Terennüm
03-03-2012, 16:48
http://www.necipfazil.com/images/erbakan01.jpg
Millî Selâmet Partisi meselesi aydın müslümanlar katında bir hâiledir. Zira mutlaka kat'î zafere götürülmesi, böyle olmadıkça hiçbir tavize yanaştırılmaması gereken bir hareketin iflâsa vardırılmış olması teşebbüsünden ibaret kalmıştır. Ve yine zira, o, hareket şekliyle, bizim iman banknotumuzun sahtesi olmuştur. Küfür bizim manevî naktimizi kıymetten düşürmek için elinden geleni yapmaya, parasını değerlendirmeye bakar; fakat taklide yeltenmez. Bizimkinde hilâl onunkinde istavroz vardır. Ama Millî Selâmet Partisi'nin amblemi, şekilde ve yaftada hilâl olduğu halde esasta ve iş ölçüsünde hilâlin hakkını vermekten çok uzaktır. Karşılıksız paralar gibi... İslâmî kıymetlerin eşya ve hâdiselere bakış zaviyesini bozucu ve Şehadet Kelimesinden başka bir şey bilmeyen, bildiğinin de ürpertisini çekmeyen gafilleri kandırıcıdır.
Gerçek iman ve itikatlılarına toz konduramam. Onları dışlarından mümin görür ve içlerinden de böyle oldukları kanaatiyle kalblerini Allah'a havale ederim. Fakat bu kalblerin aşk, vecd, hikmet, irfan ve hamle sermayesi olarak hiçbir nasibe mâlik bulunmadıklarını bir laboratuar katiyetiyle iddia edebilirim. Bu teşhis onun masum müslümanlar tabanına değil, güdücüler tavanına aittir ve bu güdücülerin âdi kır çiçekleri halinde şekillendirdiği buketin ortasında, her mesuliyeti nefsinde cemeden, mağrur ve mütehakkim br gül vardır. Prof. Dr. Gen. Başkan ve sırasına göre imkân buldukça da Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Necmeddin Erbakan...
İŞİN HİKÂYESİ
Ben bu zatı 1965'lerde Büyük Doğu'nun 12. Devresinde tanıdım. İstanbul'da, Gedikpaşa'da, Kayseri Hanındaki, etrafımızı saran ayakkabıcıların deri ve çiriş kokulu havasına bürülü, mütevazi yazıhanemize geldi ve bizimle bir iftar yemeği yedi. Profesördü, kürsüsünde müstesna bir teknik ehliyet olduğu söyleniyordu. Bir de "Gümüş motor" diye isimlendirilen, Türkiye'de ilk defa motor imâlini hedef tutucu bir teşebbüsün öncüsü olduğu fakat bu teşebbüsün akâmete uğratıldığı (akâmet sıfatını çok hafif olarak kullanıyor ve asıl sıfatı dosyamızda yazılı olan bu işin şimdilik bahsini açmak istemiyorum) rivayet olunuyordu. Hakkında, satıh üstü, toplu hüküm şuydu:
Müslüman, milliyetçi, namazında, dâvamıza bağlı bizden bir insan...
Güzel yüzlü, vakur edâlı, kelimelerini dikkatle aramak gayretinde, her karşı çıkışa mütehammil ve soğukkanlı görünüşlü, hislerini belli etmeyici ve çehresinde herhangi bir teessür ve tehassüs çizgisi taşımayan bir insan...
Kendisine Büyük Doğu yazı ailesine katılmasını teklif ettim, verdiği cevaptan muhitindeki masonların gözüne fazla çarpmak istemediği ve çekindiği intibâını aldım. Gençlerimizden, talebesi, Fakültesinden iyi derecede mezun Bahri Zengin'i (şimdi Makine - Kimya Umum Müdür Muâvini) yanına asistan olarak almasını istedim; ve yine ilk cevabına benzer bir çekingenlik mukabelesine şahit oldum. Daha ilk temasta belliydi ki, bu zat, kendi öz nefsi içinde gizlenmiş her türlü cesaret, samimiyet ve heyecan seciyesine yabancı, üzerinde dikkatle ve şüphe gözüyle durulması gereken bir kişiydi. Dâvamız yolunda şahsiyle vâdettiği fayda çapında zarar ve tehlike de belirtebilirdi.
