fatih kısaparmak balon baskılı balon Siyasetin USTA’sı Cemaatleri de Dizayn Ediyor mu? - AK Parti |AKParti Forum |AK Gençlik |Recep Tayyip Erdoğan |AKPARTİ Gençlik Forumu|

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Siyasetin USTA’sı Cemaatleri de Dizayn Ediyor mu?


Akbursa
12-16-2013, 00:35
Temelde siyaset bir rekabet, yarış işidir. Siyaset yapanlar daha ilk basamaktan itibaren öncelikle kendi partisinin içindeki alternatifleri rakip görür. Kendisiyle birlikte aynı makama, noktaya talip olanları bir şekilde elimine etmeye, etkisiz hale getirmeye çalışır. Çoğu defa bu rekabetler kıyıcı ve yıkıcı olur. İnsaf, vicdan ve hukuk dışına çıkan yöntemler uygulanabilir. Siyasette bir noktaya gelmiş olanlar halk huzuruna, sandık önüne çıkmadan önce parti içi mücadelelerle pek çok arkadaşını kulvar dışına iterler. Örneğin bir milletvekili veya belediye başkanı olmak için teşkilat içinde yoğun çalışmalar yapmanız, parti içi dengeleri iyi görmeniz, partideki farklı ekolleri, hizipleri kendi hedefinize matuf kullanabilmeniz gerekir. Bunun için büyük emekler vermeniz, çoğu zaman ciddiye alınır paralar harcamanız gerekir. Bu nedenle pek çok siyasi daha sonra bunların karşılığını almak arzu eder. Ayrıca sonraki seçimleri kazanmak için de siyasetçinin sadece taraftara değil ekonomik güce ihtiyacı olur.


Siyasette bir makama, konuma gelmek önemlidir ve güçtür. Ama bir noktaya geldikten sonra mücadele azalmaz; bilakis artarak devam eder. Artık korumanız gereken bir makamınız-konumunuz vardır. Bundan sonra daha büyük rakiplerle, daha üste çıkmak için, en azından mevcudu korumak için daha etkili, daha kıyıcı, sonuç alıcı mücadeleler vermeniz gerekir. Alttan çıkıp size tehdit oluşturması gerekenleri kollamanız, onlara engel olmanız gerekir. Siyasette irtifa yükseldikçe, makam ve konum arttıkça rekabet ve yarış kızışır; aynı zamanda çamurlaşır. Kamuoyuna yansıyan, ortalıkta görünen genelde farklı partilerin yarışı ve onların adayları-siyasetçileri arasındaki rekabettir. Ama rekabetin büyüğü, şiddetlisi, belki en kirlisi partiler içinde yaşanır. Parti içinde hizipler, dayanışma grupları, rekabetler ve yarışlar olur. Herkesin adamları olur. Büyük, küçük her lider, lider adayı ilçe teşkilatından genel başkanlığa kadar, her seviyede kendi dengelerini kurmak ve korumak ister. Kendi kadrolarını önemli noktalara koymak ve onlar üzerinden gücü kontrol etmek ister. Hasılı, siyaset hem içte hem dışta sürekli rekabettir. Vuruşarak büyüme ve başkalarını alt ederek ayakta kalma sanatıdır. Elinde çekiç olanın herkesi çivi görmesi gibi, hangi seviyede olursa olsun siyasetçi az büyüyen, palazlanan, öne çıkanı rakip, alternatif ve tehdit görür. Ona göre tedbirini alır, bertaraf düzeneklerini kurar ve oyununu oynar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türk siyasetinin ta dibinden, en alt kademesinden bu günlere gelmiş, çok başarılı bir siyasetçi, etkili sonuç almasını bilen bir politikacıdır. Ne Demirel, ne Özal, ne de Erbakan, Erdoğan’ın geçtiği yollardan geçmemiştir.



