlerimiz gibi fedakârca yerine getirme imkânı bulamayan genç şairlerimizi savaş alanına davet etmişlerdir. iki ressam, iki musikişinas, ve sinematografçı da davetli olarak savaş alanına gideceklerdir. Arkalarında işaret bulunacaktır.heyet, bir hafta savaş alanlarını gezerek kahraman askerlerle görüşecek ve sonra ilhamlarını, gözlemlerini, anlatacaktır. Bunların eserlerini yayımlamak için harp dergisi düşünülmektedir. Şairler şiirlerini, yazarlar duygularını yazarken, bestekârlar kahramanlıkları besteleyecek, ressamlar gördüklerini resim sanatının diliyle tasvir edecekldir.
murataltug1985
06-22-2018, 06:32
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
Suriye’deki Alman-İngiliz çekişmesi
İkinci Dünya Savaşında Ortadoğu’da Alman nüfuzunun artması İngiltere’yi harekete geçirdi. İngiltere “Suriye’yi hürriyete kavuşturabilirsiniz” diyerek bizi Kuzey Suriye’ye girmeye teşvik etti. Türkiye savaşı kabul etmeyince İngiliz ve Özgür Fransa orduları Suriye’ye girdi İngilizler, İkinci Dünya Savaşı'na Türkiye'yi sokmak için mücadele ettiler. 1943'te Adana ve Kahire görüşmeleri en bilinenidir. Ancak çok önce 1941'de İngilizler, Suriye'yi kullanarak bizi savaşa sokmaya çalışdı.
Almanya, İkinci Dünya Savaşı'nda Yugoslavya ve Yunanistan'ı işgal etti 1941 Mayısında Girit'i ele geçirdi Hedef Ortadoğuydu Haziran 1940'da Almanya'ya teslim olan Vichy Fransası Suriye'yi kontrol ediyordu.
Vichy Fransası Suriye'ye komiser atadığı Şam'ın önemli ailelerinden olan Azmzadeler'den Halid Azm'in yönetiminde hükümet kurdurdu. Almanlar, Vichy hükümetinin yönettiği Suriye'yi üs olarak kullandı Irak'ta ise Alman yanlısı darbe başarılı oldu. Suriye ve Irak Almanya'nın kontrolüne geçmek üzereydi. Bu Türkiye'nin güneyden Almanya ile çevrilmesi manasındaydı ingiltirenin Ortadoğu hakimiyeti tehlikeye girdi Türkiye'nin Almanya'dan önce davranıp, Suriye'yi işgal etmesini gündeme getirdi. İngiltere güneyden Suriye'yi işgal ederken, Türkiye'nin kuzeyden Suriye'ye girmesi planlandı. Türkiye Halep ve civarını ele geçirerek, ingilizlere yardım edecekti.
İngiliz büyükelçisi 1941 Haziran'ınında Türkiye'nin Suriye'ye girmesini teşvik için Ankara'da Türk makamlarıyla temasa geçti.
Bu durum tartışıldı. Suriye'ye girilmesini savunanlar bunun komşu ülkenin hürriyetini için yapılacağını söylüyordu. Ancak bu Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı'na girmesi ve Almanya'nın karşısında yer alması demekti.Yunus Nadi, 25 Mayıs 1941 de Cumhuriyet Gazetesi'nde "Yeni Dünya Harbi Karşısında Türkiye" başlıklı yazıda bu fikri şöyle eleştirdi: "...Suriye halkını hürriyetine kavuşturacak hareketimizin sahası yalnız Suriye'ye ve hudutlarımıza münhasır kalmayacağını, bizi böyle bir sergüzeşte sürüklemek isteyenler de pekâlâ bilirler Dün Londra radyosunda harp konuşan Türk spiker Türk emniyet sahalarının tehlikeye girdiğinden bahsediyor memleketimizin selametini düşünmeğe davet eylerken İstanbul'daki neşriyatı kullanıyordu. Demek ki yeni dünya harbi siyasetimizin değiştirilmesi isteniyor...
Türkiye'nin harbe karışması için Suriye'nin akıbetinde vesile bulanlar bu hesaba hürriyet prensibine mi iltica ediyorlar....Suriye'yi işgal etmek suretiyle hürriyet ve istiklâline kavuşturmak tavsiyesine uyarak harbe girelim mi?... Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti takip ettiği ihtiyatlı, isabetli azamî ve kuvvetli siyasetinden ayrılmayacaktır".
Yunus Nadi'nin Cumhuriyet gazetesindeki yazısı ve
Basında tartışmalar sürerken diplomatik görüşmeler sürüyordu. Ancak İngilizler'in Türkiye'yi savaşa sokmamaya kararlı İsmet İnönü'yü Suriye'ye girmeye ikna edip, bizi İkinci Dünya Savaşı'na dahil etmeleri kolay değildi. Türkiye Suriye'ye girmeyi kabul etmedi. İngilizler ve Özgür Fransa birlikleri 1941 Haziran ve Temmuz'unda Suriye ve Lübnan'da Vichy Fransası'na ait kuvvetleri mağlup edip, bölgeyi ele geçirdiler.
Sykes-Picot Antlaşması imzalandı ve Suriye’de Fransız mandası*kabul edildi
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
Seçimle II. Mahmud döneminde tanıştık
Türkiye yeni seçim dönemine girdi. Seçimler, halkın iradesini sandığa yansımasıdır. Milletimiz kendisine verilen yetkiyi iki asırdır kullanarak haklarına sahip çıkmıştır.Osmanlı sıkıntıya girdiği dönemlerde ıslahatlarla kendisini toparlamıştı. 17. yüzyıl ıslahatlarında örnek,Kanunî idi. Avrupa örnek değildi.18. yüzyılda Lale Devri ile Osmanlı ilk defa yüzünü Batı'ya döndü. Avrupa örnek alındı gelenekle karışık Batılılaşma vardı. İkinci Mahmud dönemiyle Batılılaşma başladı.İkinci Mahmud döneminde gelenekler ve klasik Osmanlı sistemi değişti muhalefetin en önemli dayanağı Yeniçeri Ocağı 1826'da ortadan kaldırıldı Sultan Mahmud'un yaptığı yeniliklerde en önemli destekçisi Serasker Hüsrev Paşa'dır.
II. Mahmud'un getirdiği*önemli değişimlerden biri seçimdi. İlk Seçimle İkinci*Mahmud döneminde tanıştık. İmparatorluğun*yapısı değişti muhtarlık teşkilatı,kuruldu bu halkın yöneticilerini seçmelerinin başlangıcıydı. Osmanlı yöneticileri asırlarca İstanbul'a göçü engellemek için herşeyi yapmışlar, ama önleyememişti. İkinci Mahmud, İstanbul'a göçü azaltmak, güvenlik temini için 1829'da Üsküdar, Eyüp ve Galatada muhtarlık teşkilatı kurdurdu. ilk muhtarlar seçimle değil tayinle göreve başladılar. 1833'te İstanbul dışında Kastamonu- Taşköprü'de ilk taşra muhtarlık teşkilatı kuruldu. muhtarlık imparatorluğa yayıldı. muhtar seçimlerinin yapıldığı ilk yer Bolu'dur.
1833'te muhtarlık teşkilatı ülkenin her yerinde uygulanmaya başladı.
1864 te Müslüman ve Müslüman olmayan köylerde her cemaat kendi muhtarını bir yıllığına seçti Muhtar seçimlerine, Osmanlı uyruğunda olan 18 yaşını doldurmuş erkeklerden yıllık en az 50 kuruş vergi verenler katılabiliyordu. Muhtar olabilmek için vergi vermek şarttı Sultan Mahmud'un reformlarını,*3 Kasım 1839'da Gülhane'de*Mustafa Reşid Paşa tarafından*okunan hatt-ı hümâyunla*Tanzimat takip etti. Tanzimat reformları zorlanınca mali sistem oluşturulma yoluna gidildi.Devletin vergi sisteminin yerini muhassıllık kurumu aldı. Belirli miktarda malı, mülkü ve geliri olup, vergi verenler kurullara seçildiler. kurullara âyan ve eşraf denilen bölgenin ileri gelenleri alınırdı.Tanzimat'la birlikte Hristiyan temsilciler de alınmıştı.
Müslüman temsilciler bu durumu kabul etmek istemedi. ihtilaflar çıktı. zamanla birlikte çalışmaya alıştılar. Tanzimat'tan sonra eyalet ve sancaklarda meclisler oluşturuldu halkın yönetime katılması önemli bir adımdı. mutlakıyetten meşrutiyete giden önemli bir kilometre taşıydı. Her yıl meclis üyeleri meselelerini Şuray-ı Devlet'e bildirirler, taşra sıkıntıları müzakere edilirdi. ilk meclisimiz vilayet meclislerinde Osmanlı yönetimi taşradaki sıkıntıları gidermek için 1864'te vilayet Nizamnamesi çıkardı. Müslüman ve Gayrimüslim vilayet meclisi üyeleri cemaatlerce seçilmeyecek Vilayet yönetiminin adayları, vergi verenlerce seçilecekti.
murataltug1985
06-22-2018, 06:32
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
Abdülhamid Han en çok Yörüklere güvenirdi
Osmanlı yönetiminin Yörüklere zulmettiği yalan bir ifadedir. II. Abdülhamid Yörüklere o kadar güvenirdi ki geceleri yatak odasının kapısında Karakeçili aşiretinden askerler nöbet tutardı
CHP*Başkanı Kılıçdaroğlu, Yörük-Türkmen Çalıştayı'nda "Osmanlı'nın zulmüne karşı burada ne mücadeleler verildi" diye konuştu. Osmanlı'nın Yörüklere zulmettiği eskimiş ve gerçeklere aykırı bir söylemdir. Doğru değildir. Osmanlıda Yörüklere*yönelik özel bir siyaset yoktu. Devlet hiçbir*grubu diğerinden daha üstün tutmadı Aşiretler, Osmanlı toplumundaki Türk unsurunu kuvvetlendirip, yenilemişlerdir. Osmanlı hâkimiyeti altındaki toplulumların iktisadî faaliyetlerini devam ettirdi Yörüklerin hayatına müdahale etmedi Osmanlı aşiretleri parçası görmüş ve Yörüklere sancak veya kaza statüsü vermiştir
aşiretlerin hayvanlara ve yetiştirdiği için Türkmenler konar-göçer hayata devam etti Osmanlı yönetimi, aşiretleri hiçbir zaman rakip görmemiş, imparatorluk tebaası ve ekonominin parçası olarak bakmış ve asayişi bozmadıkları sürece üzerlerine gitmemişti. aşiretler Celali isyanlarının en yoğun olduğu devirlerde bile nadir olarak eşkıyalığa karışmışlardır.Aşiretlerle Osmanlı yönetimi arasında*vergi toplama ve iskân*gibi konularda zaman zaman meseleler çıkmıştır
padişahlar Orta Asya'dan geldiklerinin ve Türklüklerinin farkındadırlar. kitaplarda Osmanlı hanedanı Oğuz Han'a bağlanır. Osmanlılar Oğuz neslinden Kayı boyundandır. Osmanlı tarihi Türk tarihinin parçasıdır Osmanlı padişahlarının Yörüklerle bir meselesi yoltur olsa tarihini kökenlerini Karakeçili aşiretine bağlamazlardı.
güvenliklerini aşiret mensuplarına emanet etmişlerdir. İkinci Abdülhamid'in yatak odasında Karakeçili aşireti nöbet tutardı.Sultan Abdülhamid şahsi güvenliğine dikkat ederdi. Yıldız Sarayı'nda muhafızları vardı. Yıldız Sarayı'nda Karakeçili aşiretinden Söğüt Birliği vardı. Padişahın muhafızlığına seçilen Yörükler, padişaha sadakatle hizmet edeceklerine dair Ertuğrul Gazi'nin türbesinde yemin ederdi Abdülhamid Han Söğüt Birliği'ne çok güvenir ve muhafızlarına "öz hemşerilerim" diye hitap ederdi. her gece yattıktan sonra kapısı kilitlendiğinde, odasının dış tarafında, muhakkak Karakeçili aşireti bulunurdu.Osmanlı tarihimizdir. Türkiye Cumhuriyeti tarihimizdir. birbirinin devamıdır. Tarihi anlamak ve bilmek gerekir. Sayın Kılıçdaroğlu'na okumasını tavsiye ediyoruz. Aşiretlerle Osmanlı yönetimi arasındaki ilişkiler öğrenilebilir.
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
Osmanlı Türkçe’yi resmî dil ve bilim dili yaptı
Osmanlı İmparatorluğu Türkçe’yi devletin resmî dili olarak kullandı. Edebî ve bilimsel eserlerdeki Arapça ve Farsça’nın hakimiyeti Osmanlı döneminde azaldı ve Türkçe bilim dili oldu
Ana muhalefet Osmanlı'nın resmî dilinin Farsça olduğunu iddia etti. ezbere konuşmak yerine -iki satır okusa, Osmanlı Arşivi'ne gitse böyle yanlışlıklar yapmaz.Osmanlılar'dan önce Türkiye Selçukluları'nın resmî dili Farsça idi. Daha sonra beyliklerde de devam etti. Bu uzun süre gitti Hamidoğlu Hüseyin Bey'in, 1377'de I.Murad'a Niş'in fethini kutlamak için gönderdiği tebriknâme Farsça'dır. Karamanoğlu Mehmed Bey'in Konya'yı aldığı zaman Türkçe'yi resmî dil ilân etmesi
sonuç vermemişti.Osmanlılar ise Türkçe'yi ilk dönemden itibaren resmî dil olarak kabul etdi
Arapça ve Farsça'nın hakimiyeti Osmanlıda azaldı.
Osmanlı döneminde yazılmış 2 bin 286 astronomi eserinin 986'sı yüzde 43'ü Arapça, bin 58'si Türkçe'dir. Türkçe'nin yüzdesi 46'dır. Türkçe XVI. yüzyılda Farsça'yı, imparatorluğun sonuna doğru da Arapça'yı geçerek hakim dil hâline gelmiştir.
Türkçe her yüzyılda bilim dallarında gelişmesini sürdürmüştür. Osmanlı'dan önceki Türk devletlerindeki bilimsel eserlerde Türkçe'nin adı bile yoktur. Osmanlılar'dan önce yaşamış iki büyük Türk âlimi, İbn Sina ve Farabi'nin eserleri Arapçadır
Osmanlıca, Arap harfleri ile yazılmış Türkçe'dir. Ayrı bir dil değildir. en büyük yanlışlık kendi dilimizi farklı bir dil gibi isimlendirmektir. Osmanlı döneminde kullanılan dil Osmanlıca değil eski Türkçe'dir.
Bazı yazarlar eserlerinde aşırı derecede Arapça ve Farsça kullanarak kitaplarını anlaşılmaz hâle getirmiş Osmanlıca'yı farklı bir dil gibi takdim etmişlerdir resmî yazışmaları incelendiğinde kullanılan dilde güçlük yoktur. Ancak ortaya çıkan bir problem Osmanlı Türkçesi'ni zorlaştırmıştır. Bu da son 30 yılda dildeki sadeleşme ve kullandığımız kelime sayısının azalmasıdır. 1960 daki Türkçe ile Osmanlı Türkçesi kıyaslanırsa arada fark olmadığı anlaşılacaktır. Osmanlı dönemindeki Türkçe Osmanlıca değil eski Türkçedir
murataltug1985
06-22-2018, 06:33
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
Atatürk Meclis’i dualarla açmıştı
Muharrem İnce, cumhurbaşkanlığı adaylığında Atatürk’ün Meclis’i açış yolunu taklit etti, ancak birçok şeyi eksik yaptı. 23 Nisan 1920’de Meclis açılmadan önce memleketin her tarafında Kuran-ı Kerim, Buhari-i Şerif ve mevlidler okunmuş, Atatürk cuma namazından sonra tekbirlerle yola çıkıp, kurbanlar kesildikten sonra dualarla Meclis’i açmıştı Batılılar, Birinci Dünya Savaşı'nda Türk milletini Anadolu'dan atmayı planlamış Ancak esareti kabul etmeyen atalarımız, direnişe başlamış, Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasıyla Milli Mücadele liderini bulmuştu.Son Osmanlı Mebusan Meclisi 28 Ocak 1920'de "Misak-ı Milli"yi kabul etti. İtilaf devletleri, 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal etti meclis kapatıldı.
İstanbul'un işgaline tepki gösteren Kemal Paşa, 19 Mart'ta meclisin Ankara'da açılması için davette bulundu.21 Nisan 1920'de Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa imzasıyla sivil ve askeri makamlara telgraf çekilerek, 23 Nisan günü açılacak meclisin halka duyurulması istenmişti.
Meclisin açılacağı gün Hacı Bayram- Camii'ndeki Cuma Namazı'nda izdiham vardı. Namazdan sonra tekbirlerle Meclis'e doğru yola çıkıldı. Hacı Bayram Veli'nin üzerinde ayetler yazan sancağı Sinop Mebusu Hoca Abdullah Efendi'nin başı üzerindeydi Fehmi Hoca yüksek sesle hatim duasını okudu Kemal Paşa tarafından meclis açıldı. mebuslar sıralara oturmuştu. Meclis dua ediyor ve Buhari-i Şerif okuyorlardı.
Bayraklarla süslenen kürsüye Hacı Bayram-ı Veli'nin sancağı dikildi. Kur'an-ı Kerim ile Sakal-ı Şerif kürsüye kondu. Sinop mebusu Şerif (Avkan) Bey kürsüye gelerek, "... Milletimizin dahili ve harici istiklal-i tam dahilinde mukadderatını bizzat üstlendiğini ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilân ederek Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum" diyerek meclisi açtı.
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
ERHAN AFYONCU Anne her zaman annedir
Padişahların anneleri oğullarına “arslanım” diye hitap ettiler hükümdar anneleri çocuklarına “aman oğlum üşütme, aman cirit oynayıp sakatlanma dediğini görüyoruz Osmanlı tarihinin en renkli isimlerinden Kösem Sultan eşi Birinci Ahmed'in sonra da oğulları Dördüncü Murad ve Sultan İbrahim ile torunu Dördüncü Mehmed'in hükümdarlıklarında yarım asır imparatorlukta önemli rol oynadı. ümmü'l-Müminin, yani Müminlerin annesi olarak anıldı.
17. yüzyılda padişahların çocuk yaşta tahta çıkmaları devlet yönetiminde boşluk meydana getirdi. devlet idaresinde harem ve valide sultanlar ön plana çıktı Kadınların devlet yönetimini üstlenmesini tuhaf karşılayan tarihçiler valide sultanların devlet idaresindeki rollerini tenkit ettiler.
hükümdar otoritesinin olmadığı bir dönemde Kösem Sultan ve Turhan Sultan'ın hanedanı her şeyin üstünde tutup devletin devamını sağladı. sarayda böylesine muktedir kadınların bulunması, Osmanlı Hanedanı ve İmparatorluk için şanstı.
Kösem Sultan, bir taraftan devleti yönetiyor diğer taraftan kabına sığmayan oğlu Dördüncü Murad'a söz dinletmeye çalışıyordu. anne gibi oğlunun soğukta üşüyüp hasta olmamasına ve tehlikeyle uğraşmamasına çalışıyordu.Veziriazama yazdığı mektupta, "Arslanım sabah gider ahşam gelür. Ben dahi görmem soğuktan perhiz etmez. Mizacı bozulur. Hele oğul olmaya beni helâk edeyor. Allah emaneti buldukça kendiye nasihat edesiz canını esirgesün. Neyleyüm söz tutmaz. bunlar bende akıl komadular. demişti.
oğlunun cirit oynamasından rahatsızdı. Veziriazama yazdığı mektupta Keşke sözceğizimi tutup Atmeydanı'nda ciridi kaldursanuz makul idi. Varsunlar oynasunlar. benim arslan hevesi hatırına gelür, aklım gider. bu eyi manadır tembih edesiz. Neyleyim sözümüz acı gelür. dünyada var olsun. Cümlemize lâzım vücududur. Derdim çoktur, kaleme gelmez. nasihat lâzımdır. Birin tutmazsa birin tutar. sağlık olsun. Hep olur biter" demişti.
murataltug1985
06-22-2018, 06:33
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
padişahlarımıza ‘Mesih’ diyenler,
Filistinliler’e aslan kesildi
Filistinli Müslümanları katleden İsrailliler’in ataları olan Avrupa’dan kovulmuş Yahudiler, Osmanlı padişahlarını Mesih, Osmanlı fetihlerini Mesih’in çıkışı görmüşlerdi Osmanlı topraklarında her dinden insan özgürce yaşarken, Avrupa'da Müslümanlar'a hayat hakkı verilmez, Yahudiler çok zor şartlarda hayatlarını sürdürürlerdi. Başlarına felaketler gelirdi. 14. yüzyıldaki Avrupa'daki veba salgını sırasında Yahudiler, suçlu gösterilip, yok edilirlerse vebanın da biteceğine inanıldı. 1348 baharında Güney Fransa'da ilk Yahudi katliamları başladı. Yahudiler ahşap evlere doldurularak yakıldı Bavyera'da 12 bin, Erfurt'ta 3 bin Yahudi öldürüldü, Strasburg'da 2 bin Yahudi diri diri yakıldı. Avrupa'nın katliamlar oldu. Yahudiler cellatlarının eline geçmemek için kendilerini yaktılar.
Yahudiler yakılmadan kazıklatıldı, fıçılara konularak nehirlere atıldı Osmanlılar tarafından fethedilen yerlere Yahudiler'in göç etmesi 14. yüzyılda başladı.*Macar Kralı Layoş*1360'ta Yahudiler'i kovan bir ferman yayınladı Yahudiler Osmanlı topraklarına sığındı*Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra Yahudiler'e İstanbul'da oturma, ticaretle uğraşma, havra ve okul yapma hakkı verdi. Fatih,*Moses*Kapsali'yi hahambaşı tayin etti. Bizans döneminde Yahudi hahamlığı itibarlı bir görev değildi. Osmanlılar, hahamlığı patriklikle eşit seviyeye getirip, itibar ve prestij kazandırdı Yahudiler'i topraklarında yaşayan Hıristiyanlar'a ve Avrupalılar'a karşı güç olarak kullandılar. Anadolu ve Rumeliden getirilen Yahudiler İstanbul'a yerleştirildi.
Yahudiler, Venedikliler tarafından hâkim olunan şehrin iş merkezi Çıfıt Kapı'dan, Zindan Kapı'ya kadar iskân edilmişlerdi. Fatih, Bizans döneminde şehirde önemli rol oynayan Venedikliler'in yerini Yahudi tüccarlara vermişti. Sultan, kuşatmadan önce ve kuşatma sırasında, İstanbul'dan Venedik'e kaçmış Venedik Yahudileri'nin dönmesi için Venedikten talepte bulunmuştu. Fatih'in hükümdarlığının sonlarında İstanbul'da Yahudi nüfusu artmıştı. 1477'de İstanbul'da 1647 Yahudi hanesi, yaklaşık 8 bin Yahudi vardı.Yahudiler, 15. yüzyılda İspanya yarımadasında aşağılandı 1480'den sonra İspanya'da Yahudiler'e Engizisyon baskısı başladı. Çeteler Yahudiler'e saldırdı. 1483'te Engizisyon yargıcı*Torquemada'nın emriyle binlerce Yahudi öldürüldü.
baskılar üzerine Yahudiler, İspanya'yı terk etti İspanya'da baskıyla Katolikliği kabul eden Maranos Yahudileri Osmanlı topraklarına sığındı ve kendi dinlerine döndüler.*İkinci Bâyezid*döneminde İspanya, Portekiz ve İtalya ve Avrupa'nın her tarafından sürülen Yahudiler, 1492'den itibaren Osmanlıya geldiler. Kapsali*isimli Yahudi tarihçi padişahın Yahudilere acıdığını ve fermanlarla Yahudiler'i şehirlere kabul ettiğini yazar. 1492'den sonra İber yarımadasından göçeden 165 bin Yahudi'den 90 bininin Osmanlı topraklarına geldiği tahmin edilir. 16. yüzyılın ortalarından itibaren imparatorluğa Orta ve Doğu Avrupa'dan Yahudi göçü başladı. Yahudiler'in Türkiye'ye göçü devam etti. 19. yüzyılın sonlarında yaşadıkları ülkelerde baskıdan dolayı Doğu Avrupa ve Rusya'daki Yahudiler'in bir kısmı yine Türkiye'ye geldi
Yahudiler'in Türkiye'ye göçlerini en iyi tasvir edenlerden 16. yüzyılda Osmanlı ülkesine gelen Avusturyalı*Dernschwam Göçü, "Yeryüzünde Yahudiler kovuldular mı doğruca*Türkiye'ye gelirler" şeklinde tasvir eder.Osmanlı*tarihiinde İbranice tarih kitabı yazan en önemli Yahudi tarihçi*Eliyahu Kapsali'nin (1483- 1555), eserinde Hıristiyanlığı bozguna uğratan Osmanlı sultanlarının fetihleri, Yahudi sürgünlerinin sonu ve Mesih'in çıkışı müjdecisi kabul eder. Osmanlı sultanları kurtarıcıdır Kapsali, Osmanlı sultanlarını mesih olarak görmüştür Roma ve Bizans döneminden beri Osmanlılar'ın fethettiği topraklarda yaşayan Yahudiler'e "Romanyot" denirdi. İspanya ve Portekiz'den gelen Yahudiler ise "Sefarad"olarak adlandırılır. Orta ve Doğu Avrupa'dan gelen Yahudiler Aşkenazi" diye isimlendirildi.
murataltug1985
06-22-2018, 06:33
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU
Haçlılar’ın yıktığı İstanbul’u Fatih yeniden imar etti
Sultan Mehmed, 1204’te Latinler işgaliyle parlak günlerini kaybeden İstanbul’u, fethin ardından imar ve iskânla canlandırarak Avrupa’nın en büyük şehri haline getirdi Dördüncü Haçlı Seferi, Müslümanlara değil Bizans ve İstanbul'a yönelmişti. 1204'te Konstantinopolis'i işgal eden Haçlılar, şehri yağmalayıp, yakıp, yıktı Tarihçi Steven Runciman "tarihte İstanbul'daki yağmanın örneği yoktur" der. İstanbul ihtişamını ve zenginliğini bir daha gelmeyecek şekilde kaybetti. İstanbul işgalden sonra gerilemeye girdi. köye döndü Fetihten önce İstanbul, "boş, yoksul harabe bir şehirdi Sultan Mehmed kuşatmada müstakbel başkente son hücumu yapmaya karar verdiğinde Bizansa şehri yağmadan korumak için teslim etmesi gerektiğini teklif etti Mora despotluğunu vadetti.
Bizanslılar şehri teslim etmeye niyetlenseler de Latinler karşı çıktı Fetih öncesi, İstanbul terkedilmiş bir kısmı kaçmış, geri kalanlar esir alınmıştı. Fatih, fetihten sonra ilk iş, şehri iyileştirmek için imar ve iskâna. İstanbul'u imparatorluk merkezi yapmak için büyük bir enerjiyle çalıştı. Fatih'in yegâne meşguliyeti, İstanbul'u, imparatorluğun hakikî merkezi yapmaktı
Fetihten sonra artık Fatih Sultan Mehmed olarak anılan büyük sultan, esir alınan çok sayıda Rum'un, fidyelerini ödemeleri şartıyla serbest bıraktı. Esirlerin fidye parası için, inşaatlarda çalışmalarına izin verdi. Şehirden kaçanların dönerse evlerinin tamir edileceğini bildirdi.İstanbul'dan ayrılmadan surların restorasyonunu ve Yedikule'de kale yapılmasını emretti. şehrin merkezinde, İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu yerde saray inşa edilmesini buyurdu.
Fatih, şehrin imar ve iskânı için Anadolu ve Rumeli'den insan getirtti. Boş evler verdi. Silivri ve Galata halkı İstanbul'a yerleştirildi.
İstanbul'un fatihi, fethettiği şehirlerden bir kısmını sürgün olarak İstanbul'a getirdi. Savaş esirleri sultanın kulları olarak, İstanbul'a gıda maddeleri temin etmek için şehire yerleştirildi. Seferlerde Eski ve Yeni Foça, Argos, Amasra, Trabzon, Mora, Midilli, Eğriboz, Taşoz, Semadirek, Kefeden Hristiyanlar, Konya, Larende, Aksaray ve Ereğli'den çok sayıda Müslüman ve Hristiyan nakledildi.
Her grup, İstanbul'a gelişlerinde başka bir mahalleye yerleştirildi mahalleye eski memleketleri olan şehrin ismi verildi.
Fatih'in, teşvikleri ve Osmanlı'nın müsamahasıyla Almanya ve İtalya'dan çok sayıda Yahudi göç etti. Ermeni Patrikliği İstanbul'a taşındı.
15. yüzyılda İstanbul. AVRUPA'NIN EN BÜYÜK ŞEHRİ ydi Köprüler ve yollar tamir edildi. Kaldırımlar yapıldı. Su kanalları ve su kemerleri tamir edilerek şehir suya kavuşturuldu Eski Saray 1464'te tamamlandı. Topkapı Sarayı ismiyle anılan Yeni Saraya başlandı. Büyük Bedesten Kapalı Çarşı'nın inşasıyla İstanbul, önemli bir ticaret merkezine kavuştu. Fatih,1459'da İstanbul yakınında Hz. Muhammed'in sahabesi Eyyüb el-Ensârî'nin şehid düştüğü yerde bir cami ile bir türbe, bir medrese ve bir imaret yaptırdı Bursa'dan getirilen göçmenler yerleştirildi. Eyüp, Mekke, Medine ve Kudüs'ten sonra İslâm dünyasının en önemli bölgesi oldu.İstanbul'un Türk kimliği Fatih döneminde oluştu. Fatih'in izinden giden devlet adamları, şehrin her bölgesinde vakıflar meydana getirdi
İstanbul, kamu hizmeti ve devlet adamları, nüfuzlu ve zengin şahıslar eliyle kurulan vakıflar ve külliyelerle gelişti. sur içinde 163, Kasımpaşa'da 5, Galata'da 5, Boğaziçi'nde 6 ve Üsküdar'da 5 cami yapıldı. Medrese sayısı 21'dir. 32 hamam, 4 saray, 7 aşhane, 10 han ve kervansaray ile 28 çarşı inşa edildi. İstanbul, Fatih hayatta iken inşa edilen saraylar, hanlar, kervansaraylar, çarşılar, pazarlar, hamamlar ve medreselerle mamur bir Türk şehri hâline geldi. İstanbul 16. yüzyılda Avrupa'nın en büyük şehri oldu. FATİH'İN İSTANBUL'U ndan
bize kalan birçok semt ve mahalle adı vardır. Vefa, Akşemseddin, Kovacı Dede, Kocamustafapaşa, Defterdar Sinan, Akbıyık, Tokludede, Ya Vedûd, Hızırbey, Saraçhane, İshakpaşa, Kasımpaşa, Mahmutpaşa, Molla Fenari, Molla Gürani,
Birçok semtimiz Fatih dönemi devlet adamlarının ismini taşır. Gedikpaşa, Fatih'in veziriazamı Gedik Ahmed Paşa'nın yaptırdığı hamamdan; Hocapaşa, Fatih'in hocası Hoca Sinanüddin Yusuf Paşa'nın konağından; İshakpaşa, Fatih'in veziriazamlarından Fatih'in vezirlerinden Murad Paşa'nın Aksaray civarında yaptırdığı camiden; esinlenerek isim verilen semtlerdir. İstanbul'daki birçok yer Fatih zamanından izler taşır. İstanbul'a onun zamanında getirtilerek yerleştirilen Türkler, kendi geldikleri bölgelerin isimlerini iskân edilen bölgelere vermişlerdi: Aksaray, Çarşamba gibi.
murataltug1985
06-27-2018, 21:59
Kaynak hürriyet. com.tr İLBER ORTAYLI yazıları
100. yıl
28 Mayıs 1918’den beri Trans kafkasya Müstakil Federasyonu’ndan ayrılan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Müsavat Partisi Reisi Mehmed Emin Resulzade, reisicumhur olarak bağımsızlığı ilan etmişti. cumhuriyetin destekçisi Bakü’ye giren Kafkas İslam Ordusu’dur. Milletin kimliği Türk ve lisanın adı Türkçe idi. 1917 de Rus Çar’ı tahtından indirildi. Ekim Devrimi ile Rus İmparatorluğu’nun istediği ekmek ve barış dönemi açıldı.bu istek kolay değildi. Ama Rusya’nın doğudaki savaşı bitmişdi, tükenmişlerdi. Kafkasya’da Çar ordularının yenilgisiyle iktidar boşluğu oluştu. Ocak 1918’de Sovyet Rusya’nın Brest-Litovsk’ta Almanya ve Türkiye ile yaptığı barış ile Kars kırk yıllık Rus hâkimiyetinden Doğu Beyazıt ile birlikte çıkarak Türkiye topraklarına katıldı.
Gönüllü kolordu Kafkas İslam Ordusu olarak Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa’nın komutanlığında tümü terhis edilmiş zabitler, erbaş ve erlerden oluşuyordu. İngilizler gözlemci niteliğindeydiler. Rus ordusu dağınıktı. Bakü petrolleri için bize karşı savaşan tek ordu müttefikimiz Almanya idi. 15 Eylül 1918’de Almanlar ve Taşnak çetecilerini yenen İslam Ordusu, Bakü’ye girdi. Bakü’de ve Azerbaycan’da Müsavat Partisi hâkimdi. 28 Mayıs 1918’den beri kafkas Federasyonu’ndan ayrılan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Müsavat Partisi Reisi Mehmed Resulzade, reisi cumhur olarak bağımsızlığı ilan etti. Harbin sonlarında Türklerin morali yükseldi. Suriye cephesindeki çatışmalar savaşın sonunu gösteriyordu.
1918 yılının 31 Ekim’inde Mütareke’nin ilanıyla moraller düşüşe geçti.*Müsavat Partisi’nin lideri Mehmed Emin Resulzade 1884’te doğdu 1955’te de Ankara’da vefat etti defnedildi. Azerbaycan’ın genç aydınları gibi Türkçesini mükemmel yazar ve konuşurdu. 1918-20’de iki yıl yönettiği Azerbaycan’da üniversite kurdu. demokratik ve çok partili cumhuriyet örneğini verdi. Alfabeyi Latinleştirdi. Milletin kimliği Türk ve lisanın adı Türkçe idi. 1905 Devrimi’ne aktif olarak katıldı Stalin ile dosttu. Müteakiben İran Devrimi’nde İran Demokrat Partisi’ni kurmuştu. Rusya ve İran Türklerinin siyasi eylemde oldukları dönemdi. eserlerinde Kafkas problemlerini, Türk ulusçuluğunu ve Panturanizm’i ele almıştır.
Panturanizm Türk halklarının kültürel birliği ve ruhi yakınlığıdır. 1922’de Stalin’in görevlendirdiği Petersburg’dan Finlandiya’ya kaçtı. Stalinin İkiyüzlü politikasını anladı 1938’de Polonya’da idi. Mareşal Pilsudski’nin yeğeni Vanda ile evlendi. Vanda onunla Türkiye’ye geldi ve burada yaşadı.
Azerbaycan, bayrağı ve siyasi faaliyetleri ile Birinci Cihan Harbi’nin sonrasında geleceğin modern Türkiye’sinin gerçekleştireceği politikayı ve mücadeleyi başlatan ülkedir., şartlar Müsavat rejiminin yaşamasına izin vermedi politika modernleşmeci ve laik tarafları ile yeni Türkiye’ye taşındı. Türk halklarının bir tanesi cumhuriyeti yüz yıl önce kurmuştur.
İLBER ORTAYLI
Gazi Osman Paşa
Çar II. Alexander esaretinde onun kılıcını almadı, Üstün askeri nişanlarla verdi. 1878 te esaretten döndüğü vakit İstanbul onu muhteşem bir törenle karşıladı. Abdülhamid, Alman subaylarına gerçek komutanın Gazi Osman Paşa olduğunu söyledi. Sultan Abdühamid’ci değildi, fakat 1875 darbesini hiç bir zaman tutmadı TOKATLI Yağcıoğulları’nın tek erkek çocuğu olarak 1833’te doğdu. Ailece İstanbul’a göç ettiler. Askerliğe Beşiktaş Askeri Rüşdiyesi’nde küçükken başladı. Mekteb-i Harbiye’yi 1853 te bitirdi. Kırım Harbine asteğmen rütbesiyle gitti üsteğmenliğe yükseldi ve Kırım Savaşında Erkân-ı Harb eğitimini tamamladı. haritabçizimi ve teknik hizmette sivrildi. Türk ordusuna mahsus üstün bir kariyer izlemiştir.
Suriye’de başlayan ayaklanmada Cebel-i Lübnan’da, 1866’da Girit İsyanı’nda adadaydı. başarılarıyla Yemen’de tuğgeneralliğe çıktı. Sancak dediğimiz Yenipazar tümen komutanı, İşkodra ve Bosna komutanlıkları, ardından Niş ve Vidin komutanlıkları ve Sırp prensliğinin 2 Temmuz 1876’da Osmanlı’ya savaş ilan etmesiyle harbin kahramanlığına yükseldi. Rusya’nın var gücüyle ve komutanlarıyla destekliği Sırbistan’ı ve müttefiklerini yendi, şöhret kazandı.Osmanlı-Rus Savaşı 24 Nisan 1877’deki harp ilanıyla başladı. 7 Temmuz’da kolordusuyla Plevne’ye ulaştı. Rus kuvvetleriyle yaptığı 3 Plevne Savaşı’nda saldırıları kırdı. ağırlaşan kış şartları ve ikmaldeki aksamalar dolayısıyla aralıkda kuşatmayı yarma teşebbüsü kesintiye uğradı. Paşa yaralandı ve 40 bin kişilik kuvvet ağır kayıplar verdi.
Osman Paşa’nın Plevne’de gazilik unvanı ve mareşal olarak anıldı Rusya’daki esaretinde büyük takdirle karşılandı. Balkan Slavları ve Rus askerler onun keskin kararlarını harp sanatını ve ustalığını kabul etmişlerdir. Çar II. Alexander esaretin başında onun kılıcını almadı, iade etti. üstün askeri nişanlarla taltif edildi. Osmanlı-Rus Savaşı’nda Avrupa’nın entelektüelleri Karl Marx ve Engels Rusya’ya karşıydılar. Rusya’nın Ayastefanos Barışını Avrupa reddetti. 1878 Berlin Kongresi Rusya’nın ümitlerini kırdı yarı bağımsızlık kazanan Bulgaristanın Alman-Avusturyacı politikası Rusları hayal kırıklığına uğrattı. 1881’de suikastla hayatını kaybeden II. Alexander’ın yerine geçen III. Alexander Türkiye ile barışçıl bir politika izledi
Plevne Savaşı ve Erzurum cephesinde Türk askerlerinin dayanıklılığı, Ruslarla olan direnci, yabancılar tarafından da belirtilmiştir. Bu savaş Rusya’ya kazandırmadı 1914’te Rusya Dışişleri Bakanı Sazonov’un İngiltere’ye güvenen hayalperest saldırgan diplomasisine kadar aklı başında devlet adamları Türkiye ile Cihan Harbi’ne girmeyi tasvip etmemişlerdir.Osman Paşa saray müşiri II. Abdülhamid’in gözündeydi. Sultan Abdülhamid’in Almanya ile askeri ittifakı dışarıya karşı güv gösterisidir Abdülhamid, Alman subaylarına gerçek komutanın Gazi Osman Paşa olduğunu belirtirdi. Gazi Osman Paşa, Sultan Abdühamid’ci değildi. Bazı politikalarını tenkit fakat 1875 yılı darbesini hazırlayanları desteklemedi 118 yıl evvel 5 Nisan’da vefat etti.
1960’lara kadar Gazi Osman Paşa isminin pek yaygın kullanılmadı 27 Mayıs devriminden sonra sokak ve okullara onun adı verildi. Modern ordunun çağdaş , komutanların ve geleneksel savaş yeteneğinin temsilcisidir 1878 de Rus esaretinden döndüğünde İstanbul onu muhteşem bir törenle karşıladı
*
murataltug1985
06-27-2018, 22:00
Kaynak hürriyet. com.tr İLBER ORTAYLI yazıları*
İLBER ORTAYLI
Kazakistan: bozkırda doğan medeniyet;
Kazakistan göçebeliğin özelliklerini ve tarzını muhafaza etmelerine rağmen değişim yaşayan bir ülke. Değişim yaşayan bütün halklar gibi zarafetle uyumsuzluk, parlak zekâyla saflık, beceriklilik ve marifet , beceriksizlik ve bilgisizlik yan yana Kazakistanda Özbekistan’ın ruhu ve rüya abideleri, Fergana Vadisi’nin özlenen bereketi Ahmet Yesevi’nin türbesi doymaz gözlerle ve düşüncelerle düşünme tiryakisi oldum.
Kazakistan bozkırda doğan bir medeniyet; göçebeliğin özelliklerini ve tarzını muhafaza ediyor tüm halklar gibi zarafetle uyumsuzluk, zekâyla saflık, beceriklilik ve beceriksizlik bilgisizlik Kazakistan asrın ülkesi. ismi kalacak bir yer. Orta Asya’nın en göçebe ulusu ve at göçebeliğiyle geçinen bir kavim
Rusya’nın sanayileşmesi ve Sovyet teknolojisinin Kazakistan’a el atmasıyla Rus nüfus da buraya geldi. Göçerlerin toprağa yerleşmesi kolay değildir. aile yapısı sarsıntılar geçirir. Fakat Kazaklar klasik bağlarını korumayı becerdiler. Viyana Üniversitesi’nin ünlü tarihçilerinden Prof. Walter Leitsch çocukluğunu Kazakistan’da geçirmiş. Alman istilasında Hitlerden kaçan Yahudiler Almanlarla muhtemelen işbirliği yapan Volga Almanları ve Nazilerin imha tehlikesi altındaki Baltık ve Avrupa’daki Yahudi kavimler de Kazakistan’a sürülmüştü. Genç Walter Leitsch Rusça öğrendi Kazakları inceledi. toprağa yerleştirilenlerin arasında tüberküloz ve frengi baş göstermişti. Alkol, Sibirya ve Orta Asya halklarının maruz kaldığı en önemli alışkanlıktır.
Kazaklar ciddi bir ulus. İç açıcı olmayan bütün mebuslar Rusça görüşüyor. Parlamentoda Kazakça duymak mümkün değil bu derecede temiz, parlak bir Rusça başka halklarda Ermeniler, Gürcülerde Rusyada bile duyulmaz. Rus dilini en iyi muhafaza eden eski Sovyetler Birliği üyesi Türk halklardır. Ayakta kalmak, ve Sovyet rejimine katılmak için güzel Rusça öğrenmişler. Türkçe ve İngilizce öğrenen kazak gençlerde çok başarılı ve mükemmel kazakistan ALLAH VERGİSİ BİR COĞRAFYA dünyanın en geniş topraklarına sahip dokuzuncu ülkesi durumunda fakat nüfus yoğunluğu en düşük olanlarından. Coğrafyaya güneydeki Tanrı Dağları ve Altay Dağları geniş bereketli ovalar hâkim
insanlar ziraat ve hayvancılığa lüzum görmüyor az zahmetle kendiliğinden yetişen arpa, buğday, doğal enerji kaynakları ve zenginlik getiriyor. Sovyet coğrafyasını en az sıkıntıyla geçiştiren ülkenin Otoriter bir rejimi var ama bunaltıcı ve gaddar olmadılar gürül gürül akan ırmaklar yeşil stepler çorak bozkır ve çöl var. Tevfik Fikret’in yazdığı gibi Öyle bir nehr-i muazzam gibi cûş etmişsin / Fakat, eyvah, çorak yerde akıp gitmişsin
ASTANA KÜLTÜR ŞEHRİ*Kazakistan’da coşan, akan nehirlerin bir müddet sonra çölde buharlaşıp kayboluyor Bunları tutmak için baraj ve suni gölet gibi tedbirler çok yavaş ilerliyor, ihtiyaç hissedilmiyor. Kuzeyde inşa edilen yeni başkent Astana çok masrafa mal oldu. Bir maket şehir bir kültür merkezi.
Uluslararası Nazarbayev Üniversitesi, şehrin operası ve konser salonu işleyişleriyle ve verdikleri itibarla şark âleminin üstünde. Bir milyonu geçen nüfusuyla eski başkent Almatı kendine özgü eski Sovyetlerden, Moskova dahil hiçbirinde rastlanmayacak kadar cıvıl cıvıl garp kültürünü kurumlarını, hayat tarzını barındıran bir şehir.
Nazarbayev güneye önem veriyor, en güneydeki eyaletin adını Turan’a çevirdi. Başkent Çimkent 800 bin nüfusla üçüncü şehir iken özerk statü verilip eyalet başkenti Yesi şimdiki adıyla Türkistan oldu. Yesi Anadolu şehrinin zenginleşmiş hali Timur’un 1389 da yaptırdığı muhteşem Hoca Ahmet Yesevi Türbesi yer alıyor. Şehrin ötesinde Ahmet Yesevi’nin hocası olan Arslan Baba’nın türbesi ve camisi var. masmavi çiniler, güney Kazakistan bozkırının ortasında bütün heybetiyle yükseliyor.
Bir zaman çok tenkit edilmişti, Türkiye üniversiteyi neden Özbekistan sınırında, başkent Taşkent’in yakınına kurdu diye. üniversitenin çalışması konusunda zorlukları vardı. Fakat şimdi isabetli karar olduğu anlaşıldı koca eyaletin başkentinde tek üniversite Türkiye-Kazakistan ortak kuruluşu Ahmet Yesevi Üniversitesi. Kurumun geleceği parlak. KUSUR DA VAR MEZİYET DE*
Kazakistan coşan bir coğrafya; kusurları da var, meziyetleri de. İnşallah sönüp giden değil yoluna coşkuyla ve bollukla devam eden bir ülke olur Doğu coğrafyasında Türkiye’ye en yakın olan üç ülkeden biri.
Abdülmecid Han 25*Haziran 1861’de 157 yıl önce Osmanlı tarihinin ismi en çok zikredilen ve az tanınan hükümdarı Abdülmecid Han vefat etti.
38 yaşındaydı. IV. Murad ve II. Osman gibi tahtı genç terk edenlerdendi. Sultan II. Mahmud’un en yaşlı çocuğu Cemile Sultan’dı. erkek olsa kim bilir nasıl bir tarih bekliyordu Taht küçük kardeşi Abdülmecid’e kaldı.1823 Nisanı’nda doğan Abdülmecid Han tahta 1 Temmuz 1839 da çıktı 16.5 yaşındaydı. tarihimiz bu genç padişahın 22 yıllık saltanatını çok basit değerlendirdi Bir kısmı onu Tanzimatı elinde istedikleri gibi kullandıkları reformlara bu yüzden karşı çıkamayan, zevk-u sefaya, eğlenceye ve içkiye düşkün bir padişah olarak karalarlar Bir kısmı Osmanlıda tüketimi arttıran, devleti batıran İngiltere, Avrupayı izleyen hükümdar olarak niteler iftira atarlar peki gerçekte şanlı osmanlı sultanı nasıl bir hükümdardı
Tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu Sırbistan’ın doğusundan başlayarak bütün Bulgaristan’ı, Arnavutluk’u, Atina Preveze, Adriyatik ve Egedeki bütün kuzey Yunanistan’ı, Kiklos adaları hariç bütün Ege adalarını, Girit’i, Kıbrıs’ı, bütün Suriye, Irak, Filistin, Lübnan’ı, Arap yarımadasını, Hicaz Umman bölgelerini, Yemen’i, Mısır’ı, Trablusgarp’ı, Tunus’u içeriyordu. İlk demiryolu Batı Anadolu’da ve Balkanlar’da Sultan Abdülmecid devrinde döşendi. Önemli hastaneler kurdu Tıbbi personel yetişti Ziraatta yeni ürünlere geçildi
İlkokullardan kız ve erkek rüşdiyeleri ortaokul, ilk erkek ve kızlar için açılan yüksek muallim okulları kurulması onun devrindedir. Üniversite kurdu muvaffak olunamadı, üniversiteyi meydana getiren Tıbbiye, Baytar Mektebi, Orman Mektebi gibi kurumlar onun devrinde kuruldu
Askeri mektepler düzenlendi kurmay eğitimine geçildi. Vilayet ve, belediye nizamnameleri, sağlıkla ilgili tedbirler ve kanunlaşmalar ya onun zamanında başlandı.Lise düzeyinde olmakla birlikte imparatorluğun iç ve dış idaresi için önemli memur yetiştiren okullardan Galatasaray Mekteb-i Sultanisi ve Mekteb-i Mülkiye kuruluşuna başlandı telgraf Osmanlı posta sistemine askeri ve idare muhaberata geçişvonun zamanına aittir. Matbuat yayıldı. Sarayların inşası zaruretti. Topkapı Sarayı yetersizdi devleti borca batıranlar saray inşaatı değil, Kırım Savaşı ve Osmanlı-Rus Harbi’dir. 19. yüzyılın savaşı kolay değildi.16.5 yaşında tahta çıkan genç padişahın hanedan üyeleri içinde görülmeyecek derecede bir insan sarrafıydı çalışma grubunu fevkalade yönetti
Cevdet Paşa ile Midhat Paşa’yı geleceğin kan düşmanlarını, Reşid Paşa ile Ahmed Vefik Paşa ve Fuad Paşa’yı bir arada yönetmek, onun marifetiydi. Olgunluk ve insanı tanıyıp idare etmek, 16 yaşındaki bir Türk çocuğu için bulunmaz bir meziyettir.Saray hayatı modernleşti saraylardan okumuşlar çıktı. 38 yaşında hayatı terk eden Abdülmecid Han adi cinayetlerin dışında hiçbir idam infaz edmemiştir. Dış dünya ile ilişkiler ustaca yürütüldü kendisinden sonra kardeşi Abdülaziz Han devrine musiki resim sanatı, kuruluşları devredilmiştir. Tanzimat devrinin tarihi, biyografileri henüz yazılmamıştır. Bu bizim için çağdaş Türkiye’yi anlamaktaki en büyük noksandır. Abdülmecid Han doğru değerlendiremediğimiz bir hükümdardır.