Ara yerde Odalar Birliği mâceraları (o da ayrıca hazin bir mevzû) ve nihayet balıklama şeklinde politikaya atılış...
Konya'dan bağımsız olarak seçilmek üzere adaylığını koymuştur. Konya'nın büyük meydanlarından birinde bir toplantı tertiplemiş, benim de bu toplantıda kendisini desteklemem istenmişti, Henüz bu kapalı kutunun muhtevası sıhhatle malûmumuz bulunmadığı halde bu destekleme teklifini hiçbir parti hasisliği belirtmeyen ve Meclise Büyük Doğu'dan yana bir görüntü vâdeden zâtı desteklemek borçtu. Borcumuzu edâ ettik. Konya'ya gittik; bizi karşılayanlar arasında onu bulamadık ve binlerce Konyalı'ya, şahıslar üzerinde hiçbir taahhüt ve kefaletimiz olmaksızın, Meclise ne ruh kıvâmında adamlar sürmek gerektiği üzerinde bir hitabe verdik. Meydan alkıştan inledi; bizi tâkiben Hoca kürsüye çıktı ve saydığımız kurtarıcılık vasıflarının tam da sahibi edasiyle, raftan bir top kumaş indirilip tezgâh üzerinde açılırcasına desenlerini müşterilere arzetti. Konuşmasında ne bir aşk, ne bir his, ne bir düşünce ve derinliğine görüş... Tam bir simsar ve tezgâhtar ağzı... Toplantı sonunda ona eller uzandı. O da ellere uzandı; ve kafaların üzerinde önceden peylenmiş bir katıra binercesine, gayet rahat ve pişkin, yerleşti. Bana da aynı muameleyi göstermek isteyen elleri nefretle ittim ve adeta hakaret edercesine bana el uzatmamalarını ihtar ettim. Hoca Kisrâ'ların tahtaravanına benzeyen, kafalardan kurulu sedir üzerinde mes'ut, uçup gitti. Yanımdaki Mustafa Yazgan'a "gördün mü manzarayı?" demekten kendimi alamadım. Daha evvel Mustafa Yazgan'a Hoca'nın bazı kibirli ve kendisini tepeden görücü hallerine bakıp toplantıda bulunmak istemediğimi, hemen dönmek arzusunda olduğumu söylemiş ve şu cevabı almıştım:
- Siz dönerseniz ben de sizi tâkip ederim.
- Sen kal!
- Ben sizin bir parçanızım, nasıl kalırım!
- Madem ki, parçamsın, ben rica ediyorum, kal!
Tam o sırada tören başlamış ve gençler bizi kürsü seti üzerine çekip çıkarmışlardı. Böylece ben ve Mustafa Yazgan bir "oldu-bitti" karşısında kalmış ve konuşmaya mecbur olmuştuk.
İşte daha işin başındaki müşahede ve intibalarım!
Hoca Konya'dan mebus seçildi. Mecliste Adalet Partisi uyuşmazlıklarından bir iki kafadar buldu ve bu partinin asla rayını döşeyemediği o devrede Demokratik Parti kopuşu sırasında kendisi de partisini kurdu: Millî Nizam Partisi...
PARANTEZ İÇİNDE
Lâf arasında tespit etmeyi unutmayayım ki, o zaman Adalet Partisinden kopuşlar benim eserim olmuş, hâdise Sadettin Bilgiç ve merhum Prof. Osman Tûran'ın evinde uzun sohbetler ve muhasebeler neticesinde meydana gelmiş, Adalet Partisi'nin 1960 gece baskını sonrasında cevap veremediği millî ıstırap ve inkisarın dâvası, yepyeni bir ideolocya temeline dayalı olarak bunlardan beklenmişti.
Partiyi kurdular; fakat A.P.'den devşirip temsil etmeleri gereken mânayı bayraklandıramadılar, bir (Apandis - lâhika) halinde kaldılar ve kör bağırsak gibi çürüyüp gittiler... Bugün de Halk Partisi'nin hileli kefesinde 1 gramlık ağırlıklarını değerlendirmeye kalkmak derecesine düştüler...
