fatih kısaparmak balon baskılı balon Kürtleri Şehre Sokmam Diyen Bir Zorba ''Komiser Kemal'' - AK Parti |AKParti Forum |AK Gençlik |Recep Tayyip Erdoğan |AKPARTİ Gençlik Forumu|

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kürtleri Şehre Sokmam Diyen Bir Zorba ''Komiser Kemal''


Özgür Çağrı
03-21-2010, 22:34
Daha önce "Kürt kimliğini tanıma" sö­zü veren devlet sözünü tuttu ve Kürt­lerin Ordu'ya girişini önceki gün ser­best bıraktı.
Valiliğin "Bunlar suçlu, üstelik fındığı da heba ediyorlar" diye bir genelge yayınlayarak şeh­re girişlerini yasakladığı 22 Temmuz'dan be­ri, dipçik ve süngü zoruyla Ordu dışına sürü­len ve il sınırına kurdukları çadırlarda bekle­şen bine yakın Kürt tarım işçisi dün sessizce fındık tarlalarına girip işbaşı yaptı.
Yıllardır yazları Güneydoğu'dan kopar Ka­radeniz'e fındık toplamaya gelirlerdi. Suçlu olduklarına dair bir emare yoktu. Geldikleri ilin emniyetinden "temiz" kağıdı almışlardı. Yurttaşı oldukları devletin anayasasında "yer­leşme, seyahat ve çalışma hürriyeti"nden sözediliyordu. Ancak bu yıl, sırf şiveleri, ten renkleri, kimliklerinde yazılı doğum yerleri, kendilerini sürü gibi taşıyan kamyonların pla­ka numaraları veya çocuklarına koydukları isimler nedeniyle; evet (inanmayan gidip işçi­lere sorsun) sırf bu nedenlerle Ordu'ya sokul­madılar.
21. yüzyılın eşiğinde ırkçılığın, etnik ayrım­cılığın en fütursuzunu yaşadılar. Kendilerini yurttaşı sandıkları bir ülkenin gurbetçileri ol­dular. Anavatanlarında sürgün düştüler.

* * *

Ülkenin tarihinde bir aylık bir utanç vesika­sı olarak asılı kalacak olan bu kararın mima­rı, Ordu Valisi Kemal Yazıcıoğlu...
Adını artık ezbere biliyoruz.
O'nu ilk "deşifre eden", ülkücü Ali Yurtaslan olmuştu. Yurtaslan, Aydınlık'ta yayınlanan itiraflarında, 1978'de bir "komünist'i öldüren ÜGD'li Burhan Emiştekin'i nasıl kurtardığını anlatıyordu. Yurtaslan'a göre cinayetten son­ra yakalanan Burhan olayı itiraf edince örgüt telaşlanmış ve "Bu adamı çıkarın" talimatını vermişti. Hemen aracılar bulunup dosya "gü­venilir" bir sorgu hakimliğine yollanmış, ora­daki başkatibe biraz para verilerek Burhan'ın polis ifadesini dosyadan çıkarıp yırtması "rica edilmişti". Tam o sırada sıkıyönetim ilan edi­lince bu girişim yarım kaldı. Bunun üzerine Bitlisli Burhan başka bir yol önerdi: "Beni olay sırasında Bitlis'te göstermeye çalışın" dedi. Bunun kolay olacağını düşünüyordu, çünkü Bitlis'te Emniyet Müdürvekili olan ko­miser MHP'ye yakınlığıyla biliniyordu.
Adı: Kemal Yazıcıoğlu'ydu...
Yurtaslan sonrasını şöyle anlatıyordu:
"Hemen Yazıcıoğlu'na bir adam yolladım. Burhan'ı olay sırasında Bitlis'te gösterip gös­teremeyeceklerini sordum. Kemal bunun çok zor olduğunu söyledi ve şöyle bir yol önerdi: Birkaç MHP'li polis bulacaktı. Olay sı­rasında polisler Bitlis'te arama yapmış ve Burhan'ı da aramış olacaklardı. Bitlis'e gidip Yazıcıoğlu ile bizzat görüştüm. Burhan'ın Bit­lis'te bir otele kaydını yaptık. Emniyet'teki otel kayıtlarına da Burhan'ın adını yazdırdık. Ke­mal, 2 polisi şahit gösterebileceğimizi de söyledi. Ankara'ya telgrafla polislerin adlarını bildirdi. Burhan da bu polisleri şahit gösterdi. Polisler ifade verdiler ve Burhan serbest bıra­kıldı."
Yazıcıoğlu, ödüllendirilmekte gecikmedi: 12 Eylül'de Ankara siyasi şubedeki DAL (De­rin Araştırma Laboratuvarı) grubunun başına getirildi. O'nun döneminde kurulan işkence tezgahlarında can verenler oldu. Yüzlerce tu­tuklu sakat kaldı.
Ardında bıraktığı şaibe büyüdükçe O sü­rekli rütbe atladı. Zamanla İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne kadar yükseldi. Hafta Sonu okurları O'nu bir elinde silahı, bir kolunda sevgilisiyle çektirdiği skandal fotoğraflarla ta­nıdı.
Türkeş öldüğünde arkasından saygı defte­rine şu satırları yazdı:
"Başbuğum, herşeyi senden öğrendim... Oğlun: Kemal Yazıcıoğlu".
Öğrendiklerini uygulamak için sabırsızlanı­yordu. Ama Topal cinayeti soruşturmasını savsakladığı gerekçesiyle görevden alındı. Yıl­maz hükümeti işbaşına gelince Emniyet Ge­nel Müdürlüğü için adı geçtiyse de belki sici­linden, belki Ecevit'in muhalefetinden Ordu Valiliği'ne razı oldu.
Şimdi "fındıkları ayıklayamıyorlar" diye ya da "Biz suçluları ayıklayamıyoruz" diye bütün bir halkı düşman sayan etnik bölücülüğün ürperten sureti olarak çıkıyor karşımıza... O suretten çok, hâlâ o koltukta oturabiliyor ol­masından ürperiyoruz; bir de tepkisizlikten, unutkanlıktan ve bütün bunların haberden bile sayılmamasından...

Can Dündar
22.08.1998