*
İLBER ORTAYLI
300 budala her cemiyette çıkar
Türkiye Fransızca veya Almanca bölümlerinin kapatıldığı bir ülke değil; bu dilin arkasındaki kültür ve sosyal yapıyı inceleyen bir ülke olmalıdır.
YÖK’ün bölüm kapatma kararı isabetsiz Pireye kızıp yorgan yakamayız. 300 budala ve küstah her cemiyette çıkar Bir başkasının dini akidelerine ve dua kitaplarına karışanlara aklı başında insanlar iyi gözle bakmaz. XIV.*Louis Fransada önemli bir kararın tatbikine başladı. Fransa’da “Jeux de langue”, taklit edilen okul sistemiyle kabiliyetli gençlere Türkçe, Farsça ve Arapça öğretiliyordu. Viyana Muhasarası’nı izleyen yıllarda müthiş raporlar yazan Fransız Büyükelçi Girardin bunlardandı ve Türkologdu. Avusturyalı tarihçi Hammer-Türk edebiyat ve tarihi üzerinde ilk önemli eserleri meydana getirendir.
Toderini Türk edebiyat bilgileri veren İtalyan’dır. 17. ve 18. asırlarda Fransızlara ve Avusturyalılara diplomatik rapor yazan Venedikli elçiler ve İtalyan tercümanlardı. yanlış, yalan bilgi verdiler Çareyi “dil öğrenmekte bulursun” zihniyetiyle Doğu dilleri eğitimine başlandı.Türk imparatorluğu Fenerli Rum beylerini İtalya ve Fransa’da okuyanları kullandı. Bizde Fransızca eğitimi ve dilinin öğrenilmesi diplomasiden çok medeniyet problemi olarak ortaya çıktı. Orduyu ıslah edip mühendislik, tıp ve baytarlık eğitimi için, hukuki metinleri okumak için Fransız dilini öğrendik. Fransızca Türk Batılılaşmasının anadilidir. Felsefeyi ve edebiyatı okumak askeri ve idarinin arkasından geldi.
Tanzimat’ın büyük adamları sadrazam Mehmed Paşa gibi, halkın içinden çıkıp kalemde, memuriyete başladığı zaman bin zahmetle Fransızcayı öğrenen kimselerdir. Bu sadrazamın kaleminden çıkan Fransızca veya Reşit Paşa’nın kullandığı üslup yabancıların hayranlığını çekmiştir. Diplomasi önemlidir, diplomasinin dili Fransızcayı kullanmakbda önemidir. Zamanla bu iş Avrupa dillerine yayıldı. İngilizce bahriye diliydi. Enver Paşa’nın nesli Almancayı öğrendi. Prusya askerinin nizamını kapmak için başka çare yoktu. Son halife Abdülmecid Almancayı bilirdi. 1930’ların Türkleri bilimi öğrenmek için Almanca öğrenmekten kaçınmadılar.
Fransızların Türkçeyi ne kadar öğrenebildikleri önem verdikleri mühim değil. ama Fransa’da Türkçe çok uzun zamandan beri öğretiliyor. Doğu Dilleri ve Uygarlıkları Ulusal Enstitüsü bunlardan biri. Üstelik yeni nesil Türkologlar meraklı ve sebatlı ama dedik “siz kendinize bakın Fransız dilini öğrenmek ve öğretmek zorundayız. Sırf Amerikan İngilizcesiyle dışa açınılmaz. Batı dillerini bilmek gerekir. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde Türkler olmadan oranın tarihini anlamak mümkün değildir. Bizim de hiçbir ülkeyi dışlamadan tarihimizi ve coğrafyamızı öğrenmemiz gerekir ona göre temaslarımızı geliştirmek zorundayız
Yabancı dili Fransızca Latince ve Yunancayı da öğrenmek gerekir Türkiye Fransızca veya Almanca bölümlerinin kapatıldığı bir ülke değil; bu dilin kültürel ve sosyal yapısını inceleyen bir ülke olmalıdır. Etrafımızı tanımazsak ayakta kalamayız. Son 30 yıl da Rusça bilenlerin nüfuz sayısı arttı, fena mı oldu. Sanayiciler tüccarlar kazançlı çıktı. Bilim adamlarına yeni ufuklar açıldı. Asya ve Kafkasya’daki Türklerle kültürel bağımız kuruldu. bu diplomasimize ve barışçı görüşmelerimize yansıdı. Komşumuz komşumuz oldu, daha yakından tanıyoruz. YÖK’ün bölüm kapatma kararı isabetsiz belirtmeye lüzum dahi yok. Pireye kızıp yorgan yakamayız. 300 tane budala ve küstah her cemiyette çıkar. Bir başkasının dini akidelerine ve dua kitaplarına karışanlara iyi gözle bakılmaz. Bunun için bütün insanların dilini ve kültürünü çevremizden ve dünyamızdan atmanın âlemi yoktur.
İLBER ORTAYLI
Osmanlı sanatını fark eden İranlılar
GEÇTİĞİMİZ hafta İranlı tezhip ve minyatür sanatçısı Maryam Khorrami ve Azam Eisazadeh’nin eserleri Sultanahmet’te teşhir edildi.
ilginç çünkü İranlılar Türk minyatürlerine basit eserler olarak bakarlar. Bu iki sanatçı farklı görüşte; 18. ve 19. asırdaki Osmanlı minyatür ve tezhip sanatının özellikleri ve kendine has karakterini fark edenlerden.Safeviler devrinden beri İran’da gelişen minyatür sanatını çok iyi bildikleri açık. İmparatoriçe Farah Pehlevi’nin kurduğu vakıftan beri bu dalda çalışan İranlı sanatçı çoktu. Sergi bunun örneğiydi.
AYIP; HEKİM DÖVÜLÜYOR
Birtakım adamların dövmedikleri doktor bey ve hanım, hemşire, sağlık görevlisi ve onlar da yoksa hademe, kırmadıkları cam yok. Sorumuz ortada. bu rahatlama sağlık hizmetlerinin mükemmelliğinden mi ileri geliyor, yoksa “Bunlar size hizmet etmekle mükellef, işini yapmayan olursa haddini bildirin, düsturuyla etrafı dağıtmaktan mı ileri geliyor Soruyoruz emniyet kuvvetleri nerede? TV*kanallarında Birtakım adamlar hastane kuyruklarında canımız çıkardı, kötü muamele görürdük, her şey düzeldi, Allah razı olsun” diyorlar.haberler; üstelik de bazılarını basındaki sansürden renkli camdan çok gittiğimiz hastanelerde öğreniyoruz.Birtakım adamların dövmedikleri doktor ve hanım, hemşire görevlisi ve onlar da yoksa hademe, kırmadıkları cam yok.
bu rahatlama sağlık hizmetlerinin mükemmelliğinden mi ileri geliyor,
“Yarım saattir dışarıda bekliyoruz. Ne diye hastayla oyalanıyorsun, işini yapsana” diyen hayırlı evlat doktor beyin gücü yettiği için doktor hanımın yüzünü dağıtıyor. Ne de hayırlı evlat ama hayatının acısını kadın doktor döverek çıkartıyor. hapishaneden evvel tımarhanede altında tutulması gerekir. Maalesef böyle olur sağlık reformu dediğin” kitleler kışkırtıldı ve bu sonuçlar çıktı. doktorlar size hizmet etmek için orada” resmi ağızlar tekrarlıyor ve oy bekliyor Sağlık Bakanlığı, hekimler başta olmak üzere sağlık personelini koruyamıyor. Arızalı insanların hücumuna maruz kalıyorlar.özel hastaneye gidenlerden değilim. Tanıdığım hekimlerin mükemmelleri var, devlet hastanelerine idiyorum ve tavsiye ediyorum.
devlet hastanelerinde. bir kısım hastaneye düştüğünde yaşı 90’a yakın aile bireyi hastanede vefat ettiğinde kapı kırmayı, hastane çalışanını dövmeyi ritüel haline getirdiler. Soruyoruz emniyet ve Sağlık Bakanlığı nerede? hastanelerin üstünden T.C. rumuzunu kaldırmakla iş bitmiyor. Millete hizmet için hastanene ve sağlık personeline sahip çıkacaksın. Tıpkı çocuklarımıza eğitim için devlet okullarına ve öğretmenlere sahip çıkmak gerektiği gibi.
murataltug1985
06-27-2018, 22:01
Kaynak dirilişpostası.com tuğrul selmanoğlu
Kemal Bey’in çilesi
Hiç beklemediği anda öyle bir duruma düştü ki... İktidar muhteremi ve partisini şaşırttı.aday mısınız? sorusuna, kirazlardan çiçeklerden bahsediyor. aday mısınız sorusunu manav mısınız? olarak anladı, garip.CHP'de aday bolluğu baş gösterdi. Sekiz seçim kaybetmiş bir lider hariç herkes aday. En başta, Kemal Bey’in delegelerine karşı bir türlü kazanamayan Muharrem Bey heveslendi Cumhurbaşkanlığına. sormak lazım; CHP gibi bir partiye yıllardır uğraşıp başkan olamayan adamı kim cumhurbaşkanı yapar? sormayın, uyandırmayın. Öztürk Yılmaz adaylığını açıkladı, Türkiye onu Muhasebeci Kenan olarak tanıdı, hani DAEŞ konsolosluğumuzu basıp personeli rehin aldığında, konsolos olduğunu gizleyip ben muhasebeci Kenan’ım diyen, *
sürekli hapishanede HDP'lileri ziyaret edip serbest bırakılmaları için otoban kenarlarında video çeviren Kemal Sunal görünümlü bir ağabey var ya; Hah o işte.sormak lazım, kendi personelinin bile önüne geçip risk üstlenmeyen bir adamı milletin önüne geçirirler mi sormayın, uyandırmayın.
Bir de saçları örgülü abla var, CHP milletvekili Didem Engin. haberlerde saç modelinin enteresan oluşu vardı iki yıl önce, sonra sesi çıkmadı.
aday olmuş. Herhalde Blendax güzeli falan aradığımızı zannediyor abla.Kemal bey son röportajında adayınız kim sorusuna, "Eşimde sordu bilmiyorum dedim" diyor. Baskın basanın eyvallah da; “Basılanın durumu içler acısı.”
Milletvekili aday adaylarına tavsiyeler..
milletvekili aday adaylığı heyecanı yaşayan arkadaşlar, şu hususlara dikkat etmenizi tavsiye ediyorum Neden milletvekili olmak istiyorum, niyetim ve gayem hizmet mi? Yoksa milletvekilliği makamı mı 2. Projeniz var mı? Yoksa hele bir olalım gerisi Allah Kerim mi diyorsunuz? 3. Milletvekilliği büyük sorumluluk makamıdır. Sizi seçen, güvenen binlerce insanın yükü omuzlarınızda. Omuzlarınız yükü kaldırır mı? Binlerce insanın derdini dinlemeye, hazır mısınız? Uykusuz kalmaya, insanlarla ağlayıp onlarla gülmeye hazır mısınız? Gelen fakiri fabrikatörü güler yüzle karşılamaya hazır mısınız? 4. Teşkilat tecrübeniz var mı? Teşkilatta çaycılık yaptınız mı? Bayrak astınız mı? Üye topladınız mı teşkilatın mutfağında bulundunuz mu hiç?
Davanız için ölmeyi göze alıyor musunuz? şer güçlerinin diş bilediği iktidarın milletvekili olmak cesaret ister. İnsanlar tehlike anında öne düşmenizi bekler. beklentiye cevap verebilecek misiniz? darbe oldu, koşacağınız yer sığınak mı? Yoksa tankların önü mü? Ev halkına merhametli misiniz? Himayenizidekileri ezdiğiniz oldu mu
Hiç kimsenin sizi görmediği yerde, vatan için gözlerinizden yaş süzüldü mü? Bayrağımıza bakıp duygulandınız mı Elinizi vicdanınıza koyup, düşünün Kendi mülakatınızı kendiniz yapın...
Eğer hayır cevabı veriyorsanız, sizin Milletin vekili olmanızın Vatanımıza katkısı olmaz... İyi düşünün...
Kemal harikalar diyarında...
ABD için kullanılan bir tabir vardır, özellikle Avrupa'da Amerikada "harikalar diyarı" veya "sınırsız imkânlar ülkesi" tabiri düşer Tabak yıkayan garson yamağının nasıl milyoner olduğunu, yükselmek isteyenin önüne ne devletin ne de milletin engel koyduğundan bahseder yanılıyorlar, bu kapitalizmin başaktörü konumundaki ABD'nin Hollywood’un yardımı ile çizmek istediği imajın parçası. sınırsız imkânları Brooklyn Köprüsü’nün altında yatan evsizlere sorun anlatsınlar...asıl sınırsız imkânlar ülkesi Türkiye...Anlatayım
farz edin babanız rüşvetçi bir memur adını duyanlar yaka silkiyor, onu hayırla anan bir tane bile adam bulunmuyor...
Ulusal televizyon kanalları dahi babanızı hayırla yâd edecek bir tane adam bulamıyorlar, rüşvet arazi büyütme çevirdiği fırıldakları anlatıyor kameranın önüne geçen, düşünün rüşvetçi bir babanın haramzade oğlusunuz...annenizin adı Yemuş bir iddia var: Ermeni tehcirinde Areli aşiretine mensup Ermeni’nin kızının oğlusunuz. Ne var demeyin, Ermeniler’le 100 yıllık kan davamız ninelerimizi kazığa çakan, yedi düvelle cedelleştiğimizde sırtımızdan vuran bir millet platformlarda bizi soykırımla suçlayan, elinden gelse bir kaşık suda boğacak bir millet
yaşadığımız ülkede en sevmediğiniz etnik köken hangisidir diye anket yapsanız birinci sırada çıkacak Ermeniler
Yani Amerika'da Kuzey Koreli olmak gibi Gazze’de İsrailli olmak gibi bir handikap...şahsi geçmişiniz şaibelerle dolu, 1992’de kârla devraldığınız SSK'yı sadece 1 yılda yüzde 2 bin 684 zarar ettirmişsiniz, başında 7 yıl kaldığınız kurumu 1 milyar 120 milyon lira zararla devretmişsiniz, dünya kadar usulsüzlük ve yolsuzluk var aleyhinizde...ciddi bir karakter zaafınız var, ağzınızdan sürekli argo ve belaltı dökülüyor, örneğin milletin Cumhurbaşkanı’na Milletin anasını belleyenlerin adayı” diyorsunuz. Hitabetiniz yok, duruşunuz yok, karizmanız yok...iddialar elinizde patlar... Seçimde oy kaydınız olmadığı için kendinize oy bile atamayacak kadar acizsiniz Yürüyen merdivene ters binmeniz bir kenara ülkenin İstiklal Marşı’nı kâğıttan okurken bile yanlış okursunuz.
Basiretsizliğiniz ve kabiliyetsizliğiniz ayyuka çıkmış öz ağabeyiniz bile sosyal medyada sizinle dalga geçiyor...Elinizi vicdanınıza koyun böyle bir özgeçmişle dünyanın herhangi bir yerinde ana muhalefet lideri olma ihtimaliniz olabilir mi?
Kazara oldunuz üst akıl sizi kaset operasyonu ile o makama getirdi 9 seçim kaybettiniz dünyanın hangi ülkesinde muhalefet lideri kalabilirsiniz?
Kılıçdaroğlu'nun ana muhalefet lideri olabildiği bir ülke, sınırsız imkânlar ülkesidir... harikalar diyarıdır...Güzel vatanım benim...
Muharrem İnce'nin annesinin örtüsü...
Havalimanında muhafazakar görünümlü iki amca, Muharrem İnce'den bahsediyor, "gençliğinde komünist devrimciymiş" dedi diğeri annesi başörtülü, diye cevap verdi...annesinin başörtüsü sempatik kılmış CHP'nin adayını...Eyvallah Muharrem İnce'nin annesi başörtülü...Amma...
CHP li hukukçu Sera Kadıgil, "O ezanlar ki dinin temeli, ebedi yurdumun üstünde inlememeli her sabah ağzıma ağzıma okunuyor" diyeli 1 yıl oldu
CHP gündemini ve Kılıçdaroğlu’nun miting konuşmalarını yazan Başdanışman Fatih Gürsul, kırmızı listeden ByLock’cu çıkalı 1 yıl oldu
CHP’li kâtip üye Elif Doğan Türkmen’in TBMM’ye ödettiği 2 milyon TL’lik faturayı millete ödeteli 1 yıl oldu
CHPli Enis Berberoğlu'nun “Devletin gizli kalması gereken bilgilerini, siyasal ve askeri casusluk maksadıyla açıklamak” suçundan tutuklanalı 1 yıl oldu CHP Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan'ın Türk milletine "it" diyerek hakaret etmes 1 yıl oldu
CHPli Sezgin Tanrıkulu, terörle mücadelede SİHA kullanılmamasını isteyerek SİHA'ların TSK tarafından kullanılmasına karşı çıkalı 1 yıl olmuş...
Kılıçdaroğlu'nun "Mustafa Kemal'den korkmuyorsun Allah'tan kork" diyerek haşa Allah'ı (c.c) Mustafa Kemal'in arkasına koyalı 5 yıl olmuş...Kocası 1 yıl önce ailecek yedikleri domuz yavrusunun kemiklerini tweetlerken, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun “Tarihte Bugün: Ermeni Soykırımı başladı. Katledilen Ermeni vatandaşlarımızı anıyoruz, Türk milletini soykırım yapmakla suçlayalı 6 yıl olmuş...
CHPli Eren Erdem'in "Türkiye ile İran karşı karşıya gelirse İran'ın safında olurum" tweetini atalı 7 yıl olmuş...CHP eski başkanı Deniz Baykal, "Eşi başörtülü bir Cumhurbaşkanı olamaz. Sakın ola aday olmayasın sakın." diye meclis kürsüsünde nara atalı 11 yıl olmuş..CHP devrimlere karşıt gerekçesiyle Rize'yi bombalayalı 93 yıl, Tunceli'yi bombalayalı 80 yıl olmuş...CHP'nin kurucusu İnönü, Biz 30 sene sonra gençliğin kafasını Allah ve Peygamber gibi boş laflardan kurtaracağız." diyeli 85 yıl olmuş...CHP Tokat Milletvekili Ahmet Refik Serengil "Allah'ı da Sultanla beraber tahtından indirdik" diyeli 89 yıl olmuş...CHP Milletvekili Falih Rıfkı Atay'ın, "Cehennemin var diye kurum etme ey tanrım! Bağrımdaki ateşle seni bile yakarım.” diyeli kaç yıl oldu bilmem ama Muharrem İnce'nin annesinin başörtüsü CHP'nin haltlarını örtecek kadar büyükse eyvallah... Seçin gitsin Muharrem'i...
Bu nasıl bir çorba kardeşim...
Öyle şeyler oluyor ki seçim öncesi, öyle tuhaf şeylerle karşılaşıyorsun işlerin mantığını sorgulamaktan vazgeçmek üzereyim CHP ile kol kola giren Saadet’e ne demeli? Saadet’in başında Alevi vatandaşlarımızın Sivasdan sorumlu gördükleri Karamollaoğlu var. Sivasta “Onlar yanmadı havasızlıktan boğuldular” diyecek kadar insanlıktan uzak şizofreni Temel ve Aleviler’in umut bağladığı Kemal aynı safta, sorgulayan yok...
Yahu bununla Cumhur İttifakı’nın karşısına çıkılır mı?” diyen yok...üst akıl bu hamleleri çaresizliğinden yapıyor. Bu seçim kendileri için son şans çorba ittifakı’nın içine lahana ananas bamyayı karıştırıyorlar Ne yapsınlar elde malzeme yok...Umarım seçim gününe kadar mide bulandırıcı görüntüler midemizi bozmaz...
Kemalizm...
Bu terimin mucidi Avrupalılar’dır, Kemalizm kelimesi ilk defa 1919 da Avrupa gazetelerinde boy gösterdi.Türkiye'yi işgal eden Batılı gazeteler hem Mustafa Kemal'i hem de Kemalizm’i yere göğe sığdıramıyor, Kemalizm’i Anadolu'nun kurtuluşu olarak lanse ediyorlardı. Tuhaftı neden işgal edilen ülkede kendilerini ülkeden atmak için mücadele eden bir subayın reklamını yapmışlardı neden bu akıma neden isim bulmuşlardı kendileriyle mücadele eden bir subayı yerden yerde vurmaları gerekmez miydi? Kemalizm terimini Mustafa Kemal kullanmamıştı eserlerinde devrimlerden, inkılaplardan bahsetmişti. Kemalizm kelimesini 1930'larda Kadro isimli Marksist dergi sokmaya çalıştı Türkçemizde, 1936'da Munis Tekinalp'ın "Kemalizm" isimli eseriyle duyulmaya başlandı
birileri zorla ve ısrarla yegâne ideolojisi İslam olan Milleti Necibe'ye bu ideoloji dayatmaya çalışıyordu, buna ilk yeltenen Batı’ydı, sonra Türkiye'yi komünizme çekmeye çalışan Sovyetler’in bunun üzerine plan yaptı Mustafa Kemal bunların dışında tutuyordu kendisini, çevresinin onu Lenin gibi gören tutumunu ciddiye almıyordu. malum çevre Mustafa Kemal'in CHP'si Altı Ok’u ideolojiye çevirmek için can atıyordu
Osmanlı’nın bertaraf edilmek istenmesinin sebebi, altı asırdır her fırsatta karşılarına dikilen ve resmi ideolojisi İslam olan bir devletten kurtulmaktı.
Türk milletinin İslam’la bağını koparıldığında işgale ihtiyaç kalmayacaktı. İslamsız bir Türkiye, zalime dur deme ihtiyacı hissetmeyecek, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, yani sulh politikası güdecekti. İslam’ın yerine, bir parti ideoloji ve ülke içindeki yardakçıları ile empoze yoluna başvurmuşlardı.Kemalizm kelimesinin yerine Atatürkçülük kullanılmaya başlandı. bugünlerde partiler bol bol Atatürkçülükten dem vurmaya bu ideolojiyi Batı koymuştur. İslam’ın alternatifi gördüler var güçleriyle desteklediler Atatürkçülük bir ideoloji değil, Batı’nın yancısı olma sanatıdır.
Atatürkçülük dedikleri şey 6 Şubat 1923'te Balıkesir'de* “Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz *Efendimiz Hazretleri, *Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur'ân-ı Azimüşşan'daki açık ve kesin hükümlerdir.” diyen Mustafa Kemal Paşa ile zerrece alakası yoktur...
murataltug1985
06-27-2018, 22:01
Kaynak yenişafak.com yusuf kaplan yazıları
Besmele, hamdele ve salvele’yle çıkacaksın yola...
Büyük düşünür Heidegger, “tefekkür etmek, teşekkür etmektir demişti.İNSAN, “BAĞIMLI” VE “BORÇLU” BİR VARLIKTIR...Teşekkür etmek, şükretmek demek.Hayatın, sadece kendisinden ibaret olmadığını, hayatta başkalarının, da varolduğu hakikatini bilerek nefes alıp vermek...
İnsan, tekbaşına yaşayamaz.her şey, insanın elinde değil. Doğumu ölümü nefes alıp-vermesi kendi elinde değil kişinin.İnsan, bağımlı Alıp-verdiği nefesle yaşıyor. Nefes deyip geçmeyelim.
Hakk’ın lûtfettiği varoluş hakikatinin ses’i, nefes.
Tabiatın bir parçası insan. Tabiatla irtibatını kopardığı ân, hakikatle bağlarını yitirmeye başlar hem de tabiatı bozulur ruhsuzlaşır duyarsızlaşmaya ve azmanlaşmaya...başlar
İnsan, bağımlılığının bilincine vardığı andan itibaren özgürlüğünün farkına, varır özgürlüğün sınırlarını ve ufuklarını kavrar İnsan, Yaratıcı’ya bağımlı bir varlıktır. Varlığını O’na borçludur.
ÖZGÜRLEŞME, KULLUK BİLİNCİYLE BAŞLAR...
borçlu” bir varlık olarak yaratılmıştır.Deyim yerindeyse, “borcunu ödemesi için” yaratılmıştır: Kulluk borcunu.“Borç” bir nimet, bir lütûftur
Kulluk, en yüce makamdır. Peygamberimiz (sav) önce kul, sonra elçi’dir. kulluğu, elçiliğinden önce gelir. En yüce kul, peygamberimizdir.İnsan, gerçek özgürlüğüne kul bilinciyle ulaşabilir. gerçeği büyük düşünürler çok iyi farketmiştir. Freud’dan sonra en büyük psikanalist kabul edilen, ateist Jacques Lacan, şunu söylemiştir: “Tanrı inancını yitiren bir insan, Tanrı inancını yitirdiği andan itibaren artık her şeyi tanrılaştırmaya başlar.”
MÜ’MİN GÜVEN ADASIDIR, DEĞİLSE AYNAYA BAKMALIDIR...İnsanın, kulluğunu yerine getirmesi için emanet bahşedilmiştir: Emanet, mü’min kişinin, yeryüzünde emniyeti teminat altına almasıdır kişinin Hakk’ın “öğrettiği” hakikatleri hatırlaması, hayata geçirmesi gerekir.Efendimiz (sav) “mü’min, kendisine güvenilen ve başkasına güven veren kişidir” diye buyurmuştur.Güven adasıdır mü’min.güven adası değilse, aynaya bakmalı, kendine çeki düzen vermelidir Kendine çeki düzen veremeyen, başkasına ya da dünyaya çeki düzen veremez Bütün konuşmalarıma başlarken besmele, hamdele ve salvele’ye.
başlıyorum:
Bismillahirrahmanirrahim Bizi hakikatle vareden
Varlığından haberdâr eden Rûh’undan üfleyen
Emanet’i yükleyen Hilâfeti lûtfeden Kalemle yazmayı öğreten Celâl, Cemâl ve Kemâl sahibi Allah’a hamdederim. VE SALVELE Âlemlere Rahmet gönderilen Kâinâtın övüncü, kıvancı
Bütün kelimelerin toplamı Hakikat Ummanı
Elçilerin Elçisi Öncülerin Öncüsü Efendimize (sav)
selef-i sâlihîne,Çağ açan Çağ aşan Çağrısı Çağ Kuran Âlim, Ârif ve Hakîm şahsiyetlerinden oluşan
Öncü Kuşaklara Selâm Ederim...Bu hamdele ve salvele, İslâm’ın temelini Müslümanca bir hayat- inşa edebilmemizin yol haritasını veriyor bize.
yol haritasının güzergâhlarını ve nasıl hayata geçirileceğini şöyle özetleyeyim:
Akıl ile bilirsin...Kalp ile bulursun...Ruh ile olursun...
Akıl ile ilim Kalp ile irfan Ruh ile hikmet yolculuğu yaparsın...İlim ile yorulacak...İrfan ile yoğrulacak...
Hikmet ile doğrulacaksın...Ey Hakikat Yolcusu!
Yolun açık, yolculuğun bâkî olsun...Vesselâm.
Çağ körleşmesi ve ruh üşümesi: Sûr'a üfleme vakti
Çağdaş insan yok öyle biri Çağ da yok; insan da artık.Çağ, bir ağ Devâsâ bir ağ Çağdaş insan’sa, ağdaş sadece hakikatin hakikat bağ’ının önünde bir takoz, ve saptırıcı bir ağ’a dönüşen çağ sürgit ayartılan ve hakikatten kaçan ağdaş insan
çağdaş insan, kendini hakikate rapteden, âlemleri gezdiren, ulvî bağ’ı yitirdiğinden bu yana devâsâ bir ağ’da debeleniyor, fırtınalı bir denizin ortasında sürükleniyor Çağdaş insan, ulvî bağ’ı, yitirdiği için, kanatlandırıcı, dünyaların meyvelerinden âlemlerde gezintiye çıkaracak pusulasından utku ve tutkusu’ndan yoksun.Çağdaş insan, kalbini körleştiren, zihnini felçleştiren, ruhunu çölleştiren, insanı ayartıcı, baştan çıkarıcı bir sürgüne mahkûm devâsâ bir ağ’da mahpus.
Ama bunun farkında değil.ağ’da sürükleniyor ve ağ son derece pornografik ve pagan, saptırıcı
İnsanın ontolojik bu: insanî özelliklerini yitirmesi farkedememesi, görememesi, bilememesi, idrak edememesi.İliklerine kadar soluduğu; ağa, hapsolmuşçasına yaşadığı, ağ’da, bu karanlık mağara’da oraya buraya sürüklendiği için göremediği felâketi insanın.İNSAN: ÜZERİNDE*“SÖRF YAPILAN” BİR “NESNE”!
çağdaş insan, taşlaşmış bir “nesne” “gibi”...
sanal dünya, sörf yapılan yer değil, insan, üzerinde “sörf yapılan” bir “nesne” artık insan kültür, müzik, film, spor endüstrisinin tamtamlarıyla hayattan ve hakikatten kaçan bir pagan İnsansız bir dünya ve dünyasız bir insan’dan sözediyoruz artık...
İnsan, dünyasızlaştıkça; dünya insansızlaştıkça azalıyor insan: Rakam’laşıyor... bir nesne olup çıkıyor...İnsan azaldıkça, azıyor, azmanlaşıyor; duyarsızlaşıyor... Ruhsuzlaşıyor...Çağ, ağ’a dönüşüyor çağ, ağ’a dönüştükçe körleşiyor insan...
Ürpertici bir çağ körleşmesi yaşıyor...İnsan ruhsuzlaştıkça, ruh üşüyor... Ölümcül bir ruh üşümesi yaşıyor çağdaş insan.Simülasyonların intikamı mı bu ruh’tan; ruhuyla varolan, ruhu diri olduğu ölçüde diriltici bir soluğa sahip olabilen ağdaş insan’dan? Çağ, bir ağ’uçsuz-bucaksız daracık, ışıltılı kaskatı ve kapkaranlık, herkesi içine alan ama herkesi yutan, herkesi boğan küre devâsâ bir ağ’a dönüştüğünden beri simülasyonlar intikam alıyor insan’dan
Taşlaşmış, kalbini, kalp gözünü yitirmiş bir nesne insan ölümcül ağ’da: Ölümü bile bitiren, insanı canlı cenazeye dönüştüren ürpertici bir çöl çağdaş dünya ağ’a mahkûm ve mahpus olan insan da!
İnsan, ulvî bağ’la ünsiyetini yitirdiği zamandan bu yana ayartıcı ağ’da nisyan’da kendini ve hakikati unutma girdabında!Bu gidiş, nereye ? Ne’ye?
Çağ körleşti, ruh üşüdü... İnsan, ruhu kendine getirecek İsrafil’in diriltici sûr’una gebe şimdi...
İNSANLIĞI DİRİLTİCİ SÛR’A*ÜFLEME ZAMANI ŞİMDİ...Ey hakikat yolcusu! sûr’a sen üfleyeceksin,
Sen kimsin peki?Neresi’sin, nerelerdesin, hangi derelerde debelenmedesin?Ne zaman kendine geleceksin Ne zaman üfleyeceksin diriltici sûr’a?
Unutma: İnsanlık sana gebe, sen hakikate...
Sen kendine gelince, ulvî bağ’la sarsılmaz bir irtibata geçince, leş kargaları kaçacak delik arayacak her yerde...Yeter ki, sen, ayartıcı, baştan çıkarıcı siyasete kilitlenme;, ayıltıcı, kanatlandırıcı hakikate demirlen ve siyasetin hakikatten süt emsin, bizi kendimize getirsin, diriltici sûr’a üflesin yeniden bin yıldır yaptığımız gibi... o zaman, çağ, ruhuna kavuşacak; öncü kuşak ayağa kalkacak, yola çıkacak, hiç bir kınayıcının kınamasına aldırmadan yalnızca hakikat şarkısını bestelemek insanı hakikatle buluşturmak için cehd edecek...
insan ayartıcı / pornografik ve saptırıcı / pagan ağ’dan kurtulacak, ulvî hakikatle bağ kuracak, çağrı çağına kavuşacak, insanlık nefes alacak bir kez daha tâ derinden inşallah...
Çağ körleşmesi ve ruh üşümesi: Sûr’a üfleme vakti
Doğu da yok, Batı da Batı bir inşa; Doğu kurgu, Batı kurmacası BATI, HAKİKAT’İ YİTİRDİ; DOĞU *UYKUYA GÖMÜLDÜ...Batı, hakikati yitirdi; yetmedi, insanın hakikat arayışını bitirdi: İnsanı çöle mahkûm etti; ayartıcı / pornografik ve saptırıcı / pagan bir açmaz film, müzik ve spor neo-pagan âyinlerinde kaybolan baştan çıkarıcı bir çıkmaz sokağın eşiğine sürüklüyor insanlığı...Doğu’ysa, hakikatin üzerinde derin bir uykuya gömüldü: Batı’nın ayartıcı ve saptırıcı zamanının ve mekânının kölesi olmak için can atıyor
İnsan, hiç bu kadar yitirmemişti insanlığını; düşünme melekelerini, düş görme yetilerini bu denli kaybetmemişti.
Başına ne geldiğini, yok oluş felâketine sürüklendiğini göremeyecek kadar kalben, zihnen ve ruhen bu kadar körleşmemişti insanın felâketini konuşmanın tam zamanı ZAMAN AYAKBAĞI, MEKÂN*DUVAR İNSANIN ÖNÜNDE! Zaman, ruhunu yitirdi; insan çöle, dipsiz bir kuyuya, ayartıcı bir labirente mahkûm edildi, insanın rahmet kaynağı ve pınarı hakikat’in soluğu dünyadan çekilince...
Ruhsuz, saptırıcı pagan zamanı aşmadıkça, baştan çıkarıcı ağ’a dönüşen duvarı yıkmadıkça, diriltici hakikat yolculuğuna çıkamayacağını bilmeli insan.“Zaman bendedir ve mekân bana emanettir” şuuruna ermeli; emanet bilinciyle donanarak zamanının, hakikatin insanlığın susuzluğunu giderecek ulvî zamanının izini sürmeli; insanlığı zulüm’den / karanlıktan nûr’a / ulaştıracak doğuş ve diriliş dünyasını inşa etmeli taze bir ruhla, kanatlandırıcı bir umutla ve çığır açıcı bir ufukla kuşanarak...
manzaranın tarifi şöyle:İnsanlık, bir çağ körleşmesi ve ruh üşümesi yaşıyor...Çağ körleşmesi, insanlığın Batı’ya mahkûmiyeti, kendi’nden mahrûmiyeti...
Ruh üşümesi ise, insanın mâsivâya gömülmesi, ruhunu yitirmesi...HEPİMİZ YER-KÜRE’DE YER-KÖRÜ’YÜZ...Dünya tek bir küre’den ibaret; gökle irtibatını koparan yer-küreye mahkûm insan.
yer-körü’yüz: Yerimizi de, yönümüzü yitirmiş vaziyetteyiz farkında bile değiliz.Zaman durdu mekân dondu, insan ruhsuz bir çöle mahkûm oldu
Bu yazı bir çığlık... Bir haykırış...Neredesin ey insan Ne’sin sen? Yer-küre’de yer-körü’sün; körleştiğin yersizleştiğin için, yerini ve yurdunu, umudunu ve ulvî ufkunu yitirdin başına gelen felâketi görecek durumda değilsin.
Sörf yapmıyorsun ağ’da üzerinde sörf yapılan bir ağsın sen.Ne zaman ayıkacaksın?Ne zaman, kendinin farkına varacaksın?Ne zaman fark olacaksın?ateşde yanmaya başladığın andan itibaren firak ateşi, ne ki?Ateşten neden korkuyorsun NÂR YAKAR, NÛR YIKAR...
Ateş var, ateş var! Biri nûr, diğeri nâr!
Nâr yakar; nûr yıkar, arındırır, tertemiz yapar...
Nâr karanlığa mahkûm eder; nûr arındırır, aydınlığı yaşatır, kendine getirir ve kendinden geçirir insanı.
Nâr bitirir, nûr diriltir...İnsan, ulvî bağ’la melekût âlemi’yle irtibatını yitirince, çağ, insanı hakikati yutan ayartıcı devâsâ bir ağ’a, saptırıcı pagan bir canavara dönüştü.melekût âleminden süt emdiği ölçüde ulvî bağ’la irtibat kurabilir insan ve meleksi melekeleri gelişir.
Melekût âleminden süt ememeyen beşer, şaşar; mülk âlemine, dünyaya hapsolur, her şeye mâlik olma güdüsü, insanı güder, ruhsuz ağ’a mahkûm eder, köleleştirir...DİRİLTİCİ SÛR’A ÜFLEME VAKTİ ŞİMDİ...Ey insan! Bil ki, Hakk sana hakikati lûtfetti.
Sense hakikati örtmekten, hakikatten kaçarak kendini dünyaya sürgün etmekten keyif alıyor, ayartıcı nefsinin ve mülk âleminin kölesi oluyorsun...Hakikati seyretmek, temâşâ eylemek, bütün âlemlere gezintiye çıkmak gibi ulvî bir zevkten kendini mahrum etmek niye?Çağ körleşmesi, ruh üşümesine dönüştü...Sen, hakikat çağ’ının ulvî çağrısının izini sürersen, çağ körleşmesini aşar.. ruh üşümesini, İsrafil’in “kalk!” sûr’una üflercesine iriliş çağına dönüştürür.. şu çivisi çıkmış, ruhunu yitirmiş dünyaya diriltici bir ruh üflersin yeniden... her dem yenileyici, her dem taze, her dem diri bir ruh...
UNUTMA: DÜNYA SANA GEBE, SEN HAKİKATE...
Yeter ki sen, çağ’ın nasıl ayartıcı bir ağ’a dönüştüğünü fark et; farkı fark etmeyi mümkün kılacak melekelerini yeşert, farkını fark et; firak ateşinde yanarak, ruhun kanatlandırıcı soluğunu üfle insanlığa...Yeter ki, sen, siyaseti hakikatin önüne geçirme; hakikatten beslenen, hakikatten süt emen hakikat medeniyetinin siyasetinin yapı-taşlarını döşe...Yeter ki, sen, pes etme; yenik düşme Yeter ki, sen, sığlığa, çıkarperestliğe, dünya-perestliğe prim verme;, melekût âleminden süt em, melekelerini geliştir, derin nefes al ve derin nefes üfle bütün insanlığa ve varlığa kalbinle ve yüreğinle...
İçin pas tutmasın ruhun çölleşmesini diriltici sûr’a üfle ayarla saatlerini dikkatle ve rikkatle, aşkla ve şevkle...Aşkla çıkılan bir yolculuktan yansıyacak ışığının, insana aydınlık, bir dünya armağan edeceğini, yok edici nâr’dan kurtarıp diriltici nûr’a hakikate kavuşturacağını unutma, ağacın meyveye durmasını, şarkının insanı aşka getirmesini, ulvî yolculuklara çıkarmasını bekle...o zaman, çağ, ruhuna kavuşacak.. dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan öncü kuşakların vefakâr, cefakâr, fedakâr ve çilekeş yolculukları taze, taptaze, diriltici meyveler sunacak.. insanı hakikatle buluşturma aşkıyla yanıp tutuşan sûr’un diriltici sesi her tarafta yankılanacak, insanlığın nefesi olacak, çağrı çağını kuracak biiznillah...
Unutma: Dünya sana gebe, sen’se hakikate...
Vesselâm.
murataltug1985
08-19-2018, 08:29
Kaynak yeniakit.com Yavuz Bahadıroğlu yazıları
ilkokuldan*“Başöğretmen”im*Hikmet Beyin müthiş ideolojilerinden bahsedeceğim.Köy Enstitüsü mezunlarından olduğu için başka türlüsünü bilmiyordu. Öğrencilerini ideolojiyle doldurmanın, tek kanallı dünya görüşüyle kafalarını biçimlendirmenin vatana-millete iyilik olduğunu sanıyordu. hepimiz, anlamsız sloganları kekeliyorduk .*Hepimiz*laiklik, inkılâpçılık, devletçilik, halkçılık, cumhuriyetçilik milliyetçilik*ile doluyorduk.*Bunlar meğerse CHP’nin altı okla simgelenen*“altı umde”si imiş; öğrendiğimde kötü hissettim, çünkü biz Demokrat Partiliydik.Her sabah, öğretmen hepimize esas duruşta*“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım diye başlayan sabah andını içirdikten sonra, Ne mutlu Türk’üm diyene!”diye bağırmak, sıra arkadaşımın göreviydi.*
Cahit’in sesi gürdü, ama hepimiz kadar Laz’dı.
Neyse, İstanbul’da karşılaşınca çocuklaştım kendimi tutamayarak sordum:*“Sesin gür mü, Cahit?”Ne o, yoksa beni türkücü filan mı yapacaksın?” diye sorarken, güldü.Eh, Türkçü olamadın, belki türkücü olursun.”*Buruk, gülüştük.
“Eskisi gibi Ne mutlu Türk’üm diyene’ diye bağırsana”*dedim Şaşkınca baka kaldı:
“Haydaa! Aklından zorun mu var senin? Uzun zaman kafam karışıktı. Peki, eğitim kafaları karıştırmak için mi verilir, berraklaştırmak için mi?
İnanın çocuklaşıyorum Başöğretmenim Hikmet Bey gelecek de, kafamdakileri okur okumaz şaplağı ense köküme indirecek diye ödüm kopuyor.*
Hiç düşündünüz mü dostlarım,*neden bu kadar çok andımız var ilkokulda başlayan and içme seremonisi hayatın her safhasında sürüyor...
Memur olurken Doktor, hâkim, vesaire olduğumuzda Milletvekili olunca and içiyoruz!..*
Bakan, Başbakan, ya da Cumhurbaşkanı olunca and içiyoruz Askerlikte and içiyoruz!
Ne*“and”mış, iç iç bitmiyor yeminli mali müşavirlerimiz var. Anlayacağınız, içimiz-dışımız yemin, and! Çözemiyorum: Türkiye neden düzelmiyor Neden işler yolunda gitmiyor?
Bunca anda rağmen, neden bol miktarda rüşvetçimiz, vurguncumuz, soyguncumuz, hortumcumuz var İçilen andlar ne oldu?
yeminler nerelere gitti Hiçbiri tutulmadığına göre, neden and içmeyi sürdürüyoruz Başöğretmenim Hani and içe içe ve*“Cumhuriyet/ Hürriyet”kafiyeli şiirler okuya okuya*“çok yakında”“muasır medeniyetlerin üzerine çıkacaktık?* Hani*“zenginleşecektik kalkınacak, gelişecektik yıllar geçti...Başöğretmenimin hayallerinden bir kısmı, gerçekleşti.*
Gerisi hikâye!*
*
Osmanlı padişahları diktatör müydü?
tüm seçimleri farkla kazanan Sn başkanımıza CHP diktatör”*diyor Diktatör görmek istiyorsanız tarihinize bakın”*diyesi geliyor, insanın. Bize böyle okutmuşlardı. Ders kitaplarında Menderes*“Sultan Abdülhamid*hatta tüm Osmanlı diktatör”dü…
Ama Milli Şef”*saltanatı demokrat”tı!*“Resmi tarih”*bu tez üzerine kurulmuştu. Resmî tarih-gayriresmî tarih”*çelişkisinde ortaokul öğrencisiydim. okul müdürü, kendim gibi*“edebiyattan anlayan”*bir*“deli”*bulup okul gazetesini çıkarmamı istemişti…Hemen duvara astık. Ne var ki, okuduğumuz tarihi eleştirme gafletinde bulunmuştum. ilk başyazımdı
haklıydım elbet:, çünkü Sultan Abdülhamidi işlerken, onu tahttan indirenleri* vatansever gösterip övüyor, ama*Birinci Dünya Savaşında Türkiye’yi anlatırken, aynı kadroya*“vatan haini”*ifadeler kullanıyor, yerin dibine batırıyorlardı
çelişkiyi satır satır aktardıktan sonra,*“Hangisi doğru? Bu insanların vatansever mi yoksa vatan haini mi”*diye sormuştum.ve Duvar gazetem kısa oldu. Duvarda yarım saat kalabildi. Müdür Bey, makalemi okur okumaz gazeteyi indirmişti…
yazımı yayınlayan gazetenin, idare tarafından kapatılması fikir suçlusu”olarak, yönetim tarafından, ilk sorgulanışımdı. Müdür Bey Babacan ve sert mizaçlı bir yöneticiydi. Beni azarladı:*“Sana gazete çıkar dedikse ortalığı karıştır demedik. Sana mı kaldı devletin kitabını tenkit etmek…”*
Sonra gülümsedi. ve öğüt verdi:*evlâdım, bu kafayla gidersen başın beladan kurtulmaz. Soruların doğru, ama sorma. okulunu bitir, büyü, bir bir baltaya sap ol; bunları sonra konuşur, yazarsın.”*
yıllar geçti; yıllarca okudum, yazdım, hâlâ inandığımı yaşayamıyor, düşündüğümü yazamıyorum. Hâlâ*“sus, söyleme”*diyorlar,* yüzlerce yıldır böyle:* Âkifde*“sus”turulmaktan yakınmış,*Yunus,*“Derviş Yunus, sana ‘söyleme’ derler/ Ya ben öleyim mi, söylemeyince?”*diye feryat ediyor. Görünen o ki, düşünen insanların ortak derdi, düşündüğünü aktaramamak…
paylaşamamak: Bu da*düşünceyi çileye dönüştürüp düşüneni “çilekeş” yapıyor!..
Üstad*Necip Fazıl şiir kitabına*“Çile”ismini vermiş Düşünmek, çile”dir!..Hele de*“aykırı”*düşünüyor ve devletle*çatışıyorsanız, dünya cehennemi sizi bekliyor demektir:*Yan ve öl!..Yine de*fikir öldürülemiyor:*Yanması için ateşlere atılan fikirler, Nemrut*ateşinden çıkan İbrahim misali, pişip*olgunlaşarak güçlü bir şekilde geri dönüyor
•
Şimdi gelelim,*“resmî tarih--gayr-i resmî tarih”*çelişkisine…Din ve tarih ikilem içinde ele alınıyor Türkiyede. Bu yüzden her şey kavgaya dönüşüyor…rahmetli Cemil Meriç’in deyişiyle, “deli gömleği”tuzağıdır bu toplumlara; biz galiba tuzağa düştük! Sadece totaliter rejimlerde rastlanan anlayış, Türkiye nin yakasını hiç bırakmamış…
Meselâ,*“resmi tarih”in “Kızıl Sultan”* dediği*Abdülhamid Han, alternatifinde*“Ulu Hakan”*olarak selamlanmış, resmi tarihin*“vatan haini”*ilan ettiği*Sultan Vahdettin, Vahidüddin büyük vatansever”*olmuş. saflaşmalar meydana gelmiş. İki tarafın bilgi sahibi olmayan kanaat sahibi fanatikleri, tarihi kişilerle olaylara tarih açısından yaklaşan dürüst tarihçiyi konudan uzak tutmuş.gerçek*Abdülhamid’le gerçek*Vahdettin,* tarihimizin gerçek”leri gibi, kaynayıp gitmişler.
Tarihe siyaset karıştırmanın, tarihi, ideolojik çatışmaya dönüştürmenin mahzurları oluyor. Ve bu mahzurlarla malul hale gelmiş milletler dirilemiyorlar. Faşist ve komünist ülkelerde görüldüğü gibi
*
“Yıldız Baykuşu” nedir?
Önümde, Cumhuriyet’in onuncu yılı münasebetiyle*Maarif Vekâleti bugünkü Milli Eğitim Bakanlığı tarafından*Burhan Asaf*ve*Vedat Tör’e hazırlatılıp İstanbul Matbaası’nda basılmış 1933 tarihli bir kitap var. Adı:*“Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine: Nasıldı, Nasıl Oldu?”Kitabın ikinci sayfasında
Sultan Abdülhamid’le,*Sultan Vahidüddin’in fotoğrafları yer alıyor.*Sultan Abdülhamid’in fotoğrafının alt yazısı şöyle:Uyanık gençliği boğan, zindanlarda çürüten Yıldız Baykuşu Kızıl Sultan Abdülhamit.” Sultan Vahidüddin’in fotoğrafının altındaki yazı ise şöyle Tahtını kurtarmak için memleketini satan Sevr simsarı vatan haini Vahdettin.”
bugün, gerçek tarihçi,*Sultan Abdülhamid’i biliyor.*Sultan Vahidüddin’i ise, Anadolu’nun kurtuluşu için* Kemal Paşa’yı görevlendiren irade olduğunu biliyor. Bahis konusu kitabda bir hüküm yer alıyor, deniyor ki Sultanlar, sarayların dört duvarı içinde soysuzlaşmış zulüm ve sefahat mirasyedileridir.”Sultanlar”,*yani padişahlar arasında ayırım yapılmadığına, göre,*Yıldırım Bayezid’i, Fatih Sultan Mehmed’i, Yavuz Selim’ Kanuni ilimsiz, insafsız ve vicdansız hükmün içine giriyor.*bu hüküm ilimsiz, insafsız ve vicdansızdır: sarayın dört duvarı arasında ömür tüketen mirasyediler, nasıl olmuşta Niğbolu’da,* Mohaç’ta,*Varna’da zafer üstüne zafer kazanabilmişler?Nasıl olmuş da, alınamaz denilen*Konstantıniye’yi alabilmişler?