YİNE ONLAR
Millî Nizam... Hoca'nın yüzü gibi, ne güzel isim! Fakat "Dilber" adını taşıyan bir kadının güzelliği nasıl ismiyle kaim değilse, vaad ile gerçek arasında o kadar mesafe... "Millî Selâmet" ismi için de aynı şey söylenebilir.
Millî Nizam ölçüsüz ve endâzesiz gitti. Hükûmette pay aldıktan sonra şeriat ruhuna aykırı olarak ileride yapacakları affedilmez gaflara mukabil o günlerde mukaddes kelimeyi, "Şeriat" kelimesini dilinden düşürmedi. Halbuki bu dâvanın kal'ayı zaptedebilmesi için Tekfur sarayını basan bahâdırlar gibi mutlaka bir (kamuflaj)a bir (makyaj) oyununa ihtiyaç vardı. Anlamadılar; sonradan görüleceği üzere Şeriati hükûmet sürme hırsına göre eğip bükecek olan liderlerinin peşinde, boyuna açık vererek ve boy hedefi göstererek yürüdüler.
Ankara'nın en büyük sinemalarından birinde tertipledikleri açılış törenlerinde, konuşmacılar arasına beni de kattılar. Büyük bir gençliğin katıldığı bu törende yine şahıslarına karşı bir taahhüt ve kefalet sahibi olmaksızın, özlediğimiz parti ve güdücülerin şartları üzerinde konuştum; ama onların vesilesiyle konuştuğuma göre bu Partiye ümit bağlanabileceğini teşvikten geri kalmamış oldum. Henüz salâhlarından ümit kesmeye uzaktım ve sadece ihtiyatlı olmaya bakıyordum.
Nihayet endâzesizlikleri yüzünden "Millî Nizam Partisi" kapatıldı. Kararın çıkmak üzere bulunduğu sabahın gecesinde Hocayla telefon konuşmamız:
- Son derece ölçüsüz ve hesapsız gidiyorsunuz! Partiyi kapatacaklar...
- Asla kapatamazlar, yarın görürsünüz!
-Asıl siz yarın kapatıldığınızı görürsünüz!
Ve kapatıldılar...
kaynak:nfk
Millî Selâmet Partisi meselesi aydın müslümanlar katında bir hâiledir. Zira mutlaka kat'î zafere götürülmesi, böyle olmadıkça hiçbir tavize yanaştırılmaması gereken bir hareketin iflâsa vardırılmış olması teşebbüsünden ibaret kalmıştır. Ve yine zira, o, hareket şekliyle, bizim iman banknotumuzun sahtesi olmuştur. Küfür bizim manevî naktimizi kıymetten düşürmek için elinden geleni yapmaya, parasını değerlendirmeye bakar; fakat taklide yeltenmez. Bizimkinde hilâl onunkinde istavroz vardır. Ama Millî Selâmet Partisi'nin amblemi, şekilde ve yaftada hilâl olduğu halde esasta ve iş ölçüsünde hilâlin hakkını vermekten çok uzaktır. Karşılıksız paralar gibi... İslâmî kıymetlerin eşya ve hâdiselere bakış zaviyesini bozucu ve Şehadet Kelimesinden başka bir şey bilmeyen, bildiğinin de ürpertisini çekmeyen gafilleri kandırıcıdır.
Gerçek iman ve itikatlılarına toz konduramam. Onları dışlarından mümin görür ve içlerinden de böyle oldukları kanaatiyle kalblerini Allah'a havale ederim. Fakat bu kalblerin aşk, vecd, hikmet, irfan ve hamle sermayesi olarak hiçbir nasibe mâlik bulunmadıklarını bir laboratuar katiyetiyle iddia edebilirim. Bu teşhis onun masum müslümanlar tabanına değil, güdücüler tavanına aittir ve bu güdücülerin âdi kır çiçekleri halinde şekillendirdiği buketin ortasında, her mesuliyeti nefsinde cemeden, mağrur ve mütehakkim br gül vardır. Prof. Dr. Gen. Başkan ve sırasına göre imkân buldukça da Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Necmeddin Erbakan...