Bir yönüyle bu liderlerin hepsi tepe noktalardan başlayarak genel başkan olmuşlardır. Erdoğan ise siyasete çok genç yaşta ve alt noktalardan başlamıştır. Çekirdekten siyasetçidir; tabandan tırmalayarak bu noktalara gelmiştir. Siyasetin her kademesinde bulunmuş, teşkilatçı, örgütçü bir liderdir. Geldiği noktaya kadar sayın Erdoğan kim bilir kaç kişiyle rekabet etti, kimleri kulvar dışına itip bu basamakları çıkabildi. Hocasını (Erbakan) bile alt eden, ona rağmen iş tutabilen bir lider haline geldi.


Erdoğan bu süreçlerde hep tecrübe kazandı. Bulunduğu konuma-makama yönelik tehdit ve tehlikeler nerelerden gelebilir, kimler nasıl rakip olabilir, kimler nasıl teslim alınır veya kimler nasıl bertaraf edilir çok iyi derecede öğrendi. Bu yönüyle bu gün Türkiye’de Erdoğan’ın siyasi USTAlığına toz kondurabilecek kimse olduğunu sanmıyoruz.
Nitekim Erdoğan Türkiye’de pek çok ilke imza attı. Tek Parti dönemini saymaz isek en uzun süre başbakanlık koltuğunda oturan kişi haline geldi. Özellikle (kendi ifadesiyle) çıraklık ve kalfalık döneminde memleket adına çok yararlı işlere imza attı. Bürokratik vesayetle mücadeleye giren ve bunu kazanabilen tek siyasi lider haline geldi. Ülkede önemli güç odakları olan ve siyasete hep müdahil olan yargı ve ordu üzerinde kontrol kurabilen tek sivil başbakan oldu (Atatürk ve İnönü asker kökenliydiler). Türk siyasi tarihinde ordunun kendisine verdiği muhtırayı reddeden ve iade eden tek hükümet-başbakan oldu. Bu hizmetleriyle de halkın gönlüne girmeyi başardı. Demokrasiye inanan herkesimden, halkın her cenahından destek ve tebrik aldı.


Erdoğan AK Partiye, hükümete hâkim olmada, teşkilatı kontrol etmede gösterdiği başarıyı muhalefeti kontrol etmede de gösterdi. Çok iyi bir planlamayla sağ ve muhafazakâr kesimde kendisine rakip olabilecek partileri ve kişileri ya yanına alarak veya marjinalleştirerek tehdit olmaktan çıkardı. Biraz sivrilen ve gelecek vaat edenleri onların hayır diyemeyeceği tekliflerle partisine transfer etti. O kişileri (Süleyman Soylu, Numan kurtulmuş, sırada BBP var deniyor?) ve hareketleri daha büyümeden, kendisine ve partisine tehdit olmadan USTAca bünyesine kattı.
Son dönemde Erdoğan’ın karşısında dikkate alınır siyasi rakip kalmadı. Parti içinde ve TBMM’de zaten mutlak kontrolü var. Muhalefet partileri tam istediği gibi. Mevcut muhalefetin bu halde devamı için özel gayret gösteriyor bile olabilir. Orduyu ve yargıyı farklı güçler olmaktan çıkardı. Ülkede “güçler birliği” tesis edildi. Medyada yapılan yatırımlarla bir “yandaş medya” oluşturuldu. Sermaye epeyce terbiye edildi ve yeni sermayedarlar üretildi. Kamu kaynakları ve ihaleler sermayeyi, hatta medyayı kontrol için etkili şekilde kullanılıyor. Sonuç olarak ülkede Erdoğan’ın uğraşabileceği siyasi, kurumsal güç merkezleri kalmadı.