Nasıl olmuş da*Sina*Çölü’nü aşıp Mısır’ı fethedebilmişler, Orduy-u Hümayunu Viyanaya götürebilmişler Bu kitabın diğer sayfaları iftiralarla dolup. hiçbir ayırım yapılmadan, padişahların astığı astık, kestiği kestik olduğunu, canları istedikçe insan boyunlarını vurdurduklarını ve Kana susamış diktatörler”*tabirini kullanıyor. Unutmayın
Padişahların diktatörlüklerine gelince:*Tarihi kişiler ve devletler, yaşadıkları devirle değerlendirilir.* Tarihe bugünün değerleriyle bakmak yanlıştır, tarihe aykırıdır. siyasi bir bakıştır: Yanılma ve yanıltmaya dönüktür Yazık ki o zaman ki, yönetim tarihe siyasi bakmış, yanılmış ve yanıltmışlardır
Ders kitapları bilimsel temele oturtulamamıştır. Hâlâ Padişahların astığı astık-kestiği kestik diktatörler olduğu işlenmektedir. Bunun böyle olmadığına, devirden devire, padişahtan padişaha değiştiğine örnek teşkil eden yüzlerce olay vardır
Fatih ve Mimar İpsilanti Efendi
günümüzde haklı değil güçlü kazanıyor, Oysa diktatör”*olarak tanıtılan osmanlıda haklı olan güçlüydü. Kuvvet haktaydı padişahla vatandaş arasında fark yoktu bir mahkeme sonunda sultan mehmet ilk İstanbul Kadısı Sarı Hızıra Bak Hızır Çelebi, padişahtır deyu hüküm verseydin, kılıçla başını keserdim.demiş Kadı Çelebi ise minder altındaki topuzunu Padişah’a gösterip hükmü tanımasaydınız topuzla başınızı ezerdim cevabını vermiştir bugün emreyleyin kitabına uydururuz diyen zulme* kanun elbisesi giydiren sözde hukukçulara, veyl
Osmanlı döneminde, haklı olan güçlüydü ve Kuvvet haktaydı Mahkemede padişah ve vatandaş aynıydı Sultan Mehmet Fatih camii ustalarından Rum mimar İpsilantinin elini kestirmiş İpsilanti*Efendi hakkını isteyince Kadı Padişaha kükreyerek
Beyim, davacı ile yüzleştirileceksin ayağa kalk diye emreder ve Sultan Fatih emre hürmet eder Kadı Efendi*kısas hükmünü verir sultan hata ettiğini belirtir ve elini uzatır Padişah boyun bükmüş, hükme rıza göstermiş adalete boyun eğmiştir bu sultan fatihin adaletini anlatan sayısız örnektendir
Yıllarca osmanlı bize diktatör olarak tanıtıldı oysaki osmanlı bugünün aksine ,Adliydi Haklı olan güçlüydü Kuvvet haktaydı Sultan Mehmet elini kestirdiği bir gayri müslimin haklılığı anlaşılınca mahkemeye çıkmış kendisine ayağa kalk yüzleştirileceksin diye kükreyen ve kısas hükmü veren kadı karşısında ayağa kalkmış sonsuz bir hürmetle şu cevabı vermiştir padişahtır deyu hüküm verseydin, şu kılıçla başını keserdim
emreyleyin kitabına uydururuz”*diyen ve zulme*“kanun elbisesi giydiren hukukçulara, örnek olan osmanlı adalet timsaliydi ilk istanbul kadısı sultan mehmedi gayri müslim bir vatandaşla yüzleştirmiş kısas kararı vermiş sultan fatih ise kısas için elini uzatmış cezası diyete çevrilmiş cezayı sultan kendi cebinden ödemiştir sultan fatih kadıya padişahım diye ceza vermeseydin kılıçla başını keserdim diyince kadı şu cevabı vermiştir eğer padişahlığınıza güvenip hükme biat etmeseydeniz balyozla kafanızı ezerdim
“Vezarette kemalât aranır”
Sultan Fatih vezir-i âzamını azledip şu ibretlik cevabı verir zulmden habersizsen, gaflettesin def etmemiş isen zulmettin sayılır gaflet ve zulm ile vezarette muvaffak olunamaz. Vezire kemâl lâzımdır. kemalâtsiz imâret olmaz.Vezarette kemalât” özlediğimiz hasretlerimizden Öyle bir adâlet inşa edeceksin ki insanlar, neye inanırsa inansın eşit faydalanacak. Böyle bir örnek bugün hangi ülkede var?..Osmanlılarda vardı. adalet bozulursa, her şey bozulur
Osmanlıda adalet konusunda Müslüm-gayrimüslim ayırımı yokdu Macar Kralı Hünyad Sırbıstan’ı fethedip Ortodoks kiliselerini yıkıp Katolik kiliseler yapacağını söyleyince sırplılara Sultan Fatihin cevabı şu olur Sırbistan’ı fethedip camiler kurup dinînize hassasiyet göstereceğiz osmanlının ulaşılamayan inanç hürriyeti Hıristiyanlarla Müslümanların farkını ortaya koyan başörtüsüne dahi hazmedemeyenlere verilmiş bir ibret dersidir
*
Kaynak habertürk.com murat bardakçı yazıları
Bedelli askerlik ve edepsizlik
*
Güneydoğu’dan artık çok şükür eskisi kadar şehit haberi gelmiyor ama canlar yine gidiyor, üstelik kalleş tuzaklara kurban oluyorlar. Yüksekova’da, astsubay eşini ziyaretten dönen Nurcan Karakaya’nın otomobili PKK’nın koyduğu patlayıcı ile havaya uçtu; Nurcan Hanım hayatını kaybetti, 11 aylık bebeği hastahanede can verdi.memleketde cinayet işlenirken,bir kampanya var: Bedelli askerlik kanunundaki 21 günlük eğitimin kaldırılması isteniyor, tweet atılıyor, bilmem kaç bin imzalı dilekçeler derken iş “parası ile değil mi? Verir parayı alırım”a dönüyor geçmişteki bedelli askerlik uygulamalarının kaç gün ve kaç lira olduğunu hatırlar mısınız?1992’de 60 gün eğitim vardı! Askerliklerini o sene bedelli yapanlar dört gün izinli kabul edilmişler ve 56 günde terhis edilmişlerdi. Bedelli için 2011’de ödenen 30 bin, 2014’te 18 bin lira idi, alındığında bugün ödenecek olan 15 bin liranın kat kat fazlası
önceki uygulamada yüksek bedel ödeyenler birkaç sene sonra düşük bedel alındığını görünce “eşitlike aykırı iddiası ile dâvâ açmışlardı.Bedelli yasasında 21 günlük eğitimin gerekli olup olmadığı tartışılır, kampanyalar düzenlenebilir ama edeb şartı ile!
haklı gerekçelerle, meselâ evinde hastası olduğu için, güç belâ kurabildiği işinden endişesi ile yahut ailevî sebeplerle bedelli bekleyenlere sözüm yok. Ama vatanî görevi yapmak zor geldiği için senelerce “Bedelli diye ağlayıp sızlayanların şimdi olsun da bitsin” dercesine verilecek 21 günlük eğitime karşı çıkıp kendilerini “21 gün mağduru” gibi göstermeleri ve “Mağduriyetimiz giderilsin” şamatası yapmaları, şımarıklıktır! Hele “21 günlük eğitim kaldırılmadığı takdirde yerel seçimlerde görüşürüz” gibisinden tehditlere kalkışmak edepsizlik, eğlence niyetine de olsa etrafa “Beş bin lira daha vereyim de içtimaya kalkmayayım” mesajları göndermek terbiyesizliktir!
küstahlıkları yapanlar güney sınırlarımızda bir savaşda bulunduğumuzu düşünmeye tenezzül etmeden, bölgedeki gerginlikleri hatırlarına getirmeden ve Güneydoğu’da sadece askerlerin değil ailelerinin de terör hedefi oldularını, 11 aylık bebeklerin bile hayatlarını kaybettiklerini umursamadan utanıp sıkılmadan askerliği maddiyata bağlayıp “Parası ile değil mi? Kaç para? Söyle, vereyim de keyfimi bozma!” havasına bürünüyorlar.Karşımızda herşeyi para ile ölçen, maddiyattan başka bir şey düşünmeyen, ne varsa satın alabileceğini zanneden ama zevk u safâya devam edebilmeleri için yirmili yaşlardaki gençlerin, kadınların ve bebeklerin şehid düşmekte olduklarını görmekten âciz, cür’etkâr bir güruh var!
Bu güruh 1980’lerdeki sosyal değişiklikleri “Paran varsa istediğin herşeye sahip olabilirsin” mantığına dayayıp çocuklarını o kafada yetiştiren sorumsuz neslin eseridir 21 günlük eğitimle böylelerine az bile olsa birşeylerin öğretilebilmesi mümkündür!
*
Sanatçı solcu olmalı” terânesi, sanatçı olmayı beceremeyenlerin avuntusudur!
*
Entellerimiz, dantellerimiz ve söyleyecek sözleri olmadığı için sadece iktidara değil herşeye ve hattâ aynada gördükleri çehrelerine bile muhalif lâf ola beri gele aydınlarımız son günlerde Mazhar Alanson ile Bülent Ortaçgil’e demediklerini bırakmıyor Alanson “Hem Atatürk’ü severim, hem peygamberimi”; Ortaçgil de Yüzde 48 yüzde 52’yi, yüzde 52 de yüzde 48’i tanırsa kavga biter” dedi ya… İplerini çekiverdiler! Ne yalakalıkları kaldı, ne iktidara biat ettikleri, ne hayranlarını aldattıkları ne de pastadan pay kapmaya çabaladıkları…Her iki sanatçının da müziğini barlarda uzun senelerdir içki ile mezenin ayrılmaz refakatçisi yapanların hiddet buyurmalarının sebebi mâlûm: Sanatçı dediğin mutlaka solcu olmalı imiş,
iktidarın yanında yer alanlara “sanatçı” denmezmiş, iktidara muhalefet etmeyen Alanson ile Ortaçgil sanatçı değilmiş ve hayranlarını aldatmış mış
inanmayın: “Sanatçı dediğin solcu olmalı” terânesi safsatadan ibarettir ve sanatçı olmayı beceremeyenlerin sarıldıkları çürük bir iptir!
Adam hırsına rağmen sanatda bir yere gelememiştir; yeteneksizdir, beceriksizdir, tembeldir “sanatçı” görünüp hayran toplamak, istemektedir ama vermemiş Mâbud, n’eylesin Mahmud?Çaresiz kalınca idolojiye sarılır, ideolojiyi sanat gibi gösterir, Cihangir ve Çeşmede arz-ı endâm eder, “Sanatçı dediğin muhalif olacak, iktidara karşı çıkacak!” gibi sözlerle etrafındaki fukaranın gözünü boyar,
hayranlık krizine girebilmek için üstad arayan fukaralar saçmalamaları vecize zannedip dört bir yana yayar ve netice: önemli bir “solcu entelektüel” sanatçıdan” buyurmaz mısınız?
Böylelerinin eserleri, hatırda kalacak başarıları yoktur ama çenebazdır Bir sanatçı “solcu” ve “muhalif” olur, zaten olmaması tuhaftır, 20. asrın sanatına yön isimlerin birçoğu solcudur, rejime muhaliftir ama şöhretlerini “Sanatçı dediğin solcu ve muhalif olmalı” goygoyu ile değil, eserleri ile elde etmişlerdir. Hakiki sanatçı “Ben solcuyum, solcu olduğum için muhalifim” diye sayıklamaz, hangi görüşte olduğu mâlûmdur ama şöhretini siyasî değil, eserlerine borçludur. Meselenin diğer tarafı daha himaye”, Batı’nın “patronaj” dediği müessese,
geçmişte devlet büyüklerinin sanatçıyı himayeye almaları, maddî ve manevî destek vermeleri …
Avrupa’da geçmiş devrin papaları, bilmem nerenin kralları, prensleri, dükler; bizde de sultanlar, paşalar, beyler ve zenginler olmasa idi klâsik sanat” bulunmazdı! Batı dünyasında Leonardo’dan Bach’a, Türkiye’de de İsmail Dede Efendi’ye kadar önemli isimler eserlerini bu himaye sayesinde verebilmiştir…Sanatçı dediğin solcu olmalı” terânesine inanmayın ve bu sanatçı olmayı beceremeyen yeteneksiz güruhun avuntusndan ibaret olduğunu da unutmayın!
*
Sabahattin Ali’nin Atatürk’e ‘Beni affet’ mektubu
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Türkiye’deki resmî arşivler düzenlenip Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı. Dünyanın en zengin arşivlerinden evrak hazinemizin geleceği hakkında çok yazacağım ama bugün Cumhurbaşkanlığında muhafaza edilen ve edebiyat tarihimiz bakımından önem taşıyan bir mektubu yayınlayacağım mektup “Kürk Mantolu Madonna”, “Kuyucaklı Yusuf” ve “İçimizdeki Şeytan” gibi romanları ve şiirleri ile Türk Edebiyatı’nın en çok okunan yazarı 1948 Nisan’ında Kırklareli’nde, Bulgaristana yakın katledilen ve üzerinden yetmiş sene geçmesine rağmen hâlâ ortaya çıkartılamamış Sabahattin Ali’ye ait.
Sabahattin Ali, Cumhurbaşkanlığında bulunan mektubu 14 Nisan 1933’te Konya Cezaevi’nden Atatürk’e göndermiş! Konya’daki “ ortaokulda Almanca öğretmeni olan Sabahattin Ali 1932’de “Hey anavatandan ayrılmayanlar / Bulanık dereler durulmuş mudur?” mısraları ile başlayan ve Mustafa Kemal’e, İnönü’ye ve devlet adamlarına hakaretler eden bir şiir yazdığı iddiası ile tutuklanmış, 12 ay mahkûm olmuş, Yargıtay cezasını 14 aya yükseltmiş ve yazar bu ceza sebebi ile devlet memurluğundan çıkartılmıştı.
Sabahattin Ali, Atatürk’e altına 15 kuruşluk bir pul yapıştırarak gönderdiği mektubunu Konya Cezaevi’nden yazıyor, “Ben böyle bir şey yapmadım” diyor, Atatürk’ten affını istiyor ama affedilmiyordu
Sabahattin Ali’nin Atatürk’e yazdığı ve hapis affını istediği mektubu.ŞİMDİYE KADAR YALAN SÖYLEMEDİM…”Ellerinizden öperim efendim” sözleri ile biten mektubunun tam metni:
“Reisicumhur Mustafa Kemal Hazretlerine,
Zât-ı âlinizi kastederek hakaret eden bir şiiri yazmış ve okumak cürmü ile bir sene hapse mahkûm edildim. Beni en çok üzen yediğim ceza değil, sizin büyük isminizin intikam vasıtası olarak kullanılabilmesi ve müsamaha keyfiyetidir. önfikirli hükümlerden, sakat düşüncelerden ve korkudan uzak bir heyete kabahatsizliğimi ispat edebilirim. Fakat bütün bunlara lüzum kalmadan işi yüksek kararınıza bırakmayı tercih ettim: ‘Ben böyle bir şey yapmadım’ diyor ve inanmanızı rica ediyorum.
şimdiye kadar yalan söylediğim görülmemiştir. Ne karakterde bir adam olduğum Maarif Vekâleti’nden sorulabilir. inanacağınızı ümit ediyorum. Şimdilik sözlerim ve teminatımdan inanılacak kuvvette görülmediği takdirde size müracaat ediyor affımı rica ediyorum.hakkımı ispat edeceğimi bilmesem ricada bulunmazdım. Beni affedecek kadar büyük ve iyi kalpli olduğunuzdan eminim. Ellerinizden öperim efendim. 14 Nisan 1933.
Bir “Enver Paşa” muhasebesi
Enver Paşa’nın 96. vefat yıldönümünde
Paşa hakkında toplantılar yapıldı, yazılar yazıldı, lehinde ve aleyhinde olur-olmaz iddialar ortaya atıldı bu yazıyı yazmam farz oldu Bir kesim Enver Paşa’nın “imparatorluğu batıran hain” olduğunu söylerken, diğer kesim Paşa’yı yere göğe koyamıyor, büyük bir asker, kahraman ve “Turancı” olduğunu anlatıyor. Bu iddialar ne ilk ne de doğru Tarih ve biyografi kulaktan dolma bilgilerle, tahminlerle belgeyle yazılır…
Şevket Süreyya Aydemir’in yakın tarih hem de biyografi şâheseri olan bir benzerinin ortaya konması mümkün olmayan üç cildlik “Enver Paşa”sı kısaca anlatayım:Enver Paşa memleketi için birşeyler yapmaya çalışan, imparatorluğu kurtarmaya uğraşan ama hayalperestliğiyle aldığı yanlış kararların neticesinde maalesef mağlûp olmuş bir askerdir! uğradığı mağlûbiyet sadece kendi hayatına değil, koskoca bir imparatorluğa mâlolmuştur Hakkındaki vatan hainliği” abartılı, saçma ve aptallıktır mağlûbiyet her asker için mukadderdir ve mağlup askeri “hain” diye nitelemek zavallılıktır! Meselâ, Fransanın gelmiş geçmiş en önemli askeri Napolyon askerî
macerasını büyük bir yenilgi ile noktalamış hayatı okyanus ötesindeki küçük bir adada son bulmuştur
o Fransa’nın “Napolyon”udur. Napolyon’a “hain” diyene deli gözü ile bakılır, “kahramanlık yolundaki sözler tuhaf karşılanır. Fransız tarihinden Napolyon’u çıkarttığınız takdirde o âyarda bir asker ve siyasetçi bulabilmek zorlaşır. Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa…Millî kahraman kabul edip ismini üniversitelere, okullara, mahallelere ve caddelere verdiğimiz marşlar bestelediğimiz Osman Paşa’nın şöhreti bir zaferden değil yenilgiden gelir Plevne’deki zorluklar sonucu Ruslar’a teslime mecbur kaldığını ve Rus ordusunun burnumuzun dibine, Yeşilköy’e geldiğini bilmeyiz, bilenlerimiz telâffuz etmez Ama, Gazi Paşa büyük bir askerdir ve dillere destan direnişi sayesinde millî kahramanımız olmuştur.
Enver Paşa ile arkadaşları askerlik ve siyasete memleketi kurtarmak maksadı ile çıkmışlardı 1900’lerin başında “memleketi kurtarmak” Sultan Abdülhamid’in tahtdan indirilmesi demek diye düşünülüyordu Paşa İkinci Meşrutiyetle
hürriyet kahramanı” olarak isim yaptı 1909’da Abdülhamid hal’ edilip sürgüne gönderildi, dört sene sonra İttihad Terakki ve Enver memlekete hâkim oldu, dünya savaşına girildi ve iktidarı tam olarak ele alındıktan beş sene sonra, 1918’de ne memleket kaldı, ne iktidar! Öyle bir yenilgi yaşadık ki, memleketin dört bir yanı payitaht İstanbul işgale uğradı.Büyük bozgunda ordunun başında Enver Paşa vardı ve yenilgi ile neticelendi iktidarı
Enver paşa bir asırdır sallanan ve parçalanan memleketi toparlayabilmek hevesindeydi iyi niyetle başlayan yolculuk düşünülmeden gençlik ve hayalperestlikle önce imparatorluğun, sonra da kendi sonunu getirdi.Paşa’nın İstanbul’dan ayrılıp şans arama hevesi ile Orta Asya’da giriştiği ve 4 Ağustos 1922 sabahı Tacikistan’ın sınırları içerisindeki Abıderya Köyü’nde Rus mitralyözü ile noktalanan hayatı, hüzün ötesi ıztırapla dolu uzun bir mücadeledir ve Paşa şehid olduğunda sadece 41 yaşındadır Kişileri efsaneleştirmeyi severiz efsaneleştirmek istediğimiz şahıs başarılı olamasa bile onu kurtarıcı ve kahraman gibi gösterip başarı sahiplerinin karşısına rakip ve “asıl kahraman” gibi çıkartmaya çalışmak kurtulamadığımız fena âdetlerimiz ve hatalarımızdandır
Türkiye’de Enver Paşa’yı Mustafa Kemal ile mukayese etmek gibi gereksiz, yanlış ve olmayacak bir iş yapılıyor! Dünya Harbi’ndeki birçok bozgun, meselâ Sarıkamış hatırlara getirilmeden Çanakkale yahut Kutülamâre zaferleri öne çıkarılıyor, zaferlerin Enver Paşa sayesinde kazanıldığı söyleniyor sonradan gelen bozgunun sorumlularının kim olduğu düşünülmüyor, Mustafa Kemal ile Enver Paşa arasında kalite mukayesesi yapılıyor.*Enver Paşa mağlûp değil de galip olsa idi, Türkiye’de Mustafa Kemal’in ismi yahut “Kemalizm” değil, Şark milletlerine mahsus yüceltme merakı ile “Enver” ve “Enverizm” sözleri işitilecek; okullarda, kışlalarda ve resmîyette Enver’in fotoğrafları ile büstleri yeralacak, meydanlarda heykelleri yükselecekti.
Bugün mukayeseye çalışılan taraflardan biri mağlûb diğeri galib olmasına rağmen mağlûbun ismini kullanarak olmayan bir zafer ve kahraman yaratmaya çalışanlarımız mevcut! İstiklâl Harbi’nde Mustafa Kemal değil de Enver Paşa yahut İttihadçılar bulunsa idi, perişan olmuştuk! Millî Mücadele hayal uğruna girişilen bir savaşa döner Sevr’den beter hâle gelirdik! Enver Paşa’nın “Türkçü” ve “Turancı” olduğunu söylüyorlar
Enver Paşa “Turancı” değil, “İslâmcı”dır. Mektuplarda“Turan“ sözü birkaç yerde geçer kasdettiği “Turan” ideoloji değil, İran’ın doğusu ve Orta Asya’daki Türk bölgeleridir. “Turan’a gidiyorum” demek “Turan İmparatorluğu kurmaya gidiyorum” değil, “Orta Asya’ya gidiyorum” demektir.
Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile başlayan yurtdışı macerası Türk devletlerini ve boylarını biraraya getirme hevesi değildir, “Turan ülküsü” söz konusu olmamıştır. Yapmak istediği, İngiltere’nin emperyalist gücüne son verecek “intikam” hareketi başlatmaktır ve bu hareketin temelinde “İslamcılık” vardır…Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı sonrasında sürgünde kaleme aldığı şu ifadeler düşüncesinin “Turan”değil “İslâm Dolduğunu açık şekilde aksettirmektedir:
İngilizler dişleri sökülmüş yılan gibi sürünürken İslam kazanacak”, “…İngilizler’e karşı açtığım İslâm ihtilâl bayrağının altında bütün müslümanları toplayarak İngiliz aleyhinde çalışacaklarla Bolşeviklerle birlikte mücadeleye devam fikrinden hoşlanıyorum. İnşaallah bu hem Müslümanlar’a hem memleketimize çare olacaktır”, “…Muvaffak olursak Türkiye, İran, Afganistan birliği vücut bulmuş olur. İslâm hem İngilizler’e darbe vurur, hem de Avrupa’nın altolması için Bolşevikler’in serbest kalmasına vesile olur. İnşaallah bunun hayata geçtiğini görerek seviniriz” sürüne sürüne, toprak odalarda duman içinde, maddeten ve senden uzak mânen, yalnız İslâmları kurtarmak teşebbüsüyle yaşıyorum”.
Enver Paşa’dan bahsedilirken tuhaf unvanlar ve sloganlar kullanılıyor. biri, “Şehîd-i a’lâ ve gazî-i nâmdâr” Bu ibâre, Paşa’ya sürgünde musallat olan ama onu hemen her konuda aldatan, ölümünde bile rolü bulunan Kuşçubaşı Sami’ye aittir! “Şehîd-i a’lâ ve gazî-i nâmdâr” ibâresini Paşa’nın şehadetinden üç hafta sonra, 1922 Ağustos’unda Çegen Tepesi’ndeki mezarınında sarfetmiş bu sözler Enver Paşa’nın hatırasına güya “şerefli bir unvan” gibi yapıştırılmıştır gençler ise Paşa’dan bahsederken tuhaf bir slogan kullanıyor, “Sen hayal kur, biz ölelim Paşam” diyorlar…Başkalarının hayalleri uğruna niçin öleceksiniz Hele o hayaller Sarıkamış’ta, Gazze çöllerinde, Galiçya’da birçok yerde yüzbinlerin canına mâlolmuş ise…
Enver Paşa’yı hatâları ve sevapları ile târihe bırakıp “geçmişin önemli bir şahsiyeti” olarak kabul etmek yerine hatırasını rekabet, mukayese, hakaret ve didişme vasıtası yapmaya devam ettiğimiz müddetçe, rûhu asla huzur bulamayacaktır!
*
Amerika ve izzetinefis
*
Amerikan Başkan Yardımcısı Mike Pence’de alışkanlık oldu, adam Türkiye’ye lâf etmeden duramıyor. tehditlerini tekrarlayıp Amerika’nın Rahip serbest kalana kadar Türkiye’ye yaptırım yapmaya hazırlandığını” söyledi.patronu Trump’ın tehditlerinin ardından “Washington’un hakettiği cevap, ‘F’ ile başlayan dört harfli bir kelimedir!” destek veren çok sayıda yorum geldi ama tek tük “Olmaaaz! Dış politika bu şekilde gitmeeeez! Böyle şey söylenmeeeez!” diyen “ zevât da çıktı!
tavsiyelerinden bazılarını, bedelini ödersiniz, ya ödetirsiniz. Bu iş gücünüze göredir” diye yazan Fatih Altaylı’nın ne dediğini, Amerika’ya posta koymamızı mı yoksa alttan almamız gerektiğini mi söylediklerini anlayamadım.
İzzetiniz ile oynanıp gururunuzun hakarete uğradığı durumlarda “karşılık vermeye gücüm yeter ama böyle yaparsam bedelini ödetirler” diye düşünülmez böyle düşünmek ayıptır! Türkiye, mükemmel bir memlekettir! Birinci Dünya Harbi’nden mağlûbiyet ve perişan çıkmış pâyitahtı, başkenti işgale uğramış, toprakları taksim edilmiş yokluklara rağmen zafere muvaffak olduğu İstiklâl Savaşı ile “izzetinefisi ne olduğunu ve muhafazası için zorluklara katlanılması gerektiğini bütün âleme göstermiştir. Amerikan yönetimi başkan ile yardımcısının Türkiye’ye karşı dangıl-dungul sözlerini ciddîye almamış olacak ki, ânî ve sert bir karşılık vermemizi engellemek maksadıyla kriz yumuşatıcı ifadeler kullanıyor. Trumpın tehdit vari yaptırımlarının askerî alanları kapsamayacağından dem vurup ittifakın önemini vurguluyorlar ve Ankara temkinli bir politika götürüyor.iş izzetinefis ve millî gurura geldiğinde Koy ulan ambargonu! denmesi hemen ardından “F” ile başlayan dört harfli kelimenin sarfedilmesi kaçınılmazdır
Sultan Abdülâziz zamanında imparatorluk güçsüzdür ingilizler İstanbulda istediklerini yapmaktadır İngiliz savaş gemisi Çanakkalede bir Türk gemisini batırır ve denizcilerimiz hayatını kaybeder İngiliz sefiri Sultan Azize tazminat teklif ederek meseleyi önlemeye çalışır ancak sadrazam Fuad Paşa, Padişaha efendim batan, Türk bayrağıdır. tazminat kabul edemezsiniz İngilizler özür dilemelidir. Kabul buyurmazsanız işte istifam diyince İngiltere, Türk karasularına izinsiz girdiği için özür diler ve denizcilerimize tazminat verir...
Osmanlının güçsüz olduğu 1860’larda Sultan Abdülâziz tahttadır İngilizler Çanakkalede bir Türk gemisi batırmış ve tazminat teklif etmiştir sadrazam fuad paşa Padişaha Amaaaan efendim tazminatı kabul edemezsiniz denizde batan Türk gemisi değil Türk bayrağıdır diyince Sultan Abdülaziz İngiltereye resmen özür diletmiştir Zamanın güçsüz Osmanlı hükümeti, bayrağı kaza ile de batsa zamanın güçlü İngilteresine resmen özür diletmiştir Devletin izzeti nefsi, işte budur!
Kaynak yeniakit.com yavuz bahadıroğlu yazıları
Kahve ve kahvehane isyanları
Kahvehane ve kahve yasağı önce*Mekke’de gerçekleşti: 1532 de saygın din bilgini Ahmed Sunbati, “Kahve denen nesneyi içmek de, satmak da, bulundurmak da haramdır”*dedi
öğrenciler sokağa döküldü. kahvehaneler basıldı kahve içenler tartaklandı.*Karşı görüşten din adamları fetvanın aksini iddia ediyordu*“Helâldir”.
kavga sürüp gidiyor, bir fincan kahve yüzünden insanların canı yanıyor, dükkânlar kırılıyordu.
Sonunda*Kadı Mahmud İlyas duruma el koydu: Âlimleri haram olmadığını ortaya koyunca, kahveyi*“mübah”ilân eden bir fetva yayınladı.
Memlük Sultanı Kansu Gavri zamanında Mekke Muhafızlığına atanan*Hayrbay* bir yasak koymuş (1511), ne var ki, Mekke Müftüsü yasağı delmişti.
Sultan Kansu Gavri*çıkardığı emirname ile*“kahvenin mutlak haram sayılmamasını duyurmuş, tiryakileri rahatlatmıştı.kahve bir dönem Papa tarafından da yasaklanmış Papa, kahveyi*“Hıristiyanlığa aykırı”bulmuştu.*Marsilya’da kahve yüzünden doktorlar ayaklanmış, içilmesini zararlı bulmuşlar ve hükümeti uyarmışlardı.
İngiltere Kralı ile Prusya Kralı*Frederik,*1732 de kahveyi yasaklayıp kahvehaneleri kapattılar.*
Osmanlılarda ilk kahve yasağı*Kanuni zamanında çıktı. Kahvehaneler yıkıldı, ama muhalif âlimler Tartışmalar sürdürdü Tartışmalar sürerken, kahvehaneler yer altına çekildi gözden uzağa taşındı.*Manavgat’ta dünyaya geldiği için Manav”*lâkabıyla anılan İstanbul Kadısı*İvaz Efendi,*yasaktan sonra, kahvehaneleri basar, ocak ve kazanları yıktırdı
baskın korkusundan kahvehanelerin ön kapıları kapatılmış, her kahvehaneye bir arka kapı açılmış. Müşteriler arka kapıdan girip keyiflerine bakıyormuş“Rahmetli Sultan Üçüncü Murad zamanında, ikazlar oldu Sultan IV. Murad’ın (1623-1640) kahvehane yasağının temelinde, tarihimize*“büyük yangın diye geçen yangının etkisi var: İstanbul’u kül eden yangın bir kahvehaneden çıkmıştı.Buna öfkelenen Padişah,*emir verdi ve kahvehaneleri kapattırdı.*Daha sonraki padişahlar ise kahvehaneleri devletin kontrolüne alacak mekanizmaları kurmaya çalıştılar. kahvehaneleri tümüyle kapatmaksızın,*“ibreten zaman zaman birkaç kahvehane kapattırmayı uygun buldular.
Ünlü Osmanlı tarihçisi*Naima Efendi*(1665-1716), kahvelerin kapatılmasıyla ilgili Faziletli ve görgülü insanların toplandığı kahvehaneler bir günde hâk ile yeksan edildi”*diyor.Yıkımdan kurtulmak isteyen uyanık işletmeciler kahvehanelerine o dönemde kitap koyup adını*“Kıraathâne”*Okuma Evi olarak değiştirdiler. fikir tuttu ve*“kahvehane”ler Kıraathâne”ye dönüştü.*
*
Şaşırtıcı bir özgürlük belgesi: Amannâme
Fetihten hemen sonra Fatih’in İstanbul Galata’daki Hıristiyan Ceneviz halkına dair yayınladığı* “Amannâme”*bugünün demokrasilerini bile hayrete düşürecek bir*“özgürlük belgesi”dir… Günümüz Türkçesiyle Biz ki, emir-i âzam Sultan-ı muazzam Murad Han oğlu Pâdişah-ı emir-i âzam Sultan Muhammed Han’ız! Yerleri ve gökleri yaratan Allah adına, büyük Peygamber’imiz Muhammed Aleyhimüsselâm adına, yüce kitabımız Kur’an-ı Azimüşşan adına, Allah’ın yüz yirmi dört bin peygamberi adına, büyük babamız, oğullarımız adına, kuşandığımız kılıç adına yemin ederiz şehrin Katolik papazları tarafından, Bab-ı Hûmâyûnumuza mümessil gönderilen rahipler dileği üzerine, Galata halkının, âdet ve ibadetlerini serbestçe yapmalarına izin veriyoruz.*
Ahalinin barınakları, dükkân, bağ, değirmen, gemi, ticarethane ve smallarına dokunulmayacaktır. Ailelerine sahip olacak istedikleri gibi idare edeceklerdir. Ticaret mallarını satmaya izinlidirler. Karada ve denizde serbestçe seyahat edecek gümrük ve angaryadan muaf tutulacaklardır. kanun ve kaideler ebediyyen hükümran olacaktır. Biz onları, kendimizi korur gibi koruyup gözeteceğiz. Kiliselerinde diledikleri gibi âyin düzenleyip papazlara kötü söz söylenmeyecektir.”
Günümüzden 550 yıl önce, Sultan Mehmed Han’ın, fethettiği yerli ahaliye ki onlar Fatih gibi inanmıyor, Fatih gibi konuşmuyor, Fatih gibi yaşamıyorlardı temel hak ve hürriyetleri beş maddede özetlemek mümkündür: İnanç İbadet Kıyafet Seyahat Ticaret hürriyeti,
Sizce hangi yönetim daha insanî ahlakî, vicdanî?..*
Ortaçağda fethettiği toplumlara insanî ve vicdanî haklar bağışlayan Fatih Sultan Mehmed mi yoksa modern çağda, aynı müsamahayı kendi toplumundan esirgeyen*“çağdaş anlayış mı?
Çocuklarımıza bu örnekleri okutmadık. Osmanlı padişahlarının*“diktatör”olduğunu söyledik Ders kitaplarında onlardan bahsederken Asarlar-keserler”*dedik:*“Yakarlar-yıkarlar, kimseye de hesap vermezlerdi”*diye not* düştük.
Oysa şeyhülislâm Padişaha Seni kılıcımla doğrulturum”diyebilmiştir...Bir Kadı, min*der*i*nin altına sakladığı dem*ir to*pu*zu padişaha gösterip,*“Padişahlığına güvenip hükmümü din*lem*e*sey*din bil*la*hi gürz ile başını ezer*dim”*diyebilmiştir. Bir başka Kadı Emir Sultan Yıldırım gibi öfkeli genç bir Padişahı,*Namazlarını cemaatle kılmadığın için çıkan ‘binamaz’ söylentisini giderene kadar şahitliğini kabul etmiyorum”diyerek mahkemeden kovabilmişti
*
İnsan insanın kurdu mu, yoksa kardeşi mi?
“İnsan insanın kurdudur”*sözünü*“atasözü”olarak duyduğumda tepki göstermiştim…Çünkü atalarımız böyle bir hayat yaşamamışdı. Tam tersine, ailevi, ve sosyal hayatları, sevgi ve kardeşlik üzerineydi Sevgi ve kardeşlik öylesine köklü, öylesine yaygındı ki, sadece*“din kardeşleri”ni kucaklamakla kalmaz,*başka din ve dilden, insanları sarmalarlardı. Onlardan sevgi taşar, bitki ve hayvanlara ulaşırdı.Atalarımız, , şefkat, fazilet, adâletli bir hayat yaşarlardı.
Buna tarih şahittir. Bence mesele,*“İslâmî devlet”, “İslâm ekonomisi”, “faizsiz bankacılık”, “şeriat”, “hilâfet”*gibi kavramlarla kendimizi tüketmek yerine, tek bir konuya odaklanmalıyız:
“Cehalet Çağı”nı*“Saâdet Asrı”na dönüştüren sır nedir Efendimiz, yıkıcı insanları*“yapıcı insan”a nasıl dönüştürmüştür?
Hz. Ömer’i düşünün Efendimiz’i öldürmek üzere evinden çıkan Ömer’le, birkaç saat sonra evine dönen Ömer arasındaki farkı çözmeye çalışın.
O birkaç saatlik gerçeği yakalayabilmek, insanı Hz. Ömer’e yaklaştırır. Cehaletin özü şiddettir!
Şiddetin anası adâvettir Adâvetin çerçevesi nefret, haset ve bencilliktir! Bunlar kalbi karartır, duyarsızlaştırır…Sonuç olarak insanın içinde yaradılıştan var olan sevgi ve şefkat ölür.
Onlar öldüğü zaman insan insanın kurdu”*olur!
Efendimiz’in geldiği dünya işte böyle bir dünyadır ve cahiliye”*denmiştir. Hayat şiddet üzerinedir …
İnsan kininin emrinde yaşamaktadır…Cidal savaş ve kavga hayatın vazgeçilmezidir Kalbler kararmış, sevgi, şefkat ve merhamet yüreklerden çıkmıştır ki, babalar diri diri kız evlâtlarını toprağa gömerken, anneler seyre başlamıştır.
toplumsal yapı değişiyor…Başkalaşıyor…
İyileşiyor.Nefretin yerini sevgi, şiddetin yerini şefkat, cehaletin yerini ilim-irfan, düşmanlığın yerini dostluk, kıskançlığın yerini anlayış, bencilliğin yerini paylaşım alıyor. “İnsan insanın kurdu”*olmaktan çıkıyor, “insan kardeşi”*haline geliyor. Bu değişimin adı*“yürek inkilâbı”dır…
vahiy, mimari Efendimiz*aleyhisselâtu vesselamdır.
Getirdiği mesaj iman”,“adâlet”,*“şefkat”*ve* “sevgidir şöyle özetleyebiliriz…Ahlâk, fazilet, merhamet, izzet, iffet, kemalat, sıdk feraset, samimiyet…Peygamber çağının*“Saâdet Asrı”*Devr-i Saâdet olarak anılması bu yüzdendir.*“Cehaletin vurucu-kırıcı, ilkesiz insanı* Kıble yürekli insan”a dönüşmüş, kıble yürekli insanlar Allah’a dayanmanın gücünü adaletle dengeleyerek en büyük devleti kurmuşlardır.
onları taklit eden milletlere Allah büyük devletler kurmayı nasip etmiştir Selçuklular ve Osmanlılar
önce hak etmek gerekiyor. Kul hak ederse ikram-ı İlâhi imdada yetişir. Devr-i Saâdet’te, Selçuklu ve Osmanlıda böyle olmuştur. Osman Gazi’nin mürşidi Şeyh Edebali’nin, insanı devletten önce dikkate vermesinin hikmeti debudur:*“İnsanı yaşat ki, devletin yaşasın!” sevgili dostlarım; önce insan!
Âlim yetiştirmeden ilmi gelişme yapamazsınız…
Faziletli insan yetiştirmeden faziletli devlete dönüşemezsiniz…Ailede adaleti gözetmezseniz, adaletle yönetilmeyi hak edemezsiniz.
Her şey açık:*Önce imanlı, ahlâklı, faziletli, adâletli, izzetli, iffetli, merhametli insan yetiştirmemiz gerekiyor.Öğretmenlerimizden bunu bekliyoruz.*
*
murataltug1985
08-20-2018, 08:27
Kaynak türkiyegazetesi.vehbi-tulek yazıları
Resûlullahın binlerce mucizesi görülmüştür
Resûlullah efendimiz, ilk şefaat eden, ve şefaati ilk kabul olunandır. Abdurrahmân bin Kâsım Utakî hazretleri Mâlikî mezhebinin en meşhûr âlimlerindendir. 750 senesinde Mısır’da doğdu 806da Kahire’de vefât etti.*Derslerinde buyurdu ki:
Resûlullah efendimiz kıyâmet gününde ilk önce kabirden çıkacaktır, insanlar ümitsiz düştükleri zaman, müjde verecek şefaatçi olacaktır.. En önce Resûlullah efendimiz Cennete girecektir. O, Kevser havuzunun sahibidir. Kevser havuzu miskten hoş suyu, baldan tatlı ve sütten beyazdır. Resûlullah sav Yerdeki ağaçlardan daha çok kimseye şefaat eder. Binlerce mucizesi görülmüştür. Bunlardan bazıları: Mekkeliler, Resûlullahtan bir mucize göstermesini istemişlerdi. efendimiz Ay'ın ikiye bölünmesi mucizesini gösterdi.
Mekke müşrikleri mucizeye üzüldüler. Eshâb-ı kirâm ise sevindi. Ebû Cehil ahmaklığından Ay'ın bölünmesinin sihir olduğunu söyledi ve inanmadı. Ay'ın bölünüp bölünmediğini anlamaya, insanlar gönderdiler. Ay'ın bölündüğü söylenince, mucizenin sihir olmadığı ortaya çıktı. Bir gazâda Eshâb-ı kirâm susuz kalınca, efendimizden su istediler. efendimiz mübârek sağ elini, bulunan suya soktu. Parmaklarının arasından, pınarlar aktı sular taştı. Herkes sudan abdest aldı. Yüz bin kişi olsa, Resûlullahın bereketi ile o su kâfi geldi.Resûlullaha yeni doğmuş bir bebek getirildi Resûlullahın huzûrlarında konuşup, Peygamberliğine şehâdet getirdi. Katâde’nin ra nın gözü, Uhudda akmıştı. efendimiz onu, tekrar yerine koydu. o göz Resûlullahın bereketiyle en iyi ve sağlam göz oldu.
Bedir muharebesinde, İslâm düşmanı Ebû Cehil, Afra ra nın elini kesmişti. efendimiz onun kesik elini yapıştırdı. Allahü teâlânın izni ile kolu eskisinden sağlam oldu.
Ölümden nasıl gaflette olunur!
“Ey oğul! Dünyânın insandan ayrılması muhakkak iken, dünyâya nasıl meyledilir!.."Hüseyn ibn-i Kâvân Geylânî hazretleri Şafiî mezhebi âlimlerindendir. 1438’de İran’daki Geylân’da doğdu 1484 de Mekke’de vefât etti.*buyurdu ki Peygamberimiz sav “Güzel ahlâk, sahibinin boynunda, Allahü teâlânın rızâsından bir halkadır. Rahmetten bir zincire bağlanmıştır. Bu zincir Cennet kapısında bir halkaya bağlanmıştır. Zincir onu Cennete çeker ve Cennete girmesine sebep olur. Kötü ahlâk sahibinin boynunda Allahü teâlânın gazâbından bir halkadır. Bir zincir ile Cehennem kapısındaki bir halkaya bağlıdır. O zincir sahibini oraya çeker ve o kapıdan Cehenneme sokar.”
Resûlullaha bir adam Yâ Resûlallah din nedir?” dedi.*“Güzel ahlâktır”*buyurdu. sağ tarafına geçip, “Din nedir?” dedi.*“Güzel ahlâktır”*buyurdu. Arkasından gelip, “Yâ Resûlallah din nedir?” dedi.*Güzel ahlâktır”*buyurdu. Sonra ona dönüp,*“Din bilgilerine sâhip*olsan da, olmasan da, din; kızmamandır”*buyurdu.İbrâhim bin Edhem hazretleri bir yere gitmişti. bir asker çıktı “Sen köle misin?” dedi. “Evet” deyince, “Asker kızıp, kamçı ile kafasını yaraladı. talebeleri askere Sen ne yaptın?” Bu zât, İbrâhim Edhem hazretleridir” dediler. Vuran kişi af dileyip el öptü. “Neden kölemisin dediğim de evet dedin?” diye sordu. “Çünkü ben, Allahın kuluyum” dedi. “Peki sana vururken, onun Cennete girmesi için ona duâ ettin. sebebi nedir?” dediler. İstedim ki ona benden kötülük dokunmasın, benden nasîbini iyilik olarak alsın.”
Lokman Hakim oğluna şöyle dedi: “Ey oğul! Ateş gelirken nasıl emin olunur. Dünyânın insandan ayrılması muhakkak iken, dünyâya nasıl meyledilir. Ölümden nasıl gaflette olunur, ölümün geleceğinden şüphe yoktur. Sen uyuduğun gibi öleceksin. Ey oğul! İnsanın üç şeyi vardır. Rûhunu Azrail aleyhisselâm alır. Hayır veya şer, ameli kendisine âittir. Bedenini ise kurtlar yer ve toprak çürütür.”
Resûlullaha itaat Allah'a itaattir...
Resûlullahın peygamberliğine ve bildirdiklerine imân ettikten sonra, O’na itaat etmek lâzımdır.
Ebüssü’ûd ibn-i Kazrûnî hazretleri Medîne-i münevverede yetişen Şafiî mezhebi âlimlerindendir. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Zübeyr bin Avvâm rad ın neslindendir. 1572 de Medîne-i münevverede doğdu. 1640 da vefât etti. buyurdu ki efendimiz sav mucizelerinden birisi de, Allahü teâlânın O’na gaybı bildirmesidir. efendimiz vuku*bulacağını haber verdiği şeyler olmuştur. Resûl-i ekrem kendisinden sonra fitnelerin çıkacağını, Hz Osman’dan sonra, Hz Ali’nin şehid olacağını, Emevîlerin emir olacaklarını, Kıyâmet alametlerini, Hz Mehdî’nin çıkacağını, Ammâr ra âsilerin şehîd edeceklerini, Hâriciler'in zuhur edeceğini, yüzlerinin tıraşlı olacağı bozuk Kaderiyye'nin ve Eshâb-ı kirâma dil uzatanların çıkacağını ve doğru yoldan ayrılacaklarını bildirmiştir.
Mekke müşrikleri, putlarını inkâr ettiği için, Resûlullahı öldürmek üzere ittifâk etmişlerdi. Resûl-i ekrem evinden çıkarken, onlara toprak serpti. Onlar, Server-i âlemin farkında olmadılar. Eshâb-ı kirâmdan ve Resûlullahın ümmetinden sâlih kimselerden zuhur eden kerâmetler Resûlullahın mucizelerindendir. Resûlullahı tasdik etmek, Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına inandıktan sonra, Resûl-i ekremin Allahü teâlânın kulu ve resûlü olduğuna inanmak farzdır. Resûlullaha îmân; O’nun peygamberliğine şehâdet etmek, Allahü teâlâdan getirdiklerini tasdik etmektir. Kalp*ile tasdik ve dil ile ikrâr bir arada bulununca imân tamam olur. Resûlullaha itaat, Allahü teâlâya itaatla beraberdir. Server-i âleme itaat edip, sünnet-i seniyye üzere yürüyen doğru yoldadır. O’nun emirlerine uyan, en büyük sevâba ve mükâfata kavuşur. O’na muhalefet edip, emirlerine karşı gelenler, en büyük azâba ve cezaya uğrar Resûlullaha itaat O’nun sünnet-i seniyyesine uymak, O’nun getirdiklerini kabul etmek, O’nun bildirdiklerini her tarafa yaymaktır.
*
Resûlullahı canından çok sevmedikçe...
Hazreti Ebû Bekir'in Resûlullaha olan sevgi ve muhabbeti meşhurdur...Muhammed bin Sa’îd hazretleri Şafiî mezhebi âlimlerindendir. "İbn-i Kebben" adıyla meşhûr olmuştur. 1374 de Yemen’de doğdu. 1438 de aynı yerde vefât etti... buyurdu ki Her müminin Resûl-i ekremi sevmesi lâzımdır. Bir kimse Resûlullahı canından, malından, evlâdından, ana ve babasından çok sevmedikçe imânı kâmil olamaz. Resûlullah efendimizi seven, imânın tadını duyar, Resûlullahı*sevenler arasına katılır. Allahü teâlânın lütuf ve ihsânda bulunduğu kimselerle arkadaş olur. Eshâb-ı kirâm ra efendimizi canlarından çok seviyor. O’na kavuşmayı, O’na yakın olmayı, tercih ediyor O’na hürmette kusur etmemek için tüm güçleri ile çalışıyorlardı. O’na salât ve selâm okuyorlardı.
Hazreti Ömer, Resûlullahı candan çok sevdiğini yemîn ile söylemiştir. Hz Osman ve Hz Ali Resûlullaha sevgi ve muhabbet ile doluydu Hz Ali’den şöyle bildirilmiştir: “Vallahi, Resûlullah bize, mallarımızdan, çocuklarımızdan, babalarımızdan analarımızdan, hararetten yanan ciğerlerin serin suya olan iştiyâklarından daha sevgili ve kıymetlidir.”Amr bin As ra buyurmuştur ki “Hiçbir kimse bana Resûlullahtan daha sevgili olmamıştır.”
Resûlullah efendimize sevginin alâmeti, Resûlullaha hürmet ve ümmete şefkat, sâlihlere iyilik ve nasîhattir, faydalı olup, zararları onlardan def etmektir. Resûlullahı sevenlere O’nun emirlerine uyup, yasaklarından kaçanlara sıkıntı ve genişlikte O’nun âdabı ile edeblenenlere, O’nun emrettiklerini Allah için sevinip, Allah için sevenlere, O’nun sünneti ile amel edenlere, Resûlullahın sünnet-i seniyyesi istikâmetinde gidenlere, O’nun ahlâkı ile ahlâklananlara,Ehl-i beyte ve Eshâb-ı kirâma hürmet edip onları sevenlere ne mutlu...
*
Namaz kılan bir mümin, yükselir
Namaz kılan bir Müslüman, Allahü teâlâya yaklaşır makamı yükselir. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri “Silsile-i aliyye” denilen âlim ve velîlerin yirmi sekizincisidir. Seyyid olup,1745 de Hindistan’ın Pencap bölgesinde doğdu. Mazhar-ı Cân hazretlerine talebe oldu.sohbeti ve teveccühleri ile kemâle gelerek, zamanının bir tanesi oldu. kerâmetleri görüldü. 1824 de Delhi’de vefât eyledi. mektuplarına “Mekâtîb-i şerîfe” ismi verildi.*85.*Mektubunda şöyle buyurmaktadır:
Namazı cemâat ile kılmak ve “rükû’da, secdelerde, her uzvun hareketsiz kılmak, rükû’dan sonra “Kavme” kalkıp, ayakta her uzuv yerine yerleşecek şekilde dik durmak iki secde arasında “Celse” yapmak bizlere Allahın Peygamberi sav tarafından bildirildi. Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren âlimler vardır.