İŞİN HİKÂYESİ
Ben bu zatı 1965'lerde Büyük Doğu'nun 12. Devresinde tanıdım. İstanbul'da, Gedikpaşa'da, Kayseri Hanındaki, etrafımızı saran ayakkabıcıların deri ve çiriş kokulu havasına bürülü, mütevazi yazıhanemize geldi ve bizimle bir iftar yemeği yedi. Profesördü, kürsüsünde müstesna bir teknik ehliyet olduğu söyleniyordu. Bir de "Gümüş motor" diye isimlendirilen, Türkiye'de ilk defa motor imâlini hedef tutucu bir teşebbüsün öncüsü olduğu fakat bu teşebbüsün akâmete uğratıldığı (akâmet sıfatını çok hafif olarak kullanıyor ve asıl sıfatı dosyamızda yazılı olan bu işin şimdilik bahsini açmak istemiyorum) rivayet olunuyordu. Hakkında, satıh üstü, toplu hüküm şuydu:
Müslüman, milliyetçi, namazında, dâvamıza bağlı bizden bir insan...
Güzel yüzlü, vakur edâlı, kelimelerini dikkatle aramak gayretinde, her karşı çıkışa mütehammil ve soğukkanlı görünüşlü, hislerini belli etmeyici ve çehresinde herhangi bir teessür ve tehassüs çizgisi taşımayan bir insan...
Kendisine Büyük Doğu yazı ailesine katılmasını teklif ettim, verdiği cevaptan muhitindeki masonların gözüne fazla çarpmak istemediği ve çekindiği intibâını aldım. Gençlerimizden, talebesi, Fakültesinden iyi derecede mezun Bahri Zengin'i (şimdi Makine - Kimya Umum Müdür Muâvini) yanına asistan olarak almasını istedim; ve yine ilk cevabına benzer bir çekingenlik mukabelesine şahit oldum. Daha ilk temasta belliydi ki, bu zat, kendi öz nefsi içinde gizlenmiş her türlü cesaret, samimiyet ve heyecan seciyesine yabancı, üzerinde dikkatle ve şüphe gözüyle durulması gereken bir kişiydi. Dâvamız yolunda şahsiyle vâdettiği fayda çapında zarar ve tehlike de belirtebilirdi.
Ara yerde Odalar Birliği mâceraları (o da ayrıca hazin bir mevzû) ve nihayet balıklama şeklinde politikaya atılış...
Konya'dan bağımsız olarak seçilmek üzere adaylığını koymuştur. Konya'nın büyük meydanlarından birinde bir toplantı tertiplemiş, benim de bu toplantıda kendisini desteklemem istenmişti, Henüz bu kapalı kutunun muhtevası sıhhatle malûmumuz bulunmadığı halde bu destekleme teklifini hiçbir parti hasisliği belirtmeyen ve Meclise Büyük Doğu'dan yana bir görüntü vâdeden zâtı desteklemek borçtu. Borcumuzu edâ ettik. Konya'ya gittik; bizi karşılayanlar arasında onu bulamadık ve binlerce Konyalı'ya, şahıslar üzerinde hiçbir taahhüt ve kefaletimiz olmaksızın, Meclise ne ruh kıvâmında adamlar sürmek gerektiği üzerinde bir hitabe verdik. Meydan alkıştan inledi; bizi tâkiben Hoca kürsüye çıktı ve saydığımız kurtarıcılık vasıflarının tam da sahibi edasiyle, raftan bir top kumaş indirilip tezgâh üzerinde açılırcasına desenlerini müşterilere arzetti. Konuşmasında ne bir aşk, ne bir his, ne bir düşünce ve derinliğine görüş... Tam bir simsar ve tezgâhtar ağzı... Toplantı sonunda ona eller uzandı. O da ellere uzandı; ve kafaların üzerinde önceden peylenmiş bir katıra binercesine, gayet rahat ve pişkin, yerleşti. Bana da aynı muameleyi göstermek isteyen elleri nefretle ittim ve adeta hakaret edercesine bana el uzatmamalarını ihtar ettim. Hoca Kisrâ'ların tahtaravanına benzeyen, kafalardan kurulu sedir üzerinde mes'ut, uçup gitti. Yanımdaki Mustafa Yazgan'a "gördün mü manzarayı?" demekten kendimi alamadım. Daha evvel Mustafa Yazgan'a Hoca'nın bazı kibirli ve kendisini tepeden görücü hallerine bakıp toplantıda bulunmak istemediğimi, hemen dönmek arzusunda olduğumu söylemiş ve şu cevabı almıştım:
- Siz dönerseniz ben de sizi tâkip ederim.