Erdoğan siyasetten geldiği için ve siyasi basamaklarda hep arkadaşlarını, rakiplerini yıka yıka, kulvar dışına iterek geldiği için bu alışkanlık ve tecrübeyi toplumsal gruplara da uygulamaya kalktı. Aslında Erdoğan baştan bu tarafa cemaatleri, tarikatları de kendisine alternatif ve rakip görüyor; onlara “teslim olma” veya “tasfiye olma” dışında bir yol bırakmak istemiyordu. Ama diğer güç merkezleri ve siyasi rakipler varken onlara gerektiğince eğilemiyordu.
Son günlerde açığa çıkan Erdoğan (AK Parti değil)- Camia geriliminin kökleri ve altyapı çalışmaları eski ise de, diğer rakiplerin bertarafı nedeniyle Camia “iyot” gibi ortada kaldı ve USTA’ya açık hedef haline geldi. Bunun üzerine USTA, siyasi basamakları aşarken uyguladığı farklı taktiklerle bu defa Camiayı itibarsızlaştırma ve etkisizleştirme işine soyundu. Anlaşılan o ki, son dönemlerde başkaca bir hedef ve rakip görünmediği için bütün mesaisini buna ayırıyor…


Erdoğan Camiayı yalnızlaştırma ve dar bir alana hapsederek etkisizleştirme işini birkaç şekilde yapıyor:


1- KENDİ CEMAATİNİ KURARAK. Erdoğan (ve ailesi) son zamanlarda bu amacı gerçekleştirmek için yoğun bir organizasyon ve çaba içindeler. Bunun için yeni vakıflar kuruldu. İHL’lerin AK Partinin arka bahçesi olacağı varsayımından hareketle her yerde yeni İHL’ler açıldı; mevcut İHL’lere önem verildi. Yeni kız ve erkek yurtları açtılar. Hak-Yol cemaatinden de ayrık olarak, ama eski MGV-MSP tabanına yaslanan (bu akımın ana ekseni Saadet Partisi de bu cemaatleşmeden rahatsız ve tasvip etmiyor), Topbaş cemaatinden büyük destek alan yeni bir cemaatleşme sürecine girildi. Kamu kaynaklarından yaralanılarak bu cemaatin kurumları, yurtları, vakıfları, dernekleri oluşturuldu. Bu kesime hizmet etmek üzere vakıf üniversiteleri kuruldu. Binlerce yurt açıldı.
2- DİĞER CEMAATLERLE CAMİAYI AYRIŞTIRMA VE CAMİAYI ETKİSİZLEŞTİRME. Bunun başlıca iki yolla yapılması tercih edildi. Çok hazzetmeseler de Türk toplumunda karşılığı olan, ama Camia ile problemi de olmayan başlıca tarikat ve cemaatlere imkânlar tanındı. Onlara arsalar, kaynaklar ayrıldı ve Camia’nın ana faaliyet alanlarında ona rakip olmaları, ondan alan kazanmaları için teşvikte bulunuldu. Bu cemaatler elbette bunu “Camiaya rakip olalım” düşüncesiyle yapmıyordu. Ama bu vesileyle hükümetle aralarında maddi bağlar oluşuyor; hükümete karşı minnet hisleri güçleniyordu. Nitekim dershane gibi çok haklı ve temel bir konuda hükümetin zorlamasıyla kendilerini hükümet yanında yer almaya mecbur hissetmişlerdir. Pek çoğu gönülsüz olmasına ve gereksiz bulmalarına rağmen, kamu kaynaklarından yararlanmanın bir sonucu neye hizmet ettiği pek de anlaşılamayan “hükümete destek metni”ne imza atmışlardır.
(Farklı mülahazaları olsa, kendilerince bir denge kurmayı hedefleseler de her şeye rağmen hükümetin diğer cemaat, tarikat ve STK’ları desteklemesini olumsuz görmek doğru değildir. Sonuçta 76 milyon nüfusun içinde hizmet götürülmesi, ulaşılması gereken büyük bir kitle-gençlik vardır. İktidarın niyeti mahfuz, hayırda rekabetin hayır doğurması, insanımız adına yararlı olması umulur)


3- NUR EKOLLERİNİ AYRIŞTIRMA: Erdoğan’ın camiaya yönelik bir başka çabası ise aynı kaynaktan beslenen diğer Risale-i Nur ekollerine ayrı bir önem vermesidir. Onlarla kurduğu temaslar ve onlara sağladığı kurumsal-kişisel imkânlar sonucu Camia için: “beslendiği kaynakla ilişkisi kopuk!”, “o kaynağa ihanet eden!” bir ekol görüntüsü verilmeye çalışılmıştır.