Sünneti hafif görerek, ehemmiyet vermeyerek terk etmek küfürdür. Bütün ibâdetler namaz içinde toplanmıştır. Kur’ân-ı kerîm okumak, tesbih söylemek sübhânallah demek Resûlullaha*salevât söylemek, günahlara istiğfar etmek ve ihtiyâçları yalnız Allahü teâlâdan isteyerek duâ etmek, namaz içindedir. Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar Hayvanlar, rükû*hâlinde, cansızlar da namazda oturuyor gibi yere serilmişlerdir. Namaz kılan, ibâdetlerinin hepsini yapmaktadır.Namaz kılmak, mirâc gecesi farz oldu. mirâc yapmakla şereflenen, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine uyup namaz kılan bir Müslüman, yüce peygamber gibi, Allahü teâlâya yaklaştıran makamlarda yükselir.Allahü teâlâya ve Resûlüne karşı edebi takınarak huzur ile namaz kılanlar, mertebelere yükseldiklerini anlarlar. Allahü teâlâ ve O’nun Peygamberi, ümmete merhamet ederek, ihsânda bulunmuşlar, namaz kılmayı farz etmişlerdir. Rabbimize hamd ve şükür olsun! sevgili Peygamberine salevât ve tehıyyât ve duâlar ederiz!
Namazlardan sonra duâyı sessiz etmeli
Duânın ve zikrin sessiz olması eftaldir. Cemaatin imam ile birlikte, sessizce duâ etmeleri eftaldir.
Mehmed Zeynî Efendi 87. Osmanlı Şeyhülislâmıdır. 1667 İstanbul'da doğdu. Medrese tahsilinde Şeyhülislâm Ab*dullah Efendi'ye damat oldu. müderrislik, Anadolu ve Rumeli Kadıaskerliği yaptı. Şeyhülislâmlığa getirildi. 1751 de vefat etti. duâ, uyanık kalp*ile ve sessiz yapılmalıdır. Duâyı yalnız namazlardan sonra veya belli zamanlarda yapmak ve belli şeyleri ezberleyip, şiir okur gibi duâ etmek mekruhtur. Duâ bitince, elleri yüze sürmek sünnettir. Resûlullah, tavâfta, yemekten sonra ve yatarken duâ ederdi. duâlarında kolları ileri uzatmaz ve ellerini yüzüne sürmezdi. Duânın ve zikrin sessiz olması eftaldir. Cemaatin imam ile birlikte, sessizce duâ etmeleri eftaldir. Ayrı ayrı duâ yapmaları ve duâ etmeden kalkıp gitmeleri de câizdir.
Son sünneti olan namazlarda, selâm verince imamın oturması mekruhtur. Sağa, sola veya biraz geriye çekilip son sünneti kılması lâzımdır. Yâhut, hemen gidip evinde kılar. Cemaat ve yalnız kılan, oturduğu yerde kalıp duâ okuyabilir.oturduğu yerde, sağda, solda veya geriye çekilerek son sünneti kılması câizdir.Son sünneti olmayan namazlarda, imamın, oturduğu yerde kıbleye karşı kalması mekruhtur, bid'attir. Kalkıp gitmesi cemaate dönmesi yâhut sağa, sola dönüp oturması lâzımdır.
*
Resûlullaha hürmet ve tazim farzdır!..
Resûlullaha hürmet ve saygı lâzımdır. Yahyâ bin Muhammed hazretleri Şafiî âlimlerindendir. “İbn-i Kirmânî” diye meşhûr oldu. 1361’de Bağdad’da doğdu. 1430’de Kâhire’de vefât etti. buyurdu ki:
Allahü teâlâ, Resûl-i ekreme hürmeti farz kıldı. Onun huzurunda, O’ndan önce konuşmayı, O’na karşı edebe uymayan işlerde bulunmayı yasakladı. Eshâb-ı kirâma, Resûlullahın dinlemelerini emretti. muhalefet ve ses çıkarmaktan menetti. O’na hürmeti emretti. O’na, sevdiği isimler ile hitâb etmelerini emretti. O’nun yanında sesini alçaltarak konuşanları övdü ve onları af ve mağfiret buyuracağını ve mükâfata kavuşturacağını vadetti. Bu sebeple Eshâb-ı kirâm ra Server-i aleme çok hürmetde bulunurdu
Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer Resûlullaha gözlerini kaldırıp bakamazdı. otururlarken sanki başlarının üzerinde kuş varmış gibi otururlardı.
Resûl-i ekrem abdest aldığı vakit, Resûl-i ekremin abdest suyunu alabilmek için birbirleri ile yarış ederlerdi. saçından bir kıl alabilmek için gayret gösterirlerdi. O’nun emirlerine uymak için canla başla çalışırlardı. Resûlullahın kapısını parmakları ile değil, tırnakları ile çalarlardı. Bir şey soracakları vakit, Resûlullaha hayâdan dolayı cesâret edemezlerdi.hadîs-i şerîfi duyduklarında onu alır, ezberler ve manasına göre amel ederlerdi. hadîs-i hürmetle dinlerlerdi.,Resûlullaha işittikleri zaman, gözlerinden yaşlar akar, hayran kalır, sapsarı olurlardı Abdestsiz asla hadîs-i şerîf yazmazlardı. Yatarak veya ayakta hadîs-i şerîf okumaz hadîs-i şerîf okunması istendiği zaman, gusül abdesti alır, temizliğini yapar ve yeni elbiselerini giyerlerdi.
“Kim amel ederek tövbesini düzeltirse"
İbni Atâ hazretleri buyurdu ki:*“Kim amel ederek tövbesini düzeltirse, tövbesi kabul olunur.”
Abdürrahmân ibn-i Kudâme hazretleri Hanbelî âlimlerindendir. 1200’de Şam’da doğdu. 1283)’de orada vefât etti. Tövbe hakkında buyurdu ki:
Kul kalbiyle pişman olmadıkça, diliyle istiğfar etmedikçe ve kendi üzerinde hakkı olan hak sahiblerinin hakkını ödemedikçe tövbe etmiş olmaz. Kul ibâdete yönelir, kulluğunu yaparsa, tövbeye ve zühde ulaşır. Zühde kavuşunca, sadâkata, sıdka kavuşur. Sıdka kavuşunca, tevekküle, istikâmete kavuşur.*
Hazreti Ömer şöyle rivâyet etmiştir: Resûlullah*buyurdu ki:*“Kıyâmet günü tövbe en güzel surette getirilir, öyle güzel kokusu olur ki, onu müminlerden başkası duymaz? Kâfirler der ki: 'Müminler o kokuyu alıyorlar da, biz neden alamıyoruz?' tövbe onlara şöyle der: 'Eğer beni dünyâda kabul etseydiniz*şimdi kokumu duyardınız.' kâfirler: 'Şimdi seni kabul ediyoruz'*derler. Semâdan bir melek kâfirlere şöyle seslenir:dünyâdaki altın ve gümüşleri her şeyi getirseniz, sizden tövbe kabul olunmaz.”*Sonra Melekler onlardan uzaklaşır. Cehennem, bekçisi melekler gelir Kendisinde güzel koku olanları Cennete kor. Kötü koku bulunanları ise Cehenneme atar
Zünnûn-i Mısrî hazretleri buyurdu ki: “Her uzvun tövbesi vardır. Kalbin tövbesi, haram olan işleri yapmaya niyeti terk etmesidir. Gözün tövbesi, harama uzanmaması, ayakların tövbesi, harama gitmemesi, kulağın tövbesi, haramı dinlememesi, karnın tövbesi, helâl yemek, fercin tövbesi, fuhşa dalmaması, işlememesidir...”Ebû Hafs hazretlerine, "tövbekârlar neden dünyâyı sevmezler?" denildi. “Çünkü onlar, günâha dünyâda batarlar” buyurdu. Fakat tövbe de dünyâda yapılır dediklerinde, “Bu günâha delîldir. İşleniyor ki tövbe yapılıyor, fakat günahların tövbesinin kabul edileceği kesin değildir.”Ebû Abdullah hazretlerine denildi ki:*“İnsan ne zaman tam tövbekâr olur?” Buyurdu ki: “Sol omuzundaki melek, yirmi sene hiç yazacak günah bulamadığı ve yazmadığı zaman efendimiz şöyle buyurdu:*“Allahü teâlâ*günahkâr kuluna sen bana duâ etmedin. günahlarına bağış istemedin. Eğer bunu isteseydin, arz dolusu günah olsa, göğe ulaşsa, onu bağışlar, günahına bakmazdım, buyurdu.”
“Namaz gözümün nûrudur..."
Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Ezan ve gözümün nûru olan namaz ile bizi ferahlandır yâ Bilâl!”*Seyfeddîn ibn-i Mecdî hazretleri Hanbelî âlimidir.1208 de Şam’da doğdu. 1245)’de Şam’da vefât etti.*Namaz hakkında buyurdu ki: Peygamberimiz Ezan ve gözümün nûru olan namaz ile bizi ferahlandır yâ Bilâl!”*buyurdu. Ebu Saîd el-Harrâz’a “Namaza nasıl girmek lâzımdır?” denilince buyurdu ki:“Kıyâmet günü Allahü teâlânın huzûruna varıyormuş gibi, Allahü teâlânın huzûrunda olduğunu ve kimin huzûruna çıkmakta olduğunu unutmadan girmek lâzımdır.” Bir zât, hurma bahçesinde namaz kılıyordu. Namazda iken hurma ağacına daldı ve yanlışlık yaptı çok üzüldü. Malım beni fitneye düşürdü dedi. Ellibin dinar değerindeki bahçesini, sadaka olarak fakirlere verdi.
Müslim bin Yesar hazretleri, namaz kılarken kendinden geçer, yanında konuşanları duymazdı. Âsım hazretleri şöyle anlatmıştır: alime sordular
nasıl namaz kılarsın?”. Buyurdu ki: vakti gelince iki abdest alırım!*Biri zâhirde bildiğimiz biri de batın abdesti.” “nasıl olur?” dedim. "Batını temizlemek; hased, ve kibirden dolayı pişmanlık duyup, tövbe etmektir. insan namaza böyle hazırlanmalıdır... mescide gitmek üzere yola çıkarım. Kıblem Kâbe'yi hatırlar ve makâm-ı İbrâhimi Cenneti sağımda, Cehennemi solumda düşünürüm. Cennet ehlinden olursam, oraya olmazsam, Cehenneme atılırım derim. Kendimi sırat üzerinde kabul eder, eğer oradan geçmeme sebep*olacak amel işlersem geçerim, yoksa Cehenneme düşerim derim, ölüm meleği arkamda eğer rükû’a vardığımda canımı alırsa, secdeye vakit kalmaz. Secdede canımı alırsa, kalkmaya fırsat kalmaz diye düşüne düşüne mescide varırım ve edebime uygun olarak içeri girerim. Namazda kırâati tefekkürle okurum. Tevâzu ile boyun bükerek ve tezellül ile secde ederim. sükûnet ve vakar üzere otururum. Sıdk ve sabır ile teşehhüd yapar, şükür ve sürûr ile selâm veririm” buyurdu.
Saçıma düşen aklar ölümü hatırlatıyor...
Hâlâ gaflette misin? Ölüm yakında senin bulunduğun sokağa da uğrayacak..."
Makdisî hazretleri Hanbelî âlimlerindendir. 1146 de, Nablus’ta doğup, 1233 de Şam’da vefât etti.*Namazı cemaatle kılmanın fazileti hakkında buyurdu ki: Ubey bin Kâ’b*ra anlatır: Bir kimse evi mescide uzak olduğu hâlde, cemâati kaçırmazdı. Onun gayretini görenler*“Bir binek alsan da, zor zamanlarda, binip gelsen iyi olmaz mı?” dediler. O kimse, “Evimin mescide yakın olmasını, mescide gelmek için bineğimin olmasını arzu etmem. Yürüyerek gelip gitmekle çok sevap*kazanacağımı ümid ediyorum” dedi.Peygamber efendimiz o kimseye,*“Allahü teâlâ amelinin sevâbını eksiksiz verecek”*buyurdu.
mübarek zatın kıymetli şiirleri vardır. Vefatından evvel şu beyitleri söyledi:“Ey Muvaffakuddîn! Hâlâ gaflette misin? Ölüm senin bulunduğun sokağa da uğrayacak. Geçip giden belâ ve musibetler, ölüm seni aldatmasın. ölümün nice isâbetli okları vardır. Kişi mutlaka nasîbini alacaktır. 'Yarın yaparım?' hülyası ne zamana kadar devam edecek? Her gün en yakın dostunun veya ayrılması da ibretli değil mi? Muhakkak ki sen de, onlara katılacaksın ölüm gelince, peşinden ağlayanların ağlaması, seni kurtarmayacak ve fayda vermeyecektir. Saçıma beyazlık, ak düştükten sonra da mı, kabirden başka bir evi imâr edeyim? böyle yaparsam ahmağım. Saçıma düşen aklar, ölümümün yaklaştığını bildiriyor ve doğru. Ömrüm her gün eksilmektedir. Onu kim geri getirebilir.
Kendimi ölmüş, naaşımı uzatılmış bir vaziyette görüyorum. Kimi suskun, kimi içi yanarak ağlıyor. Bana sesleniyor gözlerinden yaşlar dökerek ağlıyorlar. daracık bir kabre gömüyorlar beni. Lahdimin üzerine onu kapayacak şekilde bir kaya koyuyorlar. En güvendiğim dostum, üzerime toprak doldurmaya başlıyor, şefkat ve merhamet sahibi olanlar, beni kabre teslim ediyor. Yâ Rabbî yalnızlık günümde, beni yalnız bırakma, bana teselli lütfeyle. ben, bildirdiklerinin hepsine inandım ve tasdik ettim...”
*Kaynak yeniakit.com Yavuz Bahadıroğlu yazıları
“Kahve Yemen’den gelir yolları ırak”...
Meşhur müverrihimiz*Solakzade Efendi,*kahvenin*Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden sonra, Müslüman tüccarlar tarafından 1519’da İstanbul’a getirildiğini, ancak rağbet görmediğini söylerken, Kâtip Çelebi 1543 yılında gemilerle İstanbul’a kahve geldiğini ve İstanbul ahalisinin kahveyle tanıştığını yazıyor.*
“Aslı Yemen diyarından çıkıp tütün gibi dünyaya yayıldı. şeyhler Yemen dağlarını mesken edinip dervişleriyle ağaç yemişi bulup kalb ve bûn dedikleri taneleri yerlerdi ve kimisi de kavurup suyunu içerdi. şehveti kesmeye elverişli soğuk ve kuru gıda olduğundan Yemen ahalisi birbirinden görüp şeyhler ve sûfîler kullandılar.”
Kahve ilk defa, Kanuni’nin Yemen Valisi Özdemir Paşa tarafından İstanbul’a getirildi”*diyen de var, 1511 yılına tarihleyenler de Peçevî İbrahim Efendi*ise, kahvenin İstanbul’a 1554 te girdiğini ve bu tarihten önce kahve ve kahvehanenin bilinmediğini iddia ediyor.*kahvenin zamanı, mekânı, kesin değil. Güzergâhı konusunda ihtilâflar mevcut. Yemen’den yola çıktığı,*Cidde, Süveyş, Mısır*yoluyla İstanbul İzmir, Selanik, Yafa, Akka, Trablus Sayda*ve*Antalya gibi Osmanlı şehirlerine ulaştığı söylenir uzun deniz yolculuğunda rutubet alıp bozulmaması için çekirdekler zembillerin içine konmuş, üstü çulla örtülmüş, rutubetten korunarak binbir zahmetle İstanbul’a ulaştırılmış. Çok sevilmiş, hızla yayılmış, kahvehane dükkânları açılıp her semte girmiş.
Meşhur gezginimiz*Evliya Çelebi İstanbul’da kahve satan esnafın sayısını 500, kıraathâne-kahvehane sayısını 300 civarında veriyor.*Mısır Çarşısı’nda kahve satılan hanlar biliniyor. sözü*Peçevi’ye bırakalım Hicrî 962 senesinin sonuna doğru Halep’ten Hakem nâmında bir herif ve Şam’dan Şems adlı bir zarif gelüb* Tahtakale de birer büyük dükkân açarak kahve satdılar.Keyiflerine düşkün safâ ehli, okur-yazar zevk erbabı toplanır, yirmişer, otuzar yerde meclis kurar oldu. kimi kitap ve güzel şeyler okur, kimi tavla ve satranç oynar, kimi gazeller getirüb maarifden bahseder, akçalar ve pullar sarfedüb, dost toplantılarına sebep için ziyafet tertip edilir; bir iki akça kahve parasıyla eğlenir oldular.*işlerinden çıkarılanlar, kadılar, müderrisler, işsiz güçsüz oturanlar, ‘böyle bir eğlenecek ve gönül dinlendirecek yer olmaz’ diyerek kahvehanelere doldular; oturacak ve duracak bir yer bulunmaz oldu. *
Kahve o kadar şöhret buldu ki, mevki sahiplerinden başka ne kadar kibar takımı varsa, gelir oldular.*İmamlar, müezzinler ve sofu takımı,*‘halk kahvehaneye dadandı, mescidlere gelinmez oldu’* ulemanin dikkatini çekti: Ulemâ,*‘Kötülük yeridir, oraya gitmektense meyhaneye gitmek evlâdır’deyü, vaizler yasak edilmesi için çalışır oldular. Müftiler,*‘herkangi sırf haramdur’ deyu fetvâlar virdiler.”*
Eski İstanbul’un meşhur kıraathâneleri
Eski İstanbul’a nam salmış kıraathâneler vardı.*“Kütüphaneli kahvehane”diyebileceğimiz mekânlarda çayın, kahvenin âlâsı yapılır kitap okunur, sohbet edilirdi.tiyatro ve konferanslara, sahne görevi yapar Bir *“İlim-irfan ocağı”*gibi çalışırlardı. Bunlardan bazılarını hatırlayalım…
Fevziye Kıraathanesi: Şehzadebaşı Caddesi’nin*Fevziye Caddesi*ile kesiştiği köşede yer almıştı. en parlak dönemini 1885-1900 de yaşadı.*tiyatro gösterilerine, konferanslara, musiki fasıllarına ve aydınlara ev sahipliği yapdı.
Darüttalim Kıraathanesi:Ahmet Hamdi Tanpınar, “Saatleri Ayarlama Enstitüsünde bu kıraathaneyi şöyle anlatıyor:*“Kahvehaneye her cins ve meşrepten insan geliyordu. Zengin mirasyedi, müflis tüccar, şöhretsiz şair, gazeteci, ressam, hülasa her meslekten adam...”*İstanbul’un ilk apartmanlarından Letafet Apartmanı’nın alt katında açılan kıraathanenin yerinde bugün*İstanbul Üniversitesi Zooloji Bölümü*var.*Letafet Apartmanı*ise 1964’te yıkılmış…
Elit Kıraathanesi:*1936 da açılan kıraathane* Beyoğlu/ Asmalımescit Sokağı’nda*Merkez Apartmanı’nın altındaydı. Edebiyatçıların ve sanatçıların uğrak yeriydi. tanışıp tartışırlardı. Oktay Akbal*ve*Attilâ İlhan*bu kıraathanede tanışmışlardı.*Cemil Meriç*de kıraathanenin müdavimlerindendi. 1949 da kapanan*Elit Kıraathanesi’nin yerinde şimdi restoran var.
İhsan Kıraathanesi:*Bâbıâli Yokuşu’ndaydı muhabirler özel olmayan haberlerini değiş tokuş için toplanırdı. Valiliğe işi düşenler, politikacılar, yabancı donanma komutanları ve ecnebi sefirler uğrardı. Hemen yanında defterdarlık, Türk Ocağı vardı.
Hacı Reşit Çayhanesi:*1880’lerden 1910’lara kadar*Şehzadebaşı’nda faaliyet sürdürdü. Sahibi şairlik iddia eden bir kahveci idi. Cenap Şahabettin, “havasında bir lezzet-i edebiye vardı”*diye methediyor,*Hacı Reşid’i tanımamak, Muallim Naci’yi bilmemek veya Ahmed Mithad Efendi*ile görüşmemiş olmak gibi bir mahrumiyetti.”*
Eftalikus Kahvehanesi:Taksim Meydanı’ndan* İstiklal Caddesi’ne girerken, köşedeki hamburgercinin yerinde, 1970 te yılla Eftalikus*adlı kahvehane varmış.*Salah Birsel: “Bir gözlem kulesidir Eftalikus. Pek çok insan da buraya bunun için gelir. Abidin Dino, Sait Faik,, Asaf Halet Çelebi, İlhan Berk kendileri için gelirler. Eftalikus en çok Sait Faik’in yurdudur”*diye anlatıyor.*Sait Faik’in mekânı konu alan bir hikâyesi var. Senarist*Bülent Oran,*pek çok senaryosunu burada yazdı.
Sarafim Kıraathanesi:*Bayezidde Okçularbaşı Caddesi’nde idi. Geçmişi 1850’lere giden kıraathânenin büyük bölümü kütüphaneydi Kitap, gazete ve dergi bulunurdu.ünlü şairler yazarlar ilim adamları ve sporcular müdavimleriydi Bulunduğu yerden yol geçti.Acemin Kahvesi Bayezid’den*Laleli’ye inen caddede,*Ragıp Paşa Kütüphanesi’nin karşısındaydı. İsmail*Dümbüllü* kahvehanenin müdavimleri arasındaydı.*
Son zamanlarda da*Marmara, Küllük ve *bir nevi üniversite işlevi görmüş kıraathânelerdir.
*Kaynak habertürk.com Murat Bardakçı Yazıları
Benfica’nın kartalı
Benfica’nın stadyumunda iyi terbiye görmüş kuş tribünlerin üzerinde kanat çırptıktan sonra tekrar terbiyecisinin koluna konuyordu.Kartal sembolü geçmişte ve birçok memlekette ve bizde de kullanılmıştı Roma’da ve Bizans’ta çift başlı kartal ile iktidarın sembolü olan kartal, Selçuklu, Kutsal Roma-Germen, Rusya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Ermenistan, Sırbistan, Arnavutluk ve Karadağ gibi birçok devletin de arması yahut güç sembolüdür. İstanbul’da 19. yüzyıla kadar saltanat kayıklarının başında da yeralan kuş kartaldır iktidarın, ve hükümdarın gücünü temsil etmektedir. Birleşik Amerika ile Almanya’nın devlet armalarında bulunan tek başlı kartal da aynı semboldür Türkiye’de polis teşkilâtı spor klüplerinin armalarında ve Türk Tarih Kurumu’nun logosunda çift başlı kartal mevcuttur.
SALTANAT KAYIĞINDAKİ KARTAL figür “basilisk” ismi verilen efsanevî bir canavardır; basiliske yahut kartala 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar yapılmış minyatürler ile gravürlerde rastlanır ve kuş geçmiş asırlarda padişahların saltanat kayıklarının ön kısmında yeralırdı Türkiye’de zamanımıza ulaşan tek ahşap basilisk İstanbul’da, Deniz Müzesi’nde muhafaza edilen ve Dördüncü Mehmed’e ait olduğu düşünülen 1647, 1655 arasına tarihlenen kadırganın baş ve kıç tarafının uçlarında bulunur.
19. asrın öncesine ait olan ama bugüne ulaşmayan saltanat kayıklarının baş taraflarında da basilisklerin bulunurdu basilisk İkinci Mahmud zamanından itibaren yerini kuş sembolüne bırakmış olduğu daha sonraki senelerde görülmektedir.
Basilisk, coğrafî bölgeler ve hattâ kıt’alarda binlerce seneden buyana devam eden bir kültürün Sümerliler’den zamanımızın Birleşik Amerika’sına kadar uzanan geleneği teşkil eder. Eski sümer ve Mezopotamya inançlarında bulutlar kuş olarak düşünülmekte, “Anzu” yahut “İmdugud” ismini taşıyan fırtına ve yağmur tanrısı, iki başlı bir kuş şeklinde sembolize edilmektedir. Güneşin doğuşunu ve batışını temsil eden Anzu gece uçarak karanlıklara gidip gündüzleri dünyaya dönmektedir. Doğu ve batıda vücudu ve ayakları yılan şeklinde gösterilen ve birçok kuş özelliğini taşıdığı söylenen “Anzu”, zamanla Sümer inancının en güçlü tanrısı olur. Sümer’de kutsal kabul edilen çengin baş kısmında, anahtar tutan bir kuş sembolü vardır. Kuş, çengin güneş tanrısı ile münasebetini anlatır; anahtar 360 günlük yürüyüşü ile senenin devrini temsil eden güneşin 180’i doğuda, 180’i de batıda bulunan kapılarını açmaya yarar.
Basilisk, Hz Süleyman ile ilgili efsanelere de girmiştir Mezopotamya mitolojisindeki eski güneş tanrılarının kuvveti ile ilgili inançlar zamanla Süleyman’ın özellikleri haline gelir. Hz Süleyman efsanelerde Kudüs’ün güneş tanrısı “Salman” ile özdeşleştirilir tanrısal üçler ona atfedilir. Süleyman’ın 12 basamaklı tahtının her basamağındaki hayvanlar burçların, tahtın en üstünde yüzüğü ile oturan Hz Süleyman da Sümer inancına göre güneş sembolüdür. Süleyman’ın ölümünden sonra çalınan ve mağaraya saklanan yüzüğü muhafaza eden ejderhayı andıran büyük yılan, basilisktir. Aynı yılan asırlardır tıbbın ve eczacılığın sembolüdür ve ölümsüzlüğe çare aranmasını temsil eder.
İslâm mitolojisinde başı arşın üzerinde, ayakları yerin altında olan, kâinatı kaplayan, güneşi sembolize eden, güneşin kuşu olan ve horoz şeklinde tasavvur edilen bir başka kavram vardır. Bu horoz güneş doğarken kanatlarını çırparak güneşi selâmlamakta, sabah namazını haber vermekte ve kanat sesini işiten yeryüzündeki horozlar öterek müminlere namaz vaktinin geldiğini haber vermektedir Tanrıları güneş ve gücün sembolü olan basilisk daha sonra Ortadoğudaki birçok kaynakta geçer. Mezopotamya kaynaklı inanç sadece efsanelerde yer bulmamış, zamanla bazı devletlerin sembolleri hâlini almıştır. Sümer’de alt seviyede bir tanrı olan ve zamanla büyük güç izafe edilen Anzu yahut Imdugud’un sembolleri Mezopotamyadan batıya doğru uzanmış, eski Yunan’da “küçük kral” demek olan “Basilikos” ismini almış, batı dillerine “basilisk” şeklinde geçmiştir bir horozun yılan yumurtasında kuluçkaya yatması neticesinde dünyaya geldiği düşünülen, tek ve çift başlı sembolize edilen, bünyesinin yılandan, kartaldan ve yırtıcı hayvanların vücutlarından meydana geldiğine, nefesinin de öldürücü olduğuna inanılan efsanevî bir yaratık şekline bürünmüştür.
Donald Trump ve dilsizleşen emperyalist bülbüller
*
Dosya kâğıdından büyükçe sayfayı dolduran ve tam bir megalomani beyanı olan tuğla kadar bir imza… Adam sanki kararname imzalamıyor, padişah fermanının üzerine “El muzaffer dâiman” yazan tuğra çekiyor! imzaladığı metni iki eli ile kaldırıyor, suratına zalim bir ifade veriyor ettiği haltı kameralara gösterip cihana ilân ediyor!
Trump’ın politikasına âlet edeceği ses getirmesini istediği kararnameleri tulûatı andıran böyle bir ortamda imzalıyor Trump, yapımında ortak olduğumuz F-35 savaş uçaklarının teslimini erteleyen kararı askerî üssünde kavuklu ve pişekâr rolüne soyunmuş Amerikalı pilotların arasında oynayarak imzaladı.Atması nerede birkaç dakika süren kazık kadar imzasını çiziktirirken arkasındaki pilotlar, subaylar, kavuklular ve pişekârlar tebessüm ettiler; imza metnini havalara kaldırdı, tebessümü sırıtışa döndü ve Türk-Amerikan ilişkileri yerlere serildi.
Amerika’nın seneler önceki ambargoları bir tarafa, ilk büyük kazığı 1914’te İngiltere’den yemiş, Sultan Osman” ve “Reşadiye” zırhlılarının bedellerini hazinede kuruş olmadığı için Donanma Cemiyeti’nin başlattığı yardım kampanyasından halkın yeme içmesinden kısarak bağışladığı paralardan ziynet eşyalarından karşılayıp son kuruşuna kadar peşin ödemiştik ama İngilizler Almanya ile yakınlaşmamızı gerekçe göstererek gemileri, gaspetmişti. NEDEN SUSKUNSUNUZ BEYLER? Aradan 104 sene geçti sahnede Trump duruyor Washington ile gerginlikler yaşadığımız günlerde Amerika’ya lâf edme uğruna senelerden buyana mangalda kül bırakmayan antiamerikan, antiemperyalist, solcu, vatansever, demokrat, ıvır-zıvırı, oldukları iddiasındakilerin “imzacılık” oynama meraklılarının tek kelime olsun etmemekte
Vaktiyle “Kahrolsun Amerika” diye yeri-göğü inleten, “Emperyalizme ölüm!” sloganları ile kulakları sağırlaştıran, İstiklâl Caddesi’nde Amerikan sistemine veryansın eden bildiriler dağıtanlar şimdi sükûttalar hem de ne sükût!
1960’ da saftirik Amerikalı denizciyi karga tulumba edip denize atmayı abartıp marifetlerini “Altıncı Filo’yu Rıhtım’nda denize döktük” yahut “İkinci Kurtuluş Savaşı’nı kazandık” gibi tuhaflıklarla efsaneleştiren 68 kuşağının anlı-şanlı kahramanları! Trump’ın Türkiye’ye karşı yaptıkları size göre emperyalizm değil de başka bir “izm” mi? Bütün bunlar emperyalizmi teşkil etmiyor mu? Niçin susuyorsunuz Yoksa, Trump vaktiyle elinize fırsat geçtiği anda bir kaşık suda boğmaya heveslendiğiniz Amerika’nın değil de bir başka memleketin başkanı mı?
Bize haftalardır yaptıklarına tek söz olsun etmemenizin sebebi “Oh olsun” havasına girip “Türkiye’nin başındaki gitsin de, nasıl giderse gitsin, kim gönderirse göndersin, bu işi Amerika da yapsa kabulümüzdür” zihniyeti mi, yoksa akşamdan kalma mahmurluğunuzdan çıkamamış olmanız mı Amerika ile aramızın bozulmasının hayırlı” neticeler getireceği ruyasına dalıp sevinçten dilleri tutulan beylerin ve hanımların unutmamaları gerekir: Yarım asırdır daldıkları hayallerin bir türlü hakikat olamaması gibi bu temennileri de mutlaka boşa çıkar ama sıkıntılar her tarafı etkiler, Cihangiri tarumâr eder!
*
Meral Hanım’ın tweet’indeki Hürriyet Anıtı
Trump’ın Amerika’ya yaptığımız çelik ve alüminyum ihracatına uygulanan gümrük vergilerini arttıracaklarını açıklamasından sonra İyi Parti Başkanı Akşener bir tweet attı ve “Sayın Başkan, Hürriyet Anıtınızın parasını veren bir milletin hürriyetine kastediyorsunuz!” dedi. Akşener’in sözünü ettiği “Hürriyet Anıtı” “Özgürlük Heykeli”, 1886’dan buyana New York Limanında küçük bir adada yükselen 46 metrelik heykeldir yüksekliği kaidesi ile beraber 93 metredir. Peki heykelin bizimle ne alâkası var? Var, hem de derin bir alâkası var, zira New York’taki heykelin 1860’larda Türk toprağı olan Mısır’a, İskenderiye Limanı’nın girişine dikilmesi için hayi çalışılmış, proje buna göre hazırlanmış maddî imkânsızlıklardan hayata geçirilememişti modelde bazı değişiklikler yapılıp New York Limanı’na dikilmişti!
Özgürlük Anıtı’nın bizimle bağlantısını ilk defa 2004’te bahsetmiştim yazıma tepki gelmiş ve makaslanmıştı Tepkinin sebebi okumadan ahkâm kesme meraklılarının her söz etme ve “Böyle birşey yoktur!” deme merakları idi; makaslamanın gerekçesi ise Hazıra konma ve “Armut piş, ağzıma düş!” zihniyeti…idi Özgürlük Heykelinin geçmişini yazayım: Osmanlı toprağı Mısır, 19. yüzyılda Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın soyundan gelen ve “Hıdiv” unvanını alan valiler tarafından idare ediliyordu ve zamanla içişlerinde bağımsızdı Mısır valileri padişaha sadece yabancı anlaşmaları ve malî protokolleri tasdikle mükelleftiler.
Bartholdy’nin İskenderiye’ye dikilecek heykeli Mısırlı bir kadındı Mısır Valisi Said Paşa, Fransız mühendis Lesseps’e Akdeniz ile Kızıldeniz’i birbirine bağlayacak bir kanal hazırlattı. “Süveyş Kanalı” projesi Osmanlı hükümdarına sunuldu. İngilizler projenin arkasında Fransa olduğu için Akdeniz ve Hindistan hakimiyetini tehlikeye atacak bu hazırlığa karşı çıkıyor ve Sultan Abdülâziz’i projeyi reddetmesi için baskı altında tutuyordu
Said Paşa, İstanbul’un tasdikini beklemeden 1854’ün 30 Kasım’ında Fransızlara projenin hayata geçirilmesi için gerekli şirketin kurulması iznini verdi. İngiltere, Sultan Abdülâziz’e daha fazla baskıya başladı ve proje 12 yıl boyunca onaylanmadı.Said Paşa kanalın açılışını göremedi, 1863’te öldü yerini İsmail Paşa aldı…
Mısır’ın hâkimi İngiliz taraftarıydı, projeye önem vermedi Kanal’ın Mısırı değiştireceğini farkedince işe sarıldı. Sultan Abdülâziz’e bu defa Fransızlar baskı yapdı. Abdülâziz, 1866’nın 19 Mart’ında Kanal’a izin verdi, Mısır’ın kanal inşaatı için yaptığı dış borçları devlet garantisi altına aldı ve Kanal Şirketi’nin hisselerine yüksek bir meblâğ yatırdı.
O günlerde,Bartholdi adında heykeltraş arkadaşları Mısırda firavun mekânlarını dolaştı
Eserlerden etkilendı, Mısır için bir heykel yapma hayaline girdi, 1867’de Paris’e giden İsmail Paşa ile kanalın Akdeniz’e açıldığı yere, İskenderiye taraflarına dev bir heykel yapılma konusunda anlaştılar. Heykel firavunlar zamanı giysilerine bürünmüş Mısırlı bir kadın olacak elinde “Asya’nın ışığının Mısır’dan geldiğini” sembolize eden meşale tutacaktı.
Böylelikle “dünyanın yedi harikası”ndan olan ama yüzlerce sene önce yıkılan İskenderiye Feneri’nin yerine daha mükemmeli konacaktı! Bartholdy iki sene boyunca İsmail Paşa ile temasta bulundu, heykelin modellerini de hazırladı, parçalar halindeki eserin Marsilya’dan bir gemi ile İskenderiye’ye nakli çalışmalarını yaptı.
Ama, ortaya büyük bir dert çıktı: Parasızlık...
Süveyş Kanalı’nı inşa eden Fransız mühendis Lesseps, Bartholdi’yi uyarıp İsmail Paşa’nın maddî sıkıntısını söylemiş mimar dikkate almamıştı…
Kanal 1869 Kasım’ında dünyanın dört tarafından gelen devlet büyüklerinin katıldığı büyük ama “heykelsiz” törenlerle açıldı, Bartholdi’nin eseri ise, Paris’te tozlanmaya terkedildi…
O yıllarda dünyada, Fransa ile Amerika arasında muhabbet yaşanıyor ve taraflar jest yapıyorlardı.
Paris’teki Fransız-Amerikan dostluk grubunun lideri olan Laboulaye, Fransız Hükümeti’ni Amerikalılara dostluğun daima hatırlanması için bir hediye gönderilmesi konusunda ikna etti ve hediyenin devâsâ bir heykel olması kararlaştırıldı. Heykel bir elinde hukuku simgeleyen bir kitap tutacak, diğer elinde dünyayı aydınlatan özgürlük sembolü” meşale taşıyacaktı.Sipariş aynı heykeltraşa, Bartholdi’ye verildi. eser zaten hazırdı senelerden beri depoda duruordu ve tek eksiği üst kısmı ve ellerinde, değişiklik yapılması, Mısırlı kadının Romalı bir hanıma dönüştürülmesi idi…
Amerikalılar heykelin New York’un girişindeki ufak adalardan birine yerleştirilmesine karar verdiler.
Bartholdi yeri görmek için New York’a gitti Paris’e dönüşünde işe başladı. Bakır ve çelikten heykelin mühendisliğini Paris’e eyfel kulesini diken Gustave Eiffel ile tamamladı, heykele annesinin çehresini yerleştirdi ve 1884 te eseri Fransız hükümetine teslim etti. 350 parçadan oluşan heykel “İsere” adlı Fransız gemisine yüklendi 4 Kasım 1885 te New York’a ulaştı.
New York’ta, heykelin yapımı için bağış kampanyası başlamış, ilk bağışı Macar göçmen olan, New York’ta “World” gazetesini çıkartan Pulitzer yapmış 100 bin dolar vermişti. Macar göçmeni gazeteci, gazetecilikte dünyanın en büyük ödülü sayılan “Pulitzer”in isim babası olacaktı.
heykelin dikilmesinde ve resmi açılışta Bartholdi, New York’a yanına Süveyş Kanalı’nın mühendisi ve heykelin fikir babası olan Ferdinand de Lesseps’i alarak gitti ve 1886’nın 25 Ekim’inde eserin açılışını yaptı.Özgürlük Anıtı’nın hikâyesi budur, hadisenin ayrıntıları Suddi Arabistan ile Birleşik Amerika’nın ortaklaşa kurdukları petrol şirketi ARAMCO’nun kültür ve sanat yayınlarında defalarca yayınlanmıştır ve şu anda New York’un sembolü olan anıt için Türkiye’nin verdiği meblâğ da, Mısır’ın bize ait olduğu sırada Bartholdi’nin maket masrafları için yaptığımız ödemelerdir.
İşte, ‘Yoktur’ dedikleri Sevr’in belgeleri!
Tarihî meselelerde ortaya attığımız asılsız iddialara, tarihi ideolojilere kurban etme uğruna sıraladığımız saçmalıklara düşünmeden konuşanların sarfettikleri garip sözlere yenisi ilâve edildi: Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan, “Sevr diye bir andlaşmanın mevcut olmadığı imzalanmadığı ve tanınmadığı” iddiasında bulundu.Tarih Kurumu, Sevr’in bundan böyle andlaşma” değil, “belge” diye öğretilmesi için çalışacakmış, zira ortada “Sevr” diye bir andlaşma mevcut değilmiş,bir belge varmış ama belge “andlaşma” olamazmış! Hoppalaaaa uğradığımız mağlûbiyetlerden bahsetmek âdetimiz değildir, hatâlarımızı değerlendirmek için bile olsa yenilgilerimizi hatırlamamaya çalışırız,
1071’in ve 1922’nin Ağustos’unda kazandığımız Malazgirt ile Başkumandanlık Meydan Muharebeleri’ni düşünüp Ağustos ayının “zaferler ayı” olduğunu söyleriz ama 10 Ağustos 1920’de tarihimizin en büyük felâketi Sevr Andlaşması’nı imzalamak zorunda kaldığımızdan bahsetmeyiz.
Bu sene tuhaf âdetimizi bıraktık, Türkiye’nin tarihçilikte en önemli müessesesi Türk Tarih Kurumu’nun başkanı tarihimizin en ağır utanç belgesi Sevr Andlaşması’ndan bahsetti ama işte böyle, ySevr andlaşma değildir, uygulanmadığı için sadece bir belgedir” diyerek! Bizim için bir züll olan Sevr’in uygulanması, Damad Ferid Paşa’nın imzaladığı şeklinde bir kanı mevcuttur ama andlaşmada Ferid Paşa’nın imzası yoktur! Ferid Paşa andlaşmada sadrazamdır, ama delege değildi; imza koymamıştı. Sevr’i Türkiye adına imzalayanlar üç kişiydi: “Meclis-i Ayân âzası” yani “senatör” Hâdi Paşa ile şair Rıza Tevfik ve Türkiye’nin İsviçre’deki elçisi Reşad Halis Beyler...
Ankara İstiklâl Mahkemesi, Sevr’in imzalanmasından bir buçuk ay sonra, 1920’nin 7 Ekim’inde andlaşmayı imzalayan üç kişiyi önce “vatana ihanet” ile idama mahkûm etti,üçü de sonra 150’likler listesine alınp vatandaşlıktan çıkartıldı Türkiye’ye girişleri yasaklandı. Sevr’in imzalanmasından önce 22 Temmuz 1920’de Yıldız Sarayı’nda toplanan, başkanlığını Sultan Vahideddin’in yaptığı ve andlaşmanın imzalanıp imzalanmaması hususunu görüşen Saltanat Şûrâsı’nda andlaşmanın kabulü lehinde oy kullananlar Lozandan sonra şayet hâlâ görevde iseler vazifelerinden azledildiler ve emeklilik hakları iptal edildi.
UNUTMAYALIM: SEVR, TAM BİR UTANÇ BELGESİDİR! Hâdi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşad Halis Beyler’in imzaladıkları metin, andlaşmadan ziyade güçlü bir memleketin sömürge yasasını andırır; askerî, siyasî ve malî hükümlerin yanısıra barış andlaşmasında bulunmaması gereken bazı garip maddeleriyle, müttefiklerin Türkiye’ye “medenileştirilmesi gereken geri kalmış bir topluluk” gibi baktıklarını gösterir. Andlaşmada, “Türkiye’nin tren vagonlarını sürekli fren aygıtının işlemesine engel olmayacak biçime sokması” kazı yapma iznini yalnız arkeoloji deneyiminde güvence gösteren kişilere vermesi” (Ağustos 1914’ten önce elde edilmiş tarihi eserleri iade etmesi” beyaz kadın ticaretini yasaklayıp önlenmesi” “müstehcen yayınları yasaklanması” tarıma yararlı kuşları korunması” gibisinden ancak sömürge idarelerinde rastlanabilecek yaptırımlar da vardır.
Şimdi bu utanç verici maddeler ve Sevr’in Türkiye’yi paramparça etmiş olması ve hükümlerinin İstiklâl Harbinde ortadan kaldırılması bir tarafa bırakılıyor ve “Sevr andlaşma değildir, onaylanmadığı için geçerliliği yoktur, sadece bir belgedir” deniyor! Bu iddia, ayıptan da öte bir cür’ettir! TASDİK ETMEDİK AMA HERŞEYİ İLE UYGULANDI! Sevr’in onaylanmaması”, yani “hukukî geçersizlik” hadisesinin aslı şudur: Sevr imzalanmış ama Türkiye’de resmen tasdik edilmemiştir, Sultan Vahideddin, San Remo’da sürgünde iken Sevr Andlaşması’ndan bahsederken “Andlaşmayı imzalamaktansa tahttan feragat etmeye kararlıydım” der.
Vahideddin’in ilk kez Sevr hakkında söyledikleri şöyledir: sevr Andlaşması bana göre ne andlaşmaydı, ne pakttı: kötülüğün kendisiydi.
Müttefiklerin baskısıyla andlaşmayı uzun bir toplantıdan sonra kabul eden Saltanat Şûrası’nı metni imzalayanları bu hareketden mes’ul tutamayız. Bana gelince; mecburi ve geçici imza taktiğiyle zaman kazanmaya çalıştım. Saltanat Şûrası’nı tüm mes’uliyeti üzerime alarak galipleri ve zaferlerinden sonra Türkiye’ye düşman bir tavır içine giren memleketlerin kamuoyunu sakinleştirmek için teşkil etmiştim. zaman kazanmaya çalıştım, olayların gidişatını normale sadece zaman çevirebilirdi.
oyalama kararımı Sevr Andlaşması’nı kabul için delege gönderen Hindistan Komitesi’ne bildirdim. Hadiseleri beklemeyi tercih etmiştim. işler kötü gider ve oyalamakta muvaffak olamazsam, andlaşmayı imzalamaktansa tahttan feragat etmeye kararlıydım”.Sultan Vahideddin Andlaşmayı onaylamamış Meclis-i Mebusan da kapatılmış olduğu için Sevr resmen tasdik edilmemiştir.
Ama, mesele basit değildir… Sevr, Türkiye tarafından tasdik edilmemiştir fakat Türk delegeleri Sevr’i imzalamışlar diğer memleketlerden devlet başkanları, kralları parlamentoları andlaşmayı onaylamışlar Sevr bütün şiddeti ile uygulanmıştır!
Sevr’in uygulanmasından doğan sıkıntıları, üzüntüleri, yıkıntıları, elem ve ıztırabı gösteren yüzlerce belge vardır… yüzlerce belgeyi görmezden gelip acıları da unutarak “Sevr yoktur” demek en azından ayıptır, insafsızlıktır ve aklı başında bir tarihçinin yapacağı iş değildir! BİR DEĞİL, TAM SEKİZ AYRI SEVR VARDIR! Türkiye’de, tarihimizin en acı vesikası Sevr’in imzalanmasının üzerinden bir asır geçmiş olmasına rağmen, hâlâ araştırma yapılmamıştır ve Sevr’in Müttefikler ile Türkiye arasında imzalanmış tek bir andlaşma olduğu zannedilir. Sevr, bir “andlaşmalar serisi”dir, Türkiye’nin imzaladığı ölüm fermanı” olan metin bu serinin sadece biridir ve Paris’in banliyölerinden Sévres’deki çini fabrikasının sergi salonunda 10 Ağustos 1920’de öğleden sonra saat dördü sekiz geçeden itibaren ardarda imzalanan Sevr
ELE-GÜNE REZİL OLUYORUZ!
Bugün hâlâ Sevr’in lehinde konuşan akıl ve idrak düşkünü birkaç bedbaht ortaya çıkıp andlaşmanın Lozan’dan ileride olduğunu” söyleyebiliyor; hattâ Sevr de yoktur, İstiklâl Harbi de…” diyecekler ama dilleri varmıyor fakat memleketin tarih konusundaki en ciddî müessesesi Türk Tarih Kurumu “Sevr’in andlaşma olmadığını” iddia ediyor! Türk Tarih Kurumu’nun Sevr’i değerlendirirken yürüttüğü mantık ile tuhaf iddialarda da bulunabiliriz: Meselâ tarihlere “93 Harbi” diye geçen savaşta Rus ordusunun Yeşilköy’e gelmesi üzerine 3 Mart 1878’de imzalamak zorunda kaldığımız Ayastefanos Andlaşması’nın şartlarının aynı senenin 13 Temmuz’unda Berlin Andlaşması ile hafifletilmiş olmasını gerekçe göstererek “Tarihimizde ‘Ayastefanos’ diye bir andlaşma yoktur, uygulanmamıştır, Ayastefanos sadece bir belgeden ibarettir” diye saçmalayabiliriz!
Yakın tarihimiz konusunda senelerden buyana zaten dünya kadar palavra atıyoruz; şimdi de “Sevr andlaşma değildir, bir belgedir” gibisinden komiklikler ilim dünyasını tebesüme garkedecek ve birkaç nesil tarihçilerinin gözünde komik, zavallı ve âciz bir vaziyete düşeceğiz
Tarih Kurumu’nun başkanı ve Selçuklu tarihinin üstadı Prof. Dr. Refik Turan kusura bakmasın ama tarihi perişan, İstiklâl Harbi şehidlerinin ruhlarını kıran saçmalamaların Türk tarihçiliğinin üzerine utanç verici bir yafta gibi yapıştırılmasına devletin tarihi araştırmakla görevli en önemli kurumunun asla ama asla hakkı yoktur!
*
Küçük kıyametin yıldönümü
*
on dokuz sene evvel, memleketin bağrına
ateş düştü. Toprağın ani uğultusu ile başlayan sarsıntıda onbinlerce can gitti, yuvalar söndü, aylar boyunca her tıkırtıda ayaklara fırladık, zaman geçti ve korkularımızı endişelerimizi de unuttuk.
deprem tedbirlerin'den vazgeçildi, depreme dayanıksız binaları elden geçiren kentsel dönüşüm rant kavgası hâlini aldı...Unutmayalım: Marmara Bölgesi’nde her 250 senede bir çöken zelzele belâsı vardır. Zamanı geldiğinde gelmemezlik ettiği görülmemiştir; vurur, yıkar, canlar alır, azabı tattırır ve 250 sene sonra tekrar teşrif eder!
Bu, İstanbul’un bilinen tarihi, Bizans’ın* ilk zamanlarından buyana böyle olmuştur. Kendini göstermeye milâttan asırlar önce başlamış, Osmanlı zamanının Türk İstanbul’unu da defalarca perişan etmiştir.
Şehrin 1509’da ve 1766’da yaşadığı âfetler hep 250 senede bir gelen belânın eseridir sarsıntılar şiddetli olmuştur ki Mısır’dan Kırım’dan hissedilmişdir “BEKLEYİN, GELİYORUM” DEDİ
1999 depremi, en son 1766’da uğrayan ve iki buçuk asır sonra mutlaka tekrar edecek derdin ön hazırlığı,, “Bekleyin, geliyorum” mesajı idi!
Tarihler 250 senelik periyodda ufak-tefek değişikliklerin görüldüğünü, depremin beklenenden birkaç sene önce mutlaka geldiğini yazarlar...
1766’ periyodu 2016’da tamamlandı ve şimdilerde uzatmaları oynuyoruz! Gönül, bilimin deprem zamanını tâyin edebilmesini arzu ediyor ama mümkün değil; deprem hocaları başka şeyler söylüyor, ufak çaplı sarsıntıların merkezi, büyüklüğü ve şiddeti hususlarında bile anlaşamıyorlar ve mutlaka yapılması gereken hay-huy arasında kaynayıp gidiyor:
Tarihçiler ile deprem uzmanları arasındaki işbirliği...Deprem geçmişimiz konusunda tarihçiler çalışma yaptılar ortak projeler hazırlandı ama uygulanmasına fırsat verilmedi...Çalışmanın temelini tarihçiler ile deprembilimciler teşkil ediyordu. Proje hazırlandı, TÜBİTAK’a sunuldu ve reddedildi Deprem meselesindeki manzara-i umumiye işte budur!