- Sen kal!
- Ben sizin bir parçanızım, nasıl kalırım!
- Madem ki, parçamsın, ben rica ediyorum, kal!
Tam o sırada tören başlamış ve gençler bizi kürsü seti üzerine çekip çıkarmışlardı. Böylece ben ve Mustafa Yazgan bir "oldu-bitti" karşısında kalmış ve konuşmaya mecbur olmuştuk.
İşte daha işin başındaki müşahede ve intibalarım!
Hoca Konya'dan mebus seçildi. Mecliste Adalet Partisi uyuşmazlıklarından bir iki kafadar buldu ve bu partinin asla rayını döşeyemediği o devrede Demokratik Parti kopuşu sırasında kendisi de partisini kurdu: Millî Nizam Partisi...
PARANTEZ İÇİNDE
Lâf arasında tespit etmeyi unutmayayım ki, o zaman Adalet Partisinden kopuşlar benim eserim olmuş, hâdise Sadettin Bilgiç ve merhum Prof. Osman Tûran'ın evinde uzun sohbetler ve muhasebeler neticesinde meydana gelmiş, Adalet Partisi'nin 1960 gece baskını sonrasında cevap veremediği millî ıstırap ve inkisarın dâvası, yepyeni bir ideolocya temeline dayalı olarak bunlardan beklenmişti.
Partiyi kurdular; fakat A.P.'den devşirip temsil etmeleri gereken mânayı bayraklandıramadılar, bir (Apandis - lâhika) halinde kaldılar ve kör bağırsak gibi çürüyüp gittiler... Bugün de Halk Partisi'nin hileli kefesinde 1 gramlık ağırlıklarını değerlendirmeye kalkmak derecesine düştüler...
YİNE ONLAR
Millî Nizam... Hoca'nın yüzü gibi, ne güzel isim! Fakat "Dilber" adını taşıyan bir kadının güzelliği nasıl ismiyle kaim değilse, vaad ile gerçek arasında o kadar mesafe... "Millî Selâmet" ismi için de aynı şey söylenebilir.
Millî Nizam ölçüsüz ve endâzesiz gitti. Hükûmette pay aldıktan sonra şeriat ruhuna aykırı olarak ileride yapacakları affedilmez gaflara mukabil o günlerde mukaddes kelimeyi, "Şeriat" kelimesini dilinden düşürmedi. Halbuki bu dâvanın kal'ayı zaptedebilmesi için Tekfur sarayını basan bahâdırlar gibi mutlaka bir (kamuflaj)a bir (makyaj) oyununa ihtiyaç vardı. Anlamadılar; sonradan görüleceği üzere Şeriati hükûmet sürme hırsına göre eğip bükecek olan liderlerinin peşinde, boyuna açık vererek ve boy hedefi göstererek yürüdüler.
Ankara'nın en büyük sinemalarından birinde tertipledikleri açılış törenlerinde, konuşmacılar arasına beni de kattılar. Büyük bir gençliğin katıldığı bu törende yine şahıslarına karşı bir taahhüt ve kefalet sahibi olmaksızın, özlediğimiz parti ve güdücülerin şartları üzerinde konuştum; ama onların vesilesiyle konuştuğuma göre bu Partiye ümit bağlanabileceğini teşvikten geri kalmamış oldum. Henüz salâhlarından ümit kesmeye uzaktım ve sadece ihtiyatlı olmaya bakıyordum.
Nihayet endâzesizlikleri yüzünden "Millî Nizam Partisi" kapatıldı. Kararın çıkmak üzere bulunduğu sabahın gecesinde Hocayla telefon konuşmamız:
- Son derece ölçüsüz ve hesapsız gidiyorsunuz! Partiyi kapatacaklar...
- Asla kapatamazlar, yarın görürsünüz!
-Asıl siz yarın kapatıldığınızı görürsünüz!
Ve kapatıldılar...
kaynak:nfk