Böylece:


Camianın belirli kesimler nezdinde meşruiyetinin sorgulanması,
Aynı kaynaktan beslenen kesimlerin ayrıştırılması,
Bunlardan önemli(!) kısmının hükümet yanında yer aldığının ortaya konması amaçlanmıştır.

Bunda epeyce başarılı olunduğu ve zaten çok parçalı olan Risale-i Nur ekolleri arasında yeni iftiraklar üretildiği, yeni ayrışmalar oluştuğu söylenebilir.


4- “İSLAMCI”[1] AYDINLARI YANINA ÇEKMEK: Bir başka strateji de cemaatlerden bağımsız veya kişisel özellikleriyle, eserleri ve yazılarıyla, görüşleriyle var olan, İslami yönü öne çıkan aydınları yanında tutmaktır. Farklı enstrümanları kullanarak, bazen vakfına-derneğine imkânlar sağlayarak, bazen çocuğunun-damadının ikbalini açarak yanına almaya çalışmıştır. Daha önce yatırım yapılan, imkânlar tanınan bu kimselerden bir kısmının son süreçte sözlerini ve kalemlerini Camiaya ve F. Gülen’e karşı kullandıklarına kamuoyu da şahit olmuştur.


Böylece Camianın etkinliğine darbe vurulmaya çalışılmış, Camia farklı kesimlerle ve araçlarla çevrelenmek, Erdoğan’a biata zorlanmak istenmiştir.

Bunlar ahlaki ve İslami kriterler açısından sorgulanabilir, tasvip edilmeyebilir. Hatta biraz daha ileri giderseniz Müslümanlar ve toplum üzerinde ayrıştırıcı, bölücü, fitne faaliyetleri olarak adlandırılabilir. Ancak bu yapılanlar siyaset mantığı ve siyasi refleksler açısından gayet makul ve mantıklıdır. Hatta belki de gereklidir. Zira siyaset rakiplerini elimine etme, rakiplerine bütün yol ve yöntemleri kullanarak galip gelme, onların iradesini kendi irade ve kararlarına uymaya mecbur ve mahkum etme sanatıdır. Bu tür iş ve ilişkilerde eğer Erdoğan’a bir “dini lider”, “Müslümanların manevi önderi” olarak bakıyorsanız, elbette bunları makul göremez; onaylayamazsınız. Bakışınız öyle ise Erdoğan’a bunları yakıştırmak yerine, bunları ret ve inkâr edersiniz.


Ancak toplumun büyük bir kesimi Erdoğan’ı dini bir misyon sahibinden öte siyasi lider olarak görür. Erdoğan sonuçta bir siyasi liderdir. Dini bir iddiasını, bir din alimi olduğu, tüm Müslümanlar adına bir misyon yüklendiği veya atfedildiğini en azından resmi söylemlerde görmüyoruz; bilmiyoruz. O halde siyaset penceresinden bakarsak kendi ikbali, partisi geleceği adına kontrol altına alınması, bir şekilde etkisizleştirilmesi gereken bir kesime karşı uyguladığı bu türden stratejiler USTAca siyasi manevralardır. Bunlar siyasi başarı, liderlik, büyük siyaset hanesine yazılabilir.

Sonuçta Erdoğan toplumun nabzını çok iyi tutabilen, güç dengelerini okuyan ve bu dengelerden kendisine boşluklar yakalayabilen, gayet pratik ve pragmatist bir siyasetçidir. Bunları yadırgamak veya reddetmek siyaseti anlamamak demektir. Ama eğer Erdoğan’ı bir mürşid, bir manevi önder olarak kabul ediyorsanız bunları hazmedemez; duygusal bir şekilde reddeder söyleyenlere yüklenmeye başlarsınız.
Mahmut Akpınar
Siyaset Bilimci