rıfat gökalp
10-31-2009, 18:51
Ankara'nın önceliği değişti
(http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=962024&Date=31.10.2009&CategoryID=81)
Türk dış politikasında ve bu politikaya eşlik eden değerlerde yaşananlar, ülkenin stratejik önceliklerinde köklü bir değişimi yansıtıyor
Türkiye’nin Kürt terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ı Şam’da barındırdığı için Suriye’ye işgal tehdidi savurmasının üzerinden 10 yıl geçti. O günlerde bir Türk gazetesinin kullandığı ifadeler ülkenin ruh halini ve Suriye’yle İsrail’e yaklaşımını yansıtması açısından manidardı: “Golan Tepeleri’ndeki İsraillilere ‘şalom’ diyeceğiz.”
Zaman değişti, ülkeler de. Bu ay başında Türkiye, çokuluslu bir hava kuvvetleri tatbikatını, İsrail’in de katılması planlandığı için ve iki ülke ordusu arasındaki sıkı tarihsel ilişkilere rağmen iptal etti. The Guardian’la kısa süre önce yaptığı söyleşide Başbakan Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’la ilgili ‘dostumuz olduğuna kuşku yok’ ifadesini kullandı.
Hazirandaki hileli seçimin ardından Ahmedinecad’ı ilk kutlayanlar arasında olan Erdoğan, İran’ın nükleer programını da ‘barışçı ve insani’ diye niteliyor. Suriye’yle ilişkiler de giderek daha sıcak hale geliyor: Hatta iki ülke ortak askeri tatbikatlar yapmayı bile planlıyor.
Ulusların komşularını seçme lüksü yoktur ve Türklerin sınırlarında düşman istememesi kesinlikle anlaşılabilir bir tutum. Fakat Erdoğan ve AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana Türkiye’nin dış politikasında ve bu politikalara eşlik eden değerlerde yaşananlar, sadece bölgesel gerilimleri yumuşatmaktan ziyade Türkiye’nin stratejik önceliklerinde köklü bir değişimi yansıtır görünüyor.
Sözgelimi ocakta Erdoğan, Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i herkesin önünde azarladı. Erdoğan ona ‘yalancı’ deyip, Gazze’deki savaşla ilgili olarak “Öldürmeye gelince siz öldürmeyi gayet iyi bilirsiniz” diye konuştu. Bundan kısa süre sonra da Erdoğan Sudan devlet başkanı yardımcısı Ali Osman Taha onuruna bir akşam yemeğine evsahipliği yaptı. Görünen o ki yemekte Darfur konusunda ders vermedi.
Ortadoğu’da Türkiye’nin değişen yaklaşımlarından etkilenen tek ülke İsrail değil. Washington Enstitüsü’nün Yakındoğu Politikası analisti Soner Çağaptay şu noktaya dikkat çekiyor: “AKP’nin dış politikası bütün Müslüman ülkelere yönelik sempatiyi teşvik ediyor değil. Parti daha ziyade İslamcı, Batı karşıtı rejimlerle (sözgelimi Katar ve Sudan) dayanışmayı teşvik ederken, laik, Batı yanlısı Müslüman yönetimlere (Mısır, Ürdün ve Tunus) mesafeli davranıyor.” Filistinlilere karşı da aynı tutum söz konusu; Erdoğan dün-yaya Hamas’ı tanıma çağrısı yaparken, Filistin Yönetimi’nin daha laik eğilimli başkanı Mahmud Abbas’ı dikkate almıyor.
Erdoğan’ın İsrail aleyhine dönmesi daha genel bir değişimin belirtisi; Amerikan çıkarlarıyla çok uyuşan bir değişim de değil bu,Laik bir Müslüman ülke olarak Türkiye NATO’nun ana direklerinden biri ve çeşitli komşularının siyasi radikalizmine (Komünist, Baasçı, İslamcı) karşı bir kale olageldi. Şimdi Erdoğan belki de, Türkiye’nin geleceğinin Batılı muhataplarının kuyruğunda değil, Müslüman dünyanın tepesinde olduğu düşüncesiyle kumar oynuyor.
Avrupa’nın Türkiye’nin üyelik arzusuna bunca uzun zamandır darbe üstüne darbe vurduğu düşünülürse, bütün bu gelişmeler pek şaşırtıcı gelmemeli belki de. Laiklik, hoşgörü, özgürlük gelenekleriyle ve Doğu’yla Batı arasındaki köprü olmalarıyla uzun yıllar gurur duyan Türklerin, karanlık zaferler uğruna bütün bunları feda edecek kadar baştan çıkmamasını umut edelim.