*
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU yazıları
iki asır önce Devletin yapılandırılması kolay olmadı
II. Mahmud’un reformları 500 yıllık Osmanlı imparatorluğu’nu tamamen değiştirmiş devlet yeniden yapılandırılmıştı. yapılandırmada çok sıkıntı çekmiştik Cumhurbaşkanlığı sistemiyle devlet yeniden yapılandırılıyor. Biz bu yapılanmayı iki asır önce II. Mahmud ve Tanzimatda yapmıştık.
İkinci Mahmud Osmanlı İmparatorluğu'nu değiştiren bir padişahtır. Batılılaşma başlamıştır. Hükümdarlık dönemi yoğun geçmiş ve hükümdar yıpranmıştı ki "gaile-i saltanattan usandım" demişti.
Merkezi otoritenin güçlendirilmesi ve yapılandırılması Sultan Mahmud döneminin özelliğidir. 1826'da Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasıyla askeri reformlar yapıldı. iç ve dış güvenlik meseleleriyle uğraşıldı. saltanatının sonlarında idari değişiklikler yapıldı. Geleneksel kurumlar Avrupai modelde teşkilatlandırıldı.
Tanzimat Dönemi'nin başlangıcı da Sultan Mahmud dönemidir Reformlar planlı, programlı değil de kısa vadeli sonuçlar düşünülerek çok hızlı yapıldığı için bazı kurumlarda sıkıntılar çıktı birçok düzenlemelere gidildi. II. Mahmud, hem Tanzimat, hem de sonraki dönemlerde yeni kurumlar kuruldu, lağvedildi, başka yerlere bağlandı. Birleştirildi, ayrıldı, Devlet adamlarının düşüncelerine göre devleti şekillendirme istekleri yüzünden liberal ve muhafazakâr kanatda nüfuz mücadelesi oldu birçok aksaklık meydana geldi. devlet yapısının oturması çok uzun bir zaman aldı.
II. Mahmud reformlarında Pertev Said Paşa ve Hüsrev Paşa ön plandaydı . Bazı konular tartışıldı, bazıları anlık karara bağlandı.
Sultan Mahmud, sadrazamlığı başvekâlete dönüştürüp, müstakil bir makam olmaktan çıkardı, Başvekâlet, nezaretleri yönetmekten ziyade koordinasyon sağlayacaktı. İlk başvekil dahiliye nazırı olmuştu. başvekâlet uzun ömürlü olmadı. Sultan Abdülmecid tahta geçince Hüsrev Paşa, kendisini eski yetkilerle sadrazam ilân ettirdi. Dahiliye Nezareti kaldırılarak sadarete devredildi. 20 yıl sonra 1869'da Dahiliye Nezareti yeniden kuruldu. Sultan Mahmud hazineleri birleştirerek kurduğu Maliye Nezareti Sultan Abdülmecid zamanında lağvedilip, Hazine-i Âmire ve Hazine-i Mukataat defterdarlıkları kuruldu. İki yıl sonra hazineler tekrar birleştirilip Maliye Nezareti yeniden kuruldu
yeniden yapılanmada meclisler ihdas edildi. Meşveret Meclisi'nin dışındaki meclis uygulaması olmadığından birçok mesele ortaya çıktı. Meclise ilk atanan üyeler diğer işleriyle birlikte meclis üyeliği yaptıkları için çalışmaları verimli olmadı. meclis üyelikleri müstakil memuriyet haline getirildi. rütbe farkları da meclis çalışmalarını olumsuz etkilemişti. rütbeleri eşitlendi. Bazı meclisler kapatıldı veya başka kurumlara bağlandı. Hükümete yardımcı alan "Dâr-ı Şûrâ-yı Bâbıâli" birçok konuda çalışma yapacaktı. verimli çalışamayınca 1839'da lağvedildi. Başarılı çalışmalar yapan "Meclis-i Umur-ı Nâfia" 1839'da Ticaret Nezareti'ne bağlandı. 1838'de kurulan Meclis-i Vâlâ ile 1854'te kurulan Meclis-i Âlî-i Tanzimat gibi reformlarla ilgili düzenlemeleri yapan meclislerin aynı anda olması sıkıntılara sebep olduğu için 1861'de iki meclis Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye adıyla birleştirildi.
Kurumların isimlerinin oturması zaman almıştır. Örneğin nezaretlerin kurulması üzerine oluşturulan Meclis-i Vükela, yani bakanlar kurulu "Encümen-i Mahsus, Encümen-i Mahsus-ı Vükela, Meclis-i Has, Meclis-i Meşveret, Meclis-i Hass-ı Vükela, Meclis-i Hass-ı Meşveret, gibi birçok değişik isimle anılmıştır. II. Mahmud ve Tanzimat dönemindeki reformlardaki sıkıntıların üç sebebi vardı. Ne yapılacağını tespit edip, uygulayacak yetişmiş devlet adamı, reformlar yapmak için savaş tehdidi altında olduğu için reformları soğukkanlı olarak yapacak zaman sıkıntısı çekilmişti. reform yapacak, hem de yapılan reformları uygulayacak, işin altından kalkabilecek kadrolar yoktu Yetişmiş insan eksikliği çekildi yeni kurumlara eskiden benzer görevi yapanlar getirilmek zorunda kalındı. reformlar eski kadrolar tarafından yürütüldü Reformları uygulayacak bürokrat ve memurların isteksizlik ve karşıtlıkları ıslahat sürecinin sağlıksız yürümesine sebep oldu
II. MAHMUD DÖNEMİNDEKİ YENİ KURUMLAR
BÂbıÂlı'de*Sadaret başbakanlığının bir birimi olarak 1821'de Tercüme Odası kuruldu. 1826'da angarya usulü kaldırıldı.İstanbul'da Vak'a-yı Hayriye ile bozulan düzenin iadesi amacıyla kolluk kuvveti ve belediye hizmetlerini için 1826'da İhtisab Nezareti kuruldu.Vakıf gelirlerinin kontrolü ve idaresi için Ekim 1826'da Evkaf-ı Hümâyûn Nezareti kuruldu. Asakir-i Mansure ordusunun gelir ve giderlerini için Şubat 1827'de Mukataat Nezareti kuruldu. Vergilerin toplanabilmesi amacıyla 1831'de ilk nüfus sayımı ve kapsamlı arazi sayımı gerçekleştirildi. 1831'de Takvim-i Vekayi adıyla ilk resmî gazete yayınlanmaya başlandı.
1836'da Reisülküttaplık Umur-ı Hariciye Nazırlığı'na yani Dışişleri Bakanlığı'na, Çavuşbaşılık Nezareti'ne ve Sadaret Kethüdalığı Umur-ı Mülkiye Nazırlığı'na yani İçişleri Bakanlığı'na dönüştürüldü. Umur-ı Mülkiye Nezareti'nin ismi Ekim 1837'de Dahiliye Nezareti şeklinde değiştirildi. 1838'de Mansure hazinesi ve Hazine defterdarlıkları birleştirilerek Maliye Nezareti kuruldu. II. Mahmud devrinin sonlarında, Mayıs 1839'da da Zahire Nezareti kaldırılarak Ticaret Nezareti tesis edildi.
Nazırlara vezir ve müşir rütbeleri verilmiş, ancak sivil oldukları için paşalık verilmemişti. bir süre sonra hariciye ve dahiliye nazırlarına paşa ünvanı verildi. Nezaretlerin işlemesinde nazırlara yardımcı olmak üzere müsteşar tayin edildi. 30 Mart 1838'de Sadaret kurumu yeniden teşkilatlandırıldı "Başvekalet"e dönüştürüldü. padişahın mutlak otoritesi pekiştirilirken, sadrazamın idari etkinliği sınırlandırılmıştı.
Başvekil, içişleri bakanı sıfatının yanında bakanlıklardan sorumlu temsilci hâline getirildi modern manada bakanlıkların kurulmasındaki amaç, Avrupa'daki kabine sistemini hazırlamaktı.
yeniden yapılanma döneminin hukuki esaslarını tespit üzere, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Dâr-ı Şurâ-yı Bâbıâli, Dâr-ı Şurâ-yı Askeri, Meclis-i Vükela gibi yasama ve danışma meclisleri kuruldu. ziraat, bayındırlık, sanayi ve kalkınma için tüm işleri yürütmek üzere Haziran 1838'de Meclis-i Umur-ı Nafia ve sağlık işlerini düzen amacıyla da Meclis-i Umur-ı Sıhhiye gibi meclisler ihdas edildi. Yurt dışındaki elçiliklerin fonksiyonel hale getirilmesi yönünde adımlar atılıp,Avrupa başkentlerine zeki, basiretli ve aynı zamanda dil bilen diplomatların atanmasına özen gösterildi. Yurt dışına çıkışta pasaport usulü getirildi. 1838'de karantina teşkilatı kuruldu. Haberleşme alanında 1832'den itibaren yeni posta yolları yapıldı ve posta teşkilatı kurulması yönünde aşamalar kaydedildi.
Osmanlı padişahları cülus törenleriyle tahta çıkardı
padişahlar, büyük ve ihtişamlı törenle tahta çıkar Saltanat değişiklikleri imparatorlukta büyük şenliklerle kutlanırdı Tarihimizde de devlet başkanlarımızın değişmesi büyük törenler
İslamiyet'ten önce Türkler tahta çıkan hakanı keçe üzerine oturtup, dokuz kere havaya indirip kaldırırdı
Hakan törenle beylere kımız ikram ederdi.
TOPLAR ATILIYOR Osmanlı anlayışına göre 16. yüzyılın sonlarına kadar padişahın erkek çocukları tahta geçme hususunda eşit hakka sahipti Şehzadeler devlet idaresinde tecrübe için Anadolu'daki sancaklara gönderilirdi. Tahttaki padişahın ölüm haberi veziriazam tarafından ulaklar vasıtasıyla sancaklardaki şehzâdelere ulaştırılırdı.Üsküdar'a gelen şehzade devlet ricali tarafından kadırga ve kayıklarla karşılanırdı. Yeni hükümdar kadırgaya binerek Üsküdar'dan Eminönü'ne geçerken Tophane'den toplar atılırdı atına binen padişah binlerce asker ve saray görevlisi eşliğinde alayla Topkapı Sarayı'na intikal ederdi.
Alay yol alırken çavuşlar alkış tutup, dua ederdi. Alkış çavuşları törenlerde "Aleyke Avnullah;
Uğurun açık olsun, ikbalin efzun;Padişahım ömrü devletinle bin yaşa; Maşallah, mağrur olma padişahım senden büyük Allah var" diye bağırırdı.
III. Mehmed'den sonra şehzadelerin sancağa gönderilmemesiyle tahta çıkış törenleri şekil aldı. padişahın vefatından harem ağası vasıtasıyla haberdar olan sadrazam, İstanbul'daki devlet ricalini durumdan haberdar ederdi. Devlet adamları matem kıyafetlerini giymiş hâlde saraya giderler, Divân-ı Hümâyûn'a veya Sünnet Odası'na geçip, padişahı beklerlerdi Harem ağası taht sırası hangi şehzâdedeyse padişahın vefatını haber verir kendisini tahta davet ederdi.
Selefinin naaşını gören yeni padişahın koluna giren harem ağası, Hırka-i Şerif Dairesi'ne girerken şehzâdenin diğer koluna silahdar ağa girerdi. ilk biat gerçekleştirilir, önce sadrazam ve şeyhülislâm sonra da harem ağası ve saray ağaları yeni padişaha biat ederdi.İlk biatten sonra genel biata hazırlanılırdı. Teşrifatçıbaşı tarafından cülus merasiminde hazır bulunacaklar saraya davet edilir, bir davetiye de yeni padişaha gönderilirdi. padişahın tahtı Bâbüssaâde önüne kurulur Teşrifatçı herkesi mevkilerine uygun tertip edince, bâbüssaâde ağası Hırka-i Şerif Dairesi'ndeki padişaha hazırlıkların tamamlandığını haber verirdi.Harem ağası padişahın koluna girer, diğer koluna da bâbüssaâde ağası sonraları da silahdar ağa girer tahta gelirlerdi. Meydandakileri selamlayan padişah, tahta otururdu.
Nakibüleşrâf'tan başlamak üzere herkes sırasına göre biat ederdi. En son teşrifatçının biat etmesiyle tören sona ererdi.Saraydaki biat merasiminden sonra, padişahın halk içine ilk çıkışı kılıç kuşanma münasebetiyle tertiplenen alayla olurdu.
Avrupa'daki taç giyme töreni bizde kılıç kuşanmaya denkdi. Yıldırım Bâyezid ve II. Murad'a Bursa'da Emir Sultan kılıç kuşatmıştı. 16. yüzyılın sonlarından itibaren Eyüp'te kılıç alayları yapıldı Edirne'de tahta çıkan II. Mustafa ve II. Ahmed Eski Camii'de kılıç kuşanmışdı Padişahlar, Peygamberimizin, Hazreti Ömer'in, Halid bin Velid'in, Osman Gazi'nin, Yavuz Sultan Selim'in kılıçlarını kuşanırlardı. IV. Murad, Peygamberimizin ve Yavuz Sultan Selim'in kılıçlarını kuşanmıştı.
Tahta çıkan hükümdarlar askere ve devlet ricaline cülus bahşişi dağıtır ve maaşlara zam yapardı.
Padişah, cülustan sonra kendi adına mühr-i hümayun denilen mührü kazıtırdı. Bu mühr saltanat değişikliğiyle eski sadrazama veya hükümdarın tayin ettiği yeni sadrazama verilirdi.Padişah cülustan sonra tahta çıktığını diğer devletlere kendi tuğrasıyla bir fermanla bildirirdi.Buna cülus tebliği denirdi.Yabancı ülkelerden cülus tebriki için elçiler gelir ve törenlerle karşılanırdı. Padişahın ilk Cuma Namazı büyük törenlerle olurdu.ilk Cuma namazı Ayasofya Camii'nde kılınır. Yeni padişahı görmek isteyen halk törene gelirdi.
murataltug1985
08-24-2018, 08:40
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU yazıları
Dedelerimiz 12 yıl askerlik yapıyordu
Bugünlerde bedelli askerlik ve 28 gün askerlik* tartışılıyor. 200 yıl önce Yeniçeri Ocağı’nın kapıtılmasının ardından Asâkir-i Mansure-i Muhammediye ordusu kuruldu. Askerlik çok az bir maaş karşılığı olmak tam 12 yapılırdı İmparatorluğun ilk üç asrında dünyanın en önemli askeri gücünü oluşturan Osmanlı ordusu, 17. yüzyıldan itibaren askeri sistemlere ayak uydurmak için imparatorluğun son 300 yılını arayışlarla geçirdi.Yeniçeri Ocağı'nın 1826'da kaldırılmasından sonra Asâkir-i Mansure-i Muhammediye adlı yeni bir ordu kuruldu. padişahın fermanı ile ordunun esasları tespit edildi askere almada* bir sistem yoktu. Maaş karşılığı 12 yıl askerlik yapılacaktı. Nizâm-ı Cedid döneminde üç yıl olan askerlik süresi dört katına çıkarılmıştı.
askerlik yapacak kişiler evlilik ve sivil hayattan uzak tutulacaktı.
Askerlikten ayrılabilmek, varisi olduğu kişinin ölmesiyle tarlayı işleyenin kalmaması ve yetimlere bakacak bir akraba olmadığı durumlarda söz konusuydu. Savaş olmadığı dönemlerde her beş askerden birisi memleketi yakınsa 6 ay, uzaksa 8 ay sıla izni alabiliyordu. Askerler başka bir işle uğraşamıyordu. Hizmet bitince emeklilik maaşı bağlanacaktı. verilen maaşın azlığı yüzünden istenilen netice alınamadı. Mevcut askerlerin haricinde savaş sırasında yaşı uygun olanlar* askere alınırdı. Sistem yeterli olmayınca çıkarılan kanunlarla askere almaya bir düzen getirilmeye çalışıldı.1846 tarihli Kur'a Kanunu ile askeri işlemlere* düzen getirildi. Askerlik süresi 5 yıldı. yaşı 19-20 olanlar arasında kur'a çekilerek askere alınanlar tespit edildi. Gitmek istemeyenler bedel-i altında kendi yerlerine askere gidecek olanları tespit ederdi.
Yerine gidecek birisini bulamayan ise belirli bir miktarda para verirlerdi. gayrimüslimlerin askere gitmek istememeleri, kanundaki askere gitmeden muaf grupların fazlalığı ve uygulamadaki* noksanlıklardan askere alma başarılı olamadı. Medrese talebeleri, üst düzey bürokrasi ailesine bakacak kimsesi olmayanlar vs. askere gitmiyordu. 1846 kanunundaki aksaklıkları düzeltmek için 1870 ve 1886'da askere alma kanunları çıkarıldı. 1886'da askerlik süresi 6 yıl* belirlenmişti. istenilen netice alınamadı. gayrimüslimler askerlik yapmamak için çeşitli bahanelere sığındılar. 1908'de yeni bir asker kanunnâmesi hazırlandı dünya savaşına doğru 12 Mayıs 1914'te "Mükellefiyet-i Askeriye Kanun-u adıyla geçici bir askere alma kanunu çıkarıldı.
Bu kanunla ülkemizde zorunlu askerlik başladı.* birinci maddesine göre "Osmanlı hanedanının üyeleri dışında kalan tüm tebaa için askerlik hizmeti zorunluydu". 18 ile 45 yaş arasındaki her erkek askerlik ile mükellefti. Askerlik süresi görev yapılan birliğe göre değişiyordu. Piyade sınıfında süre 2 yıldı Önceki kanunların eksiklikleri iyi tespit edildiği ve seferberlik ilan edildiği için Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı ordusunda askerlik yapanların sayısı çok büyük rakamlara ulaştı. ilk defa 2.850.000 kişiyi askere aldık.1914 tarihli kanun, Millî Mücadele dönemi ile Cumhuriyet'in ilk yıllarında da uygulandı Cumhuriyet'in ilanından sonra 1927'de yeni bir askere alma kanunu kabul edildi. günümüze kadar uygulandı.
Osmanlı Beyliği'nin askeri gücü Anadolu beylikleri gibi aşiret kuvvetlerindendi. Orhan Gazi devrinde Vezir Alaeddin Paşa ve Çandarlı Kara Halil tarafından Türk köylülerinden vergi muafiyeti ve seferde günde 2 akçe maaş karşılığında yaya ve süvari teşkilatı oluşturuldu.Osmanlı fetihleri artıp, birlikler, ihtiyaca cevap vermeyince Hristiyan esirlerden istifade edilerek I. Murad devrinde Avrupalı yazarların, "şeytan icadı" diye adlandırdıkları Kapıkulu Ocakları kuruldu. Yeniçeri, kapıkulu süvarileri ve topçular gibi birliklerden oluşan kapıkulu askerleri profesyonel askerlerdi.
Osmanlı'da profesyonel askerlik varken Avrupada paralı askerler ve asillerin gönderdiği birlikler ağırlıktaydı. Osmanlı ordusu 100 bin kişiye* ulaşırken Avrupa orduları 25-30 bin kişiydi
Aristokratlar komutan ve onların adamları da askerleriydi. 17. yüzyılda Fransa Kralı XIV. Louis aristokratları topladı ve asillerin askerlerinden büyük bir ordu meydana getirdi.Fransa'da profesyonel askerlik Fransız İhtilali'nin* sonucudur. İhtilal yüzünden Avrupa'da savaş çıkınca "Levee en masse" olarak bilinen ve kitlelerin askere olmasını öngören kanun 23 Ağustos 1793'te Milli Konvansiyon'da kabul edildi. bütün vatandaşlar askerdi. Genç erkeklerden savaşmaları evli erkeklerden nakliyata ve mühimmata yardımcı olmaları, kadınlardan üniforma ve çadır dikmeleri, çocuklardan bez toplamaları, yaşlılardan* meydanlarda toplanmaları isteniyordu uygulama Fransız İhtilali boyunca geçerliydi. Fransız ordusunun çok büyük bir sayıya ulaştı yeni sistem Fransa'dan sonra Kıta Avrupa'sına da yayıldı.
Uğruna dağa çıktıkları anayasayı okumamışlardı
Tarihimizin önemli dönüm noktalarından İkinci Meşrutiyet’in 110. yıldönümü. İttihadçılar yıllarca mücadele edip 1908’de ilân ettirmek için dağa çıkarak canlarını ortaya koydukları anayasayı okumamışlardı 2. Abdülhamid, 93 Harbi'nin sonunda 1878'de meclisi süresiz tatil etti.
anayasaya dokunmadı.Anayasa uygulanmasa bile her sene ilk sayfalarda yer alıyordu. İlk Türk anayasası Kanun-ı Esâsî, özgürlükleri kısıtlı olmasına rağmen, Jön Türkler tarafından özgürlük sembolü olarak görüldü.Meşrutiyet taraftarları 1878 sonrasında 2. Abdülhamid rejimini değiştirip, meclisi açtırmak için muhalefete giriştiler. Yurtiçinde faaliyet gösteremeyince faaliyetlerini yurtdışında sürdürdüler.
Jön Türkler 1895'te hız kazandı. Jön Türkler'i destekleyen ulema meşrutî idarenin şeriata uygunluğunu savunuyordu.Meşrutiyetçiler, Meşrutî idarenin İslâmiyet'e uygun olduğunu, Kanun-ı Esâsî'nin yeniden uygulanmasını, şeriatın uygulanmasına engel olmadığı propagandasıyla taraftarlarını artırmaya çalıştılar. 1889'da İttihad ve Terakki Cemiyeti kuruldu. cemiyet zaman içinde örgütlerle birleşerek büyüdü ve askerler cemiyeti etkili bir hale getirdi. Reval görüşmesinden sonra ülkenin paylaşıldığına inanan ve gözlerine uyku girmeyen İttihadçılar yoğun bir propaganda yaptılar II. Abdülhamid de İttihadçılar'ı tespit etti
Enver Bey, 25 Haziran 1908'de Selanik'ten ayrılıp, dağa çıktı. Birkaç gün sonra Resneli Niyazi 150 askeriyle Resne'de dağa çıktı.
Enver Bey dağda gezerken anayasa konusunda halka ateşli propaganda yapmakta, toplu yemin ve cemiyete giriş törenleri düzenlemekteydi.
Rumeliden İstanbul'a anayasanın yürürlüğe konmasını isteyen telgraflar yağdı. Telgraflar hürmetkâr bir şekilde sultandan anayasanın yürürlüğe konmasını talep ederken bir kısmı "İstekleri yerine getirilmediği takdirde ordunun İstanbul'a yürüyüp başkasına biat edileceği" tehdidinde bulunuyordu.Sultan Abdülhamid'in subaylarına yapılan suikastlar ve Şemsi Paşa'nın vurulması ile İttihadçılar'ın önü açıldı Enver Bey, 22 Temmuz da arkadaşları ile Köprülü'ye girdi. Hürriyet'in ilânı kararlaştırıldı. 23 Temmuz'da Köprülü'de "Yaşasın Millet! Meşrutiyet!
Hürriyet!" nidaları ve top atışları arasında Meşrutiyet ilan edildi.
Enver Bey, İstanbul'a "Hastayı tedavi ettik. Bulgar vatandaşlarımız, bizimledir. Beyhude kan dökülmemek için haklı talebimizin yerine getirilmesine buyurunuz" şeklinde bir telgraf çekti. Bir diğer Hürriyet ilânı Manastır'da yapıldı. İkinci Abdülhamid meclisin açılacağını ilân edince II. Meşrutiyet dönemi başladı. Hürriyet kahramanı Enver Bey'i taşıyan tren her yerde kutlamalarla durdurularak, Selânik'e vardı. Selanik'te büyük bir kalabalıkla karşılanan Enver Bey'e Talât Bey, kırmızı cildli bir Kanun-ı Esâsî hediye edecekti. hürriyet getireceğiz diyen İttihadçılar kimseye nefes aldırmayacak muhaliflerini silahla susturacaklardı.
İttihadcılar'ın önde gelenleri yeniden ilân için Abdülhamid rejimine karşı mücadele verdikleri Kanun-ı Esâsîyi bile okumamışlardı.İttihadcılar'ın en önemli isimlerinden Dr. Nâzım iktidardan düştükten sonra Moskova'dayken bir sohbette anayasayı sorduklarında hiç okumadığını ancak anayasanın "iyi birşey olduğu"nu duyduğunu söyleyecekti. Kanun-ı Esâsî*(29.07.2018)
Kurbanda çevre kirliliğine karşı padişah fermanı
Kurban bayramlarında kesilen hayvanların artıklarıyla ortalığın kirletilmesi çok eskiden gelen bir mesele III. Mustafa “Kurban atıklarını sağa sola atmayın” diye ferman üstüne ferman yayınlamıştı
denetimin sıkılaşması ve kurban kesimine uygun yerlerin açılmasıyla birlikte sağda solda kurban kesip, çevreyi kirletme azaldı. Kurban bayramlarında kesilen hayvanlarla ortalığın kirletilmesi Osmanlı döneminden kalma bir durumdu. Osmanlı evlerinde kurbanların rahatça kesileceği bahçe veya avlu olmasına rağmen kurban kesiminde hoş olmayan durumlar yaşandı 1754 ile 1774 te Osmanlı tahtında bulunan Üçüncü Mustafa ferman yayınlayarak kurban artıklarının çevreyi kirletmesinin önüne geçmeye çalıştı.
Bayramlar, Müslümanlar'ın Medine'ye Hicret'inden sonra 624'te başladı. Ramazan Bayramı 3, Kurban Bayramı 4 gündü. Osmanlı İmparatorluğunda Ramazan Bayramı'na "Iyd-i Said-i Fıtr", Kurban Bayramı'na ise "Iyd-i Said-i Adha" denirdi.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Kurban Bayramı için Zilhicce ayının girdiğinin işareti olarak hilalin görülmesi beklenirdi. Zilhicce ayının birinci günününün tespitiyle arife ve bayram belli olurdu. Kurban Bayramı, Zilhiccenin 10'unda başlardı. Ramazan'ı Kadir gecesini ve Kurban Bayramı'nı belirlemek İstanbul Kadısı'nın göreviydi. Kadı bayramı tespitten sonra saraya bildirir, padişah onayından sonra bayram halka ilân edilirdi. bu günleri bildiren İstanbul kadısı yüklü bir bahşiş alırdı.
Arife günü ikindiden itibaren Ramazan Bayramı'nın üçüncü günü, Kurban Bayramı'nın ise dördüncü günü akşamına kadar her gün top atılırdı. toplar Tersane'den ve Donanma'dan ateşlenirdi. Bazen limanda bulunan başka milletlere ait gemiler de top atardı. Ramazan ve Kurban Bayramı öncesi arife gecesi bütün cami ve mescitlerin kandilleri yakılırdı. Kurbanda en önemli mesele halkın kurban ihtiyacıydı. Tanzimat öncesi sığır eti makbul olmadığından koyun tüketilirdi. halkın sıkıntı çekmemesi için aylar önceden İstanbul'a gelecek kurbanlık koyun hazırlıklarına başlanırdı.
kasab başı kontrolünde, Anadolu ve Rumeli'deki koyun yetiştirilen bölgelerden onbinlerce koyun getirilirdi. Kasab başı, Kurban Bayramı kışa rastlamışsa Anadolu'dan kurbanlık getirilmesi zor olduğundan, Rumeli'den daha fazla koyun getirtirdi.
Osmanlı döneminde kurbanlık koyunların rastgele kesilmesi ve hayvan artıklarının sağa sola atılması önlenemeyen bir meseleydi. 1757 ile 1774 te Osmanlı tahtındaki 3. Mustafa tarafından 1765'te çıkarılan bir fermanda İstanbul, Üsküdar, Eyüp ve Galata kadıları ile Galata Voyvodası'na halkın kestiği kurbanların sağa sola atmalarının engellenmesini emredmişti.3. Mustafa İstanbul diğer fermanında Kurban da kesilecek hayvanların ciğer, ayak ve fazlalıkları alışveriş yerleri ve pazarlara ortalık yerlere, bırakılması yüzünden pis kokuların yayılmasına sebep olanların engellenmesi için imamların çağırılarak tembihatta bulunulması, fermana aykırı hareket edenlerin ağır şekilde cezalandırılacağı" emredilmişti.
Kaynak hürriyet.com.tr ilber ortaylı yazıları
Datça’da Can Yücel günleri
Can Yücel acımasız bir hicivciydi. özel hayatında sanatçı ve edip dostlarıyla ilişkilerinde kin tutmaz vefasızlıklara ve entrikalara aldırış etmezdi gönül genişliğinden Datça ikliminden dolayı 73 sene yaşadı. Son yıllarını Datça’da geçirdi. Bir gitti, “Ben bir daha gelmem” dedi. CAN*Yücel modern Türk edebiyatının en ilginç kişiliklerindendi Can Yücel sağlığına dikkat etmeyen, dilediği gibi yaşayan bir şairdi. İnsanlara olan sevgisini ilk önce eşine ve çocuklarına verirdi, dostlarıyla gönül bağı vardı.
Eskici diye çığırıyor adam sokaktan / Müşteki bir sesle” diye başlayan dörtlüğü nostaljiyi makaraya alan bir deyiştir. Hiç kızmadım. Hatta kendimi tartmama neden oldu.Son yıllarını Datça’da geçirdi. Bir gitti, “Ben bir daha gelmem” dedi. Eski Datça’daki mezarlığı her yaştan ziyaretçiyi çekiyor.
Geçen haftaki Can Yücel günleri düzenlendi Eski Datça’nın ortasında Kitle turizminden ve betonlaşmadan uzak kalan Datça’nın sağlıklı havası, güzel tabiatı ve coğrafyası çevre korumasıda yaşatılırsa Türkiye’nin Akdeniz-Ege sınırını tespit eden muhteşem yarımadası ilelebet baki kalacak demektir. Yakaköy tıpkı Datça gibi eski bir yerleşim yeri. Hiç şüphesiz Datça’nın önemli bir anıtı Knidos harabeleri. Türkiye’nin batıdaki en uç noktasında, Ege ile Akdeniz’in kesiştiği noktada bulunan Knidos kazıları devam ediyor eski dünyanın önemli deniz kenti hem denizden hem de karadan ziyaret edilebilecek durumda. Anadolu’nun eskiliği ve ihtişamını ilginç bir tabiatı görmek isteyenler mutlaka ziyaret etmeli.
ARŞİVLERİN CUMHURBAŞKANLIĞI’NA BAĞLANMASI DOĞRUDUR LAKİN TAYİNLERİN SORGULANMASI GEREKİR
OSMANLI*Arşivleri 1980’lerde Hasan Celal Güzel’in müsteşarlığında önemli bir hamle yaptı. Bu onun kişiliği, çalışkanlığı ve sebatıyla ilgilidir. Bir anda birkaç yüz uzman alındı. uzmanların alınışı mesleğe ilgiyi uyandırdı. Hem Osmanlıca hem de yabancı dil bilen kimse azdır. arşiv araştırmacıları arasında bile Hariciye Nezareti’nin dili Fransızcayı ve Osmanlı belgelerini birlikte okumak az görülür diye biliriz. Uzmanlar zamanla iyi yetiştiler.
arşivlerin bakanlığa değil Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması doğrudur. Lakin açıklanmayan sebeplerle, Osmanlı arşivinde tasnifi bekleyen milyonlarca evrak dururken 200’e aşkın arşiv uzmanının mesleğinden ilgisiz yere tayin edilmesi doğrusu sorgulanması gerekir Şüphesiz Ankara’daki Tapu Kadastro, bakanlıklardaki Osmanlı döneminden kalan ve bugünlere kadar iyi korunamayan evraklar uzmanları bekler. Yine Ankara’daki şeriyye sicilleri, Cumhuriyet Arşivi uzman ihtiyacı içindedir ama bazı tayinlerin arşivciler için dar bir alan olduğu ortada. teşkilatlanmanın düzelmesi gerekir.
Doğrusuyla yanlışıyla Enver Paşa
Enver Paşa’nın hatası, içindeki zaafı görüp tenkitçi gözle bulamamasıdır. O zamanki Osmanlı-Türk genç komuta grubu içinde Karabekir Esad Paşa, Fevzi Paşa, Ali Fuad ve Mustafa Kemal gibi değerli kurmaylardaki tutum Enver’le onların arasında açıklık yaratacaktır. 1908*Temmuzunda “Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi ve Enver Bey sahneye çıktı. doğan çocuklara Enver” ve “Niyazi” adları koyuldu Rumeli ordusu Sultan Hamide karşı ayaklandı İttihat ve Terakki Cemiyeti siyasi partiden çok ihtilalci bir komiteydi 27 YAŞINDA HÜRRİYET*KAHRAMANI diye tanıtılan Enver Bey cemiyetin ilk mensubuydu. 23 Kasım 1881 doğumludur. “Hürriyet Kahramanı” olarak ismi vatanın dört köşesine yayıldığında 27 yaşındaydı.
Enver paşa Seçkin sınıftandı. 7 Mart 1905’te yüzbaşı oldu, 13 Eylül 1906’da terfiyle binbaşılığa yükseltildi. Rumelide Bulgar, Makedon, Arnavut ve Rum çetelerine karşı daima başarı gösterdi Mecidi ve Osmani nişanlar ve altın liyakat madalyasıyla ödüllendirildi Türkçülük ile İslamcılık arasında gidip gelen bir milliyetçi düşünceye sahipti
ALMAN ORDUSUNA*HAYRAN OLDU*AMA ANLAYAMADI 5 Mart 1909’da seçkin bir subay olarak Berlin Ataşe militerliği’ne tayin edildi. Yabancı askeri ataşeler ve Alman komutanlar ve imparatorun çevresinde tanındı. Farsça ve Rusça bilen, mükemmel resim yapardı Fransızcası mükemmeldi, Almancasını ilerletmişti Kayzer Wilhelm’in ailesine mensup prensler ve prensesle yakın dostluğu vardı.
Alman İmparatoru’na da, ordusuna da, bürokrasisine de hayrandı bütün İttihatçılar gibi yeterince anlayamadı. Bu dönemde. Britanyalı askerler dahi Alman hayranıydı Fransızların Mareşal Joseph Joffre’si ve Rusya’da son başkomutan olan, halk çocuğu General Aleksei Brusilov Alman askeriyesini takdir eden ama tenkit ve ondan uzak durmayı bilenler azdı Enver Paşa Trablusgarp savunmasında başarılı bir örgütçüydü Sunîsileriyle iyi anlaştı. Cemal Paşa da böyle bir vasıf olmadığından Arap ileri gelenlerini anlayamamıştır. Kût’ül-Amâre komutanı Nureddin Paşa veya Yemen’deki isyanı bastırmakla görevli Ahmet İzzet Paşa yerli Arapları anlayıp onlarla anlaşabilme kabiliyetini gösterdiler.
Balkan Savaşı’ndan sonra, Balkan devletlerinin arasındaki nefreti görüp stratejik bir ustalıkla Bulgarların elindeki Edirne’yi kurtarıp takdir edilen Enver Bey miralaylığa terfi etti. 31 yaşındaydı. İttihat ve Terakki idareye hâkim olmuştu. Mahmud Şevket Paşa’nın katliyle boşalan Harbiye Nazırlığı’na Yemen’den başarıyla dönen Ahmet İzzet Paşa’nın tayin edilmesine rağmen parti Enver’i 6 ayda mirlivalığa tuğgeneralliğe terfi ettirdi. Hak ettiği rütbenin üstüne çok süratli bir terfi daha geldi; makamdan alınan Ahmet İzzet Paşa’nın yerine Harbiye Nazırı yapıldı.SARIKAMIŞ ta Enver’in aleyhinde ilk burukluk başladı Sarıkamış, 1. Cihan Harbi’ndeki ilk önemli harekâttır. Başarısızlık Enver’e karşı tepkiye neden oldu.
Ocak 1914’te Harbiye Nazırlığı’na ilave olarak genelkurmay başkanlığını üstlendi. Orduda yenilenme ve dirilme harekâtını başardı. bu reform Türkiyenin I. Harp’te tarafsız kalmasını, harbe geç katılımla İtilaf devletleri yanında yer almasını sağlayabilirdi. Cihan Harbi’nde Alman ittifakını sadece Enver Paşa’nın Almancılığına bağlayamayız. İtilaf devletleri Türkiye’nin ittifakını reddetmişdi. İngiltere’nin zırhlı gemilerin ve peşin paranın üstüne oturarak bir dolandırıcılık sergilemesi nefret kazanmalarına sebep oldu. Britanya İmparatorluğu’nun politikasını değiştirerek Rusya’yı yanına alması Almanya’ya karşı duyduğu panikle ilgilidir. Enver Paşa Almanya ile ittifaka erken girdi
Bize sığınan iki Alman Goeben ve Breslau zırhlılarının Yavuz ve Midilli adını alıp Rus ve Karadeniz sahillerini bombalamaları Alman oyunu değildir. Bu emri verenler Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa’dır. Osmanlı Rusya ile savaşa hazırlıklı değildi. Savaş her ülkeyi yıktı, savaş kabinesinin ve Enver Paşa’nın Türkiye’nin çektiği sıkıntıdan tek başına sorumlu olmayacağı açık. Çanakkale Savaşı’nda iaşe düzgündü Şehit ailelerinin sıkıntı çekmesi önlenmişti. Türkiye her şeye rağmen feci bir buhrana düştü. Eski dünyanın düzeni altüst oldu Harbin sonunda İttihat ve Terakki’nin üyeleri yeni düzenden ve adil bir yargılamadan emin olmadığı için ülkeyi terk etti
Enver Paşa yeni idealler ve ülküler peşindeydi. Anadoluya Sakarya Zaferi’nden sonra müdahale etmeye çalıştı. 13 Eylül 1921’den itibaren Türkiye’nin gücü arttı. Sakarya Savaşı’nı kazanan Anadolu’nun Enver’e muhtaç olmadığı açıktı. İçerideki taraftarları onu ümitlendirdiler mücadelenin devam ettirilmesine cesaretlendirdiler. Anadolu hükümeti son meydan savaşına ve taarruza hazırlanıyordu KIZIL ORDU’YA*KARŞI ÖN SAFTA*ŞEHİT DÜŞTÜ
Enver Paşa Batum’dan içeri sokulmadı. Sovyetlerde istenmedi. Örgütlediği Basmacı Hareketi modern Orta Asya’nın en önemli olaydır. Sovyet Kızıl Ordusu’nun savaşta zorlukla bastırtılan hareketlerden biri olduğu resmen açıklanmıştır.
Bugünkü Tacikistan’ın Belcivan bölgesinde Abıderya köyünde karargâhını kurmuştur ve 4 Ağustos 1922 günü savaşçılarla bayramlaşırken başlayan ani Rus baskınına karşı ön safta atıldığı ve şehit düştü. Abıderya köyündeki Çegan Tepesi’ndeki mezarı Sovyet döneminde bile ziyaret edilen bir türbeydi. Mezarın Türkiye’ye, Abide-i Hürriyet’e nakli ne derecede isabetli olmuştur bilemiyoruz. Ne de olsa yerinde bir tarihi dönemin ve bir savaşçı neslin anısı olarak bulunması isabetli olabilirdi. EŞİNE AŞIK BİR DÂMÂD-
Enver*Paşa 1914’te Şehzade Süleyman Efendi’nin kızı ve Sultan Abdülmecid in torunu, Sultan Reşad ve Vahdeddin’in yeğeni Naciye Sultan’la evlendi. “Dâmâd-ı Şehriyâri”, yani hükümdar damadı olmuştu. Hırslı bir subayın kariyer evliliği gibi gözükebilir ama çocukluktan çıkan Sultan’ı bu genç subay çok sevdi. Hayatının sonuna kadar vatanından uzakta savaşırken dahi ona yazdığı mektuplar Bu aşk, paşanın idealleri ve bunları eşiyle paylaşması Türk hayatı için bir yeniliktir.
*
Kaynak hürriyet.com ilber ortaylı yazıları
Kıbrıs’ta 44 yılda çok şey değişti: Türk varlığı şart
Kıbrıs artık stratejik önemi olan bir adadır. Suriye’de Rusya’nın yerleşmesi, İngiltere’nin adadaki üsleri, Akdeniz’de üstün teknikli Amerikan filosu Kıbrıs’ta Türk varlığını gerekli kılmaktadır. Müdahalenin 44. yılında çok şeyler değişti. Değişen dünyayı, Türkiye’yi ve Kıbrıs’ı anlamak lazım. 9 Eylül*1570’te, II. Selim devrinde vezir Lala Mustafa Paşa’nın serdar, donanma serdarının ise Piyale Paşa olması ile Kıbrıs’ın kuşatılması ve adanın Venediklilerden Türklerin eline geçmesi mümkün oldu. Joseph Nasi’nin diplomatlık görevi Portekiz’den ve İtalya’dan Osmanlı ülkesine göç etmesinden evvel başlar. iyi bir bankerdir. Akdeniz’deki donanma sahibi devletlerin yapılarını, iç ve dış politikalarını iyi tanırdı.
Osmanlı Devleti Fatih ve Muhteşem Süleyman devirinde Ege adalarının fethini tamamlamış ancak Venedik’in elindeki Girit ve Kıbrıs alınmamıştı. bu iki ada Akdeniz’in kuzeyindeki Osmanlı için bir tehditti. Cezayir, Kuzey Afrika ve Mısır, Osmanlı Devleti’nin elindeydi. Fas Sultanlığı’yla ittifak vardı ticari yollar Venedik ve Kıbrıs’ın kontrolündeydi
Kıbrıs; tarih boyunca medeniyeti ve halklar nedeniyle Akdeniz tarihinin en karışık sorunlarındandır. adadaki Helen hâkimiyeti mutlak değildir. Yunan dilinin kullanılması ise anlaşma aracıdır Kıbrıs Türkler tarafından kolonize edildi. yerleştirilenler Toroslar’da birbirleriyle ve devletle itilaflı göçebe Türkmenlerdir Yaşamlarındaki kendi başına buyrukluk ve dini şamanlık devirlerine yakın duruşa sahiplerdi
Halen Kıbrıs’ta kullanılan Türkçe, Türkmen aşiretlerinin ve lehçelerinin yapısını taşır.
Kıbrıs Rusya’ya karşı Mısır’daki İngiliz hâkimiyetinin ve Süveyş Kanalı’nın üssü olarak bu Britanya İmparatorluğu için önemliydi. Berlin Kongresi’nde Rusya’nın ve Avusturya’nın aç gözlü politikalarına karşı zor durumdaki Osmanlı’yı kolayca ikna ettiler ve hâkimiyet Osmanlı’da, idare kendilerinde olmak üzere işgal ettiler. geçici işgal 1920’lerde bitecekti. Britanya ile Osmanlı imparatorluğu Birinci Dünya Harbi’ne savaştılar Britanya kıbrıs işgalini ilhaka çevirdi ada Türkleri ve Rumlar birbirlerine girdi
silah kullanılmadı 1950’lerde Türkiye’de kamuoyu ve Kıbrıs Türk halkı Yunanistan’ın taleplerine karşı çıktı Kıbrıs Türkleri Yunanların EOKA’cı hareketlerine karsı Britanya gücünü destekledi çatışmalar ortaya çıktı.
Türklerin ve Helenlerin anlaşması mümkün değildi. Türkiye’de “Ya taksim ya ölüm” sloganları geçerliydi. Yunanistan Türklerin adada harekete geçmesiyle paniğe kapıldı. EOKA Türk unsurun Britanya polis ve idaresine teslim olmasını yoksa ölümle cezalandırılacağını ilan etti. siyasi suikastlara başladılar. Siyasi suikastlar Türk birliklerinin çok dışına yayıldı. Türkiye beklenmeyen bir cesaretle adaya müdahale ihtiyacı hissetti. Bir yandan cesur kararlar alınırken bir yandan adaya büyükelçi gönderilip diplomatik manevrayla güvenlik konseyi üyeleri kazanılmaya çalışılıyordu.
1959 rejimi Zürih ve Londra anlaşmalarıyla ortaya çıkan ve Kıbrıs halkının yüzde 70 Rum, yüzde 30 Türk temsilciler tarafından idare edilmesini her iki tarafın da cemaatlerinin kurulmasına, Makarios idaresi tepki gösterdi anayasanın işletilmez ve Kıbrıs halkını köstekleyici bir oyun olduğunu ileri sürüyorlardı.
Türk Cemaati Meclisi Başkanı Rauf Denktaş İngiltere’de hukuk okuyan parlak bir hukukçuydu. İngiliz yönetiminde adada dağınık yasayan Türk cemaatinin gençlerinin hukuk dalında ve polislikte okuyarak idarede söz sahibi olması dikkat çekicidir. Makarios’un ikna edilemeyeceği görüldü çifte statülü cumhuriyetin 1960’larda EOKA hareketi ve silahlı direnişe geçmeye başlayan Türkler arasında karanlık günler başladı Türkiye Kıbrıs Türklerinin sadece okullaşma ve yayınlarına yardım ediyordu. Türkiyeden Giden güçlü eğitmenler ve milli eğitim desteğiyle Kıbrıslılar iyi yetişti ve kültürlerini korudu 1960’tan sonra kaçınılmaz olarak askeri destek verildi 10 yıl süren dönemde Kıbrıs halkı kuzeydeki merkezlerde toplanmaya başladı
Kıbrısta nüfus dağınıktı Kıbrıslı Albay Girivas’ın EOKA’sı ve barışı sağlayan Yunan tümeninin hareketiyle Kasım 1967’de ada kana bulandı. 1964’te Limasol, Baf ve Gaziveren’deki saldırılar Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurulması ve Türk jetlerinin müdahalesiyle bastırıldı. müdahale ancak 1972 de etkisini duyurmuştur. Sorun çözülemedi, 1967’de Yunan cuntasına bağlanan grup ve EOKA ayrı bir politika takip etdi. Makarios üçüncü dünya liderlerinin politikasını tekrarladı. Gayelerinin gerçekleşmesi için Sovyet Rusya’ya yanaştı. politikası durumunu Anglosaksonlar nezdinde sarstı. Kıbrıs çıkarmasında Kıbrıs Rumları ve Yunanistan’dakiler Kıbrıs Türklüğüne ve Türkiye’ye aşırı bir Amerikan ve İsrail desteğinden söz ederler.
Amerika’nın 1964’teki tutumunu terk etti Johnson mektubu Türkiye’de karşıt cepheyle karşılaştı.
1974 çıkarması Yunanistan ve Kıbrıs’ı en zayıf anda buldu. Makarios ve tarafları EOKA ile çatıştı. Yunanistan en karanlık günlerini yaşıyordu Yunanistanda sosyalistler de muhafazakâr liberaller Karamanlis’in partisi mevcut rejimle karşıtdı. Kıbrıs müdahalesinde Türkiye askeri yönetimin etkin olduğunu gösterdi. kara ordusunun eğitimi, komando tugayları, deniz kuvvetleri etkindir. Strateji iyiydi. Kıbrıs Rumları ve Yunan birliği Türkleri en müsait yer Mağusa’dan beklerken çıkarma Girne’den yapıldı ve muvaffak oldu. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi olayı işgal olarak niteledi. 15 Kasım 1983’te ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tanınmadı
tanınmanın yolları değişmeye, ilişkiler ortaya çıkmaya başlamıştır. Türk tarafında hatalar yapıldı. Annan Planı onaylandı Kıbrıs Rumlarının inatçı tavrı, Türk tarafında adaya sonradan gelenler tarafından desteklenen görüşün reddine neden oldu. Yerleştirilen topluluk içinde Kıbrıs’ın ekonomisine katkısı görülenler Bulgaristan’dan getirtilen Balkanlı Türk unsurudur. Eğitim ve hayat bakımından yerlilerle iyi anlaşmaktadırlar.
Kıbrıs artık stratejik önemi olan bir adadır. Suriye’de Rusya’nın yerleşmesi, İngiltere’nin adadaki üsleri, Akdeniz’de dolaşan Amerikan filosu Kıbrıs’taki Türk varlığını gerekli kılar Müdahalenin 44. yılında çok şeyler değişti. Değişen dünyayı, Türkiye’yi ve Kıbrıs’ı anlamak lazım.
*
*
Yıllardır çocuklara yaşatılanlar... Asrın yüzkarası
Çarlık Rusyası’nın yıkılışında yaşananlar... General Franco döneminde Falanjistlerin hastanelerden çaldığı bebekler... Yunan İç Savaşı’nda General Markos’çuların faşist işbirlikçi dedikleri köylülerden topladıkları, ‘sosyalist’ eğitim için Çekoslovakyaya gönderdiği ailesiz büyüyen çocuklar... Stalin yetimleri... Hitler’in cinayetleri... Ve şimdi de Donald Trump İspanya’da halkı en çok meşgul eden konu Franco döneminde Falanjist militanların hastaneden çalıp dağıttıkları bebekler. Kuşkusuz bebek hırsızları olan o dönemin tıbbi personeli ve bir doktorun yargılaması öncesinde gösteriler patladı. İspanya’nın iç harp yaşadı. II. Cihan Savaşı’ndan sonra Çarlık Rusyası’nın yıkılışı gibi.
İspanyol İç Harbi’nde Hastanelerde babasız doğum yapanların sözde “ahlak dışı!” konumdan kurtulması için çocukları devlet otoritesine verilmekteydi. Bu bebekler düzgün ve iyi olan Katolik ve milliyetçi ailelerinin içinde büyüyeceklerdi. Babası saklanan bir solcu olan kadınların çocukları ve aynı akıbete uğramış yoksul ailelerin çocukları kimlikleri çalındı Bugün dava mağdurları adalet istiyor II. Harb öncesi ve sonrasında rejimlerin en büyük ahlaksızlığı budur.
Stalin 1930’larda terör sırasında ana-babaları tevkif edilen, sürgüne giden veya idam edilenlerin çocukları yetimhanelerde, toplandı Bunların sayısı kestirilemiyor en acı olay Yunan İç Savaşı’nda General Markos’çuların sağcı ve faşist işbirlikçi köylerden topladıkları küçük çocukları Çekoslovakya’ya sosyalist bir eğitim için göndermeleridir. 40 yıl sonra Yunanlılıkları evraktan tespit edilen, tek kelime Yunanca bilmeyen insanlar; kimlikleri kendilerinden çalınmış, yetişkinler olarak ortaya çıktılar.
