Necip Fazıl
05-22-2009, 03:26
Hukuk fakültelerinde artık "kuvvetler ayrılığı" prensibi mi öğretilecek yoksa "kudretler birliği" ilkesi mi?
Size soruyorum; ey beş kuruşluk şahsiyetinizi ikiye katlayıp on kuruşa çıkarmak için takla atan ve şaklabanlıktan reyting, şarlatanlık ve sırıtkanlıktan ise tiraj "kopartan" yazar kardeşlerimiz..
Tayyip Erdoğan'ı sandıkta yenemediğiniz için omzundaki rütbeye güvenerek milli iradeyi gasp eden ey geçmişteki bazı generallerimiz.. "Ben yargıyım, ben adamı yargılarım, beni yargılayacak olan adamı da yine ben yargılarım" deyip de kafa göz yaran ey bazı yargıç ve savcılarımız..
Vicdanlı, akıllı, birikimli ve cesur insanlara çamur atarak, elbette "isminiz olur", elbette "fiyatınız yükselir"..
Tamam isminiz olur ama "sıfatınız" ne olacaktır?
Tamam fiyatınız yükselir ama "değeriniz" ne olacaktır?
Bu memleketi omzundaki "rütbe"ye güvenerek askeri vesayetin oluşumunu hatta kemikleşmesini "sağlayan" bir takım generaller mi yönetecek?
Yoksa bu memleketi cebindeki "cukka"ya güvenerek her türlü itham, iftira ve infaz metotlarını titizlikle yerine getiren bir takım medya patronları mı yönetecek?
Yahut bu memleketi omuzdaki "rütbe"ye güvenen bazı askerler ile cebindeki "cukka"ya güvenen bazı işadamları ve sırtındaki "cüppe" den kudret devşiren bir takım üst düzey yargıç ve savcılar ile rektörler mi yönetecek?
Karar verin, kim yönetecek?
Bu öylesine bir fikirsel sapma ve zihinsel kopmadır ki, genç üniversitelilere "maşa" deme pervasızlığını gösteren de, "genç subaylar" diye sürmanşet atıp başyazarlığa "paşa" unvanını ekleyenler de aynı sapkın ideolojinin portreleridir.
Bu portreler öylesine değişik enstantaneler sunar ki "27 Mayıs 1960 ihtilali elbette 12 Eylül 1980 darbesinden iyidir; çünkü 12 Eylül'de 17 yaşındaki gencecik çocuklar asıldı" diye özgün yorumlar yapıp çocuk kandırmaya çalışırlar.
Doğru ya; Menderes, Zorlu ve Polatkan "çocuk" değildi! Evet doğru ya; 12 Mart ve 12 Eylül'de darbeye maruz kalmasına rağmen 28 Şubat'a methiye düzen Demirel de çocuk değildi..
Hatta çocuğu da yoktu, hatta ve hatta çocuğu olmasa bile "baba"ydı!.
İşte bu çocukluk hastalığıdır ki bazıları evine misafirliğe gelen bir kadının, başını örtmek gayesiyle halıyı kafasına geçirdiğini iddia edecek kadar ileri gittiler..
O günden beri merak ederim: Başa geçirildiği ve laikliğe halel getirdiği iddia edilen bu halı, "siyasi simge" olduğu iddiasıyla ne zaman yasaklanacak?!
Ve Kapalıçarşı esnafı hakkında ne zaman dava ikame edilecek? Üstelik orada fes de külah da satılmaktadır!
Yani şu memlekette köşe yazarlığı yapan biri kalkıp "Eurovision şarkı yarışmasında, Yunanistan ve Güney Kıbrıs'tan yüksek oy almamız, Kıbrıs'ı satmamızdan kaynaklanmıştır" diye yazarak "aranjmanı bozuk bir beste" bile yaptı..
Evet, Türkiye'de on yıllardır dinde reform, adalette reform, sağlıkta reform, eğitimde reform denildi ama "beyinde reform" ilkesini hep göz ardı ettik.
Sürekli "üni-fomal" yaklaşımlarda bulunarak "reform" sözcüğünü dahi "de-forme" etmekten hicap duymadık.
Biz ki 27 Mayıs darbesini resmi olarak Hürriyet Bayramı ilan edebilmişiz.
O yüzden açık toplum olmanın erdemlerini yazanlara "liboş", "yobaz", "Ali Kemal", "mütareke gazetecisi" diyorlar. "Türkiye yeniden yapılanmalı.." diyorsunuz.
Kafası (üstü değil içi) Suudi rejimi gibi kapalı olan biri çıkıyor, "Bunlar Türkiye'ye Suudi rejimi getirecek" diyor.
Tamam, "ikiyüzlülüğü" zaten kanıksadık ama şu "yüzsüzlük" denilen şeyi anlamak bir türlü mümkün olamıyor.
Mümkün olamıyor; çünkü anlayabilmek için önce o şeyi görmek gerekiyor. Elbette o şeyi göremiyoruz, çünkü orta yerde bir "yüz" yok! İşte böyle bir memlekette bazıları çıkar ve bu memlekete hizmet de etmiş olan ama başörtülülere cüzzamlı muamelesi yapmaktan çekinmeyen Türkan Saylan'a "mübareklik" atfeder..
Bunu da "bilim" adına yaparlar..
Bazıları ise o bilim kadınının sadece bu anti demokrat tavrını eleştirmek dururken kalkıp "Flaş.. Flaş.. Saylan'ın annesi meğer Hıristiyanmış" demekten utanmaz..