(The Wall Street Journal, başyazı, 30 Ekim 2009)
(http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=962024&Date=31.10.2009&CategoryID=81)
Türk dış politikasında ve bu politikaya eşlik eden değerlerde yaşananlar, ülkenin stratejik önceliklerinde köklü bir değişimi yansıtıyor
Türkiye’nin Kürt terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ı Şam’da barındırdığı için Suriye’ye işgal tehdidi savurmasının üzerinden 10 yıl geçti. O günlerde bir Türk gazetesinin kullandığı ifadeler ülkenin ruh halini ve Suriye’yle İsrail’e yaklaşımını yansıtması açısından manidardı: “Golan Tepeleri’ndeki İsraillilere ‘şalom’ diyeceğiz.”
Zaman değişti, ülkeler de. Bu ay başında Türkiye, çokuluslu bir hava kuvvetleri tatbikatını, İsrail’in de katılması planlandığı için ve iki ülke ordusu arasındaki sıkı tarihsel ilişkilere rağmen iptal etti. The Guardian’la kısa süre önce yaptığı söyleşide Başbakan Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’la ilgili ‘dostumuz olduğuna kuşku yok’ ifadesini kullandı.
Hazirandaki hileli seçimin ardından Ahmedinecad’ı ilk kutlayanlar arasında olan Erdoğan, İran’ın nükleer programını da ‘barışçı ve insani’ diye niteliyor. Suriye’yle ilişkiler de giderek daha sıcak hale geliyor: Hatta iki ülke ortak askeri tatbikatlar yapmayı bile planlıyor.
Ulusların komşularını seçme lüksü yoktur ve Türklerin sınırlarında düşman istememesi kesinlikle anlaşılabilir bir tutum. Fakat Erdoğan ve AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana Türkiye’nin dış politikasında ve bu politikalara eşlik eden değerlerde yaşananlar, sadece bölgesel gerilimleri yumuşatmaktan ziyade Türkiye’nin stratejik önceliklerinde köklü bir değişimi yansıtır görünüyor.
Sözgelimi ocakta Erdoğan, Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i herkesin önünde azarladı. Erdoğan ona ‘yalancı’ deyip, Gazze’deki savaşla ilgili olarak “Öldürmeye gelince siz öldürmeyi gayet iyi bilirsiniz” diye konuştu. Bundan kısa süre sonra da Erdoğan Sudan devlet başkanı yardımcısı Ali Osman Taha onuruna bir akşam yemeğine evsahipliği yaptı. Görünen o ki yemekte Darfur konusunda ders vermedi.
Ortadoğu’da Türkiye’nin değişen yaklaşımlarından etkilenen tek ülke İsrail değil. Washington Enstitüsü’nün Yakındoğu Politikası analisti Soner Çağaptay şu noktaya dikkat çekiyor: “AKP’nin dış politikası bütün Müslüman ülkelere yönelik sempatiyi teşvik ediyor değil. Parti daha ziyade İslamcı, Batı karşıtı rejimlerle (sözgelimi Katar ve Sudan) dayanışmayı teşvik ederken, laik, Batı yanlısı Müslüman yönetimlere (Mısır, Ürdün ve Tunus) mesafeli davranıyor.” Filistinlilere karşı da aynı tutum söz konusu; Erdoğan dün-yaya Hamas’ı tanıma çağrısı yaparken, Filistin Yönetimi’nin daha laik eğilimli başkanı Mahmud Abbas’ı dikkate almıyor.
Erdoğan’ın İsrail aleyhine dönmesi daha genel bir değişimin belirtisi; Amerikan çıkarlarıyla çok uyuşan bir değişim de değil bu,Laik bir Müslüman ülke olarak Türkiye NATO’nun ana direklerinden biri ve çeşitli komşularının siyasi radikalizmine (Komünist, Baasçı, İslamcı) karşı bir kale olageldi. Şimdi Erdoğan belki de, Türkiye’nin geleceğinin Batılı muhataplarının kuyruğunda değil, Müslüman dünyanın tepesinde olduğu düşüncesiyle kumar oynuyor.
Avrupa’nın Türkiye’nin üyelik arzusuna bunca uzun zamandır darbe üstüne darbe vurduğu düşünülürse, bütün bu gelişmeler pek şaşırtıcı gelmemeli belki de. Laiklik, hoşgörü, özgürlük gelenekleriyle ve Doğu’yla Batı arasındaki köprü olmalarıyla uzun yıllar gurur duyan Türklerin, karanlık zaferler uğruna bütün bunları feda edecek kadar baştan çıkmamasını umut edelim.
(The Wall Street Journal, başyazı, 30 Ekim 2009)