Hitler’in cinayetleri veya bazı istenmeyen çocukları topladı Trump mülteci çocukları kaçırmayı ve göçü önleyici bir silah olarak kullanmayı düşünüyor Edepsizliğin son kertesi. Beşeriyet sadece seyrediyor. Bir yığın mültecinin bulunduğu botlar sahiden battı, yoksa batırıldı mı? İnsan kaçakçıları satacak veya organ mafyası her şeyi yapabilir insanlık tarihini yazarken son asırla iftihar ediyor ve övünüyoruz. 50 sene sonra bu parlak asra kibar görünümlü bir cani, çocuk hırsızı ve katili asrı diye bakılabilir mi? Beşeriyetin yaraları insanlığın “altın çağı”ndan bahsetmeyi imkânsız kılıyor.CÖMERT MAAŞLAR*ÖDEYEN PATRON 1930*doğumlu Şarık Tara, 40’lı yıllarda henüz 12 yaşında Türkiye’ye geldi. Rumeli kıtası imparatorluğun batışını hazmedememiştir;
Genç Şarık’ın ailesi imparatorlukta Balkanlar’da istanbul’da okuyan, yetişen gruplardandı. Baba Saraybosna’nın Karadağ’da yaşayan grubundan. Anne Osmanlı komutanlarından Yiğit Paşa’nın torunu. Şarık Tara eğitime Karadağ’da başladı ama rahat bir ortam değildi İstanbul’a göçtüler. Dönemin iyi yetişmek isteyen gençleri gibi bağımsız imtihan açan Teknik Üniversite’ye adım attı ve kısa zamanda inşaat mühendisi oldu.
ÜLKELERİ BİRBİRİNE BAĞLADI tecrübeler ve gördüklerinden inşaat sektöründe işçisine ve mühendisine cömert maaşlar ödedi Yeni mühendislik yöntemleri uyguladı Türk mühendislik eğitimi isteyen yurttaşlara imkân verdi Türkiye mühendisliğini hızlı, düzgün yatırımlarla inşaatlarla, Rusya’da ve Balkanlar’da temsil etti.
Balkanlar’da ülkeleri bağlayan otoyollar, Moskova, Leningrad’da yükselen binalar Şarık Tara’nın şirketi ENKA ve Türk mühendisliğini de rakipsiz hale getirdi. Türkiye’nin gelişmesinde eğitim ve şirketlerin Şirket ve patronların yetişmesinde büyük işler başarılmasına rağmen hâlâ yapılacak şeyler var. Şarık Bey Koç ailesi gibi Türkiye’de eğitimi üretimin başına koyan bir zihniyetdi. Bugün çok tutulan ve şüphesiz mühendislik ve işletmeye yardımcı olan ENKA okulları onun eseri. İç ve dış bursları, sayısız özellik var o Türk mühendisinden, ileri gelir. Kültürel hayatın ürünlerini tatmak için harcamaktan çekinilmez tüketim sınırlı örtülü olmalıdır. İyi çalışabilmek için genç yaşta işe girişmeli ve disiplinli yaşamak lazımdır.
Türk sanayisinin ve ticaretinin ayakta kalabilmesi için siyaset ve kültürel ilişkilerin önemi büyüktür. Şarık Bey Balkan devletleriyle iyi ilişkiler içindeydi. Yunanistan ve eski Yugoslavya, parçalanmadan bu birliğin her üyesiyle ve Rusya ile, ilişkilerin geliştirilmesi, için cömert bir fon kurdu. Maalesef fon o dönemdeki Dışişleri Bakanlığı’nın “Ben bilirim, ben yönetirim” zihniyetiyle muvaffak olamadı gerilimli bir diplomasi ortamında iş çevreleri ve kitleleri büyüleyen sanatçılar diplomatların inşa faaliyetlerine yardımcı olabilirler. Şarık Bey buna dikkat etti. holdinglerimizden birinin kurucusu olarak ebedi yolculuğuna çıktı. ÇALIŞANINI YETİŞTİREN* UZMAN YATIRIMCIYDI Binlerce işçisinin içinde rahat bir hayata ulaşan ve ENKA kurumları sayesinde okuyan gençlerin ve ekmek kazananların sayısı hayli kabarık. Şüphesiz burslarıyla yerküreye dağılanlar da var. Çalışanını ve araştırmacısını yetiştiren uzman yatırımcıların sayısı arttıkça memlekette sanayinin yoluna girdiği açıktır. Şarık Tara bu karakterde öncülerdendi.
Cezayir gerçeği
Dünyanın petrol yataklarından birine sahip ülkede, tarım yapılabilecek ve göçebelik dışında yaşam sürülecek alan yüzde 20’ye ulaşmıyor. Cezayir iç savaşı ustalıkla durdurduktan sonra aklı başında bir yönetim uyguluyor ve fert başına milli gelir 2002’den bugüne 8 misli artıyor, 9 bin dolar civarına ulaşıyor. CEZAYİR*Temmuz 1962’de Fransa’dan bağımsızlığını aldı. Bu, devlet olarak ilk doğuşu değildir. Batı Akdeniz’de İstanbul’dan uzak bir deniz eyaleti olarak Cezayir-i Garb Ocakları adıyla üç Sultan Selim devrinden beri Osmanlının içindeydi. Kırım Hanlığı ve Erdel Krallığı gibi yarı müstakil bir eyaletti. Mümtaz eyaletlerin merkez politikasına uygun dış devletlerle elçilik münasebeti vardı.
Askeri bakımdan merkeze bağlıydı. İlk beylerbeyi kaptan-ı derya Barbaros Hayreddin Paşa’dır. Cezayir donanması devletin yardımcı gücüydü korsan deniz kuvvetiydi. korsanlık deniz haydutluğu değildir. Merkez devletinin bilgisi ve emirleri dışında başına buyruk hareket edemezler, düşman devletlerini yağmalayamazlardı.1844’e kadar Cezayir, Fransa’ya boyun eğmedi. Bundan sonra Fransa’nın kolonizasyonu ve sömürge dönemi başladı. Cezayir’in Fransa’nın sömürgeci tutumu bir yandan da anavatanın parçası olarak bellediği Cezayir’i dışlaması, kültürlerini ve dillerini saf dışı etmeye çalışması yerli halkın ayaklanmaya sevk etti. Fransız milliyetçilik politikası Kuzey Afrika ve Akdenizde insanlara ters etki kazandırdı.
Cezayir Harbi çok kanlı ve uzundu. İsyan her yere yayıldı. Geniş kitleler infaz edildi. Cezayir’de Fransız diline bağlılık kadar Fransız tavrına ve milliyetçiliğine de sert ve haşin bir tepki devam etmektedir. Uzak vilayetleri merkez dışında oldukça müstakil bırakmak, yıllık vergi almak, silahlı kuvvetleri kontrol etmek şartıyla bu statüyü vermek Osmanlı politikasına uygundur. Cezayir uzaktı burada ilginç bir yapılanma vardır. Cezayir, Tunus ve bugünkü Libya’ya giden yeniçeri statüsündeki kuvvetler Balkan devşirmeleri olmayıp Anadolulu Türk çocuklardı. zabitlerin lakaplarında bu görülür; kul sınıfı Anadolu’ya bağlı kaldılar ve ilişkiler 19. asırda devam etti. İmparatorluğumuzun büyük amirali Cezayirli Hasan Paşa veya 19. asrın büyük sadrazamı Tunuslu Hayreddin Paşa büyük şahsiyetlerdir.
Cezayir 2 milyon 400 bin kilometreye varan yüzölçümüyle Afrika’nın en geniş devletidir. Dünya sıralamasında ilk dokuza giriyor. Nüfusu Moğolistan kadar az olmasa yüzölçümüne göre azdır. 40 milyon insan yaşıyor. dünyanın geniş petrol yataklarından birine sahip olan alanda tarım yapılabilecek ve göçebelik dışında yaşam sürülebilecek alan yüzde 20’ye ulaşmıyor. son 20 yıldaki çölleşme kendini hissettiriyor Cezayir iç savaşı ustalıkla durdurduktan sonra laik bir yönetim uyguluyor ve fert başına milli gelir artıyor. 2002’den bugüne 8 misli arttı, baskın bir gelir farklılaşması ortaya çıkıyor.
Bağımsızlık savaşının en kızgın savaşında Demokrat Parti hükümetinin bilmişlik gösterdi Kıbrıs politikasında bizi destekler görünen Fransa’yı gücendirmeyelim diye Cezayir’e sırtımızı döndük. Bu Türk halkına uygun değildi. Cezayir’e giden ilk elçimiz Semih Günver’in hatıratında da görülüyor. Devlet erkânının soğuk duruşuna rağmen deniz kuvvetlerinin şehri ziyareti ve abideye çelenk koyuşu, bütün Kasbah’ın destek ve alkışına sahne olmuştu. Özal’ın bizzat Cezayir Millet Meclisinde resmen özür dilemesi soğukluğu azalttı.Cezayir’de inşaat sektörüyle başlayan bir patlama var. Türkiye aktif rol alanlardan biri. Osmanlı eserlerinin restorasyonunda görev alınıyor. Bunlar yeterli değil. Asıl önemlisi kültür politikasıdır.
Cezayir Fransızca kullanır. Aydınlarda Fransızca önde geliyor ama Gençliğin Fransızcası gittikçe eriyor. Eğitim konusunda problemleri olan bir ülke. Yüksek tahsilde Cezayirli gençlere imkân sunmalıyız. O ülkede lise öğretmenleri güçlü. fen derslerinde yararlanmalıyız. Ülkeye uyum sağlayan ve Fransızca bilen büyükelçi ve diplomatlar yollamalı. Büyükelçimiz Mehmet Poroy ve eşi bu tür temsilcilerdendir. Batı Akdeniz’deki bu güzel ve bize yakın ülkeyle gönül bağlarını kurmak diplomatik ilişki ve ticari çıkar olarak görülmemeli.
İSVEÇ*milli takımındaki oyuncu Jimmy Durmaz’ın faulünden sonra kazanılan serbest vuruşla Almanya maçı kazandı. Futbolseverlerde arızalı tipler yaygın. Durmaz ve ailesi ölüm tehdidine maruz kaldı. Milli takım futbolcularını haşlayan Almanya Başbakanı ve sarayında tehdit ettiği Almanya Cumhurbaşkanı’nın aksine İsveç kabinesinin Sosyal Hizmetler ve Spor Bakanı Annika Strandhall meclise gittiği gün Durmaz’ın 21 numaralı formasını giydi ve onu desteklediğini gösterdi.Avrupalı” deyip bir kefeye koymayın. Annika Strandhall de Avrupalı, Avrupalı ama arada görgü ve insanca davranış eğitimi farkı var.
*
Kaynak yeniakit.com yavuz bahadıroğlu yazıları
Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!
Düşünün padişahlar cu*ma namazına gi*derk*en*“ta*lebe-i ulûm Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!”*diye bağırıyorlar
Ders kitaplarında*“diktatör”*ilân edilen padişahların en büyüklerinden, en cihangirlerinden, en zorlularından Yavuz Padişah Hâkimü’l-Haremeyn”* unvanı karşısında ürpertiler geçiriyor, dayanamıyor kendini secdeye atıyor, sonra mahzunca doğruluyor ve hatibe,* Hâkimü’l-Haremeyn
değil, Hadimü’l-Haremeyn”Mekke ve Me*din*e*’nin hizmetkârı diy*e*rek kendini*Harem-i Şerif’in hizmetkârı ilân ediyor. Hazret-i Ömer*şahsî gelirinden bir adam tutmuş, saçlarına ak düşene kadar her sabah sistemli şekilde,*“Ya Ömer ölümü unutma, mahşeri unutma”*diye, ahiretle arasına köprü yapmıştı…
Adaleti ile yalnız Müslümanları değil, Hıristiyan dünyasını bile teshir eden büyük*Halife Hz Ömer’in tutumuyla Osmanlı padişahlarının Allah’a teslim oluş halleri nbirbirine benzer.Osmanlı padişahları hiçbir zaman*“mutlaklığı kabul etmemişlerdir ulemaya tabi olmuşlar, büyük hesap gününü göz önünde bulundurmuşlar, bunu unutma korkusuyla*“Talebe-i ulûmdan”*bir grubu*“Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!”*diye bağırtmışlardır.*Al*lah’ı bi*len, Allah’a hesap vereceğine inanan kişi, hiç kuşkusuz her hareketin dünyevî so*rum*lu*luk*lar getireceğine inanırdı böyle bi*ris*i*nin diktatör, baskıcı, hırsız, asan-ke*sen olması mümkün müdür?
Kanunî Sultan Süleyman’ın, fetvaları bir sandıkta muhafaza eder sandığı göstererek,*“Dinimiz müsaade etseydi sandıkla birlikte gömülmeyi vasiyet ederdim”*dediği rivayet edilir. Ölünce, Şeyhülislâm sandığı açmış, verdiği fetvalara Şeyhülislâm’ın gözleri yaşarmış, büyük mesuliyetinin ağırlığını yüreğinde duymuş,*“Ah Süleyman! Sen kendini kurtardın, biz kendimizi nasıl kurtaracağız”*demişti.Kanunî’nin babası Yavuz, hocası*İbn-i Kemal’in atından sıçrayan çamura bulanmış kaftanı ölümüne kadar muhafaza ettirmiş, ölünce sandukasının üstüne örtülmesini vasiyet etmişti. Ve bu vasiyeti yerine getirilmişti.
Mâneviyat adamlarına ve mâneviyata önem veren, Allah korkusunu duyan, hesap gününü hafızasında tutan, ölüme her an hazır bulunan in*san*lar hakkında*“diktatör”tanımlaması ne ka*dar ak*la yakındır?
Padişahlar arasında zaman zaman hukuk dışına çıkanlar olmuştur, ancak bu nadirdir. Genel olarak Osmanlı padişahları hukuka bağlıydı Kâğıthane’deki mesire yerlerine su getirmek isteyen*Kanuni, Nikola*isimli mimarı tayin eder işi sıkı tutmasını, acele etmesini ister…bir sene sonra mesire yerinde hiçbir faaliyet olmadığını görüp kızar. Sadrazam’a Bu ne menem iştir ki buyruğumuz yerine gelmemiştir. Tiz Nikola’yı huzura getir! Sadrazam gayet sakin cevap verir:*“Nikola hapishanededir Hünkârım.”
Padişah,*“ ne demek oluyor?”diyip Sadrazam’ın yüzüne bakınca, Sadrazam açıklar:*“ hükümetten izinsiz kazı yaptığını haber verince yakalatup hapse atturdum.”Padişah’ın şaşkınlığına kızgınlık eklenir:*“Bu ne cüret! Buyruğumuz nasıl çiğnenir?”Sadrazam sakindir: “Hâşâ, maksat buyruk çiğnemek değildir. Hünkâr sizsiniz, velâkin Devlet-i Âliye’nin sadrazamı biziz; icra bizden sorulur. Padişahların bu işlere karışması töre değildir! Bunu değiştirecekseniz buyurun Mührü Humâyun’u alın!”*Ve*Kanuni, çok kızmakla birlikte, hukuka teslim olur, sesini çıkarmaz.*
*
*Ava giden avlanır
Devir,*Sultan Dördüncü**Mehmeddevri…
Osmanlı Devleti çökmekte serhadlerden acı haberler gelmekte Ay geçmiyor ki,*Osmanlı Devleti’ne bağlı kaleler küffar”*eline geçmektedir*Vatan ağlıyor, millet ağlıyor, devlet ağlıyor; Şevketlü Sultan Mehmed Han” erkânıyla birlikte*Davutpaşa*ormanlığında avlanmaktadır
Ancak Padişah, olup bitenden, habersiz değildir, lakin dalkavukları aşamıyor, dalkavukların,* Hünkârım”*övgülerinde teselli arayıp vicdanını rahatlatıyor. Mert ve sert bir sese vatanın, milletin, ve Padişah’ın ihtiyacı var, ama O mert ve sert sesi kim verecek? Hangi babayiğit Padişah’ı gafletten uyandıracak?*Bereket versin millet bugünkü gibi*“adam kıtlığı değil. milletin,*İstanbul Kürsü Vaizi Himmetzâde Abdullah Efendi’si var.
Abdullah Efendi, Sultan Dördüncü Mehmedin hocalarından gönül eridir. Âlimdir, “adam gibi adam”dır kısacası! tüm İslâm âleminde adı, sanı bilinir, sözü, dinlenir, kendisine güvenilir. Bir cuma sabahı Padişah’ın habercisi Hoca’nın kapısına dayanır Efendi Hazretleri, Padişah’ımız, zat-ı âlinizi dâvet buyurmaktalar, ‘Gelsün, irşad olalum” demekteler. Ne dersüz?”Abdullah Efendi’nin sabrı taşmış düşüncelerini Padişah’a ulaştırmak için fırsat kollar. Padişah’ın at arabasına binerek hutbeye çıkar. Ağlayarak konuşur Ey ümmet-i Muhammed! Devlet sahipsiz kaldı. Şehir ve kalelerimiz küffar eline geçti. Müslümanın canı, malı, ırzı, namusu mal oldu. Camilerimiz kiliseye döndürüldü. günahlarımıza tövbe edelim. Secdeye kapanıp, gözyaşlarımızdan yerde çimen bitinceye kadar da ağlayalım. Belki bağışlanırız.”
Cemaat de ağlamaya başlamıştır.*Abdullah Efendi,* padişaha döner. Canını dişine takarak azarlar Hay Padişahım! Nedur hay-huy, nedur bu nefs-i emmareye uymalar? Niçün gaflet uykusundan uyanmazsız? Bilin ki zaman avlanma zamanı değil, ağlama zamanıdır!”
Padişah, yüreğini inciten hutbeyi başı önünde sessizce dinler. adamlarına hazırlanmaları emrini verir. Ordusunun başında sefere çıkar.
Osmanlı’nın devamı olan milletimizin bugün Abdullah Efendi’lere ihtiyacı var. Birbirleriyle kavga eden siyasetçilerimizi, öğrencileriyle kavga eden üniversitelerimizi, halkla kavga eden medyamızı ve kavga eden halkımızı*“Kavga zamanı değil, el ele verip memleketi kurtarma zamanıdır”*diye uyaracak mert bir sese muhtacız.*
*
murataltug1985
08-27-2018, 14:13
Kaynak sabah.com.tr ERHAN AFYONCU yazıları
Suriye ve Irak’tan Anadolu’ya
Büyük*Selçuklu Devleti kurulmadan önce Oğuzlar'dan kopan boylar Azerbaycan, Güneydoğu Anadolu ve Irak'a gitmişlerdi. Göktaş, Buka, Mansur ve Anasıoğlu idaresindeki Türkmenler, Cizre ve Diyarbakır ile Musul'u ele geçirmişlerse de uzun süre hakim olamadılar Azerbaycan'a geri döndüler.
Kendilerine yurt, hayvanlarına otlak arayan Türkmenler, Büyük Selçuklu topraklarına geliyirdu Selçuklular Türkmenleri, kargaşa ve otlak sıkıntısına sebebiyet vermemek için Anadolu'ya sevk etti. Türkler, Suriye ve Irak'a da gidip, yerleşmişlerse de iç bölgelere girmemişlerdi. iklim ve otlak durumunun hayvanlar için uygun olmaması, Türkler'in buralarda yayılmasına engel oldu. Anadolu iklimi ve geniş otlakları ile Türkler'in hayat tarzına uygundu. Anadolu'nun yoğun bir nüfusa sahip olmaması ve Türkler'e direnecek askeri organizasyonun bulunmaması Türkmenler'in buraya gelmesini teşvik edici unsurlardı
Malazgirt Alparslan’a babasının vasiyetiydi
Erhan afyoncu
Çağrı Bey’in, 1018’de yaptığı seferle Türkler Anadolu’ya ilk adımı attı. Anadolu’da kendilerine karşı koyacak güç olmadığı yönünde bir rapor veren Çağrı Bey’in oğlu Alparslan 1071’de Bizans’ı mağlup ederek Anadolu’yu Türk yurdu haline getirdi Moğollar'dan, Kıtaylar'ın 924'te Orhun havalisine hakim olmalarıyla bu bölgede Türk boyları birbirlerini sıkıştırarak batıya göçetti Kıtay baskısıyla Türkler'in batıya göçü büyük bir sel halini aldı Kay ve Kıpçak baskısı ile Oğuzlar yurtlarından ayrıldılar. Şamanî Peçenek ve Oğuzlar, Doğu ve Orta Avrupa'ya, Balkanlar'a; Müslüman Oğuzlar ise Maveraünnehir'e, Horasan'a ve İslâm ülkelerine göç ettiler. Büyük Selçuklular, Karahanlı ve Gazneliler karşısında tutunamayınca, Çağrı Bey 3000 süvariyle 1015'te Anadolu'ya keşif seferine çıktı.
Çağrı Bey, büyük mesafeleri ve tehlikeleri aştıktan sonra, Azerbaycan'da Türkmenler'i de alıp 1018'de Doğu Anadolu'ya girdi. Ermeni kaynaklarında "mızrak, ok ve yaydan ibaret silâhları çekili, beli kemerli, uzun ve örülü saçlı, rüzgâr gibi uçan Türk atlıları" karşısına çıkan Bizans birlikleri "yağmur gibi atılan oklar" karşısında mağlup oldular. Çağrı Bey, Van gölü civarını Nahcivan civarını kontrole aldı. Bizansı yenilgiye uğrattı. Çağrı Bey, başarılı akınlarıyla uzun mesafeleri geçip, 1021'de Tuğrul Bey'in yanına döndü. Anadolu'da kendilerine karşı koyabilecek bir kimseye rastlamadığını bildirdi. "Biz çok güçlü devletlerle mücadele edemeyiz, ancak Azerbaycan ve Anadolu'ya gidip hükümran olabiliriz. Oralarda bize karşı koyabilecek hiçbir kuvvete rastlamadım" diyerek Selçuklu ailesini Anadolu'ya sefere teşvik etti.
Oğuzlar, 1040'da Dandanakan'da Selçuklular'ın idaresinde Gazneliler'i yenip, devletlerini kurdular. Selçuklular, Gazneliler'i mağlup ederek Maveraünnehire hakim olduklarından, Anadolu'ya gitmediler. Ancak Orta Asya'dan yüz binlerce Türk, Moğol kabilelerinin zoru ile batıya göç ediyordu. Maveraünnehir onlara yetmemiş ve yeni bir yurt aramışlardı. Büyük Selçuklular sel hâlinde Türkmenler'i Anadolu'ya gönderdiler. 1048'de pasinler zaferinden sonra Anadolu'da yayılan Türkmenler 1059'da Sivas ve Malatya'yı ele geçirdiler. Çağrı Bey 1059'da vefat etmişti oğlu Alparslan, amcası Tuğrul Bey'in ölümünden sonra taht mücadelesini kazanarak 1064'te Büyük Selçuklu tahtına geçti. 1064'te Alparslan, Kars'ı fethetti.
1067 de Kayseri, Niksar ve Konya fethedildi Afşin Bey, 1068'de Anadolu'yu geçerek, İstanbul Boğazı'na geldi. Türkmenler Anadolu'nun doğu ve orta kısımlarına yayıldı ancak burası emin bir yurt değildi. Türkmenler'in Bizanslamücadele edecek güçleri yoktu.Bizans orduları üzerlerine gelince Türkmenler, Kafkaslar'a çekiliyordu Anadolu'nun fethedilememiş müstahkem mevki ve kaleleri vardı. Buraların yeterli silaha sahip olmayan Türkmenlerce ele geçirilmesi zordu. Selçuklu orduları Türkmenler'i himaye edemiyordu.
Bizans imparatoru Diogenes, 1068'den sonra Anadoluda Türkmen meselesini gündeme almıştı. 1071'de büyük bir orduyla Türkmenler'i Anadolu'dan atmak için harekete geçti.
26 Ağustos 1071 Cuma günü iki ordu Malazgirt Ovası'nda karşılaştı. Bizans ağır bir yenilgiye Ordusu kılıçtan geçirilmiş, imparator ve generaller esir alınmış, askerler kaçmıştı Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan kendisinden büyük bir orduyu uyguladığı akıllı planıyla mağlup etmişti. Malazgirt zaferi Bizans ordusunu çökertti Anadolu'nun kapılarını Türkmenler'e açtı. Bizans'ın yediği büyük darbe Türkmenler'in Anadolu'ya sel hâlinde dolmalarını sağladı. Anadolu "Türkiye" oldu.
Türkler Anadolu’ya ne zaman geldiler?
Türkler'in*Anadolu'ya gelişini MÖ 3000-2000 yıllarına çıkaranlar varsa da, bu iddia tarihçilerce kabul görmüş fikirler değildir. Anadolu'ya Türkler'in ilk gelişi 4. yüzyılın sonlarında Avrupa Hunları tarafından gerçekleştirildi. Hunlar Balkanlardan Trakya'ya yürürken, diğer taraftan Batı Hunları Kafkas dağlarını aşıp, Anadolu'ya girdi. Kursık ve Basık isimli iki komutan ve Hun atlıları Erzurum üzerinden Malatya'ya ulaştılar. Çukurova'ya indiler, Urfa ve Antakya'yı kuşattılarsa da alamadılar. Kudüs'e inen Hunlar, fazla kalmadılar ve 396'da tekrar Kafkaslar'a döndüler. İki yıl sonra tekrar Anadoluya girmişlerse de, yerleşmediler Hunlar'dan sonra Türkler'in Anadolu'ya ikinci gelişi Sabarlar'la oldu. İdil, Don ve Kuban ırmaklarında devlet kuran Sabar Türkleri 6. yüzyılda Kafkaslar'ın güneyine kadar olan toprakları ele geçirdiler. Kayseri, Konya, Ankaraya şiddetli akınları oldu.
Savaşları kazananlar da kaybedenler de öldürülürdü Mehmet barlas
Okulda tarih dersini insanların öyküleri değil de ezberler dizesi olarak beyinlere sokan eğitim programları yüzünden, geçmişimize ilgi duymadık. Dün 947'nci yılını kutladığımız Malazgirt Savaşı'nın iki aktörünün, Sultan Alparslan'ın ve İmparator Diyojen'in savaştan sonra başlarına gelenleri merak etmeyiz. Anadolu'nun*"Türkiye" olması*yolundaki ilk büyük*adım, 1071'deki*"Malazgirt*Savaşı"nı Bizansa karşı*zaferle sonuçlandıran coğrafyayı değiştiren Malazgirt Savaşı'nın muzaffer komutanı Alparslan'ın karşısında, Bizans İmparatoru Diyojen vardı.Diyojen savaştan*sonra Bizans'a, yani İstanbul'a dönmeden*bir darbeyle devrildi. Bir ordu toplayarak iktidarı almaya çalıştı*ama başarılı olamadı. Adana'danaya kadar katır sırtında götürüldü. 29 Haziran 1072'de*Kütahya'da gözlerine mil çekilerek kör*edildi. Sürgün edildiği Kınalıadada 4 Ağustos 1072'de öldü.
Sultan Alparslan Malazgirt'ten*sonra ordusuyla Türkistan'a sefere*çıktı. Karahanlılar'a ait Barzam*Kalesi'ni zapt etti. Barzam Kalesi kumandanı Yûsuf*Hârizmî çizmesine sakladığıküçük bir hançerle Alparslan'ı yaraladı. Dört gün sonra 24*Kasım 1072'de vefat etti.
Sultan Alparslan'ın ölümü, 300*yıl sonra aynı şekilde öldürülen Osmanlı Sultanı 1'inci Murat'ın öyküsünü*akla getiriyor... Alparslan Anadolu'yu Türkiye yapmak yolundaki*ilk büyük adımı attıysa, 1'inci Murat*da Balkanlar'ı Osmanlı yapmak için ilk*büyük adımları atmıştı. 1'İNCİ*MURAT'IN ÖLÜMÜ Sultan 1'inci Murat Osmanlı'yı*durdurmaya çalışan Haçlılar'ı 1364'te "Sırp Sındığında Savaş sonrasında Edirne*başkent yapılmıştır. Bulgarlar, 1369'da Osmanlı egemenliğini tanıyarak vergi*vermeyi kabul etmişlerdir. Sultan*1'inci Murat Haçlıların Osmanlı'ya*karşı ikinci girişimini de 1389'daki"Kosova Savaşı"nda bozguna uğrattı...Zaferden sonra savaş alanını gezen 1'inci Murat bir Sırp askeri tarafından hançerlenerek öldürüldü. Savaş sonucunda Tuna'ya kadar olan Balkan toprakları Osmanlı'nın eline geçmiştir.
murataltug1985
10-02-2018, 06:02
Kaynak sabah.com.tr
ERHAN AFYONCU
Osmanlı’nın ‘cankurtaran madalyası’
Dünyada her yıl 400 bin, Türkiye’de ise yaklaşık 900 kişi boğularak hayatını kaybediyor. Osmanlı döneminde hayatını tehlikeye atarak, boğulanı kurtaranlar “cankurtaran madalyası” ile ödüllendirilirlerdi yazın boğulma haberleriyle sık karşılaşırız. Ülkemizde trafikten sonra en fazla ölüm boğulma vakalarında meydana gelir Osmanlı da boğulma vakaları gündemin en önemli meselesiydi. Türkler, asırlarca bozkırda yaşamış Anadolu'ya geldiğimizde, denize karşı mesafeliydik sahillere yerleşen Türkmenler zamanla denizlere alıştılar. Batı Anadoluda turgut ve Barbaros kardeşler, gibi büyük denizciler çıktı. Türkler'in denize mesafeliydiler yüzme bilen azdı.
Osmanlı boğulmaları önlemek için özel alanlar dışında denize girilmesini yasaklamıştı. Boğulanı kurtarana madalya verilirdi. 18. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı da madalya verilmeye başlandı Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde tahlisiye","tahlis-i can"isimleriyle madalyalar ortaya çıktı. Tahlis kurtarmak demekdi. bu madalyaya cankurtaran madalyası denirdi. yalnızca, boğulanları kurtarana değil, yangın, kaza, sel gibi felaketlerde insanları kurtaranlara verilirdi. 1862'de çıkmıştı. Her başvurana madalya verilmezdi. meydana gelen hadisede tehlikeye düşenlerin kurtarılması ve kurtarıcının kendi hayatını tehlikeye atması önemliydi. şahit olanların şehadetnamesi istenirdi.
Madalya dört çeşitti. can kurtaranlar madalyanın üst derecesinde olanını alırlardı. İlk defa cankurtarana yeşil kurdele ile madalya verilirdi. İkinci defa için kırmızı, üçüncüsünde beyaz dördüncüsünde üç renkten kurdelenin olduğu madalya verilirdi.KAHRAMAN CANKURTARANLAR
28 Ağustos 1904'te Haydarpaşa Vapuru, Pendik'ten İstanbul'a yola çıktı. Kartal iskelesinde yolcu Yanko, denize düştü. yardım etmek zordu. Boğulmak üzereyken bir bahriyeli, Samsunlu Hâmid elbiselerini çıkarmadan denize atladı. Yanko kurtulmuştu. Haydarpaşa Vapuru'nun kaptanı hükümetten bahriyeliye mükâfat talep etti . Üç gün sonra Kartal zabıta memuru Kartal kaymakamlığına aynı yazıyı yazdı. 6 Eylül 1904'te Kartal Kaymakamı İstanbul Belediyesi'ne haber verdi. Denizin dibinden boğulan birini çıkarmanın her yüzme bilenin yapabileceği bir iş olmadığını anlattı. Ve Bahriyeli Hâmid'e tahlisiye madalyası verdiler.
Madalya yalnız İstanbul'a mahsus değildi. 31 Temmuz 1906 da Seyhan Nehri'ne yıkanmak için giren Harputlu Ermeni Kasbar oğlu Bağdasar, yüzme bilmediği için boğulmaya başladı. Şekerci Mahmud'un oğlu Musa, derhal nehre atladı. Musa, Bağdasar'ı yakalayıp, çıkardı. Belediye Doktoru Abdurrahman Efendi çağırıldı. ve şekerci Musa'nın kahramanlığını anlatan bir yazı karakola verildi Adana Valisi Süleyman Paşa, 29 Ağustos 1906'da durumu Dâhiliye Nezareti'ne, yazdı. Ve Musa'ya kahramanlığı karşısında madalya verildi.
Gümüşten*yapılan tahlisiye madalyası 36 mm. kalınlığında ve 24 gram ağırlığındaydı. Madalyanın yazısını Naif Efendi yazmış, Hüsrev Efendi tuğrasını çekmiş, James Robertson nakışlarını yapmıştı.
Madalyanın ön yüzünde çiçekli bir daire deseninin ortasında Sultan Abdülmecid'in tuğrası, arka tarafında İnsanlara tehlikeye düştüğü*zaman yardım edenler, övgü ve takdirle anılırlar"*manasına gelen bir beyit vardı. Madalyanın Can kurtarmak hususunda gayret ve insaniyet gösterenlere verilirdi tahlisiye madalyası, gümüşten imal edilmiş olup sahipleri, istediği zaman göğüsüne takabilirdi.*Yangın sırasında kendilerini kurtarmayı başaramayıp ateşte kalanların, kaza ile deniz,nehir ve göllere düşüp tehlikede bulunanların, ansızın yıkılan bina ve duvarların altında kalıp
kurtulamayanların ve afet meydana geldiğinde tehlikeye maruz kalanların canını kurtarmak için kendini tehlikeye atarak gayret ve başarı gösterenlere tahlisiye madalyası verilirdi
Osmanlı*döneminde şimdiki plajlar yoktu. Ancak insanlar denize girmek istiyorlardı. Osmanlı güneş banyosu ve yüzmeden yararlanamıyordu. Deniz hamamı adlı kapalı ve dışdan görülemeyen özel banyo yerleri Osmanlı döneminde İslamî anlayışa uygun olarak ortaya çıktı. Osmanlıda açıkta denize girilmezdi. Halkın deniz ihtiyacı için deniz üzerinde dört tarafı kapalı, ortası havuz şeklinde üstü açık kulübe binalar yapılmıştı. Bunlara deniz hamamı denirdi. Kadın ve erkeklerin deniz hamamları ayrı ayrıydı. İnsanlar, buralarda yüzer, eğlenir ve güneşten yararlanırlardı.
Kaynak sabah.com.tr
NİHAT HATİPOĞLU Üşüyen yürekleri Kur’an ısıtır
Sonbahardayız. Mevsim değişti. Soğuk günler bekliyor bizi. Dereceler eksiyi gösterecek. Kar yağmur, ve dolu inecek. yapraklar sararacak. zemheri dudakları çatlatacak. şimşekler, yıldırımlar, boranlar göreceğiz. Üşüyeceğiz. kalın ve koruyucu elbiseler giyeceğiz. Ancak kalbimiz kadar sevecen, sıcak, ılımlı değiliz. her rüzgâr, her ses, her söz üşütüyor bizi. Kur'an'la ahdi yenileme zamanı. ısınma zamanı. okuyun. Düşünün ibret alın yıkılmayın. Surelere sığının. Bazen 'Kamer'e, bazen İnşirah'a, bazen Duha'ya, bazen Yusuf'a, sığının. İnsanların aymazlığı mı sizi daralttı işte beni oku diyor. Vefa yerine cefa mı gördün; Yusuf Suresi buradayım diyor. Zafer uzak mı diyorsun; Fetih suresi sen benden, ben senden hicret ettik diyor
Efendimizi mi arıyorsun Efendimiz'in Hucurat'ını hatırla. Efendimiz (s.a.v.) daralınca başını göğe çevirirmiş; dilersen göğü anlatan Şems'e dilersen - Kamer'e dön.Soran büyük, sorulan çok büyük bir hatıra mı aradın - Mümtehine'ye, Mücadeleye - bak. Dağıldık mı, aramıza tefrika girdi mi diyorsun, 'Saff' suresine sığın. Ahiret korkusu daraltıyor mu seni, Haşr suresinde yolculuk et. İnsanların aymazlığından, hicranından, düşüşlerinden şikayette misin Teğabun suresinde ısın Münafık simalılar ve nifaka batmış kalpler mi seni umutsuz kılıyor 'Münafikun' suresine bir uğra. Ahiret yurdunu ihmal etmiş kara suratlar mı gördün. 'Hakka' suresinde senin derdine cevap var. Sevgili Efendimizin silkinişini, kalkışını, ibadete ve yola koyuluşunu mu özledin; Müdessir ve Müzemmül sureleri bütün haşmetiyle seni bekliyor.İmansızların dünya üzerinde çalım atıp yürüyüşleri mi seni öfkelendiriyor: Naziat'ı anlatan sureyi oku. Meleklerin öfkesini gör. Karanlık ve dipsizlik gönlünü aşağıya mı savurdu Kur'an'da ne yer almışsa senin ilacın orada. Bu kış kalbini Kur'an'la ısıt.
Kaynak hürriyet.com.tr İLBER ORTAYLI
1868 yılı 1 Eylül’ünde Osmanlının eğitim tarihindeki en önemli kurumlardan biri açıldı. Bu okul, imparatorluğun reformcu kadrosu Mehmed Emin ve Fuad Paşa gibi 19. asrın önemli devlet adamlarıyla Sultan Abdülaziz Türk tarihinde özensiz ve bilgisiz değil Türkiyeye öncü sayılan bir devlet adamıdır. Kardeşi Sultan Abdülmecid’in hükümdarlığı (1839-1859) nda okulun kuruluşunu tasarlamıştır. KURULUŞ 1 EYLÜL 1868 olan
okulda eğitim Türkçe ve Fransızcadır. Osmanlıda Fransız okulları vardı, Katolik rahipleri tarafından kurulmaktadır. dersler Fransızcaydı 19. yüzyıldan beri Maarif Nezareti’nin kurduğu ilk ve orta dereceli okullar Türkçe tedrisat yapmaktaydı Galatasaray ismi Galata Sarayı Enderun Okulu’nun adını taşırdı. Enderun okullarının en yükseği Topkapı Sarayı’ndadır. Galatasaray Sultanisi imparatorluğun idaresi için Fransızcaya ve Avrupa eğimine önem veren bürokratlarca kurulmuşturtek emeli vardı: Fransızca ve Fransız eğitimini misyonerlere değil kendi mekteplerimize yaptırmaktı
Galatasaray Lisesi’nde seçmeli olarak Arapça, Farsça, Yunanca, Bulgarca, İtalyanca gibi diller okutulurdu Bunun gibi bir müesseseyi 1812 de Çar I. Aleksandr, Petersburgda kurdu. büyük şair Puşkin, Rus diplomat dışişleri bakanı Aleksandr Mihayloviç gibi dâhilerin yetiştiği okulda Fransızcayı ve Batı eğitimini Rusya kendi vermek istedi Bugün mektebin adı Alexander Lisesi değil Puschkin Gymnasium’dur. Batılılaşan ülkelerde çifte karakterli, çifte dilli eğitim mümkün değildir. Galatasaray Lisesi Petersburg’daki Puschkin Gymnasium ile bir kardeş lisedir Osmanlıdaki eğitim kurumları içinde Galatasaray Lisesinde her dilden çocuk okutulurdu dini eğitim ihmal edilmiş ve zayıftı. okul açılırken Ermeni Rum ve Osmanlı Yahudilerinin hahambaşısı karşı çıktı Müslümanlar protesto ettiler.
Her şeye rağmen Sultan Abdülaziz’in bilgili bürokrat ve teknik adamlar yetiştirme konusundaki özlemi bu eğitimi gerçekleştirdi Galatasaray ilk müdürü Mösyö Salve’den beri laik Fransa’nın seçkinleriyle gelişti ve yaşadı Okulun yabancı okullardan en büyük farkı: Eski Galatasaray’ın mensupları Fransızcayı Türkçe kadar iyi bilirdi Fransızca ve bu dili bilenler için Türkçe öğretilirdi. Bu özellik zamanla zayıfladı. 14 Nisan 1992 de Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand ile 8. Cumhurbaşkanımız Özal arasındaki protokolle 1994 de yürürlüğe giren sayılı kanunla Galatasaray Üniversitesi, ilk ve orta-lise eğitimini hayata geçirdi. Gelecek sene 25. yılı kutlanacak. 2000’lerde Fransızca eğitimi yeniden kuvvetlendi.
Coşkun Kırca Galatasaray Üniversitesi kanununu kaleme alan ve liseyi düzenleyen reformistlerin başındadır Galatasaraylılar Vakfı’nı, ve önemli yöneticileri İnan Kıraç ve Dr. Yiğit Okur’u şükranla anmak gerekir. İlk alınan 150 öğrencinin mükemmel Türkçe ve Fransızcaları mezunların devlet ve ticaretteki muvaffakiyeti muhalefeti önledi. İmparatorluk Ermenilerinin ünlü patriği Ohannes Arşaruni bu okulun mezunudur. Bulgaristan’ın Londra ve Brüksel büyükelçisi Simeon Radev bu okulun öğrencisidir. Simeon Saraybosna’da 1914 suikastını düzenleyen komite üyesi Boğdan Radenkoviç, Simeon’un lise arkadaşıdır.
Suriye’nin, Lübnan’ın, Bulgaristan’ın ve Türkiye’nin önemli bürokrat kadroları ve tüccarları Galatasaraylıdır. Galatasaray Lisesinde Türk ulusçuluğu da Fransa kültürü kadar hâkimdir I. Cihan Harbi’nin son yıllarında buradan ancak beş öğrenci mezun olmuş diğerleri. Cephelerde savaşmıştır savaşta yedek subayların yetiştiği ocaklardan biriydi.
Moğolistanda bir zamanlar Türkler ve Moğollar iç içe yaşardı. İki kavimde doğayı, botaniği, evcil hayvanları atçılığı iyi bilirdi dil ve âdetler bakımından farklılıklar vardır Moğollar zamana ve zemine göre yaşam biçimini değiştiriyorlardı Rus kültürünü benimsediler. Türkler bölgeyi zamanla terk ettiler ve Uygurların yaşadığı Doğu Türkistan’a çekildiler. Ortaçağda Budizm, Nasturilik ve ilk Müslüman devletler olarak İslam kültürüne adım attılar maalesef Türk devletleri mirasıyla ve Türkistanlılarla yeterince ilgilenilmiyor. Yakın zamanda çinde Uygurlar sınır dışı edilmişti. Bunun nedeni açıklanmadı, kamuoyu tatmin edilmedi. Kalabalık bir Ülkeyiz baskılara göz yummamak gerekiyor. Taşa Kazınan bir Tarih’te Köktürk ve Uygur yazıtları bugün ayrı bir gözle inceleniyor. farklı okuma ve değerlendirmeler yapılıyor. Köktürk yazıtları kültür tarihimiz ve devletimiz açısından bir uyarıcı Türk tarihinin kendi dili ve yazısıyla ifade edildiği bu dönem ve bölge bilgimizin dışında kalıyor.
Kaynak dirilişpostası.com Senai Demirci
Milletin o hisseye hevesi yok.
O milletin gönlünden hisse alamadı çünkü.milletin iradesinden ölesiye korktular. Korktukları başlarına geldi ve millî iradeden hisseleri reddedilmek oldu.
Tenezzül etmez benim milletim o hisseye. Onun hissesi, darbelerden medet uman, tank zoruyla, dipçikle iktidar olmayı kendine yakıştırmış partide kalsın. Sakın ola ki, hisseyi alayım derken, o hisse sahibinin icraatlarını millete mal etmeye kalkmayın. Eksik olsun hissemiz ama onurumuz tam olsun. zorbalıkla dolu kirli mazileri onlarla kalsın. soykırım suçlarından, dipçik zorbalığından hisse vermeyin tüyü bitmedik yetimlere. Dinsizlikten hisse vermeyin iman ehline. Irkçılığı pay etmeyin secdeye yâr olmuşlara.
Yüzü nurlu anamı, gönlü Rabbine teslim dedemi o hisseden uzak tutun. Kirlenmesin yürekleri. Lekelenmesin namusları. Murdar olmasın yedikleri içtikleri. Hisse, hisse sahibine kefil olanlarda kalsın. O hisse ile ezan-ı Muhammedî’ susturulup yerine gürültü konmuştur; milletin hissesi olmasın zulümde. O hisse sahibini millete mal etmeye kalkmayın Tek parti zorbalığına tenezzül etmez benim milletim. Hazreti Peygamber’in aziz hatırasına hakaretten hisse istemek aklından geçmez benim milletimin. *Kur’ân’a “Muhammed’in yaveleri” diyen hisse sahibinin cürmünden kıl kadar hissedar olmaktan korkar milletim.
O hisse, hak ettiği yerde durmalı. O hisse lâyık olduğu ellerde kalmalı. Milleti hak etmiyor o hisse. Milletin helaline yakışmıyor.
Kalsın…
murataltug1985
10-02-2018, 06:05
Kaynak sabah.com.tr
Bilmeyenlere Kanunî dersleri: Yenilmez Türk
Kanunî dönemi ihtişamlıydı ki 17. yüzyıl Osmanlı yazarları Kanunî dönemini dönülmesi gereken “Altın Çağ” olarak göstermişdi Avrupa Kanuni’yi “Yenilmez Türk” olarak görmüştü Kanunî'den itibaren Osmanlı, Avrupa için gerçek bir tehlikeydi 1522'de Rodos'un fethiyle Batı ve Orta Avrupai gözlerini Türkler'e çevirdi Osmanlı Fransuva-Şarlken çekişmesin yönünü Avrupa'ya döndü Mohaç Muharebesi ile Macaristan'ın fethiylr herkes Türkler'le ilgilendi Kanunî'ni 1529'dak Birinci Viyana Kuşatması ile avrupa osmanlının nefesini enselerinde hisseddi ve, Osmanlıya ilgisileri arttı.
16. yüzyılda özellikle İtalya, Almanya ve Avusturya'da Türklerin ve Osmanlının durdurulamaz ilerleyişinin avrupayı dehşete düşürdü Türk ilerleyişini durduramadılar başarısız oldular Avrupaya göre "Türkler yenilmez di Din adamları Türkler'in, işlenilen günahlar sebebiyle Allah tarafından gönderilen bir ceza, Tanrı'nın gazabı veya veya laneti olduğunu söylüyorlardı.
Osmanlılar, Tanrı'nın kırbacıydı. Avrupa'da "Türkler'e karşı savaşmak Tanrı'yla savaşmaktır" diyenler çıkmıştı. Avrupalılar üzerinde yılgınlık doğmuştu dünyanın Türkler'in, ahiretin ise Hristiyanlar'ın olduğu söyleniyordu. Türk korkusu tam bir kâbusa dönüştü Osmanlılar kıyametin habercisiydi.
Avrupalı yazarlar Türk korkusunu yenmek için kitaplar yazdılar. Aydınlar, Osmanlıyı nasıl yıkmak gerektiği üzerinde uğraştılar. Erasmus adlı bir yazar "Osmanlı İmparatorluğu'nun büyüklüğü insanları korkutmamalıdır. Roma ve Büyük İskender'in imparatorlukları çok büyüktü ve yenilmez oldukları sanılırdı. bugün yoklar. Yıkılıp gittiler" demektedir.
Erasmus, eserinde türkleri karanlık kökenli barbarlar olarak niteledi Türkler'in, Hristiyanların görüş farklılıkları sebebiyle Avrupayı fethettiklerini söyledi esaret altındaki din kardeşlerinin kurtarılması gerektiğini belirtti Hristiyanlığın varlığını sürdürebilmesi için Türkler'in yok edilmesi gerektiğini söylüyordu
Osmanlılar yaydıkları korku yanında bazı Hristiyanlar içinse "ümit" anlamı taşıyordu Vergi yüküyle ezilen veya dinini yaşayamayan Hristiyanlar Türk idaresini tercih ediyorlardı.
Türkler Avrupa'da kitaplara bale, tiyatro, opera eserlerine, halk şarkılarına, şiirlere, hikâyelere konu oldu haçlılar . Osmanlıya karşı halkı ayaklandırmak ve Türkleri yok etmek istiyorlardı sadece Hristiyan dünyasının sembolü Rodos'un Osmanlıya geçmesi ile ilgili 1523'te 80 tane kitap ve broşür yayınlandı. 1526-1532 de Mohaç Birinci Viyana üzerine 259 kitap ve broşür yayılandı 1541'deki Budin seferi 134 1565'deki başarısız kalan Malta kuşatması ve Kanunî'nin son seferi Zigetvar ile ilgili Avrupa'da 148 kitap ve broşür yayınlandı.
16. yüzyılda Türkler'le ilgili Avrupa'da 2 bin 463 kitap, broşür ve el ilânı basılmıştır Avrupa'nın her şehrinde Türkler'le ilgili yayın yapılıyordu.
Osmanlılar'la ilgili en çok yayın Ausburg'da yapılmıştı. kitap ve broşür sayısı 134'tü.
Kanunî döneminde doğu sınırlarının tehdit almadı asıl hedef Batıydı. Osmanlılar Avrupa'daki dengeyi yeniden kuruldu. Osmanlılar'ın, Habsburglar'a karşı mücadele etti fransa bu sayede yaşadı Osmanlılar'ın, Habsburglar'ın Alman kanadını yıprattı Protestanlık Almanya'da yayıldı
Habsburglar'ın Afrika'yı ele geçirmeleri Türk korsanları sayesinde önlendi. Barbaros kaptanıderya yapıldı deniz siyasetiyle Osmanlılar, "Akdeniz'de biz de varız" diyerek Habsburgları Kuzey Afrika'dan uzaklaştırdılar.
Kuzey Afrika'nın Hristiyan olma tehlikesi Cezayir, Trablusgarb, Tunus ve Fasın fethi ile ortadan kalktı.