Ve onlar da bunu "din" adına yaparlar..
Size soruyorum; ey beş kuruşluk şahsiyetinizi ikiye katlayıp on kuruşa çıkarmak için takla atan ve şaklabanlıktan reyting, şarlatanlık ve sırıtkanlıktan ise tiraj "kopartan" yazar kardeşlerimiz..
Tayyip Erdoğan'ı sandıkta yenemediğiniz için omzundaki rütbeye güvenerek milli iradeyi gasp eden ey geçmişteki bazı generallerimiz.. "Ben yargıyım, ben adamı yargılarım, beni yargılayacak olan adamı da yine ben yargılarım" deyip de kafa göz yaran ey bazı yargıç ve savcılarımız..
Vicdanlı, akıllı, birikimli ve cesur insanlara çamur atarak, elbette "isminiz olur", elbette "fiyatınız yükselir"..
Tamam isminiz olur ama "sıfatınız" ne olacaktır?
Tamam fiyatınız yükselir ama "değeriniz" ne olacaktır?
Bu memleketi omzundaki "rütbe"ye güvenerek askeri vesayetin oluşumunu hatta kemikleşmesini "sağlayan" bir takım generaller mi yönetecek?
Yoksa bu memleketi cebindeki "cukka"ya güvenerek her türlü itham, iftira ve infaz metotlarını titizlikle yerine getiren bir takım medya patronları mı yönetecek?
Yahut bu memleketi omuzdaki "rütbe"ye güvenen bazı askerler ile cebindeki "cukka"ya güvenen bazı işadamları ve sırtındaki "cüppe" den kudret devşiren bir takım üst düzey yargıç ve savcılar ile rektörler mi yönetecek?
Karar verin, kim yönetecek?
Bu öylesine bir fikirsel sapma ve zihinsel kopmadır ki, genç üniversitelilere "maşa" deme pervasızlığını gösteren de, "genç subaylar" diye sürmanşet atıp başyazarlığa "paşa" unvanını ekleyenler de aynı sapkın ideolojinin portreleridir.
Bu portreler öylesine değişik enstantaneler sunar ki "27 Mayıs 1960 ihtilali elbette 12 Eylül 1980 darbesinden iyidir; çünkü 12 Eylül'de 17 yaşındaki gencecik çocuklar asıldı" diye özgün yorumlar yapıp çocuk kandırmaya çalışırlar.
Doğru ya; Menderes, Zorlu ve Polatkan "çocuk" değildi! Evet doğru ya; 12 Mart ve 12 Eylül'de darbeye maruz kalmasına rağmen 28 Şubat'a methiye düzen Demirel de çocuk değildi..
Hatta çocuğu da yoktu, hatta ve hatta çocuğu olmasa bile "baba"ydı!.
İşte bu çocukluk hastalığıdır ki bazıları evine misafirliğe gelen bir kadının, başını örtmek gayesiyle halıyı kafasına geçirdiğini iddia edecek kadar ileri gittiler..
O günden beri merak ederim: Başa geçirildiği ve laikliğe halel getirdiği iddia edilen bu halı, "siyasi simge" olduğu iddiasıyla ne zaman yasaklanacak?!
Ve Kapalıçarşı esnafı hakkında ne zaman dava ikame edilecek? Üstelik orada fes de külah da satılmaktadır!
Yani şu memlekette köşe yazarlığı yapan biri kalkıp "Eurovision şarkı yarışmasında, Yunanistan ve Güney Kıbrıs'tan yüksek oy almamız, Kıbrıs'ı satmamızdan kaynaklanmıştır" diye yazarak "aranjmanı bozuk bir beste" bile yaptı..
Evet, Türkiye'de on yıllardır dinde reform, adalette reform, sağlıkta reform, eğitimde reform denildi ama "beyinde reform" ilkesini hep göz ardı ettik.
Sürekli "üni-fomal" yaklaşımlarda bulunarak "reform" sözcüğünü dahi "de-forme" etmekten hicap duymadık.
Biz ki 27 Mayıs darbesini resmi olarak Hürriyet Bayramı ilan edebilmişiz.
O yüzden açık toplum olmanın erdemlerini yazanlara "liboş", "yobaz", "Ali Kemal", "mütareke gazetecisi" diyorlar. "Türkiye yeniden yapılanmalı.." diyorsunuz.
Kafası (üstü değil içi) Suudi rejimi gibi kapalı olan biri çıkıyor, "Bunlar Türkiye'ye Suudi rejimi getirecek" diyor.
Tamam, "ikiyüzlülüğü" zaten kanıksadık ama şu "yüzsüzlük" denilen şeyi anlamak bir türlü mümkün olamıyor.
Mümkün olamıyor; çünkü anlayabilmek için önce o şeyi görmek gerekiyor. Elbette o şeyi göremiyoruz, çünkü orta yerde bir "yüz" yok! İşte böyle bir memlekette bazıları çıkar ve bu memlekete hizmet de etmiş olan ama başörtülülere cüzzamlı muamelesi yapmaktan çekinmeyen Türkan Saylan'a "mübareklik" atfeder..
Bunu da "bilim" adına yaparlar..
Bazıları ise o bilim kadınının sadece bu anti demokrat tavrını eleştirmek dururken kalkıp "Flaş.. Flaş.. Saylan'ın annesi meğer Hıristiyanmış" demekten utanmaz..
Ve onlar da bunu "din" adına yaparlar..