Akdeniz'de ve Kuzey Afrika'da hakimiyet kuramayan Habsburglar Atlantikte sömürge aradılar. Kanunî döneminde mecbur kalınmadıkça İrana sefere çıkılmadı.hedef Batıydı İlk İran seferine 1533'te çıkıldı. Irakeyn Seferi Makbul İbrahim Paşa'nın hatalarından dolayı netice vermedi. 1548 ve 1553'te çıkılan iki İran seferi Özbeklere ve bölgedeki Sünni Müslümanlar'a yardım etme ve Osmanlı topraklarına saldıran Safevîler'e cevap verme amacıyla yapıldı
Kanunî döneminde 1555'te ki Amasya Antlaşması iki devlet arasında imzalanan ilk resmi antlaşmadır. İran seferiyle Irak'ın ve Doğu Anadolu Osmanlılar'ın eline geçti İran tamamıyla alınamasa da, Irak'ın fethi ile Hint ticaret yollarının kontrolü Osmanlılara geçti.
Kaynak sabah.com.tr
ERHAN AFYONCU
Kanunî’nın ölümü 42 gün gizlendi
Türk tarihinin en önemli padişahlarından Kanunî bundan 452 yıl önce yürüyecek hali yokken 72 yaşında çıktığı 13. seferi Sigetvar kuşatmasında s7 Eylül 1566’da şehid düştü ölümü askerlerin morali bozulmasın diye 42 gün saklandı Sultan Süleyman, 1566'da ihtiyarlığına bakmadan Avusturya'ya sefere çıktı Eyüp Sultan'ı ve atalarının türbelerini ziyaret etti. fakirlere sadaka dağıttı. 29 Nisan 1566'da büyük bir merasimle padişah ve devlet ileri gelenleri İstanbul'dan yola çıktı Padişah beyaz elbiseleriyle at üzerinde muhteşem maiyeti ile muhteşem bir şekilde İstanbul'dan ayrıldı tarihçiler onun beyaz sakallı ve beyaz elbiseli hâlini nurdan bir minareye benzeddi Kanunî, sefere çıkmıştı ama gücü yoktu.
yolda rahatsızlığı artınca Sokollu Paşa'nın yardımı ile arabaya geçti. Sigetvar'a kadar araba ile giden Kanunî padişahlığın şanını ayağa düşürmemek için tüm rahatsızlığına rağmen ata bindi
Belgraddayken niyet Eğri Kalesi'nin fethiyken Sigetvar'ın Osmanlı topraklarına büyük zarar verince ordu Sigetvar'a yöneldi. Sigetvar ın ele geçirilmesi çok zordu Etrafı su kanallarıyla çevriliydi Sigetvarda atından inen Kanunî, atından inip çadırına yürüdü 7 Ağustos 1566'da Sigetvar muhasarası başladı. Hastalığından dışarıya çıkamayan sultan kuşatmayı çadırından takip ediyordu. İhtiyar padişahın hastalığı artmıştı kale de bir türlü alınamıyordu. Kanunî kuşatmanın uzaması üzerine "Bu kale yüreğimi yaktı. Dilerim hakdan ateşlere yana" dedi. Bir süre sonra eski Sigetvar denilen yer fethedildi.
Avusturyalılar şehri ateşe vererek geri çekildiler.
Osmanlı topçuları kaleyi dövdü komutan Zriny yılmıyordu. Sokollu Paşa, kalenin fethi için büyük çaba gösterdi siperlerde askerlerle yatıyordu.
ölümden kıl payı kurtuldu. Kuşatmada padişahın hastalığı arttı. Asker arasında şayialar yayılmaktaydı. 5 Eylül de surlara tırmanan bir Türk fedaisi surlarda büyük bir gedik açtı.
Osmanlı askerleri gedikten içeri girdi müdafaa imkânının kalmadığını gören kale komutanı Zriny iç kaleye çekildi. Sigetvar düşmek üzere iken 7 Eylül gecesi "Muhteşem Süleyman" vefat etti. Sigetvar kuşatmasında sona gelinmişti. padişahın ölümü bu çabayı boşa çıkarabilirdi.
Veziriazam Sokollu Paşa, padişahın ölümünün saklanmasını ve padişahın yattığı yerin altına gömülmesini emretti. Kanunî'nin cesedi, iç organları çıkarılınca, misk ve anber kokuları ile , gizlice cenaze namazı kılındıktan sonra tahtın altına defnedildi. Bir adam padişahın yatağına hasta gibi yatırıldı. Veziriazamın son hücum hazırlıklarını yapdı. Huruç hareketini püskürten Osmanlı askerleri kısa sürede Sigetvar'ı ele geçirdiler. Böylece 7 Eylülde Sigetvar tamamen fethedildi Kütahya Sancakbeyi ve tahtın tek varisi Şehzâde Selim'e babasının öldüğünü bildiren bir mektup göndererildi İkinci Selim'in Rumeli'ye geçtiği haber alınınca veziriazam orduyu Belgrad'a hareket ettirdi Kaleye yaklaşınca, hafızlar Ku'ran okumaya başladı. padişahın yakın çevresi görevliler başlarına siyah sarıklar giydiler.
ordu ağlayıp, dövünüyordu. asker yürümeyi bıraktı.
"Hay Sultan Süleyman Han" diye feryada başladı.
Sokollu Paşa, askerlere "Kardeşler, yoldaşlar niçin yürümezsiniz. Bunca yıllık İslâm padişahını Ku'ran ile uğurlayalım. Gaza ile Macaristan'ı İslâm ülkesi yaptı. Hepimizi ihsanlarıyla besledi. Karşılığı bu mudur ki, cesedini başımız üstünde götürmeyelim.
Oğlu Sultan Selim padişahımız 17 gündür Belgrad'da sizi bekler. Merhum padişahımız vasiyet etti. Hafızlar durmayın acımızın devası Ku'ran'dır" diyerek askeri sakinleştirdi. ÜÇ DEFA CENAZE NAMAZI KILINDI İkinci Selim, siyah kaftanla şehadeti tam 42 gün gizlenen babasının cenazesini karşıladı. Kanunî'nin cenazesine dualar edildi. tabutu musalla taşına kondu ve burada ikinci defa padişahın cenaze namazı kılındı. sonra Kanunî'nin cenazesi ordudan ayrı bir kafile ile İstanbul'a yola çıkdı ve yolda halkın ağlamaları ve dualarıyla karşılandı. İstanbul'a geldikten sonra Kanunînin cenazesi, İstanbul'da Şeyhülislâm Ebussuud Efendi tarafından üçüncü defa cenaze namazından sonra Süleymaniye Camii'ndeki türbesinin inşa edilmesi düşünülen yere götürüldü.
Türbe henüz yapılmadığı için mezara bir çadır kurulmuştu. Kanunî, Mimar Sinan'ın nezaretinde hazırlanan mezarına gömüldü. bir devir kapanmıştı.
Sultan Süleyman öldüğünde 72 yaşındaydı. Tahta çıkalı 46 yıl olmuştu. En uzun süre hükümdarlık yapan Osmanlı padişahıydı. Kanunî dönemi ihtişamlıydı ki 17. yüzyılda Osmanlının buhranlı yıllarında, Kanunî dönemini dönülmesi gereken "Altın Çağ" olarak göstermişdi. Kanunî, yuvarlak çehreli, elâ gözlü, açık kaşlı, doğan burunlu ve uzun boylu idi. Âlim ve şairlerle sohbetten hoşlanırdı. Şehzâdeliğinde öğrendiği kuyumculukta mahir bir sanatkârdı. Muhibbî mahlasıyla şiirler yazdı. İyi kılıç kullanır ve avlanmaktan hoşlanırdı. Arapça, Farsça ve bazı Slav dilleri ile Tatar lehçesini bilirdi. I. Süleyman'la birlikte kullanılan "Kanunî" sıfatı onun kendisi için takındığı veya devrinin yazarları tarafından verilmiş bir ünvan değildir. I. Süleyman Avrupalı yazarlar tarafından "Muhteşem", "Büyük Türk" gibi lakaplarla anılıyordu. Kanunî" ünvanını, XVIII. yüzyılda Osmanlı tarihini kaleme alan Dimitri Kantemir kullanmıştı. Kantemir, onun kanunları üzerinde durarak bu lakabı vermişdir. sonraki yazarlar da benimseyerek, I. Süleyman'ı "Kanunî" diye zikretmiştir
murataltug1985
10-07-2018, 18:28
Kaynak sabah.com ERHAN AFYONCU
Asya’ya geri döndük
MACAR mültecileri 15 Şubat 1850'de Kütahya'ya gitmek üzere Şumnu'dan ayrıldı Kardeşlerim! Hayatımda ilk zor adımı anavatanımı ve asil ulusumu terk etmekle atmıştım. İkincisini cesur ordumdan ayrılıp, Avrupa'dan atılıp mezarımın beni beklediği yere sürülmek zorunda kaldığım gün atıyorum. Siz güçlü ve dayanıklısınız. anavatan için silah tutmak gerektiğinde ben, gücümün azaldığını hissediyorum. Ben kaderin emrine uyuyor ve benden önce aynı kaderi yaşamış olanları takip ediyorum.
Atalarımız Asya'dan gelmişdi. Torunları olan bizler, atalarımızın geldikleri yere dönmek zorundayız. Bu, kaderin acımasız emridir.anavatana dönebilme şansına sahip olabilirseniz kemiklerimin yabancı ülkede çürümesine izin vermeyiniz. bana söz verdiğinizi ve sözünüzü tutacağınızdan eminim". Kossuth, 1894'te öldü. Macaristan'a getirilen cenazesi büyük bir törenle gömüldü. Cenazesine Macaristan yöneticilerinden pek azı katıldı. Fakat on binlerin katılması milletin Kossuth'a verdiği değeri gösteriyordu.
Savaştan dostluğa Türk-Macar ilişkileri
Türkler gibi Asya’dan gelen Turanî bir kavim olan Macarlar ile Osmanlılar asırlarca mücadele etti. Ancak Macarlar’ın Avusturyaya geçmesinden sonra Osmanlılar Macarlar’ı destekleyip savaşı göze alarak Macar mültecileri misafir ettiler 1389' Kosova zaferiyle Tuna Nehri ve Balkanlarda direniş kuvveti kalmamıştı. Güneydoğu Avrupa'da ki tek güçlü devlet Macaristan'dı.
Yıldırım Bâyezid'in İstanbul'u kuşatmasıyla Avrupa'da Haçlı seferi fikri ortaya çıktı. Macar Kralı Sigismund, Osmanlılar'ın Tunaya ilerlemesi ve Macaristan'ı tehdit edmesi üzerine Haçlı seferine sarıldı. Osmanlı topraklarına giren Haçlılar 25 Eylül 1396'da Niğbolu Kalesinde Osmanlı kuvvetleriyle savaştı Osmanlılar'ın kazandığı zafer sonrası Macar Kralı canını zor kurtardı. Osmanlı ile Macarlar arasında Balkanlarda uzun bir hakimiyet mücadelesi başladı. Macarlar zaman zaman galip geldi 1444 Varna Meydan Muharebesi dönüm noktası oldu. II. Kosova Savaşı'nda 1448 de Macarlar'a bir darbe daha vuruldu.
Fatih ve II. Bâyezid döneminde Macarlar'la mücadele devam etti. Macarlar Belgrad'a hakim oldular. Kanunî tahta çıkınca 1521'de Belgrad'ı fethetti 1526'da Mohaç'ta Macarlar'a büyük bir darbe vurdu ve Macaristan tarihe karıştı. Osmanlı ile Avusturya arasında Macaristan'a hakimiyet savaşları başladı. Osmanlı hakimiyetinde kalan Macar topraklarını kendi vatanının bir parçası olarak gördü.
1558-1560 yıllarında Osmanlı hakimiyetindeki Macaristanda 6 milyon akçe vergi toplayan Osmanlılar bu ülkeye 23 milyon akçe harcamışdı.
Avusturya hakimiyetindeki Macarlar isyan edip Osmanlıdan yardım istediler. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Protestan Macar lideri Tökeli İmre'ye yardım emri verince Budin Beylerbeyi, Avusturyalılar'ın elindeki Orta Macar (Kuzey Macaristan) topraklarını alarak, Tökeli İmre'ye verdi. Osmanlı Tökeli'yi Orta Macar Kralı olarak tanıdı.
1683'te II. Viyana kuşatmasının başarısız olması Macarlar'ı etkiledi. Viyana bozgununun önlenememesi sonucu Osmanlılar Macar topraklarını kaybetti 1715-1718 savaşlarında Avusturyayla mücadele eden Macar lideri II. Ferenc'e de yardım edildi. Avusturya'nın galip gelmesi üzerine Macarlar Osmanlıya sığındılar.
Ferenc, Tekirdağ'da yaşadı.Osmanlı yönetimi 1736-1739 da Osmanlılar'a sığınan Ferenc'in oğlu Joseph'i Erdel Kralı yaparak, Vidin'e gönderdi. onun cephede ölmesi bu teşebbüsü önledi.
1848 ihtilalleri, Avrupa'da kargaşaya sebep oldu 1848 İhtilalinde Macaristan'ın haklarına son verildi. Macar lider Kossuth. 14 Nisan 1849'da Macaristan'ın bağımsızlığını ilân etti. Avusturya'ya karşı başarılı bir şekilde savaştılarsa Rus ordularının Macaristana girmesi ile savaşın seyri değişti. Savaşı kaybettiğini anlayan Kossuth, Orsova'ya giderek sığınma talebini Sultan Abdülmecid'e gönderdi. Sultan mültecilerin kendi misafiri olduklarını, saçlarının bir teline zarar gelmektense tebaasından 50 bin kişinin kurban edilmesini yeğleyeceğini söylemişti.
Kossuth, Avusturya askerleri tarafından takip edildiği için Osmanlıya iltica etti. Macar lider ve mülteciler Vidin'de iki buçuk ay kaldıktan ve Şumnu'ya nakledildiler. Kossuth ve mülteciler gelenleri daha sonra Şumnu'dan Kütahya'ya gönderildiler. Osmanlı Avusturya ve Ruslar'ın baskısına rağmen Macar ve Polonyalı mültecileri iade etmedi. Sultan Abdülmecid, "Tacımı veririm, tahtımı veririm fakat, devletime sığınanları asla geri vermem" demişti.
Osmanlılar hürriyet ve insan haklarını
savunmuş İngiltere ve Fransada büyük yankı uyandırmışdı. Batıda Osmanlı Devletine büyük bir sempati oluştu.
Kossuth, Osmanlı Devleti'nden ayrılıp İngiltere'ye gitti. İngiltere'de hayatını güvenceye alan ve kendisini düşmana teslim etmeyen Türkler'i övmüştü: "Bugünkü hayatım ve hürriyetim Avusturya ile Rusya'nın tehdidine rağmen beni ve arkadaşlarımı muhafaza eden Türkler sayesindedir.
O Türkler ki, yüksek hislerle ve insan haklarına saygılı oluşları ile tehditlere boyun eğmediler. Türk milleti üstün bir güce sahiptir. Türkiye'nin bugün ve istikbalde mevcut olması Avrupa'nın ve insanlığın yararınadır.Ben, Türklerden gördüğüm lütuf ve saygının hatıralarıyla yaşayacağım".
Kaynak sabah.com NİHAT HATİPOĞLU
Cumhurbaşkanı’nın tarihi konuşması
Cumhurbaşkanımızın BM deki son konuşmasında mazlum, mağdur, fakir, ülkelere ve insanlara temas etmiş rahatsız edici manzaraları kürsüde dile getirmişti tarihe kaydedilen bu konuşmanın dikkati çeken sözleri şunlardı BM Güvenlik Konseyi sessiz kaldığı için dünyada zulüm devam ediyor, zalimler cesaret kazanıyor. Dünyanın en zengin 62 kişisinin mal varlığı, dünya nüfusunun yarısına 3.6 milyar insana denktir. Burada bir problem vardır.
Dünyada 821 milyon insan gece aç yatarken dünyada 672 milyon kişiye obezite teşhisi konuluyor.Demek ki sorun var.Farklı coğrafyalarda 258 milyon kişi iyi bir gelecek için ülkeden çıkıp yola koyuluyor. 68 milyon kişi yurdundan ediliyorsa burada bir sorun var Afrika'da doğan bir çocuğun ömrünün ilk aylarında ölme riski bu şehirde doğan bir çocuğa göre 9 kat fazlaysa bir problem vardır.
BM insanlığın sözcüsü olmalı.
Ezilene kalkan olacak, aç olana el uzatacak bir küresel sistem haline gelmelidir. Mevlana der ki; Adalet hakkı sahibine iade etmektir. Ve yine Mevlana der ki; Zalim, üzerine düşen görevi yerine getirmeyendir. Bu sözlerin bir devlet başkanı tarafından ilk kez söylendiğini biliyorum.kürsüde tenkitler olmuştur ama bu kadar dokundurucu, sorgulayıcı, vicdanlara seslenici bir dozda ilk kez söylendiğini biliyorum.
İmanında rahmet ve merhamet olan bir ümmetin diline ve gönlüne tercüman olduğu için Cumhurbaşkanımızı tebrik ediyorum.*Dilerim ki BM alınması gereken dersi*çıkarırlar. Yoksa zalim zulmüne*bırakılmış ülkeler sömürülmeye devam edecektir.
Kaynak hürriyet.com
İlber ortaylı
CUMHURBAŞKANLIĞI’nın Merkez Kütüphanesi’ne kitaplarımı bağışlamam tepkilere neden oluyor. Uygundur diyenlerin yanında kütüphanelerin perişan vaziyetinden haberdar olmayanların tavrı ortaya çıkıyor. Kimseyi kınamıyorum ama Üniversite kütüphanelerden kitaplar ayıklanır, yer olmadığı söylenerek istenmeyen kitaplar saf dışı bırakılır. vakıflara verilen kitaplar sahaflardan satın alınıp önünüze getirilir.
Taşra üniversitelerine kitap vermeliymişim. Önce üniversitelerin kitaba ne kadar bütçe, personel ayırdığına bakınız.Türkiye’de Bilkent Üniversitesi dışında kayda değer kütüphane ve üniversite tanımıyorum. iddiasına bakarsan 1 milyon kalemin içeride olduğunu zannedersin. Koç ve Başkent üçte bir oranla onu izliyor.
Gerisini söylemeyeceğim. Türk Tarih Kurumu üniversiteleri takip ediyor.
üniversitedeki kitap şahsi kütüphanelerle yarışacak durumda değil. Koruma tedbirlerinin olmadığını Galatasaray Üniversitesi’nde meydana getirdiğim hukuk tarihi kitaplığı gösteriyor. 5 bin 500 kitaptan oluşan koleksiyondan bir yangında hiçbir şey kalmamıştı. Benim yaşıma gelmiş insanın geniş bir kitaplığı elinde tutması uygunsuzdur. Ne kadar yaşayacağıma dair senedim yok. Bazı iyi kütüphaneler kitap kabul edemiyor. Kapasiteleri dolmuş durumda.
Bizzat bağış için müracaat ettiğim özel kitaplığın yetkilileri, “Önce evinizde kitaplarınıza bakalım” gibi gülünç bir mazeret sürdüler. İnsanlar kütüphaneci olmak için etraftaki kitap yazan ve kitapları olanları tanımalı. DEVLETLE PAYLAŞMAYA DEVAM ABD’deki Library of Congress’e kitap verecek halim olmadığına göre tüm halkımızın yararlanacağı Cumhurbaşkanlığı Merkez Kütüphanesi’ne hiçbir karşılık beklemeden, yurtdışından bavul bavul taşıdığım, 50 yıldır biriktirdiğim, birçoğu nadir olan kitapları bağışladım.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda ilk olarak 1977-1979 yıllarında Ahmet Taner Kışlalı’ya danışmanlık yaptım. Memuriyet ve maaş söz konusu değil, devletle her zaman bildiğimi paylaşmaya devam edeceğim.
*
Kaynak sabah.com erhan afyoncu
Macar lider Kossuth. 14 Nisan 1849'da Macaristan'ın bağımsızlığını ilân etti. Avusturya'ya karşı başarılı bir şekilde savaştı ancak Rus ordularına karşı Savaşı kaybedince Sultan Abdülmecid'e sığındı. Sultan mültecilere misafir olduklarını, saç tellrine zarar gelirse tebaasından 50 bin kişiyi kurban yeğleyeceğini söylemişti.
14 Nisan 1849'da macaristana bağımsızlığını kazandıran macar lideri
Kossuth, Avusturyadan kaçıp Osmanlıya iltica etti. Macar mülteciler Vidin'de iki buçuk ay kaldı ve Şumnu'dan Kütahya'ya gönderildiler. Osmanlı Avusturya ve Rus baskısına karşı Macar ve Polonyalı mültecileri iade etmedi. Sultan Abdülmecid, "Tacımı tahtımı veririm devletime sığınanları asla vermem" demiştir
macaristana bağımsızlık kazandıran lider kossuth osmanlıya sığınmış sultan abdülmecit tacımı veririm bana sığınanı vermem bunu yapmaktansa tebaamdan 50 bin kişiyi kurban yeğlerim demiştir Macar lideri Kossuth osmanlıyı şu şekilde över hayat ve hürriyetim Avusturya ve Rus tehdidine rağmen beni muhafaza eden Türkler sayesindedir.
Macaristan Tanrının kırbacı başbuğ atillanın soyundandır Avusturya ve rus tehdidine karşılık osmanlıya sığınmıştır
Sultan abdülmecit onu düşmana teslim etmemiştir macar lider osmanlıdan şöyle bahseder Türkler yüksek hisli ve insana saygılıdır boyun eğmez üstün bir güce sahiptir. Türkiye'nin mevcut olması insanlığın yararınadır Türklerin lütuf ve saygın hatıralarıyla yaşayacağım".
murataltug1985
10-14-2018, 22:32
Kaynak sabah.com ERHAN AFYONCU
117 yıl önce ABD ile rahibe krizi
Osmanlının Makedonya bölgesinde bölücü faaliyetlerin sürdüğü 1901’de kaçırılan Amerikalı Protestan Misyoner Rahibe Miss Stone şöhret olurken, kaçıran çete de para sahibi olmuştu
Osmanlı Rusya arasındaki 1877- 1878 de imzalanan Ayastefenos Antlaşması'yla kurulması düşünülen Büyük Bulgaristanı İngiltere engelledi
Bu antlaşmanın yerine imzalanan Berlin Antlaşması'yla Büyük Bulgaristan üçe bölündü.Rusya'nın Osmanlı'yı parçalama faaliyetleri yüzünden bu antlaşma geçerli olmadı.
1885'te Doğu Rumeli'yi sınırlarına katan Bulgaristan Prensliği, Makedonya'ya göz dikti. Makedonya mücadeleleri sırasında bir Amerikalı rahibe kaçırıldı
Bulgarlar, Makedonyada faaliyetlerini yoğunlaştırdı terör eylemleriyle Makedonya'yı Osmanlı'dan koparmak istediler Çete lideri Sandanski 1901'de bir plan yaptı. Selanik'te Amerikalı Rahibe Ellen Maria Stone'u kaçırıp, fidye alacaktı. Amerikalı Protestan misyoner Miss Stone ve Bulgar misyoner arkadaşı Katerina Stefanova, 19 kişilik bir kafileyle birlikte 21 Ağustos*1901'de Selanik'e bağlı Banesko Köyü'nden yola çıktılar. Yolda önlerini kesen 16 kişilik çete Miss Stone ve hamile Katerina'yı alıp, diğer yolcuları serbest bıraktılar. Çete iki yolcuyu dağa kaldırdı
Hadise büyük bir yankı uyandırdı.
Selanik Valisi Tevfik Paşa, durumu taraftan İstanbul'a haber verirken, diğer rehinelerin kurtarılması için çalışmalara başladı. Bulgar çetesi karlı dağlarda rehineleri sakladı Miss Stone, bir bir Amerikalı doktora mektup yazarak, "25 bin lira istedi Rehinelerin çetenin yanındaki günleri dört ayı bulmuştu ki Katerina'nın doğum sancıları başladı. Bulgar komiteciler, bir kulübede çocuğunun doğmasını sağladılar.
Osmanlı Devleti, bu durumun kötü örnek olmasından ve yabancıların kaçırılıp, fidye istenmesinden çekiniyordu. Osmanlı rehinelerin bulunmasına
ödül koydu. Çobanları ve köylüleri kontrole aldı. Askerler yolları tuttu Bulgar çetesi rahibeyi kaçıranların Arnavut olduğunu yaydı çete yakalanamadan, rehinelerle birlikte Bulgaristan'a geçti. Bulgaristan Osmanlının baskısına rağmen çeteyi görmezden geldi. Amerikan elçiliği vatandaşını kurtarmak için Osmanlıyı devre dışı bırakıp komitecilerle görüştü. Ocak 1902'de Amerikalı yetkililer çeteye 14.500 lira verdiler ve rehineler Şubatta serbest bırakıldılar.
Osmanlı yetkilileri tarafından ifadesi alınan Miss Stone bilgi vermek yerine hedef şaşırttı. asla komitelerin yüzüne bakmadım" gibi inandırıcı olmayan sözler söyledi bilgi vermedi. Miss Stone'nun çeteye para kazandırırken, diğer taraftan kendisine servet ve şöhret kazanmak için bu işe girişme ihtimali kuvvetliydi. Miss Stone, macerasını anlatmak için Amerikan Magazine ile anlaştı Miss Stone ve macerasını "Eşkiyalar Arasında Altı Ay" başlığıyla resim ve çizgilerle 1902 de tefrika olarak yayınladı. Bu hadise "Amerika'nın ilk modern rehin krizi" olarak adlandırıldı
Osmanlı yönetimi rahibenin memleketine dönmesinden sonra işin peşini bırakmadı çetenin rehineleri dağlarda dolaştırmadığı Bulgaristan'da rahat günler geçirdikleri anlaşıldı toplu bir fotoğraf da ele geçirildi
Amerikan elçiliği çeteye verdiği parayı Osmanlı dan istedi. Ancak Osmanlı durumu Amerikalı yetkililere anlatıp, para vermenin kendi fikirleri olmadığını, para veremeyeceğini söyledi.
25 Şubat 1902 vali tevfik paşa hislerini şöyle özetler: "Olayın başından beri, Osmanlıyı sorumluluk altında bırakmamak için, gece gündüz çalıştık. Devamlı memur ve hafiyeler görevlendirerek, bilgi topladık. Hatta Bulgaristan ve Şarki Rumelide incelemeler yaptırdık. Osmanlı aleyhindeki yakıştırmalara kapılmağa eğilimli olan Protestan misyonerler ile yabancıların, iyi niyet ve gayretinden emin olmalarını sağladık. bütün bunlar sonuçsuz kalmamıştır. Dahiliye Nezareti'ne gönderdiğim yazılarda, bu gerçek, ortaya çıkacaktır".
19.*yüzyılda Makedonya özellik ve imtiyazı olmayan bir Anadolu vilayetiydi merkeze bağlıydı Bölge Selanik, Kosova ve Manastır vilayetlerinden oluşuyordu. Makedonya'da Türkler'in yanında Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Arnavutlar, Yahudiler yaşamaktaydılar. her topluluğun Makedonyada emelleri vardı.Osmanlının "Bulgar Fesad Komitesi" adını verdiği Makedonya'da faaliyet gösteren çeteler, iki büyük komiteden oluşuyordu Santralistler adı verilen "Dahilî Makedonya İhtilal Komitesi" Sandanski'nin başkanlığında 1893'te Selanik'te kurulmuştu ve "Makedonya Makedonyalılar'ındır" sloganıyla hareket ederek bağımsız bir devlet peşindeydi. Diğer devletlerin baskısından kurtulduktan sonra bağımsız Makedonya'yı Bulgaristan'a ilhak edeceklerdi. Varhovistler adlı "Makedonya Yüksek Komitesi" ise Mihalovski'nin başkanlığında 1895'te Bulgaristan'da kurulup Makedonya Bulgarlar'ındır" sloganıyla hareket ediyordu.
Kaynak sabah.com.tr
NİHAT HATİPOĞLU
Kıymeti bilinmeyen nimet zail olur
Biz insanların hiçbir zaman düzelmeyen manevi hastalıkları vardır. dönemde bu hastalığımızı tedavi edemedik azalttık, fakat yok edemedik.Hasetçiyiz. Haset en büyük zafiyetimiz Kıskanırız. Öldüresiye, ölesiye kıskanırız. Nimeti kıskanırız. Başkasının varlığını, mevkiini, makamını, boyunu, posunu kıskanırız.
Allah'ın lütfettiği imkânı şahsımız ve sevdiklerimize harcarız. Ama yoksulu, garibanı, düşmüşü, muhtacı ıskalarız.
İnsanların açığını ararız. Yoksa da buldururuz Bir kenara yazarız. Günü gelince de ilke ve kural tanımadan kullanırız. Bizi makama getirenden övgüyle bahsederiz. gün gelir paylaş yetkini dese, yeter, dinlen dese ondan kötüsü yoktur deriz. Yani nankörüz.
Haramı kendimiz caiz sayarız.caiz olanı Başkasına haram sayarız. Kıymeti bilinmeyen nimet elimizden alınır. Zeval bulur. Yanlışa devam edersek imanımız zeval olabilir.
çok hastalığımız var. Tedavi olmazsak, hastalık yayılır tedavi tövbedir. Akıldır. Vicdandır. Tefekkürdür. Tövbe etmeliyiz. İstiğfar etmeliyiz. düşünmeliyiz Ehil olmayan kardeşimiz olsa uzak tutmalıyız. Dünya için ahiretimizi kaybetmemeliyiz. Kimse imanımızdan önemli olamaz. Sadıkları bulmalı Salihlerle yol almalı zor gün dostunu sarmalıyız. Dün yanımızda olan bugün nerede buna bakmalıyız.
Nimeti kıstığımızda bize düşman olana bakmalıyız. Ondan uzak olmalıyız. Doğru dostu seçmeliyiz. Diyelim ki müdüre çaycısı, şefi, memuru; ulaşamıyorsa müdürün kontrolü ele geçirip buna engel olanı silkelemesi, lazım. Kısacası sorumluyuz. Her anne, öğretmen, müdür, milletvekili, imam, müftü, hepimiz sorgulanacağız.
Ölüm ve hayat, hesap ve cennet iç içe Anında gelebilir. Hiç hazır değilken. tövbe ve istiğfarı yapmadan günah ve hatana başkasını ortak etme tövbe et. Kendini günahkâr say. Herkesi kendinden daha iyi ve temiz bil.
nefsini ve firavunu durdurur Yoksa helak olursun haberin olmaz.
Kaynak türkiyegazetesi.com
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Fatih’in mirası: Bosna Hersek
Bosna-Hersek 110 sene önce elden kayıp gitti. 445 yıldır Türk yurdu idi. Bu kadar kolay nasıl kaybedildi? tarihi kaybettik. Neden ve niçin böyle oldu II. Abdülhamid Han döneminde elden çıkan yerler deyip müsebbipler gözden ırak tutulmaktadır. Bosna-Hersek, 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilerek Osmanlıya katılmıştır Osmanlıların şefkatli ve adil idaresi, Bosna’daki Bogomillerin kitle hâlinde İslamiyeti kabullerine sebep olmuştur
Boşnak Bogomiller Hıristiyanlığın müsamahasızlığından İslâma sığınmışlardır. Boşnak* Müslüman olmuş bölge halkına verilen isimdir.
Tanzimat’ın ilanı ile birlikte bölgede sıkıntılar başlamıştı. 28 Şubat 1856 da Islahat Fermanı ve Hıristiyanların haklar kazanması zaten 1839’dan beri rahatsızlık içinde olan Bosna Müslümanlarını huzursuz etmişti.
Bosna’da Müslüman ahali ile gayrimüslimler arasında ihtilaflar yaşandı. 1859 da*“Bosna Çiftlikâtı Nizâmnâmesi”*bölge ekonomisine düzenlenmek istenmişse de zorluklarla karşılaşılmıştır. bölgede huzur ortamı oluşturulamadı. 1861 de ayaklanmalar başladı
İsyanı bastırmakla Ömer Lütfi Paşa görevlendirildi. Karadağ’dan destek gören asileri etkisizleştirmek için mücadele eden Ömer Paşa, Bosna’daki karışıklığı giderirken İsyankar idareciler azledildiler (1862). Tanzimatta Bosna ile payitaht arasındaki diğer mesele ise askere almada yaşanmıştı. Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra askerlik sisteminde Osmanlıdan düzenli asker toplanması kararı alınmış asker temini başlatılmış ancak Balkanlarda Bosna ve İşkodradan asker toplanamamıştı.
Serdar-ı Ekrem Ömer Lütfi Paşa'nın, Bosna isyanında sert davranması soğukluğa neden olmuştu.Bosnada istikrarsızlık sürerken Ahmed Cevdet Paşa, isyanları incelenmesi için Bosna’ya görevlendirilecek ve başarılı bir müfettişlikle Bosnada iz bırakacaktır. bir ülkenin devlete nasıl bağlanacağını, bir milletin devletini nasıl seveceğini göstermiş olacaktır.
Cevdet Paşa, 1863 yılında Bosna vilâyetinin teftişi ile vazifelendirildi vaziyeti müşavere etti. Paşa*“Sultan Abdülaziz efendimiz hazretleri beni teftiş için gönderdi ve Kadıaskerlik rütbesi verdi. Ben Kadıaskerim, Sizlerden asker isterim. dedi. heyet bunun zor olacağını dile getirdi Cevdet Paşa başarılı olacağından emindi. Sadece yanında olmalarını istedi paşa, bir buçuk yılda Bosna’da lâzım gelen ıslâhatı yerine getirdi. masrafı bölge halkından olmak üzere iki alay asker topladı.
O yıllarda asayişin bozukluğundan çekinen Boşnaklarda askerîye neredeyse imkânsızdı askerliği kabul için Bosna dışına çıkarılmamak şart koşulmuştu. Ahmed Cevdet paşa bu durumu hükümsüz hâle getirdi.
O zamanlar, askerî elbiseler içinde en câzibi*Talia*alayları kıyafeti idi. Şâşâalı, ihtişamlı yeşil şeritlerle süslü bu elbise ile boylu poslu Boşnak delikanlılar, câzip, daha yakışıklı ve heybetli görünüyordu
Cevdet Paşa, câmideki merasimde sözü elbisedeki yeşil şeridin mânâsına getirdi ve;“Bu remzi taşımak, îcâb-ında Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’yi müdafaa gibi kudsî bir vazife uğrunda fedâîliğe işarettir. Bu yolda can vermekten korkanlar bu elbiseyi giyemez ve bu remzi taşıyamaz dedi. câmideki Boşnak delikanlılar;
Biz ne güne varız. İcap edince biz de Mekke’yi, Medine’yi ölümüne müdâfaa ederiz. Bu yolda şehit düşeriz. Bizi fedâîlik ve kahramanlık şerefinden mahrum bırakmayınız”*diyerek candan yalvarmağa başladı
Bosna büyük bir ihtilâlin kopacağını tahmin ediyordu kimvurduya gitmesinler''*diye yapılan davete icabetten çekinmiş evden çıkmamıştı.
evvelce askerden kaçanlar şimdi aşk ve gayretle öne fırlamış askerlik için yalvar yakar olmuştu devlet büyükleri hayret ve şaşkınlık içerisindeydi Avusturyalılar aleyhte propagandaya başladı Osmanlının malî sıkıntıda olduğunu ve askere para veremeyeceğinden bahsettiklerinde onlar“Para için askerlik bizim dinimize yakışmaz. Biz askerliği din ü devletimiz için ifâya borçluyuz. Erkân-ı Vilâyet böyle münasib görmüş, müftüler fetva vermiş. Biz dönmeyiz diye cevap vermişlerdi.
Padişah fermanıyla bölgeye giden Ahmed Cevdet Paşa, Bosna’yı*devletine bağlamış imkânsız problemleri kolaylıkla gidermişti. bundan sonra geçen kırk beş sene en küçük bir isyan hareketi görülmezken koskoca bir ülke bir günde nasıl elden çıkıyordu?
Gaflet mi vardı? İhanet mi olmuştu? Müsebbibi kim idi?
Kaynak türkiyegazetesi.com
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Kötü adam yurt bozar!
Büyük Türk devlet adamı Emîr Timur*“İyi adam yurt kurar, kötü adam yurt bozar”*demiştir. Ahmed Cevdet Paşa,padişahın*emri ve duası ile harekete geçmiş, Osmanlı geleneği ve zihniyetiyle hareket ederek, Tanzimatın karışıklığa düşürdüğü Bosna Hersek’teki huzursuzluğu birkaç günnde çözmüştü
Ancak 445 yıllık Türk yurdu Bosna önce Birinci Meşrutiyet'in doğurduğu 93 Harbinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun denetimine düştü. Buna rağmen Osmanlıya bağlılığı devam ediyordu.
II. Abdülhamid Han’ın 30 yıllık saltanatı boyunca Avusturya’nın denetimi işgale dönüşemedi.*Cevdet Paşa’nın düzeni sağlamasından yarım asır;*II. Abdülhamid Han’ın saltanata geçmesinden 30 yıl sonra sıkıntı dışarıda değil içerideydi. Bosna’da devleti yüceltmek ve korumakla görevli 3. Ordu'nun subayları asilerle iş birliği yapıyordu Düşmanlar onların vaziyetini kollamaktaydı. fırsatı çok geçmeden bulacaklardı.
Almanya 1878’de birliğini sağladıkta sonra sanayileşmeyle büyük bir güce erişti sömürge imparatorluklarını tehdit edti. İngiltere ve Rusya ise, Almanya’nın gelişmesinden rahatsızdı Almanya’nın durumunu görüşmek ve güç gösterisi yapmak üzere*İngiltere Kralı VII. Edward*ile*Rus Çarı Nikola,*9 Haziran 1908’de Reval’de birleşdiler. Almanya’ya karşı takip edecekleri politika Afgan hududu, İran, Girit ve Makedonya Balkan demir yolları gibi meseleler masadaydı.
Osmanlı Devleti ve II. Abdülhamid in Han’ın nasıl bertaraf edilmesini görüştüler o, Osmanlının başında iken kendilerine rahat yokdu. Osmanlı içerisinde ciddi bir güç olan ve 3. Ordu'ya hâkim bulunan*İttihat ve Terakkiciler Reval buluşmasını Rumeli’nin paylaşıldığı şeklinde yorumladılar.*tarihte akla gelebilecek en ahmakça bir yorumla bunun sorumluluğunu Sultan Abdülhamide yüklediler. Bunda mutlaka İttihatçı subaylar ve Alman ajanların etkisi vardı
İngiltere ve Rusya gibi Osmanlıda gözü olan en azılı düşmanlar geleceklerini garantiye almak üzere görüşmeler yapıyordu. Osmanlının ordu mensupları bunu padişahdan kendi devletlerine karşı darbeye girişiyorlardı.Rusya ve İngiltere buluşmasının sebebi Almanya idi. Almanya sükûnetini muhafaza ederken Osmanlıda kazan kaynadı İttihatçıların vesayet altına düştüler yabancıların uşağı hâline geldiler
İttihatçıların düşmana karşı birlik olmak gerekirken iç savaşa davetiye çıkarıyor Düşmanın ekmeğine yağ sürüyordu
İttihatçılara göre Meşrutiyet ilan olunur, Hristiyanlara eşitlik verilirse Makedonya elden çıkmaz, ülkenin bütünlüğü sağlanırdı. İttihatçılar filmin 1839 dan beri vizyonda olduğunu ve nelere mal olduğunu görmüyorlardı Hıristiyanlara hak verilmesinden yana idiler. Kendi tarihlerinde büyümeye devam ettikleri haşmetli dönemlerde gayrimüslimlere, hiçbir devletin tanımadığı hakları vermiş olduklarını ne çabuk unutmuşlardı. Onları büyüten sırdan nasıl da gafil idiler!..
Hıristiyan haklarının devleti mahvetmek olduğunu hesaplamaktan acizler.
Besle kurt enciğin derin soysun”*misali derilerini yüzdürmek için düşmanı sevindirmekten başka iş görmüyorlardı. 31 sene önce,*“Meşrutiyet gelirse, İngilizler ve Avrupa’yı yanımıza çekeriz”*diyen Midhat Paşa’nın fiyaskosu neticelenmiş senaryosu ikinci kez vizyondaydı. İttihatçıların gerçek niyeti Reval görüşmesini kullanarak Padişah’a zorla Meşrutiyeti ilan ettirmekti.
İttihat ve Terakki, Selânik ve Manastır gibi cemiyetin güçlü yerlerinde örgütü harekete geçirdi. Rumeli Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa’nın, Abdülhamid Han’a,“Burada kulunuzdan başka herkes İttihatçı”*şeklinde telgraf çekmesi vahameti gösteriyordu. örgüt kendi devletine saldırıyor Kendi silah arkadaşlarını şehit ediyordu. İlk olarak*Selânik Merkez Kumandanı Nâzım Bey’i vurdular. Nâzım Bey’i vuran*Kurmay Binbaşı Enver Paşa kendisine katılanlarla dağa çıkarak mevcut idareye isyan etti.
Onu*Kolağası Niyazi Bey’in 160 askerle dağa çıkması takip etti. Askerden ve halktan birçok kimse, katıldı Suikastlar devam ediyordu.Manastır Müfettişi Sami Bey*öldürülürken, meşhur hafiyelerden*topçu alayı imamı Mustafa Efendi,*Selânik’te vuruldu.*Birinci Ferik Şemsi Paşa İttihatçıların fedaisi*Teğmen Âtıf Bey*tarafından üç kurşunla öldürüldü.*İttihatçılar kendi devletinin subaylarını öldürerek mi devlet kurtaracaklardı
İttihat ve Terakki Üskübde gösteri düzenlediler. Padişaha Meşrutiyet derhal ilan edilmediği takdirde elli bin kişi ile İstanbul üzerine yürüyeceklerini bildirdiler.Hangisi melanet gecesi?
II. Abdülhamid Han Meşrutiyetin Osmanlıyı parçalayacağını biliyordu. Zira bunu 1877 de yaşamıştı. Ancak genç subaylar tecrübeden habersiz, sonlarını hazırlayacak reçeteye neredeyse can simidi gibi sarılıyorlardı.
II. Abdülhamid Han yapılacak bir şey kalmadığını görüyordu. Selin önüne geçmek zor olacaktı. Yıllardır milletin istikbalinde rol oynamış tecrübeli Hakan’ın, Tahsin Paşa’ya söylemiş olduğu şu sözleri, geleceğin kara bulutlarını haber veriyordu “Bir hükümdar için lazım olan memleketin menfaatidir. bu menfaat Kanun-ı Esasi’nin ilanında ise o da yapılıyor; fakat iyi olunur mu, Türk’ün menfaati mahfuz kalır mı? kestiremiyorum!”
Nazırlar risk almak istemiyor, sessiz kalıyorlardı. bütün suç Abdülhamid Han’a atılacaktı. II. Abdülhamid Han, 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet kararını aldı. Dağlara çıkarak devletine silah sıkan asi subaylar Selânikte kutlamalara başladılar. Bu subaylar artık hürriyet kahramanı”*idiler. Enver Bey Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyetinde askerî kanadın en önde gelen isimi oldu.
Meşrutiyet, Tevfik Fikret’e göre istibdadın uzun gecesinin bitip hürriyet şafağının doğuşuydu. Rücû”*şiirinde:
O melanet gecesinden uzaktayız şimdi
Karıştı leyl-i musibet leyâl-i nisyana
Açıldı gözlerimiz bir sabah-ı rahşana
Diye ifade ediyordu.
Her şey şiirde yazıldığı kadar kolay mıydı? Şafak mı söküyordu, yoksa gün mü batmaktaydı? Bunu görmek için fazla beklemek gerekmeyecekti. Meclis-i Mebusan toplanmadan yaşananlara bakınız: 5 Ekim 1908’de Avusturya, Bosna-Hersek’i ilhak etti. 445 yıllık Türk yurdu bir günde elimizden çıkıp gitti. Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. 6 Ekim’de Girit Yunanistan’a katıldı Devletine düşmanlıkta kahraman olan yiğitler ve iyi niyetliler neredeyse iki günde üç ülke elimizden çıkarken nerede idiler?günümüzde, hâlâ*"Abdülhamid Han toprak kaybetti"*dedirtmek için çırpınan zavallılar ise, az değildir...Son pişmanlık fayda etmez imiş
Gussası ta ölünceye gitmez imiş
*
Kaynak türkiyegazetesi.com
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
Sultan Abdülhamid, Düyûn-ı Umumiye idaresini kurmakla dış borçları indirtmeye ve fâizlerini kaldırtmaya muvaffak oldu. Böylece devleti mutlak bir uçurumun kenarından aldı...Borç yiğidin kamçısıdır” derler. Halbuki Hazret-i Peygamber,*“Borç, azaptan bir parçadır”*buyurduğuna ve İslâmiyette ihtiyacı olana borç vermek çok sevab olduğu hâlde, zaruretsiz borç kötülenir
Osmanlı Devleti asırlarca*kendine muntazam bir iktisadî sistem tatbik etmiş; geliri kadar harcamış; kendi yağıyla kavrulmuştur. Bitmeyen Rus harblerinde 1775’te*iç borçlanmaya gidilmiş Gümrük, maden, liman gibi hazine gelirleri hisselere ayrılarak,*kâr getiren tahviller*gibi halka satılmışdır
beklenen fayda temin edilemedi. Müslüman*Fas Sultanlığı’ndan borç istendiyse de, vazgeçildi.
Sultan II. Mahmud zamanında siyasî hâdiseler ve harbler sebebiyle devlet malî sıkıntıya*düştü.*Sultan Abdülmecid*zamanında 1839’da ilk defa*kâğıt para*çıkarıldı. Bu yıllık %8 kârlı bir*hazine tahvili*idi.Kırım Harbi’nin mâliyeye getirdiği*yük*sebebiyle*Reşid Paşa’nın sadrazamlığında 1854’te ilk defa bir*dış borçlanma yapılarak devletin gelirleri karşılık gösterilmek suretiyle İngiltere ve Fransa’dan* borç*alındı. Bu meblağ*3 milyon* sterlindir.
dış borçlar, saraylara harcanmış değildir. Bu masraf, hazinenin geliridir. memleket bir*sanat eseri*kazanmış; para*milletin cebine*girerek binlerce ailenin yüzü gülmüştür. Saray yapmak bir israf değil, ihtiyaçtır. Sultan Aziz zamanında*askerî masrafların artması üzerine devletin borçları*200 milyon*lirayı bulmuştur. Bunun için*senede 14 milyon*re’sü’l-mal akçesi fâiz ödenmektedir. Bütçe açığı 5 milyon*liradan fazladır.
borcu borç ile ödemekten başka bir şey yapılamamaktadır. Hâricî istikraz bulunamadığı zaman, Galata bankerlerinden*ağır şartlarla*borç alınmaktadır. Bosna ve Hersek isyanı, hazinenin köküne*kibrit suyu*ekmiştir
Rusya taraftarlığı sebebiyle Nedimof*diye anılan ve hükûmete getirilen Sadrazam Mahmud Paşa, 1876 senesi Ramazanında,*Rus sefiri İgnatief’in telkini*ve Adliye Nâzırı Midhat Paşa’nın teşvikiyle bir* fâiz*kararı aldı.
Midhat Paşa ve ekibi, sarraflarla anlaşıp elindekini*satmış; 2 saat sonra iflas kararı olduğunda servet*kazanmışlardır. Diğer nâzırlar da böyle hareket etmiş; sadece*Sultan Aziz uzak durarak 2 milyon lira kaybetmiştir. Ramazan Kararnâmesi*ile dış borç faizlerinin yarısı 5 senede*tenzil*edilmiş 7 milyonun 5’i bütçe açığına, 2’si askerî masraflara tahsis olunmuştur. devletin vaziyeti geri kalanı ödeyecek hâlde değildi. O zaman için böyle bir tedbir zarurî*idi ama, alâkadar devletlerle alacaklıların resmî ve yazılı*muvafakati alınmadan*bu yola gidilmesi* felâket*olmuştur.
Devletin iflâsının ilanı olan baş alacaklılar İngiltere ve Fransa Avrupa’da büyük*infiâl*doğurdu. İç ve dışda Osmanlı hisselerini alanlar iflâs etti. padişah hakkında nefret doğdu Devletin itibarı kalmadı. Borç alma imkânı kalmadı. İgnatiyef*maksadına kavuşdu. global sermaye, Sultan Aziz’i tahtından ve canından etmiştir. Midhat Paşa’nın memleketi sürüklediği 1877-78 93 Harbi sebebiyle*Galata Sarrafları*ve*Osmanlı Bankası’ndan borç alındı.
Sultan II. Abdülhamid, gerek harb ve gerek amcasının son zamanlarından devam eden Rumeli isyanlarında artan malî buhrandan dolayı. Büyük darlık içindeki devlet hazinesinin iç ve dışta itibarı kalmamıştı. Osmanlı 93 Harbi’nde Rusya’ya*74 milyon lira tazminat* ödemişti. Padişah, bunun 40 milyonunu, Kırım Harbi’nde Rusya’nın ödemesi gereken, ancak ödenmeyen tazminata mukabil indirtti; kalanının yılda 350 bin liralık*taksitle ve faizsiz ödenmesini* kabul ettirdi.
Padişah, hazinenin*itibarını iade hem de harbi bitiren Berlin Muahedesi ile bir tesviye suretine bağlanacağı dış borçlar yüzünden devletin başına bir*gaile açılmasını*önlemek istedi. 1879’da Osmanlı Bankası ve Galata bankerleri anlaşarak, dış borçlara karşı senede 1.350.000 lira ödemek üzere*ispirto balık, tuz, ipek tütün ve evrak-ı sahiha vergilerinin hâsılâtını,*tahsildar heyete bıraktı.
umumi borçlardan*hazine lehine tenzilat*yapmak üzere ecnebi tahvil hâmillerinin gönderdiği mümessillerle müzâkereye girişti. 1881 de hicrî senenin ilk ayında Muharrem Kararnâmesi*ile borçlar birleştirildi.
O tarihe kadar devletin birikmiş dış borcu*252.801.885 Osmanlı lirası*idi. Kıbrıs ve Rumeli vergileri eklenerek, milletlerarası bir*Düyûn-ı Umumiyye*idaresi kuruldu borçlardan 146.364.651 lira*tenzil*edildi; teminat gösterildiği için borçlar*üçte birine*indi.*
vergilerin idaresi ile iç ve dış borçların tesviyesi*Düyûn-ı Umumiyye Müdürlüğü’ne bırakıldı. devletin* istiklâline uygun olmamakla beraber, borcun üçte birine inmesi, büyük bir müdahalenin ortadan kalkması ve nihayet*malî itibarın iadesi, devlet için çok mühim ve hayırlı bir kazanç olmuştur. Düyûn-ı Umumiyye idaresinde, 1’er tanesi İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya, Almanya ve İtalya’dan, 2 de Osmanlı olmak üzere*7 âzâ*vardı. Âzâlık müddeti 5 sene idi.
Bugün Cağaloğlu’nda*İstanbul Erkek Lisesi*olan binada profesyonelce faaliyet yürütürdü. 20’den fazla şehirde ekserisi Osmanlı 5 binden fazla memuru vardı. Osmanlı bürokratı,*malî disiplini öğrendi Gelirleri*arttırmak*adına Bursa’da ipekçilik ve balıkçılığın desteklenmesi; Gemlik Mudanya limanlarının açılması, Konya ovasının sulanarak genişletilmesi gibi faydalı projeler yürüterek memleketin kalkınmasında rol*oynamıştır. Maliyenin bozuk olması, ekonominin kötü olduğu manasına gelmez. İkisi ayrı şeylerdir.
1903’te*32.738.772 lira*borç kalmıştı. 30 senelik bu devirde dışarıdan alınan 59 milyon lira, borçların ödenmesi, bütçe açığının kapatılması, askerî ihtiyaçlar ve*demiryollarına harcandı. Sultan Abdülhamid, Düyûn-ı Umumiye idaresini kurmakla devleti uçurumdan almıştır. Tahttan indirildiğinde (1908),*dış ticaret %4,3 fazla*vermiş;*millî*gelir %1,5*artmıştı. “Düyûn-ı Umumiyye , devletin*haysiyetini korumak, milletin*yarınını emniyete alabilmek ve borçları*bir elde toplamak*için kurulmuştu
İttihatçılar*memleketi borç batağına sürükledi;*10 senede 45 milyonu dış borç*olmak üzere*269 milyon lira borç taktılar!..*Lozan*ile bu borçlar, Osmanlıdan ayrılan devletlere*taksim* edildi. Türkiye’ye düşen 107 milyon lira*taksitlendirildi; mal*olarak ödenmesi kabul edildi. Yeni rejim, imparatorluğu reddetmiş*borçlarını kabullenmek* zorunda kalmıştır.*Bolşevikler, Rusya’da iktidarı ele geçirince,*Çarlık*borçlarını reddetmişti. 1990’dan sonra komünizmin yıkılmasıyla,* Yeltsin*zamanında Ruslar,*dış dünya*ile dostâne münasebet adına bu borçları ödemeyi kabul etmiştir.
Kaynak hürriyet.com
İLBER ORTAYLI
Ankara Yeni Türkiye de yerini alır‘*
1962 yılı ağustos sonunda büyük popülarite sahibi Johnson geldi. Kendisini karşılayan Başbakan İsmet Paşa’ydı. Ortalık yıkıldı. Ulus dolmuş, konvoy zor ilerliyor dediler. İsmet Paşa’nın elinde iki bayrak, arabada dikildiği yer İş Bankası’nın önüdür. Johnson’ın da elinde iki bayrak vardı.
çocukluğumda ve ilk gençliğimde Ankaralıların meşgalelerinden birisi dünyanın dört köşesinden gelenleri karşılamaktı.
Devlet ve hükümet başkanları sadece komşu ülkelerden değil, uzaktan bile gelmeye başlamıştı. “Bir Çin’den geliyorlar, bir Maçin’den İlkokuldayken Çankaya’da Pembe Köşke dizildik. şehrin öbür ucundan getirilmiştik. Ellerimize Irak bayrakları verdiler. Birkaç yıl sonra feci bir akıbete uğrayacak olan genç kral Faysal, Celal Bayar’ın arabasında önümüzden geçti. Masallardaki çocuk kral imajımıza uygundu. Elimizdeki Irak bayrağını salladık.
Dwight D. Eisenhower geldiğinde Ankara’da Yer yerinden oynamıştı Amerikan hayranlığı doruktaydı.
HERKESİN ELİNDE AMERİKAN BAYRAĞI
Vardı İran Şahı Rıza Pehlevi geldiğinde millet Prenses Süreyya’yı görmeye yollara döküldü. sebebini anlayamadım; arkada bir arabada Reşide Hanım’la veya Adnan Menderes’le gelecekken İran Şahı, Prenses Süreyya ve Celal Bey’le makam arabasının arkasına sıkışmışlardı. Yine elimizde bayraklar vardı.
Kavaklıdere’nin üst kısmına okullar dizilirdi. Kızılay ve Millet Meclisi arasındaki yolun iki kenarına gönüllü karşılayıcı yığılırdı. Esenboğa’dan yola çıkan konvoyu Dışkapı, İsmetpaşa ve Ulus’ta da karşılayanlar olurdu. 1962 yılı sonunda popüler Kennedy’nin başkan yardımcısı Johnson geldi. Kendisini karşılayan İsmet Paşa’ydı. Ortalık yıkıldı. Ulus doluymuş, konvoy zor ilerliyordu. İsmet Paşa’nın elinde iki bayrak, dikildiği yer İş Bankası’nın önüdür. Johnson’ın elinde iki bayrak vardı. Konvoy Kızılay’a geldi seyirciler Johnson’dan çok İsmet Paşa’ya tezahürat yapıyordu.
Ankara o tarihde şiddetli CHP taraftarıydı. İsmet Paşa tezahüratı kesiyordu. İkisi arabada dikilmişti, araba ilerleyemiyordu. Herkesin elinde Amerikan bayrağı vardı. İki yıl sonra İnönü, ünlü sözünü etti; başkan Johnson’un mektubu ölçüyü taşırmıştı. uğursuz biri olarak bakılıyordu. Sevilen Kennedy’nin arkasından gelmişti. Fail-i meçhul cinayette ismi anılıyordu. Doğruyu yalanı kim bilebilir.
Kıbrıs meselesi için yazılan tehditkâr, küçümseyici mektuba karşılık İsmet Paşa ünlü lafını etti: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır.” Bir müddet sonra yeni dünya kuruldu mu bilmiyorum. İsmet Paşa dış seyahatte Amerika’dayken koalisyonun Yeni Türkiye Parti’sinden ortağı Ekrem Alican ve arkadaşları koalisyonu dağıtıverdiler. Sadece bakanlarından Fahrettin Kerim Gökay istifa etmemiş ve YTP’den ayrılmıştı.
İsmet Paşa Almanları sevmedi, İngilizlere bayıldığını söylemek mümkün değil ama yeri geldiğinde tercih etmiştir. Stalin Rusyası’yla gerildiğinde Batılılara yanaştı ama bu harbe girecek ölçüde olmadı. Yakın arkadaşı olan Numan Menemencioğlu gibi diplomatlara Alman partisinde partizan rolü oynamayı telkin etti İsmet Paşa NATO’ya girmeyi herkes kadar istedi ama şu söz doğrudur: “Almak istediler de girmedik mi?”
Dünün politikası bugünkü politika değildir. Türkiye 30 senedir başka yerlerde geziniyor. tarihimizin en zor, en renkli yalpalama dönemindeyiz. Türkiye değişiyor, dış politikası değişiyor. Bir zamanlar Amerikancı diye bağırdığımız, “Morrison” adını taktığımız Süleyman Demirel Amerika’nın nüfuzunu silen, sosyalist bloka yakınlaşan bir lider olarak kutsanıyordu. Yakın tarihten uzaklaşmak doğru değil. O güne o günden bakmak lazım.
Kaynak türkiye gazetesi.com
Vehbi Tülek
Mescid-i Nebevî, takva üzere kuruldu
Resûl-i ekremin mescidinde sesi yükseltmemeli, edebi asla terk etmemeli...Nâsıruddîn ibn-i Süneyne hazretleri hadîs, ve Hanbelî mezhebi âlimidir. 1141 de Bağdad yakınlarında Samarra’da doğdu. 1219 da Bağdad’da vefât etti. buyurdu ki Resûlullahın kabr-i şerîflerini ziyâret güzel bir sünnettir. Resûl-i ekremin kabri şerîflerinin ziyâreti husûsunda âlimler icmâ’ etmişler, büyük fazilet ve sevâbın olduğunu bildirmişlerdir.
Resûlullahı vefâtından sonra ziyâret eden kimse, sanki hayâtında ziyâret etmiş gibidir. Server-i âlemin kabr-i şerîflerini ziyâret eden, O’nun yakınları arasına girer, Resûlullahın*şefaatine kavuşur. Medîne-i münevverede ikâmet eden kimse, Resûl-i ekremin bulunduğu mübârek topraktan nasîbini alır. Orada vefât eden, O’nun şefaatine kavuşur.
Medîne-i münevverede, Resûlullahın mescidine gitmeli, kabr-i şerîfi ziyâret etmeli, Resûlullaha ve iki mübârek halifesi Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer’e selâm vermeli, Resûl-i ekremin mescidinde edebi asla terk etmemeli, Resûlullaha olan hürmet de Selef-i sâlihîn gibi olmalıdır.
Resûlullahın Ravda-i mutahharasından, minberinden ve mübârek ayaklarının bastığı yerlerin bereketlerinden istifâde etmelidir. Cebrâil aleyhisselâmın vahiy getirdiği o yerlere bakmakla, oraları görmekle gözleri şereflendirmelidir.
Mescid-i Nebevî, takvâ üzere kurulmuş bir mesciddir. Orada Ravda-i mutahhara vardır. Burası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Kur’ân-ı kerîm ve sünnet-i nebeviyye nûrları dünyâya buradan yayıldı. Burada bir yer var ki, Mescid-i haramdan sonra yeryüzünün en kıymetli yeridir. orada, Fahr-i âlemin mübârek vücûdu bulunmaktadır. Bu mescidde çok namaz kılmalıdır. Bu sebeple çok nimetlere kavuşulur. Burada kılınan namaz, başka yerde kılınan bin namazdan üstündür.
Bu mübarek zat, vefatından kısa bir zaman evvel şöyle dua etti: “Allahım! Senden, günahlarımın affını, vücûdumun afiyetini hüsn-ü yakîn ile dünya*ve âhirette huzur, refah ve saadeti dilerim. Ey, günah kendisine zarar vermeyen ve mağfiret kendisinden bir şey eksiltmeyen Allahım! Sana zararı dokunmayan günahlarımı bana bağışla, senden bir şey eksiltmeyen mağfiretini bana ver!”
*
Kaynak türkiye gazetesi.com
Vehbi Tülek
“Dünyada misafirler gibi bulununuz!.."
"Kalbinizi rikkate*inceliğe*alıştırınız. Tefekkür ve ağlamayı çoğaltınız."
Muhammed bin Süfyân hazretleri Kırâat, hadîs ve Mâlikî âlimidir. Tunus’ta Kayrevan’da doğdu. Hac dönüşü Medîne-i münevverede 1024 te vefât etti. Naklettiği hadisi-i şeriflerden bazıları:
“Dünyada misafirler gibi bulununuz. Kalbinizi rikkate*alıştırınız. Tefekkür ve ağlamayı çoğaltınız.
hevâlarınız*arzu ve istekleriniz olmasın. Yoksa, oturmayacağınız binalar yapar Yemeyeceğinizi toplar Ulaşamayacak şeyleri beklersiniz.”
Resûlullah efendimiz buyurmuşlardır: “Allahü teâlâ buyurdu ki:*Kim benim velî kuluma eziyet ederse, ona harb ilân ederim.
Kulum, farz kıldığım vazîfeleri eda, etmekten daha faziletli bir şeyle bana yaklaşamaz.
Kulum bana, nafilelerle yaklaşmakta devam eder. Nihâyet sevdiğim bir kul olur. Böylece ben, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.
Eğer kulum benden isteseydi ona verirdim. Benden kendisini korumamı isteseydi, onu korurdum.”
“Üç şey kendisinde bulunan kimse, Cennete dilediği kapıdan girecektir: Kul hakkını ödeyen, her namazdan sonra onbir defa ihlâs okuyan, kâtilini affederek ölen.
Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bir kimsenin zekâtını vermediği, deve, sığır ve davarlar; kıyâmette, dünyadakinden daha büyük ve daha semiz olarak gelecekler, ona boynuzlarıyla vuracaklar, ayaklarıyla basacaklar, biri gidip diğeri gelecek, bu durum hüküm verilinceye kadar devam edecek.”
Müminin mümine üç günden fazla hicr etmesi helâl olmaz. Üç geceden sonra gidip selâm vermesi vâcib olur.
Selâmına cevap verirse, sevapta ortak olurlar. Vermezse günah, ona olur” buyuruldu.
*kaynak yeni akit.com
Yavuz Bahadıroğlu
Osmanlı’da sanat var mıydı?
Sanat silahtan çok önemlidir.* İmha”*yerine*“inşa”*eder ve kalıcı sonuçlar verir. Buna rağmen Osmanlılarda roman ve heykel yoktur?*
Rus, kendi mitini ve muhitini inşa etmiş romanla...Batı,*“hayat mücadeledir görüşünü yansıtmış romanda;* Robenson”larında,*“Seksen Günde Devr-i Alem”lerinde felsefesini aktarmış: tarihî dökmüş heykele, resme...
Dünkü Amerika serüvenciliğini yansıtmış sinemaya, sanatlan bir tarih inşa etmiş, sığır çobanlarını kahraman olarak yutturmuş dünyaya...*sanatın, romanın sinemanın gücü inkâr edilemez. Sinema, Osmanlıda yoktur: Osmanlıda heykel ve roman yoktur
Osmanlı’da romanın yahut heykelin olmaması sanatın olmaması demek değildir. Roman yerine dört bin yıl öncesinden başlayarak eski devirleri, eski hayalleri güne taşıyan Hint masalları, destanları var: Siret-i Anter, Binbirgece, ve hepsinin aktığı ibret ummanı: Kıssalar, menkıbeler...
Resmin alternatifi hat, ebru, çeşmi bülbül...*
Osmanlı’nın hayatı sanat.Heykelin alternatifi mezar taşları roman ise bambaşka bir konu.*Osmanlı uzun süre romana direnip ilgi kurmamış sebebi, romanın misyonu bu misyon teşhire datanır Roman, meraklıdır her topluluğa, her eve girmek, her aksaklığı, her kusuru bulmak ve her şeyi herkese göstermek iddiasındadır Oysa İslâm’da teşhir yasaktır, kusurları ifşa, aşırı ve gereksizdir İslâm’da teşhir yok, ifşa yok; bunun yerine tespit, isbat ve ikaz var.
Osmanlı kendini teşhir ve ifşadan kaçındı. Düzelmeyi tespitte, isbatta ve ikazda aradı. Koçi Bey Risalesi çağı içinde düşünülürse oldukça çarpıcı ve yapıcı örnekler...Osmanlı’nın namusu bütün aileyi, bütün ve mukaddesatı sarar toplumu nâmahrem sayar
insani ve İslami...yaklaşırdı Batı’nın ilk romanı Topal Şeytan”dır. Roman kahramanı evlerin çatısını açmış dünyaya sesleniyor: “Buyurun bakın!” diyor. Ve yatak odalarına, ifşa ve teşhir mızrağıyla mahremiyeti kalbinden vuruyor.*
Sonuç: Aile mahremiyetinden sonra ailenin dçöküşü...Batıda boşanma çok yüksek. İntihar ve uyuşturucu bağımlılığı da öyle.*romanın tahrip kalıbı olmaktan çıkarılıp Müslümanlaştırılması yeni yeni yapılıyor. Osmanlı’da heykel yoktur. Çünkü Osmanlı, zevklerde bile ebedîyet arayan vahiy medeniyetine mensuptur. Dünyayı ahiretin tarlası sayan bir kültürün çocuğudur Vahiy medeniyeti fani zevkler uğruna yaratıcıya nisbet gibi bir abesiyetle meşgul olmaz.*
Osmanlı heykel dikmek yerine âbideler dikmeyi seçti. Muhitini çeşme kubbe sebillerle, köprülerle, hanlarla, kervansaraylarla, aşhanelerle süsledi
*
kaynak yeni akit.com
Yavuz Bahadıroğlu
Osmanlı’da sanat var mıydı?
*
Osmanlıda ebedileşmenin ölçüsü faydasız bir heykel yontmak değil, bir mâbede imza atmak ya da insanlığın hayrına hizmet edecek bir medreseye kubbe çakmaktı.*Özenle yontup her birini sanata dönüştürdüğü mezar taşlarında bile ebediyet emelînin yansımaları görülür. bugün müzelerde zevkle seyrettiğimiz şaheser beşiklerde insana verdiği değerin ölçüsü saklıdır...
Osmanlı, «Beşikten mezara ilim» emrine uydu, san’atı beşikten mezara kadar bütün hayata yaydı faydacılığı esas aldı
Bu idrak olmasaydı, hâlâ kullanılabilir bunca tarihî eser bize miras kalır mıydı?
Osmanlı ceddimiz sanatı toplumların ebedî dinamiği görüyordu. Ebediyeti kendi çağıyla paylaştı bunu çağlar ötesine taşıyan insana sanatçı”*diyordu.
Sanat eseri ise; hem kendi çağının en güzellemesi, hem de çağlar sonrasına en muhteşem miras; ayrıca insandan insana bir büyük armağandı.
Roman bir Batı sanatı, fakat kökeni Şarklı ve Doğulu Batı’daki roman Doğudaki masalların, kıssaların, menkıbelerin köklerinde yeşerdi.
Hayatın her alanında aşandı: Doğu buldu, Batı büyüttü, ve geliştirdi. *
Batı’nın romanı”*kıssa ve menkıbe olarak İslam kültüründe var. niye mi gelişmedi?..Belki de geliştirebilirdi, ama Müslümanın hayat felsefesine aykırı unsurlar taşıdığını görüp reddetti.
roman teşhirci, meraklı, çok incitici, zaman zaman da yıkıcı bir tarz.*
Osmanlı romanla barışamadı. Yoksa hayatın her alanıyla ilgilenen bir yapı romana niye küskün kalsın? faydalı bulmadı. zararlı buldu. Roman yerine, eski devirleri, eski hayalleri güne taşıyan menkıbelerden, kıssalardan, masal ve destanlardan beslendi hayatına uygun buldu. çünkü kıssalarla menkıbeler geçmişin deneyimlerini güne taşıyor hem de faydacı kurgularıyla topluma yol ve yön gösteriyorlardı. referansları Kur’an’dı.
kıssalar, menkıbeler, destanlar fetih tefekkürünün parçalarıydı: Hep birlikte toplumun temellerini örüyorlardı...
Romanı hayalci başıboş, meraklı ve iddialı buldular. Osmanlı başıboşluk merak ve iddiayı hoş görmez. hedefsizliği büyük facia sayar. Çünkü , Osmanlı toplumu hedefini belirlemiş her şeyi disipline etmiş bir toplumdu. çok ufukluydu...Ufuklu toplumlar hayal kurmayı bilir
Osmanlının engin ve zengin hayalleri vardı: İlâ-i Kelimetullah meküresinin özüne dönüşen “Kızılelma” ideali, sınırsız hayallerin simgesidir: Sınırsız hayallerin ve geniş ufukluluk
Geniş ufku, idealleri, hedefleri ve hayalleri olan bir toplum romandan neden sakınmış, neden direnmiş?
Bunun sebebi, romanın misyonudur
Romanın misyonu teşhirdir Bu, rahmetli*Cemil Meriç’in çok yerinde bir tespiti… Roman meraklıdır. Her şeyle ilgilenir. Her yere girmek, her aksaklığı, her kusuru bulmak ve her şeyi herkese göstermek ister. hiçbir çözüm üretmez. İnsanlara kaos sunar.
*
Kaynak habertürk.com
Murat Bardakçı Timur’un huzurunda!
*
Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın Özbekistan gezisine katıldım, birçok tarihî ve dinî mekânı ziyaret eddim Türkiye’nin tarihini etkilemiş olan Timur’un kapalı tutulan kabrini görme imkânı buldum.dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kuran Timur’u Osmanlı Hükümdarı Yıldırım ile 1402 de Ankara’da giriştiği, Yıldırım’ı mağlûbiyete uğratmasından Osmanlının parçalanıp “Fetret Devri”ne girmesine yolaçan savaş ile biliriz…
Taşkent Havaalanı’nda Özbekler, misafir devlet adamlarını geleneksel “nöbet vurma” merasiminde kullanılan Türk borusu “kerney” ve “bendir” çalarak karşılıyor Bu savaşın hatırası canlılığını Ankara’nın havaalanı “Esenboğa” sayesinde muhafaza etmektedir:*
“Esenboğa”nın aslı “İsen Buga”dır, Timur’un generallerden birinin ismidir, bazı ön saftaki hücum birliklerinin yahut Timur’un Yıldırım’ı yenen meşhur fil müfrezelerinin kumandanıdır.
Ankara Savaşında karargâhını şimdi onun adıyla anılan yerde kurmuş, burada bulunan küçük yerleşim asırlarca “Esenboğa” ismini taşımış ve 31 Mayıs 1956’da inşaatı tamamlanarak sivil havacılığa açılan havaalanına bu köyün adı verilmiştir. Timur, altı asır önce yaşanan mücadelede Yıldırımı ve Osmanlıyı perişan etmiş pek sevilmemiş ve bir kesim tarafından asırlarca nefretle anılmıştır.
o Türk ve Türkçe konuşan bir devlet adamıdır, Semerkand’ı başkent yaparak büyük bir medeniyet inşa etmiş torunlarının kurduğu ve yüzyıllarca hüküm süren diğer Türk devletlerini medeniyeti zirveye taşımıştır Timur İmparatorluğu’nun merkezi Özbekistandır Timur’un başkenti Semerkanddır Binali Bey’in yaptığı Özbekistan ziyaretinde Semerkand’a gittik, Orta Asya Türk Tarihi’nin ve Türk sanatının iz bırakmış mekânlarını ziyaret ettik…
kırk seneden buyana ziyaret etmek istediğim bir türlü imkân bulamadığım bir mekânı gördüm: Timur’un Semerkand’daki “Gûr-ı Emîr” isimli muhteşem türbesinin mahzende bulunan ama ziyarete kapalı tutulan gerçek kabrini, yani “zîr-i zemîn” şeklindeki mezarını…Zeminin altı” demek olan “zîr-i zemîn”, Türk mimarîsinin önemli bir geleneğidir Selçuklular’da, Timurlarda ve Osmanlıda ilk dönemdeki mezarlar bu şekildedir Cenaze yer seviyesinin altında bulunan mahzeni andıran bir odaya kıbleye bakar şekilde defnedilir, üzerine önceden inşa edilmiş gösterişli türbenin aşağıdaki mezarın tam üzerine isabet eden yerine de sembolik bir lâhit konur, aşağıdaki asıl mezar değil bu lâhit ziyaret edilir ve dualar burada edilirdi.
Tarihimizdeki birçok önemli şahsiyetin, Hazreti Mevlânâ’nın ve Fatihin kabirleri bu şekildedir, “zîr-i zemîn”dir asıl kabre inilmez mezarın tam üzerindeki sanduka ziyaret edilir… Zîr-i zemîn” mezarların son örneği Anıtkabir’dir. Atatürk’ün asıl kabri ziyaretçilerin saygı duruşu yaptıkları mermer lâhdin yedi metre altındaki mezar odasındadır ve oda ziyarete kapalıdır.
Timur, hayattan 1405 Şubat’ında Kazakistan’da bulunan Otrar bölgesinde ayrıldı. Naaşı başkenti Semerkand’a getirildi, vefat eden torunu Muhammed Sultan Mirza için inşa ettirdiği ve bir ay önce tamamlanmış olan türbenin altındaki mezar odasına defnedildi.
“Gûr-ı emîr” ismi verilen ve İslâm mimarîsinin çok önemli bir örneği olan türbeye Timur hanedanının önemli mensupları da defnedildi. Timur ile beraber oğulları Mîrânşâh, Şahruh, astronomi tarihinin büyük ismi torunu Uluğ Bey, diğer torunları Muhammed Sultan ile Pîr Muhammed ve yanından ayırmadığı hocası Seyyid Bereke de son uykularını şimdi bu mezar odasında uyuyor
kabirlerinin tam üzerine gelen ziyaret mekânında da herbiri için sembolik birer lâhit bulunuyor.Timur’un torunu ve tarihin en büyük astronomlarından olan Uluğ Bey. STALİN MEZARI AÇTIRDI AMA BAŞINA BÜYÜK DERT AÇTI!
Timur’un hayatı ve cenazesi maceralar yaşadı…Asıl mezarının üzerine isabet eden yere devâsâ bir yeşim taşı konmuştu ve bu taş sonraki asırlarda hükümdarların gözlerini kamaştırdı:
Timur’a hayran olan İran hükümdarı Nadir Şah 1740’de bir taşı çaldırdı yeşim blok İran’a götürülürken kırılıp iki parçaya ayrılınca başına belâ gelmesinden korkan Şah taşı gönderip yerine koydurdu. Kabir, asıl derde 1941’de uğradı: Gerasimov adındaki Rus arkeologun başkanlığında bir ekip Sovyet diktatörü Stalin’in emriyle mezarı açtılar ve Timur’un kemiklerini Moskova’ya götürdüler. Maksat, kemiklerde çalışıp Timur’un fiziksel özelliklerini ortaya çıkartmaktı…
Timur’un torunu ve Timur İmparatorluğu’nun hükümdarı Uluğ Bey’in Semerkand’da 1420’ de kurduğu rasathaneden bugüne sadece yılın uzunluğunu belirlemede kullanılan bir kısım gelebildi. Semerkand’ın yaşlıları kabrin açılmasından önce Gerasimov ile adamlarına “Mezarın kazılması halinde memleketin başına bir felâket geleceği” konusunda asırlardır vârolan efsaneyi ve mezartaşındaki “Kim mezara saygısızlık eder, Allah’ın lânetinden kurtulamaz” şeklindeki kitabeyi hatırlatıp “Yapmayın!” dediler ama talimat Stalin’dendi yaşlıları kimse dinlemedi…
Askerler 19 Haziran 1941’de türbenin etrafını çevirip halkı uzaklaştırdılar, Gerasimov Timur’un kemiklerini çıkarttı ve beklenen lânet üç gün sonra, 22 Haziran’da geldi: Nazi Almanyası Moskova’ya savaş ilân edip Sovyet topraklarını işgale başladı Uluğ Bey’in gözlem sonuçlarını kaydettiği meşhur astronomi kitabı “Zîc-i Uluğ Bey” in Semerkand Rasathanesi’ndeki müzede muhafaza edilen elyazması nüshası. Yılın uzunluğunu 15. asırda en doğru hesaplayan astronomi âlimi hükümdarın ismi, bugün ayda bir kraterde yaşatılıyor. Kemikleri Moskova’ya taşıyan Gerasimov, üzerlerinde çalıştı. Timur’un boyunun 1.73 ve “aksak” denmesinin sebebinin de kalça kemiğindeki incinme yüzünden topallaması olduğunu ortaya çıkardı. kafatasında uğraştı ve ilk uygulayıcılarından olduğu “etlendirme” tekniği ile Timur’un yüz kalıbını çıkartıp büstünü yaptı!
Timur’un Orta Asya’da yapılan tabloları ile heykellerinde, Mihail Gerasimov’un kalıbı esas alınmaktadır. Kemikler seneler sonra Stalin’in emriyle tekrar Semerkand’a götürülüp Gur-ı Emîr’e defnedildi fakat mezar operasyonu Timur’un lânetini çekmiş, Alman işgali 20 milyon Sovyet hayatına mâlolmuştu…Senelerce resmî heyetlerle birçok memlekete gittim ama Özbekistan’daki ağırlamaya başka hiçbir yerde tesadüf etmedim!Lezzeti ile meşhur Özbek pilâvı kazanlarda pişiyor ve pilâvın malzemesi ile pişirme şekli askerin her zaman tok olması için bizzat Timur tarafından tesbit edilmiş
Ziyarete katılan herkes otuz çeşit yemeğin ve emsalsiz Buhara Pilâvı’nın yeraldığı, geleneksel Özbek musikisi ve Özbek raksları ile dolu davetlerin benzerini daha önce görmediklerini söylüyor bürokraside şimdiden “Özbekler iade-i ziyaret için geldiklerinde işimiz zor” endişesi hâkim!
murataltug1985
10-23-2018, 22:47
Kaynak yenişafak.com
Mezhepsiz din ayakta duramaz
Yusuf*Kaplan yazıları
O gün Peygamberimiz’in mezhebi ni sordu, mezhebsiz bir ilahiyat profesörü televizyonda, insanların gözünün içine baka baka İnsanın nutku kesiliyor gerçekten Peygamberimiz varken mezhep olur mu? Böyle insanlar İslâm’ın itibarını ayaklar altına alıyor Yazık oluyor gerçekten, çok yazık!
“Peygamberimiz’in mezhebi mi?” vardı diye sormak, en basit ifadeyle son derece ahmakçadır
Peygamberlerin mezhebi olur mu, behey zavallılar İlâhiyatlar ve Diyanet de, hadislere, mezheplere, Sünnet’e ve Kur’ân’a saldırı karşısında İslâm’ın ilâhiyatların itibarını korumakla mükelleftir. MEZHEPSİZ DİN*AYAKTA DURAMAZ, ÇAĞI YAKALAYAMAZ, ÇAĞ KURAMAZ Peygamberimiz’in de (sav), bütün peygamberlerin mesajı vardı, elbette ki. Mezheplerin en temel nedeni Peygamberimiz’den (sav) sonra değişkenleri yok etmektir
Mezhep, vahiy-sonrası bir süreçte vahiyle irtibatının kopmamasını sağlar
Mezhepsiz din olmaz din ayakta duramaz, çağı yakalayamaz ve çağ kuramaz. Mezhepler olmazsa, insanın ilâhî bağları kopar; değişkenler sâbiteleri yutar...Dinin olduğu yerde mezhep de, meşrep de, de olacaktır.
Yoksa din, donar; hayat bulamaz, hayat olamaz ve hayat sunamaz. Peygamberimiz’in (sav) elbette mezhebi filan olamazdı; o zaman da sahabe içtihatları vardı.
Peygamberimiz olmadığı için mezhep oldu. Mezhepler olmasa, din paçavraya dönerdi. Mezhepler, sağlam kaynaklar üzerinden İslâm’ın hayata aktarılmasını mümkün kıldı. Mezhepler olmasa her kafadan ayrı bir ses çıkardı, din din olmaktan çıkardı. İslâm dünyasının yüzde 80’inden fazlası 4 ana mezhebe mensuptur. diğer mezhepler, Ehl-i Sünnet in inşa ettiği gökkubbe sağlam durduğu ölçüde nefes alabilirler, gökkubbe çökerse, 4 ana mezhebin dışındaki mezheplerin de varlığı zorlaşır.
Dört ana mezhep, birbiri ile çelişip çatışmaz bizde mezhep çatışmaları ve savaşları yoktur; Batı’da mezhep savaşları ile boğuşmuş birbirini kırıp katletmiştir Çağımızda mezhep çatışmaları icat etme projeleri vardır emperyalistlerin. Ehl-i Sünneti çökertme, sonra da mezhepleri birbirine düşürme gibi şeytansı planları vardır
Müslümanlar basiret sahibidir tuzaklara düşmezler.
Mezhepler zenginliktir, Mezhepler, kurucu kaynak Kur’ân’la ve Sünnet’le irtibat kurarlar bu, çok hayatîdir kaynağı dinamize eder, hayata sâbitelerin ışığında hakikati ruhu nakşederler.
Mezhepler, insanın ilâhî kaynakla irtibatını kurarak sâbitelerin değişkenler tarafından yutulmasını önlerler mezhepler. değişkenlerin sâbitelerin önüne geçmesini önlerler mezhepler, sâbiteler ışığında değişkenleri yorumlama imkânı sunarlar.
Mezheplere saldırmak, “dinin mezhebi olmaz, bu birbirimize düşürüyor” deyip mezhepleri inkâr etmek mezhepleri ortadan kaldırmak kelle sayısı kadar yorumun, kelle sayısı kadar mezhebin zuhûr etmesiyle sonuçlanacaktır.
Bir inancın başına bundan büyük felâket gelemez! Allah korusun.
Kaynak türkiye gazetesi.com
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
İŞ BANKASI VE CHP
Gazi’nin CHP’ye vasiyet ettiği İş Bankası hisseleri münakaşa mevzuu olmuştur.
Cihan Harbi’nde Osmanlının mağlubiyeti; İngiliz ve müttefiklerinin Osmanlıyı istilası,*İngiliz işgalindeki hilâfete hürmet ve sempati besleyen hind halkının kendi perişan hâllerine bakmayarak*yardımına neden oldu
20 Mart 1919’da Bombay’da Merkezî Hilâfet Komitesi kuruldu. Reisi milyoner Seyyid Can Muhammed Çotani; yardımcısı Şevket Ali idi Çotani’nin yerine, Muhammed Ali geçti. Komite, Eylül 1919’da Anadolu’nun parçalanmasını önlemek*ve halifeliği korumak adına yardım yapmayı kararlaştırdı. Bu harekete, İsmailîlerin lideri Ağa Han adamı Seyyid Emir Ali, Şiî Muhammed Ali Cinnah ve Hindulardan Gandi de vardı İngiltere’nin Hindistan bakanı Montagu ve Bombay Vâlisi George Lloyd destekliyordu.*“
*
Komite, İzmir’in işgaliyle Londra’da muhteşem bir miting tertipledi. telgraflar çekerek,*işgali protesto*ettiler Başbakan Lloyd George, komiteden bir heyetle Parist görüştü ve*Türkiye için mücadele edildi. Komite, kurduğu Ankara Fonu, İzmir Yardımı ve Osmanlı Esirleri Fonu’nu idare ediyordu. Bu fonlar, Hind zenginlerinin yardımlarıyla, halktan toplanan paralardı 1923 Ekim’ine kadar Ankara’ya 329.774 altın sterlin*gönderildi.
122.000 sterlinlik meblağ hilâfetin muhafazası için harcamaları yapmak üzere doğrudan Mustafa Kemal’e ödendi Ancak halifelik kaldırılmıştı genede Türk*Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Cemiyeti yardımları kabule devam etmiştir. Buhara Müslümanları hilâfet dâvâsı için topladıkları altınları, Moskovadan Ankara’ya ulaştırmıştır.
Mustafa Kemal, Komite’ye yazdığı 9 Kasım 1922 tarihli teşekkür mektubunda, paranın “millî emellere”* göre harcanacağı teminatını verdi. Ancak örtülü ödenek gibi gördüğü bu parayı Osmanlı Bankası’na yatırdı; 250 bin lirasıyla*da İş Bankası’nı kurdu.
Ankara hareketinin hiçbir şey ödemeden sahip olduğu banka, 9 Eylül 1924’te resmen açıldı. İttihatçıların kurduğu İtibar-ı Millî*Bankası’na da*el konularak İş Bankası’na devredildi Bugün banka hissedarlarının vârisleri ile TİB mahkemeliktir.Eski düzeni ve İstanbul sermayesini temsil eden Osmanlı Bankası,*iktisadî ve siyasî gücün*Ankara’ya intikalini sembolize eden İş Bankası’nın kurulması, Kemalist inkılaplar için büyük bir adımdır.
Falih Rıfkı, iş bankasının politikacılar bankası olduğunu söyler; banka yeni rejimi desteklemek üzere kurulmuştur
Devletle iş yapacak kişilere bankada* hesap açma*ve*hisse alma*mecburiyeti getirilmiştir. İsmail Cem, İş Bankası’nın devlet eliyle fertleri, Halk Partilileri zengin etme projesinin parçası olduğu fikrindedir. İş Bankası’nın sermayesi, Hindistan’dan gelen*paradır bir kısmıda Ankara, Yalova, Silifke, Tarsusta çiftlik ve sair mülklerin alınmasında kullanılmıştır. O zaman*arazi ucuz, para ikıymetli*idi. Paranın*10 bin lirası* CHP’nin oCumhuriyet gazetesi sahibi Yunus Nadi’ye verilmiştir.
Gazi’nin yaveri Hasan Rıza Soyak paranın Hind Müslümanlarınca gönderildiğini doğrular; paranın Gazi’nin şahsına*gönderildiğini müdafaa eder. Zekeriya Sertel,Halide Edib’in bu sebeple Mustafa Kemal’e*sert çıkıp* yollarını ayırmıştır Gazi *şarap ve bira fabrikaları, atölyeler, imalathaneler, makineler, otomobiller, kamyonlar, ahırlar, seralar, mandıralar, lokanta ve gazinolar, liman ve iskeleler bulunan 155 bin dönümlük çiftliklerini 1937’de hazineye satarak*parasını CHP’ye vermek istemiş fakat İnönü dedikodudan çekinip karşı çıkmıştır
CHP, bugün İş Bankası’nın*%28 hissesine*sahiptir. Banka idare heyetine 4 âzâ*yollar. Kılıçdaroğlu bunlardan biriydi. hisselerin*kârı, Türk Tarih Kurumu ve Dil Kurumu’na ödenecektir. CHP’ye ait hisseler,*demokrasi devrinde partilerin eşit imkânlara sahip olması prensibi ışığında münakaşa olmuş;*kültür inkılabıında yıkıcı ve yanıltıcı icraat sebebiyle münevver çevrelerin tenkitlerine hedef olan bu*iki müesseseye para tahsisi abes bulunmuştur.
*Kaynak türkiye gazetesi.com
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Akli ve naklî ilimler
İslam tarihinde ilimler, akli ve naklî olmak üzere ikiye ayrılmıştı. kaynak, maksat ve değerlendirme farklılığı bulunuyordu. Akli ilimler felsefi bilimlerdi. aklı kullanmak suretiyle bilimi daha geliştirmek ve ileriye taşımaktı ilimlerde deneme yanılma deneyler tartışma, gözlemleme vs. uygulamalarla ilmi yenileme, geliştirme ve ileri götürmek vardı Fizik, kimya, matematik, tıp, mühendislik tarih coğrafya bu ilimlerdir. Şanlı Peygamberimizin,*“İlim Çin’de de olsa alınız”*hadisi bunun içindir.
Naklî ilimler dinî ilimlerdir. Akait, tefsir, hadis, fıkıh vb. Peygamber efendimizden bize gelen bilgilerdir. Kur’ân-ı kerimi gönderen ve kıyamete kadar koruyacağını vadeden Cenâb-ı Hak’tır. Onu şanlı Peygamberimize indirdi. efendimiz Eshâbına anlattı, açıkladı. Kur’ân-ı kerimin ilk müfessiri Peygamber efendimizdir. Hadis-i şerifler onun sözleridir. İbadetlerden hayatın bütün safhalarına kadar fıkhın ve hukukun temelini o göstermişdir
Ümmetimin âlimleri Benî İsrail’in nebileri gibidir”*ve*“Eshâbım gökteki yıldızlar gibidir”* buyurulmuşdur Eshâbı ve müctehid İslam âlimleri hadisi şerifleri kitaplara geçirip bizlere gelmesini sağlamıştır naklî ilimler olan dinî ilim ve bilgiler, Peygamber efendimizden bize kadar nakledile nakledile gelen bilgilerdir. Naklî demek dinî bir hükmün Kur’ân-ı kerime veya Peygamber efendimize ulaşması, varması demektir. O halkada bir kopukluk varsa Peygamber efendimize ulaşmıyorsa o dinî olmaktan çıkar. Söyleyen kişinin kendi görüşü olur.
Yahudi ve Hıristiyanlar İncil’i ve Tevrat’ı kendi görüşlerine göre uydurup bozmuşlardı. onlar dinî ilimlerini felsefi ilimlere sokmuşlardı İncili tartışıyorlar ve kendilerine uygun gelmeyeni değiştiriyorlardı. çeşit çeşit İnciller ortaya çıkmıştı. Matta*İncili, Markos*İncili, Luka*İncili, Yuhanna*İncili
saf ve sağlam bir itikada ve ahlaka sahip Osmanlı Türklerine karşı üstünlük kuramayan Batı, yeni projeler geliştirdi savaş meydanları onlar için hep hüsran olmuştur
Türkleri, Müslümanları mekteplerden vuracaklardı. İnanç ve itikatlarını bozacaklardı. Batılı oryantalist ve Beyrut’un papazları efendimizin hadislerini, Kur’ân-ı kerimi okudular, kendilerince Müslüman çocuğunu aldatacak ve inançlarını sarsacak noktaları tespit ettiler. bir dönem Seyit Kutup yoluyla İslam’ın Türkler elinde dondurulduğunu, gelişmediğini ifade ettiler ve İmam-ı Gazali hazretlerine oklarını doğrulttular.
İmam-ı Gazali ki, Huccetü’l-İslam’dı. Felsefecileri ve fikirlerini mahvetmişti. İslam dinini sımsıkı yapmıştı. İslam düşmanları ona ve tüm âlimlere saldırıp. dinî ilimlerin içine felsefeyi katdılar Her şeyi tartışıp münakaşa yaparak doğruya ulaşacaklarını zannettiler onlara göre. doğru belli değildi İslam yaşanmamıştı Doğru inanç ve itikat 1400 senedir hiç bilinmemişti
1949’dan itibaren İlahiyatta pozitivizm hâkim oldu. aklı öne alan ve aklı din yerine koyan bir zihniyet ortaya çıktı bilim dinin yerini almıştı onlar için dini öğretmek değil tartışmak esastı.
ilahiyatlarda müctehid âlimler, mezhep imamları ve tasavvuf erbabı hafife alındı aşağılandı. hadisler tartışılıp ayıklanmaya başlandı. İşine gelmeyen yaşantılarına uymayan her hadis mevdu diyerek uydurma denerek atıldı. Felsefe sınır tanımıyordu! Kader var mıydı? İsa as ölmüş müydü göğe mi çekilmişti? Cinler var mıydı? Âlimler ictihad kapısını neden kapatmışlardı? Bu kapı açılmalı ve herkes kendine göre bir din ortaya koyabilmeliydi
Darbe devirlerinde Yaşar Nuri ve Zekeriya Beyaz gibi namazı, orucu, itikadı bozanları dinledi millet. Fakat bunlar milletin TV’lerde gördüğü idi. Bunların İlahiyatta temsilcileri çoktu
felsefenin konusu en sonunda imana geldi imanı tartışanların fikirleri 40 yıldır FETÖ vasıtasıyla gençlerimize şırınga ediliyordu. 15 Temmuz 2016’da gençlerimiz işgale kalkıştı
millet dinini bozan bu tiplere ve zehirlere tepki koydu. mesele bedenlerin çiğnenmesinden ve felaket idi. İman ve ahlak yok ediliyor, zihinler öldürülüyordu. duyarlı i protesto ettiler.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün bu tepkiyi DEAŞ’la irtibatlandırması korkunçtu
DEAŞ kökü dışarıda sünnetsiz bir akımdır Ehl-i sünnet inanışını yıkanlardan temin ediliyor sahip olanlardan değil. Siz fireni patlamış kamyon gibisiniz! Milletin değerlerine, imanına, Kur’ân’ına, inancına pervasızca saldıracaksınız birileri yapmayın, etmeyin deyince DEAŞ olacak öyle mi? DEAŞ’ın ne olduğunu bile bilmiyorsunuz! DEAŞ’ın Ehl-i sünnet dışı radikallerden çıkmıştır
FETÖ’ye tek söz etmeyen, Ehl-i sünneti küçümseyen Ehl-i sünnet e saldırmayı marifet zanneden ve bendenize Afgani, Abduh, Reşit Rıza gibi mezhepsizleri tenkit ettiğim için“yalan söyleme”*diyerek sataşan Hayreddin Karaman ve avanesinin Mustafa Öztürk, Ömer Özsoy, İlhami Güler ve benzerlerine bir çift sözü var mıdır acaba?*Darbe yapmalarını mı bekliyorlar?Neden susuyorlar!
Kaynak sabah.com erhan afyoncu
II. Mahmud ve Kavalalı, Suudîler’in hayallerine son vermişti
Suudîler, 18. yüzyılda ortaya çıkan Vehhabîlik’e destek verip, Arabistan’a hakim olarak devlet kurma hayallerine kapılmışdı. II. Mahmud Kavalalı’yı görevlendirerek Suudîler’in varlığına son verip, Emir Abdullah’ı 199 yıl önce İstanbul’da idam ettirmişti Osmanlılar 1517'de Memlük Devleti'ni ortadan kaldırıp Arabistana hakim olmuşdu. çöllerde birçok Arap aşireti yaşıyordu. Suudîler Dir'iye bölgesindeydi.
18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun gücünün azalmasıyla birlikte topraklarda isyanlar çıkmaya ve imparatorluğun uzak topraklarında merkezi otorite azalmaya başlad
ıİslamiyet'in kutsal topraklarında Osmanlıyı tehdit eden bir gelişmeler yaşandı. Vehhabîliğin kurucusu Abdülvehhab oğlu Muhammed'in düşünceleri Arabistan'a yayıldı. Abdülvehhab oğlu Muhammed'in düşünceleri Dir'iye Emiri olan Suud oğlu Muhammed ile 1744'te tanışmasıyla güçlendi. Vehhabîler ganimetleri bedevilere dağıtarak sayılarını artırdılar.
Vehhabîlik yayıldıkça Suudîler'in nüfuzu genişledi. Osmanlı gelişmelerden 1749'da Mekke Emiri Şerif Mesud'un gönderdiği bir yazıyla haberdar oldu.
Vehhabîlik çok büyümediğinden yöneticileri çok rahatsız etmemişti.
19. yüzyılda Suudî nüfuzu arttı Osmanlı yönetimi müderris Adem Efendi'yi nasihat için Necid'e gönderdi. Babasının yerine emir olan Abdülaziz tarafından Mekke'de kabul edilen Adem Efendi'nin gayret ve nasihatleri hiçbir fayda vermedi.
Suudîler nasihat yerine kafalarına göre kurdukları devletlerinin tanınmasını bekliyordu Abdülaziz Mekke'ye doğru harekete geçip oğlu Suud'u da Şiiler'in üzerine Kerbela'ya gönderdi. Suud, Mayıs 1802'de Kerbela'da matem törenleri yapan Şiiler e hücum ederek binlerce kişiyi katletti. Şubat 1803'te Taif'i ele geçiren Abdülaziz her yeri yağmaladı. Tekke ve türbeleri yıkıp, kitapları yaktırdı. Vehhabîler iki ay sonra da Mekke'ye hakim oldular. Mekke'de Hazreti Muhammed, Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Ali ve peygamberimizin kızı Hazreti Fatıma'nın doğduğu evler ve türbeler yıkıldı. Musiki aletleri ve sanat eserleri parçalandı.
Cidde saldırıları başarılı olmayınca Dir'iye'ye çekildiler. Osmanlı kuvvetleri Temmuz 1803'te Mekke'yi geri aldı Ekim 1803'te Abdülaziz Dir'iye'de öldürüldü. Suudîler'in gücü azalmadığı gibi saldırganlaştılar 1805 Haziranında Medine'yi, 1806 Ocak ayında Mekke'yi işgal ettiler. Osmanlı bu yıllarda Napolyon'un Mısır işgali, Rus savaşı, iç karışıklıklar ve diğer meselelerle uğraştığından bölgeye müdahale edemedi. Suudîler 1811'de büyük bir bölgeyi kontrollerine almışdı.
Osmanlı Rus savaşının sona ermesiyle Mısır'da otorite kuran Kavalalı Mehmet Ali Paşa'yı Vehhabîler'in üzerine görevlendirdi. Kavalalı, oğlu Tosun Paşa kumandasındaki orduyu Vehhabîlere gönderdi. Uzun mücadelelerden sonra Tosun Paşa 1812 de Medine'yi Vehhabîlerden geri aldı. 1813 te Mekke ve Taif'ten Vehhabîler atıldı. Kavalalı'nın kuvvetleri Vehhabîler'e nefes aldırtmadı. Kavalalı'nın oğlu İbrahim Paşa Eylül 1818'de Vehhabîler'in merkezi Dir'iye'yi ele geçirip, Emir Abdullah ve birçok kişiyi esir aldı.
Esirlerle birlikte Kâbe'nin anahtarları ile asilerin kutsal yerlerden ve Hazreti Muhammed' in türbesinden aldıkları eşyalar İstanbul'a gönderildi.
Kutsal toprakları istila ile hac ziyaretine izin vermeyen ve kutsal birçok eşyayı talan ve din büyüklerinin türbe ve evlerini yerle bir eden asiler boyunlarında kalın çifte zincir ellerine kelepçeler takılmış halde ahaliye teşhir için Divanyolu'ndan yürütülerek hapishaneye atıldı. Ertesi gün de hırsızlık ve yağmacılıkla itham edilsi 1819 Aralık da Suud oğlu Abdullah saray meydanında, önde gelen adamları ile İstanbul'un kalabalık yerlerinde boyunları vurularak cezalandırıldılar.
Vehhabîlik, Abdülvehhab oğlu Muhammed'in düşüncelerinden oluşan dini ve siyasi harekettir. Vehhabîler lendilerine Muvahhidun, yani tevhidciler derler. Hanbeli mezhebini İbn-i Teymiyye yorumutla takip ederler. Suudî Arabistan'ın resmi mezhebi Vehhabîliğin en belirgin özelliği Kur'an ayetlerinin manalarına yaklaşmamak, kendilerinden olmayanları kâfir ilan etmektir. Türbe ve mezar yapmak camileri süslemek tütün ve kahve içmek, makam, yani musiki ile ezan okumak, tespih çekmek, mevlit okutmak, adak adamak ve benzeri şeyler bid'attır. Hazreti Muhammed'den sonra icat edilmiştir, bunlardan şiddetle kaçınılmalıdır. Vehhabîlerin görevi bid'atlerle mücadeledir.
vBulletin v3.8.4, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.